diff --git "a/Sıratımüstakim_cilt_7.txt" "b/Sıratımüstakim_cilt_7.txt" new file mode 100644--- /dev/null +++ "b/Sıratımüstakim_cilt_7.txt" @@ -0,0 +1,32898 @@ +|\/| +_____ + + + SIRATIMÜSTAKİM Cild 7 + - + Unknown + 250031 + - + 32898 + +_____ + +Fakat ondan evvel bu bahsin tahririne sebeb olan şeyi +hikaye edelim: Bir gün kalemde meşgūl idim. Sıratımüstakīm’deki asar-ı alimanesi Sırat kari’lerinin ma’lumu olan +fazıl-ı muhterem Halim Sabit Efendi geldi; ba’de’t-teslim +ve’t-terhib cebinden bir mektup çıkarıp fakīre verdi. Bu +mektup Kazan’da neşriyatıyla müştehir bir zat tarafından +gönderilmiş idi. Bu zat mektubunda sufiyyunun meslek-i +hass-ı irfanı olan “Vahdet-i Vücud” ile hükemanın “Panteizm” +namını verdikleri meslek-i felsefi beynindeki farkın +beyanı bu hususda biraz da ma’lumat i’tası mümkün olup +olmadığını Halim Sabit Efendi’den su’al ediyor ve Sıratımüstakīm +vahdet-i vücuda temas eden bazı fikirler gördüğü cihetle o +musahabe kendisinin hayli işine yaradığını söylüyor idi. +Mektubun siyak-ı tahririnden anlaşıldığına göre sahib-i mektup +vahdet-i vücud ile felasife-i efrencin meslek-i ma’hud-i +felsefileri beyninde bir fark yok ise birinin kıymeti diğerinden +ziyade olmamak lazım geleceği i’tikadına zahib olmuş +ğundan fakīr de sahib-i mektubu bu i’tikadında ma’zur gördüm. +Bu bahse dair Halim Sabit Efendi ile beynimizde biraz +sözler cereyan ettikten sonra muhatab-ı muhteremim vahdet-i +vücuda ka’il olan ve ona dair manzum mensur bir çok +eserler yazan asfiyanın kulub-i ümmette tuttukları mevki’-i +bülend-i tekrime böyle bir ukde-i hatırdan dolayı arız olan +tezelzülü def’ için bir makale yazmaklığımı abd-i acizden +zıman-ı ma’zeret olmak üzere dermiyan etmek lazım gelir +bu “peki yazarım” sözüdür ki bana iktidarımın haddimin +vücuh ile fevk ı nde olan bu mes’ele hakkında birkaç satır +yazı yazdıracaktır. Maksada gelince vahdet-i vücud hakkında +ta’mik-ı nazardan ziyade ona ka’il olan e’azım-ı ümmetin +fikirleriyle felasifenin fikirleri beynindeki müşabehet-i +suveriyyeden dolayı sapılan vadi-i tereddüdün bir varta-i +hızlan olduğunu o vadiyi şeh-rah-ı hakīkat zannetmek serabın +şarab olduğuna ka’il olmak kabilinden bulunduğunu +anlatmaktan ibarettir. +Evvela şurası bilinmeli ki insan insan olmak haysiyetiyle +–bila-kayd-ı din– taharri ve idrak-i hakīkat isti’dadıyla mecbul +bir mahlukdur. İster din-i sahih ile mütedeyyin ister edyan-ı +mensuhadan birine mütemessik olsun isterse vicdanında +din namına hiçbir fikir hüküm-ferma olmasın fıtraten +şahid-i hakīkate aşık olduğundan daima onun arkasından +koşar. +Fakat insandan maksad illet-i gaiyye-i hayatı ezvak-ı +hayvaniyyesinin tekmilinden ibaret zanneden haşerat-ı avam +değildir. mısra’ı çeşme +tarihi gibi nakş-ı nasiye-i hızlanları olan o gibi akıl ve idrak +müflislerinin bütün mesaileri iki ayin-ı mütenavibin icrasına +münhasırdır. Tantana-i kus-i huy ile onların kulakları sağır +muttasıl yiyip içmekle kendileri sığır olmuştur. Sıfat-ı kaşife-i +hakīkatleri şu iki sözle hülasa edilen bu heyakil-i camidenin +bahisden haric kalması ise gayet tabi’idir. +Bu mebhasde irad edilecek delail baz ı efkara göre bittabi’ +hitabiyat derecesinden ileriye geçemez; biz de onların +delail-i riyazıyye kuvvetinde olduklarını iddia etmiyoruz zaten +hangi delil-i akli vardır ki hakaik-ı ma’neviyyenin vücudunu +kat’iyet-i riyazıyye derecesinde bir kuvvetle isbat edebilsin? +Burada dela’ilin kuvvetinden ziyade şahsın kabiliyeti +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Eylül +Yedinci Cild - Aded: +ha’iz-i te’sirdir. Felsefe kelam kitapları isbat-ı vacib dela’iliyle +mal-a-mal olduğu halde Cenab-ı Hakk’ı ceffe’l-kalem +ları isbat-ı vacib sadedinde ityan edilen dela’ili tamamıyla +hükümden ıskat edemediği gibi o dela’ilin ityanı da münkirinin +kaffesini da’ire-i tasdik ve imana idhal eyleyemez. +“Vürudü’l-imdad bi-hasebil-isti’dad” sözünün tazammun ettiği +hakīkati kimse inkar edemez. Mesela yağmur yağar kayalara +derek tekrar havaya azim fakat toprağa düşen daneler onun +eczasına nüfuz ile türlü türlü nebatatın nemasına hadim +olur. Demek ki her şeyden evvel mahalde kabiliyet şart +hepsi heba olur. Merkebe musikī ta’lim etmek sevdasına +düşenin haline hem ağlanır hem gülünür! +Urefa diyor ki: Zat-ı vahdet hakkında herkesin nazarı +bu iki mertebeden yükselip yalnız lübbü görür. +Yalnız kışrı gören dereke-i hayvaniyyette kalır; kışr ile +lübbü birlikte gören mertebe-i insaniyyete irtika eder; yalnız +lübbü gören rabbani olur. +Her şeyi kışrdan ibaret zanneden hiçbir şey bilmez hiçbir +şey bilmediği için bir şey söylemez. Yalnız lübbü gören +de bir şey söylemeye cesaret edemez. Bu mebhasde söz +söyleyenler lübb ile kışrı gören mutavassıtlardır. +Vahdet-i vücud muhakkıkīn-ı sufiyyenin meslek-i hass-ı +vusul için şart-ı la-büdd hükmünde olduğuna ka’ildirler. +Bu mebhasde söz söylemek için iki tarik vardır; bunlardan +biri tarik-ı fikr u nazar; diğeri de tarik-ı zevk ve şühuddur. +Tarik-ı fikr u nazar bütün mütefekkirin için açıktır. Tarik-ı +zevk ve şühuda gelince o yalnız usulü vechile kat’-ı meratib-i +ma’rifetle o feyze mazhariyet sa’adetine na’il olanlar +lezzet-i aşkı ancak aşık olanlar bilir. +Elimize bir küre-i musanna’a aldığımız zaman arzın +kaffe-i aksamını ihtiva ettiğini görürüz; bu ihatamıza mağruran +arzı müdrikemize sığdırdığımıza ka’il oluruz; her beldenin +mat da verebiliriz; o koca şehirler küre-i musanna’amızın +üzerinde birer nokta kadar gösterilmiştir. Yüzlerce kilometrelik +yerleri parmağımızın ucuyla setr etmek bizim için +mümkündür. +Fakat o noktalardan birini teşkil eden Londra şehrine +girecek olur isek küre-i musanna’mızın üzerinde onun namına +mevzu’ olan noktanın medlul-i hakīkīsi ne olduğunu o +zaman anlar o noktanın içinde bu sefer biz nokta kadar +kalırız. Şehri tamamıyla gezmek muhtevi olduğu me’asir-i +umran ve terakkīyi birer birer görmek için haftalar belki de +aylar kifayet etmez isim ile müsemma beynindeki fark-ı +azim olanca kuvvetiyle tahakkuk eder. +kīkatin ismini diğeri de -ta’bir ca’iz ise- cismini gösterir. +Vahdet-i vücud olsun Panteizm olsun bunların ikisinin +de illet-i gaye-i taharriyatı Cenab-ı Hakk’ı bulmaktan ibarettir. +Fakat bu iki şeyin müşabehet-i suveriyyelerine bakıp +da aralarındaki fark-ı ma’neviden zahil olmamalı. Bu fark-ı +ma’nevi iman ile ilhad arasındaki farkın aynıdır. Mesela hiçbir +din ile mütedeyyin olmayan bir takım felasife görülüyor +ki cüstücu-yi hakīkat tarikındaki mücahedat-ı akliyyeleri +neticesinde vahdaniyet-i ilahiyyeye ka’il oluyorlar. Din-i İslam’ın +rükn-i evvelini de vahdaniyet-i ilahiyye değil midir; +şu hale nazaran aklen vahdaniyet-i ilahiyyeyi kabul eden bir +feylesof ile bir hakim-i müslimi bir mi tutmak lazım gelir? +Yalnız vahdaniyet-i ilahiyyeyi tasdik ile her şey olup biter +mi? Sadece bir ictihad-ı akli ile hasıl olan o i’tikad sahibini +makbul-i ilahi eder mi? Bizim i’tikadımıza göre etmez. +Vakı’a evc-i a’la-yı hakīkate irtika için pervaz edecek kanadın +biri budur; fakat tek kanad ile uçulmaz. Kanadın biri +cenah-ı tevhid-i sermedi ise diğeri de cenah-ı tasdik-ı Ahmedi’dir. +Tevhid-i felasifeyi görüp din-i İslam’dan ru-gerdan +olmak ne ise “Panteizm” denilen meslek-i felsefiye salik hükemayı +görüp vahdet-i vücuda ka’il olan evliyaullahdan rugerdan +olmak da odur. +Mülhidle mü’minin baz ı nikatta fikren ve nazaran ittihadları +her zaman için mümkündür. Hatta mülhid olur ki +nazar-ı hikmeti mü’mini geçer vusul-i hakīkatte ona tekaddüm +bile eder. Eğer bu dediğimiz şeyin imkanı olmasaydı +hadis-i şerifiyle müşterikinden/müşrikinden +telakkī-i hikmetle me’mur olmaz idik +keza taleb-i ilm için aktar-ı ba’ide yollarının bizim için +güşade olduğu hakkındaki hadis-i nebevi fem-i dürer-bar-ı +sa’adetten şeref-sadır olmaz idi. +Sufiyyenin “Vahdet-i Vücud” dedikleri şey felasifenin +“Panteizm” dedikleri mesleğin aynı imiş şu halde enva’-ı +ta’at ve mücahedata hacet ne? +Bu mebhase dair onlar tarafından yazılan asarın mütala’ası +husul-i maksada kafidir. Bina-berin ben de onları okur +bu mesleğin ne demek olduğunu anlarım; bu suretle +daha mükemmel daha müdellel bir meslek-i hikmete salik +olacağım cihetle beyne’n-nas bir muhakkık-ı kamil olmak +üzere geçinirim denecek olursa bu söz fikr u nazar mertebesine +göre sahih ola bilir ise de zevk ve şühud mertebesine +göre asla sahih olamaz. +Bir isim tahtında ta’ayyün eden pek çok şeyler vardır ki +müşabehet-i suveriyyelerine rağmen beynlerinde fark-ı azim +vardır. +Mesela bir bardak deniz suyu bir bardak da Karakulak +suyu alıp yan yana koyacak olursa bunların zahirine bakanlar +beynlerinde hiçbir fark görmezler bu fark o suları içtikten +sonra anlaşılır. +Sun’i bir yakūtun şa’şa’a-i suveriyyesi baz ı kere en mahir +kuyumcuları bile aldatıyor. Mihekk-i tecrübe olmasa çok +sahte altınlar hakīkī altın gibi kise-i rağbette taşınır idi. +Hal böyle iken gerek fikr u nazar gerek zevk u şühud +mevhibelerinden nasibi olmayan bir takım cühelanın kahvehane +ve sa’ire gibi mahallerde sebze piyasasından bahs eder +gibi “vahdet-i vücud”dan dem vurmaları şunun bunun +ağzından işittikleri yahud ma’nasını kat’iyyen anlamamak +şartıyla baz ı kitaplarda okudukları sözleri sened ittihaz ederek +enva’-ı türrehatın tefevvühüne cür’et ve bu suretle kısa +günde yüz kere hal’-ı ribka-i iman ve İslam eylemeleri artık +akıl ve mantığın neresine sığar bilemem. Çünkü bu meslek +ya bir meslek-i hikmettir yahud bir tarik-ı zühd ü takva. +Eğer bir meslek-i hikmet ise ondan bir şey anlayabilmek için +az çok tetebbu’at icrası lazımdır. Yok tarik-ı zühd ü takva +Bunların üçüncüsü olan meslek-i esafil hakkında ne +demek lazım geleceğini artık siz ta’yin ediniz. +El-Hansa’ Arabın en büyük şairelerinden daha doğrusu +en büyük şairlerindendir. Muhadramiyyattandır. Yani hem +devr-i Cahiliyyeti idrak etmiş hem de Asr-ı Sa’adet’e yetişmiştir. +Ümmü’l-mü’minin Hazret-i Aişe radıyallahu anha +Hansa’ya pek iltifat buyururlar; bu ateş-zeban karının kardeşleri +hakkındaki müdhiş mersiyelerini kendisine inşad +ettirerek dinlerlermiş. +Meşhur Cerir mu’asırlarının seleflerinin şiirini tenkīd ederken +nöbet Hansa’ya gelince susarmış. “Niye sustun?” +su’aline karşı da “O karının şiirleri hakkında mütala’a yürütmek +benim haddimin pek fevkındedir.” der imiş. +Sıratımüstakīm sahifelerinde sırası düştükce üdeba-yı +Arab’ın eserlerini gücümüz yettiği kadar tercüme etmek istiyoruz. +ederiz. Yalnız bu büyük kadının Suk-ı Ukaz’da Hazret-i +Hassan ile geçirdiği bir vak’ayı şimdiden söyleyeceğiz. +Sevgili kari’lerimizin ma’lumudur ki Suk-ı Ukaz bir belagat +sergisi bir şiir sergisi idi. Arabın ma’ruf gayr-ı ma’ruf +erkek kadın ne kadar şuarası üdebası hutabası varsa oraya +gelerek eserlerini okurlar; hakem intihab olunan bir münekkıdin +nazar-ı tenkīdine arz ederlerdi. +Bir gün el-Hansa’ Suk-ı Ukaz’a gelerek şiirlerini okudu. +O zaman hakem meşhur Nabiga-i Zübyani idi. Hansa’yı +can kulağıyla dinledikten sonra “İkincisin. Eğer senden evvel +şu kör şair gelmiş olmasaydı seni birinci çıkarırdım.” dedi. +Nabiga’nın birinci çıkardığı şair A’şa idi. +O sırada Hassan da orada bulunuyordu. El-Hansa’nın +mazhar olduğu mertebeyi kıskandı. Nabiga’ya i’tiraza kalkıştı. +Nabiga “Sana bu cevap versin ben uğraşamam.” diye +Hansa’yı gösterdi. Hansa’ Hazret-i Hassan’a bakarak: “En +metin şiirin hangisi ise onu oku da dinleyeyim bakayım...” +dedi. Hassan derhal +matla’ıyla başlayan neşide-i hamaseti inşad etti. Ma’lumdur +ki Arablar en çok semahatlarıyla bir de şeca’atlarıyla fahr ederler. +Hicv edecekleri adamı da pintilikle korkaklıkla batırırlar. +Hassan da kabilesinin mefahirini ta’dad eden bu şiirine +o suretle başlamıştı. Matla’ “Bizim sabahleyin parıl parıl +parlayan beyaz tencerelerimiz var kılıçlarımız kemal-i +necdetimizden kan damlalarına mizab oluyor.” me’alindedir. +Hansa’ şiiri baştan aşağı dinledi. Evvela şu matla’ beyitini +alarak dedi ki: “Kuzum kabileni medhetmek istemişsin; +fakat bir beyitte yedi yerde düşmüşsün! Bizim beyaz tencerelerimiz +var demek için diyorsun. Bilmiyor +musun kelimesi kıllet gösterir. Demek sizin nihayet +üç tencereniz varmış. Sen bunu demeyecektin +diyecektin. Çünkü bu şekil kesret gösterir. Sonra beyazlığı +da vazıh bir surette gösteremiyorsun: Evet kelimesi +’ den gelir ki nihayet beyaz bir leke demektir. Sen +burada lafzı yerine kelimesini kullanacaktın. Gelelim +’ ye. Leme’an nisbetle o kadar şiddetli olmayan +ziyanın zaman zaman zuhuru demektir. Demek sizin tencereleriniz +zaman zaman parlıyor: Hem sönük bir nur ile +parlıyor. Evet burada işrak maddesini kullanarak diyecektin. +O zaman hem tencereleriniz alabildiğine parlayacak +hem mütemadiyen parlayacaktı. Gelelim ’ ye. +Bir kere gündüzün tencerenin parlaklığı göze çarpmaz; saniyen +mihman-perverlik semahat nokta-i nazarından gece +parlayan tencere gündüz kaynayan tencereden daha hoş +olur. Onun için sen de tencereleri gece kaynatacak yani +yerine diyecek idin. +da tıpkı gibi kıllet gösteriyor. Sizin +koca kabilenizin topu topu üç kılıcı mı var! Tabi’i değil. O +halde yerine diyecektin. kelimesi de +za’if: Kılıçların ucundan kan damlaması bir şey değil. Burada +kan damlamayacak belki seyelan edecek idi. O halde +yerine diyecektin. kelimesi de birçok kanlar +göstermek lazım geleceği için şeklinde olacaktı...” +Daha matla’ beytine aid tenkīdatını dinlemekle zavallı +Hassan da alt tarafını istima’a mecal kalmadı. Oradan çekilip +gitti. +Geçenlerde resail-i mevkutenin birinde “Arablar şiiri +kasden mevzun mukaffa söylenen kelam diye ta’rif ederlermiş.” +tarzında bir rivayet gördüm. Ravi bu ma’lumatı başka +birinden aldığını da söylüyordu. Böyle ariyet ilim ile bahse +karışmak ca’iz midir bilmem ki! Vakı’a münekkıdin-i Arabın +vezin kafiye sakatatını ihtar ettiklerini gördük; lakin mahza +ahenginden kafiyenin düzgünlüğünden dolayı bir nazm-ı +sırfı şiir derecesine çıkardıklarını hiç görmedik. Hansa’dan +naklen yazdığımız şu sözler müddeamızı isbat edebilir sanırız. +Mısır; Nil’in taşkın feyezanlarına aramgah olan dar ve +uzun bir vadiden iki kaya arasına sıkışmış münbit bir kıt’adan +Şimal cihetinde Bahr-i Sefid’in ağuş-ı mevce-darına atılır +gibi uzanan delta; nehrin feyyaz sularının tersib ettiği millerle +günden güne tevessü’ ederek Mısır’ın servet-i tabi’iyye +ve kıymet-i arziyyesini mütemadiyen artırmaktadır. Habeşistan’ın +karlarla mestur şevahikından esna-yı sayfda kopan +seylablar Akdeniz’e doğru pür-gurur koşarken muttasıl artar +yükselir ve nihayet mecrasına sığışamayarak taşar ve etrafı +kamilen istila eder. Kurak topraklar üzerinde bir tabaka +teşkil eden sular bazen; on metre irtifa’a kadar çıkabilir. +Eylül’e doğru sular çekilir nehir mecrasına girer ve miller +teressüb ederek arazi üzerinde münbit bir tabaka teşkil +eder ve işte o vakit Mısır’da hayat-ı faaliyet başlar. +Mısır beşeriyetin dershane-i evvelini medeniyet-i kadimenin +mehd-i şa’şa’a-darıdır. Mısır’da te’sis-i hükumet eden +sülalelerin bir kısmı Mısr-ı Süfla’da payitahtları Menfis +şehri idi bir kısmı da Mısr-ı Ulya’da payitahtları Teb şehri +Menfis beş bin sene kadar kemal-i debdebe ile Mısır’a +hakim olmuştu. Feraine devirlerinin birer heyula-yı azametnümunu +olan ve Menfis civarında yükselen ehramlar dördüncü +sülaleye aid üç hükümdar [silik] matmure-i ebedileridir. +Ehramlar mu’azzam birer hatib [silik] Nil sahilinde yaşamış +olan insanların mesai-i hayat-bahşasını müstebid hükümdarların +mezalim-i hun-aludunu bütün an’anesiyle ahlafa +takrir için bugüne kadar payidar olmuşlardır. +Bir nazar-ı ibret-bin ehramların her taşında tarih-i kadimin +bir sahifesini bir yaprağını okuyabilir. +Büyük ehramı inşa edebilmek için yüz bin amele tamam +otuz sene çalışmışlardı. [silik] bin kişi birkaç müstebiddin +kitlelerinden müteşekkil idiler. Ebu’l-hevller; Sphinx ise Teb +medeniyetinin asar-ı mütebakıyyeleridir. Teb bin beş yüz +sene kadar ihtişam ve azametini muhafaza edebilmişti. +mebde’-i inkişafı oldu. Fakat kable’l-milad senesinde +arasında taksime uğradı. Mısır’a yerleşen Batlamyusların ikdamatı +hükemasından bir çokları İskenderiye Darülfünunu’nda ikmal-i +tahsil eylemişlerdi. Hatta meşhur Arşimed bile bu +mektebin telamiz-i irfanındandır. +Petoleme hükümdarlarından Soter mücavir memleketlerde +avatıf ediyordu. Soter’in sarayında bulunan e’azımdan meşhur +Demetrius Fhalerus İskenderiye Kütübhane-i ebediyyü’l-iştiharını +te’sis eylemişti. +Batlamyus Fladelfiyus zamanında idi ki meşhur Öklidus +usul-i hendesesini te’life muvaffak oldu. Öklid’in vaz’ ettiği +metodlar o zamana kadar ta’kīb edilen tarz-ı muhakemeyi +esasından sarsmış mütefekkirine yeni bir çığır açmıştı. +mesleklerini ta’kīb ediyordu. +Romalıların Mısır’a hücumları esnasında İskenderiye’nin +muhteşem ve zengin kütübhanesi yandı. Bu felaket-i uzmadan +pek az kitap kurtarılabilmişti. +muhafazaya çalışmıştır. Fakat sonraları tehavvülat-ı siyasiyye +dı. +Bilhassa H ı ristiyanlığın intişarından sonra ülum u fünun +artık akamete mahkum olmuştu. +makamını ihraz eyledi. Meslek-i fenni ve felsefi kamilen +unutularak yerine aba’-i kenisaiyyenin vehmiyyat-ı safsataamizleri +kaim oldu. +zuhur eden bir arbededen bil-istifade despot Teofil kayserin +tahribatından kurtulmuş olan kitapları da bu defa kamilen +yaktırdı. +Evvelce kütüb-i ilmiyye ve fenniyye ile mali olan raflara +aba’-i kenisaiyyenin tevehhümat ve tehayyülat-ı garibelerini +havi müellefatı doldurdular. St. Cyril despotluk kürsüsüne +su’ud edince şa’şaa ve lemeanını gaib etmiş olan mütebakī +şu’le-i irfan da büsbütün muntafi oldu. St. Cyril safsata ile +meşbu’ bir felsefe-i hurafe-alud neşrine başladı. Bunun neticesi +olarak bir vakitler kütüb-i fenniyye ve ilmiyye ile mali +olan o büyük kütübhane; St. Cyril’den’den sonra kamilen +lan zevatın mu’cizelerini musavvir kitaplarla dolmuştu. +heves büsbütün sönmüş darü’l-irfan yerine kilise kaim olmuştu. +Bir halde ki Amr bin el-As’ın ordusu Mısır’a girdiği +zaman Gramerci Jan Kütüb-i Arabiyye’de Yahya Gramatikosi +namıyla ma’rufdur gibi fen-şinas ancak bir iki zat bulabilmişti. +asr-ı hicri imtidadınca Mısır’da faaliyet-i dimağiyyeye dair +bir hareket-i kat’iyye ve seri’a görülemedi. +Füyuzat-ı İslamiyye; hurafat-ı acibe ile uyuşmuş olan dimağları +uyandırabilmek için iki asır beklemek lazım idi. +Fil-hakīka üçüncü asr-ı hicri evailinde bile Mısır’da faaliyet-i +dimağiyye henüz layıkıyla inkişaf edememişti. İskenderiye +ve Kahire Bağdad’ın şa’şaa-i irfan ve ihtişamı karşısında +pek sönük kalmıştı. +Fakat Mısır siyaseten Bağdad’dan fekk-i rabıta ettikten +sonra; bir ve belki iki asır müddet tarik-ı terakkī ve tekamülde +muttasıl ilerlemiş; Şimali Afrika’da bir merkez-i ilm ü irfan +halini almıştır. +Daha üçüncü asr-ı hicrinin nihayetlerine doğru Mısır’ın +büsbütün koptu. +Toluniler; –bazı harekat-ı şedidelerine rağmen–- Nil sahilinde +fünun ve edebiyatın hamiliği şerefini ihraz edebildiler. +Beni Tolun Devleti’nin müessisi olan Ahmed bin Tolun +Türk neslindendir. Irkına has olan hamaset ve kadir-şinaslığıyla +kesb-i iştihar eylemiştir. Ahmed; Mısır’da faaliyet-i dimağiyyenin +büyük bir zattır. +hane ile el-an payidar olan Cami’-i Tolun hidemat-ı medeniyyesinin +abidat-ı ihtişam-nümasındandır. +Ahmed cami ittisalinde bir medrese-i aliyye dahi inşa +ettirmişti. Medresenin pek mutantan olan resm-i küşadı; +tezahürat-ı müstahsenesine pek parlak bir vesile teşkil eylemişti. +Tedrisata başlandığı gün kendisi de bizzat derslerde bulunmuş +mu’allimlerin takrirlerini istima’a rağbet göstermişti. +Genç şakirdanın ahval-i ruhiyyesi üzerinde bir te’sir-i amik +bırakacak olan şu hareket; şayan-ı tebcil büyüklüklerdendir. +Hastahane umuma küşade idi. Fukara Cuma günleri +meccanen muayene ve tedavi edilirlerdi. +Ahmed’in mahdumu Ebü’l-ceyş Humaraveyh dahi pederinin +miyanında meşhur hayvanat müzesi şayan-ı tezkardır. Bu +müzede zi-hayat her nevi’ hayvan mevcud idi. +Tolunilerin pek kısa süren müddet-i hükumetlerini müte’akıb +müddet payidar olamayarak mevki’lerini Kayrevan’dan koşup +gelen Fatımilere terke mecbur olmuşlardır. Fil-hakīka +sene-i miladisinde Mu’izzüddin kemal-i debdebe ile Kahire’ye +girmişti. +Mısır iki asır kadar daimi ihtilallere makar olmuştu. Fakat +Fatımilerin işgali tarihinden i’tibaren ulum u fünun yine +tarik-ı terakkīsinde devam eylemiştir. +Aynı sene zarfında Vezir-i şehir Ca’fer Cami’u’l-Ezher’i +kemmel bir darülfünun idi. Ezher’de fünunun bil-cümle şu’abat-ı +ma’lumesi esaslı bir surette tedris ve ta’kīb olunuyordu. +Ezher; meşahir-i ulemaya menşe’ olmak şerefini hayli +müddet muhafaza eylemiştir. Memalik-i İslamiyyenin en +hücra mahallerinden bir çok gençler Mısır’a Ezher’in ağuş-ı +şeklinde yazılmıştır. +Dördüncü asr-ı hicride Mısır’da cidden mümtaz e’azım +yetişmemiş ise de bilahare Ezher’in sakf-ı irfanından taşan +huzemat-ı ma’rifet beşinci altıncı ve hatta yedinci asırlarda +lemeat-ı şa’şaa-darıyla cihan-ı medeniyyeti nurlara müstağrak +eylemiştir. +* * * +– Toluniler +devrinde yetişen e’azım-ı erbab-ı fenden ve meşahir-i etıbbadan +Said bin Teofil’i zikredebiliriz. Said’in ulum-i tabi’iyye +ve fenn-i tıbdaki ihtisası şayan-ı hayret bir derecede idi. +Said esna-yı seferde Ahmed bin Tolun’un hizmet-i tababetini +hizmet-i tababette Hasan bin Zeyrek istihdam olunurdu. +Hasan da Toluniler devrinin bariz sima-yı irfanlarından sayılır. +Bu iki zat ulum u fünunun Afrika’da intişarına hayli +hizmet etmişlerdir. +Ebu Ali Halef et-Toluni de bu devrin ekabir-i erbab-ı +kemalinden ma’duddur. İlm-i teşrihe aid tetebbu’at-ı mühimmede +bulunmuştur. Gözün teşrihi emraz-ı ayniyyenin +tarz-ı tedavisi hakkında yazmış olduğu Kitabü’l-Haye ve’lKifaye +ünvanlı eseri meşhurdur. +* * * +– Mısır haric olmak üzere Afrika’nın cihet-i şimaliyyesine +tesadüf eden hıtta-i vesiaya Mağrib nam-ı umumisi +verilir. Kadimden beri Berberilerle meskun olan bu iklim +mazide mühim safahat geçirmiş hun-alud kıtallere uğramıştır: +Fenike’den badban-güşa-yı azimet olan birkaç gemi +halkı Berberistan’ın latif bir noktasında Bahr-i Sefid’e hakim +olan bir çıkıntı üzerinde Kartaca’yı te’sis eylemişlerdi. +Bilahare Romalıların daha sonra Vandalların ve nihayet +Rum İmparatorluğu’nun zir-i istila ve himayesine geçmiş +olan bu iklim; Mu’aviye bin Ebu Süfyan devrinde Ukbe +bin Nafi’ gibi bir harika-i harbin gayretiyle memalik-i İslamiyye +miyanına idhal edildi. +Tarih-i fennin alem-i İslama aid olan kısımlarında Mağrib’e +dair -aktar-ı saireye nisbeten- o kadar parlak sahifelere +tesadüf olunamaz. +Fil-hakīka liva-yı İslami altına sığınan memalikten yalnız +Mağrib iklimidir ki ulum u fünuna karşı la-kayd kalmıştır. +Çünkü muhitte o kabiliyet yoktu. Ara sıra parıldayan nur-ı +zekalar ise pek çabuk sönmüşler berk-asa payidar olamamışlardır. +Kadim ahali-i Berberiyye temeddünden ziyade bedavete +Ufk-ı Mağrib’de tulu’ eden bu nadir zekalardan İshak +bin İmran’ı zikredebiliriz. Dördüncü asr-ı hicride Ağlebilerin +son hükümdarı bulunan Ziyadetullah İshak bin İmran’ı +Mağrib’e da’vet eylemişti. İshak da’vete icabet etti. Ve Kayrevan’da +şanına layık bir surette mazhar-ı istikbal oldu. +şeklinde yazılmıştır. +Fakat Mağrib’de ilk şu’le-i fenni ikada çalışan bu zat +bilahare Ziyadetullah’ın kurban-ı gadri olmuştur. Ziyadetullah +be hilkat-şiken bir zalim idi. Şehzadeliği hengamında taht-ı +saltanata yol bulmak için harem ağalarını iğfal ederek onlara +pederini katlettirmiş ve beşeriyeti en feci’ hilkat-şikenliklere +sevk eden iklil-i saltanatı sene-i miladisinde başına +geçirmişti. Nail-i emel olduktan sonra alet-i denaeti olan +harem ağalarını birer birer boğdurdu. +Tarih Ziyadetullah’ı bütün ma’nasıyla zalim bir seffak +bi-eman bir gaddar olmak üzere tasvir ediyor. +Pederini itlaf ettirdiği gibi hanedan-ı saltanat efradından +otuz kadar zatı da evvela nefy ü icla ve ba’dehu i’dam eylemişti. +Ailesi erkanını feci’ bir surette boğazlayan bu hain sırtlanın +erbab-ı ilmi himaye edeceğini ümid etmek şeytandan +hususu takdir edememiş gafil avlanmıştı. İshak evvelce pek +büyük iltifatlara müstağrak olmuşken bilahare birden bire +nazar-ı teveccühden büsbütün düştü. +hudi tabibinin rekabet ve telkīnat-ı ihanetkarisi olduğu muhakkaktır. +Ziyadetullah gibi bi-eman bir sarsar-ı mezalimin güzergahına +tesadüf eden şu’le-i irfanları pek çabuk söndüreceği +şübhesiz ve emsaliyle sabittir. +alud teşkil eder; istibdad ve mezalimin bir timsal-i bi-menendi +olan Ziyadetullah İspanyalı Yahudi’nin ihanet ve telkīnatıyla +du. +Canhıraş hanüman-suz i’tisaflara alet olmamak mağdurinin +himayesine kalkışmak gibi muttasıf olduğu secaya-yı +necibe felaket-i mukarreresini tesri’ eyledi. Bir gün emir +kaplanları utandıracak bir tasavvur-ı vahşet-nümunun mevki’-i +fi’le konulmasını irade etti: Kendi huzurunda koca hekimin +kolları oyuldu evrideleri kesildi. Al kanlar içinde hayatı +nasutiye ebediyyen veda’ eyledi. +Bir dahi-i irfan dem-i ihtizarın vaveyla-yı dil-suzuyla afakı +titretirken bir müstebidd-i hunin de erike-i ceberutisinden +bu manzara-i vahşet-nümunu bila-fütur temaşa eylemişti!... +Mevtaya hürmet veca’ib-i beşeriyyet ve diyanetten olduğu +halde Ziyadetullah buna da ri’ayet etmedi. Biçarenin +cesed-i mürdesini çarmiha gerdirdi. Kuşlar tarafından didik +didik edilinceye kadar orada asılı bıraktırdı. +Koca bir iklimi nur-ı irfanla tenvire çalışan bu büyük adam +sefil bir müstebiddin ferman-ı gadriyle yok yere ve muhakkarane +mahvolup gitti. +Maamafih çok geçmeden adalet-i İlahiyye tecelliyat-zuhur +olarak Ziyadetullah da müstahık olduğu cezanın bir kısmını +olsun sağlığında gördü: +dem-güzar olan bu sefil Fatımilerin muhacemat-ı diliranelerine +tab-aver-i mukavemet olamayarak evvela Mısır’a ve +bilahare arz-ı Filistin’e firar eyledi. Hayatının edvar-ı ahiresi +bir silsile-i feca’at teşkil eder. Terk-i dağdağa-i hayat ettiği +zaman na’şını defnedecek kimse bulunamamıştı. İshak bin +Mağrib’e gitmeden evvel yazmıştı. +Kara sevdaya dair Kitab fi-Malihulya ünvanlı eseri fizyoloji +psikoloji ve tıbba aid pek mühim tedkīkatı cami’dir. +Bu kitab ı n Arabca bir nüshası Münih Kütübhanesi’nde +mevcud olup “ ”ıncı numarada mukayyeddir. +Makaletün fi’l-İstiska “Hidropisie” nam eseriyle Kit[a]b +fi’n-Nabz ünvanlı kitabı kıymetdar müellefat-ı tıbbiyeden +ma’duddur. +Nüzhetü’n-Nefs ünvanlı kitabı ise ilm-i ahlak ve psikolojinin +en dakīk mebahisini cami’ bir eser-i alidir. +– Ebu Ca’fer Ahmed bin İbrahim bin Ali +bin Ebi Halid el-Cezzar Mağrib muhitinde perverişyab-ı kemal +olmuş bir nadire-i rüzgar bir harika-i irfan-nisardır. Diyar-ı +Mağrib bu öz evladıyla bi-hakkın iftihar edebilir. +mehd-ara-yı alem-i şuhud olmuştur. Fenn ü felsefe ve bilhassa +teallüm eylemiştir. +olduğu gibi ahlakan da; ciddiyet vakar kana’at intizamperverlik +azm ü metanet istihkar-ı menfaat gibi evsaf-ı aliye +mez devair-i ekabire sokulmaz izzet-i nefsini muhafaza ederdi. +Tarih-ı vefatı dört yüzüncü sene-i hicrisine müsadifdir. +ünvanlı eser-i tıbbisi pek meşhur olup Latin ve Yunan lisanlarına +tercüme edilmiştir. Zadü’l-Müsafir Avrupa erbab-ı +fenni miyanında iştihar eden büyük kitaplardandır. Ahiren +Mösyö Damberg ve Mösyö Dugart taraflarından Avrupa lisanlarına +tercüme edilmiştir. +tehassısı olmakla mümtazdır. Ruh risalesiyle Mi’de ve Emraz-ı +Mi’deviyye ünvanlı kitabı pek ma’rufdur. Risaletün +fi’n-Nevmi ve’l-Yakaza ’da nevm ve halat-ı nevme dair hayli +tedkīkatta bulunmuştur. +Kitabü’l-Bülga fi-Hıfzı’s-Sıhha nam eseri hıfzu’s-sıhha +kava’idini cami’ kıymetdar bir kitabdır. +bir tarih-şinas olduğunu göstermiştir. Et-Temimi İbnü’l-Cezzar’ın +Kitabü’s-Suhur namında bir eserinden daha bahsediyor. +Zadü’l-Müsafir ’in bir nüshası Fransa Kütübhane-i Millisi’nde +mevcud ve mahfuzdur. +valini cami’ olmak üzere Kitabü’t-Ta’rif bi-Sahihi’t-Tarih namıyla +diğer bir eser-i mühim daha te’lif eylemiştir. +* * * +lakab-ı sa’adetleri “es-Sıbt ez-Zeki Seyyidü’ş-şüheda”dır. +Hazret-i Ali ile cenab-ı Fatımatü’z-Zehra’dan hicretin dördüncü +senesi mah-ı Şa’ban’ının beşinci Salı günü belde-i +mübareke-i Medine’de mehd-ara-yı alem-i şühud olmuşlardır. +deri ve e’imme-i İsna Aşer’in üçüncüsüdür. Ümmü’l-Haris +hazretlerinden mervidir ki: Cenab-ı imam-ı hümam hal-i +tufuliyyette beyaz bir hırkaya sarılı olarak ağuş-ı sa’adete +alındıkta: deyü buyurularak +rinin ber-mukteza-yı şive-i takdir-i İlahi rütbe-i celile-i şehadeti +hazretlerinden ima buyurulmuştur. +Mihmanhane-i imkanda elli altı yıl beş ay beş gün perverişyab-ı +hayat olduktan sonra altmış birinci sene-i hicriyyesi +Muharremü’l-haram’ının onuncu Cum’a Aşura günü +deşt-i Kerbela’da Sinan bin Enes ve ala-kavlin Şimr aleyhima +ma-yestahıkku tarafından atılan okun te’siriyle agaşte-i +hun-ı şehadet ve ruh-ı paki ta’ir-i riyaz-ı cennet oldu +radıyallahu anh. +Vak’a-i dil-suz-ı deşt-i Kerbela mahkeme-i kübraya kalmış +büyük bir macera olup burada tafsilata lüzum görülmemiş +olmağla müşarun-ileyh hazretlerinin cesed-i mağfireteseri +hak-i pakine tohm-ı şehadet dökülmüş olan deşt-i Kerbela’da +ser-i sa’adetleri dahi Şam’da ve bir rivayette Medine-i +Münevvere’de valide-i cennet-makarları yanında defnolunmuştur. +Seyyid-i şübban-ı ehl-i cennet kurre-i a’yün-i +ehl-i sünnet ser-hayl-i şüheda Hazret-i Hüseyin-i Kerbela +radıye anhü Rabbü zü’l-kibriya sine-i hikem-definelerinden +pa-yı şeref-salarına kadar vücud-ı behbudlarında cedd-i +emcedleri Habib-i Huda aleyhi ekmelü’t-teh[a]ya efendimiz +hazretlerine müşabih idiler. Zat-ı sütude-simatları gayet +halim selim kerim edib hamul sabur zahid abid alim; +akıl kamil ve’l-hasıl cemi’-i evsaf-ı hamideyi cami’ olmak +üzere şerefi bütün ümmet-i Muhammed’e şamil bir zat-ı +melaik-sıfat olduğundan meşahir-i e’imme ve sadat-ı mu’azzama +nesl-i siyadet-i şeriflerine müntehidir. Zat-ı pür-berekatları +kıraeti bi-tarikı’l-arz valid-i macidleri İmam Ali radıyallahu +anh hazretlerinden ahz u telakkī etmişlerdir. +Mervidir ki cenab-ı imam-ı hümam müsafirleri ile sefere +nişin iken hizmet eden kölesinin ayağı dolaşarak yedindeki +ta’amı imam-ı müşarun-ileyh hazretlerinin üzerine dökmüş +ve beray-ı te’dib nazar olundukta +demesiyle +dedikte “afvettim” tekrar köle +demesi +üzerine müşarun-ileyh hazretleri “seni malımdan azad +eyledim” buyurmuştur. +Müşarun-ileyh hazretlerinin künyeleri “Ebu Abdirrahman”dır; +zat-ı sütude-simatları kudema-yı sahabeden olup +ali-i cenab-ı Peygamberiyi görmek ve huzur-ı mes’adet-neşur-ı +hazret-i Risalet-penahide bulunmak şerefiyle mübahi +olur idi. Zat-ı ali-kadrleri huffaz-ı kurradan olup Kur’an- ı +Kerim ’i bi-tarikı’l-arz Risalet-meab efendimiz hazretlerinden +ahz u telakkī etmişlerdir. Şeyh Muhyiddin en-Nevevi hazretlerinin +rivayetlerine göre sekiz yüz kırk sekiz hadis-i şerif +rivayet etmişlerdir. Sahabe ve tabi’inden bir çok zevat Ebu +Hureyre İbni Ömer İbni Abbas kendilerinden ehadis-i şerife +rivayet etmişlerdir: En evvel Mekke-i Mükerreme’de +Kur’an- ı Kerim ’i cehren okuyan İbni Mes’ud hazretleri olup +bundan dolayı küffarın ta’zibatına duçar olduğu halde yine +okumaktan vazgeçmezdi. Her iki kafile ile beraber Habeş’e +ve ba’dehu Medine-i Münevvere’ye hicret edip Bedr; +Uhud; Hendek ve sair gazalarda ve Bey’atü’r-rıdvan’da ve +rihlet-i Nebevi’den sonra dahi Yermuk gazasında haz ı r bulunmuştur. +Canib-i Nebevi’den cennetle tebşir buyurulmuştu. +Huzur-ı Risalet-penahide her vakit emr-i Nebevi ile +Kur’an- ı Kerim ’i cehren okur idi. Hazret-i Ömer radıyallahu +anh zaman-ı hilafetinde “Ammar bin Yasir ile Abdullah bin +Mes’ud’u” Kufe’ye i’zam buyurup yazdıkları namede: “Size +Ammar bin Yasir’i emir ve Abdullah bin Mes’ud’u mu’allim +ve vezir gönderiyorum. Bunlar sahabe-i Resulullah sallallahu +aleyhi ve sellemin nücebasından ve Ehl-i Bedr’dendir. +Kendilerine iktida ve ita’at ederek sözlerini dinleyin ve Abdullah’ı +sizin için kendi nefsime tercih ettim.” Yazmışlardı. +Nihayet derecede kanaatkar müttakī halim ü selim bir zat +olup hakkında birkaç hadis-i şerif menkūldür. Hazret-i Ömer’in +radıyallahu anh tarafından Medine-i Münevvere’ye celbolunmuş +ve müşarun-ileyhin zamanında tarihinde altmış +yaşını mütecaviz olduğu halde azm-i gülşen-saray-ı alem-i +ukba buyurup Bakī’’de defnolunmuştur. Bir rivayette cenaze +namazını Hazret-i Osman kılmış ve bir rivayette vasiyeti +üzere gece defnolunarak cenaze namazını Ammar bin Yasir +veya [Zü]beyr bin Avvam kılmıştır. Radıyallahu anh. +Bir gün zat-ı mübareklerine “nezdinizde hangi ilim makbuldür” +diye sual ettiler. “İlm-i Kur’an ve ilm-i sünneti gayet +severim” diye cevap verdiler. İbni Mes’ud hazretleri fevkalade +kuvve-i hafıza ve melekat-ı akliyyeye malik idi. “Hamil-i +Kur’an- ı Kerim olanlar halim ve cesur olmalı ve daima +mahzun bir halde bulunmalıdırlar” buyururlardı. “İnsan +hakīkat-i imana vasıl olamaz. İlla nezdinde helalden olan +fakr-ı hal haramdan gelen zenginlikten hayırlı olmalıdır. İnsan-ı +kamil medh ü zem indinde müsavi olandır. Gece ve +gündüz tahavvül eder. Ahval değişir emanet ehline iade +olunur. Hayır zer’ eden büyük mahsul alır; şer eken nedamet +biçer.” Cümel-i hikemiyyesi müşarun-ileyh hazretlerinin +akval-i arifane ve zahidanesindendir. +Bir gün bir A’rabi gelerek: “Ya İbni Mes’ud! Bana bir +şey ta’lim eyle ki cemi’-i menafi’i cami’ olsun dünyada ve +ahirette necat bulayım” der. İbni Mes’ud a’rabiye hitaben: +“Cenab-ı Halık’a asla şirk koşma; Kitabullah ve sünen-i +Nebi ile amil ol. Batıl gelirse reddeyle hakkı kabul et” buyurdular. +Bir gün kürsi-i hitabette “Dünyada büyük fenalık +şirret-i lisandır. Kalb vardır ki şehvet-i ikbale maliktir. Siz +kalbleri şehvet zamanında iğtinam eyleyin” buyurmuşlardır. +Bir gün zat-ı mübareklerine “Ya İbni Mes’ud emr-i bilma’ruf +ve nehy-i ani’l-münkere ri’ayet etmeyenler helak olur” +demişler idi. “Hayır kalbini ma’ruf ile imla etmeyenler +helak olur” cevabını vermişlerdir. +Müşarun-ileyh hazretlerinin hastalıklarında Hazret-i Osman +radıyallahu anh suret-i mahsusada yanına gelip “Hal-i +yorum rahmet-i İlahiyyeyi isterim” buyurdular. “Bir tabib +celbedelim mi?” deyince “Hacet yok beni hasta eden tabibdir” +cevabında bulunmuştur. Kız evladı ziyade olduğundan +Hazret-i Osman radıyallahu anh “Kızlarınıza ne bıraktınız? +Onların ma’işetleri dardır” demesiyle “Ben onlara sure-i +Vakı’a’yı ta’lim eyledim. Ben Cenab-ı Peygamber sallallahu +aleyhi ve sellemden işittim ki: “Her kim geceleri akşamdan +sonra sure-i Vakı’a’yı tilavet ederse fakr u fakaya +duçar olmaz” cevabını vermiştir. +Müşarun-ileyh hazretleri seherde şu du’ayı okurlarmış: +– – +Müşarun-ileyh hazretlerinin ism-i şerifleri Alkame pederlerinin +namı Kays bin Abdillah bin Malik olup künyeleri +Ebu Şübeyl’dir. Zat-ı mübarekleri fukahadan Esved bin +Zeyd en-Nehai’nin amcası ve İbrahim en-Nehai’nin dayısıdır. +Kendisi dahi kibar-ı fukahadan olup asr-ı Nebevide kehvare-zib-i +alem-i vücud olmuş ise de vech-i sa’adet-i Peygamberiyi +göremediğinden kibar-ı sadat-ı tabi’inden olmuştur. +Kur’an- ı Kerim ’i Abdullah bin Mes’ud Ömer Ali +Ebi’d-Derda’ hazeratından bi-tarikı’l-arz ahzetmişlerdir. +Kendilerinden dahi İbrahim bin Yezid en-Neha’i Ebu İshak +es-Sebi’i Ubeyd bin Nefile Yahya bin Vessab gibi zevat +bi-tarikı’l-arz ahz-ı kıraet etmişlerdir. İlim ve zühd ü takvada +üstadı Abdullah bin Mes’ud hazretlerine gayet müşabih +olup savt ve edası gayet güzel idi. Abdullah bin Mes’ud hazretleri +müşarun-ileyhin hüsn-i savtını işittikce +derdi. Abdullah bin Mes’ud hazretleri +buyurmuştur ki: “Ben Fahr-ı alem efendimiz hazretlerinden +buyurduğunu işittim.” +Alkame bilmesin” buyurmuşlardır. Ashab-ı kiramın ekseri +Alkame’nin re’yine müraca’at ederlerdi. Beş saatte hatm-i +şerif eder imiş. Zehebi Tabakat ’ında müşarun-ileyh hakkında +ma’lumat-ı atiyeyi kaydediyor İbrahim en-Nehai ve +Şa’[b]i Alkame’den fıkh-ı şerif okudular. Müttakī ve sa’im +şeklinde yazılmıştır. +tezvic eder idi. Hicretin senesinde vefat eyledi. Vefatından +sonra bir Mushaf-ı şerifden başka bir şey bırakmamıştır. +“Ashab-ı nüfuz ve ağniyanın zararları dokunmasın da +faidelerini istemeyiz” derler idi. +Müşarun-ileyh hazretlerinin ism-i şerifleri Asım olup pederlerinin +namı Hamza el-Kufi’dir. Kıraeti Ali bin Ebi Talib +radıyallahu anh hazretlerinden ahz edip en çok rivayeti müşarun-ileyhdendir. +Kendisinden bi-tarikı’l-arz Ebu İshak esSebi’i +ahz-ı kıraet etmiştir zat-ı mübarekleri salih mevsuku’l-kelim +bir zat idi. +Müşarun-ileyh hazretlerinin ism-i şerifleri Haris pederlerinin +namı Abdullah’dır. Ali bin Ebi Talib ve Abdullah bin +Mes’ud hazretlerinden ahz-ı kıraet etmiştir. Ebu İshak es-Sebi’i +de zat-ı ali-kadrlerinden ahz-ı kıraet etmiştir. İlm-i fıkha +feraize hesaba aşina meşahir-i fukahadan bir zat idiler. Hicret-i +celile-i Nebeviyyenin ’inci senesi dar-ı fenadan rihleti +va’idgah-ı ervaha azimet eyledi. +Müşarun-ileyh hazretlerinin ism-i şerifleri Mesruk pederinin +tabi’inden olmağla beraber emr-i fetvada ileri gelenlerden +olmuştur. Kur’an -ı azimü’ş-şanı bi-tarikı’l-arz Abdullah bin +Mes’ud hazretlerinden ahzetmişler ve Hazret-i Ebubekir +Ömer Ali Übeyy bin Ka’b Mu’az bin Cebel radıyallahu anhümden +rivayet buyurmuştur. Kendilerinden dahi bi-tarikı’larz +Yahya bin Vessab ahz-ı kıraet etmiştir. +Abdullah bin Mes’ud hazretlerinden ahz-ı kıraet eden +zevatın en meşhurları Alkame Esved Mesruk Ubeyde +Amr bin Şurahbil olduğunu İbrahim en-Neha’i müellefatında +zikr u beyan etmiştir. Sahib-i tercüme hazretleri ulema-i +Arab’ın ser-amedan şu’arasından olup hicretin otuzuncu +senesinde intikal-i alem-i Ehadiyyet buyurmuştur. Bazı +bilada kadi olduğu mervidir. “Bir gün adl ü hakkaniyyet dairesinde +had etmekten efdaldir.” Ve “mü’mine havfullah ilmi kafidir.” +kelam-ı hakīkat-beyanı akval-i arifanesindendir. +Yezid’dir. Kur’an- ı Kerim ’i bi-tarikı’l-arz Abdullah bin Mes’ud +hazretlerinden ahzetmişlerdir. Ebubekir Ömer Osman +Ali radıyallahu anhümden dahi rivayet buyurmuştur. İbrahim +en-Neha’i Ebu İshak es-[Se]bi’i ve Yahya bin Vessab +gibi zevat-ı aliyye de zat-ı mübareklerinden ahz-ı Kur’an etşeklinde +yazılmıştır. +mişlerdir. Ramazan-ı şerifde iki gecede ve eyyam-ı sairede +altı günde bir hatm-i şerif etmek mu’tadları idi. +Ol cami’u’l-kemalat hazretleri kurra-i Kufe içinde meşhur +ü be-nam ve fenn-i celil-i kıraette imam idi. Celalet-i +kadri asrında müsellem bir zat olup sene-i hicriyyesinde +kurra-i ihlas-intima-yı salifine iltihak eylemiştir. +Beni Cüheyne kabilesinden Vehb nam zat idi. Kendileri kibar-ı +tabi’inden olup Kur’an -ı azimü’ş-şanı Medine-i Münevvere’de +bi-tarikı’l-arz Abdullah bin Mes’ud hazretlerinden +ahz ü telakkī etmişlerdir. Beyne’l-kurra’ “A’meş” lakabıyla +şöhret-şi’ar olan Süleyman bin Mehran bu zat-ı alikadrden +bi-tarikı’l-arz ahz-ı Kur’an etmiştir. İrtihalleri sene-i +hicriyyesinden sonradır. +Kays namıyla ma’ruf bir zattır. Kur’an-ı Kerim ’i bi-tarikı’larz +raetle meşgūl olmuşlar ve Yahya bin Vessab gibi zevat kendilerinden +ahz-ı kıraet etmişlerdir. +sene-i hicriyyesinde terk-i dar u diyar ile azim-i daru’l-karar +olmuştur. +azimü’ş-şanı İbni Mes’ud hazretlerinden ve Alkame bin +Kays’dan bi-tarikı’l-arz ahzettikten sonra Kufe’de ikamet +ederek neşr-i kıraetle meşgūl olmuşlar ve Yahya bin Vessab +Hamran bin A’yün gibi meşahir-i kurra’ zat-ı sütude-simatlarından +ahz-ı kıraet etmişlerdir. Zat-ı mübarekleri İbni Mes’ud +hazretlerinin hıyar-ı ashabından ve kibar-ı tabi’inden ve +Kufe e’imme-i kurrasından mevsuku’l-kelim bir zat olup +hududunda irtihal-i dar-ı na’im buyurmuşlardır. +* * * +Müteahhırin-i meşayıh-ı Osmaniyyenin e’azım-ı fuzalasından +cami’u’l-fezail bir zattır. senesi hılalinde Balıkesir’de +kadem-nihade-i alem-i şuhud olmuştur. Yirmi yaşına +kadar memleketi ulemasından ulum-ı ‘aliyye teallümünden +sonra İstanbul’a gelerek tekmil-i nüsah etmek üzere tekrar +şeklinde yazılmıştır. +şeklinde yazılmıştır. +derse şüru’ ettiği gibi kadr-dan bir zatın delaletiyle de “Tahvil” +Kalemi’ne devama başladılar. +Az vakit zarfında isti’dad-ı Huda-dadları saikasıyla gerek +beyne’t-tullab gerek beyne’l-küttab şüyu’ bulan şöhret-i fevkaladelerine +binaen evvela mektupculuk sonra divan efendiliği +hizmetiyle Hekimoğlu Ali Paşa ma’iyyetine ta’yin olunarak +bu hizmetle epeyce dolaştılar. Lakin merkad-i mübarekleri +Dersaadet’de Eğrikapı haricinde olan ve o tarihde +Edirne’de irşad-ı ibad ile meşgūl bulunan Şeyh Cemaleddin-i +Uşşakī hazretlerine intisablarından bir müddet sonra +evkat etmişler ki bu alemde: +Müşkilin kimseye zahirde Salahi sormaz +Hace-i batına sordu soracak esrarı +beytiyle de tekemmül-i meratib-i irfaniyye eylediklerini ve +Celveti Bayrami ve Sa’di Kadiri +Nakşibendi Mevlevi ve Gülşeni Uşşakīyiz +beytiyle de cami’u’t-turuk bir zat olduklarını remz ü ima buyurmuşlardır. +Yine bu evan-ı feyz-iktiranda alem-i ma’nada Şeyh-i +Ekber kaddesallahu sırrahu’l-ather hazretleri taraf-ı samilerinden +dört satırlık bir yazı okudularak maddi ve bilhassa +ma’nevi pek çok varidat ve füyuzat-ı kalbiyyeye mazhar +olduktan sonra te’lifata şüru’ etmişlerdir. Erbab-ı ilm ü irfan +nezdinde hırz-i can edilmekte olan asar-ı kıymetdar-ı alileri +fazl ü irfan ve tahkīk u ikanlarına daldir. Şu kadar var ki +şimdiye kadar asar-ı aliyyelerinin ba-husus mühimlerinin +tab’ u neşrine her nasılsa himmet olunamadığından fazl u +kemalleri nisbetinde şöhret bulamamışlardır. Vefat-ı alileri +seng-i mezarında menkūş: “Salahi şevk-ı envar-ı cemale oldu +pervane” mısra’ının delalet ettiği tarihinde olup +medfen-i münevverleri Sultan Mustafa Han-ı Salis devri ricalinden +Tahir Ağa nam zatın civar-ı hazret-i Fatih’de Aşık +Paşa Mahallesi’nde bina ederek meşihatini uhde-i reşadetlerine +tevcih ettiği dergahın hafiresindedir. Kaddesallahu +sırrehu’l-aziz. +Asar-ı aliyyeleri: +lerinden olan Mevaki’u’n-Nücum Şerhi Bir nüshası Kütübhane-i +Umumi’de vardır Hazret-i Şeyh-i Ekber’in kelimat-ı +kudsiyyelerinden olan “Sübhane men azhera’l-halayıka ve +hüve aynuha”nın Miftahu’l-Vücudi’l-Eşher fi Tevcihi Kelami +Şeyhi’l-Ekber ismiyle muhakemat-ı dura-duru cami’ risale-i +mahsusaları +şerhi +ne’l-İslam ve’z-Zendeka ve Ma’rifetü’l-Acz” risalelerinin tercümesi +Muhakkıkīn Tercümesi +rar-ı Süluk Tercümesi +Kudsiyye Risalelerinin Tercümeleri +Esma’ Tercümes i +fünun-ı edebiyyeye tatbik tarikıyla vücuda getirdikleri nefis +şerhleri Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Şeyh Niyazi-i Mısri +ve Nasuhi Eşref-i Rumi hazeratının bazı nutuklarının şerhi +– +kıt’asının şerhi +Dört Farz ’ın Şerhi +şerhleri +harrer Divan-ı Hakayık-beyan’ları +ratib” Tercümesi +şeklinde yazılmıştır. +Valideler bir millette en mühim ve ağır vazife karşısında +bulunurlar. Ben der ve iddia ederim ki anaların ictimai +hey’etlerde mevki’i her şeyden bütün düşündüklerimizden +büyüktür. Bütün ensali milletin yeni evladlarını doğuracak +valide bunun için analık san’atını terbiye-i etfali pek güzel +bilmelidir. Bu hakīkati birkaç makalede sırasıyla da iddia +ediyorum. +Çok teessüfler ederim ki validelerimiz çocuk büyütmek +san’atının cüz’üne bile vakıf değil tamamıyla cahilidirler. +Valideler ya kör körüne çocuklarını gelişi güzel büyütüyorlar +veyahud ecdaddan kalma bir takım cahilane usuller kocakarı +telkīnatıyla büyütüyorlar. Her ikisinin zararı da iliklerimize +diyor. Eskiden dillerde destan olan Osmanlı Türk kuvveti +vücudu bugün yok oldu bunun sebeblerinden birisi de valide +terbiyesinin mefkūdiyeti olduğuna hiç şübhe etmemeli. +Valideler ne çocuğu emzirmesini ne de çocuğa bakmasını +yedirmesini bilirler. Bunun için bugünkü çocuklar hep +hasta sıtmalı ağrılı sızılı çelimsiz abtal arsız tenbel uyuşuk +yetişiyorlar. Bunları görüyoruz; gören gözler düşünen +fikirler bunların zararını hissediyor da hala uyuyor hala kadınlarımızı +adam etmenin yolunu aramıyoruz. Ne kadar erkek +mektebi açsak ne kadar darülfünunlar te’sis eylesek +kadınlar böyle cahil oldukça boştur boştur. İşe esasdan +kökten başlamalı! +Validenin en mühim vazifesi çocuk dünyaya geldiği +hengamdır. Aman ya Rab validelerin çocuk dünyaya geldiği +zaman çocuğu terbiye etmek için neler yaptıklarını düşündükçe +kat hisleri kendilerine göre ihtimamları ile çocuklarına bakıyorlar. +Fakat heyhat ki valide bilmiyor her hareketi ile çocuğun +taze ömrünü zehirliyor. +Ben burada yalnız annelerin mini mini çocuklarına verdikleri +terbiyenin terbiye-i bedeniyye ve sıhhate ta’alluk +eden cihetini söyleyeceğim. Söyleyeceğim şeyler hepimizi +düşündürecek hakīkatlerdir. Ahval-i ictimaiyye ve muaşeretimizi +böyle araştırmazsak tenkīd etmezsek kusurlarımız bizi +tedrici helake doğru sürükler. Anadolu’yu ve Rumeli’yi şöyle +bir dolaşır isek bizi bütün elemlerle karşılayan sarı benizli +sıtmalı hareketsiz eski yüce Türklerin evladını görür o vakit +eyvah demek yalnız İstanbul’a değil bütün Osmanlılığa şamil +olduğunu anlarız. Osmanlılık cihanı çocukların adem-i +terbiyesi yüzünden yıkılıyor da o cihanda oturanlar akıl ve +fikir taşıyanlar pek yazık ki mışıl mışıl uyuyorlar. +* * * +Size tarz-ı terbiye ve iaşedeki kusurları birer birer anlatayım +ki bu kadar söz söylemeye hatta feryad etmeye haklı +mıyım değil miyim takdir edilsin: +Çocuk dünyaya geleceği zaman biçare valide bir çok +meşakkatler içinde bir çok cahil kadınların cahil ebelerin +yaya geleceği ana kadar kadın havasızlıktan izdihamdan +birtakım vahim adetlerden ölür. Bu lohusalık zamanında da +caridir. Lohusa hanımın odasına dolmak hatırını istifsar eylemek +lohusa şerbeti içmek havayı ifsad eylemek validenin +çocuğun hayatını zehirlemek mutlaka lüzumlu bir adettir. +Eğer bu kalabalık müsafirler böyle ağırlanmaz ise ayıb +olur konu komşu ağzına düşmekten korkulur. +Ama fesad-ı havadan her cins ziyaretçinin üstleri başları +ayakkabları vücudları ile getirecekleri şübhesiz olan +muzır mikroplardan; henüz taazzuvunun ilk devresinde bulunan +mini mini doğurma münasebetiyle her türlü emrazı +yenmeye muktedir olmayan valide müteessir olacakmış kimin +ne üzerine vazife!... Nice hanımlar lohusalıklarından +birkaç ay sonra sararıp solup döşeğe düşüyor mezara gidiyorlar. +Buna hep bu ve bunun gibi şeyler sebeb oluyor. +Çocuk dünyaya geldiği zaman göbeği düşmez ise +evde ne kadar kadın var ise hepsi çocuğun göbeğine tükürürler. +Bazı akıllı ve tahsil görmüş ebe hanımlar mikrobun +yapacağı te’sirat-ı vahimeyi anlatarak men’ ederler. Kadınlar: +“A mikrop nedir? Bir de başımıza mikrop çıktı üstüme +la –”Günah değil mi hanımlar! Haydi ebe hanım gelmeden +tükürelim Aişe Hanım Fatıma Hanım Penbe Hanım Gülizar +Hanım…” derler. Ama bilmiyorlar ki çocuğun ellerinde +vedi’a olan ömrüne iğne ucu ile en müdhiş zehirler sokuyorlar. +Çocuğa bakmazlar veyahud başka bir te’sir sebebiyle +hastalanır; a çocuğun sancısı tuttu denir ma’lum olan bir +çok ilaclar yapılmaya başlanır. Sussun diye la-yenkatı’ çocuğun +ağzına meme tutuşturulur huysuzluk daha çoğalır. +Peynir şekeri ile çörek otunu bir dülbendin içine koyarak tü! +Diye tükürür ve çiğner ve çocuğun ağzına dayarlar. Çocuk +o tükürüğü ve saireyi emer durur. Yorganın içine koyarak +paşa olsun oğlum avazı ile çocuğu sallarlar. Ararot yedirirler. +Halbuki bu vakit çocuğun amel olması için bir ilac +alınsa bir doktora gösterilse elbet iyi olur. Bir parça tahsil +görmüş valideler papatya kaynadarak içirirler bazıları da +menekşe şurubu içirirler. +Çocukları uyutarak beşik başında laf çalmak keyif çatmak +cahil annnelerin en birinci eğlencesidir. Badem yağı ile +Hindistan cevizini bir toprak çanağın altına sürerler çocuğun +ağzına uyusun diye verirler. Bazen da haşhaş; siyah +balı da yedirirler. Bunlar çocuk için zehirdir; çocuğu hem +çelimsiz ve hem aptal yapar. +Çocuk bir parça büyüdü mü valide bulduğunu çocuğun +midesine doldurur. Günün birinde zavallı çocuk sıska olur; +karnı şişer boynu ip incecik olur koca bir kafa incecik bacak +nımlar ihtiyar neneler bin türlü sağlıklar verirler. Bahçekapısı’ndaki +kırbacıya götürürler. Kırbacı dedikleri adam paraları +yutar!.. Aksaray’daki dalakcıya götürürler. Telaşa düşülür. +Her ağızdan bir laf… Kurşuncu Zehra Hanım da tavası +çanağı ile gelir. Çocuğun üstüne başlarına kadar mavi bir +örtü örtülür. Kızgın kurşunu cas diye dökerken bazen sıçrar +çocuğu yakar. Kurşuncu hanım o vakit: “A ne yapayım hanım +çok nazar değmiş…” deyip işin içinden çıkar. Kurşunun +aldığı şekle göre kurşuncu kadın mini mininin hastalığını +da keşfeder: A baştan a karnından zoru bilmem ne +diyerek çekilir gider. +Bazı çocuklar kırklama olurmuş o vakit ahırda bir iki +böcek bulur bileğine karnına kor ve sararlar onlar da orada +bir a’la kokar. +Bu sıska çocuk yavaş yavaş büzülür. Karın şişliği gaib +olur. Kemikler meydana çıkar. Bacaklar çarpılır. Elmacık kemikleri +gözükür. Artık hanımlar buna bin türlü isim takarlar. +Çocuk günün birinde bütün bu fena büyütmenin kurbanı +olarak ölür. Artık falan hanımın nazarı değdi de ondan öldü +mü demezler neler demezler… +Hele çocuğu ölmüş bir hanım ile mülakat ediniz bakınız +size ne acıklı şeyler anlatır: +– Ah hanımcığım neler yapmadık neler… Dünya kazan +biz kepçe… Evladımın derdine çare bulamadık. Aişe Hanım’ın +çocuğuna hiç bakmazlar yine iyi… Ah nasıl anlatayım: +Eller ayaklar çangul çungul kuyu çengeline benzedi +hanım karnı şişti. Hodda! gibi burnuna değdi hanım… +Babası desen gözünün içine bakar hanımcığım; dolabında +yemiş eksik olmaz kuş südünden başka her şey haz ı r; simitçisi +ayrı muhallebicisi ayrı salebcisi ayrı her gün kapıda! +Ağa babası desen fırından kaba kaba leblebi yavruma +götüreyim der cebceğizine kor getirirdi. Leblebicinin önünden +geçtikce hala hatırlıyorum…Ah derdim büyük hanımcığım +hangisini hangi birini söyleyeyim… +gele simit muhallebi saleb leblebi unu daha kim bilir ne +herzeler yedirmiş… Böyle validelerin elindeki çocuklar za’if +nahif olmaz da veyahud vefat etmez de ne olur! +Mini mini iken böyle pis boğaz alışan çocuk büyüdüğü +zaman hem arsız hem za’if nahif olur. Annesi haydi evladım +al şu parayı cami içine veyahud falan yere git oyna +kestane al şeker al bizi rahat bırak der. Valide çocuğa her +şeyi yememek için tenbihler verecek iken onu teşvik ediyor. +Sonra çocuk arsız oluyor. Muhallebici geçse bağırıyor: Anne +abla muhallebi isterim… Zır zır zırlıyor. Evvela anne +döğüyor çocuğa sus kara yılan sarı ise çıyan sarı Yahudi +tehdidiyle parayı vermiyor sonra yine bağırmaya başlayınca +naçar veriyor. Çocuk sözünü kabul ettirmeye alışan çocuk +durur mu ya ağzını burnunu çarpıtarak “ben on para +lide de “ah yumurcağın –babasının cinsine göre– Türk Arnavud +Arab damarı tuttu” gürültüleri ile vermeye mecbur +oluyor. Böyle çocuk arsızdır. Valide işte pis boğazlığı sayesinde +oğlunun ahlakını da bozdu. Bu fena huy bazen pek +fena ahlaklara kapı açar… +Boğazı ağrır ise çocuğun damağı kaldırılır başına sulu +papatya ile süt konup sarılır; papatyalar çocuğun şakağından +pis pis sızar. Mi’desi bozulur pamumcak oldu derler. +Attar Ahmed Efendi’den dut şurubu alarak içirirler. Bazısı +da kurbağacık oldu der mini mini bir kurbağa yaptırıp çocuğun +boynuna takarlar! +Nazar değer ise mini mini bir anahtar ile hurma çekirdeğinden +nalın yahud iğde çekirdeğinden kara kehribadan +ağızlık kırığı kaplumbağa kabuğu boynuna asılır. +Eğer dişleri çıkmıyor ise boynuna ölmüş at veyahud köpek +dişi asılır. Çocuk boynunda çangıl çungul bir çok şeyler taşır! +Çocuğun dişleri çıkarken taze soğan verirler. Çocuk soğanı +kemirir durur. Kadınların rivayetine göre çocuk dermiş +ki: – Ah annem benim dişlerimin ne kadar kaşındığını bilse +benim beşiğimi satar da soğan alır!.. +Çocuğun su’-i terbiye ve i’tiyaddan salyası akar iyi olması +naryanın artmış suyunu içirirler. Öksürük olur ise köpeğin +yalağındaki su ile elma yıkayarak çocuğa yedirirler boynuna +at kestanesi asarlar!... +Daha neler neler… İnsan bunları yazarken hem güleceği +ve hem ağlayacağı geliyor. Bir hanımın çocuğu bağırıyordu +sancılanmıştı amma her gün böyle idi. Doktora göster +dedim ikna’a çalıştım. O derece cahil idi ki dinletemedim. +O bana anlatıyordu: +– Büyük çocuk bugün sancılandı. Çantalı ebe hanıma +götürdüm. Sağ olsun kulağı çınlasın; yıllanmış a’la yengeçli +sadef yağından sürmüşidi. Çocuğu bir a’lacana sıkı sıkıya +sardık terledi. Bir parça ben de başına süt sağdım. Hiçbir +şeyi kalmadı. Bunu da dur çantalı ebeye götüreyim.. +Ebe hanımların koca ninelerin bir çok tefsirleri vardır. +Her biri hastalığı başka türlü teşhis eder. Çocuğun mi’desi +bozulur rahatsız olur… Her kafadan bir laf çıkar nihayet en +ziyade sözünü dinleten büyük hanım ma’hud sadasıyla: “A! +Çocuk karışık tütsülü…” deyince her şey anlaşılır. +çatarlar boğazını da bağlarlar. Atkı ile sıkı sıkıya bağlarlar. +Ayağına iki çorab ve bir numara büyük altı çivili burnu demirli +koca bir ayakkabı da giydirirler. Entarisi yerleri süpürür…. +Nereye! +Haydi bakıcıya!... Bakıcı biçare kadınlara bir çok şeyler +tavsiye eder. Akşama eve dönünce çocuğun düştüğü yere +şerbet dökecekler ve “Alınız ağzınızın tadını veriniz oğlumun +şifasını….” diyecekler. Bakıcı da o akşam istihareye +yatacak da’vet yapacak rüküş hanıma soracak. Çocuk uğramış +bakalım ne olacak!.. +Paralar verilir. Bazen kadınlar efendisinden zevcinden +gizli ecdaddan kalma nesi var nesi yok hepsini satarak bakıcıya +yedirirler. Keder ederim ki bazı cahil erkekler de kanarlar. +Bakıcı kadın veya efendi daha söyler bakalım ma’namda +ne göreceğim der ve taleblere başlar: Bir okka kırmızı +şeker iki okka beyaz şeker bir tutulmamış çömleğe konacak +ağzı bağlanıp getirilecek onlara şerbet yapılacak. Bir +şişede zeytinyağı ağzını mühürlerler; o Sarayburnu’ndan +atıldığı gibi Veysel Karani hazretlerine kadar gidecek. İki +tane de beneksiz tavuk bir tane de beneksiz beyaz kurban… +Validelerimiz çocukları için bakınız ne müşkilatlara tesadüf +ediyorlar. Şefkat hissiyat bizim validelerimizde eminim +ki her milletin validelerinden daha ziyadedir. Fakat yukarıdan +beri saydığım vahim tarz-ı terbiyeleri hep saflıklarından +cehaletlerinden ileri geliyor. Ben kabahatlerin hepsini kadınlara +atfetmekten ziyade hayat ve mevcudiyet-i ictimaiyye +ve medeniyyemizi bu girivelere sevkedenlerde memlekette +büyük mikyasda sefahet ve cehalet uyandıranlarda bulurum. +Kadın valide.. Ulvi kelimeler!... Onları hakīkaten teali +ettirecek biz erkeklerin her türlü müşkilat ve mezahime karşı +te’sis edecekleri “kız terbiyesi” … “kız mektepleri..”dir. +Bu herif kimdir ve kaç yaşındadır? Ben de layıkıyla bilemiyorum. +Fakat şu kadar diyebilirim ki: Bunu bilmek her +Osmanlıya vacibdir. +Ben kendi hisseme demek isterim ki “kapitülasyon” gayet +büyük ve ciddi bir Çarşamba Karısı’dır. Daha bir az yükseltmek +olur. Zira kapitülasyon insanların istedikleri şeylerden hiç +birini istemez: Müsavatı da istemez adaleti de istemez hürriyeti +de istemez insaniyeti de istemez kanun ve hükumet +buna mukabil sükuta mecbur oluyor. +Elbette böyle bir kuvvet karşısında her kim ne söylese +boştur. Bugün umum Osmanlılar terakkī ve teali etmek isterler +bu vatan uğrunda her şeylerini feda etmek isterler +bütün Osmanlı Milleti hayatı için her ne lazım ise bu uğurda +fedaya haz ı rdır fakat her ne tarafa teveccüh edecek olursa +önünde bir kapitülasyon beliyyesi sedd-i İskender gibi mani’ +oluyor. +Şu halde her şeyden mukaddem bu herifi pek yakından +tanımalı doğrudan doğru bunun ile anlaşmalı lede’l-icab +bunun ile görüşmeli ve bu uğurda biraz fedakarlık göstermeli. +Ben bunun kuvvetini bir vak’a ile tasvir edeceğim bu +vak’a olmuş geçmiştir. Masal hikaye değil. +Pek yakından tanıdığım bir zatın Beyoğlu’nda tek bir +hanesi var. Onu kiraya veriyor bütün ailesi bundan gelecek +varidat ile geçinir. Bu hane o ailenin yegane sermayesi serveti +ve hayatıdır. +ecnebiler. Dostumuz bu haneyi kiraya verir kiracı tüccaran-ı +mu���teberandan Gospodin mösyö cenabları idi. Alelade +kiracı ile kontratolar yazılır bir aylık da peşin alınır. Ay +başı gelir Gospodin cenabları para vermez. Ayın nihayeti +olur para vermez iki ay geçer beş ay geçer mösyö cenabları +ha ha sallar şu suretle bir sene aylığı teraküm eder +zavallı hane sahibi para alamaz para isterse mösyö cenabları +aldırmaz belki de arada sırada zart zurt eder. +Nihayetü’n-nihaye mösyö para vermez haneden de +çıkmaz. Bu hal üzerine biçare Osmanlı hane sahibi +mahkemeye müracaata mecbur kalır ve müracaat eder. +Mahkeme de ber-muceb-i kanun mösyö cenablarına +celb kağıdı yollar fakat mösyö cenabları mahkemeye teşrif +buyurmazlar bir gün işi olur bir gün de başı ağrır öbür gün +de dişi bilmem neresi el-hasıl hane sahibi bu kere de aylarca +mahkeme kapısında sürünür. +Neticede herifi kemal-i ihtiramla bir para da almaksızın +kapitülasyon ağanın şefaati sayesinde bir buçuk sene ücrete +mukabil bir boş konyak şişesi terk etmek suretiyle hanesini +tahliye ettirmeye muvaffak olarak hanenin sahibi olduğuna +kesb-i kanaat eder. Bu gibi vekayi’ pek çok olup her sene +tekerrür etmektedir. +Bir Osmanlı ailesi bir buçuk sene aç kalmış kapitülasyona +malik olan yirminci asr-ı medeniyet sayesinde temeddün +etmiş milletlere hiçbir ziyan yoktur. +Bizim umur-ı ticariyye sınaiyye ve siyasiyyemiz dahi +kapitülasyon karşısında böyledir. +Biçare Osmanlılar her cihetten terakkī ve teali etmek +re olunuyor istememek kabil değil lakin ne çare ortalıkta o +menhus kapitülasyon var. +Kapitülasyon meydanda var iken hiçbir Osmanlı tüccarı +ecnebiye rekabet edemez. Rekabet değil ecnebi olduğu +yerde bir Osmanlı isbat-ı vücud edemez ederse bile yaşayamaz +zira Osmanlı için her türlü mevani’ her zaman var +ecnebi için ise hiçbir şeyler yok. +Bugün bir Osmanlı vapuru yine bizim Osmanlı Hükumeti +Liman İdaresi tarafından yüz bin çeşit tekalife ma’ruz +kalıyor vapurunuz ne kadar güzel ne kadar muntazam +olursa olsun yine bizim Liman İdaresi Osmanlı bayrağını +hamil olan vapuru istediği zaman seyr u seferden men’ ediyor +enva’-ı müşkilatı çıkarıyor… İnsan söylemeye haya eder. +Bizim Liman İdaresi yapıyor. Beri tarafda Yunan bandıralı +çürük bacalı mavnalar kapitülasyon ağa sayesinde +cayır cayır bizim paralarımızı alıyor. Daha neler oluyor! Şu +kalmıştır. +o menhus kapitülasyon önümüzde bir sedd-i İskender gibi +dikilmiştir. +Ne ticarette ne de sınaatte mes’ele-i hayatiyyeden hiç +birinde bizim için meydan yoktur. +Kapitülasyon karşısında biz i’dama mahkum her nevi’ +tahkīrata ma’ruz ve her türlü haysiyet ve hukūk-ı insaniyye +ve hayvaniyyeden mahrum bir milletiz. +Kapitülasyon ağa da bize böyle bakar ve böyle mu’amele +eder. Avrupa medeniyetinin bize bahşettiği bir lutf u +diplomatları nazarında bu lutfun minnetdarıdır. +bunları tamamıyla öğrenmeli bu boyunduruğun altından +nasıl kurtulmanın çaresini düşünmeli aramalı! Bu babda +her ne gibi esbaba teşebbüs lazım ise her nevi fedakarlığı +Bu esasen her ne kadar hükumetin vazifesi ise de hükumet +bu vazifeyi pek çabuk ifa edemez edecek olduğu zaman +daha başka türlü müşkilata ma’ruz kalır ihtimal ki +fitnelere kadar meydan açılır. +Efrad-ı millet ve ahali ise bu mes’elede cüz’i bir fedakarlık +pabilirler? +Yapılacak şey pek kolaydır: Bizim muamelemiz hep ecnebi +bizim için bundan sonra göreceğimiz muamelelerde mukaveleye +yalnız bir şart ilave etmeli: Her ne gibi muamelede +olursa olsun encebi tarafından bir kefalet taleb olunacağı +zaman “Kefiliniz Osmanlı tebaası olacak” demeli. İşte ecnebi +zim muamelemiz sağlam kazığa bağlanmış olur hem müste’cirlerimiz +kiraları mah be-mah verirler vermediği halde +her zaman karşımızda kendimize tamam müsavi bir hasmımız +olur. +Kefil olacak zat Osmanlı olduğu gibi bizim de hukūkumuz +te’min olunur. Kefil bizim hakkımızı te’min edebilsin de +kim olursa olsun isterse Osmanlı Bankası olsun isterse başkaları; +yalnız kapitülasyon ağanın zir-i himayesinde olmasın. +Yalnız lede’l-icab bizim mahkememiz da’vet ettiği zaman +başım ağrıyor bilmem nerem ağrıyor diyemesin. +Beyoğlu’nda büyük mağazalar haneler apartmanlar kiraya +verilmekte olup bunların kısm-ı a’zamı Osmanlı mülkü +olduğu dahi muhakkaktır. Kiracıların da kısm-ı a’zamı ecnebi +olacağı şübhesiz. İşte bunlardan ber-vech-i kanun kefalet +taleb olunacağı zaman kanun nazarında kendimize müsavi +bir hasım bulundurmak için mecburiyet var bu şart ilave +olunduğu gibi mister müste’cir cenabları dahi bizim gibi +kanun nazarında bize müsavi kefil aramaya mecbur kalır +bu suretle bir derece o da müşkilata ma’ruz olursa hiç olmazsa +onlar da bizim gibi kapitülasyon ağaya husumete +başlar bizim ile beraber kapitülasyonun ortadan kaldırılmasını +onlar da isterler; sinyorlar mösyöler gospodinler misterler +de hiç olmazsa bizim düşmanımızın düşmanı olurlar. +Biz de bu suretle biraz himmet edersek bir tarafdan hükumetimiz +de kendi vazifesini ifa etmekte ihmal etmezse +memleketimizde kökleşmiş olan menhus kapitülasyon rahatı +münselib olduğunu görür kendini biraz toplar. Nihayetü’nnihaye +biz de kendi memleketimizin sahibi kendimiz olduğumuzu +hissetmeye başlarız. +rımız sayılır. Hükumet de bizim sözlerimize havale-i sem’ u +behemehal kapitülasyonun hatırı sayılacaktır. Her Osmanlı +Osmanlı bunu bilmeli bunun ile müsademe etmeli buna +mukabil her fedakarlığı göze aldırmalı zira bu mes’ele bizim +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Eylül +Yedinci Cild - Aded: +“Panteizm”e i’tiraz edenlerin “bu meslek netice i’tibariyle +ya tabi’iyyun yahud tasavvuf mesleğinde karar kılıyor” +dediklerini bundan evvel defeat ile söylemiş idik. “Panteizm” +hakkında böyle bir hüküm verildikten sonra tevalisi +zaruri olan diğer i’tirazların bit-tabi’ “panteizm”den ziyade +onun netayic-i zaruriyyesinden olmak üzere gösterilen bu iki +mesleğe aid olması lazım gelir; bu meslekler hakkında varid +olan i’tirazatın mufassalan yazılması da bizi saded haricine +çıkarır. Şu halde biz de ondan sarf-ı nazarla bahsimize cihet-i +teallukundan dolayı tasavvuf hakkında garbiyyun tarafından +serdedilen i’tirazattan hülasaten bahsedelim. Muhakemat-ı +akliyyelerinde fikr u nazardan başka rehber tanımayan +bu adamlar diyorlar ki: Tasavvuf mukteza-yı akla mütabaattan +süluk ittihaz eden kimselerin meslek-i mahsuslarıdır. Onlar +aklın girive-i dalale düşmesi imkanını nazar-ı i’tibara alarak +onun daima bu mahzuru tazammun ettiğini iddia ve bundan +dolayı muktezasına mütabaattan iba ediyorlar. Bu i’tikad +ashabının fikirlerine göre insan taharri-i hakīkat vadisinde +mukteza-yı akla mütabaat şeritasından ta’riye-i nefs ile +yalnız kalbe teveccüh ve ondan nebe’an eden sevaika iktida +etmedikce Cenab-ı Hak ile asla münasebatta bulunamaz. +Bu mesleğe salik olanlar aklı bu suretle mahkum-ı dalal +ettikleri sırada bir şeyden yani hakīkate hangi vasıta ile ve +ne suretle te’min-i vusul edildiğinden zahil oluyorlar. Zira +kalbin teveccüh ettiği herhangi bir hakīkat mutlaka aklın delaletiyle +sabit olmuştur. Vakıa aşk denilen halet-i vicdaniyye +ruhumuzu kabza-i teshirine aldığı zaman bütün melekat-ı +akliyyemize hakim oluyor. Hal böyle olmakla beraber aşkın +zatında idrak-i hakayık hassası yoktur. +Tasavvufa meyyal olan felasifenin hiss-i vicdanide vücudunu +raziyeden başka bir şey değildir. Fil-hakīka daire-i tecarib ve +müşahedatımızdan haric bazı hakayıka bizim de nev’an-ma +keşf ü şühud ile te’min-i vusul ettiğimiz vaki’ ise de bu da +doğrudan doğruya melekat-ı akliyyemize raci’dir. +Tasavvufun tazammun ettiği mahzur yalnız tahlil-i matlabdaki +sekamete inhisar etse idi pek o kadar ehemmiyeti +olmaz idi. Fakat tasavvuf aklın delaletine iftikardan udul ile +hakayık-ı evveliyye ve saireye yalnız delalet-i hissiyye ile +te’min-i vusul edilebileceğine kail oluyor. +Eğer hakīkat öyle ise akıl ve idrakin ne lüzumu kalır? +Mutasavvıfenin dedikleri yola gidildiği takdirde akıl ve +mantık kavaidinden hali olan hızane-i evham u hayalattan +bir takım türrehat zuhur etmeye başlar. Bundan başka şaibedar-ı +yeden i’raz edilecek olursa vicdaniyata müteferri’ hissiyat ile +sırf maddiyata müteallık olan hissiyat birbirinden ne vech ile +tefrik edilebilir? +Binaberin tasavvuf metafizik denilen kısm-ı felsefide asla +mevki’i olmayan bir hata-yı zihniden başka bir şey değildir. +Bu hata er geç bütün melekat-ı akliyye ve ahlakıyyeye istila +eder. İnsan onun delaletine iktida ile tabiat ve isti’dadının +fevkındeki meratibe irtika sevdasına düştükce daima sukūta +mahkum melekat-ı mahsusasından en mühimmini ta’til suretiyle +melekat-ı sairesini hüsn-i isti’mal feyzinden mahrum +olur. Tasavvuf umumiyeti i’tibariyle bir şekl-i dini tahtında +zuhur eder; ifratı hayret-i vehimane[ye] müncer olur; insan +kendisinde bir takım halatın zuhuruyla fenafillah mertebesine +cahedattan nefsini azade görür. Alem-i hariciyi istihkar eder. +Bu ise ataletin gayeti demektir. Mutasavvıfinden bazıları +kendilerini dini ahlakī her türlü kuyuddan vareste kılarlar. +yesine icra-yı te’sir ile onu mesaiden teb’id ü tenfir eden +mesalikin kaffesi insaniyet nokta-i nazarından merdud olmak +lazım gelir. Fenelenon ile Madam Guion’un meslekleri +her ne kadar bu mehaziri mutazammın değil iseler de akl ü +Katolik Kilisesi tarafından bi-hakkın mahkum edilmişlerdir. +serdettikleri i’tirazat bu ve bu gibi i’tirazlardır. Nokta-i nazar +bundan ibaret olunca bu i’tirazların vürudu pek tabiidir. +Ancak vicdaniyatı tasdik ettikten sonra onların nefs-i natıkaya +olan te’sirlerinden zahil olmak doğru olmasa gerektir. +Onları yalnız kağıd üzerinde görmek yahud hafızaya +nakşetmekle tazammun ettikleri halatı zevkan bilmek beyninde +büyük fark vardır. Bir hiss-i vicdani bir infial-i nefsani +birçok şuunun tecellisiyle memlu bir alem-i diğerin miftahıdır. +Her i’tiraz nokta-i nazara tabi’ olduğundan bu i’tirazların +da öyle olması zaruridir. Binaenaleyh herkes onları +kendi nokta-i nazarına göre muhakeme ile ya red yahud +kabul eder. Orası bize lazım değil; biz yalnız bahsimize +cihet-i teallukundan dolayı onları hulasaten naklettik. +Fakat garibi şu ki kendi tasavvuflarını bu suretle batıran +Frenkler sonra felsefeye kelama dair binlerce kitaplar te’lif +bunları medreselerinde tedris ediyorlar. İçlerinden nice nice +feylesoflar yetişiyor. Bunların kimi maddiyat kimi ma’neviyat +mesaileri hayat-ı maddiyyece bazı fevaid te’min ettiği +cihetle onu bir tarafa bırakalım; fakat ma-fevka’t-tabiiyyat +mesailin halline vakf-ı hayat ile birçok eserler te’lif ediyorlar; +bu eserler cihan-ı ma’rifette büyük büyük inkılablar vücuda +getiriyor. Her şey sırf maddi bir nokta-i nazardan düşünülecek +olursa bunların ne lüzumu ne ehemmiyeti kalır? +Zurefadan birinin dediği gibi: Yeryüzünde bir yemek keşfetmek +gökyüzünde bir seyyare keşfetmekten daha hayırlı daha +faideli olmaz mı? +Keza bir şair çıkıyor üslubundaki cezalet fikrindeki +ulviyet ve letafet milyonlarla kulubu teshir ediyor; her şiir +maddi bir gayeti tazammun etmez ictimai bir inkılab vücuda +getirmez ya. Şiir olur ki semadan zemine inmez. Onun +ulviyetini temaşa için bütün enzar semaya teveccüh etmeye +mecbur olur. Maddi gayetler o gibi bedayiin yanından bile +geçmez. Onlarda bu gayetleri aramak onların sümüvv-i şanına +nisbetle pek adilik pek bayağılık olur. Halbuki onlara +ne bakkal beş para verir ne de kasap! Beş franklık bir kaime +konulacak olursa hiç şübhe yok ki beş franklık kaime +hepsinden ağır basar. +Nasuta nazır bir gözü lahuta çevirmek ne kadar müşkil +müşkildir. Her şeyde maddiyatı ileri sürüp insanın ma’nevi +rüp cesedini yaşatmaya kalkışmanın aynıdır. Birinin imkanı +varsa diğerinin de vardır. +Hal böyle iken frenklerin velev ki kendi tasavvufları +hakkında olsun bu kadar umumi bir lisan-ı kadh u mezemmetle +Hoş maksadımız onu müdafaa olmadığından sözün bu kadarı +bile zaiddir ya. Ne ise “el-kelamü yecürrü’l-kelam” sözünün +mazmunu bizi de hükmüne mağlub etti. Onların tasavvuflarıyla +“panteizm”lerinin esası ne olursa olsun orası +bize lazım değil. Yalnız şunu söyleyelim ki muhakkıkīn-ı +sufiyyenin meslek-i hass-ı irfanları olan vahdet-i vücudun +esası tasavvuf tasavvufun esası da vahdet-i vücuddur. O +meslekte yetişen yüzlerce eazımın ef’al ü akvali buna +şahiddir. Bunların kimi galebe-i istiğrak anında; kimi sahv ü +sükun zamanında türlü türlü sözler söylemişler ki hepsinin +neticesi vahdet-i vücuda varıyor. Bistami’nin “Subhani ma +a’zame şani” Hallac’ın “Ene’l-hak” demesi bu kabildendir. +Bu zevat-ı kiramın kaffesi tarik-ı hakta kat’-ı meratib-i ma’rifetle +maksad-ı asliye nail olan ahyar-ı ümmettir. Sözleri +mücahedeleriyle müşahedeleri neticesidir. Onlar söylemişler +fakat niçin söylediklerini söylememişler; bazıları da hem +söylemiş hem de niçin söylediğini söylemiş bu sözlerin niçinini +arayanlara erbab-ı fikr u nazar denir. Bunların vadileri +başka olduğu gibi onların da vadileri başkadır. Ne zaman +vahdet-i vücuddan bahsolunursa vadi-i bahs ale’l-ekser kaliyat +vadisidir haliyat vadisinde fikr u nazar sahibine veda’ +eder. Ashab-ı halin halini anlamak için o hale mahal olmak +şarttır. Yoksa söylenen sözler avaze-i tabl-ı tehi kabilinden +olmak derecesini geçemez. Nitekim bizim sözler de o kabildendir. +Ashab-ı hal o kimselerdir ki: +Kıt’asının mazmunu onların hulasa-i halleri +kavl-i celili hüccet-i katı’a-i kemalleridir. Binaberin +biz de bu mes’elenin hale aid cihetini ashabına terk ile yalnız +kale dair olan kısmından bahsedeceğiz. +* * * +Bundan evvelki fasıllarımızda cihan-ı mütemeddinde +gördüğümüz bütün terakkiyatın istinadgahı olan medeniyet +esaslarını temhid ettik; o esasların usul-i İslamiyye’nin bir +cüz’ü olabileceğini hatta bir nazar-ı tedkīkın onları bu usulden +eyledik; sonra müslümanlıktaki bu esasların kavanin-i hilkate +kavanin-i hayata inkarı kabil olamayacak derecede mutabık +gelmesi haysiyetiyle asla tebdil ü tağyire ma’ruz kalamayacağını +berahin ile gösterdik; nihayet alemde görülen +bütün terakkiyatın fikr-i beşer tarafından sebil-i kemali tayy +ka bir şey olmadığını işin akibet din-i mübin-i İslam’ın fani +baki her iki saadeti her iki rahatı kafil bir kanun-ı umumi +olduğunda bütün ukala-yı beşerin ittifak etmesiyle neticeleneceğini +söyledik. +Evet İslam o din-i umumidir ki insaniyet durdukça payidar +olacaktır; o kanun-ı ilahidir ki hukema-yı alem tarafından +binlerce seneden beri aranmaktadır. Bütün milletlerin +ukalası a’sar-ı maziyyeden beri umumi bir din-i hak taharrisinde +hem ma’nevi olan ruhun hacatını te’min edecek her ikisinin +metalibini bir kanun-ı adil muktezasınca yerleştirebilecek +sonra bu matlab arasında öyle bir nisbet icad edecek +ki biri için diğerine tecavüze imkan kalmayacak. +Evet ukala-yı milel bu işe pek ziyade ihtimam ettiler. Bu +gayeti bulmak için her tarafa baş vurdular. Zira onlar biliyorlardı +ki ruh ile bedenden mürekkeb olan insan bu iki +cevherin metalibini tatmin hususunda kemal-i i’tidale riayet +etmeyecek olursa birinin metalibinde ifrata düşer; bunun +neticesi olmak üzere de vazife-i hayat haleldar olur; o da +kendisini öyle müdhiş bir cereyana kaptırır ki sonunda bir +haile çarparak; varlığından bile bihuş kalır. Nihayet ebna-yı +nev’inin başına bir musibet kesilir yahud onların arasında +sakat bir uzuv olur. +Hisden sonra delil hadisat-ı tarihiyyeden sonra burhan +olamayacağı için bütün bu ukala gördüler ki ruhun metalibi +cevherin münkad olması lazım gelen kanun-ı muhkemin +dairesini çizmeyen bütün mezahib milletleri iki kısma ayırır +ki bunların aralarında şurişler fitneler kıyamlar uzun müddet +devam ederek nihayet bir tarafın galebesiyle hatime-pezir +olur. Bu taraf-ı galib hürriyet-i mutlakayı elde ederek önünde +savletini ta’dil edecek bir mania görmedi mi artık o +ta düşer akıbet tabiatın bir sayhası onu geriye çevirir ki o +zaman bir varmış bir yokmuş sözüne ma-sadak olur. Tarih-i +akvamı tetebbu’ edenler bu hakīkatleri pek vazıh bir +surette göreceklerinden biz burada tafsile lüzum görmüyoruz. +Bize gelince böyle ruh ile cismin metalibini bir suret-i +adilede tevfik edecek birinin salahını diğerinin salahına +merbut bulunduracak bir din-i umumi taharrisi hususunda +hukemaya en evvel hak verenlerdeniz. Zaten beden gibi +ruhun da muhtelif birtakım hastalıklara şifalara ma’ruz olduğunu +dikçe vücudunu mühlik bir takım avarız-ı tabiattan muhafaza +edemeyeceği gibi ruhunu da emraz-ı ma’neviyye gavailinden +sıyanet için hıfzıssıhha-i ruh kanunu denilen bir +kanuna vakıf olması şarttır. İmdi insanı vücuda getiren bu +mevzu’ olduğu için her ikisinin sıhhatinden bahseden kanunların +aralarında bir münasebet mülayemet bulunmak +lazımdır. Ta ki birinin muktezasınca hareket olunduğu surette +diğerine zarar iras edilmiş olmasın. +götüremeyecek bedihiyat sırasına geçmiştir. Zira mevcudat +bunun sıhhatine bir şahid-i adildir. Zaten Avrupa ulemasını +diyanet-i tabiiyye ismiyle bir din vaz’ına sevkeden saik de +bu hakīkatten başka bir şey değildir. Hakayık-ı ilmiyye ve +felsefiyye üzerine te’sis olunan bu yeni dinin en başlı esaslarını +Karo’dan mücmelen nakledeceğiz: +“Diyanet-i tabiiyyenin esasları bir ilah-ı muhtarın vücuduna +avalim-i kevniyyeden ve nev’-i insaniden mütemeyyizdir. +Cism-i insanide zeka hürriyet sıfatlarıyla muttasıf bir ruh +vardır ki müddet-i imtihanını geçirmek için bu beden-i maddide +mahbusdur. Bu ruh için sakin olduğu cismi tathir ederek +semaya doğru yükselmek mümkün olduğu gibi hak-i +mezellete düşürmek de kabildir. İdrakin mevkii histen yüksektır: +Bütün diğer hürriyetlerin menşei olan hürriyet-i ahlakıyye +başı boş bırakılmayarak i’tidalin nüfuzu altına tevdi’ +edilmelidir. Ahlak-ı fazılaya kendi ism-i hakīkīsi verilmelidir +ki o da imtihan ve ibtiladan ibarettir. Kezalik garaz-ı hakīkīsi +ta’yin olunmalıdır ki o da ruhu tedricen alaik-ı cismaniyyeden +tahlisdir. Daha sonra kanun-ı terakkīyi i’tiraf etmek +gelir. Maamafih insaniyetin yalnız saadet-i maddiyye cihetindeki +terakkīsi gözedilip de bu saadeti pak bir hale getirecek +olan temayülat-ı fazıla bir tarafa bırakılmamalıdır.” +Şüphesiz diyanet-i İslamiyye’nin esaslarına dair yukarıki +fasıllarında söylediğimiz sözlerle diyanet-i tabiiyyenin şu +kaidelerine nazar-ı im’anla bakanlar ıyanen göreceklerdir ki +Müslümanlık a’sar-ı kadimeden i’tibaren zamanımıza gelinceye +kadar gelip geçen hukemanın bin can ile taharri ettiği +gaye-i amalin ta kendisidir. Şu hakīkati idrak eden nazar-ı +yetin sebil-i terakkīde atmakta oldukları hatvelerin diyanet-i +görerek medhuş kalır. Nihayet Müslümanlığın Halik-ı Zülcelal +tarafından beşeriyetin pişgah-ı tealisine vaz’ olunmuş bir +gaye-i amal olduğu; günün birinde o gayeye vusul için icab +eden isti’dadın kendi fıtratına mevdu’ bulunduğu hakkıyla +teeyyüd eder. +Hem o nazar-ı im’an kavm-i Arab içinde hadis olarak +bir zamanlar vahşetin gafletin müntehasında bulunan o +milleti . +paye-i bülendine kadar i’la +eden inkılab-ı müdhişin hikmetini şimdi anlar. +Alem-i İslam dokuzuncu asr-ı miladi imtidad��nca ilmen +medeniyeten evc-i terakkī ve tekamüle doğru ilerlediği esnada +Avrupa debdebe-i ihtişam-nümunuyla bugün bizi +şeklinde yazılmıştır. +şeklinde yazılmıştır. +duçar-ı beht ü hayret eden bu cihan-ı ma’rifet; kesif bir kabus-ı +cehl ü ta’assub altında kıvranıyor eziliyordu. +Bir tarafdan derebeyler krallar; diğer tarafdan kardinaller +papalar; rekabet edercesine bir guşişle; halkın mevcudiyet-i +hayatiyyelerini kemiriyorlar kuvve-i müfekkireyi mahvetmek +bun korkunç girdablarına doğru sürüklüyordu. +Cehalet ta’assub ve sefaletin müdhiş bir piştarıdır. Zulmet-i +cehaletten bi-hakkın istifade edebilmek usulünü pek +güzel tatbik eden gaddar prensler ma’tuh papazlar bilaperva +muttasıl halkın uruk-ı hayatiyyesini emiyor hürriyet-i +şahsiyyelerini çiğniyorlardı. +Avrupa barbarları zulm ü sefalet ve cehl ü ta’assubun +merhametsiz pençeleri altında kıvranıyor inliyorlar arz-ı şikayet +edecek; esbab-ı tahlis öğretebilecek bir merci’ bulamıyorlardı. +Halbuki aynı zamanda şark; medeniyet ve adalet-i İslamiyye +sayesinde bir gülbün-i saadet bir şükufe-zar-ı irfan +halinde idi. +Avrupa kıt’asında ilim ve ma’rifet namına papazların +ezberledikleri birkaç parça dua kardinallerin mahsul-i vehmiyyatı +olan hurafat ve rivayattan başka bir şey yok idi. +Avrupa bütün ma’nasıyla bir vahşet-abad-ı cehalet bir meşher-i +larda idi ki cenubdan Cebel-i Tarık’ın mavera-yı şevahikından +tulu’ eden neyyir-i İslamiyet Endülüs hıttasını Vizigot +payitahtını rengin nurlara nur-ı irfan ü ma’rifete gark +etmeye başlıyordu. +Tarih gösteriyor ki milel-i galibe zir-i tabiiyyete aldıkları +akvama yalnız siyaseten ve maddeten hakim olabilirler. Millet-i +mağlubenin ma’neviyatına hakim olabilmek için müstevlilerin +kuvvet ve haşmet-i maddiyyece olduğu gibi ilmen +ve medeniyeten de taht-ı hükme aldıkları kavmin fevkınde +bulunmaları icab eder. Aksi takdirde millet-i mağlube çok +geçmeksizin ma’nen millet-i galibe kuvvet ve nüfuzunu elde +edebilir. +liva-yı muazzam-ı Muhammedi altına sığınan milletlerin +maddiyat ve ma’neviyatına ve hatta vicdanlarına bile hakim +olabilmişlerdir. İbni Nusayr’ın Endülüs’e ayak basdığı tarihden +lisan-ı mader-zadlarını bırakmışlar hepsi Arabca tekellüme +başlamışlardı. Lisan-ı mahallinin metruk bir hale gelmesi +Avrupa’ya kadem-zen-i istila olan İslamlar; İspanya’yı +cehalet-i mutlaka içinde bulmuşlar fakat vazife-i ta’lim ve +şarktan garba bir seylabe-i ma’rifettir ki akmaya başladı. +Fariza-i hac alem-i İslamın en mühim vesait-ı tenviriyyesindendir: +Endülüs’den kalkarak arz-ı Hicaz’a koşan muvahhidin +avdette memleketlerine tatlı hatıralarla beraber rengarenk +bu ziyaretler bilahare ilmi seyahatlerle tetvic edilmeye başlandı: +Muhammed bin Abdun tarih-i hicrisinde şarka +seyahat ve daru’l-irfanlarda iktisab-ı ma’rifet ettikten sonra +Endülüs’e avdet eylemişti. Şarkın en bülend nasiyelerinden +“Yunus bin Haran” Endülüs’e azimet ve oralarda neşr-i ulum +ve icra-yı tababetle iştigali ihtiyar eylemişti. Yunus Ahmed +ve Ömer namındaki mahdumlarını ikmal-i tahsil etmek +üzere Bağdad’a göndermişti. Bu iki genç Endülüs’e avdetlerinde +fenniyyeyi neşr u ta’mime çalışmışlardır. Endülüs halifeleri +birçok ihsanlar in’amlar bezl ve büyük büyük fedakarlıklar +ve da’vet ediyorlardı. +Daha dokuzuncu asr-ı miladide tab’an pek nezih bir şair +olan Abdurrahman-ı Sani’nin sit-ı ma’arif-perverisi iklim-i +şarkı doldurmuştu. Pek çok erbab-ı ilm ü deha fevc fevc +Endülüs’e koşuyorlardı. +Fakat Endülüs ancak onuncu asr-ı miladidedir ki Bağdadla +lende vasıl olabildi. +Dördüncü asr-ı hicri medeniyet-i İslamiyyenin İspanya’da +en ziyade şa’şa’a-dar olduğu bir devr-i alidir. +Hilafet-i İslamiyye’nin garb evreng-i haşmetini müte’akıben +asrın en parlak zamanlarını teşkil eder: Abdurrahman-ı Salis +ve Hakem; edebiyat fünun ve sanayi’in en samimi muhibbi +en nafiz müşevvik ve mürevvici idiler. +Abdurrahman-ı Salis Avrupa hükümdarlarından mu’asır +bulunduğu zevatın ekserisiyle münasebat-ı dostanede +bulunuyordu. Almanya İmparatoru Büyük Otto’nun südde-i +hilafete i’zam ettiği hey’et-i sefaret Endülüs’de pek parlak +bir surette istikbal edilmişti. +tarih-i ulumda haiz-i ehemmiyet vekayi’dendir. Abdurrahman +devrinde Kurtuba’da teşekkül eden hey’et-i fenniyyenin +tıb şu’besi Ebu Osman Cezzar Muhammed bin Said +Abdurrahman bin Haytan ve Ebu Abdullah gibi zevat tarafından +Abdurrahman-ı Salis inşasına muvaffak olduğu müessesat-ı +aliyye miyanında Vadi’l-kebir’in sahil-i dil-pezirinde inşa +edilen “ez-Zehra” Sarayı’yla Kurtuba’da bina olunan tıb +fakültesini zikredebiliriz. +Bu fakülte Avrupa’da bina edilen ilk darülfünun-ı tıbbi +olduğu cihetle tarih-i ulumda cidden haiz-i ehemmiyyettir. +Ez-Zehra zahiren bir saray-ı muhteşem fakat hakīkatte +bir şükufe-zar-ı irfan idi. Hatta meşhur Ebu’l-Kasım’ın “ezZehravi” +lakabıyla iştihar etmesi burada perverişyab-ı kemal +olmasından neş’et eylemiştir. El-Hakem pederinin bi-hakkın +varis-i şan u irfanıdır. “Abdurrahman”ın icraat ve mesleği +kemal-i ciddiyetle Hakem tarafından da ta’kīb edilmiştir. +Hakem her tarafa ve bilhassa o vakitler merkez-i inşia-ı +ma’rifet olan şarka erbab-ı fazl u kemalden müteşekkil +hey’etler i’zam eylemişti. Hey’at-ı mezkure gittikleri mahallerde +meşahir-i ulemanın müellefatını cem’ ve istinsah ederek +Endülüs’e nakletmeye me’mur idiler. +Hakem erbab-ı ilme karşı fevkalade lütufkar davranırdı. +Mesela Kitabü’l-Egani müellif-i şehiri Ebu’l-Ferec-i Isfahani’ye +bin lira atiyye göndermişti. Hakem’in sarayında asar-ı +nadire-i ilmiyyeyi istinsah etmekle mükellef müte’addid katibler +vardı. +Endülüs’de te’sis edilen kütübhaneler cihan-ı medeniyyetin +en kıymetdar eserlerini cami’ ve dünyanın hiçbir tarafında +emsaline tesadüf edilemeyecek derecede zengin idiler. +Hakem’in sarayındaki kütübhanenin yalnız katalogları +kırk dört büyük cild teşkil ediyordu. +Casiri’nin ifadesine nazaran mevcud kitapların adedi altı +yüz bin cildi mütecaviz bulunuyordu. Hişam devrinin en büyük +en necib sima-yı irfanından olan mücahid-i şehir Hacib +el-Mansur erbab-ı ilm ü fenni taht-ı himayesine alır onlarla +hem-bezm-i ülfet olmaktan fevkalade mahzuz olurdu. Leon +Afriken ve Conde’in beyan ettikleri vechile Ebu’l-Kasım-ı +Zehravi Mansur’un en samimi eviddasından idi. Bir tarafdan +bizzat halifeler diğer tarafdan ümera ve erkan-ı hükumet +tarafından gösterilen teşvikat-ı ilmiyyenin semerat-ı +nafiası pek çabuk iktitaf edildi. Endülüs hıttası erbab-ı irfanı +arasında bülend nasıyeler bariz simalar yüksek dehalar i’tila-nümun +olmaya başladılar. +Meşhur Ebu’l-Kasım-ı Zehravi ile tarih-i tabii ulemasından +leme bin Ahmed Ebu’l-Kasım Mecriti gibi zevat bu büyük +simalardandır. +Abdurrahman-ı Salis ve el-Hakem’in maiyyetleri erkanı +saray me’murları kamilen erbab-ı ilimden intihab edilmişlerdi. +Makam-ı vezarete intihab edilen zevat miyanında +meşhur alimlerin esamisine tesadüf olunuyor. +Riyazi-i şehir Mesleme bin Ahmed Endülüs’de ilm-i +hey’et ve fünun-ı riyaziyyeyi ihya ve neşr eden e’azımdandır. +Halka-i feyzinde yetişen erbab-ı deha terakkıyat-ı +fenniyeye şayan-ı tebcil hidemat ibraz etmişlerdir. Mesleme’nin +bu gayur telamizinden beşinci asr-ı hicride bahsedeceğiz. +Medeniyet-i İslamiyyenin Avrupa’da ilk naşiri olan +meşhur Gerbert Bu zat bilahare “İkinci Sylvestre” namıyla +papalığa kadar irtika eylemiştir. Bu asırda Barselon’da ikamet +ve Mesleme’nin mekteb-i irfanına müdavemet ediyordu. +Gerbert Endülüs’de ikmal-i tahsil ve Avrupa’ya avdet +ettikten sonra “Rims” başpiskoposu iken; Mesleme’nin ilm-i +hey’et ve riyaziyata aid iki eserini Latince’ye tercüme eylemiştir. +Gerbert gibi pek çok Avrupa gençleri Endülüs medaris-i +deniyet-i hazıranın esaslarını vaz’ u te’sise çalışmışlardır. +Hulasa dördüncü asr-ı hicride Endülüs’de ulum u fünun +o kadar metin esaslar üzerine istinad ettirilmiş idi ki a’sar-ı +müte’akıbede zuhur-yafte olan teşettütler bile seyr-i seriine +hail olamadılar. Bilakis a’sar-ı taliyyededir ki ulum u fünun +Amerika ekabir-i ulemasından meşhur Draper Avrupa’nın +şeklinde yazılmıştır. +Terakkıyat-ı Fikriyyesi Tarihi Histoire du developpement +rın terakkıyat-ı medeniyyeye olan hidemat-ı mebruresinden +ve bu münasebetle Endülüs medeniyet-i İslamiyyesinden +bahsederken diyor ki: “İslamlar İspanya kıt’asına geçer geçmez +Avrupa efkar-ı umumiyyesinde amik bir te’sir husule +getirmeye muvaffak oldular. Bu te’sir İtalya sistemini sarsmaya +başladı.” +bilmek için Avrupa’nın o vakitki ahval-i umumiyyesine bir +nazar atf ve Endülüs fatihleriyle Avrupa h ı ristiyanlarının ahval-i +Avrupa’da Roma medeniyetinin nüfuz edemediği mahallerde +meskun ahali nim-vahşi bir halde idiler. Ot ve samanlarla +örtülmüş kulübelerde ikamet ve av etleriyle tegaddi +ediyorlardı. Sayd ü şikar edemedikleri zamanlar bakla burçak +ve ot kökleri eklederek def’-i cu’a çalışırlar ve elbise yerine +hayvanat derileri iktisa ederler bunları ekseriya tathire +bile lüzum görmezlerdi. +Kralların eyyam-ı resmiyyede bindikleri gerduneler iki +öküzle cerredilir adi bir arabadan ibaretti. Esirler ucu çivili +sırıklarla öküzleri muttasıl dürterek arabayı sevkederlerdi. +Avrupa H ı ristiyaniyet’i kabul ettikten sonra tamamıyla +bir cihan-ı ta’assub halini aldı. Esasından tahrif ve ifsad edilmiş +olan bir dinde H ı ristiyanlık ca-yi kabul bulabilen her +şeye inanılıyordu. +E’izzenin elbiseleri metrukat-ı mukaddeseleri birer menba’-ı +keramet hükmünde idi. Halkın cehl ü ta’assubundan +bil-istifade papazlar da bütün gayret ve şeytanetleriyle ihtirasat +ve menafi’-i zatiyyelerini te’mine çalışıyorlardı. +Ruha ıztırab-bahş olan bu barbarlığa dair daha ziyade +tafsilata girişmeyerek Avrupa’nın cenub-ı garbisine az bir +zaman sonra huzemat-ı şa’şaadarıyla cihanı tenvir edecek +bir kıt’aya tevcih-i nazar edelim: İslamları Endülüs fethine +teşvik eden ahval ve esbab neden ibaretti? İspanya’da Aryus +Mezhebi Ortodokslar tarafından tamamıyla tahrib edilmişti. +Bilahare Ortodokslar da aynı cezaya uğrayacaklardı. Elli +bin Yahudi ailesini memleketten nefy ü ihrac eden İmparator +Adrien’den sonra Endülüs’de Yahudiler yine harikanüma +bir surette tezayüd etmişlerdi pek güzel tahmin ve +takdir edileceği vechile Yahudiler Ortodokslar tarafından +merhametsizce mu’amelata ma’ruz kalıyorlardı. +Daha evvel doksan bin nüfus vaftiz olmaya icbar edilmiş +Katolikliğin ağır boyunduruğu altına sokulmak istenilmişti. +Bir defa vaftiz edilen şahısdan kiliseye ebediyyen sadakat +bekleniyordu. +Gotların hükumet-i mutlakası kabul edilmiş ve Rodrik +eslafının varisleri hukūkunu gasbederek evreng-i saltanata +oturmuştu. Got zadeganı ta’lim ü terbiye görmek üzere evladlarını +Tuleytula’ya göndermeyi adet etmişlerdi. Afrika’daki +Ceuta Valisi Kont Julianus’un hüsn ü anıyla şöhretşi’ar +kerimesi de bu suretle Tuleytula’da bulunuyordu. +Kral Rodrik kontun kerimesinin mehasin-i dil-firibine +meftun olmuş ve hüsn-i suretle nail-i visal olamayacağını +anlayarak kızı cebren hükmüne ram etmek istemişti. Kız +pederini keyfiyetten haberdar etti. +Julianus bu haber-i müdhişi duyar duymaz ye’s ü nevmidi +ye bağırmıştı. +Kont zahiren hiddetini kezm ederek İspanya’ya geçti. +Tuleytula Başpiskoposu Oppas ve gayr-ı memnun kenise +hey’etleriyle Rodrik aleyhine akd-i ittifak ettikten sonra +kralın şübhesini bile celb etmeksizin kızıyla birlikte Afrika’ya +avdet eyledi. Afrika’ya vusulünü müte’akıb Musa bin Nusayr’le +muhabereye girişerek İspanya fethine teşvik etmeye +başladı. Kont bu teşebbüse bizzat kendisinin de iştirak +edeceğini va’d ü iş’ar ediyordu. İbni Nusayr Halife’den müsa’ade +radan Tarık bin Ziyad ordu-yı İslamın piştarlarıyla boğazı +geçti. +sene-i miladisi Nisan’ında idi ki Tarık; el-yevm namını +taşıyan cebele muvasalat eyledi. Harbe ibtidar edilir +edilmez Rodrik’in bir kısım ordusu Tuleytula piskoposuyla +birlikte cündiyan-ı İslama iltihak eylediler. Kısm-ı mütebakī +ani bir havf ü hirase duçar olarak firara mecbur oldular. +Esna-yı hezimette Kral Rodrik de Vadi’l-kebir nehrinde boğuldu. +Tarık bu muzafferiyet üzerine sür’atle şimale doğru +sa bin Nusayr da müte’akıben İspanya’ya vürud eyledi. +Endülüs kıt’asını kamilen zabta muvaffak oldular. +Musa’nın fikri Fransa Almanya ve İtalya’yı da feth u +kat Tarık’la aralarında husule gelen bürudet üzerine Suriye’ye +celb edildiğinden maksadını mevki’-i fi’le vaz’ etmeye +muvaffak olamadı. +Fransa ve bütün Avrupa’nın eyadi-i İslamiyyeye geçmesine +mani’ olan şey Şarl Martel’in kılıcından ziyade ümera-yı +Arab arasında zuhur eden nifak ve ittifaksızlık olduğu +şüphesizdir!.. +Emeviye hanedanının sukūtu esnasında sene-i miladisinde +bu hanedanın son necli bulunan Abdurrahman +şevkle istikbal edilerek makam-ı emarete geçirildi. Abdurrahman +Kurtuba’yı merkez-i hükumet ittihaz eyledi. Abdurrahman +yalnız emir ünvanıyla iktifa etmiş ve merkez-i İslamiyyet +olan Bağdad’a karşı bu suretle izhar-ı hürmet etmek +Endülüs Emevileri de Bağdad Abbasileri gibi edebiyat +ve fünunun hami ve müşevvikı sıfatını ihraz eylediler. Abdurrahman +dahili karışıklıkları ber-taraf ve hükumetini te’yid +ettikten sonra Şarlman’la akd-i i’tilaf eyledi. +tebcil ve parlak vazifelerine başladılar. +Endülüs halifeleri de Asya emiru’l-mü’mininlerinin meslek-i +misi sıfatını ihraz ve nezahet ve dirayetleriyle Avrupa’nın o +vakitki prensleriyle büyük bir tezad teşkil ediyorlardı. +Zir-i idarelerinde Kurtuba aksa-yı umran u refaha vasıl olmuştu. +Şehir iki yüz bin haneyi mütecaviz ve bir milyondan +ziyade nüfusu cami’ olup sokakları muntazam ve caddeleri +düz ve geniş idiler. +Gurub-ı şemsi müte’akıb sokaklar fenerlerle tenvir edilirdi. +Bu sokaklarda aynı istikamette on mil mesafe kat’ olunabilirdi. +Halbuki yedi yüz sene sonra bile Londra’da sokakların +umumi surette tenviri henüz mechul idi. +Caddelerde muntazam parkeler tefriş edilmişti. Halbuki +Paris’de; hanesinden çıkan bir adamın topuklarına kadar +çamura batmaması için daha dört asır geçmek lazımdı. +Gırnata Sevilla Tuleytula terakkī ve umran hususunda +Kurtuba ile rekabet ediyorlardı. Hulefanın sarayları pür-ihtişam +ü debdebe idiler. Ümera-yı İslamiyye o vakitki Fransa +Almanya ve İngiltere hükümdarlarının ikametgah-ı sefilanelerine +bir nazra-i hakaret fırlatmakta haklı idiler. +Fil-hakīka Avrupa hükümdaranı sarayları o kadar intizamsız +larından; ateş yakıldığı zaman dumanlar ancak; Hind vigvamlarında +olduğu gibi; çatı arasında açılmış deliklerden +çıkardı. İslamlar Avrupa’ya geçtikleri zaman şarkın her türlü +alayiş-i mutantanasını da birlikte getirmişlerdi: Müdebdeb +konaklarını; ya açık bir mahalde künbed-i laciverdi-i semaya +doğru i’tila-nümun olacak surette veya latif bir meşcerenin +ağuş-ı hafasında inşa ederlerdi. +Mücella mermer balkonlar portakal ağaçlarıyla mestur +mu’allak hadikalar sıcak mevsimlerde birer haclegah-ı sayedar +olan latif kameriyeler şelalelerin mecari-i müzeyyeneleri; +tavanları müzehheb ve rengarenk billurlarla nazar-pira +bir manzara arzeden ve daimi çağlayanların hasıl ettiği +ruh-nüvaz bir serinlik içine gömülen istirahat salonları; zemini +duvarları tezyin eden kıymetdar mozayikler İslam hanelerine +bir letafet-i bedayi’-pira bahşederlerdi. +Bir tarafda berrak suları huzemat-ı şerare-paş suretinde +fışkıran bir çeşme yavaşça tanin-dar bir havuza dökülerek +esrar-amiz zemzemeler hasıl eder ötede; şükufe-zar hadikaların +serin havalarını sevke mahsus vantilatörlerle mücehhez +sayfiyeler yükselirlerdi. +Mesakin-i şitaiyye; duvarların içerilerine oyulmuş mecralar +vasıtasıyla alt kat kubbeleri altına mevzu’ chauffage +santrallerin gönderdiği mu’attar sıcak havalarla teshin edilirlerdi. +Duvarlar hiçbir vakit doğrudan doğruya ahşab kaplamalarla +örtülmez; behemehal arabesk oymalar latif kır +alemlerini musavvir bedi’a-nüma manzaralarla tezyin edilirlerdi. +Köşeleri maharetli kalemkarlar taraflarından müzehheb +kornişlerle tezyin edilmiş olan tavanlarda bin seksen dört +lamba alabilecek cesamette vazolar bulunurdu. +Narin mermer sütunlar; tahammül ettikleri ağır kütlelerle; +züvvarın nazar-ı hayret ve istiğrablarını celb ederlerdi. +Sultanların hususi ikametgahlarındaki sütunlar laciverd taşlarla +müzeyyen yeşil oymalı kolonlar halinde idiler. İslam +evlerindeki esas-i beytiyye umumiyetle sadef fildişi ve gümüş +pılırlardı. +Bunların altın veya malahitlerle tezyin edilmiş olanları +da bulunurdu. Salonlarda müşkil-pesend bir san’atkarın +yerleştirdiği kristal dureviş[?] vazolar; Çinkari porselenler; +mozaik masalar nazar-ı bedayi’-perestiyi kamaştırır mu’attar +odaların ötesinde berisinde bir dest-i nermin tarafından +gelişi güzel atılmış zarif yasdıklar; hariri minderler nazar-firib +bir manzara teşkil ederlerdi. +Mütebahhirin-i fudaladan bir yegane-i ilm ü kemal olup +tarihinde Bergama’da mehd-ara-yı şühud olmuştur. +Tefsir; hadis fıkıh usul mantık ve ulum-ı sairede yed-i tula +sahibi olduğuna yazdığı asar-ı müdekkıkane şahiddir. +Süyuti gibi bir allame-i ruzgarın üstad-ı fezail-mendi olduğunu +söylemek vasf-ı kemaline dair başka söz iradına hacet +bırakmaz. Mevlana Süyuti Tabakatü’n-Nuhat ’ında on +dört sene sahib-i tercümenin meclis-i ilmine devam eylediğini +ve her defasında hiç işitmemiş olduğu dekaık ve gavamız-ı +ettiğini yazıyor. Hatta bir musahabet-i ilmiyye esnasında +Süyuti’ye terkibinin i’rabını sual eder. Mevlana-yı +müşarun-ileyh ilm-i nahivde mübtedilerin bile kemal-i suhuletle +halledebilecekleri böyle bir sualin iradını adeta maksad-ı +eyleyemez. O fazıl-ı dekaık-bin ise bu teessüre intikal ile bu +cümlede yüz on üç mebhas olduğunu dermiyan edince Süyuti +beyan-ı hayretle bu mebahis-i gamızayı işitmedikce +meclis-i ilminizden kalkmak ihtimali yoktur cevabıyla izahat +niyazında bulunur. Sahib-i tercüme de buna dair yazmış olduğu +risalesini irad ederek Süyuti merhum kamilen istinsah +eylemiştir. +Mebadi-i ulumu memleketinde ba’de’t-tahsil tezyid-i +kemalat tevfir-i ma’lumat için tarik-ı seyahati ihtiyar +lam-ı ulema ve efahım-ı fudala ile mülakat etmiştir. +Ez-cümle Mevlana Şemseddin-i Fenari Mevlana ibni +Melek Mevlana Burhaneddin Haydar Mevlana Vacid; Hafızuddin +den hissedar-ı fevaid olmuştur. Müluk-ı Mısriyye’den Eşref-i +Barsbay zamanında Mısr-ı Kahire’ye giderek fudala-yı +memleketle musahebat ve mübahesat-ı ilmiyyeye girişmiş +ve cümlesi kudret-i ilmiyyesini şöhret-i şayi’asına faik bulduklarını +den istifadeye şitab ettiler. Zikrolunan Eşref Barsbay mevlana-yı +müşarun-ileyhe fevkalade i’zaz ü ikram etmiş ve Meşihat-i +Şeyhuniyye’yi tevcih eylemiştir. +şeklinde yazılmıştır. +Sahib-i tercüme ulum-ı mütenevvi’aya bilhassa ma’kūlata +dair birçok asar yazmış ise de kısm-ı a’zamını inde’licab +resail-i muhtasara suretinde tahrir etmiş ve zabt u muhafazalarına +tekayyüd eylememiştir. Hatta Süyuti Tabakat-ı +Nuhat ’a dercetmek üzere kendisinden esami-i müellefatını +muktedir olamayacağı cevabını almıştır. Aziz-i müşarunileyhin +urefa-i sufiyyeye ve ashab-ı sıdk u salaha muhabbeti +erbab-ı cehl ü dalale nefreti var idi. Ekser-i etvarı lakaydane +olup dünyaya meyl ü iltifatı yok idi. Sekiz yüz yetmiş dokuz +senesi şehr-i Cumadelulası’nın dördüncü Cuma gecesi tarik-i +hayat-ı müste’ar ve azim-i daru’l-karar olmuştur. Rahmetullahi +aleyh vasi’aten +Asrı fudalasından Şehabeddin Mansur: +Mutlakı havi mersiyesiyle teessürat-ı umumiyyeyi tasvir +etmeye çalışmıştır. +Müellefat-ı fazılaneleri pek mütenevvi’ olup bazıları şunlardır: +Et-Teysir fi İlmi’t-Tefsir +Envaru’s-Saadeti fi Şerhi Kelimeti Şehadeti +Teşrihu Mes’eleti’l-İstisna +El-İşrak fi Meratibi’t-Tıbak +Şerhu Kava’idi’l-İ’rab +Seyfü’l-Kuzat ale’l-Bugat +Şerhu’l-Esmai’l-Hüsna +Muhtasar fi İlmi’l-Hadis +Şerhu’l-Aka’idi’l-Adudiyye +El-Ferahu ve’s-Sürur fi Beyani’l-Mezahib +Nüzhetü’l-Ervah ve Gıbtatü’l-Eşbah fi’t-Tasavvuf +Vecizu’n-Nizam fi İzharı Mevaridi’l-Ahkam +Şerhu Tehzibi’l-Mantık ve’l-Kelam +Menba’u’d-Dürer fi İlmi’l-Eser +Menazilü’l-Ervah +El-Muhtasaru’l-Müfid fi İlmi’t-Tarih +Hallü’l-İşkal fi Mebahisi’l-Eşkal fi’l-Hendeseti +Tefsiru’l-Ayati’l-Müteşabihat +Nüzhetü’l-İhvan fi Tefsiri Kavlihi Te’ala +Nüzhetü’l-Mu’rib fi’l-Maşrık ve’l-Mağrib +“Zeyd kaim” cümlesine dair yüz on üç bahsi havi +risale +Tergīb fi Keşfi Rümuzi’t-Tehzib +Mi’racü’t-Tabakat ve Ref’u’d-Derecat li-Ehli’l-Fehm +ve’s-Sikat +Kıbletü’l-Ervah +El-Kafi eş-Şafi +En-Nüzhetü fi Ravzati’r-Ruh ve’n-Nefs +Kararu’l-Vecd fi Ş erhi’l-Hamd +Seyfü’l-Hamdi ve’n-Nusreti +Hüsnü’l-Hitam li’l-Meram +Risale-i Müstakille bi- İ lmi’n-Nefsi ve Vücuhi’l-Kıraat +el-Hidayetü’l-Beyan fi’l-Halkı ve’t-Tekvin +Zeminu’l-Ferah bi-Miladi’n-Nebiyyi Seyyidi’l-Enam +Neylü’l-Meram +Keşfü’n-Nikab li’l-Ashabi ve’l-Ahbab +el-Kafi fi Beyani’s-Saffi’l-Müstatili Cidden +Remzü’l-Hitab bi-Reşhi’l-Iyab +Hulasatü’l-Akval fi Hadisi “ İ nneme’l-A’malü bi’nNiyyat” +Neşatu’s-Sudur fi Ş erhi Kitabi’l-Ferah ve’s-Sürur +Seyfü’l-Müluk ve’l-Ahkam el-Mürşidü Lehüm ila +Sebili’l-Hakkı ve’l- İ hkam +" +" +" +" + +Bu bir hitab-ı tel’indir ki Cenab-ı Ebu’l-beşer ciğerparesi +Habil’in faci’a-i katline girye-nak-ı teessür olduğu halde +Kabil’in kanlı çehresine fırlatmış; işte bu –o günden i’tibaren– +kelam-ı nübüvvetten olmak üzere elsine-i mukaddese-i +enbiyadan ala [n]ebiyyina ve aleyhimüssalatü vesselam +Ben de bu hitab ile söze başlıyorum. Çünkü makama en +cedir olan ancak bu hitabdır: +“Utanmadıktan sonra destur…..! İstediğini yap!” +Hem de öyle bir muhit içinde ki değil sözle değil külhan +edebiyatıyla fakat sopa hatta silahla bile olsa yine mukabele +görmekten emin! +Bir h ı ristiyan çıksa da Cenab-ı Isa aleyhissalatü vesselam +efendimiz hazretleri aleyhinde bir eser te’lif veya tercümeye +cür’et edecek olsa bütün H ı ristiyanlık alemi bir +tufan-ı tehevvür kesilir! Vay o müellif veya mütercimin haline!... +Bizde ise İslam namını taşır bir İslamiyet düşmanı Doktor +Dozi’nin Tarih-i İslamiyyet namına yazdığı hezeyannameyi +canperver bir huzur-ı vicdan ile tercüme eder; sonra +da “büyük bir ihata-i nazar ve derin bir im’an göstermekle +mümtaz ve kat’iyyen bi-taraf bir akl-ı selim mahsulü” olmak +üzere mütala’asını ehl-i imana kemal-i ehemmiyetle tavsiye +! +eyler! Her sahifesi her satırı her kelimesi müstekreh hezeyanlar +kusan bir mahsul-i küfr ü şirki bu derece yükselten +bu kadar göklere çıka[r]tan mütercim müellifden ziyade +düşman-ı İslamiyet olmak lazım gelmez mi? Bu meydanda! +Fakat işte ervah-ı habise gibi alem-i İslamiyet’e musallat olan +siyah karga alaylarına katılan şahin yuvasında doğmuş +şahin yumurtasından çıkmış iken o ma’na-yı şehameti o +güzel mahiyeti karga mahiyetine feda eden bir zümrenin +pişvasından olan bu Dozi’nin şefik-i ruhu bi-perva bu azim +cinayeti irtikab etti. Bu hekim-i zu-fünunun nazar-ı idrak ve +savi…! +Zahirde gösterdiği İslamiyet Herakles’in da’vasından daha +çürük daha sahte! +Bütün şiddet kin ve gayzıyla İslamiyet’e dişlerini sırıtmak +saldırmak sonra da yine İslamiyet da’vasında bulunmak +ancak nev’i şahsa has olan bu tabib…. Bu fakih-i meflucü’l-vicdana +bu müfessir-i meyyitü’r-ruha yakışır! +men’ eden sırat-ı müstakīm-i insaniyyette rehberlik eden bir +utanmak duygusu var. O da öldürüldükten sonra destur….. +Meydan-ı rezalet senin! +“ Bevval-i çeh-i zemzemi la’netle anar halk” +Ta be-kıyamet! +Doktor; Sıratımüstakīm ’in sahaif-i diyanet-güsteranesi +üzerindeki Medeniyet-i İslamiyye’den Bir Sahife…. ünvanlı +risalemi görmüş; ictihad-ı hakimanesi ? coşmuş; ağzını +açmış gözlerini yummuş; ağız dolusu… kusmuş kendi +hayret bir cevher-i hikmet ibraz etmiş! +Doktor Medeniyet-i İslamiyye muharririni “Ahad-ı nasın +hoşuna gitmek merak-ı sefili…” ile vasfediyor. Ve “biz +böylelerle münakaşaya girişmek arzu edecek tab’da değiliz” +diyor. Yazdığı nifaknamesiyle kavlini tekzib ediyor. +“Ahad-ı nasın avam-ı hevamın hoşuna gitmek merak-ı +sefili!” dikkat olunmalı! Bu merak-ı sefil bu avam-ı hevamın +hoşuna giden şey Kur’an- ı Hakim …! +Kur’an- ı Hakim ’den bahsetmek arzu-yı dindaranesi sefil +bir merak oluyormuş! +Cür’et-i frenganenin bu derecesine değil –fakat doktorun +divan-ı adalette mes’ul tutulmaması en büyük bir felakettir– +bu fezahat-ı aleniyyeye nasıl sükut olunuyor? +Doktorun ictihad-ı frenganesince ben mülevves bir irtica’ +oyuncağıyla oynuyormuşum. İşte buna gülmekten kendimi +alamadım. +Erbab-ı namusa ehl-i imana saldırmak için dimağlarını +dolduran şişiren patlatan işte bu mekruh iftira! Bu mülevves +bühtan! +Onlara göre ehl-i iman umumen mürteci’! Çünkü +bunların ruhları Kur’an- ı Hakim üzerine titriyor. Onların ictihadları +da Garb medeniyet-i hayvaniyyesine bayılıyor. +Kendi ictihadlarına muhalif gördükleri herhangi bir +mü’min-i tammü’l-i’tikad inkılab-ı Osmaninin velev en +fedakar amillerinden de olsa yine mürteci’ vesselam!... +Haydi Divan-ı Örfi’ye! Buyurun darağacına! Mezarcılara +büyük müjde! Bir kaç milyon müslüman için kazanacakları +mezar ücretleriyle lord olacaklar! Eğer Cenab-ı Kur’an- ı Hakim +’e merbutiyet-i kalbiyye ve ruhiyye irtica’ oluyorsa işte +onu ben i’tiraf ediyorum. Merci’-i vicdanım melce’-i ruhum +Cenab-ı Kur’an- ı Hakim olduğunu bütün kainatın işiderek +şehadet edeceği yüksek bir sada ile söylüyorum. Zavallı! +Beni ölümle korkutacak! Söyle ey inkılab söyle! Medeniyet-i +nasıl can attığını senin büyük inkılablara şanlı kanlı bir +nazire olmaklığın için nasıl alevler püskürdüğünü söyle! +Söyle ey Edirne Hükumeti’nin Meclis-i İdare Salonu! +Dört Nisan gününde seni sarsan sayhalarımı o Meclis-i +Meb’usan’ın alkış tufanları içinde okunarak bütün İstanbul +ve taşra matbu’atıyla bir daha neşrolunması iltifatına nail +olan o beyannameyi nasıl yazdığımı “İstanbul’da Meşrutiyet’e +darbe vurulduğuna” bir türlü inanmak istemeyenlere +nasıl imza ettirdiğimi söyle! Söyle ey Edirne’nin belediye +dairesi! Abdülhamid-i azlemin hal’ ve ıskatı için çekilen telgrafname-i +umumiyi gözlerimi rü’yetten beri edecek tufan-ı +sirişkimle nasıl yazdığımı salonda bir vecd-i mutlak bir istiğrak-ı +sırf içinde nasıl yarım saatten ziyade irad ettiğim ateşler +alevler püsküren nutk-ı mülhemle ayn-ı muhalifleri +nasıl iskat ve ikna’ nasıl imza ettirmeye muvaffak bil-hayr +olduğumu ve bu tevfik-i ecell-i Hakk’a Nedimlerin Faiklerin +nasıl hayretlere düştüklerini Allah için söyle! +Söyleyiniz ey Edirne’nin mahfil-i askerisi! Ey topçu kışlası +cami’-i şerifinin minber-i alisi! Siz de hamil olduğunuz +hakīkatlere şehadet ediniz! +Daha istişhad edeyim mi? Fakat ne lüzumu var? Kainatın +her zerresi ayrı ayrı şehadet etse yine nafile! Bin kere +nafile! +Biz inkılabı Cenab-ı Kur’an- ı Hakim ’e onun şanlı şevketli +ferman-ı celil-i meşveretine istinaden yaptık. Düstur-ı +ulvi-i inkılabımız Hazret-i Furkan-ı Mübin idi. Onun üzerine +ellerimizi basdık; yeminler kasemler ettik. +el-yevm sabit-kademiz; ve ölünceye kadar da sabit-kadem +kalacağız. +Lakin bunlar öyle değil! Bunlar +diyorlar. +Emr-i celil-i meşveret hesablarına geldiği için inanıyorlar! +Abdülhamid de “ve üli’l-emri” cümle-i celilesine sıdk ? +bına elveriyordu. +Şimdi sözünden dönen ahd ü misakını ayaklar altına +alan kim? +Osmanlı Hükumeti’ne tac-ı Hilafet-i Muhammediyye ile +mütetevvic Osmanlı saltanatına dest-i inkılab ile iksa ettiğimiz +kisve-i zerrin-i Meşrutiyyet onun ebedi arayiş-i meşru’iyyeti +olacak. Onun evvela hafızı Cenab-ı Vehhab-ı hürriyyet +saniyen nigehbanı bir milyon Osmanlı silahı Osmanlı +süngüsüdür. +O arslan kümelerinin intibah ve teyakkuz barikaları saçmakta +olan gözleri livaü’l-hamd-i meşveret üzerinde temerküz +etmiş; bir an ayrılmaz. +Medeniyet-i İslamiyye muharriri uhde-i muranesine düşen +vazife-i hamiyyet ve diyanetini Allah ve Resulullah namına +yaptı. Bin iki yüz bu kadar seneden beri Cenab-ı Kur’andadın +şerrinden Levh-i Mahfuz’a çekilmiş olan emr-i celil-i +meşveretin şeref-i avdetine milletin vatanın selametine ifa +etti. Külah kapmak için değil! +Fakat madem ki doktorun ictihadına +keyfine mugayir; beyhude! Eğer Osmanlı milliyeti yalnız +doktorun vücuduyla kaim ise evet beyhudedir. +Doktor Medeniyet-i İslamiyye ’de delil olarak irad eylediğim +ayat-ı Kur’an iyye’yi “münasebetli münasebetsiz yekdiğeri +arkası sıra dizdiğimi” söylüyor. +Yukarıda bu ayetleri ahad-ı nasa hoş görünmek merak-ı +sefili üzerine de yazdığımı ve bunlar ancak avam-ı hevamın +hoşuna gidecek şeyler olduğunu söylerken her akılin anlamakta +pek o kadar güçlük çekmeyeceği bir zırva te’vili maharetini +Bu irtica’ıyla guya beni techil etmek istiyor. Doktor bunu +yazarken kalemi etrafında uçuşan sinekler bile gülmüştür +her şey olmak isteyen hiç bir şey olamaz. +“Cehlin ol mertebesi sehl olmaz +Kesbsiz ta bu kadar cehl olmaz” +Da’vanın bir de takribli delili olur. Doktor bu münasebetsizliği +yüzüme çarpabilirdi. Eğer o ayat-ı celilenin mevridini +mevkiini ta’yin etmiş ma’ani-i münifesini ibaresiyle +hiyyeyi vazıhan gösterebilmiş olaydı. Nerede…..! Doktor +hatta fenn-i münazara bile bilmez. Yalnız gasıblığı öğrenmiş. +Bizim hakkımız olan sözleri o bize –güya– söylüyor!! +Diyor ki: “Müslümanların başka bir derdi kalmamış mıdır +ki çarşaf ile gulfe ile uğraşılıyor?” +Ey ama-yı kin ü garazla kör olmuş zulüm! Bunu biz mi +sana söyleyeceğiz? Yoksa sen mi bize…? +Bu mes’eleyi durup dururken ortaya atan biz mi +oluyoruz yoksa sen mi? Ah … Bu insanın şeriri de hakīkaten +melekleri bile hayrette bırakıyor! +Daha ferda-yı inkılabda tesettürden ta’addüd-i zevcattan +esaret-i nikahdan sahaif-i matbu’at üzerinde şikayetler +koparan hangi tarafın kırılası kalemleri idi? +Biz sevgili Kur’an ımızın mü’minlere emretmekte olduğu +en mukaddes feraiz-ı ictimaiyyemizden tesettürü müdafaa +ettik; ta’addüd-i zevcatın felaket değil –şerait-ı maddiyye ve +ma’neviyyesini isticma’ eylediği halde– saadet nikahın esaret +değil zevci zevceye bağlayan bir rabıta-i hayat olduğunu +ta’addüd-i zevcatı lisanlarına dolayarak İslamiyet’e şütum-ı +tahkīr yağdırmaları medeniyet-i insaniyye muktezası mıdır? +Ta’addüd-i ezvacı hoş görmek medeniyet-i hayvaniyye +değil de nedir? +Her erkek peder her dişi de valide olmak üzere doğar. +Mesela bir evde dört hemşireden biri izdivac eder. Bu zevce +olduğu için hukūk-ı medeniyye-i nisvaniyyesine malik addolunur? +Diğer –evde üç hemşirenin valide olmak hakkı +yok mu? Halbuki mader-i fıtrat erkekten ziyade dişi doğurmasını +seviyor. Sonra ölüm erkeklere kadınlardan ziyade +musallat! +Evler kızlar dullarla dolu! +Ama öteden madam cenabları kendine bir rakībe istemiyor. +Hukūk-ı zevciyyet mukaddes! Beride zavallı kızlar +bedbaht dullar sanki insan değilmiş sanki valide olmak +hakk-ı fıtrisinden müstağni ve mahrum imiş gibi kuşe-i uzlet +ve bekarette çürümek tabiatın ilca-yı mukavemet-suzuyla +cevher-i ismetini lekedar etmekte muztar kalmak… Vahdet-i +oluyor? +Tekrar ediyorum: Her erkek peder her kadın valide +olmak hakk-ı fıtrisiyle doğar. +ediyor. Metresliğe umumhanelere bedel valide-i meşru’a +yapıyor. +Ya bu İslamiyet düşmanlarının üzerimize yağdırdıkları +düşnamlar isnad eyledikleri hayvaniyetler vahşetler doktorun +hiç de gücüne gitmiyor mu? Yalnız benim “medeniyet-i +hayvaniyye” sözüm mü ruhuna batıyor? Doktor Volter’in +….. Fanatisme denaetnamesini okumadı mı? Bu serseri filozofun +Papa On Dördüncü “Benoit”nin takdisatına nail olduğunu +bilmiyor mu? +Fakat hiç Dozi’nin Tarih-i İslamiyet ’ini tercümeye kalbinde +aşk ruhunda şevk gören bir adam bundan müteessir +olur mu? Nite ki oluyor! Benim medeniyet-i hayvaniyye +ta’birim Avrupa’ya gitmemek Volter’in heykelini selamlamamak +kibden maksadım pek vazıh iken doktorun anlayamamasına +ne demeli? Anlatmaya hiç de mecbur değilim. Terkib +kendisini anlayana pek a’la anlatıyor! +hadis-i şerifini +tercümesinin dibacesine yazan doktor değil mi? İslamiyet +ayn-ı insaniyyet mahz-ı medeniyyettir. +rahmete bir ruh-ı ulviyyete yılan dişlerini sırıtmak zehrini +dökmek insaniyet midir hayvaniyet midir? +kab etmiş! Yine biz kabahatli öyle mi? +Daha dün Doktor Yuvakiye isminde bir sefilin İslamiyet +aleyhine savurduğu hezeyanları ne çabuk unuttuk. Bu mel’unane +tahkīrler eğer şahsımıza olsaydı Doktor Yuvakiye’nin +tepesine yıldırımlar yağdırırdık! “Müslüman Muhammed’in +adi bir surette tasarladığı resmin hulasa-i süfliyyesidir” diyordu. +Haşa sümme haşa! Şimdi bu kim bilir kaçıncı Volter +nefretle tel’in eder. La’net yüz bin kere la’net! +Bir kaç ay evvel Eskişehir İ’dadi Mektebi’nin Arabi mu’allimi +guya Hazret-i Isa aleyhissalatü vesselam efendimiz +hazretleri aleyhinde –haşa– tefevvühatta bulunmuş diye +kıyametler koptu. Gayr-ı müslim talebe mektepten çekildi! +Halbuki H ı ristiyanlık alemi pek a’la bilir ki müslümanlar +Cenab-ı Mesih’i aleyhissalatü vesselam takdis ederler. Resul-i +müşarun-ileyh hazretlerini –haşa– inkar Kur’an- ı Hakim +’i inkardır ya bu da medeniyet-i insaniyye icabı mıdır? +Sanki doktor cenabları makalemdeki şu “Avrupalılar Kur’anki +peri-i medeniyyetin bu kadar dil-aşub heykelini tasvire +muvaffak oldular. İşte cansız iken bu derece nazar-rüba olan +bu perinin bir de ruh-ı iman ve İslamı bizim iman ve irfan +etmiş olurlar.” +Şu sözleri şu acı i’tirafı okumadı mı? Bizim Avrupa’nın +medeniyet-i maddiyye ve sına’iyyesine muhtac olduğumuzu +kemal-i hicab ile i’tiraf etmek lazım geldiğine dair olan +sutur-ı teessür ve teellümü görmedi mi? +Gördü gördü fakat: +Gözlerini hun-alud bir perde-i ateşin kaplamış! Avrupalıların +yırtıcı kaplan sürüsü paralayıcı sırtlan kurt kümesi +gibi üzerimize saldırması insaniyet midir? Dinimizi tahkīr +milliyetimizi terzil..! Yine medeniyet-i hayvaniyye değil! Ey +be kuzum bu medeniyeti madem ki bu derece tebcil ve +takdis ediyorsun git onların içine git! Onların arasına karış! +Seni burada zencirle bağlamadılar! +Yok yok! Doktor; onlara vekalet ediyor! İşte her +gün ictihad-ı frenganesiyle başımıza bir darbe-i tahkīr indiriyor! +Dünyada ictihad varsa o da doktor cenablarının ona +karşı kimse şakk-ı şefe etmemeli! Ederse darağacına çekilmeli! +Çünkü doktorun i’tikadınca bütün müslümanlar avam u +hevam kabilinden onlar doktora körü körüne itaatle mükellef! +Bak; tesettür altında vahşi yırtıcı kuşlar bulunuyormuş. +Muhadderatımız paralanmak tehlikesinde imişler! Çabuk +çarşaflar atılmalı ki o vahşi kuşlar kaçsınlar! Kadıköyü’ne +Moda Burnu’na doğru gitsinler! Orada tesettür-i Kur’an i ile +tor cenablarına! İstanbul’da tesettür aleyhinde bir fırka-i +münevverenin vücudunu inkar etmek icabını koca Kadıköyü’nü +muhteşem Moda Burnu’nu ve emsali daha birçok +muhiti paltosu altına gizlemek gibi hokkabazları bile güldürecek +sehharane bir maharet ibrazına çalışıyor! +mış ya? Hiç yok muymuş ya?.... Kaşki yok olsa?! Doktor +cenabları makale-i fakīhane ve müfessiranesinde ??? “Türkiye’nin +bekasını İslamın muhafaza-i haysiyyetini can ü gönülden +arzu edenlerin yapacağı bir şey varsa o da hoşa +gidip gitmeyeceğini düşünmeyerek ve kailinin tel’in veya +takdir edileceğini hatırına getirmeyerek: +Hakīkat kadar bence yoktur güzel +Hakīkattir ancak dil-aviz olan +Diyerek hakīkati i’la hakīkati zafer-yab etmeleri zamanı +gelmiştir; ve belki bu zaman geçmektedir” buyuruyorlar! +Hakīkat nedir bilmiyorsun kuzum! +Hakīkattir işte benim her sözüm. +Diyorsun ki i’la-yı hak etmeli! +Ki ihraz-i kasbü’s-sebak etmeli +Vatan bizden işte cihad istiyor +Büyük pek büyük ictihad istiyor +Fakat evvela ittihad istiyor +Fakīr… Pek fakīr iktisad istiyor. +* * * +Acebdir ki bezdür[ür] şikak u nifak +Muhal mi muhal ittifak [u] vifak! +Vatan katili olmak istermişiz! +Onu yaralı yerlere sermişiz! +O feryad ederken bu gavga nedir? +O inlerken eyvah bu da’va nedir? +Nedir söyleyin ba’is-i hay ü hu +Şu hale aceb gülmüyor mu adu? +Ah… Nerdesin ey hiss-i insaf nerdesin? Yoksa bizim kalbimize +girmeye ruhumuzu okşamaya aklımıza vicdanımıza +biraz nasihat etmeye tevbe mi ettin? +Şimdi ben doktorun bu –pek doğru olan– sözüne ne +diyeyim? Fakat doktor bunun ma’nasını düşünerek mi +yazmış? Eğer zerre kadar düşünmek hatırına geleydi kemal-i +nedamet ü hicab ile kalemini atar makalesini yırtardı. +A kuzum! İşte biz de Türkiye’nin bekasını İslam’ın muhafaza-i +haysiyyetini hem de ırkan –Türk değil– Arnavud olduğumuz +halde mücerred feyz-ı din ile ırkı kavmiyeti Cenab-ı +Kur’an- ı Hakim ’in şeref-i cihan-penahına ayaklar altında +ezip çiğneyerek en mukaddes bir vazife bildik. +Düstur-ı sitayişkaranesi cebin-i diyanetimizde silinmez +bir tuğra-i garra-yı kudsiyyet! +Şimdi sen bu meslek-i hamiyyeti bu kadar parlak bu +derece ulvi bir surette her vatanpervere her diyanet-güstere +tavsiye ederken ya nasıl oluyor da haziz-ı süfliyyete iniyor +hame-i kin ü garazla bize düşnamlar tahkīrler irtica’lar +ham-ervahlıklar savuruyorsun… Söyleyin! Allah için söyleyin +ey kariin-i kiram! Bu ne dehşetli tenakuz…! +Vallahi doktor pek tuhaf…! +Beni hangi asırda bulunduğumu hangi devletin taht-ı +tabiiyetinde yaşadığımı bilmemek veya bilememekle itham +etmek isteyen; doktor; mesturiyetin suret-i meşru’asıyla Avrupa +nisvanı nisvan-ı İslam’dan daha ziyade mestur olduklarını +kulağıma söylüyor. Teşekkür ederim; ikinci bir tenakuz +daha; demek oluyor ki bizim nisvanımız çıplak çünkü +Avrupa nisvanının daha mestur olması bizimkilerin onlara +nisbeten daha çıplak olmaları iktiza eder. İşte biz de buna +teellüm ve feryad ediyoruz. Binaen-aleyh doktorun ithamını +biz yirminci asr-ı medeniyyette miyiz yoksa kurun-ı ulada +mı? Hilafet-i İslamiyyeyi haiz Devlet-i Mü’mine-i Osmaniyye’nin +mi taht-ı tabiiyyetindeyiz yoksa Kongo veya Siyam +hükumetlerinden birinin idaresinde miyiz? +Tesettür namına yapılan bu maskaralıklar ismet ve namus-i +nisvaniyyeye fırlatılan bu istihfaf ü istihzalar nedir? İşte +sen dilinle i’tiraf ediyorsun ki Avrupa nisvanı bizimkilerden +daha mestur benimle hem-ahenk-i feryad olacağına yine +bana hücum etmek ne oluyor?” Doğrusu doktorun bu +makalesi bir sütuna hakkedilip timarhanede hıfza layık! +Doktor; üstazü’l-esatiz Zihni Efendi hazretlerinin meşahir-i +nisalarını onda ulemaya icaze vermiş muhaddisatı +harbe gitmiş mücahidatı göstermeye de himmet etmiş makalemde +muhaddisattan bahsetmedi mi? +Doktor kendini okutsun! Fakat oh...! Garaz ne +mühlik illettir! Doktor hakīkī Müslümanlığın emrettiği hakīkī +tesettür başka Müslümanlığı ma-la-ya’niyatta ve ma-la-yukalatta +arayan ham-ervahların zu’m ettiği mesturiyet yine +başka diyor ve şu: +Beyt-i ikaz u irşadını hediye ediyor. +Canım; anlatamadık mı? Şu hakīkī Müslümanlığı hakīkī +mesturiyeti söyle de bilelim! Bizim aradığımız bundan başka +nedir? Allah aşkına söyle de şayed bilmeyerek duçar-ı belayı +taassub oluyorsam saye-i irşadında kurtulayım! +Zaten bizi bitiren iki şeydir: Biri eski müzmin; diğeri de +yeni ve mühlik: Ta’assub dinsizlik. Kuzum doktor biz ta’assubumuz +u izmihlal kesildiğini anlamaya kalın kafamıza sokmaya çalışıyoruz. +Ta’assub: Cehl-i muza’af demektir! Lakin sana sorarım: +Türk terbiye-i milliyyesinin nazariyatı Paris’de mi görülüyor +orada mı okunuyor. Ki Fransa’dan mürebbi ve +mürebbiye getiriyoruz; ciğerparelerimizi onlara teslim ediyoruz; +bir Fransız; kendine tevdi’ olunan bir çocuğu nasıl terbiye +edebilir? Fransızlığı sena ederek göklere çıkararak; İslamiyeti: +“ L’İslamismen’ esf qu’unfanatisme tres barbare” diye +yerin dibine geçirerek değil mi? Bu pek tabiidir! İslamiyet’i +tebcil ü takdis ederek değil ya! Bu çocukta artık Türklük +ve hususiyle Müslümanlığın zerresi kalır mı? Bu çocuk +ruhen fikren bir Fransız! Ba-husus ba-husus; ki süd! süd! +süd! Südün hilkatine olan te’sirini hangi akıl inkar edebilir? +Sonra Cizvit papazlarına teslim etmek mektep kilisesine +gitmesine ayin-i H ı ristiyaniye iştirakine salibi takbiline ses +çıkarılmamasına ne demeli? İslamiyet’in bizden veda’ına +sebeb işte budur; yoksa Medeniyet-i İslamiyye’nin Sıratımüstakīm +sütunları arasında ca-yı kabul bulması değil. Eğer +sende zerre kadar iman ve insaf olaydı o makaleyi ağlayarak +okurdun! +! +şematetle söylemez. Fas İran mahvolursa sen ellerine kın a +koy! İngiliz Fransız Rus dostlarına ziyafetler çek! +Doktor’da lisan-ı hikmete; hame-i edebe bakınız ki latamı +yadetmek dururken çakşırdan bahsetmiş acaba bunun +lataya tercihindeki hikmet ne olsa gerek? +Doktor’da zerre kadar hulus-ı niyyet hubb-ı vatan sevda-yı +milli olsa vazifesi olmayan tesettürden bahsetmezdi. +“Mekteb-i Tıbbiyye-i İnas” işte doktor bundan ne kadar +bahsetse bu ünvan altında ne kadar söz söylese yeri vardır. +yad edecek milletin nazar-ı intibahını üzerine çekecek faci’ +mevzu’u! +Ne kadar genç henüz ömrünün nevbahar-ı şebabında +kızlar hanımlar tutuldukları hastalıkları etıbbaya tedaviden +olur gider.. Fıkhımız ise bir kadını tedavi emrinde evvela +hem nev’inden bir tabibenin vücuduna kail oluyor. Ve o +mevcud iken etıbba-yı ricale müraca’atı tecviz etmiyor. Ne +kadar doğru! Yoksa kadınlar yirminci asr-ı medeniyyetinin +muharebelerine gitmezler! Mücahidelerin harblerde görüldükleri +zamanlar ok kılıç gürz asırları idi. Fütuhat devirleri +çıkmak Gol kişverine dalmak günleri idi. +Maamafih inde’z-zarure gider de. Onun içindir ki kadınlar +binicilikten fenn-i endahttan hissemend olmalı hususiyle +hududlardaki nisvan-ı İslam’a bu farzdır da. Ya Fransızca’nın +ne lüzumu var? +Rica ederim şunu isbat et de bari kerimelerim cahil +kalmasınlar! Fransızca öğretmezsem belki günahkar da +olur? Vebal altında kalırım??? Dans da lazım! Beykoz’a +gidip mükemmel polka oynamak da ma’kūl değil mi ne +yapalım doktor bizim kalın kafamız bu rezaletleri almıyor! +Bu vakahatlere la’net ediyor. Bir vakit hafıza hanımların +şimdi kerimelerine bakınız! Lisan-ı mader-zadlarından istikrah +ediyorlar; Fransızca konuşmak çarşıda Fransızca alışveriş +etmek… Hasılı reftar u edasıyla her şeyiyle mükemmel +bir Fransız madamesi! +Acaba Londra’da bir İngiliz; Paris’de bir Fransız; Berlin’de +bir Alman madam veya matmazeli lisan-ı mader-zadını +milliyetini ahlak-ı milliyyesini böyle bizimkiler gibi tahkīr +eder mi? Onlar Türk mürebbiyesinin terbiyesiyle büyümemişler +ki….! Bu cinneti bu cinayeti ancak bizim içimizdeki +südübozuk kanı karışık Türk ve İslamiyet düşmanları yapar! +Bu öyle şahsi bir cinayete de benzemez. Evladını Fransız +mürebbiyesine tevdi’ eden Cizvit mektebine gönderen milletinin +kalbini hançerlemiş milliyeti öldürmüş demektir. +Evladını ta süd nineden mürebbiyeden tam bir Fransız yap; +Cizvit papazının önüne kemal-i hürmet ü ta’zim ile diz çökerek +ellerini öpsün; sarıklı bir hoca görünce fart-ı nefret ü +delalet eder? +Buna doktordan cevap istemem; zira “evet;” diyeceğine +şübhe yok. +Vah vah vah! Yine İslamiyet’in bizden veda’ına delil +Medeniyet-i İslamiyye makalesinin Sıratımüstakīm ’de ca-yı +kabul bulması oluyor ha! Zavallı kalem! Bu ….nları muztarrane +yazarken kim bilir o parmaklara ne kadar la’netler +okumuştur! Fakat ne yapsın! Doktor şuna emin olsun ki o +mürebbi ve mürebbiyelere yol verilmedikce Cizvit kollej +mekteplerinden çocuklar alınmadıkca kadınlarımız hakīkī +Müslümanlığın doktora bunları Allah söyletiyor a’za-yı vücudu +ahirette intak edecek Allahu ekber Doktor’u daha +şimdiden söyletiyor! murad ettiği mesturiyete girmedikce; +bu dinsizlikten vazgeçip de cami’lerde ictima’ etmedikce ittihadın +kabil olamayacağını üç senelik tecrübelerimiz gösteriyor. +Mektepler; mükemmel mektepler hani ya hani ya! Vatan +yalnız İstanbul’dan mı ibaret? Hatta iki evli bir köye kadar +acilen mektep! +Doktor; bir gün ehemmiyeti Avrupa’nın tabakat-ı aliyye +ricalince kemal-i şükran ü mahmidetle takdir olunarak fi’len +miş! Sonra şimdi gayr-ı müslimlerin de şeref-i askeriye nail +olduklarını söylemiş! Atina’da Sofya’da ne kadar firariler +var Adalar’dan Yunanistan’a firar edenlerin adedi binleri +geçti.! Evet evet işte Girid Osmanlı Rumları hizmet-i askeriyyelerini +fasulye gibi ni’metten addediyor! Sen adam olma da aldanmak +şanından olmayan vicdanını iğfale çalış! İşte bu da bize +has bir melankoli! +Aklımız varsa bir taraf ta’assubdan; diğer taraf da dinsizlikten +tevbe eder de Japonları numune-i imtisal tutarsak pek +az bir zamanda canlanır; vatanımızda pek feyz-bar olan hazain-i +tabiatten pek çok istifade ederiz. İnsan odur ki Allah’dan +başka kimseye muhtac olmaz. Cenab-ı Hak Avrupalıları +bizim şerefimize yaratmadı bunu bilmeliyiz! Cinneti +bırakıp daire-i akla rücu’ etmeliyiz. İşte bizim de ziya-yı hurşidden +parlak nur-ı kamerden saf bildiğimiz bir hakīkat ki +bir zerre-i şu’a’ı bin cihan aydınlatır! İctihad budur yoksa +Doktor’un tenakuzları evham ü hayalatı değil! +Ve’s-selamü ala menittebe’a’l-hüda +Muhterem efendilerimiz +Geçen hafta çıkan risale-i mu’teberelerinde Doktor Abdullah +Cevdet Bey’in Mehtab gazetesinde “Tesettür Mes’elesi” +ünvanıyla neşrettiği bend-i mahsusa cevap olarak yazdığınız +makaleye ilaveten bir kaç sözüm vardır. +Acizeniz el-yevm kırk dokuz yaşında ve iki kızla bir erkek +evlada malikim. Pederim bundan on yedi sene ve zevcim +dahi askeri kaymakamlarından olup beş sene evvel vefat +etmiştir. Damadımın biri nizamiye yüzbaşılarından olup bu +defa Yemen’e sevkedilerek el-an oradadır; merhum pederim +gayetle hadidü’l-mizac idi. Benden başka evladı olmadığı +halde asla ru-yı iltifat göstermez ve bir gün mektebe gitmesem +sinde gördüğüm için gizli gizli valideye şikayette bulunur +Her ne sebebden ise yirmi yaşına gelinceye kadar tezvicime +müsa’ade etmedi. Ve ancak kendi intihab ve arzusu üzerine +zevc-i merhumla izdivacımız vukū’ buldu. Ama müteveffa +zevcim ile geçirdiğim yirmi dört senelik hayat-ı mes’udaneyi +ta’rifden acizim. Zira merhum hem zevc ve hem de hace-i +muhteremim idi. Emin olunuz ki şu satırları onun himmeti +sayesinde karalıyorum. Bir kütübhane dolusu terkeylediği +asarın kısm-ı a’zamı akaid-i diniyye ve ahlakıyyeye dair +kitaplardır ki nazarımda her şeyden kıymetdar bir hazinedir +Cenab-ı Hak gani gani rahmet eyleye amin. +Şimdi Doktor Abdullah Cevdet Bey’in “Tesettür-i nisvan” +hakkındaki mütala’asına gelelim. Haddim olmayarak +yalnız şu cümlelere cevap vereceğim. “Mesturiyet suret-i +meşru’asıyla Avrupa nisvanı nisvan-ı İslamdan daha ziyade +mesturdur. Mesturiyetten murad validemizi hemşiremizi +kızımızı zevcemizi bir çuvala koyup ağzını bağlamak ve onları +hayvanlaştırmak hiç değildir. Hakīkī Müslümanlığın murad +ettiği mesturiyet başka…. Ham-ervahların zu’m ettiği +mesturiyet yine başkadır.” +Evvela birinci cümle-i efkarının hakīkat olduğuna inanamam. +Zira mesturiyetin esbab-ı hikmetiyle suret-i meşru’asına +vakıf olanlar hiç bir vakit bu sözleri hakīkat olarak kabul +edemez. +Saniyen çuval ta’birinden maksad bizim Bağdad çarşafı +dediğimiz ve bunun emsali ki bol ve genişce çarşaflar ise bihakkın +mesturiyet-i matlubeye muvafıktır. Çuval ta’biri aynı +fesaddır. +Salisen hakīkī Müslümanlığın murad ettiği mesturiyet +başka ila ahirihi… Aceb bu babdaki mesturiyet ne yolda +Kariin-i kiram! Söyleyiniz tahsil ve terakkīmize çarşaflar +gılaflar mı yoksa ebeveynimizin su’-i idare ve terbiyeleri mi +mani’ oluyor. Doktor bey emin olsun ki saye-i şeri’atte namusumuz +servetimiz hayat-ı ma’neviyyemiz o çuval gibi +çarşaflar içerisinde mahfuz kalmıştır. Ve inşaallahu te’ala +hayatımızın son dakīkasına kadar böylece muhafaza etmek +niyyetindeyiz. Aceb mesturiyetten hangi bir aile zarar görmüştür +ki doktor bey i’tiraz ediyor. Ve ne cür’etle evamir-i +şeriyyeyi su’-i tefsire ve muhadderat-ı İslamiyyeyi ifsada +kalkışıyor. Eğer bizim çarşaflarımız Beyefendi’nin a’sabına +dokunuyor ise Avrupa’ya gitsinler. Orada yaşasınlar. Medeniyet-i +Garbiyye ile ülfet etmiş İslamiyetini unutmuş +farmasonluğu beğenmiş bir takım iki yüzlü müslümanların +taht-ı nikahında bulunan genç kızlarımızın ahval-i hayatiyyelerini +görüp müteessir olmamak kabil midir? Bu gibi +terakkiperver beylerimizin hanelerinde çocuklara varıncaya +kadar akşam sabah Bomonti birasına devam ediliyor. Bu +suretle zavallı ma’sumların hayatı zehirleniyor. Velhasıl bir +sefalet-i daime içinde yaşayıp gidiyorlar. Allah encamını +hayreyleye. +Japonya’da neşr-i İslam vazife-i mübeccelesiyle iştigal +eden Muhammed Bereketullah Efendi hazretlerinin Darü’lhilafe’ye +muvasalatlarını yazmış Hindistan Bhopal Hakimesi +Behpapikem Sultan hazretleriyle mülakatlarından da +bahsetmiştik: +Bu kere elimize vasıl olan Uhuvvet-i İslamiyye nam +risalenin son nüshalarından ber-vech-i ati iktibası münasib +buluyoruz: +Bereketullah Efendi İstanbul’a teşrif maksadıyla Tokyo’dan +azimet edecekleri günden bir akşam evvel Asya– +Gikay Cem’iyeti kendilerini da’vetle şu yolda bazı beyanatta +bulunmuşlardır: Bereketullah Efendi’nin ziyaret edecekleri +yerler cem’iyet efradının kalblerinde en kıymetdar bir +mahal işgal eder: Onları Türkiye ve Mısır’a rabteden şey +din-i İslam’ın ulviyetine olan muhabbetleriyle peygamberler +Efendimiz’e olan samimi irtibatlarıdır. Mister Ohara cenabları +sözlerinin şu cihetine nazar-ı dikkati celbediyor ki Japonlar +nail-i amal olmaları için alem-i İslam’dan nakten bir +mu’avenetten ziyade dinen bir hizmet bekliyorlar: Ecnebi +lisanlarına vakıf muktedir hocalar istiyorlar. Ve Bereketullah +Efendi’ye rü’yalarında bile cem’iyet efradının kalblerini işgal +eden ümmet-i İslam’a taraflarından ithaf-ı tehaya etmelerini +rica ediyor: +Bereketullah Efendi bu sözlere mukabeleten arz-ı teşekkür +ve maksada kemal-i sadakat ü hulus ile çalışıldıkca sa’ylerinin +bi-avni’llahi te’ala muvaffakiyetle tetevvüc edeceğine +dir. +Japonya erbab-ı kaleminden matbu’atta İslamiyet ve +H ı ristiyanlık’tan bahseden bir çok zevat görülüyor: Bunlardan +Arab edebiyatı ve belagat-ı Kur’an iyye hakkında beyan-ı +mütala’a edenler de bulunuyor. +ufacık fıkra kifayet eder. +Bereketullah Efendi hikaye ediyor: +Mayıs’da Kinza[?] Lokantası’nda dostum Mister Sakuray +tarafından da’vetli idim. Orada mümtaz bir Japon +muharrir ve hatibi olan Mister F. Nogoşi dö Omori’ye takdim +olundum. Müşarun-ileyh Hayat-ı Muhammed ünvanıyla +bir eser kaleme almış olan ilk Japon alimidir. Ki bu eser +derdest-i tab’dır. Arzuları üzerine tab’ olunacak kitab ı n başına +şu üç Arabi ibareyi yazdık. +şeklinde yazılmıştır. +Bismillah La ilahe illallah Muhamedün Resulullah.. +Takdimden maksad da bu idi. +Mister Sakuray bize hoş bir hikaye nakletti: +Bir gün Mister Omori’nin evine girdiği zaman çocuklar +kendisini la ilahe illallah sadalarıyla karşılamışlar: Bunun ne +demek olduğunu sorunca İslamın kelime-i şehadeti olduğu +cevabını almış: +Mister Nogoşi’nin yazdığı eser hakkındaki hikayesi de +pek garibdir: Japonca bir eser yazmak üzere mütala’a odasında +oturmuş; gözleri kapalı düşünüyormuş: Birden bir +dakīka-i ruhiyye geçirmiş; bir de bakmış ki elindeki yazı fırçası +kağıda Muhammed nam-ı kudsisini nakletmiş: +Diyorlar ki Japonlar hayalden mahrumdurlar doğru +mu?.. +Japon Hükumeti’nin din hakkındaki telakkīsine gelince +Capan Times gazetesi bu babda iyi ma’lumat veriyor: +Şimdiye [kadar] Japon rical-i hükumeti din hakkında +gayetle lakayd kalmış hatta mekteplerden tedrisat-ı diniyyeyi +haric bırakmıştı: Bugün Dahiliye nazırı terbiye-i diniyyenin +salabet-i milliyyeye olan te’sirini nazar-ı dikkate alıyor: +Konfüçyanizm’in kadim an’anatıyla Avrupa’nın liberal +efkarı arasında harekat-ı ihtizaziyye icra etmekte olan gençlerimizin +hayat-ı ahlakıyyeleri tehlikededir; ma’neviyatı sukūta +mahkum görünüyor. Son bu in’ikadda mes’ele mevzu’-ı +bahs olmuş irtibat-ı dininin sihr-i ma’nevisi kesb-i alaniyyet +etmiştir. +ayrıca gayet müessir makaleler neşretmişler bilhassa Tokyo’da +münteşir Hoti Şimbon gazetesi hususi ilave neşrederek +bu münasebetle “Osmanlılara gelen kaza bize gelmiş +gibidir” ibaresini ayrı harfler ile yazmıştır. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Eylül +Yedinci Cild - Aded: +Fakat bahse şüru’dan evvel tasavvufu ta’rif tasavvufu +ta’rifden evvel de bir faide-i lügaviyyeden bahsedelim. +Karn-ı saniden sonra ibadat ve ta’ata hasr-ı vücud edenlere +“sufiye” ve “mutasavvıfa” namı verilmiştir. “Sufi” +kelimesinin aslına dair Mukaddime-i İbni Haldun ’da şu sözlere +tesadüf olunuyor. “İmam Kuşeyri hazretleri dedi ki bu +olmayıp zahir olan bu kavmin lakabıdır safadan veyahud +sıfattan müştaktır diyenlerin kavli kıyas-ı lügavice ba’iddir; +ve kezalik sof dan müştak olması dahi ba’iddir; zira onlar sof +giymeye mahsus ve münhasır değiller idi.” +ki iştikakına kail olunduğu surette zahir olan sofdan müştak +olmasıdır. Zira onlar elbise-i fahireyi terk ile sof giyerek ammeye +muhalefet üzere olmuşlar idi” diyor. +Hulasa bu lügatin iştikakına kail olanlar “sof” kelimesinden +müştak olduğunu söylüyorlar. Hatta Ruhu’l-beyan sahibi +rinin birinci cildinde: +– +beyt-i şerifini şerheylediği sırada: Sof +koyun yünüdür; sufi surette koyun yününden aba giyici ve +ma’nada mukarreb demektir. Dedikten sonra bu kelimenin +Halbuki sufiyyun hazeratının meslek-i mahsusları meslek-i +hikmet ve ma’rifetten ibaret olduğu gibi kendileri de +kemalat-ı suriyye ve ma’neviyyeyi cami’ birer hakim-i zu-fünun +olduklarından “sufi” kelimesinin “feylesof” kelimesi gibi +akıl hakim ma’nasına olan “sofos” kelime-i Yunaniyyesinden +ta’rib ve kendilerine alem edilmiş olması pek muhtemeldir +nitekim bu kelime Pisagor’a gelinceye kadar tarik-ı +hikmet ve ma’rifete salik olan hükema-yı Yunaniyyeye de +alem olmuş idi. Pisagor bu ünvanı lazıme-i tevazu’a mugayir +gördüğünden kendisinin hakim değil ancak feylesof yani +muhibb-i hikmet olduğunu beyan etmiş ve kendisinden sonra +gelen hükemanın kaffesi bu ünvan ile yadedilmiştir. Pisagor’un +lazıme-i tevazua mugayir gördüğü bir ünvan nasıl olmuş +da sufiyyun hazeratı tarafından kabul edilmiş diye i’tiraz +edilecek olursa biz bu i’tirazı cevaptan müstağni görürüz. +Kaldı ki bu ünvan sufiye hazeratı tarafından mı ihdas edilmiş +yoksa onların tarik-ı hikmet ve ma’rifete salik olduklarını +görenler tarafından mı tevcih olunmuş burası ma’lum +değildir. Hazerat-ı sufiyyenin o zümreden olmayanlar tarafından +bu ünvan ile yadedilmiş olmaları da muhtemeldir. +Feylesof kelimesine gelince bu kelime daha o zamanlar +ma’na-yı hakīkīsinden tecrid zendeka ve ilhad lügatlarına +terdif edilmiş olduğundan tabii ebrar-ı ümmete ünvan olamaz +gösterilen: +kavline istinad edenler yukarıki tevcihi kabul etmezler. Halbuki +bu hadis ehadis-i sahihadan değildir. +Tasavvufun ta’rifine gelince: +Onun pek çok ta’rifi vardır. Fakat bu ta’riflerin ekseri +tasavvufu gayetiyle ta’rifdir. Maksad tasavvufun kaffe-i aksamından +bahsetmek olaydı bu ta’riflerden bazılarını nakleder +lesine aid olduğundan tasavvufun yalnız onu ihtiva eden bir +ta’rifini yazacağız. Ta’rif şudur: +Zat ve sıfat-ı İlahiyye ile mebde’ ve me’ada müteallık +ahvalden bahseden ilm-i kelamın mevzu’u da ayn-ı mevzu’ +Beyiti bu iki ilmin beynlerindeki farkın mi’yarıdır. Fakat +bu farkın vücudu birinin lüzumuyla diğerinin lüzumsuzluğunu +tazammun etmez; böyle bir iddiaya kalkışan idraksizliğine +hüccet göstermiş olur. Hazret-i Mevlana ulum-ı akliyye +ve nakliyyede zamanındaki ulemanın a’lemi idi. Hazret-i +Şems ile mülakī olduktan sonra evliyaullahın ekmeli oldu.. +Cenab-ı pir akliyyat ve nakliyyattan başka şimdiki +Fransızca gibi o zamanın lisan-ı fenni ve felsefisi olan Yunan +lisanının da gavamızına vakıf idi. Hatta hazretin sırf o lisan +üzere manzum bir takım eş’arı bile vardır. +Görülüyor ki bizim tasavvufumuz öyle: “Mukteza-yı akla +mütabaattan inhıraf ile yalnız hiss-i vicdaniye ittiba’ edenlerin +meslek-i mahsuslarıdır” ta’rifiyle ta’rif edilen Garb tasavvufuna +makīs değildir. Tasavvufumuz bir hakīkat-i ma’neviyyeden +binlerce hakaik-ı ledünniyye istinbat eden hükema-yı +Rabbaniyyenin meslek-i hass-ı irfanlarıdır. +Evet! Bir hakīkat-ı ma’neviyye tevsi’ edile edile binlerle +hakaik-ı ledünniyyenin masdarı olur. Hakaik-ı maddiyye de +öyle değil midir? Mesela kehribadaki kuvve-i cazibe miladdan +altı asır evvel gelen hakim-i meşhur Tales’in nazar-ı +dikkatini celbetmiş idi. Bu hakīkat ondan sonra gelen erbab-ı +fikr u nazar tarafından asran ba’de asrın tevsi’ edile +edile maşrıkla mağribi lemhatü’l-basarda birbirinden haberdar +etmek geceyi gündüze kalbeylemek gibi havarıka masdar +oldu. Fennin elektrik denilen kısm-ı sahiranesinde görülen +havarık Tales tarafından keşfedilen bir hakīkat-i maddiyenin +caize-i sa’y ü gayret olmak üzere erbab-ı fikr u nazara +Acaba bu kadar hakaik-ı ma’neviyyenin içinde bir hakīkat +yok mudur ki ta’mik edenleri bir caize-i ma’neviyyeye +seza görmesin? Ve o caize-i ma’neviyyenin muhiti havarık-ı +berkıyye dairesinin muhitinden dar olsun? Hususiyle o hakīkatler +miyanında Haliku’l-hakaik olan Vacibü’l-vücud hazretlerinin +hakīkat-i zatiyyesi de dahildir. +Hulasa biz tasavvuf denilince zeharif-i deniyyeden mu’riz +kıble-i hakk u hakīkate müteveccih olan asfiyanın meslek-i +mahsus-ı ma’rifetlerini murad ederiz. Onlar o büyük +adamlardır ki beşeriyete has olan küçüklüklerin kaffesinden +tenzih-i nefs ile insaniyetten maksud olan gaye-i ulviyyeye +vasıl olmuşlardır. +Alel-ıtlak tasavvufla o meslekten yetişen eazım hakkında +tafsilat-ı zaideye girişmek saded-i bahsin külliyyen tebeddülünü +vardır. Şu halde makalemizin mevzuunu teşkil eden vahdet-i +vücud bahsine esas daha doğrusu bir medhal olmak +üzere Aziz bin Muhammed en-Nesefi’nin Zübdetü’l-Hakaik +ünvanlı eser-i meşhurundan teberrüken şu satırları nakledelim: +Ehl-i vahdet diyorlar ki: Vücud birdir ziyade değildir. O +da vücud-ı Huda’dır. Vücud-ı Huda’dan başka vücud yoktur; +olması da mümkün değildir. Ehl-i vahdetten bazıları da +şöyle söylüyorlar: Her ne kadar vücud birdir ziyade değildir; +fakat o vücudun zahiri ve batını vardır. Batını bir nurdur +ki ruh-ı alemdir. Alem bu nur ile mal-a-maldir. Bu nurun +haddi gayeti yoktur. O bir bahr-i bi-payandır. Hayat ilim +söylemesi hayatı hareketi bu nurun sayesindedir. Belki +her şey bu nurdan ibarettir. Eşyanın tabiatı havassı ef’ali +bu nurdadır. Her ne kadar eşyanın esma ve sıfat ve ef’ali bu +nurdan ise de bu nur birdir; ziyade değildir. Efrad-ı mevcudatın +kaffesi onun mezahiridir. Bu mezahirin her biri bir deriçe +gibidir. Bu nurun sıfatı o deriçelerden zuhur eder. Onun +evveli ahiri yoktur. Ona adem ve fena tari olmaz. Yeni yeni +deriçeler peyda olur. Eskiyip tekrar toprağa gider. Tekrar +topraktan zuhur eder. Kendileri doğar kendileri yaşar; kendileri +ölür. Kemal-i zatilerine vusul için şart-ı la-büd hükmünde +olan havas ve kuva kendilerinde kendiliğinden olarak +mevcuddur. +Bu nur kendi kemalini esma ve sıfatını kendi mezahirinde +müşahede ettiği için onlara aşıktır. Bunun için ruh-ı +Ademi de kendi cismine aşıktır. Zira cism-i Ademi ruh-ı +Ademi’nin sıfatına mazhardır. Ruh kendi cismini ve kendi +cisminde esma ve sıfatını görür. Onun için: Kendini bil ta ki +Cenab-ı Hakk’ı da bilesin denilmiştir. Şimdi ma’lumun oldu +ki kendini bilen ve ruh-ı alem olan ancak bu nurdur. Efrad-ı +mevcudat onun mezahiridir. +Şimdi gerek müslümanların bu günkü haline gerek onların +asırlardan beri kuvvetlerini mahvetmekte bulunan emraz-ı +ki hastalık neden ibarettir çaresi nedir anlamış olalım. +Evet bu mes’eleyi bizden evvel büyük büyük muharrirler +mevki’-i tedkīka çekti. Lakin kemal-i esefle görüyoruz ki +bir çoğu asıl hastalıktan külliyyen iğmaz-ı ayn ederek a’raz-ı +marazı tedavi uğrunda yoruldu durdu halbuki ortada kendi +seyr-i tabiisini ta’kīb edecek kendisine has kanun mucebince +hey’et-i ictimaiyye-i İslamiyye üzerinde te’siratını ika’ etmekten +asla geri durmayacak olan sebeb-i maraz durdukca +böyle hiç bir zaman sahibini nail-i meram edemeyeceği pek +aşikardır. Bize gelince hiç bir faide intac etmeyen böyle bir +mesleğe süluk edecek değiliz. Biz istiyoruz ki Şarkın hastalıkları +üzerine kat kat yığılmış olan perdeleri yırtalım da zat-ı +maraz ne imiş inayet-i Hak’la onu anlayalım. Bir kere teşhise +muvaffak olduk mu artık hastalığın ilacını o ilacın suret-i +tatbikını ta’yin etmek bizim için kolaylaşır. Herkes için +ma’lumdur ki tohumu Ceziretü’l-Arab’da atılarak az zaman +zarfında bilad-ı maşrıkın kısm-ı a’zamını dallarının budaklarının +sayesi altına alan müslüman medeniyeti için diyaneti +Kezalik her tarih okuyan; ulum-ı ictimaiyye tetebbu’ eden +şunu istidlal edebilir ki bu medeniyet bütün medeniyetlerin +en seriu’s-seyri en revnaklısı en vasi’i en muhayyirü’l-ukūlü +olduğu gibi kendisine ittiba’ edenlerin iradatına +hakim olmak efkar üzerinde te’sir-i mühimmi bulunmak +tün saadat-ı ictimaiyyenin iki mühim kanunu olan ilim ile +ameli cem’ etmiştir. +manların bidayet-i zuhurunu tasvir eden tarihlere atfedilecek +en sathi bir nazarla bile meydana çıkar. Lakin bu gün +nazarımız[a] bütün akvam-ı İslamiyye üzerinde ufacık bir +cevelan vermiş olsak ilk babalarımızın bulunduğu halin aksinden +başka bir şey görmeyiz. Evet görürüz ki inhıtat izmihlal +bizi alabildiğine mahkum etmiş geriye doğru sürükleyip +götürüyor. Mevcudiyet-i ictimaiyyemizi günden güne +bitiriyor. Halbuki hey’et-i umumiyyemizi teşkil eden anasırın +kaffesi m��slümanlık iddiasından bir an geri durmadığı +gibi kalbi üzerine nasıl titrerse dini üzerine de öyle titriyor. +Acaba şu hal asr-ı hazır felasifesinden bir takım müfritlerin +hüccet-i natıka mıdır? Haşa hiç bir zaman değildir. Zira bir +kere Arabların Müslümanlık’tan evvelki cehaletlerine vahşetlerine +bakılır; sonra yine o Arabların Müslümanlığı müteakıb +sür’at ve terakkīye atf-ı im’an edilirse bu gibi iddiaların butlanı +kīsine temeddününe medar olan her hangi bir esasın bir +kanunun sinesi o kanunu müstakbel için müstakbelde muzır +olmaktan müfid olmak şöyle dursun bilakis mühlik bir mahiyete +sahib edecek bir cürsumeden azade olamayacağı +hakkında felasife-i hazıranın i’tidal-perverler[i] tarafından +serdedilen iddiayı mı te’yid ediyor? Hayır bu da değildir. +Zira biz şu kitabımızda Müslümanlığın en mühim olan ahkamını +saha-i tedkīka çektik cümlesini hayat-ı beşeriyye kavaninine +tamamıyla mutabık bulduk. Re’ye’l-ayn gördük ki +kaideler vaz’ eylemiş eski vazı’-ı kanunlar tarafından hayatı +müstakbele vukufsuzluk saikasıyla vaz’ edilmiş olan bütün +kuyudu kırmış ruhun bütün hasaisini eski zencirlerinden +kurtarmış; zimam-ı idaresini eline vermiş; ancak şahrah-ı +hikmet ve i’tidale tevcih ettikten sonra vermiştir. Biz ise i’tidalin +mezmum ifratın veya tefritın memduh olacağı bir zamanın +vurudunu bekleyenlerden değiliz. O halde müslümanları +babalarının fezailinden hatta onda birini olsun ihraz +etmekten alıkoyan sebeb ne olabilir? Bize sorarsanız biz +bunu dinin yanlış anlaşılmasından kendisinden murad olmayan +bir ma’naya hamledilmesinden ileri gelmiştir diyeceğiz. +Yukarıki fasıllarımızda ayat-ı Kur’an iyye’ye ehadis-i +nebeviyyeye bir de ilk cem’iyet-i İslamiyye’nin harekatına +dan kalmayacak surette isbat etmiş idik ki: Müslümanlığın +maksad-ı aslisi ahval ü etvar-ı beşeriyyenin istikrasıyla vücudu +sabit olan kanun-ı fıtri-i terakkī mucebince insanlığın +maddi ve ma’nevi irtikasını te’min eylemekten ibarettir; ervahı +şaibelerinden tathir ederek vazifesini edaya salih bir +hale getirecek küçük büyük ne kadar vesait varsa Müslümanlık +bunların kaffesini bildirmiş tavsiyede bulunmuştur. +Evet biz bunların kaffesini şübheye inkara mecal kalmayacak +surette delailiyle isbat etmiş idik. Lakin bugünkü +cemaat-i İslamiyyenin hey’et-i mecmuasına atf-ı nazar edecek +olursak görürüz ki kısm-ı a’zamımızın indinde Müslümanlık +ref’ edilen daavat-ı mücerrededen ibarettir; bildikleri kelimei +şehadet namaz oruç zekat hac. Yoksa dinin ümmet-i Arabiyye’yi +bulunduğu kabristan-ı sefalet ve hiçiden çekerek +evc-i hayat ve şerefe yükselten esrar-ı azimesi mu’cizat-ı kerimesi +hiç bir zaman lihaza-i im’anı celb etmiyor! Va esefa ki +dinin lübbü İslam’ın zübdesi asıl bu olduğu gibi tenzil ve +teşriindeki garaz-ı yegane de budur. +Müslümanlık ruhun metalib-i ahlakıyye ve ma’neviyyesiyle +bedenin metalib-i maddiyesini pek güzel tevfik etmiştir. +Cenab-ı Hak +buyuruyor. Hazret-i Peygamber de +diyor. +Lakin kısm-ı a’zamımız bu hikmet-i baligayı teemmül taraflarına +asla yanaşmıyor; bilakis dini yanlış anlayarak ona +göre yanlış yola sapan akvam-ı salifenin isrini adatını ta’kīb +ediyor. Hem hiç bir te’yid-i İlahiye mazhar olmamış birtakım +efkar ve akaid besliyor. +gibi +ayetler +gibi hadisler dururken halk bu ulvi esasların +üzerine rida-yı nisyanı çekerek dini bütün alaik-ı dünyadan +külliyyen fariğ olmak bütün hissiyat-ı cismaniyyeden tearri +eylemek suretinde telakkīye başladılar. Bilmediler ki bu hal +akvam-ı salifeyi mahveden bir müdhiş taundur. Heyhat +nereden bilecekler ki bulundukları kuşe-i ataletten kendileri +** * +“Söz”ün nazar-ı vicdan ve idrak önündeki kıymet ve +ehemmiyeti cevher-i ma’nası i’tibariyledir. +Ma’nasından mehcur olan her hangi bir lafzın cenin-i +sakıttan na’ş-ı bi-ruhdan ne farkı kalır? +Söz lisanın; ma’na da kalb ve vicdanındır. Ma’na cismi +lafzın hayatı ruhu varlığıdır. +Evet kelam –ki asl-ı ma’nadır– kalbindir; lisan ise o +ma’naya delilden tercüman olmaktan başka bir şey değildir. +“Söz” ma’nayı muhataba tefhim eder ortadan çekilir +gider. “Söz” eğer doğru ise febiha ve illa kizb yahud nifak +Hazret-i Kur’an- ı Kerim muhallefin-i a’rabın harbe gitmemek +a’zamide aleyhissalatü vesselam +“ – Emvalimiz evlad ü ıyalimiz bizi işgal ediyor; bizim +kazibiyle cür’et-yab oldukları niyaz-ı muhadaa-karanelerini: +lisanlarıyla kalblerinde +olmayan şeyi söylüyorlar” vahy-i celiliyle tekzib buyuruyor. +cümlesi lisan-ı muhallefinden sudur etmiş +yani söz onların olmak i’tibariyle ma’nasız; yalan! Merdud! +şeklinde yazılmıştır. +Bu nazm-ı celil-i tekdir Uhud Muharebesi’nde hakkıyla +Müşarun-ileyhim harbden evvel: “Nezd-i uluhiyyette +a’mal-i salihanın en mahbub ü makbul olanını bilseydik +malımızı canımızı o saadet-i uzmayı istihsal yolunda bilatereddüd +feda ederdik” diye tefahur ederler kendilerini evci +a’la-yı sıddikıyyette görürlerdi. Vakta ki Uhud Muharebesi +başladı ifa-yı ahd etmek zamanı geldi. Sözleri meydan-ı +Muahaze-i İlahiyyesi karşısında ser be-sine-i mahcubiyyet +kaldılar. +Muahaze yalnız bu kadarla kalsaydı yine ehven addolunabilirdi; +lakin bu kadarla kalmadı. +– Yapamayacağınız +şeyi söylemeniz indallah ne kadar şiddetli gazabı da’i oldu!” +tehdid-i kahr u celali sa’ıka gibi nüzul ederek müttehemleri +mebhut ve medhuş etti. +“ Söz”ü ma’nasından tecrid edip yalan yere savurmanın +Vehhab-ı Kerim-lisanın nezd-i uluhiyyetinde ne kadar +şiddetli bir cezayı mucib olduğu anlaşılmalı! +lafzı vicdanları raksan ruhları hayran eden o ma’na-yı zü’lcelali +o medlul-i kibriyasıyladır. +Tevhid lisan-ı ulvi-i şeriatta Cenab-ı Vahid ve Ehad’in +birliğini kalben ve lisanen tasdik ve ikrar etmektir. +Tevhid –lafzan– ittihad ile mader-i vahdetin agūş-ı iştikakından +kopmuş iki ferzend-i tev’emandır yani: Tevhid +tırlar. +Bu cihetle her ikisi yekdiğerine –iltizamen– delalet eder. +Tevhid denilince ittihad ittihad zikrolununca tevhid hatıra +gelir. +Tevhid müessir ittihad müteessirdir. +Tevhidi kabul edenler livaü’l-hamd-i “La ilahe illallah; +Muhammedün Resulullah” altında birleşirler; bir can bir +vicdan olurlar; bir vücud kesilir ki ittihad da işte bu demektir. +Tevhid bir şahid-i huş-rüba-yı ezelidir ki mir’at-ı celal-i +Tevhid bir da’va ittihad onun delili +Tevhid bir misbah ittihad onun mişkati +Tevhid bir ruh ittihad onun vücudu +Tevhid bir sultan ittihad onun kişveri +Hülasa: +Tevhid ittihad ile kaim +Tevhid lafzi olur; tevhid ma’nevi olur; tevhid şuhudi +olur. Tevhid-i lafzi iman-ı taklidi ile tevhid-i ma’nevi iman-ı +şeklinde yazılmıştır. +tahkīkī ile tevhid-i şuhudi iman-ı şuhudi ile müteradifdir. +Birincisi lisanın ikincisi kalbin üçüncüsü –ki ekmel-i tevhiddir– +ruhundur. Piş-i nazar-ı takdirinde üç sikke mevcud: +Bakır gümüş altın her üçünün de üzerinde tuğra-i garra-yı +padişahi var. Hangisini istersin? Şübhesizdir ki altını değil +mi? Altın dururken gümüşün hususiyle bakırın kim yüzüne +bakar? İşte bu kıyas ma’a’l-farıktır. Anla! +Düşünmez miyiz? Tarih-i din-i celil-i İslam’ın çeşm-i cihanı +kamaştıran o şanlı o şevketli evvelin-i sahaif-i azamet +ve iclaline im’an-ı nazarla bakarak sultan-ı tevhidin kulub-i +muvahhidini nasıl teshir etmiş olduğunu okuyarak –biraz +olsun!– düşünmez miyiz? +Evet düşünelim! Düşünelim de tevhid nasıl olurmuş görelim! +Şu mukaddes İslamiyet şu mübeccel insaniyet şu hakīkī +medeniyet şu ebedi saadet Mekke-i Mükerreme’de nasıl +meydana çıkarıldı? Medine-i Münevvere’de nasıl teessüs +etti? Eb’ad-ı kainata –nur-ı seher gibi– nasıl yayılarak cihanı +kaplamış olan zalam-ı şirki kahretti? +Zerre kadar nur-ı imana malik olan o sahaif üzerinde +hüngür hüngür ağlamaması kabil midir? +Bütün kainat saye-i lütfunda vücud bulmuş olan Sultan-ı +Kişver-i Levlak aleyhissalatü vesselam efendimiz hazretlerinin +Mekke-i Mükerreme’de tertil buyurup beyt-i ilahiyi +agūş-ı ihtiramında tutan cibalin şevahik-ı afakını çınlatan +bütün avalim-i melekutu raksan eden ezan-ı tevhide o ulvi +nidaya o kudsi: +hasıyla bahtiyar olanlar kaç bahtiyar idi? Ve kimler idi? +Ah.… O ne müşkilü’l-iktiham dakīkalar o ne derd-efruz saatler +o ne hevl-engiz günler idi ki Cenab-ı Rahmeten li’lalemin +aleyhissalatü vesselam Efendimiz hazretleri onları +geçiştirdi! Tarih-i din-i İslam’ın Mekkelilerin hayretle memzuc +hiddetini; süfeha-i Kureyş’in mecnunane ve akūrane +gayz u adavetini; hele amm-i Resul olmak gibi dünya ve ma +fihadan bin kere yüz binlerce kere kıymetdar olan bir ni’met-i +uzmayı bir saadet-i kurbayı ayaklar altına almak cinnetini +gösteren bedbaht Ebu Leheb’in zefir-i husumetini +şehik-ı denaetini tasvir eden o sahifeleri hicablarından sararmış +bu derece siba’ane ve müfterisane vahşetlere ma’kes-i +beyan ü tasvir olduklarından dolayı her biri –sanki– +lisan-ı hal ile i’tizar ediyorlar! +Viladet-i kudsiyet-menkabet-i Risalet-penah-ı a’zaminin +aleyhissalatü vesselam tebşiri şeref-i alü’l-aline cariye azad +etmekle tufan-ı sürur u behcetini teskin edemeyen şu Ebu +Leheb’e bakınız! Bakınız ki i’lan-ı risalete da’vet-i tevhide +ne kadar ma’kus ne derece menfur bir hiss-i husumetle +mukabele etti! Nasıl: +Saika-i kahr-ı İlahisine avuç açarak la’net-i ebediyyeye +mahkum olmak dereke-i esfel-i safiline sukūt etmek istihkakını +gösterdi! Nadr bin Haris isminde bir nefha-i İblis fart-ı +utüvv ü istikbarından nefs-i leimini zabtedemeyerek: +“Ya Rab! Eğer şu Kur’an gerçekten senin ind-i ma’neviyyenden +münzel kelam-ı Hak ise bizim üzerimize gökten +taş yağdır! veya dehşetli bir azab ile bizi kahret!” dedi. +Zihi cinnet-i temerrüd! Zihi denaet-i istikbar! +Buna can olsun da dayansın! Kalb olsun da tahammül +etsin! Gerçekten Hak kelamı münzel min indillah olan cenab-ı +Kur’an ’ı bile bile reddetmek ve bunun mukabilinde +gökten taş yağdırılması veya bir azab-ı hail irsali suretiyle +kahr u dimarlarını temenni etmek…! +böyle ervah-ı habise de var! +Bütün bu vahşiyane tecavüzlere bu müfterisane hücumlara +bu akūrane av’avelere karşı o Sultan-ı Ekalim-i Risalet’in +o Şahenşeh-i Kişver-i Nübüvvet’in meydan-ı da’vette +bir zerre bile gerilemeyerek –tek başlarına!– şirane sebat +ve mekanetleri Huda-pesendane mukavemetleri. +metbuiyet-i ezeliyyesini fikirlere anlatmak +zihinlere vicdanlara kalblere ruhlara kabul ettirmek +yamber çekmedi. +Garib değil midir? O bi-hiss ü bi-şuurlar Cenab-ı Risaletpenah-ı +a’zamiye aleyhissalatü vesselam –da’va-yı tevhidden +vazgeçmek şartıyla!?– kahharane bir padişahlık müstebiddane +bir saltanat kabulünü rica ediyorlardı! +Şu tek taştan yonttukları ağaçtan yaptıkları sanemlerinin +–haşa– uluhiyetleri tekzib olunmasın! O bi-ruh cemadat +yine onların ma’budları olup kalsın! +Tevhidde sebatın derece-i hired-fersasına can-sitan fakat +pek ulvi bir nümune de Sultanü’l-müezzinin Cenab-ı Bilal-i +Habeşi’nin “aleyhi rıdvanullahi ekber” çekmiş olduğu o +feci’ o takat-şiken işkenceler o can-güdaz azablar ukūbetler +gösterilmeye sezadır. O mübarek vücud kıskıvrak bağlanır +Mekke’nin eridici hararet-i şemsi altında uzatılarak hazine-i +“Ya dininden vazgeçersin ya canından…!” denirdi! O mücessem-i +hal-i mağlubiyetinde galibiyet-i mutlakasını göstererek +müşrikleri kahreder ellerini ısırttırırdı! +cenab-ı sıddik-ı a’zamdan radıyallahu anhu – başlayan bu +sebak-ı icabet bu ni’met-i hidayet bu duhul-i harim-i saadet +merkez-i tevhidin daire-i temcidini tevsi’ ettikce etmeye +başladı. +Sabıkīn-i evvelin hazeratının bu kahramanane sebatları +bu şirane metanetleri nezd-i uluhiyyette ne derece rehin-i +makbuliyyet olduğunu şu: +“Muhacirin ve ensardan Sultan-ı tevhide icabet ve arz-ı +hidayet ve tabiiyette ihraz-ı kasabü’s-sebak eden sabıkīn-ı +evvelin ve onlara –iman-ı şuhudi ile– ittiba’ ve ıktida eden +mü’minin ve mü’minat işte onlardan Allah razi onlar da Allah’ +Mediha-i İlahiyye kıyamete kadar alem-i İslama onların +şan u şeref-i bi-bahalarını i’lan eder. +Mekkelilerin kabul-i hak emrinde gösterdikleri i’razlara +cür’et-yab oldukları i’tirazlara bedel Medine-i Münevverelilerden +bir kısım rical-i ukala arz-ı ihtidaya can atıyorlardı. +Bi’set-i nebeviyyenin aleyhissalatü vesselam on birinci +senesi Receb’inde idi; Medine-i Münevvere’den gelen bir +hey’et-i meb’use Mina civarında –el-yevm sükkan-ı Haremce– +Mescidü’l-Akabe namıyla ma’ruf mahall-i mübarekte +şeref-yab-ı mülakat-ı Resul-i kibriya oldu. +Ya Rab ne idi o bezm-i ecmel! +Mağrur idi asümana esfel +Fahr etse reva değil mi ya Rab?! +Mağbut-ı sema değil mi ya Rab +Ya Rab kim idi o hake calis +Teşkil-i sufuf eden o meclis +Aksiydi o bezmin asümanda: +Mihriyle nücumu kehkeşanda +Bin gıbta size o ihtidaya +Bus-ı yed-i akdes-i hüdaya +Siz gittiniz amma namınız hayy +Dillerde bütün garamınız hayy +Fahr etmede şanınızla Kur’an +Rıdvanını eylemekte i’lan +Ta ruz-ı kıyam cihan-ı tevhid +Eyler sizi her nefesde temcid +Vakta ki Mekke-i Mükerreme’de çekilen çileler doldu +Medine-i Münevvere’ye hicret emr-i İlahisi hikmet-efza-yı +vürud oldu. +Tarih-i İslam’ın birinci yevm-i mes’udunu bi’set-i Muhammediyyenin +on üçüncü senesi Rebiülevvel’inin on ikinci +Pazartesi günü teşkil ediyordu. Mehcer-i saadete takarrub +buyuruldukca Ensar-ı kiramın sevinçleri ve binaen- aleyh +telaşları ziyadeleşiyordu. Bütün gözler ufk-ı şarkī üzerinde +temerküz etmiş bir an ayrılmıyordu. Nihayet ruz-ı +firuz-ı mezkurun sabahından az sonra bedr-i asman-ı risalet +tal’at-nüma-yı zuhur oldu. +! +Bu neşide-i istikbali Beni Neccar’dan birkaç kız rehgüzar-ı +kudsiyet-nisar-ı Cenab-ı Peyamber-i a’zamide defler +çalarak terennüm ediyorlardı. +Bu kızlar ne kadar bahtiyardır değil mi? Değil yalnız Medine-i +Münevvere’nin belki ta kıyamete kadar bütün ümmetlerinin +tercüman-ı ruhu oluyorlardı. +Darü’l-hicrelerine şeref-i muvasalatları o parlak istikbal +ruhu bi-karar ediyor Medine-i Münevvere sokakları: +! +Zemzeme-i müjde-averiyle çınlıyordu. Genç ihtiyar çoluk +çocuk bütün sükkan-ı Darü’s-selam reh-güzar-ı Muhammedide +Ulema-yı a’lam ve müellifin-i zevi’l-ihtiramdan bir zat-ı +maarif-simat olup Kütahyalı’d��r. Asarının en büyüğü olan +Hadikatü’l-Fukaha ’sının yine kendi tarafından yazılan şerhinde +künyesini böyle yazıyor: “Ebu Mehmed Hibri Ali bin +Mustafa bin Pir Mehmed el-ma’ruf bi-Bülbülzade” ale’l-usul +vatanında ikmal-i tahsilden sonra istikmal-i feyz-i ulum +maksadıyla seyr u seyahat ederek Kızılhisar’da ihtiyar-ı ikametle +neşr-i uluma mübaderet eyledi. Burada madame’lhayat +bu vechile imrar-ı evkat eyleyip küsur tarihlerinde +dar-ı ahirete rihlet etti. Fezail-i aliyyesine delalet eden +asarı mütenevvi’ olup başlıcaları ber-vech-i atidir: +bu eserini tarihinde Telhisü’l-Fetava ve’ş-Şüruh ismiyle +beş cild üzerine şerh eylemiştir ki birtakımı Manastır Kütübhanesi’nde +mevcuddur. Bu eser ilm-i fıkıhdaki ihtisasa +ve ma’lumat-ı vasi’asına bürhan-ı celidir. Bu şerhin mukaddimesinde +künyesini ve Kızılhisar’da şerh ettiğini tasrih ediyor. +rifi ve’l-Esmai’l-Hüsna : Kadi Ebubekir Nesai’nin ed-Dürrü’n-Nazim +fi Fezaili’l-Kur’ani’l-kerim ismindeki eserinin şer hi +olup nihayetine lisan-ı dürer-bar-ı nübüvvetten şeref-sa dır +olan ed’iye-i me’sureyi ilave etmiştir. +’de tahrir ettiğini dermiyan ediyor. +leri adabından ve kısmen Medine-i tahire fezailinden bahisdir. +raize dair te’lif ettikleri metn-i metinin şerhi olup bir nüshası +Kütahya Kütübhanesi’nde manzurum oldu. +nafi’u’l-mebahisdir. +münifdir. +Mahdum-ı fezail-mevsumları Esiri Mehmed Efendi de +erbab-ı ilm ü irfandan bir zattır. Mecamiu’l-Cevahir isminde +bir eseriyle Muhammediyye şerhi vardır ki bu şerhin parçaları +Selanik’de manzur-ı acizanem oldu. +Bir muğfilin yed-i mel’anet-karıyla saf bir cebinin safha-i +sefaletine vurulan damga-yı fahşa gibi beyaz kağıd üzerine +siyah mürekkeble karalanmış bir kitab ı n hayli zamandan +beri kitapç ı dükkanlarında teşhir edildiğini görmüş hatta bir +defa da bir iki sahifesini çevirmek suretiyle gözden geçirmiştim. +Bu kadarcık tetebbuum eserin ne meta’-ı rengin olduğunu +bana anlattığı için iki üç satırlık ikazname yazıp evrak-ı +havadis vasıtasıyla –tahdiş-i ezhanı mucib makalat neşreden +ceraidi hemen sedd ü ta’til eyleyen– hükumetin nazar-ı +dikkatini celb etmeyi düşünmüş sonra da ayn-ı destgah +dokuması olan İzdivac Mektupları hakkındaki yazılarımın +ancak muharriri hesabına –kitabı iki kuruşa satılırken +üçe çıkması yüzünden– hüsn-i te’siri görüldüğünü hatırlayınca +yine reklamcılık etmemek üzere sükutu münasib +bulmuştum. Fakat Alemdar’ ın - numaralı nüshasında +bu habasetnamenin müdafaasına dair yazılan açık mektubu +görüp İmam-ı Gazzali ve Sa’di-i Şirazi gibi ekabir-i ümmetin +de dellal-i fuhşiyyat olmakla itham edildiğini yani +vadilerine sapıldığını müşahede eyleyince evvelki +fikrimin hilafına biraz söylenmek hususunda muztar +kaldım: +Mecus ulemasından Vaçyaba’nın “İklim-i Hind’in te’sir-i +hüzzal-averiyle za’f-ı cismaniye uğrayan Hind ahalisini izdivac +ve tenasüle tergīb ve teşvik eyleyerek tezyid-i nüfusa +hizmet eylemek fikriyle” yazdığı bir kitabı aynı fikr-i insaniyetkariye +tebean Türkçe’ye tercüme ediveren bu lütufkar +mütercime biri çıksa da dese ki: +– A efendim! Millet-i muazzama-i Osmaniyye “Emraz-ı +tenasüliyye tabib-i mütehassısı” sıfatıyla acaba size müracaat +ettiler de tedavi talebinde mi bulundular ki böyle bir +hizmet ifasına kalkıştınız? Te’sir-i hüzzal-averle za’f-ı cismaniye +uğrayan vücudları takviye etmek isterken iştiha-aver +yazılarınızla ebdan-ı şübbanı duçar-ı za’f eyleyeceğinizi düşünmediniz +mi? +Hem turşu değil mi hem de perhiz +Bu fi’l ile kavl-i hikmet-amiz? +Kur’an- ı Kerim ’den istişhad ettiğiniz ayet mealiyle serd +eylediğiniz “Bugün Çin’de edeb ve haya mukteziyatından +ma’dud olan şey İngiltere’de edeb ve hayaya muhalif ve +Çin’de edeb ve hayaya muhalif addolunur” mütalaası +Hind-i kadimin mukaddes saydığı bir kitab ı n memalik-i +Osmaniyyede mülevves addedileceğini hatırınıza getirmedi +mi? Eserinizdeki müstekrehatın intişar-ı ufunetine Matbuat +çoğunun –fuhş rayihası neşreyleyen– bu iğrenç kitaba karşı +göz yumamayacağını unuttunuz mu? Haşa kendinizle hemmeslek +göstermek istediğiniz İmam-ı Gazzali’nin –eserinizle +yek-aheng olacağını söylemeye yeltendiğiniz– İhya’-i Ulum +’unda istimna bil-fem ve saire… gibi mebahis-i rezileden +dem vurduğunu iddiaya ve irad-ı emsile ile isbat-ı müddeaya +kalkışabilir misiniz? +Gülistan -ı Sa’di’nin “Beşinci ve altıncı bablarındaki hikayelerden +bazılarıyla külliyatının nihayetindeki mütalebat +hakkında acaba nezahet-füruşan-ı ahlakın mütalaası nedir?” +sualinde bulunuyordunuz. Cevap vereyim: Gülistan yedi +yüz seneden beri düsturu’l-amel ittihaz edilecek bir ahlak +kitabı tanıldığı gibi müellif-i muhteremi de ahlakıyyunun en +büyüklerinden sayılır. Söylediğiniz bablara gelince: Bunların +altıncısı da “Za’f-ı piri”ye müteallık hikayatı havidir. Fi’lvaki’ +beşinci babda aşk ve muhabbete dair kıssalar varsa da +kitab ı nızdaki “ağaca tırmanır gibi …” levha-i rezaletine müşabih +bir sahnenin müşahedesi kabil midir. Altıncı bab ise +muvafık bir hikayecik göstermesini taahhüd eder misiniz? +Gelelim mal bulmuş mağribi gibi sarıldığınız mütayebat +ve hezeliyat kısmına. Evvela Gülistan ve Bostan ’ın şive-i +tahririyle bunun arasındaki fark hepsinin aynı kalemden +çıkmış olduğuna dair erbabını şekk ü şübheye düşürdüğünde +tereddüd etmemelisiniz. Saniyen: Farz-ı muhal olarak +mutayebatın Sa’di tarafından yazıldığı kabul edilse bile +o kısmın baş tarafındaki +mukaddime-i i’tizarını nazar-ı insafa almak lazım +gelmez mi? Salisen: Sa’di gördüğü tehdid üzerine hezl +vadisinde böyle bir şey yazmaya mecbur olmuş sonunda +da Cenab-ı Hak’dan afv u mağfiret taleb ediyor. Siz ise ey +Sa’di’yi örnek gösteren mütercim efendi! İstiğfar etmek şöyle +dursun kemal-i ciddiyetle kendinizi şayan-ı iftihar görüyorsunuz. +Rabian: “Kale’s-Sa’di” diye başlayan bu mukaddimenin +Sa’di’den naklen başkaları tarafından yazıldığına +nazaran aşağısının da yine başkaları tarafından yapılıp müşarun-ileyhe +Binaenaleyh mütalaat-ı mesrudeyi nazar-ı dikkate alarak +hükumetin lakaydisinden bil-istifade sessiz sadasız kitab ı nızı +satmaya ve hakk-ı irşad olarak alacağınız mebaliğle ceyb-i +mürüvvetinizi doldurmaya bakın da öyle ekabir-i ümmetten +kendinize hemta ve pişva bulmaya kalkışmayın. Yok mutlaka +güzeştegan-ı eslafdan bir mukteda irae etmek ve işte +ben bu zatın isrine peyrev oldum demek isterseniz geçmişlerden +Bahname müellifini muasırlardan da Zanbak ve İzdivac +Mektupları muharrirleriyle misillerini gösteriniz ki sö zünüzün +doğru olduğuna inanılabilsin. Yoksa İmam-ı Gazzali +ve Şeyh Sa’di gibi zevat-ı mukaddeseye sıçratmak iste diğiniz +çirkab-ı isnadat onların paye-i ma’neviyyetine çıka madan +zemin-i pestiye sukūt eder ve yine sizin cebin-i metininizi +telvis eyler.” +Böyle diyecek olana karşı mütercim efendi acaba nasıl +cevap verebilir? +Evet zavallı İslamiyet bugün sine-i samimiyyetinde beslenen +evladların seni müebbed hicrana mahkum ediyor +bağrında büyüyen çocukların seni şimdi bütün bütün feramuş +ediyor. Artık hiç tanımak istemiyor senden muttasıl +kaçıyor. Hatta hürmet ve şefkatlerini gösterenler bile +seni hakkıyla bilmiyor takdir etmiyor. +kim bilir şimdi ne kadar hasretkeş o azametli; hakīkī sevgili +hamilerine ne kadar girye-barsın! +Hala hakīkati görmemekte musır olan şu aciz beşeriyet +de; sen de insanlar gibi na-tüvan gelerek –kısa bir zaman +çabuk mu uful edecek? +Hayır! Hayır! O ebedi hami-i a’zamın seni her şaibeden +her garazdan masun edecek…; ile’l-ebed muhafaza edecektir. +Ben burada İslamiyet’in şan ü rif’atini tarih sahifeleri +üzerinde kalan harikalarını değil onu bu hal-i teşevvüş ve +mek istiyorum. +Onu hakkıyla tanıyacak kimselerin bulunmaması tezebzübüne +bais olmuş. Zira bir dinin hadd-i zatında kendini +vikaye edecek bir cism-i mahsusu yoktur. +Doğrusu bugün İslamiyet’in hakīkī müdafi’ ve hamilerden +ve onu bu tedenniden kurtaracak kimselerden mahrum +olduğunu i’tiraf etmeliyiz. +Bundan evvel gelenlerini burada karıştırmayalım onlarla +topraklar iftihar etsin. Biz kendi asrımızın muhitimizin +ricaliyle alimleriyle –varsa– iftihar edelim. +Şimdi evvela arzu ettiğimiz kimselerin –bilhassa makarr-ı +hilafet içinde– sebeb-i mefkūdiyetlerini sonra bu mefkūdiyet +dolayısıyla İslamiyet’e arız olan za’f u inhitatı beyan +edeceğim. +Biz ulum ve fünun-ı asriyyeyi ihmal ve kendimizden – +bahusus medreselerimizden– uzak bulundurduğumuz için +bu “yokluk” karşısında bulunduk. +Yoksa –Mısır ve diğer bazı yerlerde olduğu gibi– fennin +ehemmiyetini takdir etmiş olsaydık içimizde “Cemaleddin +Efgani Muhammed Abduh” gibi eazım yetişirdi. +Şayan-ı teessüf ciheti de medreselerimizin ciddi bir ıslah +hakīkī bir tedrise hala teşne kalmasıdır. +Sathi bir ta’dilat ve bir iki şeyin ilavesi ile medreselerimiz +her işimizde olduğu gibi– bunda da bari taklid edelim. +Gözümüzün önünde duran Mısır’a bir kere atf-ı lihaza-i +dikkat etsek oranın faide-bahş eserlerini lisanımıza tercüme +etsek bir zaman da felasife-i İslam’ı burada görsek ne olur? +Cami ve medreselerde senelerce baş sallayarak icaze +alanlar şimdiye kadar ne öğrendi ne öğretti? +Hala küre-i arzın iki boynuz üzerinde ! durduğunu ve +daha bu gibi pek çok hurafatı dinimize isnad edip duruyoruz. +Yazık değil mi? İslamiyet’i bilmiyorsak bilmek istemiyorsak +hiç olmazsa dinimizin nefretle reddettiği yaveleri safsataları +ona isnad ile ağyar karşısında hedef-i istihza olmayalım. +Hele bunlar bütün İslamların mercii istinadgahı bulunan +makarr-ı hilafet gibi bir yerde işidilirse pek tatsız münasebetsiz +olur sanırım. Ben kabahatin kısm-ı a’zamını el-haletü +hazihi hocalarımızda buluyorum. Niçin diyecekseniz? +Evet onlar kendilerine terettüb eden vazifede pek çok kusur +ediyorlar. Ehemmiyetli can alacak noktaları bırakıp adi lüzumsuz +şeylerle iştigal ediyorlar. +Bugün bizim için en mühim şey kitap mes’elesidir. Elimizde +ulum-ı İslamiyyeye dair Türkçe pek az eserler bulunur. +Bulunsa da yüz yıllık… Bir şeye yaramaz. +–Afv ediniz– Ben bu sükutu bu tekasülü bilgisizlikten +başka bir şeye atfedemiyorum. +Hayır diyenler bunun aksi[ni] isbat etsinler ben bunu +böyle bilirim. +Mısır’da olsun başka yerlerde olsun dini felsefi; bahusus +mektep talebesine yarayacak bir çok istifade-bahş eserler +neşrediliyor. +Türk kütübhanelerini bu güzide eserlerle niçin tezyin +etmeyelim? +Tercüme edecek kimse yok diyeceksiniz. Bu bir ma’zeret +mi olurmuş?! +Hani medreselerde bilmem kaç sene Arabca okuyan +müderrislerimiz nerede? Niçin Arabca bir kitabı tercümeden +acizdirler? +Bunların sebebini şimdiye kadar taharri edemememize +ağlamalıyız. +Sözlerim muhterem hocalarımıza pek acı geleceğini biliyorum +ne çare ki İslamiyet’in tabibi bulunan bu cem’iyet-i +muhtereme hastanın a’sabını kesmiş –bilmeyerek– neşteri +ta kalbine kadar sokmak istediklerini görüp de feryad etmemek +elden gelmiyor. Daha fazla sükut edersek hayatına +kendimiz kasdetmiş oluruz. Hatalarımıza kusurlarımıza bizi +şükran olmalıyız. +şeklinde yazılmıştır. +Camilerde vaaz minderi üzerinde zavallı ahaliyi harbe +cenge teşvik eden bizi ve bütün hayvanatı Allah harb için +yarattı diyen elini camiin kubbesine kadar ref’ edip tahtaya +vuran avazı cami havlusundan duyulan sefine-i Nuh’dan +asa-yı Musa’dan uzun uzadıya dem vuran; ayet-i kerimeyi +hadis-i şerif diye belleyen; ve onu hal ve zamana göre –siga +tasrif eder gibi– tefsir eden ve medreselerde “Ke’l-ihni’lmenfuş”u +“Ke’l-ihni’l-menkuş”; “Li külli ferdin”i “Li külli +kardin” tarzında söyleyip geçen hocalarımıza ne demeli? +Zavallı cahil ahaliye bunlardan evvel söylenecek söz mü +yok? +Mevlid gibi mübarek günlerde –ve bilhassa Ramazan’da– +cami’lerimizin ne yaman hale döndüğünü !! +gören muhterem hocalarımız; bu rezaletlerin şer’an memnuiyetini +ahlakan mazarratını ahaliye bildirmek ni’metine +katlansalardı zannedersem daha iyi ederlerdi. +Ben bu acı; bu ciğer-suz i’tirafları hocalarımızı za’f u +naks ile –haşa– şaibedar etmek için değil dinimizin terakkī +ve tealisi namına söylüyorum. +Yaralarımızı gizliyoruz; gizliyoruz ama bilahare onların +“kangren” olacaklarını da hiç düşünmüyoruz. +Eğer söylemekten tehaşi ediyorsak; sükutun intac edeceği +avakıb-ı vahimeye de hazırlanmalıyız! +Kainatın tedkīk ve mütalaası bizi cevher-i hayatımız +müdir-i ef’al ü harekatımız olan ruhun taharri ve tefahhusuna +sevkediyor. +Fenn-i menafiu’l-a’za diyor ki: Vücud-ı beşerin aksam-ı +muhtelifesi birkaç senelik bir zamanda teceddüd eyliyor +bizde iki büyük cereyan-ı hayateynin taht-ı te’sirinde daimi +bir tebeddülat-ı hüceyreviyye hasıl oluyor. Uzviyetten mündefi’ +olanlar tegaddi vasıtasıyla yevmen fe-yevmen mübadele +oluyor. Mevadd-ı leyyine-i dimagiyyeden ensac-ı azmiyyenin +en sert aksamına varıncaya kadar bütün mevcudiyet-i +maddiyyemiz tahavvülat-ı mütemadiyyeye uğruyor. +Müddet-i hayatımızda vücudumuz müteaddid defalar tahallül +eyleyerek tekrar teşekkül eyliyor. Maamafih bu tahavvülat-ı +daimeye rağmen vücud-ı maddinin ta’dilatı arasında +biz daima aynı şahıs kalıyoruz. Madde-i dimagiyyemiz teceddüd +eylediği halde hafıza ve madde-i hazıramızın asla +de bizde maddenin gayrı bir cevher bu tahavvülat-ı daime +arasında sabit mukavim ve na-kabil-i inkısam bir kuvvet +olduğu tezahür eyliyor. +Maddenin uzviyet kesb edip bizzat fi’l-i hayatı meydana +getiremeyeceğini biliyoruz kuvve-i ittihadiyyeden mahrum +olunca ecza ve efradı bit-tefessüh aksam-ı na-mütenahiye[ye] +ayrılır. Bilakis bizde bütün havas ve kuva-yı ma’neviyye +ve ahlakıyye kendilerini ihtiva rabt ve tenvir eyleyen +bir vahdet-i merkeziyyede müctemi’ bulunur ki o da vicdan +şahsiyet benlik hülasa ruhdur. +Ruh cevher-i hayat menba’-ı ihtisasdır. Aksam-ı uzviyyemizi +samı arasında aheng ve intizamı te’min eyleyen inhilal napezir +bir kuvve-i gayr-ı mer’iyyedir. +Havas ve melekat-ı ruhiyyenin madde ile hiçbir münasebeti +yoktur. Ef’alimizi vezne nik ü bedi temyize medar +olan meziyet-i zatiyye yani vicdan akıl zeka hüküm ve irade +damarlarımızdaki kana a’zalarımızdaki ete atfolunamaz. +En küçüğünden en büyüğüne varıncaya kadar tevcih-i hitab +eyleyen bu lisan-ı deruninin en büyük mecd ü azametin +şa’şa’asını muntafi kılan bu sada-yı tekdirin maddiyat ile +hiçbir alakası olamaz. Biz muhtelif mütezad cereyanların +taht-ı te’sirinde bulunuyoruz. Müşteheyat ve huzuzat-ı nefsaniyyemiz +akıl ve hiss-i vazife ile çarpışıyor. Eğer biz yalnız +maddeden ibaret olsa idik bu mücadelat ve münazaatı anlamaz +ve temayülat-ı tabiiyyemizde bila-teessür ve nedamet +kalır idik. Kuvve-i iradiyyemiz sevk-i tabiimiz ile bilakis sık +sık hal-i niza’dadır. Onunla maddenin nüfuz ve te’sirinden +kurtularak zir-i hakimiyetimize alıyor ve bir alet-i mutia haline +koyuyoruz. +En müşkil şerait tahtında doğmuş bir takım adamların +her türlü mevania fakr u zarurete hastalıklara ilel ü eskama +galebe ettikleri ve mesai-i faaliyyet ve sebatkaraneleri +sayesinde en yüksek makamata vasıl oldukları görülmüyor +mu? Tarihi olan en büyük şecaat ve fedakarlıkların muvacehe-i +temaşasında ruhun cesed üzerine olan fazilet ve ulviyeti +daha beliğ ve bahir bir surette müşahede olunmuyor +mu? Şüheda-yı vazifenin na-be-mevsim ifşa edilen hakīkat +kurbanlarının teali-i insaniyet uğrunda zulme uğrayan işkenceye +atılan darağaçlarına çekilen zevatın bu ukūbat +dikleri ve bir hakīkat-i ulviyye namına cismin isyanını ne +vechile iskata zafer-yab oldukları hiç kimsenin mechulü değildir. +Bizde maddeden başka bir mevcudiyet olmasa idi cismaniyetimiz +hab-ı istirahata daldığı zaman havass-i hamsenin +muaveneti olmaksızın ruhumuzun temadi-i hayat ve tasarrufunu +müşahede etmezdik. Bundan münfehim oluyor ki +la-yenkatı’ bir faaliyet ruhun şerita-i mevcudiyyetidir. +Vazıhiyet-i mıknatısiyye Lucidite magnetique gözün +hiç dahli olmadığı halde uzak bir mesafeden rü’yet La +vision adistance keşf-i vekayi’ keşf-i kulub La penetration +de la pensee ruhun mevcudiyeti hakkında en büyük ayat-ı +bahiredendir. Bu suretle bizde kavi zaif alim cahil bir ruh +yaşamakta ve zir-i hakimiyetinde bir hadim bir alet-i basitadan +başka bir şey olmayan bu cesedi taht-ı tasarrufunda +bulundurmaktadır. Bu ruh hür ve müstaidd-i kemaldir. +Ve binaen-aleyh mes’uldür. Kesb-i salah etmek istihale +ve hayra sarf-ı makderet eylemek arzusu dahilindedir. Bazısında +muzlim ve bazısında parlak olan bir gaye-i kemal +derece ittisa’ eylerse onun zade-i ilhamı olan ef’al ve asar +da o derece müfid ve feyz-aver olur ne mes’uddur o ruh ki +güzariş-i hayatında aşk-ı hakīkat aşk-ı adalet aşk-ı vatan; +aşk-ı insaniyyet gibi ma’aliyattan nasibedardır! İ’tila ve terakkīsi +seri’ olmakla beraber seyahat-ı dünyeviyyesi de feyz +ü teali-bahş eserler bırakır. +* * * +Ruhun mevcudiyeti esasgir olunca beka ve ebediyeti +mes’elesi derhal arz-ı vücud eder işte en mühim mes’ele +budur. Çünkü beka-yı ruh kanun-ı ahlakide yegane ca-yi +kabul bulan adalet-i ilahiyye hakkında fikrimizi ikna’ eyleyen +nev’-i beşerin en büyük ümidlerine cevap veren yegane +bir suret-i telakkīdir. Cüz’-i ferdlerin teceddüdat ve vücud-ı +maddimizin tahavvülat-ı daimesi arasında mahiyet-i +ruhiyyemiz daim ve tahavvül na-pezir olur ise onların inhilal +ve tamamen mahv u na-bud olmaları mevcudiyet-i ruhiyyeye +halel iras eylemez. +Kainatta hiçbir şeyin mahv u na-bud olmadığını gördük. +Hikmet ile kimya hiçbir zerrenin gaib olmadığını hiçbir +kuvvetin mahv olmadığını isbat eylediği halde bütün kuvayı +ma’neviyyenin mündemic olduğu bu vahdetin hayatı bir +silsile-i mesaibden kurtulan bu enaiyyet-i habirenin moic +onscient mahv u na-bud olabilmesine nasıl iman etmelidir? +Yalnız mantık ve ahlak ile değil belki –bilahare zikr u ityan +olunacağı vechile– bizzat vekayi’in aynı zamanda hem +fizyoloji ve hem de pisişizm nokta-i nazarından kabil-i his +vekayi’in cümlesi zat-ı habirin etrc conscient bekasını +göstermeye ruhun mevcudiyet-i arziyyesinde hangi ef’al ve +a’mal ile bulunmuş ise mavera-yı kabirde de aynı vechile +bulunduğunu bize isbat eylemeye sai bulunuyor. +Eğer her şeyin nihayeti ölümden ibaret ve mukadderatımız +da şu hayat-ı seriu’z-zeval ile tahdid edilmiş olsa idi +arz üzerinde hiçbir şeyin bize hakkında bir fikir veremeyeceği +feyz ve tekemmüle i’tila için bu temayülat bizde mevcud +olur mu idi? Hiçbir şeyin teskin edemeyeceği bu sevdayı +adem-pezir oluyor ise bu ihtiyacat bu hayalat izahı gayr-ı +mümkün olan bu temayülat nedir? İnsanın asırlardan beri +tanin-endaz olan bu sada-yı müessiri feyz ve terakkīye doğru +bu la-yetenahi emelleri mukavemet-şiken hücumları bir +zıll-ı zeval-pezirin teşekkül eylemekle beraber mahkum-i indiras +olan ictima’-i ecza’-i ferdiyyenin hasaisinden başka bir +şey mi olur idi? +En uzun olanında bile hudud-ı ma’rifete vusule müsaid +olmayacak kadar kısa olan ve hiçbir şeyin bizi memnun +edemeyecek derecede acz meraret ve inkisar-ı emel ile mali +olan şu hayat-ı arziyye nedir? O derecedeki ezvak u huzuzatımızdaki +maksadı elde ettiğimize i’timad hasıl eyledikçe +daha mütebaid ve mümteniu’l-vusul bir hedefe doğru harisane +koşuyoruz. Adem-i muvaffakiyetlerimize rağmen bu +aleme mahsus olmayan bir gaye-i kemali bizden daima +girizan olan bir saadeti elde etmek için gösterdiğimiz sebat +ve ısrar hayat-ı hazıradan başka diğer bir hayatın vücuduna +bir işaret-i kafiyyedir tabiat insana na-kabil-i tahakkuk ümidler +veremez. Ruhun ihtiyacat-ı bi-nihayesi bil-mecburiyye +bir hayat-ı bi-hududu icab ettirir. +Bugünkü hayatımız bize Ramazanü’l-mübarek hululünü +tebşir ediyor ah ne mübarek günler ve ne büyük beşaretler +ve ne kadar ulvi bir ruhaniyet! +Lafza-i Celal’de birleşen bütün alem-i İslam bugün bu +mah-ı gufranda kaffesi aynı halde bulunacak herkes oruç +tutarak bir tarafdan mükafat-ı Sübhaniyyeye mazhar olacak +diğer tarafdan da hem-nev’i arasında nan-pare tedarikinden +aciz birtakım biçaregan ahvalini düşünmek suretiyle +derece-i medeniyye ve insaniyyesini yükseltecek. O anda +kalbinde bir hiss-i şefkat doğacak işte biz burada Japonya +ülkesinde üç kişiyiz. Bütün etrafımızda olanlar taşlara topraklara +hülasa bütün mevcudata taabbüd eden bir millet +bulunuyor. Biz ise büyük bir şevk ile rıza-yı Bari için Ramazan’a +hazırlanıyoruz ve şu eyyam-ı mübarekeyi idrake nailiyetimizden +Cenab-ı Hakk’a tekrar teşekkürler ediyoruz. +Filvaki’ ailelerimizden uzak böyle diyar-ı gurbette bulunmamız +olanca teessüratını gösteriyorsa da mes’udiyet-i ebediyye +düşüncesi karşısında hiç kalıyor. Her ne ise biz de şu +mübarek Ramazan’ı geçirmeye hazırlandık takvime bakarak +Cuma günü akşamı sahur yiyeceğiz. Yemeklerimizi ihzara +başladık hayatımızda birden bire gelen bu tahavvül hizmetcimiz +Japon kadınını ve komşularımızı dahi şaşırttı. +Dinimizin kudsiyetini takdire bir vesile oldu. Duçar-ı hayret +olarak nihayet uleması zaman-ı kadimde Japonlarda dahi +aynen böyle bir oruç olduğunu söylemeye başladılar. +Sahura hazırlandık sofralarımızı kurduk bir ufak kase +patlıcan çorbası ile iki dane yumurta ve birer fincan çay +yemek listemizi teşkil ediyordu. Bunları konuşa konuşa yedik +sonra da sabah namazını bekleyerek o farizamızı eda +ettikten sonra biraz da istirahat ettik. Havaların çok sıcak ve +rutubetli olmasına rağmen Ramazan-ı mübarek birinci günü +gayet hoş geçti. +Akşam olunca elimizde saat sofra başına oturduk +sözü bit-tabi’ İstanbul’dan açtık o merkez-i İslamiyyet’in +Ramazan’da aldığı şekl-i ruhaniden ve cevami’-i şerifelerin +kanadil-i mübarekelerinden ve herkesin topa nasıl muntazır +olduğundan bahsederek her birimiz kendi aile efradını birer +birer ta’dad etmekte idi. +tersim olunmuştu derken İstanbul’da toplar atıldı. Biz de +soframızın üç köşesinden ellerimizi uzattık yemeklerimiz +yine patlıcan çorbası birer yumurta bir desti soğuk su semaver +vazifesini ifa eder çaydanlık ve üç bardak bütün “servisimiz” +bu kadar. Hepimiz orucun te’siriyle nim mahmur +kalan yarım saati geçirmek için söz bulunamıyor herkes +sükuti gözleri bir yere ma’tuf bir şeyler düşünüyor gibi; işte +hamdolsun bugün de Ramazanımızın ikinci sahuruydu bu +mektubu da sabah namazını bekler iken yazdım ortalık bir +sükut-i amik gündüzü gözleyen Tokyo derin haba varmış +hazin bir sükut. Düşünüyorum koca Japonya’nın merkezinde +milyonlarca nüfus içinde yalnız biz üç kişi Halik-ı Kainat’a +vazife-i ubudiyyeti ifa etmek için sabahın olmasına +muntazırız. +Refiklerim de her ikisi Kabe’ye müteveccih tilavet ile meşgūl +ortalık yavaş yavaş aydınlanıyor. İşte artık vazife-i ubudiyyeti +sonra burada da iftar ve sahur toplarını işitmek nasib olur. +Selanik Valisi İbrahim Beyefendi hazretleri tarafından +gazetemize gönderilmiştir: +“Meskenet Ma’zeret Teşkil Eder mi” nam kitabda pederim +Sahib Bey merhumun Şirvanizade bendesi olduğundan +bahsedildiği mesmuum oldu. Merhumların münasebatına +dair tafsilatı zaid görürüm. Pederim Şirvani merhumun +bendesi değil dostu idi. Buna o zamanı bilen zevat-ı kiram +şehadet eder. Namusuyla ikmal-i hayat edenlere iftira reva +değilse de ne yapalım ki müellifi ma’zurdur. +Tarihin şehadeti vechile asırlardan beri ulüvv-i mecd ü +himmetleri asarıyla millet-i necibe-i Osmaniyyenin bihakkın +mazhar-ı takdir ve ihtiramı olan “Pirizade” hanedan-ı ilminin +asrımızı şereflendiren güzide muhterem fer’-i necibi Sahib +Molla Bey merhum gibi fıtrat-ı aliyye sahibi bir nadire-i +fazl ü kemalin şöhretleri şahıslarına maksur zevata intisab +gibi şevaibden müteali bulunduğunu takdir etmek için +zamanlarını bile idrake lüzum yoktur. Zerre kadar nasibe-i +akl �� iz’anı bulunan; bu hakīkati teemmül ve mülahazaya +müftekır olmaksızın bil-bedahe bilebilir. Binaenaleyh müfterisinin +ama-yı enaniyetle zulmetler içinde kalan vicdanından +başka ca-yi kabul bulması mutasavver olmayan bu kabil +hamiyyet vazife-i vataniyyesi icabatından addeder. +Bugünlerde Odesa’dan gelmiş bir yolcu Türkistan’dan +gelmekte olan hacıların Odesa’da ne gibi tahkīrata ma’ruz +olduğunu müşahede ederek duçar-ı hayret olduğunu bervech-i +ati idaremize haber vermiştir: +Türkistan hacıları Odesa’da şimendifer istasyonunda +birkaç serseri Osmanlı ve İran ve Rus tebaası simsarlar tarafından +kaddema tedarik olunmuş çirkin pis bir haneye gayet fahiş +kıymet ile yerleştiriliyor. +Burada Rus me’muru sıfatıyla bir adam İranlı bir simsar +bulunduruyorlar ki hacıların tezkirelerini muayene ettirmek +fendinin pasaportunda daima bir hata bulur. Bu pasaport +sizin değil falan birtakım bahaneler ile cahil hacı babayı tehdid +eder. Hacı efendi çar naçar orada bulunan simsar çetesi +a’zalarından birine müracaat ederek ne yapılabileceği hakkında +Merkūm simsar gözü kesdirebildiği kadar ruble mukabilinde +pasaportu tashih edebileceğini söyler böylece bir +kere hacı babanın rublelerini çekerler. +Ertesi günü hacı babanın pasaportunu Osmanlı şehbenderine +kaydettirmek için tekrar umum hacılardan beher pasaporta +üç ruble para alırlar. Burada dahi hiç olmazsa beher +pasaport için bir ruble fazla kopartabilirlermiş. +Sonra bugün vapur yok yarın yok ha gelecek ha geldi +haftalar ile hacıları o çirkin handa pasdırma gibi istif eder +memedeki çocuklara varıncaya kadar nüfus i’tibariyle bir +kere beher adamdan yevmiye birer ruble alırlar. Sonra da +eşya-i zatiyyeleri için beher parçaya mukabil bir mikdar +otel parası ayrıca tekrar alırlar. Zavallı hacı bunların hepsine +“lebbeyk Allahümme lebbeyk” der. +Nihayet merhametli simsarlar hacı babaları vapura yükletecekler +şimdi de vapur navlu diye beher adamdan üçüncü +mevki’ bileti için sekizer ruble para alırlar halbuki vapur +şirketi bileti dört rubleye verirmiş demek burda dahi +parası bu parası diye aldıkları da ayrıca bir yekun teşkil +eder. +Bu halleri zavallı hacı babalara bu eşkıya çetesinin teaddi +ve tecavüzlerini re’ye’l-ayn müşahede eden bir insaniyetperver +yolcu Odesa Polis İdaresi’ne müracaat ederek +hal ve keyfiyeti arz u beyan eder hacı tarafından insaniyet +namına tazallüm ederse de polis me’murini tarafından soğukça +muamele hisseder daha ma-fevkıne müracaat ederek +biçare hacı babaların hukūkunu insaniyet namına müdafaa +etmek isterse de bilahare simsarların ticaretinde mahalli +me’murların hissedar olduğuna kesb-i kanaat ederek +artık o kapıdan bir istimdad abes olduğunu hissedince matbuata +müracaat eder. Görür ki matbuat dahi ücret-i kalemiyyesini +almış bulunuyor. Şu suretle safdil yolcu hacı başeklinde +yazılmıştır. +baların imdadına yetişemediği gibi me’yusiyetini arzedecek +veyahud sözünü dinletecek adam bile bulamamış. İşte +“cehaletin devası yoktur” demek şu ma’na iledir. Hacılar +cahil zavallıların cehaletlerinden dahi haberleri yok. +Haricden imdad etmek isteyen bulunursa ekseriya yine +hacı babalar özleri mümanaat ederler daha doğrusu bir +kargaşalık olur da yolumuzdan kalırız diye korkarlar. Belki +de yine o menhus çete a’zaları kutta’-ı tarik simsarlar hacı +babaları tehdid ve tahvif ederler. İnsaniyetperver yolcu; +miş çalışmış çabalamışsa da Rus lisanı da bilmediği için bir +türlü muvaffak olamamış akıbet hacılar ile beraber Odesa’dan +Dersaadet’e gelerek yolda Moskof vapurunda tayfalarının +hacılara yapmakta olduğu tahkīratı görünce hayretlere +duçar olmuştur. +Vapur bizim limana yanaşınca burada dahi kayıkçıların +hacılara yaptığı tecavüzatı görünce daha ziyade münfail +olmuş. Burada artık ben kendi memleketim lisanını biliyorum +diye tekrar hacılara muavenet etmek istemiş ise de yine +teşebbüsatı semeresiz kalmıştır. +Nihayet matbaamıza gelerek acı acı müşahedatını kemal-i +teessürle naklederek insaniyet namına gazetemizde bu +havadisden bahsetmemizi istirham eden bu zat-ı muhterem +Ermeni milletinden Dersaadet’de Zaman Kütübhanesi sahibi +Misak Efendi’dir. Kendisine insaniyet namına teşekkür +olunur. +Bundan beş sene mukaddem yine bizim hacı babaların +hal-i esef-iştimaline teessüf ederek Rusya’da Duma a’zalarından +bir Karayim avukat hacılara Kefe’de Rusya Hükumeti +tarafından tertib olunan karantinanın büsbütün hukūkı +beyne’d-düvele mugayir olduğunu: +“Bulaşık memleketten çıkmış yolcu kim olursa olsun bir +kere karantina muamelesi vacibdir bir kere tahaffuzhanede +bulunup da karantina muamelesi gördükten sonra tekrar +bulaşık memlekete girmedikçe ikinci defa muamele-i tahaffuziyye +namıyla hiçbir şey teklif olunamaz.” Da’va ederek +kanunda böyle bir sarahat var iken hacı babalara Osmanlı +Hükumeti’nin Beyrut’da ve Urla’da Rusya Hükumeti’nin +Feodosiya’da yapmakta oldukları ikinci üçüncü karantinalar +kanuna mugayirdir hacılara zulm ve gadr oluyor diye +“Petersburg”da gazete sütunlarında makaleler yazdıktan +sonra hükumete ve “Duma”ya dahi resmen müracaat ederek +ve hatta “Duma”da bulunan Müslüman mebuslardan dahi +meti nezdinde uğraştı bir derece muvaffak dahi oldu. Feodosiya +karantina-i şedidesi lağv olunarak yalnız cüzi bir +mişlerdir. +Bu da insaniyetperver bir Karayim idi. Demek olur ki +bizim hacılara karşı Yahudiler ve h ı ristiyanlar insaniyet namına +acıyorlar da müslümanlarımızdan hala bir sahib-i +hayr çıkıp hüccac-ı müslimin kardeşlerine muavenet fikrinde +bulunamıyor. +Belki hüccacı ta’zib ve tahkīr için çareler düşünüyoruz. +Madem ki kanun o kanundur dünyanın en muntazam +hükumeti olan İngilizler tarafından karantina olunuyor da +biz ne için bunu tekrar ederiz. Çünkü bizim sıhhiyemiz daha +muntazam ve daha müterakkīdir. Kahkahalar ile gülmeli. +Ne kadar teessüf olunursa azdır. +Her umurda dünyanın en geriye kalmış bir devleti olduğumuz +halde karantinaya gelince en mütemeddinlerinden +daha mütemeddin bulunuyoruz. +* * * +Dünyanın en büyük müstebidlerinden Rusya Başvekili +Stolipin cenabları henüz kırk sekiz yaşında iken bütün Rusya +Hükumeti idaresini yegane dest-i tasallutuna geçirmiş +“Duma” Meclisi’nde mebuslara karşı bir şey söylediği zaman: +“Hükumetin fikri=yani benim fikrim böyledir” diye +hiç sıkılmayıp açıktan açığa söyler kendisini hükumet ve +hükumeti de ben ta’biriyle temsil eder ve sosyalistlere karşı +“size ben söz söylemeye tenezzül etmem size karşı her zaman +mitralyözlerim haz ı rdır” der kendi başına bu gibi bir +hal geleceğini kat’iyyen tasavvur edemez iken bugün mezarda +bulunuyor. +Rusya’da Rus unsurundan başka milletlere alaka-i zıddiyet +dist” gayr-ı Ruslar ile değil belki bütün dünya ile kat’-ı alaka +etmiştir. Bundan sonra Rusya’da böyle bir mağrurun bulunabilmesi +baiddir. Asıl Rusya’nın mukadderatı bundan +böyle serian layıkıyla keşf olunacaktır. Stolipin yerine +kim gelecek? İşte Rusya’nın hayatı oraya bağlıdır. +Eğer “Kokozif” gelirse Rus ahrarı için yalnız zaman ister +başka bir şey istemez. Eli kulağında demektir. Yok Kont +Sevite Polekdemirski gelirse idare-i meşruta-i tamme geldi +demek olur. Yok Stolipin’in eşini bulurlarsa vay Rusya’nın +başına! Ahrarın kulağı çınlasın +“Vette gelebilir mi acaba? Gelirse bütçeyi üfürüp kabartır +vakt-i merhuna kadar herkes “darısı başkaların başına” diyerek +sabır ve tahammüle mecbur kalır. +Din-i İslam cebr ü şiddetle kabul ettirilmiş sopa kuvvetiyle +ahkamına inkıyad edilmiş bir din olmayıp herkesçe +kabulü muvafık-ı akl ü hikmet olan bir din-i hakīkī ve fıtridir. +Bazı Avrupa misyonerleriyle rehabin-i H ı ristiyaniyye’nin +müddeayat-ı sebük-mağzanelerine nazaran din-i İslam +saliklerinin cebr ü şiddeti sayesinde mevcudiyeti tanınmış +bir çok sopacıların kuvvetiyle gittiği yerde hüsn-i kabul görmüş +Biz bu gibi bedbinane kem-asılane olan muhakemat-ı +nakısayı bütün mevcudiyetimizle redd ü tekzib ederiz. +Peygamberimiz sav efendimiz hazretlerinin irşadat ve tebligat-ı +hak-cuyaneleriyle ilk evvela yekunu pek ekalliyette +kalan zevat-ı ali-kadrin mazhar-ı kabul ve istihsanı olmuş +nihayet gitgide İslamiyet’le müşerref olanların adedi tezayüd +etmekle burada müşrikin-i bağiyye-i beldenin tehacümat +ve taarruzat-ı hun-rizane ve harekat-ı zulümkaranelerine +duçar olmaya başladığından Mekke-i Mükerreme’de tulu’ +eden aftab-ı cihan-tab bu kere vahşi kargaların vahşetamiz +hücumlarına; müsaid bir zemin bırak[ma]mak için +Mekke-i Mükerreme’den kalkarak nur-ı nevvar-ı hidayetini +Medine-i Münevvere’de de gösterdi; nice girahan-ı Arab’ın +badi-i hidayet ve necatı oldu. Medine’de ahkam-ı kudsiyyesi +kemal-i itmi’nan-ı kalb ve vicdanla kabul olundu. +Az zaman içinde İslamiyet aldı yürüdü; ta Habeşistanlara +kadar kök saldı. Bundan sonra kuvvet ve miknetini +yavaş yavaş tanıttırmaya kabul ettirmeye başladı. Bazı İslamiyet’i +kabul ile beraber hissiyat-ı İslamiyyesi coşan İslamların +hakīkat vadisinde olan sa’y ü amelleriyle Gine’lere kadar +temevvüc etti; İslamiyet’in Gine’lere kadar temevvücüne +yardım edenlerden birisi “Kalati” isminde bir ra’i diğeri ise +“nevye” yahud “husa” tüccarı bir zat-ı diyanetperver idi. +dan müşevvik-ı ehl-i salib olan rehabin-i mutaassıbenin +nazar-ı harisanelerini kin ü garazlarını celbden hali kalmıyor +terakkī ve teali-i kudsiyyetiyle nice mutaassıbin-i haribini +korkutuyordu ürkütüyordu. Bir çok Piyer Lermitler İslamiyetin +hakayik-ı beyanına tarik-ı hidayetine hezeyanlar miskatalar +yağdırıyor çıldırırcasına ağzına geleni söylemekle +beraber mutaassıbane “yaveler” icad ediyordu. +gözlerini kamaştırdığından dolayı ne yapacaklarını şaşırmış +kalmışlardı. +Daha o zaman anasının rahminde bulunan çocuklara +bile misyonerlik ilhamat-ı mutaassıbanesi verilmek için +çareler mualeceler düşünülüyor kundaktaki yavrular misillü +tescine gayret olunuyordu; bu sayede ati için azminden +nükul etmez mürşidler ! misyonerler istihzar olunuyordu. +Bugün o misyonerlerin ahlakı din-i İslamla mütedeyyin İslamları +Hindistan’da Cava’da Türkistan’da Çin’de Japonya’da +Hive’de Buhara’da… ilh. yerlerde zehirlemek için +efsaneler masallar okuyor koca bir din-i İslamı söndürmek +emeliyle H ı ristiyan tavsiyelerine boğuyor! O misyonerler +ki zamanımızda Hindistan’da köy köy gezerek +H ı ristiyaniyetin kabulü Nasraniyetin tasdiki için hazineler +sarfediyor kuvvetler fevt ediyor! +Aceb! Şimdiye kadar kaç İslamı yolundan çevirmeye +çıkarmaya muvaffak olabildiler? Yekun pek ekalliyette değil +mi? Lakin İslamlar İslam dininin neşrinde –elan kabulünşeklinde +yazılmıştır. +şeklinde yazılmıştır. +de– teşvik ve “propagandada” bulunsalardı bugün kıtaat-ı +hamsede İslam’dan hali yer bulunmazdı. +Bizde din-i İslam’ın kapıları açıktır; isteyen dahil olur +habelerden birisinin kardeşi din-i İslam’dan firar etmiş idi. +Peygamberimize arz olundukta: “Bırakın nereye gitsin hakīkī +bir dinde esaret olamaz” mealinde cevab-ı hakimanesinde +bulunmuştu ki hakīkaten şayan-ı mülahazadır. Eğer +giderse cebr ü şiddet gösterilecek olursa iş çığırından çıkar +sonra yalancı misyonerlerin tuttuğu tarik makamına girer. +Buraya kadar din-i İslam’ın ne suretle intişar ettiğini ve +düşmanlarını oldukca anlattık. +rağmen hutuvat-ı seria ile ilerledi. Aktar-ı alemi dehşetler +riniyle ortalığı bihişt-asa bir hale getirdi. Nice gözleri perdei +kesif-i cehalet ve zulmet altında kalmış bozulmuş insanları +nur-ı feyza-feyziyle parlattı feyizlendirdi! +Bir asr-ı kalil zarfında öyle bir medeniyet ve inkılab husule +getirdi ki Avrupalılar o medeniyet ve inkılabı asırlarca +çalışsalar çabalasalar meydana getiremezlerdi. Gerçi medeniyet +kalıbdan kalıba girerek hasıl olursa da İslamlar bu +hususda daha çabuk davranmışlardır. O medeniyeti dinin +ahkam ve evamir-i celilesine kaviyyen tabi’ oldukları bir zamanda +elde etmişlerdi ki tarihce müsbet hakayıktandır. +O zamanlar idi ki İslamiyet bir kitle-i mütecanise halinde +bulunuyor her hususda kavanin ve kavaid-i İslamiyyeye bitamamiha +riayet ve mucebince amel olunuyordu. Daha +doğrusu İslamiyet hedef ve maksad ittihaz olunarak çalışılıyordu. +Ulema-yı kiramın ahkam-ı dini tebliğ ve ityandaki +gayretleri re’ye’l-ayn müşahede edilegeliyor gayret-i dindaraneleriyle +muzafferiyetten muzafferiyete yükseliyordu. +Bu zamanda idi ki Avrupalılara papazlar yetiştiriliyor +medeniyet namzedleri gönderiliyordu. +Bu zamanda idi ki İslamlar bir refah-ı umumi içinde +bulunuyor din yolunda ceng ü cidalde şemşir be-dest ma’reke-i +harbe cesurane dilirane atılıyordu. +Bu zamanda idi ki bilad-ı İslamiyyenin kısm-ı küllisi bir +derya-yı maarifle çalkanıyor her yerde ilim ve maarifin +kadr u kıymeti evc-i a’laya is’ad ettiriliyordu. Bu zamanda +vanin-i adalet ve müsavat ve uhuvvet tatbik ediliyordu. +Bu zamanda idi ki dünyalara sığmayan ittihad ve ittifak-ı +medreseler mektepler daru’l-fünunlar kütübhaneler daru’s-sınaalar +küşad ediliyordu. +Bu zamanda idi ki bir din-i hakīkī dünyayı titrediyor; Piyer +Lermitler gibi düşmanlarını zir-i u zeber ederce bir savlet-i +gazanferane ile hevl-endaz oluyordu. Bu zamanda idi +ki şimdiki Avrupa medeniyetinin esasları; me’hazları hazırlanıyor; +keşf ve ihtira’ ediliyordu. Bu zamanda idi ki mutaassıbin-i +H ı ristiyaniyyenin eza ve cefasından usanan mazlumlar din-i +niyet-i İslamiyyeye gerden-dade-i inkıyad oluyorlardı. +Bu zamanda idi ki ot parçalarına; ağaç yongalarına perestiş +eden bir kısım halk liva-yı İslamiyyeye sığınıyor; dairei +adl-i İslamiyyet’e fevc fevc dahil oluyordu. Bu zamanda idi +ki düşman orduları serdarların na’ra-i besaletkarane ve harekat-ı +adilaneleriyle istimana mecbur kalıyor seve seve ordu-yı +da medreseler kütübhaneler meclis-i danişler küşad ediliyor +nice talibin-i ilm ü irfan tedris ettiriliyordu. +Bu zamanda idi ki eimme-i müctehidin hazeratı; bab-ı +saatte rü’yet olunuyordu. +Bu zamanda idi ki Zemahşeriler İbni Sinalar İbni Rüşdler +ruhiyye ve hakīkiyyede bulunuyor haleflerine cildlerle kitaplar +ma’lumatlar bilgiler hazırlıyordu. +Bu zamanda idi ki Harun Reşidler Me’munlar Abdurrahman-ı +Salisler yalnız saltanat ve daratlarıyla değil gayret-i +maarifperverane ve muharebat-ı azimkaraneleriyle +Devlet-i Emeviyye’nin birer uzv-ı ahenini hükümdaran-ı +zişanı olduklarını dünyalara teslim ettiriyorlardı. +Bu zamanda idi ki hudud-ı İslamiyye İspanya’dan Bahri +Muhit-ı Atlasi’ye kadar imtidad ediyor bir tarafdan da +bütün Bahr-i Sefid havzası daire-i adalete alınmak arzuları +uyanıyor planları kuruluyordu. +Bu zamanda idi ki Endülüs’de el-Hamra Sarayları medreseleri +nuyor. Evvelce Rodrik gibi bir hükümdar-ı bağıyyenin zulüm +ve işkencesinden firar eden İspanya firarileri birer birer +adalet-i İslamiyyeye istiman edip ahkam ve kavanin-i İslamiyyeyi +kabul ediyordu. +Bu zamanda idi ki Tarık bin Ziyad gibi kahramanlar +valisi bulunan Çalyos’dan İspanya fethine gelinmesi hususunda +mektuplar arizalar alıyor. Az zaman sonra Cebel-i +Tarık’dan başlayarak koca İspanya baştan başa feth ü istila +olunuyordu. +Bu zamanda idi ki Tarık bin Ziyad’ın refik-ı kahramanı +Musa bin Nusayr Pirene Dağlarını aşarak Şarl Marteller’e +meydan okuyor mutalebat ve arzularına boyun eğdiriyordu. +Bu zamanda idi ki İspanya’da muhtelif mevakı’da darülfünunlar +medreseler kütübhaneler küşad ediliyor Abdurrahman-ı +Salis gibi çalışkan gayur müdebbir bir dahi-i +zamanın büyüklükleri görülüyordu. İspanya şa’şaa-i maarif +ve terakkīsiyle hem-civar hükumetlerin gözlerini kamaştırdığı +gibi nazar-ı harisanelerini de celb ediyordu. +Bu zamanda idi ki Endülüs Hükumet-i İslamiyyesi’nde +Avrupalılara papazlar hocalar yetiştiriliyor bir lutf-ı mahsus +olmak üzere medeniyet insaniyet dersleri veriliyordu. +Bu zamanda idi ki İslamlar kılınç kuvvetiyle değil +din kuvvetiyle basdığı yerleri oynatıyor düşmanlarını savleti +şiranesiyle kaçırıyordu. +Bu zamanda idi ki ulema-yı kiram hazeratı muharebelerde +beldelerde kasabalarda köylerde saadet-i maddiyye +ve ma’neviyyeyi cami’ olan din-i İslam’ın kavaid ve kavanin-i +şer’iyyelerini bağıra bağıra anlatıyor ahkam-ı ezelisini +tebliğde terahi göstermiyordu. Daha doğrusu dinin ulviyeti +ahkamı takdir olunuyor muhaliflerine delail-i hakīkıyye +Bu zamanda idi ki şer’-i şerife riayeten deavi-i hukūkiyye +ve cezaiyye fasl olunuyor adl-i kanun dairesinde tedvir-i +Bu zamanda idi ki Kur’an- ı Kerim ve ehadis-i nebeviyye +tefsir ediliyor hakayık-ı İslamiyye bir bir şerh olunuyor +din-i İslam’a rağbet ve i’tibar dü-bala oluyordu. +Bu zamanda idi ki adalet müsavat uhuvvet memalik-i +olan İslamların işlerinde güçlerinde bet bereket görüldüğü +halde yüzlerinde nurlar parıl parıl parlıyordu. +Bu zamanda idi ki İslamlar her türlü hakayıkı muhtevi +ve kavanin-i ictimaiyyeyi cami’ bir dine tabi’ ve mütemessik +bulunmalarından naşi her işlerinde eser-i intizam ve mükemmeliyet +görülüyor refah ve saadet en süfli tabakalarda +bile tam ma’nasıyla tecelli ediyordu. +Bu zamanda idi ki cevami’-i İslamiyyede eda-yı salat +hadisi kalblere nakşedilmiş +bulunuyordu. Ahali-i İslamiyye namaz vakti camileri +mescidleri dolduruyor hocaların müezzinlerin sada-yı +dindaraneleri etraf u eknafda dolaşan tuyuru bile cuş u huruşa +getiriyordu. +O zamanda idi ki hamiyet-i İslamiyye kulub-i İslamiyyeden +taşıyor en adi sanatlarda iştigal-i hayat eden İslamların +O zamanda idi ki hudud-ı İslamiyyeyi tecavüz emeliyle +serhadde av’avat-ı hun-rizaneleriyle bütün alem-i İslamiyet’i +rahatsız eden köpekler kükremiş kahraman arslanlarımız +tarafından layık oldukları ders-i şecaat ve ibreti alıyorlardı. +Bu zamanda idi ki +ve . . . +ehadis-i nebevisine her +huzur ve rahatı için binlerce dindaşlar uyku uyumuyordu. +Bu zamanda idi ki İslamların ittihad ve ittifaksız yaşayamayacaklarını +teslim ile beraber ittihad ve ittifak-ı İslamiyyeye +muhalif hiçbir ferd çıkmıyor her İslam saadet-i İslamiyyeyi +dindaşlarının ve hatta kurtlardan yakayı kurtarmak için +maddi ve ma’nevi habl-i ittihad ve ittifaka sarılmalarında +arıyordu: Bu sayede değil midir ki cihanlar titretildi alemler +yerinden oynatıldı. +Bu sayede değil midir ki hükumat-ı İslamiyye bülend-i +ahkam-ı adilanesine herkesleri münkad kıldı. Bu sayede değil +midir ki diyar-ı Rum’da: Halife “Mu’tasım Mu’tasım yetiş +beni hun-har zalimlerden kurtar!” diye bağıran bir İslam +pakizesine: “Geliyorum bu anda geliyorum” diye cevap verilip +akabinde birtakım zalimlerin dest-i zalimanelerinde +Bu sayede değil midir ki Bağdad Dımaşk Gırnata Kurtuba.. +mektepler darülirfanlar kütübhaneler te’sisine muvaffak olunmuş +garblılara bile birer menba’-ı feyz-i irfan haz ı rlanmıştır. +Bu sayede değil midir ki bir İslamın ah ü enin-i ma’sumanesine +milyonlarca İslamların kalbleri neşterlerle deşilmiş +namları ehemmiyet ve i’tibarından dolayı tarihlere geçmiştir. +parlak günler; hatırı sayılır devirler geçirmiş tarihlere nakş-ı +zerrin ile yazılmaya layık büyüklükler ululuklar göstermiş +ebediyyen paydar olacak bir nam-ı kudsi bırakmıştır. +Pek güzel! O ferman-ferma-yı şevket ve darat olan koca +medeniyet-i İslamiyye o hayret-bahş-i ukūl olan muvaffakıyat-ı +diniyye hangi dest-i ihanetin kuvve-i kahharanesiyle +mahvolarak bugünkü dereke-i pestiye düştü? +Nerede kaldı o mahz-ı adl ü hakkaniyet olan İslamiyet; +o badi-i saadet-i ümem olan teali ve terakkī-i İslam o şarihı +hafaya-yı vicdan ü hakīkat olan habl-i metin-i İslamiyye o +şiraze-i intizamına dünyaları beht ü hayret içinde bırakan +maarif-i İslamiyye o tarz-ı mi’marisine akıllar ermeyen mebani +ve cevami’ u mesacid ü medaris-i Endülisiyye?!.. +zilletini hazırlayan alem-i İslamiyet’in ah ü enin-i ma’sumanesini +mucib olan asırların eskidip mahvedemeyeceği terakkıyat +ve faaliyat-ı İslamiyyemizi uful ettirmeye sebep +olan bazı ulema kıyafetinde zenadıkanın müsamahaları olmuştur +dense hata edilmemiş olur zannederim. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Eylül +Yedinci Cild - Aded: +saat bir raddelerinde Sadrazam Hakkı Paşa’nın nezdine gelerek +devlet-i metbuası namına beş sahifelik mufassal bir +ültimatom tebliğ etmiştir. +Ültimatom’da Trablusgarb’ın İtalya için son derece haiz-i +ehemmiyyet olduğundan Trablus’da i’mar ve terakkī +namına şimdiye kadar bir şey yapılmadığından İtalya’nın +teşebbüsatına daima ika’-ı mümanaat edildiğinden bahsolunmuş +şerait-ı hazıra dairesinde müzakereye girişilmesi +münafi-i haysiyet olacağı söylenmiş binaenaleyh evvelemirde +başlanması icab edeceği anlaşılarak Trablus’un yirmi dört +saat zarfında tahliyesi taleb edilmiştir. +Sırf eşkıyalıktan ibaret bulunan bu ültimatom gibi haysiyet-şiken +ve hainane bir emr-i vaki’ karşısında kalbinde azıcık +hamiyet-i milliyye ve hubb-i vatan hissi olanın bütün vücudu +bir ateş-i buğz u adavetle suzan olarak söz söylemeye +bile kendisinde iktidar bulmaması pek tabiidir. +Şu ültimatomun efkar-ı umumiyye-i Osmaniyyede vücuda +getireceği galeyan ve heyecanı ve bütün alem-i İslam +üzerinde ika’ edeceği te’siratı şimdiden kestirmek kolaydır. +Fakat hal ve mevkiin nezaket ve vehameti bizi hissiyata kapılmaktan +ziyade akıl ve mantıka da’vet ediyor. +Osmanlılar hiçbir müşkilat karşısında i’tidal ve mekanetlerini +gaib etmediklerini gösterecekler ve haris alçak ve namussuz +bir düşmana karşı yekvücud bir kütle-i metine halinde +bütün vazife-i vataniyye ve hamiyet-i milliyyelerini ifada +kusur etmeyeceklerdir. +Bugün birinci vazifemiz aramızda maatteessüf devam +etmekte olan ve bütün musibetlerimizin menşeini teşkil eden +yekvücud olmak; saniyen hükumetin bu babda ittihaz edeceği +tedabirin kemal-i metanet ve cesaretle icra ve ifasını +taleb etmektir. +Hükumete düşen vazifeler ise şimdilik şundan ibarettir: +Memalik-i Osmaniyye’de bulunan bütün İtalyanları isimlerini +kayd ve can ve ırzlarını te’minle beraber yerlerinden +kımıldayamayacak surette taht-ı tevkīf ve esarete almak veya +tard etmek; İtalya’nın bütün kapitülasyonlardan imtiyazattan +ebediyyen mahrum edildiğini i’lan etmek; İtalyanların +Memalik-i Osmaniyye’de malik oldukları bütün emval ve +emlaki müessesat-ı maliyye ve iktisadiyyelerini müsadere +etmek halen ve atiyen bilumum teşebbüsatlarını ibtal ve +reddeylemek. +Bundan sonra Osmanlılar için en mühim vazife İtalyanlarla +bütün alakayı keserek İtalya’nın bize karşı irtikab ettiği +şu hukūk-şiken harekat-ı denaetkaraneye mukabil ebedi bir +husumet ebedi bir hiss-i kin ü intikam beslemek olacaktır +emin olalım ki biz şu icraatta devam u sebat gösterirsek deni +düşmanı Trablusgarb’a sevk etmiş olan hırs-ı menfaat ve +tama’ın istifadesinden mahrum edebiliriz. Zira İtalya iktisaden +ve ticareten Memalik-i Osmaniyye dahilinde gaib edeceği +menafii ve duçar olacağı ziyanları Trablusgarb’ın istilasıyla +tesviye edemeyecektır. +Evet Trablusgarb’daki kardeşlerimize biz daha maddi +bir surette muavenet ve müzaheret etmeli idik. Fakat ne çare +ki uzun senelerin atalet ü bataeti kuva-yı bahriyyemizin +şeklinde yazılmıştır. +mefkūdiyeti bizi bu arzu-yı dil-suzun icrasından mahrum +etmek mecburiyetinde bulunduruyor. Bari ümid edelim ki +bu müdhiş darbe bizi şu bitmez tükenmez hab-ı gafletten +da’vet için bir sebeb olur her zamanki gibi yine tekrar +edelim +Bugün alem-i siyasiyyatta bil-fi’l meydana çıkmış ve +fima-ba’d çıkacak olan ne kadar mühim mes’eleler var ise +bunlardan hiç birisi şimdi şu birkaç ayda veyahud birkaç +senede ortalığa çıkarılmış efkar-ı cedide semeresi değildir. +Belki bunlar asırlarca düşünülerek yüz binlerce insan canlarını +kıyarak dünyada en büyük ve meşhur dahilerin besledikleri +amalin meydana getirilmesi için asırlarca zihin sarf +edilerek defaatle teati-i efkar olunarak lede’l-icab fikirleri +uğrunda canları da fedadan çekinilmeyerek ta’yin olunmuş +muntazam bir hatt-ı hareketin neticesidir. +diplomatlar geldi gitti fakat o dahilerin ta’yin eyledikleri +hatt-ı hareket zerre kadar inhiraf etmedi. +Bunların yüz seneden beri şu desais-i mel’anetkarileri +neticesi olarak bize karşı açmış oldukları yaraları nazar-ı i’tibara +alarak tasavvur edecek olursak hiç şübhesiz kesb-i kanaat +ederiz ki Avrupa diplomatlarının öteden beri bizim +hakkımızda beslemekte oldukları zann-ı fasidleri: “İslamiyet +medeniyet düşmanıdır; alem-i medeniyyetin istirahatını te’min +etmek için İslamiyet’i ve onun yegane merkez-i saltanatı +olan Hilafet-i İslamiyye’yi ortalıktan kaldırmak elzemdir” +Bu hususda Avrupa ricali şimdiye kadar o hatt-ı muayyende +asla ve kat’a muhalefet etmemişlerdir. Bizim şimdi +geçirmekte olduğumuz felaket hep bu tedabir-i mel’anetkarilerin +neticesidir: Tuna Vilayeti gitti Tunus Cezayir Bosna-Hersek +gitti Mısır gitti Girid gitti bugün de Trablusgarb +gibi en mühim bir vilayetimiz gitmek üzeredir. Yemen ise eli +kulağında bundan yarım asır mukaddem kağıd üzerinde +kalem ile taksim olunmuş emval-i metruke bugün ashab-ı +eshama birer birer fi’len teslim olunmaktadır. Bu böyledir +başka hiçbir şey değildir. +Bizimkiler hep yevm-i cedid rızk-ı cedid idare-i maslahat +siyaseti ta’kīb etmişler hala da bu siyasetten ayrılmamaktadırlar. +Trablusgarb mes’elesi tamam bir senedir gazete sütunlarında +söylendi bizim diplomatlarımız sem’-i i’tibar etmediler +bugün idare-i maslahat olmak üzere bir meblağ-ı muayyen +bedelinde vatanımızın bir cüz’ü olan Trablusgarb’ı keseden +düşman eline teslim edip parası ile de bir iki ay maaş +versek olmaz mı acaba? Bu da idare-i maslahat ise fimaba’d +maliyemiz duçar-ı muzayaka oldukca birer vilayetimizi +müzayedeye çıkarıp idare-i maslahat siyasetini ta’kīb etmekten +başka bir çare bulamayacağımız şüphesizdir. Zira biz +uzun düşünceler ile zihnimizi yormak istemiyoruz. Yoksa +bugün Makarr-ı Hilafet’in meftunu olan yüz milyonlarca +ehl-i İslam efradı her sene ayağımıza geliyor biraz sarf-ı +efkar edecek olursak neler yapmak mümkün değil. +Bizim vükelamız mine’l-kadim hiçbir vakit kendileri zihin +yormamışlardır yalnız kendilerini bir emr-i vaki’ karşısında +gördükleri gibi hemen Beyoğlu’na giderek sefaretlere iltica +eder ve onlardan biriyle istişare ederler. En büyük diplomatlarımızın +bile mesleği böyledir. +Sefirlerin ta’limatı üzerine dün daha bir valimiz olan +Ferdinand’ı Kral sıfatıyla kabul ederek kendisine mihmannüvazlık +gösterdik kemal-i debdebe ile Sirkeci’den istikbal +ettirdik buna mukabil de Girid bizim malımız olacak ve Avrupa +devletleri de bizi insan yerinde sanacak zannettik. Derakab +bunlar hep diplomatlık desaisi olduğunu gördük fakat +yamadık bugün tamamıyla bir mirasyedi halinde bulunuyor +ve her nev’ iğfalata kapılıyoruz. +Bizim için yapılması lazım olan tedabir-i mühimmeden +hiç birini biz mülahaza edemeyiz ve aklımıza bile getiremeyiz +zira bizim Beyoğlu dostlarımızın hoşuna gitmeyecek +bizim için en mühim tedabirden biri “ittihad-ı İslam” mes’elesi +olduğu halde dostlarımız bize “ittihad-ı İslamı” Çarşamba +Karısı yerinde gösterdiler biz de ale’l-amya kabul ettik +halbuki bizi tahlis edecek yegane siyasetimiz olacaktı. Bugün +bizim ta’kīb etmekte olduğumuz meslek-i siyasimizi tasvir +etmek için hiç münasebetsiz bir misal göstereceğim: +Geçen hafta Adalar’dan köprüye saat ’de yanaşmak +leye çıma atılmıştı çıma kısa geldi gözü açık çımacı hemen +kuşağını çıkardı çımanın ucuna ekledi; vapuru durduracak +bu suretle idare-i maslahat edecekti. Tam bir diplomat değil +mi?.. İşte bizim vükelamızın hali böyledir: Çımacı tedbiri! +Sonra da şan ve şerefden bahsederler bütün cihana akıl +vermek isterler. Şan şeref nerede biz nerede? Beyne’s-sera +ve’s-süreyya!.. +Bugün Trablusgarb için yegane çaremiz var ise o da +Avrupa devletlerini müdahaleye da’vet etmekten ibaret kalacaktır +onlar da müdahale ettikleri gibi mes’ele tamamıyla +Girid mes’elesi şeklini alır o zaman Trablusgarb da bugün +gitmez de üç sene sonra gider. İşte idare-i maslahat böyle +olur. +Bugün Osmanlılar ağlasın bugün bütün alem-i İslam +ağlasın. Saltanat-ı Osmaniyye Hilafet-i İslamiyye bugün Afrika +kıt’asından çekiliyor. Tarih-i İslam için ne müellim ne +muzlim bir sahife! Bundan sonra artık alem-i İslam’ın hayat +ve memat dakīkalarıdır. +Her taraftan kuşatılmaya başlanan Hilafet-i İslamiyye’yi +tasallut-ı a’dadan kurtaracak ancak bütün müslümanların +gaflet uykusundan silkinerek ciddi intibahları ve bütün mallarıyla +canlarıyla ve la-yetezelzel bir azim ile meydan-ı mücahedeye +atılmalarıdır. Allah muinimiz olsun. +* * * +ş ı +Eş’ar Yemen’de bir kabilenin ismidir. O kabilenin pederleri +olan Nebet bin İded gövdesi kıllı doğmuş olduğundan feth-i +şın ile kıl demek olan şa’ardan ahz ile sıfat-ı müşebbehe olarak +“eş’ar” tesmiye olunmuş ve evlad ü ahfadına “eş’ari” ve +“eş’ariyyun” ve “eşa’ire” denilmiştir. Ebu Musa hazretleri +kable’l-hicre kabilesi halkıyla ve kendi biraderleri Ebu Amir +bin Kays ve Ebu Bürde bin Kays ve Ebu Rehm bin Kays ile +Mekke-i Mükerreme’ye gelip şeref-i İslam ile müşerref olmuşlar +ve yine vatanlarına avdet etmişlerdir. Muahharan +Habeşe muhacirleri ile birlikte gelip Resulullah’a mülakī +olmuşlardır. Bu cihetle Hazret-i Ebu Musa Hayber’den sonra +olan meşahidde bulunabilmiştir. Hayber ganaiminden +dahi hazret-i Fahr-i Rüsül onlara hisse i’ta buyurmuştur. +Vak’a-i Evtas’da amcaları Ebu Amir el-Eş’ari’nin şehadeti +üzerine harbi Hazret-i Ebu Musa kazanmıştır. Evahir-i Asr-ı +Saadet’te Yemen’de Me’rib müdiri ala kavlin Zübeyd ve Aden +sahiline varıncaya kadar olan cevanibine vali olmuştur. +Hazret-i Ömer radıyallahu anh Muğīre bin Şu’be hazretlerinin +azli üzerine Hazret-i Ebu Musa’yı Basra valisi etmişlerdir. +Hazret-i Osman radıyallahu anh bir aralık Ebu Musa’yı +Basra’dan azletmişler ise de ahalinin talebi üzerine muahharan +yine nasb eylemişlerdir. Hazret-i Ebu Musa Basra +askeri emiri olarak İran fütuhunda da bulunmuştur. Hazret-i +Ali zamanında Ebu Musa hazretleri Basra valisi idiler. Ahiren +ma’zul oldular. Sıffin’de hakem olup aldandılar. Onun +üzerine Mekke-i Mükerreme’ye gidip kırk iki tarihinde irtihal-i +dar-ı ahiret eylediler. Üç yüz altmış hadis-i şerif rivayet +etmişlerdir. Sahiheyn ’de altmış sekizi mezkurdur. Dördünde +bakīsinde Şeyheyn’nin ittifakları vardır. Kendileri Kuteybe’nin +ta’rifine göre hafifü’l-cüsse kasiru’l-kame ve köse imişler. +Kur’an- ı Kerim ’i bi-tarikı’l-arz Fahr-i kainat aleyhi +ekmelü’t-tahiyyat efendimiz hazretlerinden ahz etmişlerdir. +Zat-ı sütude-simatları Kur’an- ı Kerim ’i hub-ı sada ve hüsn-i +eda ile pek güzel tilavet ederler imiş. Bu cihetle mazhar-ı +sena’-i Nebevi dahi olmuşlardır. Hutbelerde hulefaya du’a +sahib-i tercüme Ebu Musa hazretlerinden me’surdur ki Basra +valiliklerinde Cuma hutbesini okudukça Hazret-i Ömer +el-Faruk’a du’a ederler idi. +Beni Sedus kabilesinden olup ilim ve zühd ü takva sahibi +anh hazretlerinden ahz eylediği gibi Hasan Basri hazretleri +de bi-tarikı’l-arz zat-ı mübareklerinden ahz etmiştir. Hicret-i +celile-i Nebeviyye aleyhi ekmelü’t-tahiyyenin senesinden +sonra azim-i gülşen-seray-ı alem-i ukba olmuşlardır. +han’dır. Basra ricalinden ve kibar-ı tabiinden olup hicret-i +seniyyeden on bir sene mukaddem mehd-ara-yı alem-i vücud +olmuşlardır. Nebi-i zişan efendimiz hazretlerinin zaman-ı +saadetlerinde kabul-i İslam eylediği halde vech-i +saadet-i Nebi-i müctebayı görmek şerefine nail olamamıştır. +Kur’an- ı Kerim ’i bi-tarikı’l-arz Ali bin Ebi Talib ve İbni Abbas +hazeratından ahz ettiği gibi Ebu Musa el-Eş’ari hazretlerinden +dahi ahz ve telakkī etmiş ve Ebu Musa el-Eş’ari +Kur’an -ı azimü’ş-şanı bize beşer ayet ta’lim buyururlardı demiştir. +Ebubekir es-Sıddik radıyallahu anh hazretlerine mülakī +olup onlardan ve Ömer bin el-Hattab radıyallahu anh +hazretlerinden ve diğer ashab-ı kiramdan rivayet-i hadis etmiştir. +Ebu’l-Eşheb el-Attari Kur’an -ı celili bi-tarikı’l-arz zat-ı +sütude-simatlarından ahz edip Basra’da fenn-i celil-i kıraeti +neşretmiştir. On gecede bir Kur’an- ı Kerim ’i hatmetmek adet-i +seniyyelerinden imiş. tarih-i hicrisinde veya +yaşında oldukları irtihal-i dar-ı naim buyurmuşlardır. +Envar-ı İslamiyyet hıtta-i Hicaziyye’de parladı. Çünkü +manda doğdu ki çöllerdeki bedevilerin değil Hicaz’ın merkezi +sayılan Mekke’deki medenilerin bile cehalet gözlerini +bürümüş; gaflet yollarını şaşırtmış; her biri taştan ağaçtan +yapılan putlara tapacak derecede hamakate kız çocuklarını +diri diri gömecek derekede vahşete duçar olmuştu. Zira +Mekke ve havalisinin yegane peygamberi bulunan Hazret-i +geçmiş ve bu müddet-i medide zarfında ahkam-ı şeriati – +bazı bakayasından maada– unutulup gitmişti. +Böyle bir fetret esnasında ve milad-ı Isa’nın yahud +veyahud ’inci senesinde o Nebiyy-i celil yani İsmail +bin Halil’in nesl-i keriminden Abdullah bin Abdilmuttalib’in +Mekke’de bir oğlu vücuda geldi ki bu nevzad-ı mukaddes +Resul-i ekrem ü akdes efendimiz idi. +Va esefa ki cenab-ı Abdullah mahdum-ı keriminin tevellüdünü +görememiş; çünkü veladet-i Muhammediyye’den +takriben iki ay evvel Medine’de vefat etmişti. +Yetim olarak doğan o tıfl-ı mükerrem ceddi Abdülmuttalib’in +himayesine alındı. Ve Beni Sa’d kabilesinden Halime +yaşına kadar Beni Sa’d yurdunda kaldıktan sonra getirilip +valide-i muhteremesi Amine bint-i Vehb hazretlerine teslim +olundu. +Cenab-ı Amine evladını alarak Medine’ye gidip bir +müddet ikamet ve esna-yı avdette dar-ı bekaya rihlet etti. +Anasız babasız kalan peygamberimiz bütün bütün büyük +babasının mahmisi oldu. Sekiz yaşında iken o mübarek +derzadesini yanına aldı ve onu kendi çocuklarından ziyade +sevdi. On iki yaşında iken ticaret için Şam’a giden amcasıyla +birlikte sefere çıktı. Busra denilen beldede Buhayra +namında bir rahible görüştü. Rahibin tavsiyesi üzerine oradan +geri döndüler. On yedi yaşında iken diğer amcası Zübeyr +bin Abdilmuttalib ile Yemen’e gidip geldi. Yirmi dört +yaşında iken bir daha Basra’ya kadar gitti. Bu seferde +Nastura isminde bir papaz ile mülakī oldu. Yirmi beş yaşında +hep bu mukaddes kadından dünyaya geldi. Otuz beş yaşındayken +Kureyş’in Kabe’yi ta’mir ettiği sırada Hacerü’lEsved’i +yerine vaz’ için çıkan nizaı hacer-i mukaddesi ridayı +şerifine alıp uçlarından dört kişiye tutturmak ve mübarek +eliyle yerine koymak suretiyle fasleyledi. +Kırk yaşında iken nübüvvet kırk üç yaşında iken risaletle +müşerref ve herkesi tarik-ı hakka da’vete me’mur oldu. +Evvela Seyyide Hadice saniyen Ali bin Ebi Talib salisen +Zeyd bin Harise rabian Ebubekir bin Ebi Kuhafe nübüvvet-i +Muhammediyye’yi tasdik etti. Yavaş yavaş mü’minler +çoğalmaya müşrikler de perde perde dırlanmaya başladı. +Gerek efendimize gerek ashab-ı kiramına müşrikin tarafından +edilmedik eza kalmadı. Bi’set-i Muhammediyye’nin beşinci +yılında ashabdan bazıları Resulullah’ın müsaadesiyle +Habeş’e yani Afrika’ya hicret ettiler. Altıncı yılında amm-i +Nebevi Hazret-i Hamza ehl-i İslamın otuz dokuzuncusu biraz +sonra da cenab-ı Ömer kırkıncısı olarak imana geldi. Ve +Yedinci sene-i bi’sette müşrikler tekmil müslümanlara ve +efendimizin akrabası bulunan Haşimiler’e şiddetle bir boykotaj +yaptılar. Ebu Leheb’den başka bütün Beni Haşim +Şa’b-ı Ebi Talib denilen mahalde mahsur kaldı. Sekizinci +senede Şakk-ı Kamer mu’cizesi vukū’ buldu. +Onuncu seneye doğru Efendimiz’in diğer bir mu’cizesi +üzerine mahsuriyet ref’ edildi. Lakin onuncu senede cenab-ı +Ebu Talib üç gün sonra da Hazret-i Hadice ahirete müntekıl +oldu. Efendimiz bu yıla “Senetü’l-hüzn” namını verdi. +Bu sene Zeyd bin Harise ile Taif’e kadar bir sefer yaptı. +Oradaki “Beni Sakīf”i imana da’vet etti. Imana gelmedikten +başka Resul-i Ekrem’i taşa tuttular kadem-i Risalet-penahi +kan içinde olduğu halde Mekke’ye avdet buyuruldu. Bi’set’in +on birinci senesi hac mevsiminde Medine ahalisinden altı +kişi ile görüştü. Bunlar Resulullah’ın nübüvvetini tasdik eylediler +ve Sabıkīn-ı Ensar olmak şerefini kazandılar. Ertesi +sene o altı zat ile diğer altı kişi gelip efendimizle akd-i bey’at +ettiler. Şirkten zinadan sirkatten iftiradan kaçınmak ve çocuklarını +öldürmek vahşetinde bulunmamak şerait-ı bey’atten +Bu sene içinde Mi’rac-ı Muhammedi vaki’ oldu. Mu’cize-i +kendisine “sıddik” lakabı verildi. On üçüncü sene-i bi’setin +hac mevsiminde Medinelilerden yetmiş üç erkek ile iki kadın +Resulullah’a bey’at ve zat-ı risaleti Medine şehrine da’vet +etti. Bunun üzerine ashab-ı kiramın Medine’ye hicretine +müsaade olundu. Efendimizle Ebubekir ve Ali hazretlerinden +maada rical-i müslimeden Mekke’de kimse kalmadı. +Müşrikler müslümanların Medine’ye gittiklerini görüp +Resulullah’ın da azimet eyleceğini idrak ile hayat-ı bi-bahasına +kasdetmek emelinde bulundular. Bir gece hane-i risaleti +kuşattılar. Lakin Resulullah efendimiz vahy-i İlahi ile +buna vakıf olduğu için Cenab-ı Ali’yi firaş-ı saadetine yatırdı. +Kendisi evden çıkıp gitti. Hane-i Peygamberi’yi muhasara +edenler uyuya kaldılar. Ertesi günü işi anlayınca Resulullah’ı +hayyen ve meyyiten elde etmek hayaline düştüler. Taraf +taraf casuslar müteharriler yolladılar. Efendimiz Yar-ı Gar’ı +Ebubekir ile Cebel-i Sevr denilen dağdaki mağarada üç +gün üç gece ihtifa buyurduktan sonra Ebubekir’in azadlısı +Amir bin Füheyre ve kılavuz olarak tutulan Abdullah bin elUraykıt +Kudeyd mevkiine gelince Ebu Ma’bed isminde bir bedevinin +çadırına kondular. Sahib-i hayme orada yoktu. Haremi +yiyecek bir şey olmadığından misafirlere i’tizar etti. Çadırda +hasta ve zaif bir koyun yatıyordu ki doğurmuş değildi. +Resul-i ekrem efendimiz o koyunun memesini sağıp süt çıkarmak +ve çadırda bulunan tekmil kab ve kacağı doldurmak +suretiyle mu’cize gösterdi. Oradan ayrılınca Süraka bin +Malik el-Müdlici namındaki bahadır arkalarından yetişti ve +hücuma teşebbüs ettiği sırada atının ayakları kuma saplandı +nihayet eman dileyip geri döndü. +Daha sonra Büreyde bin el-Hasib isminde bir zat –maiyetinde +bir çok atlı olduğu halde– karşı çıktı: Resulullah ile +rüfekasını tutup bağlamak [niyetinde] idi. Fakat vech-i +saadeti görüp zat-ı Risalet’le görüşünce imana geldi. Başındaki +beyaz sarığı çözüp mızrağının ucuna rabtetti ve “Kuba” +karyesine kadar Resulullah’ın önünde alemdarlık vazifesini +beyaz sarığıdır. +Bi’set-i Nebeviyye’nin on dördüncü yılındaki Rebiülevvel’in +ham sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem efendimiz Kuba köyüne +şeref-nüzul buyurdu. Orada ilk mescid-i şerifi – ki +Kur’an ’da +mediha-i İlahiyye’sine +mazhardır– inşa eyledi. Üç gün sonra Hazret-i Ali Mekke’den +gelip şeref-i lika-yı Muhammedi’ye nail oldu. Ala rivayetin +üç hafta kadar köyde ikamet olun[duk]dan sonra bir +Cuma günü Medine’ye müteveccihen azimet edildi. Esna-yı +rahda Ranuna mevkiine gelince deveden inip hutbe okudu. +Ahali-i Medine fevkalade parlak bir surette istikbal-i Nebevi’ye +çıktı. Hepsi Resulullah’ın kendi evine misafir olmasını +limiz olacaktır” buyurdu. +Deve; evvela hali bir arsaya muahharan Ebu Eyyub +Halid el-Ensari’nin hanesi önüne çöktü. Daha sonra da +evvelki çöktüğü arsaya gidip oturdu. +Hazret-i Ebu Eyyub devenin üstündeki eşyayı alıp hanesine +götürdü. Efendimiz de o mihmanperver zatın altı yedi +ay kadar misafiri oldu. +Bilahare o hali arsa iştira ve üzerine Mescid-i Nebevi ile +hucurat-ı seniyye inşa edildi. Mescidin kıblesi Kudüs cihetine +tevcih olundu. Mekke’de kalan ehl-i beyt-i Peygamberi +hanesinden menzil-i cedidine nakil buyurdu. Hazret-i Ebubekir’in +kerimesi olup Mekke’de iken efendimize nikah edilmiş +bulunan Ayşe es-Sıddika hazretlerinin de zifafı icra kılındı. +Namaz vakitlerini i’lam için ezan okumak meşru’ oldu +ve ilk defa Bilal-i Habeşi mescid-i şerifin damına çıkıp ezan-ı +Muhammedi’yi mele’-i a’laya i’la eyledi. +Bayram günü sürüp yüzümü hak-i kabrine +Eşk-i teri çemenlerine şebnem eyledim! +Herkes evinde bense mezarında girye-bar! +“El id-i ekber eyledi ben matem eyledim” +* * * +Bizde her mes’ele bil-fi’l olup geçtikten sonra birkaç gün +söylenir ve bir çok işler görülecek gibi de olur sonra arası +çok sürmez tamamen mensi olur gider. +Bu hal bu tabiat bizde bulundukça her ne söylersek +boştur. Fakat bu yangın mes’elesi ortalıkta biz mevcud iken +pek çabuk unutulamaz. Ve bu babda söylenecek sözler söz +te’siri olarak bir netice vermezse de tekerrür neticesi olarak +tekrar birkaç söz söyleyecek olursak fazla olmaz zannederim. +Diyanet-i İslamiyyede şeriat-i garra-i mutahhara bizim +umur-ı dünyeviyye ve uhreviyyemizi mütekeffil olduğundan +her halde bir cihetimiz din-i celilimize merbut olacağı +şüpheden varestedir. +Bugün yangın için alem-i medeniyette ittihaz olunmuş +tedabirden biri ve en mühimmi sigorta mes’elesidir. Bu +mes’eleyi ağıza aldığım gibi ulemamız miyanında bir çok +güft ü guya sebebiyet verileceği hatıra gelir. Fakat ortalıkta +bir de menafi’-i amme olduğu için her nevi’ taarruzata hedef +olacağımı göze aldırarak bu hususda fikrimi beyan etmek +Bu gibi mes’elede birkaç söz söylemek isteyenleri umum +ulemamız evvel be-evvel ictihad ile itham ederler. İşte bu en +büyük hatamızdır. Keşki bizde ictihad derecesi bulunsa idi +bütün müşkilatımız hallolunurdu. Maatteessüf ictihad ile +bizim ulemamız arasında “kulel-i cibal” var. Maamafih yine +mesail-i mühimme karşısında bulundukça ulemamız şeri’at +tarafından bir söz söylemeye mecburdur. +Bizim kütüb-i fıkhiyyemizde “sigorta” hakkında mütekaddimin +ve müctehidin ulema tarafından söylenmiş hiçbir +söz yoktur ve olamaz da. Müteahhirin ulemamız ise bu gibi +mesailde hep ihtiyat cihetini istihsan etmişler. İhtiyat dersem +asıl hall-i mes’elede ihtiyat değil belki karşılarında zuhuru +muhtemel olan muarızlardan ihtiyatı kendilerine adeta bir +meslek ittihaz edinmişler. Bu sebebdendir ki asr-ı hazırda +yevmen fe-yevmen teceddüd etmekte olan ihtiyacat-ı cariyeden +pek çok mes’eleler layıkıyla hallolunamayıp Bab-ı +Fetva’da sürüncemelerde kalmaktadır. Biri tahrim eder +öbürü tahlil eder derken mesail-i muhtelefün-fihadan olup +gider. +pısına birkaç defalar girmiş çıkmıştır. Ben şimdi sigortanın +cevaz veya adem-i cevaz cihetine zahib olmayacağım belki +o ciheti şimdilik iğmaz ederek yalnız sigortanın lüzum ve +adem-i lüzumu cihetini nazar-ı dikkate arzedeceğim. +Zannederim ki sigortanın lüzumunu ve menfaatini inkar +eder bir adama tesadüf olunamaz. Esasen inkar ederse bile +hanesi yandıktan sonra mutlaka o fikrinden rücu’ ederek +hiç şübhesiz sigortanın lüzumuna kani’ olur. +Şu halde ne için bizim hanelerimiz ev eşyamız hatta eşhasımız +sigortaya vaz’ olunmuyor? Şer’an haram olduğu için +mi? +Eğer biz şu suretle mes’eleyi layıkıyla tahkīk edecek olursak +hiç şübhesiz tebeyyün belki tahakkuk edecektir ki asıl +hanelerimizin sigorta olunmaması sigortaya adem-i i’tinamızdan +hılliyyet haramiyyet mes’elesini mülahaza ve +nazar-ı i’tibara aldığımızdan değildir. Belki ekseriyet bizde +sigorta usulü milletin menfaatini tamamıyla te’min edememesinden +sigortaya rağbet olunamıyor. Sigorta şirketleri +hep kendi menfaat-i ticariyyeleri için çalışıyorlar umum şirketler +yalnız o noktaya nazar ederler ve o noktadan nizamnamelerini +yapmışlar bu da her ne kadar ağniya ve tüccaran +menfaatine tevafuk ederse de fukara ve efrad-ı nas için +her zaman nakid para ister bazı adamlar senelerce hanesini +sigortaya vaz’ ediyor da sonra taksit eyyamı geldiği saatte +para bulamıyor ale’l-ekser yangın dahi o günlere tesadüf +ediyor. Hatta ehibbamızdan biri on seneden beri hanesini +sigorta ettiği halde bu kere birkaç gün mukaddem taksit zamanı +geçmiş icab eden üç lirayı bulamadığından hanesi bila-sigorta +muhterik olmuş şimdi sigortadan dahi istifade edemiyor. +Tabiidir ki bu gibi mes’elelerde sigorta şirketleri +dahi muaheze olunamazlar şu halde ne yapmalı? +Bizim eslafımız bu gibi mes’eleleri nazar-ı i’tibara alırlarmış. +Bilhassa hulefa-i izam efendilerimiz milletin ahval-i umumiyyesine +daha ziyade dikkat ederlermiş seyyidüna +Ömer radıyallahu anh “akıle” mes’elesinde hususi bir divan +tensik ederek diyet mes’elesinde hakk-ı akıleyi aşiretten +ehl-i divana ilzam etmişti. Yani Asr-ı Saadet’te katilin akılesi +aşiret ve kabilesi iken sonra seyyidüna Ömer bir divan tensik +etti. Herkes o divana bir mikdar para vererek kaydolundular. +Bunun üzerine bunlara ehl-i divan tesmiye olundu +ne zaman bunlardan birine diyet ile hükm olunsa o diyet +ehl-i divan tarafından te’diye olunurdu. Muvalat mes’elesi +dahi bu suretle şari’ tarafından hükmolunmuştur. +Bizde bu esaslar mevcud iken eğer kendimiz biraz sa’y ü +gayret eder de belediyelerimizde bir de “tekafül usulü” icad +olunursa hane vergilerine emlak ve akar vergilerine bir de +tekafül vergisi teklif olunursa ne için caiz olmasın? Bunun +da nizamnamesi biraz müsaid surette vaz’ olunup da bir +taksit yarım taksit tedahülde kalması da tecviz olunursa ve +kıymet cihetinden dahi yüzde nihayet üç alınırsa şu suretle +gayet ucuz mecburi bir sigorta usulü ihtira’ olunursa +tekafül-i umumi suretinde kabul olunarak cihet-i şer’isi dahi +tevafuk ederdi. +Böyle bir usul ittihaz olunursa eytam emlakini muhafaza +retle tekafül usulü icad olunursa memleket dahilinde tekafül +sermayesi ayrıca külliyetli bir servet teşkil ederek lede’l-icab +fevkinde daha sigorta şirketlerinden de te’min ettirebilirdi. +Şu suretle şeri’at-i garra-i mutahharaya muvafık menfaat-i +umumiyye te’min ve gayet mükemmel ve şer’i bir sigorta +usulü de te’min olunmuş bulunurdu. +Bizde bu gibi mesail-i mühimmeye gelince ulemamız +rahimehumullah evhama mağlub olmuşlar. Yalnız bir noktaya +atf-ı nazar ederek sükutu tercih etmişlerdir. +Arab tarz-ı mi’marisinde nazar-ı dikkat ve hayret; menazır-ı +hariciyyeden ziyade nefs-i esere müncezib olur. İslamlarda +eşkal ve heyakil-i insaniyye dinen memnu’ ise de; +bu noksan; kuvve-i muhayyilenin ihtira’ edebileceği tezyinat +ve bedayi’-i mütenevvia ile maa ziyadetin telafi edilmekte +nihalleri basıra-pira şükufeleri ikame edilir ve mebani nazar-firib +nebatatla donatılırdı. +Bu sebebe mebnidir ki İslamlar arasında meşhur artistler +sanatkarlar zuhur edememiş ve fakat pek çok mahir kumandanlar +büyük feylesoflar müdekkık mütefenninler dirayetli +Endülüs bahçeleri ve hatta hanelerin içerileri guna-gun +çiçekler nadir ve süslü fidanlarla latif ve nazar-pira bir devha-i +dil-firib haline getirilirdi. +Nezafete aile eğlencelerine aid türlü levazımat ihzar edilir +ve hiçbir şeyde asire tesamuh gösterilmezdi. +Ekabir konaklarında mermer havuzlar; ma’deni borularla +nakledilen ve mevasime göre tahavvül eden sıcak veya +soğuk sularla muttasıl dolup boşanırlardı. Sıra sıra Alkarazası[?] +destilerini havi olan hususi odalar; arzu edildiği zaman +ve istenildiği vechile cereyan-ı havaya ma’ruz bırakılabilecek +surette; vantilatörlerle mücehhez idiler. +Bahçe içerilerinde kadınların eğlenmesine mahsus galeriler +çocuklar için labirentler mermer örtülü avlular muallimlere +mahsus vasi’ kütübhaneler inşa edilirdi. +Hakem’in kütübhanesi o kadar zengin idi ki yalnız katalogu +kırk büyük cildi tecavüz ediyordu. İstinsah teclid +ve tezhib-i kütüb için vasi’ ve müdebdeb hususi salonlar +tahsis edilmişti. +zılı müzeyyen ve müzehheb cildli kitaplarıyla iftihar ederlerdi. +Halife Abdurrahman tarafından nedimesi Zehra’nın ikametine +tahsis edilmiş olan “ez-Zehra” Sarayı tasvir edilen +bütün bu bedayiin bir enmuzec-i hayret-nüması idi. Bu bina-yı +muazzam dahilinde; Yunan İtalya İspanya ve Afrika +mermerlerinden bin iki yüz kadar mermer sütun ta’dad +olunabilirdi. Kabul salonu altın ve incilerle tezyin edilmişti. +Sarayın uzun koridorlarında dolaşan siyah harem ağaları +beyaz mermer sütunlarla garib bir tezad teşkil ederlerdi. Yalnız +ez-Zehra Sarayı dahilinde bin üç yüz nüfus mevcud idi. +Halifenin maiyet alayı ale’l-ekser on iki bin efraddan +mürekkeb olur ve şa’şaa-nisar takımları müzehheb kılıçları +süslü elbiseleri ile seyircilerin gözlerini kamaştırırlardı. +Tarh-ı hadaik hususunda hiçbir millet Endülüs İslamları +derecesine vasıl olamamışlardır. Şeftali ve saire gibi bugün +bile en kıymetdar fevakih miyanında ta’dad olunan esmar +pa’ya [da]hi bunlar vasıtasıyla intişar eylemiştir. İslamlar +tevzi’-i miyah fennini hayret-bahş bir surette tatbika muvaffak +olmuşlardır. Nazar-firib çeşmeler dil-rüba fıskiyeler müzeyyen +havuzlar Endülüs’ün esbab-ı zinetinden ma’dud idiler. +Bu havuzlarda elde edilebilen esmakin her nev’inden +en güzelleri beslenirlerdi. Hirfet-i semek usulü pek ziyade terakkī +ve teammüm eylemişti. Balıkların tegaddisi için Kurtuba +Sarayı’ndaki laka yevmiye yüzlerce kıyye ekmek atılmakta +Hayvanat bahçelerinde yeryüzünde mevcud en vahşi +hayvanlardan; en nadir kuşlara kadar her nevi’den bulunuyordu. +lüs’ün meşhur kumaşlarını i’mal etmek üzere; dünyanın her +tarafından celbedilmiş olan mahir sanatkarlar gece gündüz +çalışırlardı. +Müteaddid ameliyathanelerde mücevherat ve ahcar-ı +kıymetdar tıraş edilmekte idi. Her tarafda; servilerin loş ve +latif sayeleri altında gizlenen şelaleler i’vicaclarını şükufedar +koruluklar arasında gaib eden hıyabanlar kayalar içinde +oyulmuş sun’i mağaralar görülürdü. +San’at-ı hadaik hiçbir yerde Endülüs’de olduğu kadar +memiştir. +Bedayi’-şinasan-ı İslam nebatatı eşkal ve levnlerine nazaran +yekdiğerleriyle karıştırarak hiss-i basarı zevk-yab ettikleri +gibi çiçekleri de rayihalarına göre tertib ederek aynı zamanda +hiss-i şemmi de nasibedar-ı ezvak etmek çarelerini +ararlardı. +Huzuzat-ı hayatiyyeye aid i’tiyadat-ı müstahsenenin bir +çoğunu Avrupalılara öğreten Endülüs Arablarıdır. Nezafet +ve teharete riayet İslamlarca bir vazife-i diniyye olduğundan +bunların o vakitki Avrupa libaslarını iktisa etmeleri mümkün +değildi. +Filhakīka o zamanlar Avrupalıların melbusat diye giydikleri +şeyler paçavra yığınlarından müstekreh tufeyliyat +yuvalarından başka bir şey değildi. Ümera veya saray erkanı +şöyle dursun sunuf-ı adiyeden bile hiçbir müslüman bulunamazdı +ki elbisesi çıkarıldığı vakit meşhur Thomas Becket’in +arz ettiği müstekreh manzarayı göstermiş olsun. +Avrupalılar keten veya pamuktan iç gömlekleri giymek +usulünü İslamlardan öğrenmişlerdir. Bu sayede Thomas’ın +arz ettiği hal-i sefalet ve müstekrehden kurtulmuş oldular. +Arabca’dan alınan bir kelime bu babdaki hiss-i imtinanın bir +nişanesi olarak Avrupa lisanlarında şimdiye kadar muhafaza +edilmiştir. Filhakīka Fransızca Chemise kelimesi gömlek +ma’nasına olup Arabca kamis lafzından muharrefdir. +Yüksek tabakata mensub aileler arasında tezyinata da ziyadesiyle +rağbet gösterirlerdi. Kadınların elbiseleri ekseriya işlemeli +ve kıymetdar mücevherat veya zerrin sırmalarla müzeyyen +hariri kumaşlardan i’mal edilirdi. Endülüs harem +daireleri mevsim-i rebi’in bil-cümle bedayi’ ve mehasin-i +dil-firibini arz edebilecek menazır-ı latifeyi mümessil birer +şükufezar şeklinde idiler. +Endülüs hükümdarları; bütün bu debdebe ve darat içinde +Bağdad halifeleriyle müsabakat edercesine bir gayretle; +yalnız hami-i ulum olmakla iktifa etmeyerek bizzat şuabat-ı +fennin kaffesinde ihtisas peyda etmeye çalışırlardı. +Alem-i İslam riyasetinde bulunan hulefanın bu halleri ile +o vakitler cihan-ı Hristiyaniyetin hakime-i yeganesi olan papalar +arasındaki tezad ve uçurumu tasvire bilmem lüzum +var mıdır? +Endülüs halifelerinden birisi elli cildden mürekkeb bir +eser te’lif etmiş bir diğeri mükemmel bir cebir kitabı yazmıştı!.... +Endülüs İslamları sanayi’-i nefiseden fenn-i musikīye +fevkalade rağbet göstermişlerdir. +Musikī-şinas-ı şehir Zarihal[?] şarktan Endülüs’e geldiği +zaman Halife Abdurrahman esb-süvar olarak istikbaline çıkmıştı. +Kurtuba’da te’sis edilen musikī mektebi her vakit hükumetin +himaye ve muavenetine mazhar oluyordu. Bilahare +bu mektepten pek çok büyük üstadlar yetişmiştir. +kamilen Arabca’ya tercüme ettikleri halde; Yunan edebiyatına +o kadar rağbet göstermemişlerdir. +Hakayık-ı kat’iyye-i İslamiyye ile me’luf olan vakūr Arablara +Yunan mitolojisi esatiri barid ve hafif-meşrebane +geliyordu. Müslümanlar Zat-ı Akdes ile olimpik levsalud +jüpiteri arasında bir mukarenet tasavvuru fikrini pek +büyük bir cinayet na-kabil-i afv bir hıyanet ve cinnet addediyorlardı. +Esasen edebiyat-ı Arabiyye Yunan hayalatına arz-i iftikar +etmeyecek kadar zengindi. Edebiyat-ı İslamiyyenin Avrupa +alem-i edebisine olan te’siri pek mühimdir. +Şairler feylesoflar muharibler Pirene silsilesini geçerek +Kurtuba ve Gırnata’nın tantana-i ezvakıyla zarafet-i cündiyanesini +du. +Bu sayede Fransa Cermanya ve İngiltere asilzadelerinde +şedid bir arzu-yı cündiyane uyanmıştı. Zadegan sabareftar +atları şa’şa’adar rahşları ile müftehir ve mağrur idiler. +Sayd ü şikar ile dem-güzar olmak şahin ve doğan gibi +şikar kuşları terbiye etmek en tatlı eğlencelerinden ma’dud +rab atlarına müşabih feres yetiştirmeye gayret ediyorlardı. +Cirid ve mızrak oyunları zamanın en revaclı modalarından +tuba’nın nezahet-pira sosyeteleri nezaket-i medeniyyeleriyle +bi-hakkın iftihar ederlerdi. +Onuncu asr-ı miladiden i’tibaren ilm ü irfana teşne hayat-ı +medeniyyeye perestişkar olan Avrupa gençleri her tarafdan +Endülüs’e bu cihan-ı irfana koşuyorlardı. +Bu gibi seyahatler ekseriya Jerber Gerdertin kazandığı +gibi parlak muvaffakiyetlerle tetevvüc ederdi. Filhakīka bilahare +Papalık makamına kadar i’tila eden Jerber Endülüs +daru’l-fünunlarına koşan oralarda iktisab-ı ilm ü irfan eden +gençlerden biridir. +Hulefa-yı İslamiyye edebiyatı teşvik ve himaye hususunda +dir. Başlıca şehirlerde kütübhaneler te’sis edilmişti. Endülüs’de +bulunan umumi kütübhanelerin adedi yetmişi mütecaviz +tahsil ederlerdi. +Tedrisat-ı ihtiyariyye için müteaddid akademiler teşkil +edilmişti. Bu yolda teşekkül eden akademiler ale’l-ekser yirmi +beş veya otuz şu’beden mürekkeb olurdu. Her şu’bede +dört kadar etüdyan talib bulunurdu. +Her akademi müstakıl bir rektör recteur=müdir tarafından +Kurtuba ve Gırnata gibi büyük şehirlerde müteaddid +darülfünunlar mevcud idi. İlim ve iktidarlarıyla iştihar etmiş +olan Yahudilerin bu gibi üniversitelerde tedrisatta bulunmalarına +bir mani’ görülmezdi. Çünkü İslamlar bir şahsın +mu’tekadat-ı diniyyesinin; iktidar-ı ilmisinden istifadeye mani’ +olamayacağını bir kaide-i hükmiyye bir prensip olarak +kabul etmişlerdi. +Aynı hal şarkta Abbasilerin merkez-i saltanatı olan Bağdad’da +dahi cari idi. Halife Harun er-Reşid Bağdad Mekatibi +Müfettişliği’ni Nasturilerden Mazue Masue namında bir +zata tevdi’ etmekte hiçbir be’s görmemişti. +taneleri Avrupa’da hüküm-ferma olan taassub-ı Hıristiyaniyye +Avrupalılar Arabların isrini ta’kīb edecek kadar hiss-i temeddün +göstermişlerdir. Filhakīka darülfünunlarda bir +tarafdan edebiyat muallimleri klasik asar-ı Arabiyyeyi Latince’ye +tercüme ederler; diğer tarafdan mütefennin ulema +ziyye ilm-i hey’et gibi İslamlardan öğrendikleri fenleri tedrise +çalışırlardı. +Müessesat-ı ilmiyyemizde Arab darülfünunlarının kavaidinden +el-an bir çoklarını muhafaza ediyoruz. Tedrisat-ı +umumiyyeye mahsus olan mektepler civarında tıb fakülteleri +gibi sırf bir şu’be-i fenne aid kurları ta’kībe mahsus darü’l-irfanlar +da inşa edilirdi. +Arablar elsine-i mevcude-i beşeriyye arasında en mükemmel +ve en münakkah olan lisanlarıyla bi-hakkın iftihar +ederlerdi. +Zaten Hazret-i Muhammed aleyhisselam da Kur’an- ı +Kerim ’le tahaddi eylemişti. Şu halde Arab mekteplerinde +tedrisat-ı lisaniyyeye verilen ehemmiyeti bu mekteplerde +sarf ve nahiv ve ilm-i belagatta gayet mütebahhir alimler +yetişmiş olduğunu nazar-ı hayretle görmemeliyiz. Ulema-i +mezkure bugün bizim elimizde bulunan diksiyonerlere müşabih +ve gayet mükemmel lügat kitapları te’lifine muvaffak +olmuşlardır. Mesela bu yolda yazılmış diksiyonerlerden birisi +altmış cildi mütecaviz idi. Her kelimeye aid ta’rifata beray-ı +bir beyit terfikı usul ittihaz edilmişti. +Yunani İbrani ve Latin lisanlarından Arabca’ya müteaddid +kamuslar tertib edilmiş olduğu gibi Gırnatalı Muhammed +bin Abdurrahman’ın tarih-i fünuna aid büyük ansiklopedisi +misilli asar-ı muazzama da meydan-ı istifadeye vaz’ +edilmişti. Endülüs medeniyetinin en mes’ud ve en parlak +zamanlarında bile; Arablar ensal-i maziyelerine aid hatıratı +muhafaza etmişlerdir. Bin bir gece hikayeleri bu gibi hatıraların +hayal-amiz mahsulleridir. +Tedrisat-ı ‘aliyeyi ikmal eden İslam gençleri şarkın büyük +halifelerine imtisalen kürsi-i hitabeti tebcil ve kusva-yı +fesahata i’tila etmeye hasr-ı nefs ederlerdi. Asar-ı edebiyyeleri +şi’r-i hazırın bütün eşkalini cami’di. Kafiyeyi ilk icad ve +Lisan-ı Arab’ın zenginliği ahengdar ve pür-tantana elfazı; +uzun uzun ve beliğ muhalledat-ı edebiyye te’lifine pek +müsaiddir. +kesb-i iştihar etmiş kadınlardan müteaddid fazılalar edibeler +vardır. Bunlar miyanında Vellada[?] Aişe Lebeni +ve Elfesaniye[?] gibilerini hürmetle der-hatır edebiliriz. +Fazılat-ı İslamiyye arasında hanedan-ı hükümdariye +mensub sultanlara bile tesadüf olunuyor. +Bütün bu tafsilat bizim için Avrupalılar için pek ziyade +haiz-i ehemmiyettir. Çünkü Avrupa edebiyatının esası Endülüs +üdeba-yı İslamiyyesinin gayretleriyle vaz’ edilmiştir. +Bu sayede Avrupa edebiyatında aba’-i kenisaiyyenin +bıktırıcı mev’izaları yerine gazeller ruh-nüvaz manzumeler +kaim olabildi. Endülüs saraylarında şuunatı kayd ü tescil +hulefanın muzafferiyet ve muvaffakiyetlerini tebcil ile muvazzaf +ayrıca vak’anüvisler vardı. +Arablar tarihle beraber istatistik usulünü dahi tatbik eylemişlerdir. +gilerin mikdar-ı hakīkīsini ta’yin edebilmek için bu gibi hesabata +lüzum görülüyordu. +hassa-i mümtazesi olan pratiklik seciyesinin bir lazımı gibi +telakkī etmelidir. +Ulema-yı İslamiyyenin ekserisi aynı zamanda cihanneverd +birer seyyah idiler. Gezdikleri mahallerde ta’lim ü +teallüm ile imrar-ı vakt ederlerdi. +Memalik-i İslamiyyeden her hangi cihete teveccüh ederlerse +erbab-ı ilm için daima küşade olan bab-ı ikbali meftuh +görürlerdi. +Endülüs’de Afrika ve Asya’da ayn-ı istikbale mazhar +olurlardı. Ulema bu gibi seyahatler münasebetiyle her tarafda +rical-i hükumet ümera-yı askeriyye ve hatta bizzat +hükümdarlarla temas ederek nazariyat-ı ilmiyyelerini tatbika +müsaid zemin bulurlardı. +lerini kendilerinde uyanan pratik fikirlerine medyundurlar. +Mütefekkirin-i İslamiyyenin mesai-i edebiyyelerinde görülen +vüs’at-i nazar dikkat ve hayretimizi calib olacak derecede +şümullüdür. Tarih ve asar-ı atikaya dair yazdıkları eserler +muhalledat-ı mu’tebere sırasına idhal edilmişlerdir. +Bilhassa fenn-i hitabeye ziraat ve bunun bir şu’besi demek +olan fenn-i iska’-ı araziye dair neşredilmiş olan müellefat +cidden haiz-i ehemmiyettir. İslamlar riyaziyat tabiiyyat +hey’et ve ulum-ı tatbikıyyeye aid hiçbir sahayı gayr-ı mekşuf +bırakmamışlardır. Ulema-i İslamiyyenin isimlerini yegan yegan +ta’dad etmek pek uzun olacaktır. +Ulema-i İslamiyyenin tıb ve fenn-i cerrahideki muvaffakiyetleri +zerrin kalemlerle hakkedilecek kadar alidir. +El-an Avrupa eczacılarının isti’mal ettikleri ojulept elexir +sirop kelimelerinin Arabca; şurub el-iksir ve cülab lafızlarından +muharref oldukları pek aşikardır. +Bugüne kadar Avrupa lisanlarında muhafaza edilmiş +olan kelimat-ı Arabiyyeyi cem’a muvaffak olacak zat nafi’ +bir eser tertib etmiş olur. +Çünkü şuabat-ı ilmin her kısmında maarif-i İslamiyyenin +derin izlerini görüyoruz. +Diksiyonerlerimize müracaatla anlıyoruz ki amiral “emiru’l-ma’” +alcool “el-kü’ul” algebre “el-cebr” chemise “kamis” +coton “kutn” gibi yüzlerce kelimeler Arabca’dan alınmıştır. +Etıbba-yı İslamiyye vücud-ı beşere arız olabilen emrazın +tarz-ı tedavilerini a’za-yı bedenin vezaif-i muhtelifelerini +tatbika muvaffak olmuşlardır. İslamlar fenn-i cerrahiyi +dahi fenn-i tıbdan daha az terakkī ettirmemişlerdir. +Ebu’l-Kasım Albucasis fenn-i viladeye aid en mühim +operasyonlar ameliyatdan çekinmemiş mişrata ve kızgın +demir isti’malinde tereddüd göstermemişti. Bu zat zamanında +lumat-ı mühimme vermiştir. +Ebu’l-Kasım’ın asarından anlaşıldığı üzere o vakitler bazı +operasyonları icra edebilecek derecelerde tahsil görmüş tecrübe-dide +ve maharetli İslam kadınları mevcud imiş!... +Endülüs İberik şibh-i ceziresinin bu rengin parçası kusva-yı +medeniyyette i’tila-nümun ve medaris-i ilmiyye ve +daru’l-irfanlarıyla şa’şa’a-paş-ı ma’ali iken; Avrupa’nın aksam-ı +sairesi cehalet ve taassub içine boğulmuştu. +Sıtma ve humma ile mahv u perişan olmuş nagehzuhur +bir afete uğramış olan H ı ristiyan köylüler yakīn bir +kiliseye kadar sürünerek şifa-yab olmak için bir mu’cizeye +neşterine cerrahların tımar ve mişratasına müracaat ediyorlardı. +fersah fersah geçmişlerdir. Asya halifeleri Öklid Apollonyus +Arşmid gibi hendese-şinasanın asarını Arabca’ya tercüme +ettirmek için pek çok fedakarlıkta bulunmuşlardı. +El-Me’mun İmparator Teofil’e yazdığı bir mektupta vezaif-i +resmiyyesi müsaid olduğu takdirde İstanbul’u ziyaret +edeceğini ve bu ziyaretten fevkalade memnun olacağını iş’ar +eylemişti. İslamlar hesab-ı Hindi’yi pek güzel öğrenmişlerdi. +Arab sistemi dediğimiz ta’dad ve terkīm usul-i muntazaması +bunun mahsulüdür: Dokuz rakam ve bir sıfırla bilcümle +a’dadı terkīmden ibaret olan bu hayret-bahş usul +Avrupalıların rakam ma’nasında kullandıkları “Chiffre” +kelimesi Arabların “sıfır” lafzından alınmıştır. +Muhammed bin Musa müslümanlar arasında cebirin ilk +müessisidir. Veterler yerine ceybler isti’malini en evvel düşünen +Muhammed bin Musa’dır. Bu zat ilm-i hesaba dair +de bir çok eserler yazmıştır. +ru ber-hayat idi. Onuncu asırda Afrika Endülüs riyaziyyunu +sistemini kabul ve ta���mim eylemişlerdir. +tarihinde İbni Yunus ilm-i hey’ete dair yazdığı asarda +bu sistemi isti’mal eylemişti. Arab sistemi Endülüs’den +tarafda büyük bir hahişle kabul edilerek tedricen bütün Avrupa’ya +mazhar olmuştur. Arabca olan isminin bil-cümle lisanlarda +aynen kabul edilmiş olması bunun bir delilidir. İkinci derece +muadelatının suret-i hallini keşf ü beyan eden İbni Musa’dır. +Bu sayededir ki hey’et ve hikmet-i tabiiyyede bir çok mesailin +halline destres olunabildi. +El-Me’mun bir i’tina-yı fevkalade ile daire-i husufün +meylini ta’yin ettirmişti. Me’mun’la bilahare diğer hey’et-şinasan-ı +vech-i atidir. +tarihinde Me’mun daire-i husufün meylini +buldurmuştur. +Halbuki tarihinde El-Battani daire-i husufün meylini +Ve tarihinde Ebu’l-Vefa daire-i husufün meylini +Ve tarihinde Ebu Reyhan daire-i husufün meylini +Ve tarihinde İrzafil daire-i husufün meylini +olduğunu hesab eylemişlerdir. +El-Me’mun Bahr-i Ahmer sahilinde bir derecelik kavsin +mesahasından arzın cesametini bil-hesab istihrac etmeye +muvaffak olmuştur. +cessemeler mevcud olduğu ve arzın küreviyeti bir kat’iyet-i +riyaziyye hükmünü aldığı zamanlarda İstanbul ve Roma’da +şark ve garb H ı ristiyan aleminin bu iki kürsi-i ruhaniyyetinde; +arzın müstevi bulunduğu iddia ediliyor ve o yolda +tedrisatta bulunuluyordu. +Kahire Kütübhanesi’nde Batlamyus’a aid tuncdan ma’mul +bir küre-i mücesseme kemal-i i’tina ile hıfzediliyordu. +El-İdrisi Sicilya Kralı İkinci Rojer için gümüşten bunun bir +aynını i’mal ettiği gibi Jerber de Rayms’daki[?] mektebe +Kurtuba’dan bir küre-i mücesseme götürmüştü. +Maamafih St. Augustine ve Laktanes’in münasebetsiz +mesleklerini devirmek için bir çok asırlar geçmesine bir çok +şüheda-yı fenne ihtiyac vardı. +El-Battani ve Sabit [bin] Kurre senenin kaç günden ibaret +bulunduğunu hesab etmeye muvaffak olmuşlardı. +El-Hane’nin inkisar-ı nesimi hakkındaki keşf-i muazzamı +rasadat-ı hey’iyyenin ıslahı için hesabata büyük bir vüsuk +ve kat’iyet bahşeylemiştir. Hey’et-şinasan-ı İslamiyyeden +bazıları birtakım ziçler tertib ve bazıları da usturlablar +olduğunda şübhe yoktur. +Asma saatlere rakkası ilk tatbik eden yine müslümanlardır. +Kütüb-i fenniyye ve tarih-i sanayi’de rakkasın asma +saatlere tatbikı en evvel Mösyö Höyken[?] tarafından tasavvur +edilmiş olduğu iddia edilmekte ise de Draper’in[?] i’tirafıyla +da sabit olduğu vechile bu keşf-i mühimmin şerefi ulema-i +ni’nin asarı Latince’ye tercüme edildikten sonradır. Avrupa’da +Jiralda yahud Sevil Kulesi senesinde riyazi-i şehir +Cabir tarafından rasadhane olmak üzere te’sis edilmişti. +Bu rasadhanenin tarihçesi ibret-amizdir: İslamların Endülüs’den +yapacaklarını bir türlü ta’yin edememişler ve nihayet çan +kulesi haline ifrağ etmeye karar vermişlerdi!.. +Terakkıyat-ı ilmiyye hususunda Avrupa medeniyetinin +mesi şayan-ı telehhüfdür. Artık bu minnetdarlığı tanımak ve +Gurur-ı milli ve nefret-i dini üzerine mübteni olan bir +haksızlık ebediyyen devam edemez. +Avrupa derin bir cehl-i vahşet içinde puyan iken Ebu’lHasen’in +borularla dürbün Merağa’da tecrübeler yapıldığını; başka +bir yerde; Abdurrahman-ı Sufi’nin kevakibin şiddet-i ziyalarını +mukayeseye çalıştığını öğrenen asr-ı hazır hey’etşinasları +acaba ne hüküm ve mütalaada bulunacaklardır? +züyucu ile Nasirüddin-i Tusi tarafından senesinde meşhur +Merağa Rasadhanesi’nde tanzim edilen “Zic-i İlhani” +pandülün harekat-ı raksiyyesiyle zamanın ölçülmesi usulü +züyuc-ı heyeiyyenin rasadat-ı mükerrere ile tashihi metodları +lan terakkıyat-ı fikriyyelerine delalet etmezler mi? +lardır. Alem-i Hristiyaniyyet; çok geçmeden; bu hakīkati i’tiraf +edecektir. Bu izler gayr-ı kabil-i mahv u izale birtakım +hutut ile ta kubbe-i semaya hakkedilmişlerdir. Bir harita-i +semaviyye üzerinde buruc ve kevakibin mevakı’ ve isimleri +tedkīk edilirse bu hususda kanaat-ı kat’iyye hasıl edilebilir. +Çünkü ekser-i buruc ve nücumun isimleri Avrupa lisanlarında +dahi el-an Arabca isti’mal edilmektedir. +Terakkıyat-ı sınaiyye hususunda İspanya Arablarına +olan minnetdarlığımız ihtimal ki daha ziyadedir. Çünkü ecdadımız +hayat-ı ruz-merreye tealluk eden terakkıyattan daha +ziyade istifade etmeye müheyya idiler. Endülüs İslamları +fenn-i ziraatte şayan-ı hayret bir derecede ihtisas peyda etmişlerdi. +Tatbikat-ı ziraiyye kavanin-i muayyeneye +rabtedilmiş ve nebatat yetiştirmek hususunda i’caz-nüma +maharet gösterilmiştir. Avrupaca mechul bir çok nebatat +Endülüs bahçelerinde mebzulen yetiştiriliyordu. +Koyun ve bilhassa at gibi hayvanat-ı ehliyyenin ıstıfa ve +terbiyeleri hususunda gösterdikleri parlak muvaffakıyetler +derin vukūflar bugün bile bizi duçar-ı hayret edecek kadar +rengin ve şayeste-i takdirdir. +Pirinç şeker ve pamuk gibi mahsulat-ı arziyyenin büyük +bir kısmını bahçelerde yetişen mütenevvi’ meyveleri bir +çok nebatat-ı nadireyi enva’-ı ezharı Avrupalılara tanıttıran +Endülüs İslamlarıdır. +Mensucat-ı haririyye dahi Avrupa’ya Endülüs tarikıyla +dahil olmuştur. Mısrilerin bendler cedveller çıkrıklar ve tulumbalarla +olan iska usulleri Arablar vasıtasıyladır ki Avrupa’da +yenin kaffesinde büyük hatveler atmışlardır. Usul-i nesc ve +ma’mulat-ı zücaciyye ve hadidiyye i’malatında çelikleri sulama +hususunda pek büyük muvaffakiyetler göstermişlerdir. +Tuleytula kılıçları her tarafda mazhar-ı rağbet olurlardı. +Endülüs Arabları bir nevi’ meşin i’malinde teferrüd etmişlerdir. +Marok’a Marakeş’e yani Fas’a götürmüşlerdir. El-an Avrupalıların +hatırlatmaktadır. +Barut ve topçuluğun ihtiraı şerefi de müslümanlara +aiddir. İslamlar tarafından isti’mal edilen ilk topların dövme +demirden i’mal edilmiş oldukları zannolunuyor. +Pusulanın icadıyla alem-i medeniyyete pek mühim bir +hizmet ifa edilmişti. İslamların pusula-i bahriyi isti’mal eylemeleri +vasi’ bir mikyasda ticaretle iştigal etmiş olduklarının +bir delilidir. +Halifelerin servetleri nazar-ı i’tibara alınırsa aynı neticeyi +yani İslamların ticarette fevkalade ileri gitmiş olduklarını +Abdurrahman-ı Salis’in iradı takriben yüz kırk milyon +franka baliğ oluyordu ki o zaman için pek büyük bir meblağ +demektir. Bu iradın araziye tarh edilen vergilerden hasıl +olduğunu kabul etmek mümkün olamaz. Çünkü Abdurrahman’ın +fazla tutuyordu. Şu halde servet-i mezkurenin ticaret +suretiyle istihsal edilmekte olduğu şübhe götüremez. +Şarkla İspanya limanları ve bilhassa Barselon şehri arasında +vasi’ mikyasda bir hareket-i ticariyye vardır. +doldurduğu gibi ta Hind ve Çin mersalarında Afrika sahillerinde +ve Madagaskar kıyılarında dahi temevvüc-nüma-yı +Onuncu asr-ı miladide Avrupa adeta bugünkü kafiristan +halinde iken: Ebu’l-Kasım gibi müellifin-i İslamiyye Endülüs’de +ediyorlardı. +gibi Endülüs’de dahi na-kabil-i izale eserler bırakmışlardır. +Bugün bile Arabların “şa’ir” ve “kırat” gibi ta’birat-ı +mikyasiyyelerini isti’mal mecburiyetinde bulunuyoruz. Arablar +ticarette bir şa’ir danesinin sıkletini en küçük vezn olarak +kabul ve dört şa’ir veznini de bir kīrat i’tibar etmişlerdi. +medeniyyeleri terakkıyat-ı ilmiyyede göstermiş oldukları +parlak muvaffakıyetleri ile bi-hakkın nik-nam bırakmışlardır. +Avrupa-yı Hristiyaniyyetin medeniyet-i İslamiyyeye olan +minnetdarlığı pek tabii olmak lazım gelirken Avrupa bu hakīkati +H ı ristiyanlığın gayr-ı sadıklar İslamlar hakkındaki sadayı +nefreti ehl-i saliblerden hayli müddet sonra bile işidildi. +Acaba el-an işitilmiyor mu? Şübhe yok ki Amerikalı feylesof +ehl-i salib gayretinin asr-ı hazırdaki istihalatını tasvir etmekten +haya ediyor. Filhakīka bu acı hakīkatin i’tirafı Draper +gibi bir zat için pek ziyade ıztırab-alud olacaktır. +Endülüs medeniyetinin bütün bu mes’ud günlerini şa’şa’a-dar +tantanalarını feyyaz maarifini ihtişam-nümun servet +ü refahını der-hatır eder. Ve bunların ne kadar feci’ bir +surette mahvedildiklerini düşünürsek büyük halifelerin; avan-ı +muzafferiyyetlerinde; saray cidarlarına hakkettirdikleri +bir cümlenin ulviyet ve doğruluğu karşısında zanu be-zemin-i +hürmet olmaktan kendimizi alamayız: Endülüs saraylarının +pür-zinet mozaikleri arasında “Allahu hayru’l-fatihin” +cümle-i hikemiyyesi nakşedilmişti!.. +Felsefi veya siyasi bir mesleğin kıymet ve ehemmiyeti +kendisinden iktitaf edilen semerata göre takdir ve muhakeme +edilir. +Endülüs Arablarının İtalya sistemine icra-yı nüfuz etmeye +başladıkları zaman alem-i İslamda meslek sahibi pek çok +müellifin-i fünun bulunduğunu görüyoruz. Bunların eserleri; +kısmen olsun; zamanımıza kadar paydar olabilmişlerdir. Fakat +kısm-ı mühimmi de hain tesadüflerin yardımıyla zayi’ olmuş +veya kasden mahvedilmişlerdir. +Maamafih yalnız ehramların tedkīkı bir mi’mara kadim +Mısrilerin derece-i temeddününü anlatmak için kafi olduğu +gibi; fünun-ı İslamiyyeye. +şeklindeki A’raf /’a telmih bulunmaktadır. +Hazret-i Berra bin Azim radiyallahu anh diyorlar ki: +“Veliyyü’n-ni’met-i kainat aleyhissalatü vesselam efendimiz +hazretlerinin o ruz-ı firuz-i muvasalatlarında metbu’in-i +darüsselamı gaşy eden fart-ı şadinin bir mislini daha tasavvur +edemem.” Şüphesiz ki Medine-i Münevvere hurşidlere +gark olmuş bir ıyd-i ekber-i visal içinde feradis-i cinanı +tanzim ediyordu. +O benat-ı Neccar’ın bu def’aki şevk-i tarab-engizlerini: +Fahriye-i tebcil ü takdisleri vecd ü garam derecesine isal +ediyordu: Rükub-ı kudsiyet-mashub-ı Cenab-ı Rahmeten lilalemin +bareke dil-firib bir reftar-ı ihtişam ve iftihar ile aheste aheste +ümid “bendehanelerine atıfet-bahş-ı nüzul olmalarını istirham +ederim lütfen bahtiyar buyurunuz ya Resulallah!” diye +mütehalikane devenin yularına salıyorlar ve “Deveyi haline +bırakınız! O nazil olacağı mahalli bilir.” cevab-ı hikmetme’abını +alıyorlardı. +Deve sağa sola iltifat ederek –o zaman Malik bin Neccar’ın +hanesi önü olan– el-yevm Harem-ı celilin bulunduğu +mahall-i mukaddese çöktü. Müteakiben kalkıp Hazret-i Eba +Eyyub el-Ensari radiyallahu anh’ın hanesi kapısının önüne +nüzul etti. +Bir lahza düşünmez misin ey dader-i iman?! +Aya o ne alemdi! Ne gün! Muhcir-i iman +Bir velvele-i şevk ü tarab bir heyecan kim +Fevkınde anın alem-i lahut idi hayran +Hayran-ı garamı idi bir öyle garam kim +Tavsir edemez olsa dahi hame-i Hassan +Ben kailim ol gün ki cihan başka cihandı +Mutlak o mukaddes günü bir yevm-i cinandı +Ey hicret-i Sultan-ı İklim-i Risalet +Ey şive-i takdir-i Huda ma’ni-i hikmet +Hayret-resin etmektesin erbab-ı ukūlü +Ta ruz-i kıyamet bütün idrak-i fühulü +Puthane için eyledi bir öyle adavet? +Mümtaz iken o olmak ile mehd-i saadet +Hişan u vatandaş-ı Resul istemesinler +Bin türlü temerrüdle kabul eylemesinler +Yesrib’de neden cuşiş-i iman-ı muhabbet +Ya Rab ne hired suz ü ne bu cilve-i hikmet! +La yüs’elu amma feala’llahu teala +“Sübhaneke sübhaneke sübhaneke elfa” +Hakīkat Halid-i bahtiyarın kapısı önünde mugniyat-ı Beni +Neccar’a lütfen imale-i nigah iltifat-ı cihan-derecat buyurularak +şu muhavere cereyan etti: +– Beni seviyor musunuz? +– Evet ya Resulallah! +– Allah bilir ki benim de kalbim sizi seviyor. +Ey mataf-ı kudsiyan ey belde-i darü’s-selam! +Nam-ı pakin yad olundukça ila yevmi’l-kıyam +Şekl-i tufan gösterir ya iftiharı alemin +Ferd-i mutlaksın cihanın hakdanın cenneti +Sükkan-ı Darüsselam’ın senasına dair bir çok ehadis-i +sahiha şeref-efza-yı sudur olmuştur. +Mekke-i Mükerreme’nin feth-i yevm-i celilinde şeref-irad +buyurulan şu: +“ Eğer hikmet-i baliğa-i +Samedaniyyede hükm-i hicret olmasaydı ben ensardan biri +olurdum.” Buhari cild s. Hadis-i şerif ensar-ı kiram +hazeratının nezd-i akdes-i risalet-penahideki uluvv-i kadr-i +menziletlerine bir şahid-i ebedidir. +“Ehl-i Medine’ye her kim fenalık yapmak isterse Allah onu +–tuz suda nasıl erirse öyle– eritsin!” Sahih-i Müslim . +“ Ensar’a muhabbet +bü’l-İman. +Birkaç gün istirahat buyurulduktan sonra mescid-i saadetin +bina ve inşasını emr ü ferman buyurdular. +Harem-i Şerif’in –her şeyden evvel hatta saadet-hanelerinden +evvel– inşasındaki hikmet-i tercih ne idi? +bir sual! Cem’iyetin hayatı ictima’dır. İctima’ ne kadar sık +olursa hayat-ı cem’iyet o nisbette zi-kuvvet ü şevket olur. +Bu sebebe mebnidir ki ba’de’l-iman efdal-i a’mal “namaz” +olur. Çünkü namaz cem’iyetin kafil-i ruhu zamin-i +hayatıdır. +Salatı istihfaf cem’iyeti ve binaenaleyh diyaneti milleti +kadar büyük namaz kadar ulvi namaz kadar feyyaz-ı +saadet bir ni’met yoktur. +Dini taassubla namazı kuru sofuluk ham ervahlıkla – +haşa! – istihkar etmek kadar sefahet ve denaet tasavvur olunamaz. +cem’iyetin bekasını kendi beka-yı hayatı olmak üzere takdir +edemeyecek cem’iyetin mahvı kendi mahvı olduğunu bilmeyecek +kadar idraksiz iz’ansız vicdansız olursa o insan +değil hayvandır. Belki hayvandan edalldir. +Çünkü hayvanlarda da cem’iyetle yaşamak hissi vardır. +Kırda bir hayvan sürüsüne bak! Biri otlamak meşguliyetiyle +geride hayli uzakta kalmış; bir de başını kaldırıp da +sürüden epeyce uzak bulunduğunu görünce o zümrüt gibi +otu bırakıp koşuyor. Sürüye can atıyor. İçine dalıyor. Ta +merkezine kadar gidiyor işte canını orada emin görüyor ve +yine karnını doyurmaya başlıyor. +Namazın tarikini bir az yetiştiren keffar eden müctehidin-i +ulema-yı kiram: Şu ictihadlarında ne kadar muhik ve +musib olduklarını salatın bedahaten şu ehemmiyet-i ictimaiyyesi +zahirisi erkan u efal-i mahsusası bir de hıfzu’s-sıhha noktasından +tedkīk olunsun! Bir de ruha olan te’sir-i ulvisi infialat-ı +nefsaniyye ve ihtirasat-ı hayatiyyeyi mesavi-i ahlakı +üzüp mahvetmekte ruhun şahrah-ı i’tilası önüne dikilen bu +mevani’-i sefileyi ref’ ü izalede gösterdiği kudret-i i’caz-nüması +bi-tarafane ve akılane düşünülsün! O ne ni’met-i uzma-yı +Renan gibi yirminci asrın şa’şaa-i medeniyyetine sarılıp mezara +giren bir İslamiyet düşmanı bile “Müslümanların cami’lerine +girip de namaz kıldıklarını gördükçe müslüman +olmadığıma te’essüfden kendimi alamıyorum!” demekte bir +yine mazhar-ı intak-ı hak olmuşdur. Renan sağ olsa da +sorulsa: “Bu derin te’essüfü sana hissettiren nedir? Cami’de +ne keramet namazda ne ulviyet buluyorsun?” Alınacak cevabı +düşünmeye hacet yok! Te’essüfü ayn-ı cevabıdır. +Hakīkat ve hikmet-perestlik da’vasında bulunanlar bu +mütelevvin bu demin İslamiyet’e düşnamlar yağdırırken bir +saat sonra müslüman olmadığına derin bir sayha-i te’essüf +koparan mütereddid ve mütehayyer filozofun baladaki sözlerine +Sonra Kont Henry De Kastri’nin L’İslam ’ındaki şu sözlerini +de kemal-i dikkat ve i’tina ile lütfen ? okusunlar! +Kont cenabları kitabının dibacesinde diyor ki: “Cezayir’de +Oran vilayetinde bulunuyordum. Bir gün Evlad-ı Ya’kub +Kabilesi’nden otuz atlı ile sahra cihetine daldım. Önümüzde +beyaz bir kısrağa binmiş bir Arab sami’a-nüvaz kasideler +okuyordu. Binicilikteki meharetleri şöhret-gir-i alem olan +Arabların o horon o haşarı atlarının önünde ben adeta bir +hükümdar azametiyle gidiyordum. Bir de ilerideki kılavuz +Arab birdenbire bize döndü; “Seydi! el-Asr!..” diye bağırdı. +cat-ı diniyyeleri hakkında tedkīkatta bulunmak üzere gönderilen +zat tarafından varid olmuştur: +Hamdü lillah selametle İşkodra’ya vasıl oldum. Yolda +Preveze Ayasarandoz Drac iskelelerine çıktım. İstanbul’da +günde Şengin’de karantina bekledik. Fakat yolda ve karantina +yerinde geçmiş vakitlerime hiç acımam. Zira burada +yoldaşlarımız olan ve Arnavudluk’ta jandarma zabiti ve +mahkeme a’zası ve tüccar ve diğer me’muriyetlerde bulunan +efendilerden Arnavudların kendilerinden alamayacağım +ma’lumatları aldım. +ber olduğum için günlerim pek rahat geçti. Şengin’e kadar +manazır-ı tabiiyyeden deniz ve sahildeki kayalık dağlar ve +bunların eteğinde tek tük Arnavud evleri ara sıra gayr-i +muntazam kasabalardan başka bir şey göremedim. +Osmanlı me’murlarından işittiğime göre buranın İslamları +pek de fena fikirli değil ve bazı beylerden maadası Latin +hurufatına tarafdar olmadığı anlaşılıyor. +Bugün bir İslam mektebini ziyaret ettim. Muallimi Türkleşmiş +bir Arab. Yüz kadar talebesinin ekseriyeti Arnavud +çocukları idi. Muallimin dediğine göre burada Latin hurufatı +larını göreceğim ve muhit müsaade ettiği kadar ifa-yı vazifeye +gayret ediyorum. Yolda beraber geldiğimiz bir çok Arnavud +ve zabitlere güzel te’sir icra ettiğimi anladım. Ve hepsi +de benden işittikleri sözleri ahbab ve akrabalarına söyleyeceklerini +vaad ettiler. +Şimdilik İşkodra’da bir şey yapıp yapamayacağımı anlayamadım. +Çünkü geçen akşam geldim. +* * * +Birkaç gündür İşkodra’da geziyorum ulema muallimin +tüccar ve avam ile ihtilat ediyorum. İctimai ve siyasi ahvallerini +tedkīk ediyorum. Allah’a şükürler olsun ki buranın İslamları +bizim zannettiğimiz gibi değil belki istediğimiz +gibi görünüyor. Ve eski usul üzerine olsa da medreseleri ve +Nuh zamanından kalma mektepleri çoktur. +Bu mekteplerin hepsinde Arabi hurufat ile Türkçe okutuyorlar +ahali-i İslamiyye dinde o kadar mutaassıbdır ki resmi +mekteplerde duvarlara ta’lik olunan resimler için kıyam +ediyor burası kilise değil ki resimlerle tezyin olunsun diyorlar. +Cami’ler her namazda ahali ile dolu bulunuyor. İstanbul’daki +gibi namaz hammal ve aşağı tabakaya mahsus değil +belki zenginler ve mektepliler hatta parlak düğmeli Harbiyelilerin +bile kemal-i huzurla cami’e devam ettikleri görülüyor. +Her gün ve her cami’de vaizler va’z ediyor. Tabii +bunların ekserisi pek adi adamlar ise de arada pek muktedir +ve kısmen pek ehemmiyetli sözler söyleyenleri de vardır. +Va’zlar Arnavudca söylenirse ahali kemal-i iştiyakla dinliyor +Türkçe söylenirse pek de anlamıyorlar. Oruç yiyen kat’iyyen +yoktur bazı me’murlar oruç tutmadığı için pek canları +sıkılıyor. Diyorlar ki: Bu herifler hakkında pek mütehayyiriz +eğer bunlar müslüman iseler oruç tutsun namaz kılsınlar ve +eğer müslüman değilseler isimlerini değiştirsinler biz de ona +göre muamele ederiz. Yani ahkam-ı İslamiyyeyi tatbik etmeyiz. +Bu havalide Latin hurufatı isteyen kat’iyyen yokmuş +yalnız İtalyanlara satılmış bir iki dinsiz varmış ki onlar istermiş; +fakat onlar da ahaliden korktukları için seslerini çıkaramazmış. +Ben Arnavudları medhettiğimden burada yapılacak şey +yokmuş dersiniz. Ah kardeşlerim şimdi bir şey yazacağım ki +ağlayacaksınız vazifesinde kusur edenlere la’net okuyacaksınız: +Nikola veled-i Mehmed Marya bint-i Ali … böyle aileleri +muş?... +Esna-yı fetihde buranın ekseriyet-i azimesi müslüman +olmuş fakat müstebid hükumet tenbel hocalar bunlara hiç +bakmamış bunların imanları Ali Veli diye isim taşımak ve +bir de müslümanım demekten ibaret kalmış lakin bizimkiler +uyumuş ve ölmüş İtalya Hükumeti ve Papa hazretleri ise +çalışmışlar buraya papazlar yollamışlar dağlar arasına kiliseler +bina etmişler ne yapmak lazımsa yapmaktan çekinmemişler +burada H ı ristiyanlığı neşretmişler. İşte bu Nikola +bin Mehmedler yakīn zamanlarda tanassur etmiş İslam evladlarıdır. +Mektubumda medhettiğim mutaassıb saf ve tarikatlerden +azade olanlar yalnız şehirlilerdir. Köyler hala o: İsmim +Veli kendim müslüman demekten başka bir şey bilmez ve +bitlerden malisorların bir kısmı ne İslam ve ne de H ı ristiyan +haizmiş!...–Bunu daha tahkīk edeceğim– Hükumet hakkında +besledikleri fikirleri ileride arzedeceğim. +hamdolsun İslamlar çocuklarını bu mekteplere vermemişler +bundan sonra vermemeleri de hükumetimizin burada kafi +derece mektepler açmasına bağlıdır… Şimdilik bu kadarla +Kendim bir tarafdan ma’lumat almaya çalışıyorum; bir +tarafdan da münasib gördüğüm ve tanışabildiğim hocalar +mektepliler ve bazı tüccarlara münasib tarzda telkīnatta +bulunuyorum. Evvela beni hoca elbisesiyle görünce pek de +konuşmak istemediler –doğrusu cerre çıkmış hoca zannettiler– +nihayet cübbeyi çıkardım ve işler de değişti. Cami’ler +muayyen vaizlar tarafından zabtedildiği için bunları elde etmek +pek kolay olmayacak gibi görünüyor. Binaenaleyh bizim +Taassub derecesine varmış olan dindarlığımız başımıza +neler getirmedi? Yazık şeriat zamanımızda kasap dükkanındaki +koyun etine dönmüş –herkes neresinden ister ise orasından +kesiyor. Onun muhafazasına hüsn-i sıyanetine me’mur +olan ulemamız hilaf-ı şeriat iş görenlerin karşısına çıkıp +da onların ıslah-ı a’mal ü niyyatına bezl-i himmet ü gayret +edecekleri yerde bilakis halkın cehaletinden bil-istifade onu +şeriati menafi’-i şahsiyyelerine muvafık bir surette tefsire +çalışıyorlar. Maldan puldan mahrum olanların hayr u şerrine +yaramamazlık ulema-yı ruhaniyyemiz arasında bir nizam-ı +la-yetezal hükmünü almış ki bunu efrad-ı milletten bilmeyen +yoktur. +H ı ristiyanlık’tan zerre kadar fekk-i rabıta-i kalb etmeyerek +cihangir oldular. Japonlar putperest oldukları halde hemen +Avrupalılar derecesinde terakkī ettiler. +Yine putperest olan Çinliler gaybettikleri vakt ü zamanın +telafisi için bir suret-i harikulade ile ilerlemeye başladılar. +Yahudiler istiklaliyet-i milliyyelerini nice bin yıl bundan +evvel gaybettikleri halde mahza ulum ve fünun-ı cedideye +olan fart-ı meyl ü rağbetleri sayesinde dinlerini hey’et-i +asliyyesiyle muhafazaya muktedir oldular. +Demek isterim ki yukarıdan beri adlarını zikr u ta’dad +ettiğim milel ü akvamın cümlesi mahza ahkam-ı diniyyelerinin +hüsn-i isti’mali sayesinde bugünkü mertebe-i terakkī +ve tealiye vasıl olmuşlar. Biz müslümanlar ise dinimizi özümüz +mında isti’mal ede ede mahv u perişan olmuşuz. +Bugün beşeriyetin basıra-i şükr-i güzini maye-i saadet +ve iftiharı olan bu kadar terakkıyat hep İslamın gayrı olan +milletlerin semere-i sa’y ü gayretidir. O derecede ki Renan +gibi Avrupa ulema ve hükemasından bir çokları millet-i İslamiyyeyi +akvam-ı beşeriyyenin vücuduna müstevli olmuş +muzır mikrop addederler. Ecnebiler açıktan açığa “İslam +milleti mani’-i terakkīdir” diyorlar. +“Bu millet ekin yerlerinde zuhura gelip de mahsulat-ı +ziraiyyenin layıkı vech üzere neşv ü nemasına mani’ olan +muzır alefiyata benzer bir millettir ki er geç onun vücudunu +yok etmekten başka bir çare yoktur.” diyorlar. +Eğer hak adalet ve insaf denilen şeylerden kalbimizde +küçük bir eser ve alamet kalmış ise hakkımızda söylenen bu +sözleri nazar-ı i’tibara almalıyız. Çünkü mümkün değil insan +kusurunu bilmeyince özünü ıslah edemez. +Ala rivayetin yeryüzünde milyon İslam var imiş. +Acaba insan nam-ı müstearıyla yaşayan şu milyon +mensub olduğu beşeriyetin terakkīsi namına dünyada ne iş +görüyor? Bugün saadet ve ni’metiyle müstefid ve mütena’im +olduğumuz medeniyet-i hazıranın terakkīsi için bir iş +gördüğümüz en küçük bir fedakarlıkta bulunduğumuz var +mı? Estağfirullah. Eğer biz bu yolda bir hareket göstermiş +larını bezl ü isar edenleri tekfir ve tel’in etmişiz! +Eğer ahval-i milliyyemiz bugünkü derece-i perişaniyyete +varmamış olsa idi “Allah ulemamıza insaf versin” deyip geçerdik. +Lakin ulema milleti o hale getirmiş ki onda hakka şikayete +bile mecalimiz kalmamış. Türkiye’de İran’da hıristiyanlardan +birisinin hakkında bir zulüm ve adaletsizlik icra +edilince keşişler kıyamet koparırlar. Dakīka bile fevt etmeyerek +sada-yı nekbet ve şikayetlerini ta sadrazama padişaha +varıncaya kadar yetirirler. Bunlardan da bir kar hasıl olmayınca +sada-yı avaz ü istimdadlarını uzalda uzalda Avrupa +padişahlarının matbuatının guş-i rikkat ü merhametlerine +kadar isal ederler. Ulema-yı İslamiyye ise Allah’a emanet +ahval-i milliyyeye karşı lal ü la-kayd olmayı o kadar adet etmişler +ki insan bunların vücudunun varlığına yokluğuna +hükmedemiyor. Öyle zannedersiniz ki guya ulemamızın +millet hakkındaki vazifesi yalnız ölenleri defnetmek teehhül +edenlerin nikahını kıymak ve ibraz-ı ma’lumat ve fazilet etmek +eylemeye mahsus ve münhasır imiş! +Fakat dünyada her şeyin bir haddi intihası var. Eğer +adlarını alim koyup da da’vet edilmemiş misafir gibi pilav +sofrasının başına geçmiş olanların vazifesi bu ise böyle bir +vazifeyi bütün cehaletiyle beraber millet kendi dahi ifadan +aciz değildir. +Ulema-yı hazıra-i İslamiyyeden cümlesinin bir ayarda +bir meslekte ve hepsinin birden medeniyet-i hazıraya düşman +olduğunu iddia etmek rehin-i hakk u insaf değildir. Şaz +kabilinden olarak bunların arasında da dahi yahşileri iyileri +var yok değil. Va esefa ki yahşi denilmeye layık olanların +mikdarı bütün ma’nasıyla diğerlerin aded ve mikdarına +nisbeten o kadar azdır ki insan bunların iyisiyle kötüsünü +tefrika vakit bulamıyor. +Bütün ma’nasıyla alim ve fazıl olan ulemanın borcu tekalif-i +şer’iyyesinden bi-haber ahlak ve terbiyesi nakıs olanlara +tarik-ı va’z u nasihatle bir şey öğretmektir ki maatteessüf +biz bunu hiçbir alimimizde göremiyoruz veya görür +Adını alim koyan hiçbir ferd tasavvur olunamaz ki ilmin +hangi dilde olursa olsun beşeriyete bahş ü te’min ettiği fevaid +ü muhassenatın derecesini bilmemiş olsun. +Lakin sözde özlerinin beğenmediği dünyaya bunlar o +kadar rabt-ı kalb ü can etmişler ki şahsiyetin müstelzim olduğu +fevaidi bırakıp da batılı hakka feda edecek sözleri irada +kalbleri yol vermiyor. +le akvam-ı İslamiyyenin adat ahlak suret-i hayat ve maişetini +hadde-i tedkīk ü tetebbu’dan geçirmiş olan Avrupa ulemasının +cümlesi alem-i İslamın bu kadar viran u perişan olmasının +sebeb-i yeganesi olarak İslam ulemasını gösterirler. +Paris’de intişar eder Revue de Monde Musulman mecmuasının +muhbirlerinden birisi İran’da bir çok müddet devam +eden seyahati esnasında gördüklerini şu suretle hulasa ediyor: +– “İran han ve molla ta’bir olunan muzır mikropların +tahribat-ı daimesiyle mahkum-ı fena edilmiş bir vücuddur. +Seyyidler ve hanlar arasında su’-i ahlak üzerine müstenid +olan harekat-ı meş’ume o kadar teammüm ve terakkī +etmiş ki İran’ı ilk defa ziyaret etmiş olanlar özlerini teaccübden +men’ edemezler. Mollaların seyyidlerin nüfuzu gayet +büyüktür. İranlılar kör körüne onların harekat-ı hod-serane +ve şehevat-ı nefsaniyyelerine tebaiyyet etmeyi özleri +bir veya bir nice kende sahib ve hayli servete malik olmamış +olsun. +mete tabi’dir ne de fazl ü hünere. Asıl hüner mevcud olan +su’-i idareden istifade etmektir ki bunda da İran mikropları +büyük bir meleke ve mümarese kesbetmişlerdir.” +Trablusgarb mes’elesinin vesait-ı siyasiyye ile halledilebileceğine +dair mehafil-i resmiyyede izhar olunan bütün +ümidlere rağmen nihayet İtalya Hükumeti dün Babıali’ye +bir ültimatom tebliğ ederek Trablusgarb’ın yirmi dört saat +zarfında tahliyesini taleb etti. +Son aylara gelinceye kadar Meclis-i Meb’usan’ında Hariciye +nazırının ağzından Türkiye’ye karşı te’minat-ı sulhperverane +cavüzkarane beslemediğine söz veren hatta daha dün gazetelerde +görülen tedarikat-ı askeriyye haberlerinin Türkiye’ye +cihet-i tealluku olmadığını beyan eyleyen bir hükumetin +yalnız hukūk-ı düvel kavaidini değil sadece haysiyet ve şeref +ve namus icabatını da unutarak “ya keseni ya canını!” +tarzında bir harekete kıyam etmesi şübhe yok ki memalik-i +Osmaniyyenin her tarafında pek haklı pek meşru’ galeyan-ı +nefret ve adavete sebeb olacaktır. +Böyle bir ültimatom karşısında Hükumet-i Osmaniyye’nin +bir vaz’-ı inkıyadkarane alacağını zannetmek büyük bir +hata olurdu. Çünkü bir devlet mahvolabilir fakat intihar edemez. +Türkiye uğradığı haksız tecavüzden mütevellid kuvvetli +bir hiss-i gayz u intikam ile yekvücud olarak İtalya’ya +karşı müdafaa-i namus ve vatan için harb etmekten başka +bir şey düşünmeyecektır. +Donanmamızın henüz vücud bulmamış olması hasebiyle +kendisinden kırk elli derece kuvvetli bir düşman ile yalnız +başına çarpışmaya terk ettiğimiz sevgili Trablusgarbımızın +vazife-i vataniyyesini ifa edeceğine emin olduğumuz gibi orada +namus-ı vatanı muhafaza için kan dökecek arslan kardeşlerimiz +de hiçbir vakit mader-i vatanın onları tahlis uğrunda +her fedakarlıktan geri durmayacağına emin olabilirler. +Eğer İtalyalılar bizim Trablusgarb’ı yalnız şeklen müdafaa +eder gibi görünerek bir iki gülle teatisinden sonra barışıvereceğimizi +tahmin etmişlerse bu hesablarında pek çok +aldanmış olacaklarını göreceklerdir. Şu dakīkadan i’tibaren +Osmanlılarla İtalyalılar arasında iki milletten biri mahvoluncaya +kadar devam edecek dehşetli ve afvetmez bir kin ü +garaz başlıyor. Bu kin ü garaza dünyada müsavi olabilecek +bir şey varsa o da bütün İtalyanlara karşı hissettiğimiz nefret +ve istikrahdır. +Şu sırada derin bir hiss-i ıztırab ile çırpınan Osmanlıların +hissettikleri eza İtalyanlarla aramızda hal-i harb tehaddüs +etmiş olduğu için değildir. Demir bir kafese kapandığı için +kurdların hücumuna ve istihzasına uğrayarak müdafaa-i +nefse imkan göremeyen arslanın çektiği azabdır. Ah İtalyanlarla +bir karış mesafede hem-hudud olsa idik! İşte bugün +bütün Osmanlıların sıkılmış daralmış sinesinden çıkan sayha-i +Maamafih biz her vasıtaya müracaat ederek bu intikamı +alacağız. Her yerde İtalyanlarla çarpışacağız. Bugünden i’tibaren +Bundan sonra memleketimizde bir İtalyanın çehresini görmeyeceğiz +bundan sonra memleketimizde bir İtalyan bayrağının +bir sefine üzerinde dalgalandığını görmeyeceğiz +bundan sonra bir İtalyan malının Osmanlı ülkesinde bir para +ettiğini görmeyeceğiz. Bundan sonra İtalya namı telaffuz +edildiği zaman Osmanlıların kalbinde bir kin ve intikam +ateşi kaynayacak boğazından kısık bir sada-yı gayz u nefret +çıkacak. Bundan sonra doğacak Osmanlı çocuklarının ninnisini +millet eğer bu millette zerre kadar hubb-ı nefs haysiyet ve +hamiyyet varsa İtalya’dan intikamını alacak. Bundan sonra +Osmanlıların en birinci saik-ı hayatı bu hırs-ı intikam olacaktır. +Osmanlılar bundan sonra bu intikam için yaşayacak +bunun için hazırlanacak ve elbette intikamını alacaktır. Haydi +vatandaşlar kemal-i metanet ve sükunetle vazife başına! +Japonya İmparatoru Mikado hazretlerinin senesinde +Çin payitahtını ziyaret edeceğini Rus gazeteleri menabi’-i +mevsukadan istihbar olunduğunu kaydederek yazıyorlar. +Bu seyahat tahakkuk ederse alem-i siyasette gayet büyük +bir ehemmiyeti haiz olacağı zannolunuyor. Japonların muvaffakıyat-ı +mütevaliyyelerine +bir +muvaffakıyet +daha +zammolunuyor demektir. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Ekim +Yedinci Cild - Aded: +Halimiz çok garibdir: Gözümüzün önünde yüz bin türlü +vahşetlerini ayne’l-yakīn müşahede ettiğimiz halde bizim +gazetelerimiz yine o “yaldızlı medeniyet!”den bahseder dururlar. +Medeniyet ve insaniyeti taslamak yalnız bize kalıyor. Biz +hala insaniyet medeniyet kanun der sayıklarız. Ama a’damız +daima canavarcasına saldırır. Ne kanuna bakar ne de +medeniyete yalnız gözettiği bir şey var ise o da fırsattır fırsat +eline geçtiği dakīkada her nevi’ vahşeti ayıcasına icra etmekten +hiç çekinmezler. Bize gelince yine medeniyet dolmasını +“çi börek” yerinde yuttururlar. Yirminci asır medeniyeti +der dururlar. Biz de onların aks-i amellerini hergün +müşahede ettiğimiz halde bu müşahedatımızı bile sem’-i +me de tavsiye ederiz. +Ah ya Rabbi! Nedir bizdeki bu körlük? Nedir bu yalandan +nezaketler kendi kendimizi aldatmalar?.. +Ey ehl-i İslam gözünüzü açınız! Bize hep yırtıcı hayvan +gibi saldırıyorlar her a’zamızı parçalıyorlar. İnsaniyete hücum +ediyorlar hukūk-ı İslamiyet’e tecavüz ediyorlar bütün +a’damızın yegane amali bizi ortalıktan kaldırmaktan başka +bir şey değildir. Bize: Medeniyet insaniyet müsavat adalet +tavsiyeleri bizi iğfal etmekten başka bir şey değildir. +Biz bugün bunların gözümüz önünde icra etmekte oldukları +vahşetlerin bir kaçını hatırlayacak olursak kifayet eder: +zum görmüyorum Sudan’da mütemehdinin cesedini +Kitchener mezardan çıkararak ateşe yaktı o da hiçtir o da +hiç bu da hiç. +senesinde bütün Avrupa düvel-i mütemeddinesi +Çin’e hücum edeceği zaman daha ortalıkta muharebe yok +men orada kesdiler Plagoveşiçinski’de Çinli ameleden erkek +kadın ve sıbyandan her kimi buldular ise hayvan sürüsü +gibi koğarak Amur Nehri’ne doldurdular orada boğdular +binlerce adam boğuldu. İnsan laşesi Amur Nehri üzerinde +üç gün hemen köprü halini almıştı bütün Plagoveşiçinski +beldesinde Çinli namına kimseyi bırakmayıp hep +Amur’da boğdular. Hatta Amur Nehri’nde geçmekte olan +bir vapuru dahi durdurdular da vapurda bulunan nefer +Çinli taifeyi yalnız Çinli oldukları Çinli doğdukları için +Amur’a attılar. +Sonra da tuhafı şurası idi ki yine Rus zabitleri Amur +Nehri’nde akmakta olan bu laşeleri uzun bir “bağur” ile karaya +doğru çekerlerdi cesedin her tarafını yoklayarak paralarını +alır laşeleri tekrar suya atarlardı. +Bu vahşetler Rusya’da pasaport ile bulunan Çinlilere +karşı bu suretle alenen yapılıyordu alem-i medeniyyetten +hiç ses sada yok. Sonra nefs-i Pekin’de umum Avrupalılar +tarafından yapılmış vahşetler ırz ve namusa tecavüzler gündüz +vasat-ı neharda sokak ortasında dokuz on yaşında kızlara +hayvancasına saldırmalar hep gözümüz önünde idi. +Ne ise onlar hep efrad-ı millete karşı olduğundan bir derece +ma’zurdur demek de caiz olurdu. Şimdi adüvv-i mübinimiz +derse bile biz yine medeniyet ve insaniyetten bahsedip duracağız. +Yevmi gazetelerimiz bize hep insaniyet tavsiye etmekte!.. +Ya hu! Ne vakte kadar kendi kendimizi iğfal edeceğiz! +Bütün sanayi’-i medeniyyeden mahrum olduğumuz +halde yalnız ağız patırdısıyla olan medeniyetten ne çıkar? +Böyle yaldızlı medeniyetlerden ne olur? Bunlar hep milletin +kuvve-i ma’neviyyesine darbedir. +Bugün bize lazım ve vacib olan bir şey var ise: Millete +yalan yanlış havadis vermekten ictinab ederek asla ve kat’a +kimseyi iğfal etmeyip ve boşu boşuna tehyic-i ezhan dahi +etmeyip kemal-i i’tidal ile hükumetimizin tedabir-i musibesine +emniyet ederek vaki’ olacak evamirine muntazır olmaktır. +Hükumetimiz tarafından bir arş emri sudur ettiği +saatten i’tibaren her ferd-i müslüman için cihad farz-ı ayn +olur. +O zaman: Malımız canımız kanımız hep bu vatan uğrunda +feda olsun. Değil yalnız memalik-i Osmaniyye müslümanlarına +umum ehl-i İslama cihad farz-ı ayn olur. +Böyle bir zamanda bu gibi girdabdan müslümanların +kendilerini tahlis edecekleri yegane çare her ne ise rical-i +hükumetin o çareyi tedbirde kusur etmemesi matlub olmakla +beraber efrad-ı milletin de hükumet ricaline itaatte kusur +etmemeleri vacibdir. +Bugün kahve köşelerinde kurulmuş planlardan hiç biri +rek zimam-ı devleti dest-i tasarruflarına geçirmiş zevat-ı kiram +vatan-ı mukaddesimizin düşman karşısında olan mevkiini +daha yakīndan görerek daha münasib tedabire teşebbüs +edecekleri muhakkaktır. Tekrar edeceğim ma-sebaktan +mevcudiyetimizi göstermek için her umuru erbabına tefviz +ederek Hükumet-i Seniyye ve Halife-i A’zam efendimizin +emr u fermanlarına muntazır olmak cümle ehl-i imana vacibdir. +Eğer biz hükumetimizin emrine itaat ederek vazifemizde +sebat ve metanet gösterecek olursak “yaldızlı medeniyet” +değil hakīkī medeniyete muvaffak oluruz. +Eğer bu mes’ele “Şark Mes’elesi”nin neticesi olup devletler +det bizi dahi iğfal edebilirler. Fakat her kim bu denaeti irtikab +ederse cezasını bulur. Biz “Şark Mes’elesi” hallolunacağı +zaman rical ü nisvanımız canlarımızı feda ederek hukūk-ı +diniyyemizi muhafaza uğrunda kurban oluruz. Şeriat-i +garra-i mutahharamız bize bunu emr u ferman buyurmuştur +biz ehl-i iman nazarında şeriattan büyük amir yoktur. +Cihad şer’an erkan-ı dinden olup “farz-ı ayn”dır “farz-ı +ayn”dır “farz-ı ayn”… +* * * +Dinin ma’nasını bu suretle yanlış anlamamız bize takvadan +gerek aleyhisselatü vesselam Efendimizin gerek Ashabı +kiram’ın zamanlarında maksud olan ma’nayı da değiştirtti. +Evet bugün muttakī denilince ekseriyetin anladığı medlul +sa’y u ameli terketmiş ataleti bataleti kendisine şiar edinmiş +dünyadan rabıtasını kesmiş maziden atiden külliyyen +bi-haber bir adamdır ki yürürken gayet ağır yürür; otururken +boynunu bir tarafa büker; eğer kendisine mühim bir iş +tevdi’ olunursa yüzüne gözüne bulaştırır işte halkın kısm-ı +a’zamı nazarında bir muttakkīnin evsafı şudur. Görülüyor ki +bu hal selef-i salihin muttasıf olduğu ahvale tamamıyla mugayir +onun tamamıyla zıddıdır. Ne hacet aleyhisselatü vesselam +Efendimiz’le her biri takvada imam olan dinin kemalini +temsil eden ashabı meydanda duruyor. Havasdan avamdan +bilmeyen yoktur ki bunların her biri sa’y ü mücahede +erbabı uluvv-i himmet ashabı idiler. Yükselemedik +paye-i şan u şevket yükseltmedik rayet-i mecd ü azamet +bırakmadılar. Hakkı i’zaz ettiler; batılı makhur eylediler. Zulmün +dalalin istinad ettiği esasları yıktılar. Bunların tarihini +mütalaa eden bir nazar öyle muazzam bir himmete tesadüf +eder ki dağlarla çarpışsa devirir Süreyya’ya baksa üful ettirir. +Öyle bir himmet ki huzur-ı mehibinde asrın büyükleri +mebhut kalır da olanca himmetleri nisbetle acz-i mahz derekesine +den umur-ı sefileden tenzih ederek semavat-ı rif’ate yükseltir. +Öyle bir himmet ki erbabını nazar-firib şehevat-ı nefsaniyyeden +alıkoyduğu kadar menazil-i kemale doğru sevkettiği +hakīkī meskenete düşmekten men’ eylediği kadar şahika-i +mekrümete yükselttiği için o himmetin ashabı bu beşer +suretinde melek olmuş şu haki vücud içinde nur-ı mübin +kesilmişti. +takva budur. Yoksa takva namına bugün görülen; İslam ile +tatbik edilince aynı fısk u fücur olduğu tahakkuk edecek +olan hareket değildir. +Takvayı hakīkat-i İslama vukufsuzluk yüzünden yanlış +anlamamız insanları iki kısma ayırmamıza sebeb oldu. Birincisine +ehl-i dünya ismini verdik ki bunlar gerek vücudlarıyla +gerek kafalarıyla çalışarak memleketleri i’mar eden +halkın refahiyetini saadetini te’min eyleyenlerdir. İkincisine +rak nefislerini feraizin haricindeki nafile namazlara oruçlara +vakfeden sokaklardan kudumlerin davulların bayrakların +arkasından zikrederek yürüyenlerdir. +salan şu mevhum taksim yüzündendir ki ehl-i dünya denilen +fırka yalnız saadet-i maddiyye te’minine medar olan ulum +bildiren mebahis ile imrar-ı hayata koyuldu. Bunun neticesi +olarak dünya adamları dine karşı bir çok şüpheler besleyecek +kadar cehl içinde kaldıkları gibi ahiret adamları da kendi +ekmeğini kazanamayıp ötekine berikine el uzadacak yüz +suyu dökecek kadar dünya umurundan gaflete daldılar. +Din ile dünyanın bu suretle birbirinden ayrı bilinmesi +müslümanlığın esaslarına taban tabana zıd evamirine büsbütün +muhalif olduktan başka o evamirin bir çoğunu muattal +bırakır. +Yukarıki fasıllarımızda da söylemiş idik: Müslümanlık ruhun +metalibi ile cismin havaicini öyle mükemmel bir surette +tevfik etmiştir ki doğru bir meslek ta’kīb etmek isteyenler +kat’iyyen onun haricine çıkamazlar. Evet biz bu iddiamızı +delail-i katı’a ile isbat ettik; işi gücü bırakıp ibadet ile vakit +geçirmenin mukarrerat-ı İslamiyyeden olmadığını söyledik: +kezalik +gibi ayetlerle Müslümanlığın +hem din hem dünyanın salahı için nazil olduğunu anlattık. +Şeriat-i garra-yı İslamiyyenin insanları ataletten men’ ettiğini +sa’y ü amele sevkeylediğini; bu hususda asr-ı hazır felasifesinin +birer düstur-ı hikmet tanılan sözlerinden çok daha +müessir tebligatta bulunduğunu berahin-i kat’iyye ile te’yid +eyledik. Daha sonra a’malin niyetlere merbut olduğunu +binaenaleyh riya maksadıyla bütün muharrematı terkeden +bir adamın günahkar bir münafık sayılacağını ihlas kastıyla +hata eden bir adamın bu hatasından dolayı muateb değil +bilakis me’cur olacağını söyledik: +Hazret-i +Ali şuna yakın bir söz söylüyor: “Rıza-yı İlahiyi kastetmek +şartıyla bütün dünyayı bütün dünyanın menaimini +nefsinde cem’ eden adam zahiddir; rıza-yı İlahiyi kastetmemek +şartıyla bütün dünyayı terkeden adam zahid değildir.” +Evet bunların hepsini yahud buna yakın sözleri yukarıki +fasıllarımızda söyledik. Burada nazarları ilk cemaat-i İslamiyyenin +ahvaline irca’ etmek istiyoruz. Çünkü o cem’iyetin +efradı bu söylediklerimiz gibi dünya adamı ahiret adamı +namıyla iki kısma ayrılmış değil idi bilakis tarih bize gösteriyor +ki ilk müslümanların hepsi hem din için hem dünya +Ticareti arş-ı Hilafet’e çıktıktan sonra bıraktı. İmam Ebu Ahmed +bin Hanbel diyor ki: “Ashab-ı kiram karada denizde +ticaret ederler hurmalıklarında çalışırlar idi.” Ebu Kulabe +radiyallahu anh bir arkadaşını mescidde i’tikafa kapanmış +görerek dedi ki: “Seni haricde maişetini aramakla meşgūl +görmek benim için böyle bir mescid köşesinde çekilmiş +görmekten daha hayırlıdır.” Hz. Ömer radiyallahu anh diyor +ki: +“ Ölmek istediğim yerlerin hiç biri evlad u +Bu da şundan ileri geliyor ki Cenab-ı Peygamber ashabını +ümmetini ahiret için a’mal-i hayra sevkettiği kadar +dünya için çalışmaya da tergīb buyuruyordu. + +gibi bir çok ehadis-i +sahiha meydanda duruyor. +salihin ayrılmadığına birer şahid-i adildir. Müslümanları +Sadr-ı İslam’da şimdiki gibi hizb-i dini hizb-i dünyevi namıyla +ka bir şey değildir. Bu ayrılık öyle mühlik bir beladır ki milletin +amali temayülatı arasında tehalüf husule getirir maksadlar +gayetler beyninde tenakuz icad eder; ne kadar avamil-i +te’lif bulunursa bulunsun efrad-ı millet arasında buğzlar +kinler tefrikalar husule getirir; nihayet iş o raddeye varır +ki bu iki fırka arasında cem’iyet bir ihtilal-i fikriyyeye mahkum +olur. Bir kere bu ihtilal de kökleşti mi artık efrad-ı ümmeti +birbirine bağlayan esaslı rabıtalar çözülür hey’et-i ictimaiyyeye +fesad arız olduğu gibi istikbalin vahameti kendisini +her nazara göstermeye başlar. Milletin hali bu derekeye +düşünce hizb-i dini ile hizb-i dünyevi mes’uliyeti birbirine +yükletmeye kalkışır. Hizb-i dini meydanda fesad halkın şehevat-ı +behimiyyesi arkasında koşmasından ileri geldi demeye +hizb-i dünyevi ise bu fenalıklar esatize-i din vazife-i irşadı +Bunlar bu bihude mücadelelerle uğraşmakta iken nifak fesad +tohumları alabildiğine neşv ü nema bularak etrafa yayılarak +milleti izmihlal uçurumlarına doğru sürükleyip götürür. +* * * +edilerek Mescid-i Haram kıblegah-ı İslam oldu. Kıtal-i müşrikin +hakkında ehl-i imana ruhsat verildi. +Seyyidü’l-mücahidin Efendimiz gerek bizzat kumanda +gerek Ashabdan birini kumandan ta’yin etmek suretiyle birçok +“gazve”ler ve “seriyye”ler tertib eylediler. +Gazavat-ı seniyyenin en meşhuru Bedir gazve-i kübrasıdır +ki bu sene Ramazan’ında vukū’ bulmuş ve millet-i İslamiyyenin +besaletiyle ’ü mütecaviz müşrikten kimi esir kimi tedmir +edilmişti. Meşhur Ebu Cehil laini de sair sanadid-i Kureyş ile +maktulin arasında bulunuyordu. +Hicretin üçüncü yılında Uhud melhame-i uzması vaki’ +oldu. Şüc’an-ı müslimin kadar olup küffar-ı müşrikin +müşrikler ehl-i imanın savlet-i şecianesine karşı mecbur-ı +firar oldu. Lakin Uhud Dağı’nın gediğine ta���biye buyurulan +tir-endazların emr-i Peygamberi hılafına mevki’lerinden ayrılması +üzerine müşrikler o vakit süvari kumandanı bulunan +Halid bin el-Velid oradan geçip İslam ordusunu arkadan +kuşattı. Müslümanlar iki kılıç arasında kaldılar. Hazret-i +Hamza Vahşi namındaki bir kölenin geriden fırlattığı harbe +erdi. Nebiyyü’s-seyf Efendimiz de mecruh oldu. Müşrikin +telefatı yirmi otuz mikdarı idi. Netice-i harbde galib mağlub +belli olmaksızın ayrılındı. +şeklinde yazılmıştır. +Beşinci sal-i hicrideki Hendek gazvesi de gazavat-ı meşhuredendir: +Kabail-i müşrikenin ittifakıyla toplanan ’i mütecaviz +bir kuvvetin hücum edeceği belde-i tahirede duyulmasıyla +Ashab-ı kiramdan “Selman-ı Farisi”nin tavsiyesine ittibaan +Medine etrafına hendek kazılıp tedafüi bir vaz’iyyet +alındı. Efendimiz bizzat hafriyat ile uğraşmak ve taş toprak +taşımak suretiyle ashabını teşvik buyurdu. Müşrikler gelip +Medine’yi muhasara ettiler. Soğuk ve kaht münasebetiyle +ehl-i İslam hem üşüyor hem de yiyecek şey bulamıyordu. +Nihayet hendek karşısında ok atıp duran muhaciminden +meşhur Amr bin Abdud ile diğer birkaç kişi hayvanlarını +zorlayıp hendeği geçtiler. Amr Hazret-i Ali’nin darbesiyle +bi-ruh olarak yere serildi. Yanındaki Nevfel bin Abdullah da +Zübeyr bin el-Avvam’ın kılıcıyla ikiye ayrıldı. Öbürleri can +korkusuyla hendeği atlamaya mecbur oldular. +Ertesi günü müşrikin arasına nifak düştü. Akşamüstü de +şiddetli bir bora çıktı. Orduları bozuldu. Emval ü eşyayı +bırakıp kaçtılar. Ehl-i İslam onları iğtinam etti. +Altıncı sene-i hicriyesinde Resulullah Efendimiz umre +niyetiyle ve kadar sahabi maiyetiyle Mekke’ye azimet +buyurdu. Hudeybiye mevkiinde Kureyş’in mümanaat edileceği +haber alınmasıyla muharebe için Harraş bin Ümeyye +el-Huzai’yi istediler. Fakat vukū’ bulan müdahale üzerine +kurtulup huzur-ı Peygamberiye avdetle arz-ı keyfiyet etti. +Tekrar Osman bin Affan’ı yolladı. Bir aralık Osman öldürülmüş +haber-i kazibi intişar edince Efendimiz bir ağaç altına +oturup ölünceye kadar Kureyş ile muharebeden geri dönmemek +şartıyla ashabına bey’at teklif eyledi. Teklif-i Nebeviyi +kabul ve ifası[n]ı taahhüd ettiler. Şu taahhüd Mekke’de +duyulunca Kureyş’in de yelkenleri suya indi. Musalaha için +Amr bin Süheyl’i nezd-i Peygamberiye murahhas gönderdiler. +Bazı şerait ve sene müddetle musalaha teklif ediliyordu. +Hepsi kabul buyuruldu. Şeraitin bazısı evvela Ashabı +kirama ağır geldiyse de bilahare hikmet-i kabulü anlaşıldı. +Yedinci sene-i hicrette piyade süvari ile Hayber’e +azimet edilerek gün muhasaradan sonra müteaddid +kaleleri feth u teshir kılındı. İslamdan şehid Hayberli +Yahudilerden maktul vardı. Bu muharebede Hazret-i +Ali’nin fevkalade şecaati ve bir kale kapısını koparıp elinde +kalkan gibi kullandığı görüldü. Ba’de’z-zafer avdet buyurulduktan +sonra “Muhammedün Resulullah” ibare-i celilesini +havi gümüş bir mühür hakkettirildi. Ve o mühür ile mahtum +altı kıt’a name-i hümayun yazılıp Habeş Necaşisi Ashama’ya +Mısır Hükümdarı Mukavkıs’a Rum Kayseri Herakl’e +Belka Meliki Haris bin Ebi Şemr Gassani’ye Yemame Hakimi +Hevze bin Ali’ye Kisra-yı Acem Hüsrev Perviz’e gönderildi. +Bunlardan ilk üçü asar-ı ihtiram gösterdi. Dördüncüsü +name-i Risaleti yere attı. Beşincisi: Beni veliahd ta’yin ederse +Müslüman olurum! dedi. Altıncısı ise parçalamak küstahlığında +bulundu. Biraz sonra her üçü de gadab-ı İlahiye +uğradı. +Hicretin sekizinci yılında Kureşiler musalahayı nakzettikleri +cihetle kadar asakir-i müslimin ile ve feth-i +Mekke niyetiyle azimet buyuruldu. Belde-i mukaddesenin +bir kısmı sulhan ve bir kısmı da harben teshir olundu. Demi +heder edilenlerin birkaç danesinden maada Mekkeliler için +afv-ı umumi ilan olundu. Kabe-i Mükerreme’de bulunan +yüzlerce put kırılıp atıldı. Ahali fevc fevc gelip Resulullah’a +bey’at eyledi ve müslüman oldu. +Mekke’nin fethinden sonra kabail-i müşrike bakiyyesi +Huneyn denilen vadide toplanmaya ve adedleri yirmi bin +kadara varmaya başladığı cihetle Resul-i Ekrem Efendimiz +askerle bunların tenkiline azimet buyurdu. İbtida asakir-i +Efendimizle maiyetlerindeki birkaç fedakarın sebatı sayesinde +bozgun asker geri dönüp müşrikini mecbur-ı firar eyledi +müslümanlardan şehid müşriklerden maktul düştü. +Bu muharebeye iştirak eden Sekafiler kaçıp Taif’e kapandılar. +Bilahare bir fitne çıkarmaları muhtemel olduğundan +Efendimiz oraya azimetle kal’ayı muhasara etti. Mahsurin +şürüyordu. Bu oklardan on iki sahabi şerbet-i şehadeti içti. +On sekiz gün devam eden muhasara neticesinde kal’anın +fethi müyesser olmadığı cihetle teshiri zaman-ı mev’uduna +ta’likan avdet buyuruldu. +Zat-ı Risalet Taif’den Ci’rane’ye muvasalat edince mal-ı +ganaimi Ashab-ı kiramına taksim eyleyerek Medine’ye döndü. +Hicretin dokuzuncu yılında Şam tarafına yürümek üzere +ordu tertib olundu. Çünkü Kayserin emriyle Rumların bir +ordusu haz ı rlandığı ve buna mütenassır Arabların da iştirak +ederek merkez-i İslama doğru gelmek azminde bulundukları +kıtlık vardı. Yol için azık tedariki müşkil oluyordu. Muktedir +olanların iane vermesi emredildi. Herkes si’a-i haline göre +nakden ve malen yardım etti. Otuz bin kişilik bir kuvvet +toplandı. +Bazı münafıklar bu sefere iştirak etmediler. Resulullah +Efendimiz dini bütün müslümanlarla yola çıktı ve Tebuk +mevkiine kadar geldi. Müslüman ordusunun hudud boylarına +kadar gelip meydan okuması Rumlara dehşet verdi. +Yerlerinden kımıldanmadılar. Asakir-i müslimin orada epeyce +oturup bekledikten ve Eyle ile Cerba ve Ezrah beldeleri +ahalisiyle musalaha ettikten sonra geri döndü. +Onuncu sene-i hicrette her tarafdan elçiler ve meb’uslar +geldi –ki bunlara ehl-i siyer ıstılahında “vüfud” ta’bir olunur– +Ceziretü’l-Arab’da ehl-i İslam’a karşı duracak kabile +kalmadı. Bu sene Efendimiz kişiyle Mekke’ye azimet +ve fariza-i haccı ifa buyurdu. Arafat’da beliğ ve cami’ bir +hutbe okuyup ashabına nasihatler verdi. Ve burada bulunanlar +hac belde-i tahireye avdet eyledi. +Meşayih-i Halvetiyye miyanında fazl ü irfan ile iştihar +eyleyen zevat-ı aliyyeden olup ’de Sivas’da gehvarezib-i +alem-i şuhud olmuşlardır. Sinn-i farka ba’de’l-vusul +mukaddimat-ı ulumu tahsile başladıkları esnada dayısı muallim +ve mürşid-i ekremi olan Şeyh Abdülmecid-i Sivasi +hazretleri Sultan Mehmed Han-ı Salis tarafından olunan +da’vet-i hümayuna imtisalen İstanbul’a azimetlerinde beraberlerinde +aldıklarından tahsil ve tefeyyuzunu İstanbul’da +Ulum-ı zahire ve batıneden ahz-ı icazeye mazhar olarak +me’muren li’l-irşad Midilli’ye giderek bir müddet neşr-i ilim +ve tarikatle meşgūl olduktan sonra tarihinde Dersaadet’e +celb olunarak Mehmed Ağa Tekyesi meşihatiyle bekam +oldular. Bu esnalardaki sit-i fazl ü irfanlarına binaen +’de Fatih Sultan Mehmed Han ve ’de Sultan Bayezid +Han-ı Sani hazeratının cevami’-i şerifesine ba’dehu +Ayasofya Cami’-i şerifine vaiz ta’yin buyuruldular. İşte bu +vechile va’z u irşad ve te’lif-i asar ile evkat-güzar iken “eşŞeyh +Abdülehad” terkibiyle şuaradan Feyzi Efendi’nin “Gitti +bezm-i cennete Abdülehad” ve hulefasından Şeyh Nazmi +Efendi’nin “Abdülahad Efendi olsun mukīm-i cennet” mısra’larının +delaleti olan tarihi Safer’inin ilk Cuma’sında +azim-i gülşen-saray-ı ukba olarak haric-i surda Eyyub Nişancı’sında +mürşid-i mükerremleri sahib-i te’lifat-ı adide Abdülmecid-i +Sivasi hazretlerinin türbe-i şerifeleri kurbünde +vedia-i hak-i fena kılındılar. Kaddesallahu sırrehu’l-aziz. +Ulum-ı batınada ve be-tahsis ilm-i ta’bir-i rü’yadaki iktidar-ı +mürşidaneleri müsellem-i enam idi. Üç batna kadar +silsile-i neseb-i alileri “Şeyh Evhadüddin Abdülahad enNuri +Berekat” olmak üzere mazbuttur ki bunlardan pederleri olan +Safayi Efendi zümre-i kuzattan ve Hazret-i Abdülmecid-i +Sivasi’nin cedd-i emcedi Ebu’l-Berekat’ın nebirleri ve Mülteka +şarihlerinden Sivas Müftisi İsmail Efendi’nin ferzendidir. +Valideleri de Ebu’l-Berekat’ın mahdumu Muharrem +Efendi’nin kerimeleridir. +Müellefat-ı arifanelerinin başlıcaları: +Hafrat +şeklinde yazılmıştır. +meti +Türkiyye +Gazeliyat-ı arifanelerinden: +Küntü Kenz’in sırrıdır dünya ve ukbadan garaz +Ona mektebhanedir bu çarh-ı minadan garaz +Enfüs ü afakı rü’yetle kemale arif ol +Ma’rifettir çünkü mahlukat-ı beydadan garaz +Bir muammadır bu alem fehm eden ariflere +Sufiya esmada kalma gel müsemma dersin al +Bil müsemmadır gözüm ta’lim-i esmadan garaz +Ko müyadi şuglünü sen maksad-ı aksayı gör +Çün netayicdir kamu suğra ve kübradan garaz +Katresinde nice umman gizlidir dil-i bahrinin +Hasılı dürr-i hakīkattir o deryadan garaz +“Nuriya” hiç gayrı matlab kalmadı aşıklara +Hak cemalidir hemin cennat-ı ukbadan garaz. +Übey bin Ka’b bin Kays el-Ensari radıyallahu anhın iki +künyeleri olup biri Ebu’l-Münzir’dir ki bu künyeyi hazret-i +Fahr-i Rusül efendimiz vermiştir ve diğeri Ebu’t-Tufeyl’dir ki +bunu da mahdumu Tufeyl sebebiyle Hazret-i Ömer vermiştir. +Akabe ve Bedir’de bulunmuş olan ekabir-i ashab-ı +Resulullahdandır. Seyyidü’l-kurra’ ve muallim-i ashab-ı Habib-i +kibriya idiler. Zat-ı irfan-simatları Kur’an -ı azimü’ş-şanı +hıfza muvaffak olmuşlar ve Nebiyy-i muhterem efendimiz +hazretlerine dinletmişlerdir. Tercümanü’l- Kur’an olan seyyidüna +şeklinde yazılmıştır. +hazretlerine dinletmişlerdir. Seyyidü’l-enam aleyhissalatü +vesselam efendimiz hazretleri cenab-ı Übeyy’e hitaben: +bana emr etti” buyurmuş ve Hazret-i Übey bu iltifat-ı ali +üzerine vecd ü ibtihac ile büka eylemiştir. Zat-ı sütude-sıfatları +ketebe-i vahiyden ve asr-ı risalette fetvaları zahir olan +fukaha-yı ashab-ı kiramdandır. Hazret-i Ömer müşarunileyhi +“seyyidü’l-müslimin” deyü yad ederlerdi. Salat-ı teravih +on dört tarihine kadar evlerde ale’l-infirad kılınır olduğu +halde şevket-i İslamiyyenin o vaktin halince en azim olan +Rum ve İran devletlerini lerze-nak etmeye başlamış olduğuna +teşekküren o sene Hazret-i Ömer mescid-i şerifde ikad-ı +kanadil ile ihya-yı sünnet etmiş ve Muvatta ’da mezkur olduğu +üzere salat-ı teravihin cemaatle edası için bu zat-ı alikadri +me’mur eylemişlerdir. “En iyi okuyanımız Übey’dir. +Ve hükmen ve kazaca mahirimiz Ali’dir” buyururlar idi. +hadisi Buhari ehadisindendir. +Sultan-ı enbiya aleyhi ekmelü’t-tahaya efendimiz hazretleri +cenab-ı Übeyy’e hitaben “Ya Ebe’l-Münzir! Kur’an- ı Kerim +’in hangi ayeti azimdir” deyü buyurunca Ebu’l-Münzir +“Ya Resulallah ‘La ilahe illa hüve’l-hayyu’l-kayyum’ ayet-i +şerifesi a’zam-ı ayat-ı Kur’an dır” demeleri üzerine Fahr-i +kainat aleyhissalatü vesselam efendimiz hazretleri yed-i +mübareklerini Ebu’l-Münzir’in göğsüne vaz’ ile ilminin kuvvet +ve kesretini sena buyurmuşlardır. Bir gün bir adam gelerek +“Ya Ebe’l-Münzir! Bana bir vasiyet eyle onunla amil +olayım” der. Ebe’l-Münzir “Kitabullah’ı mukteda-bih ittihaz +eyle hükmüne razi ol. Çünkü cenab-ı Nebi size Kur’an ’ı halef +terkeyledi. Bir şahiddir ki müttehem olamaz. Orada sizin +ve sizden evvelkilerin zikri ve ahkamı beyan olunmuştur. +Bundan büyük zemin-i tatbik olamaz” cevab-ı hikmet-abını +vermişlerdir. Hazret “Bir mü’mine musibet isabet eder ise +her bir günahdan beri olur” buyurmuşlardır. Zat-ı ali-i kerimanelerinden +naklolunduğuna göre hazret-i Fahr-i alem +“Ya Ebe’l-Münzir! Sen bu ümmete nusret ve temkin tebşir +eyle. Dünyada menafi’-i gayr-i meşruasını istihsal için irtikab-ı +zulm edenlerin ahirette hiç nasibleri yoktur” buyurmuşlardır. +Yine kendilerinden rivayet olunur ki cenab-ı Nebi her +gece nısfü’l-ley[l]de: “Ey nas! Allah’ ı zikrediniz ölüm geliyor” +diye üç defa nida ederlermiş. Hazret-i Fahru’s-rusül +efendimiz Ebu’l-Münzir’e hitaben “Sana Cebrail’den öğrendiğim +şeyleri ta’lim edeyim mi” dedi. Ebu’l-Münzir “Minnetdarınız +olurum ya Resulallah” demesiyle “Sen şu duayı +oku” emri şeref-sadır olmuştur: +meali: “İlahi! Bilerek ve bilmeyerek ne kadar hatalarım var +metlerin feyz u bereketinden beni mahrum etme. Bana haşeklinde +yazılmıştır. +ram ettiğin şeylere beni meftun ve hahişger kılma” buyururlar +nuz. Bir kul tasavvur olunmaz ki haşyetullahdan ağladığı +halde günahları ağaçların kurumuş yaprakları gibi dökülmesin. +Hiçbir kimse yoktur ki havfullahdan girye-nak olmasın. +Mü’minlerin dört hal üzere bulunmaları lazımdır: Belaya +sabir ihsana şakir doğru sözlü adil hükümlü. Üç sınıf halkın +meclisinden ictinab ediniz: Onlar da; alim-i gafil kari’-i +müdahin mutasavvıf-ı cahildir. Açlık nur tokluk ateş-i şehveti +mukızdır; bunlardan bir ateş-i suz-nak zuhur eder ki sahibini +dar ma’rız-ı tahkīrde bulunsalar düşmanları dahi ulviyetlerini +tasdik ederler. Bir meclis ki erbab-ı ilmden halidir orada +hayvaniyet kaim olur bir kavmin alimi fakīr de olsa mahafil-i +menfaat mukabili iltifat edenlerin hüsn-i teveccühleri muvakkattir. +Ebu Hureyre ve Abdullah bin es-Saib Abdullah +bin Ayyaş Ebi Rebia Abdullah bin Hubeyb Ebu Abdurrahman +es-Sülemi Ebu’l-Aliye er-Riyahi hazeratı Kur’an -ı +azimü’ş-şanı bi-tarikı’l-arz Übey bin Ka’b hazretlerinden ahz +ü telakkī etmişlerdir. Radıyallahu anhüm ecmain. +Sahib-i tercüme hazretlerinin tarih-i vefatları muhtelefün-fih +olup hicret-i seniyyenin senesindedir. Tarih-i +Ebi’l-Fida’da yirmi iki gösterilmiştir. +Bismillahirrahmanirrahim +Şeyh-i ekber: +; diye tefsir etmiştir. +Asıl hakīkī tearüf tehabübdür. Bizim Hazret-i Peygambere +nazil olan Kur’an -ı mübinin letaifindendir ki bu gibi +ahlaka aid mesailde hitab yalnız ehl-i imana hasrolunmamış +belki umum ehl-i hitab insanlardır. +hitab-ı +ba-savabı ile hilkaten yek-diğerinden hiç farkı olmayan insanlar! +Size derim: Ben fülan kabiledenim ben filan ve +filanım diyerek tefahur etmeyiniz sizin beyninizde hilkaten +bir farkınız yoktur hep ata ve anadan halkolunmuş bendelersiniz; +demiştir. +Muarefenin ma’nası dahi budur. Bilhassa asıl İslamın muarefesi +vacibdir. Hazret-i Fahru’l-kainat aleyhi ekmelü’t-tahiyyat +efendimizin ümmetine ta’limatı gayet vasi’ mikyasda +uhuvvet ve kardeşliktir. Mü’min mü’mine kardeştir. Bu ise +nass-ı Kur’an ile sabit ve evamir-i İlahiyyedendir ve nice +ehadis-i Nebeviyye ile müeyyed sünnet-i seniyyedendir. +Ashab-ı kiram rıdvanullahi aleyhim ecmain müsavat değil +yek-diğere isar ederdi. +nass-ı celili onlar hakkında varid olmuştur. Fakat +bizler maatteessüf nefs-i emmaremize mağlub olduk rehberlerimiz +ve nücum-ı hidayetimiz olan Ashab-ı kiram efendilerimizin +yolundan giderek bilhassa millete rehber olacak +adamlar bizler ulema kisvesinde bulunan zevat-ı kiram +herkesden ziyade rah-ı Hakkı bizim gözetmemiz lazım gelir +arefeyi ta’mim uhuvvet-i İslamiyyeyi tahkim etmek en büyük +bir vazifemiz iken bu vazifemizi ifa etmek şöyle dursun +bilakis muhasede ve münaferet bizim aramızda cereyan +edip duruyor. Bugün biz de hubb-i fi’llah buğz-ı fi’llah kalmadı +hep hubb-i nefs hubb-i dünya hadimi olduk. +Sonra bizden ders-i ibret alacak avamın hali ne olur onlar +da bizim arkamızdan geleceklerdir açık söyleyelim kendi +kendimizi aldatmayalım bugün +ulema beyninde olan münaferet kabil-i tedavi değildir. Ya +hu ne için böyle olalım? Ayıb değil mi yazık değil mi bu +ümmete? +Cenab-ı Vacibü’l-vücud bize ıslah-ı zatü’l-beyn ile emr u +ferman buyurmuş iken biz de te’lif-i kulub uğrunda cüz’i bir +teşebbüs yok; böylelikle halimiz ne olacak? +Fahru’l-kainat aleyhi ekmelü’t-tahiyyat efendimiz +buyurmuşlar; sizlerden +hiç biriniz mü’min olamaz nefsi için sevdiği istediği şeyi +kardeşi için de sevmez ve istemezse. +Acaba kendimizi bir yoklayalım. Biz böyle miyiz? Hiç +şübhe olunamaz ki cüz’i insaf edersek hiç birimiz böyle evsafa +malik değiliz. Değil böylesi yek-diğerimize sünnet olan +selamı bile esirgemeye başladık. İfşa-i selam sünnet ve ala +rivayetin vacib iken bizde selam ortalıktan kalktı ulemamız +bile bilmediği tanımadığı adama müslüman olduğunu bildiği +halde selam vermemeye başladı; halbuki tearüf ve tehabübün +en birinci vasıtası selam idi. +Sahabe-i kiramdan Amr bin el-As der ki: Bir adam Hazret-i +Peygamber’e sordu: +yani İslamiyet’te +hayırlı haslet nedir? +Sallallahu aleyhi ve sellem cevaben: +Bildiğin ve bilmediğin adamlara +Diğer bir hadis-i şerifde varid olmuştur ki: +Diyor ki: Mü’min olmadıkca cennete giremezsiniz yekdiğerinizi +sevmedikçe mü’min olamazsınız size bir şey göstereyim +ki her vakit yaparsanız sevişirsiniz yek-diğerinize selamı +Acaba bu haslet bizde var mı buralarını mülahaza ediyor +muyuz? +Ulemamızın cumhuru: +buyurmuşlardır. +Bazıları da: emri vücub içindir demişlerdir hiç +şübhe yoktur ki selam şiar-ı İslam’dandır şu halde biz ne +bımız yoktur. +Bundan maada esbab-ı tearüfden her ne ki bize lazım +ve muhatabe biz bunların hepsinden mahrumuz. Ziyaret ve +sıla ve ila gayri zalik ahlak-ı hamide-i İslamiyyeden her ne +var ise hiç biri bizde bulunamıyor. +Bilakis yek-diğerimize adavet ve münaferet esbabından +olup şer’an haram olan; nemime zemime gıybet bizde şayi’ +olup adeta umur-ı adiyyeden oldu. +Bir de şeriat-i garra-i mutahhere bizi ni’met-i İslam ile +tevhid etmiş iken biz hala kendi kendimize kabaile intisabla +Türk Tatar Arnavud Arab ve sair kavmiyetler bizim +Memleketlerimizi ecanibe teslim etmekten başka bir menfaat +gösteremediler böyle iken biz de ancak kendi kendimize +nass-ı celilini “i’tisam +bi-habli’llah” ayetlerini hiç duymadık işitmedik mi? +Bugün umum küre-i arzda mevcud müslümanların ahvali +böyledir. Hep gaflet içinde yuvarlanıp gidiyoruz. Bir de +kendi su’-i a’malimizi mülahaza etmeyip din-i mübin-i İslam’a +layık olmayan bazı isnadatta bulunuyoruz. İşte bizim +su’-i a’malimize göre Cenab-ı Vacibü’l-vücud a’dalarını bize +musallat etti bütün küre-i arzda ne kadar müslüman var ise +hepsi duçar-ı esaret ve zillet oldular. Ümeramızı ve ulemamızı +enva’-ı vahime istila etti. Müslümanların avamı cehaleti +san’at ittihaz ettiler ulema namını hamil olanlarımız da vahimeye +boğuldular bilhassa bu son senelerde ittihad-ı İslam +vahimesi pek ziyade galebe etti. Adeta İslam kelimesini söylemekten +çekinir olduk altından bir ittihad-ı İslam çıkmasın +diye korkuyoruz. A’dalarımız da bizim vahimelerimizi tamamıyla +keşfettiler bizde cüz’i bir hareket görseler hemen siz +cum ediyorlar. +Şimdi ortalığa bir siyaset hastalığı da girdi neuzü bi’llah +söyleyemeyecekler. +Halife namını imparatorluğa tebdil etmek isterler Osmanlı +başladılar. Ecnebiler ki biz umum ehl-i İslamın a’dasıdır +“ Allah’ın ipine sabunlar +her fırsattan istifade ederek bize maddeten ve ma’nen +hücum etmek isterler. Yine biz kendimiz onlara alet oluyoruz. +Eğer biz kendimizi toplayıp da mazimize nedamet ederek +salah u necahımız için çalışmazsak bizim akıbetimiz +mevt-i ahmerdir. +Geliniz biraderler kardeşler nedamet edelim tevbe ve +teb’id edelim. +Ya Rabbi pişman olduk sen fazl ü inayetin ile bize merhamet +eyle bizim taksiratımızı afveyle halimizi ve istikbalimizi +rahimin olan Cenab-ı Vacibü’l-vücud-ı Gaffaru’z-zünub’un +merhametine sığınalım inşaallah Habibi olan Muhammed +Mustafa sallalahu aleyhi vesellem hürmetine bizim taksiratımızı +afveder de bizleri merhamet-i Samedaniyyesine mazhar +eyler ümidiyle kardeşler yek-diğerlerimize sarılalım bu +din-i mübin-i İslam ali bir dindir ve Cenab-ı Allah’ ı n da lütf +u inayeti büyüktür. Biz bi-hakkın dinimize temessük eder de +dinimizi her umurumuzda kendimize rehber ittihaz edersek +Hazret-i Allah bizim muinimiz olacaktır. += Siz Allah’a itaat ederseniz Allah da size nusret eder. +kendimizi aldatmayalım ve başkalarına da hiç aldanmayalım. +Tecrübeler meydanda İslamiyet’in en kavi ve en ali zamanları +müslümanların en mütedeyyin oldukları zamanlarıdır. +çıkar da din-i İslam terakkīye mani’dir derse isbat etsin görelim. +Tarih meydanda mizan meydanda a’mal meydanda…. +Diyanetten uzak düştükce perişan oluyoruz. H ı ristiyanlar +dahi diyanete hürmet edenlere i’tibar eder. Dine hürmet +etmeyen bu dünyada cezasını bulur ve bulmuşlardır. +Bizim re’s-i karda bulunanlarımız dahi ayne’l-yakīn bilir +ki bu devlet din ile kaim olur. Rical-i devlet diyanetten uzaklaştıkca +Osmanlı İmparatorluğu ile Bulgar Krallığı arasında +büyük bir fark tasavvur olunamaz belki de bir Karadağ kadar +haysiyetimiz kalmaz. +Şu halde bizim için necat şübhesiz dine sarılmaktadır. +Cenab-ı Mevla bu din-i mübin-i İslam’ın hamisi ve hafız-ı +hakīkīsidir. İnşaallah kalblerimizi ıslah edersek memleketimizi +dahi tahlis edeceğimizde şübhe yoktur. +Kalb büyük şeydir. +sadaka Rasulullah. +melü’t-tahiyyat efendimiz buyurmuştur ki insanların vücudunda +ufacık bir mudga et parçası var işte şu mudga doğrulursa +cesedin hepsi doğrulur. O et parçası bozulursa cesedin +hepsi bozulur. O et parçası da kalbdir; buyurmuşlar. +Demek olur ki kalblerimiz ıslah olunursa memleketimiz de +salah u felahı bulur yoksa bizim de halimiz harab memleketimizin +de akıbeti perişan olur. +Hazret-i Allah bizlere merhamet eylesin. +Ah kardeşler aziz vatanımız akıbet a’dalarımıza miras +olacak bu böyledir. Bizde bu kalb bu kalıp var iken akıbetimiz +perişandır. Boş boşuna kendimizi aldatmayalım +adam olmak istersek el birliği ile çalışalım. Bizim bazı zavallı +hocalarımız son söz olmak üzere Cenab-ı Allah sahibini +göndersin derler. Bu ise cahilane bir acz izhar etmek demektir. +Allah muhafaza etsin göndermesin. Memleketin sahibi +biziz başka sahib göndermesin. Belki Cenab-ı Allah bize +memleketimizin sahibi olduğumuzu hissedecek kadar bir +duygu ihsan etsin haricden başka sahib göndermesin. Hiç +olmazsa böyle dua edelim. Biz sahib olamazsak sahib olacaklar +çok bulunur Allah göstermesin. +Bu yirminci asr-ı medeniyyette alem-i İslam ne gibi tecelliyata +ma’ruz kalıyor. Erbab-ı tefekkürce hun-aver bir +manzaradır. İslamiyet’in barikalar saçan feyz-ı ulvisi bugün +bu muhteşem Avrupa medeniyetine esas olmuşken ne garibdir +ki bugün biz cahiliz Avrupa alim; bugün biz sefiliz +Avrupa mes’ud; bugün biz vahşiyiz Avrupa medeni; bugün +biz serseriyiz Avrupa hünerverdir. Kurtuba ufuklarını ihata +eden asar-ı sabıkaya müracaat edilsin İspanya’da İslamiyet +namına o devirde esas-gir-i i’tila olan ilm ü irfan Pirene silsilesinin +cenubundan şimale Avrupa içlerine doğru akmamış; +envar-ı hakīkat fezail ve asar-ı İslamiyet Avrupa’yı +ma’kes-i intibah etmemiş olsaydı bugünkü bu müşa’şa’ bu +müdebdeb medeniyet bu kal’alı demirli hükumetlerin +yerinde cehl ü sefalet yelleri esecek duracaktı! Biz buna +ağlamıyoruz bilakis memnun ve mesrur oluyoruz. Çünkü +şeriyetten ne ilm ü ma’rifet ne zevk u saadet hiç hiçbir şey +esirgemezler. O ve onların mücahedesi beşeriyetin tarik-ı +hakk u hakīkate rücuu; ensal-i beni ademin saadet ve selamet-i +daimesidir. İslamlık ve İslamlar zulm ü zulmete cehl ü +denaete fısk u sefalete karşı evet yalnız bunlara karşı ref’-i +liva-yı isyan etmişlerdir. Şaşkın beşeriyeti rah-ı hakka nur-ı +hakīka[t]e da’vet ve gark etmek esasen insan kanı insani +kalbi taşıyanların nutk ile mümtaz olan herkesin boynuna +borcdur. Bu öyle ulvi ve nurani bir mücahede-i ictimaiyyedir +ki bunun neticesi beşerin tenevvürü beşerin teallümü +beşerin saadeti beşerin zafer ve galebesidir. Fakat +bugünkü medenilik iddiasında bulunan bugün asar-ı medeniyyeye +malik olan insanlar bizden evet İslamlardan neden +ediyorlar: Yalnız bunun hikmeti gayr-ı ma’lumdur! Bugün +medeniyet tarafdaranı medeni insanlar “Batsın İslamlık.. +Kahr olsun İslamlar!” diyor bağırıyorlar. Fakat alem-i İslam +onların rehberi İslamlar da hem-cinsleridir. Rehber-i kemalatını +tahkīr eden hem-cinsine la’net okuyan ağızlara artık +ne ta’bir bulmalı bilemem! +Evet pek tabii bir şeydir: O büyük ve mutantan merakiz-i +medeniyyede yaşayanların pa-yı saadet ve serir-i ezvakına +dökülecek sarı torbalar elbette biçarelerin hab-ı gaflette +yatanların sırtından ellerinden lokmalarından cebren +ve kahren çalınacak… Bu aleni sirkat ve cinayeti bütün +cihan-ı medeniyet teşci’ ederken alkışlarken biz zavallılar +da dünyayı feryadlara figanlara garkediyoruz. Fakat bizim +seslerimiz boğuktur işidilmez. Hak ve insaf ise pençe-i kuvvet +Fas.. Bu Afrika’nın şimal sahillerini öpen kanlı facianüma +merhamet tarafdaranının keff-i hadid-i bi-amanında değil +midir ki hufre-i inkıraz ve taksime uğruyor. Fakat ey medeniyet +ve ma’rifet-i beşeriyyenin zi-kemal katilleri; orada +birbirine soktuğunuz yine tahrikat-ı sehifenizle yek-diğerine +kardeş iken düşman ettiğiniz Arab evladlarının kanını içmekle +mi; son saadetini son lokma-i sefaletini çalarak mesrur +ve müftehir olmakla mı ve en sonra bir avuç parçası kadar +kalan o ufacık memleketi de zir-i pa-yi hakimiyetinize +sokmakla mı mes’ud ve müftehir olacaksınız? Ya oranın +sükkanı ya oranın hakimiyeti ya oranın hayatı ne olacak.. +Hiç öyle mi?!.. +Fakat hayır kabahat sizde değildir. din ve kan kardeşını +boğmak için silah-ı isyana sarılan; Fas’ı bir celladhane-i +vahşet haline koyan Allah’ ı n her gününde mutlak memleketin +bir noktasında saika-aver bir ihtilal çıkaran gafil İslamlar.. +Sizin nereye gitmek istediğinizi anlamak isterim. Girdab-ı +felakete her gün bir başka renk ve şekilde yuvarlanmakta +olan alem-i İslam Fas’ın bu sukūt-ı anisinden de mi +nadır! Hazer. +Fas ve alem-i İslam hakkındaki teessürat-ı fikriyyemi ve +ne döktükten sonra sözümü giryemi sırf Yemen ve Arabistan +akvam ve kabail-i İslamiyyesine tahsis ediyorum. Evvelemirde +onlara şöyle hitab etmek isterim: Ey beşeriyetin +rehber-i hak ve adaleti olan Kur’an- ı Kerim ’i tanıyan akvam +ve kabail-i Arab… Türkistan Buhara Hive Afgan Tunus +ve Cezayir’in nereye müntakil olduğunu biliyor musunuz? +nuz? +Biliyorsanız düşünebiliyorsanız bu yek-diğeriniz aleyhindeki +kıtal hükumet-i müstakillenize karşı ettiğiniz isyan +nedir? Bir maksadınız varsa o maksada vusul için elinizdeki +silahı kendi kalbinize saplamakta ne ma’na vardır?.. Bugün +dünya yüzünde İslamlık namına müstakil bir hükumet +kaldıysa o da Devlet-i Osmaniyye’dir. O devleti indiras ve +sak… Ne kazanacağız? Ailemiz Devlet-i Osmaniyye’nin bir +cüz’ü; hazine-i Osmaniyye bizim kasamız; hükumet sandalyesi; +bizim serir-i istiklalimiz; hayat-ı hükumet bizim hayatımız +değil midir?.. İstiklal-i Osmani aleyhine hareketimiz yine +kendi ailemize kendi hayatımıza kendi yurdumuza kendi +malımıza taarruz ve hıyanet değil de nedir? İnsan kendi evini +kendi eliyle yıkar mı.. İnsan evladlarını yine kendi bıçağıyla +boğazlar mı.. İnsan kendi ailesini yine kendi gayretiyle +dağıdır mahveder mi.. Hasılı insan kendisini gözgöre cehenneme +atar mı? +Evet sizin hareketiniz böyledir. Buna siz ister cinnet +mi? Dilemezse size diyorum ki bu tarik-ı sakīm-i na-hemvardan +ric’at ric’at ediniz. Sizin ve bizim istikbalimiz artık +yalnız bir noktaya muallak kalmıştır; siz ve biz yalnız bir +noktaya hulasa istinad edebiliriz; o da: Miknet-i Osmaniyyedir. +Miknet-i Osmaniyye ihtilal ve iftirak ile değil ittihad ile +hasıl olur. Biz müttehid değiliz; biz ihtilaf ve ihtilal içinde +yaşıyoruz. Öyle ise bizim akıbetimiz de fenadır. +Türkistan göçmüş… Niçin?. İhtilal olduğu için. İran sukūt +ediyor. Sebebi? İhtilal. Fas bacaklarını sallıyor... Esbab? İhtilal. +ne söyleyeyim artık yeter… Biz İslamlar ve siz ey ihtilal ve +feryadları guş-ı i’tibara alacak bu inleyen kalbi dinleyip de +Yok mu.. Eyvah mahv ü izmihlalimiz mukarrer ve muhakkak +öyle ise bundan halas olmanın çaresi yoktur. +Bir zamanlar Arab kısraklarına muzafferane binen civan-merd +mi?.. Ya din-i mübin-i İslamın size emanet ettiği Medine’yi +ve Mekke’yi.. O Kabe-i mu’azzamayı da mı teslim ve takdim +edeceksiniz?. Yazık! Yemen’de guya hilafet ve Arablık +namına kaldırdığınız kanlı faci’ isyan bayraklarının ucunda +“izmihlal-i İslam” levha-i matem-giranesinin yazılı olduğundan +gafil olmak.. İşte en müdhiş cinayetiniz burada yazılıdır. +Yemen ihtilali.. Emin olmalıdır ki ne İmam’a ne de Seyyid +yanın sonu dehhaştır. Çünkü hilafet-i Arabiyye namına Osmanlı +ordusunun sine-i celadetine atılan kurşunlar bilakis +tac-ı hilafeti parçalamakta yalnız parçalamakta değil alem-i +rum ki adı: İndirasdır! Hazer!... +Kardeşim akıbet-i vatanı düşünürken sakın nevmid olma.. +Himaye-i ilahiyye bizden iyi adamları biraz daha eksik +etmeyecek. Halk –zannetmem ki– akıl ve hikmeti çiğneyecek +kadar fesad-ı ahlaka düşmüş olsun; ruh-ı milleti yoklarsan +ecdadımızın nişane-i ulviyyetini onda yine bulacak ve +gözlerinin önüne yeni kahraman muazzam hayaller ve +bunlara layık mes’ud bir devlet getireceksin.. +Bir tarafdan haricin mütemadi taarruzatı karşısında pek +müteessir pek muztarib oluyoruz; esaret zincirleri sanki kulaklarımızda +çınlıyor; fakat yorulmayalım kendimize büyük +teselliler bulalım; endişelerimize kederlerimize iştirak edecek +kalbler arayalım; bu kalbler emin ol ki; memleketi kurtarır.. +Belki ikimiz de daha bahtiyar zamanlarda dünyaya +gelebilirdik: Dalgasız denizlerde mai semaların zir-i safında +latif rüzgarların buse-i nüvazişiyle aldanarak sahile yaklaşmak +önünde mukadderat önünde mırıldanmayalım fırtınalar +karanlık ufuklar arasında her an kayalara çarpmak tehlikeleri +mevcudken bile –bütün ümidsizliklere rağmen– yine elimizden +dümeni kürekleri bırakmayalım.. +Daima ümid-i selamet.. En büyük teşevvüşatı: Hikmet +ve hakīkat; en müdhiş mehaliki: Şecaat ve sebat izale eder; +sille-i tufan arkasında bir mu’cize-i hayr-kar nümayan olabilir. +Vatan mahvolsa bile harabe-zar-ı vatan altında kalsak +bile onu kurtarmak için hiçbir fedakarlıktan çekinmeyişimiz +bize en şerefli tesellidir. +Şimdi ihtimal. “Hem hubb-i vatandan hürriyetten birkaç +kişinin gönlünde kalan faziletten bahsedilsin; hem de +her hareket bunun aksi zuhur etsin: Hıyanetler adaletsizlikler +başımıza musibetler yağdıran ahlaksızlıklar yolalsın +ne faide!” diyeceksin. +Evet doğru; fakat düşün ki: İnsanlar felakete saadetten +ziyade mütehammildirler.. Biz bulunduğumuz yerde muhafaza-i +vicdan edelim en ufak muvaffakıyetten sermest olarak +haysiyetimizi unutmayalım.. Eğer i’tikad ettiğimiz kavanin-i +ahlakıyyeden kavanin-i diniyyeden fekk-i istinad edersek +saadetlerimiz şübhesiz tezelzüle uğrar; yoksa bizi bir +devr-i huzura atlatacak felaketlerden niçin ihtiraz eyleyelim!. +Her unsur bu toprağın evladı; bu toprakta doğmuş bu +toprakta ölecek.. Bizden zaif olanların hakk-ı hayatına hürmet +etmeyecek olursak yeni hatalara düşeriz.. Mağrur ve +nahvet-gir hırs-ı cahı atalım.. Dün esaretten kurtardıklarımızı +bugün kendimize esir etmeyelim.. Onlar haydi bizim +kibrimize ses çıkarmasınlar; fakat bizim hırsımız onları da +haris eder hepsini düşman eder adaletsizliğimiz döner dolaşır +bize icra-yı adalet eyler. Gözlerimizi açarak tashih-i ahlak +edecek yerde merhametsiz davranır; azametimizi memleketin +haşmet-i tarihiyyesini taşıyan halkı cebr ü şiddetle +ezmeye kalkışırsak; kırılan kollar birden bire bizi fırlatır.. +Kendimizi ahaliye karşı değil ahaliyi başka milletlere karşı +muzaffer edelim.. Kalblerimizde kin hile intikam riya ikbal-peresti +hisleri bulundukça kendi kendimizin düşmanıyız.. +Bazen düşünüyorum: “Bizi şu fenalıklardan kim halas +edecek?” diyorum. Yalnız bir kelime karşımda la-yeteğayyer +bir heykel-i nurani şeklinde yükseliyor: Din.. Gözlerimiz +bağlı olsa bile elimizden tutan bu hakīkat bizi uçurumlardan +geçirir; içimizdeki uyuşmuş ruhları sarsar kaldırır… Artık +herkes saadet-i umumiyyenin saik-ı yeganesi: Hakīkat-i +diniyye olduğunu anlamalı. Bunu bugün anlatmak +bütün milleti –ferd-a-ferd– kendi kendine düşünür bir +hale getirmeliyiz. İşte garbın sırr-ı tefevvuku! +Memleket eskisinden daha müreffeh göründüğü halde +hiç birimizin simasındaki işmi’zaz-ı kasvet-engizi silmek +mümkün değil. Niçin? Zira hükumet tamamıyla takdir-i ehliyet +edemiyor fazl ü kemale ehemmiyet vermiyor… Halbuki +onun nazarından hiçbir zeka hiçbir teşebbüs uzaklaşmamalı; +vazifemiz olmayan şeylerle iştigalimiz asıl yapacağımızı +bilmemekten neş’et etmiyor mu? +Maamafih umur-ı vatanı gerek münakaşa gerek hall +ta’kīb etmek lazımdır; maraz-ı istiskaya uğramış bir hastaya +celbolunan tabib eğer onu yalnız banyoya koymamızı tavsiye +ederse bundan hiçbir netice çıkmaz. Bu hüküm fenni +değil hezeyandır; vücud-ı beşeri tedkīk etmeden evvel “ben +doktorum” demeye cesaret edebilir miyiz; elbette hayır. Tıbkı +bunun gibi ahval-i umumiyye-i memleketi de teşrih edercesine +tahkīk ve muayene etmeli her uzvun vazifesini ta’yin +eylemeli münasebatını bulmalı; ba’dehu her ilacın hassası +fazileti nedir öğrenmeliyiz. +Fenn-i siyaset: Tıbb-ı hükumettir. Bu da diğeri gibi ma’lumat +ve murakabata muhtacdır. –Acaba insanlar neden +hürriyet-i fıtriyyelerini terkederek bir hükumet bir daire-i +hareket te’sis ediyorlar neden kendilerini idare edecek adamlar +arıyorlar? Bunları düşünelim.. Biraz esasat-ı hilkate +hasr-ı tefekkür edelim.. Şerait-ı saadeti menabi’-i ihtirasatı +anladıktan sonra ihtiyacat-ı hakīkıyyeleri kemal-i vuzuhla +tahdid eyleyelim: Bütün felaketlerimizin müsebbibi olan +sahte sun’i ihtiyaclardan vareste kalalım.. Yoksa bulacağımız +deva maraz-ı ictimaimizi ya hiç şifa-yab etmez yahud +bir taraf[ı] tatbik ederken diğer tarafı tahrib eyler.. İnsanları +aldatmak san’atıyla: Onları mes’ud etmek san’atı elde edilmiş +olmaz. Eğer hulyai bir saadet arkasından –gölgemizi +kovalar gibi– koşarsak; ayağımızın altındaki çukurlara yuvarlanır +gideriz.. +Yalnız hal-i hazırla meşgūl olmak da bi-faidedir; çünkü +zaman geçiyor hal daima istikbale münkalib oluyor. Emeller +hareketler bugüne aid kalırsa ümidlerimiz aldanır tasavvurlarımız +tarumar olur. Bakınız dünkü sakin havalar bugün +nasıl fırtınalar husule getirdi! Bunun için yükselelim; +fırtınaların dalgaların yetişemeyeceği kadar yükselelim.. +Burada bir sual-i mütereddi[d] sorabilirsiniz: +– Mesail-i mühimmenin cereyanını muttasıl tebdil eden +vukūat arasında sabit kat’i la-yeteğayyer kavaid-i idare +vaz’ etmek kabil midir? +– Hay hay; çünkü tabiat-ı beşeriyye la-yeteğayyer kavanine +merbuttur. Bütün mes’eleler bizim hevesatımıza tabi’ +olarak renkten renge girer bu tahavvülatın kavanin-i asliyye +Tekrar bir şübhe-i mu’teriz varid-i hatır: +– Şu iddia milletler gözden geçirilirse istikametten sakıt +oluyor: İngilizler Fransızlar Ruslar Japonlar.. Hepsi başka +şekl-i hükumet arzediyor; hatta teşekkülat-ı ırkiyye bile +muhtelif; sonra bunların içinde de umumiyete benzemeyen +sınıflar mevcud. Hepisinin gaye-i emeli ayrı. Burada hürriyeti; +öbür tarafda mutlakıyeti tercih edenler var. +– Demek kavaid-i siyasiyye tahavvülat-ı ictimaiyyeye +tabi’ ve bu zaruri. Evet doğru; lakin bu kaideler tarz-ı tatbiklerinde +değişirler; her kendini aldatanın hatası aynı değildir. +Sonra herkes rah-ı saadetin aynı noktasında bulunmaz. +Sakın saadet herkesin kabiliyet-i telakkīsine göre mütehavvildir +zannolunmasın. Gideceği yeri sorup öğrenmeden +yola çıkan bir seyyah tahayyül edelim: Tabii biraz sonra +şaşıracak yanlış cem’iyetlere sapacak ilerlemesine mümanaat +eden bulunmazsa ezip geçecek; bulunursa ezilecek.. +Ne olursa olsun neticede maksadına nail olacak mı? Gaye-i +seyahati hakkında ma’lumat edinemediği için –hayır!– işte +bütün milletlerin hatası. Hepsi bin türlü meşakkatlere katlanarak +saadeti arar ve kendilerini bil-iğfal sürükleyen mübhem +endişeye de “siyaset” namını verirler. +Lacedaemon vazı’-ı kanun Ligorek’den evvel ne halde +müşler: Krallar bir yığın esiri kemal-i şiddetle idare etmek; +zenginler halkı soymak ve kanunu saymamak farzediyorlardı. +Nizamat ve evamir: Hırs-ı cah tama’ gazab ve intikam +gibi hissiyatın bir araya gelmesiyle ortaya çıkıyordu. +Ligorek geldi: Vatanı hatalardan yavaş yavaş tenzihe +çalıştı; maksada zulüm ile anarşi ile varmak kabil olamayacağını +bilakis bunların civar düşmanlara müsaade-i hücum +vereceğini tefhim ile nihayet bütün memleketi tarik-ı hakk u +selamete isal eyledi. +Üssü’l-harekatı gayet basit idi: Efkar-ı batılayı değil tabiatı +tedkīk etmek; kalb-i beşerin en muavvec köşelerine +nüfuz ede ede insanların ne istediklerini idrak eylemek.. Bu +sayede esrar-ı rabbaniyyeyi de keşfetmişti. Tastir ettiği kanunlar: +Men’-i ihtirasat ile kavanin-i akliyyeyi kabulden ibarettir. +ettiği kanunlar neden ibaret? Hem niçin ihtirasatı yenmeye +çalışmalı? Cem’iyete hayat ve hareket veren ihtirasat değil +mi? Tabiat bize “saadet” diye bir gaye göstermiş.. Gah şetaret +gah elem içinde daima ona doğru koşuyoruz; bir şeyin +bizi suret-i redd ü kabulüne göre ona yaklaşmak yahud +ondan uzaklaşmak icab ediyor. Tabiata istinad edenler niçin +yanlış bir yola sapmış olsunlar? İhtirasatımız muhakematımızdan +evvel doğan bir eser-i tabiattır. Akıl en emin +rehber ise niçin bizi evvela doğru yola sevketmiyor? Eğer +tabiat insana kavanin-i akliyyeye itaati emrediyorsa niçin +herkes hakkında tarafdar-ı müsavat davranmıyor. Yoksa tabiat +da bazı alçaklar riyakarlar gibi zaif korkak beceriksiz +mi? Herkes kendi aklını beğenmiş herkes: ‘Aklım var’ diyor. +O kimsede yok. Yalnız esaret hazin ve elim bir esaret; ihtirasatın +da bizi hükmüne ram etmekten başka kuvveti mevcud +değil” fikrindedirler; bu hata-yı i’tikadi eğer fikirden +kalbe kadar nüfuz etmişse artık fazilet aramamalı. İnsana +gençken safsatalar bile hakīkat gibi görünür; ihtirasatımızı +felsefe zannederiz; sonra tedkīk ve tetebbu’ sayesinde o mütalaatın +sekameti anlaşılır aklın telkīn ettiği kavanin-i asliyye +kabul olunur; o vakit de gaib edilen zamanlarla i’tikada kapılarak +Kardeşim emin ol ki Cenab-ı Hak hepimizi saf kalblerle +halk buyurdu; bu hediye-i kıymetdarı biz telvis ediyoruz. +Eğer akıl batılsa fazilet bir kelime-i bi-faide; bir kelime-i bima’na +kalır. Fazileti insaniyetten ref’ et: Kaplanları insanlardan +daha tehlikesiz daha az yırtıcı bulacaksın. Artık hakīkatlere +gözlerimizi kapamayalım. Bir hükumet değil bir +medeniyet bile ihtirasata alet edilince söner mahvolur.. Fenalıklar +altında halkı boğar paralar.. Halbuki daima akla +müracaat eden hükumet saadetini menafi’-i umumiyyede +aradığı için re’s-i karına hayr-hah faziletkar adamları geçirir. +Onlara emniyet eder. Eğer bir devlet kendi menfaatlerinden +başka bir şey görmeyenlerin hevesleri uğrunda +cem’iyetin revabıt-ı necibesini koparanların eline düşerse +eden iyilik fenalık araya girince bi-sud ihtilafata meydan +verir; halkın bir kısmını endişekar bırakır. Çünkü ihtirasat +nazarında hiçbir kudsiyet muhafaza-i mevki’ edemez. Muharebeler +cinayetler hıyanetler vahşetler adaletsizlikler +alçaklıklar; ahlaksızlıklar… Hepsi ihtirasatın birer meş’ale-i +muzafferiyyetidir.. Bu meş’ale yanar yanmaz sükunet huzur-ı +vicdan saadet gibi fezaile vücud veren aklın bütün bütün +koca bir millet sürüklenir gider. +Kendini bilen: Ne mağrur ne de süfli yaşamalı; akıl ile +ten zulümden tenzih-i kalb etmeli. İnsanların yalnız hareketi +muhterisalarıyla çizilmiş tarih sahifelerini okuyunuz; acaba +müfteris hayvan sürülerinden ne fark bulursunuz. Milletlerin +safahat-ı hayatını tedkīk ediniz: Daima şekl-i siyasete göre +mes’ud yahud bedbaht olduklarını anlayacaksınız. +Seyyiat çoğaldıkça felaket artar. Bugün üzerimize yığılan +musibetlerin müsebbibi asla tali’ değildir: Para hırsı hubb-i +vatanı boğarsa; sefahet herkesi vazifesinden alıkorsa huzuzat-ı +sefilane ruhlarımızı yorarsa tabii netice: Hezimet-i umumiyyedir. +Zaten vatan bir ittihadgah-ı fezaildir. Fazilet sukūt +edince vatan münkarız olur: Bu bir hakīkat-i müsbete. Bütün +yan bulacaksınız. +“Size yalancı saadetler va’deden ihtirasattan vazgeçiniz; +onların muğfil sözleri biraz sonra celladınız olacak sizi esir +edecek.” Gibi ahkam-ı aliyyeyi dinleyerek ıslah-ı nefs edenler +Aklınızı isticvab etmeden evvel ihtirasatınızı susturunuz.. +Şübhe yok ki o zaman vezaif-i insaniyyeniz hatt-ı hareketiniz +bütün vuzuh u kemaliyle tezahür ve taayyün edecek. +[…] aid asardan bize kadar intikal edebilenler de: İslamların +terakkıyat-ı fikriyyelerini takdir ve tebcil ettirecek derecede +bir kuvveti haiz bulunuyorlar. +tarihinde ber-hayat olan el-Hazin büyük müelliflerden +ma’duddur. +El-Hazin’in tercüme-i hayatına dair olan ma’lumatımız +maatteessüf pek nakısdır. Bu muhterem dahinin İspanya ve +Mısır’da ikamet etmiş olduğunu zan ve tahmin edebiliriz. +Mebhas-ı ziyaya dair yazmış olduğu eser-i kıymetdar +Latince’ye tercüme edildikten sonradır ki el-Hazin’in kıymet-i +takdir ve tebcil edildi. +Kadim Yunan hükemasının tabiat-ı rü’yet hakkındaki +yanlış fikirlerini ilk defa olarak tashihe muvaffak olan zat elHazin’dir. +El-Hazin şuaat-ı ziyaiyyenin ecsam-ı hariciyyeden +göze geldiğini isbat ederek o vakte kadar hüküm-ferma olan +yanlış bir nazariyeyi –ki şuaatın bilakis gözden ecsam-ı hariciyyeye +gittiğinden ibaretti– cerh ve ibtale muvaffak oldu. +El-Hazin’in hadise-i rü’yet hakkında vermiş olduğu izahat +alelade nazariyeye bir faraziyeye müstenid değil; belki; +ciddi bir tecrübe-i teşrihiyyeye esaslı münakaşat ve kavanini +hendesiyyeye mübtenidir. +Bu büyük mütefennin tedkīkat-ı medide neticesinde +tabaka-i şebekiyyenin mahall-i rü’yet olduğunu ve şuaat-ı +ziyaiyyenin tabaka-i mezkure üzerine olan te’siratının asab-ı +basari vasıtasıyla dimağa intikal ettiğini istintac eylemiştir. +El-Hazin’in yaşadığı devrin ahval-i ruhiyyesi düşünülürse +bu hususda bir tecrübe-i ameliyye icrasına kalkışmak +o derece ihtiyatlı bir hareket olamayacağı anlaşılır. +Çünkü o vakitler memnu’ gibi olan teşrih ameliyatına +bil-fi’l girişmeksizin bu gibi neticeler istihracı gayr-i mümkin +olacağını biliyoruz. +El-Hazin iki göz vasıtasıyla tabaka-i şebekiyye üzerine +teressüm eden mütenazır bir çift hayalin tek olarak rü’yet +edilmesi esbabını kemal-i muvaffakıyyetle izah edebilmiştir. +El-Hazin’in asarında görülen mebahis-i mühimmeden +yalnız bu izah keyfiyeti asr-ı hazır fizyolojisi için; ehramlar +dahilinde keşfedilecek bir kavsin fenn-i mi’maride haiz +olacağı ehemmiyet kadar ve belki daha ziyade; haiz-i ehemmiyettir. +El-Hazin şuaat-ı ziyaiyyenin inkisar ve in’ikasatından +mütevellid olan galat-ı rü’yeti illusion izah ve beyan ederek +hiss-i basarın emin bir vasıta-i ilm olamayacağını ihtar +etmeyi de unutmamıştır. +şeklinde yazılmıştır. +Asırlardan beri zencir-i istibdad ile gerden-gir olmuş +hissiyat-ı milliyye denilen şeyden bil-külliyye ari ve azade +bulunmuş vatan ve millet kelimelerinin ifham ettiği ma’nanın +asıl ve künhüne zerre kadar kesb-i vukūf etmemiş yüzü +tükürüklü başı kapazlı olarak dünyada bir ömr-ı sefilane geçirmiş +hürriyet ve asudelikle memzuc bir hayatın lezzetini +görmemiş olan İranlılar acaba ahval-i hazıranın tevlid ettiği +bu kadar felaket ve müşkilattan mütenebbih olarak “biz de +yaşamaya müstehık bir milletiz” diye ahval ve ruzgarlarının +arasında tanin-endaz-ı dehşet olan topların velvelesi mübeddel-i +sükunet olmadan bütün amal ü arzusu şu zavallı +milletin refah-ı hal ve saadetine müstenid olanların zihnini +en ziyade işgal eden suallerin birisi de bu olsa gerektır. +Ötede Fas’ın kabri kazılmış son bir fatihaya muntazır. +Biraz beride Türkiye koca bir şir gibi bi-eman sayyadlarla +onun da hali ma’lum onun da yanı başında Afganistan ki o +da “medeniyet” “ıslahat” “insaniyet” ve “ticaret” namlarıyla +memalik-i saire-i İslamiyyeye girmiş olan Avrupalıların +uzaktan yüzlerini görmek şöyle dursun onların adlarını bile +karlı bulutlu dağların sine-i sıyanetine sıkılmış da iki eliyle öz +başını ancak saklayabiliyor. Hal böyle iken yine bizde tükenmez +bir sevda-yı sermedi; ahirette hurilerin gılmanların +agūş-ı visaline nailiyetle be-kam olmak için ebedi bir arzu; +darbe-i hurafatla kalbimizdeki hissiyat-ı insaniyye ve milliyyeyi +öldürmekle efrad-ı İslamiyyeyi azim bir kütle-i ecsad +haline koymuş olan hainlere tükenmez bir ihtiram ve i’tibar. +Kınalı saç ve sakal uzun tesbih ticaret kasdıyla bir nice +defa haccı Kerbela’yı Horasan’ı ziyaret helal ve haram +tanımamak şartıyla “oruçluyum” diye mürailik satmak +“matemzedeyim” diye yılda kırk gün sine-ber-duş olarak +atadan anadan henuz yetim kalmış küçük sabiler gibi başa +döğüp ağlamak; “Helal kisb ibadettendir” diye her şeyi hilei +şer’iyyeye uydurarak helal ile haramı katıkla süzme kadar +olsun biri birinden tefrik ve temyiz etmemek; “ehl ü ıyal +şermendesiyim” bahanesiyle id-i milli ve mübarekimiz olan +Cuma gününün bile ihtiramını saklamayarak gümrük kaçakçıları +kapı arasından müşteri yola salmak…. Hülasa din +tün bu hareketlerimizi ta’kīb eden kuldurluk haramzadelik +hıyanet ve bunların menşei olan cehalet bizim için bir alamet-i +farika olmuş. Eğer Müslümanlık bu ise doğrusu bir şey +değil! +Bu kadar nakıs ve çirkin sıfatlarla muttasıf olan bir milletin +nasıl bir millet olabileceği ise hal-i hazırımızdan güzel +hiçbir şey isbat edemez. Halimiz amellerimiz bu merkezde +buna da Türkçe “arsızlık” derler. Ağzımızı açınca diyoruz +ki fülan ve fülan millet müslümana zulmediyor. Şübhe +yoktur ki bize zulm ü cefa edenler zalimdir lakin biz o mazlumlardan +değiliz ki hakkımızda zulmedenlerde zerre kadar +eser-i şefkat ve merhamet uyandıracak bir eser-i dirayet ve +kabiliyet gösterebilelim. Kabiliyetsiz bir milletin vazifesi ise +daima nökerciliktir ki maatteessüf onu bile layıkıyla ifaya +muktedir değiliz. +Türk’de bir mesel var: “Kendi düşen ağlamaz” Şeh-rah-ı +hayatta her adımda bir sendeleyip düşmekle yıkılmakla o +kadar ülfet ve imtizac peyda etmişiz ki bir defa düşünce bir +daha ayağa kalkmak asla hatır ve hayalimize gelmiyor. Yüzlerce +yıllardır ki pa-yı ecanible ezilmekteyiz. Küçelere döşenmiş +kaldırım taşı gibi düştüğümüz yerlerde o kadar kalmışız +ki gerdune-i muzafferiyyeti bütün şa’şaa ve tantanasıyla beraber +hep üzerimizden geçmiş. Eser-i hayat ve hissiyattan o +kadar mahrum ahval-i zamaneden o kadar ru-gerdan olmuşuz +ki bir hatve olsun hab-ı nisyandan göz açıp deva’-i +küll makamında olan terakkī ve temeddüne refakat etmemişiz. +Daima zaif daima hasta. Beka ve hayatımızdan öyle +kat’-ı ümid etmişiz ki gözlerimiz açık ellerimiz ayaklarımız +sağlam a’za-yı bedenimiz tamm u muntazam iken te’sir-i +nevmidi ile ruhumuz adeta incimad etmiş fikrimiz yağı tükenmiş +makine gibi faaliyetten sakıt bir hale gelmiş. Öz cehaletimizle +öz bedenimizde açmış olduğumuz yaraların +ağrısını acısını o vakit hissetmeye başlamışız ki “At alan Üsküdar’ı +çoktan geçmiş.” Hatime-i kelam olarak yine tekrar +ediyorum ki bizi bu hale getiren menafi’-ı şahsiyyelerini cehaletimizle +te’min etmek tarikını iltizam eden ahundlarımızdır. +Üç-beş yıldan beri bunu anlamadık bir ferd-i vahid +kalmamış. Bir o kalmış ki milyon müslüman milleti bir +ferd-i vahid gibi yüzünü şu bi-mürüvvet ahiret dellallarına +çevirip desin ki: “Biz millete bu kadar ettiğiniz yetişir. Yakamızdan +el çekin! Ahiret için delaletinize ihtiyacımız yoktur! +Gidin özünüze insaf ve insaniyetle mütenasib bir san’at arayın!” +Dünyanın hangi bir tarafında olursa olsun urefa-yı İslamiyyeden +birkaç adam hüsn-i niyyet ve sadakatle bir yere +toplanıp da mucib-i salah u saadetimiz olacak bir işe ikdam +etti mi hırs-ı menfaatle müteharrik olan ahundlarımız derhal +kabağa çıkıp ibraz-ı mümanaat ettiler. Nerede ki bir kıraethane +usul-i cedide üzere bir mektep milleti mes’ud edecek +şebbüs olunduysa dallerini mürur-ı zamanla tahrif ve makasıd-ı +şahsiyyelerine muvafık bir şekle münkalib ettikleri şeriat-i +mukaddese-i İslamiyyeyi öne sürüp alemi ihya eden +bu avamil ve ikdamatı kökünden yıkmaya çalıştılar. +Meclis-i Meb’usan Riyaset-i Celilesi’ne Teşrinievvel sene +tarihiyle ve Kalküta’da mün’akıd miting reisi Gulam +Hüseyin Asaf ve Sühreverdi imzalarıyla keşide kılınan telgrafname +suret-i mütercemesidir: +“İhtisasat-ı uhuvvetkarane-i İslamiyyenin Osmanlılar lehinde +olduğunu iş’ar eder ve Hükumet-i Osmaniyye canibinden +şan ve şeref-i İslamın bir azm-i kavi ile müdafaa ve +muhafaza edilmesini rica eyleriz.” +Hindistan +ekabirinden Londra’da mukīm Seyyid Emir Ali hazretleri +Times gazetesine gönderdiği bir mektupta diyor ki: +“Alem-i İslamiyyet ve Nasraniyyet arasında hissiyat ve +münasebat-ı meveddetkaranenin muhafaza ve tenmiyesi ve +bu iki büyük dinler erbabının aheng-i vifak dairesinde eğer +mümkin ise el birliğiyle kendi daire-i nüfuzları dahilinde +terakkıyat-ı medeniyye namına hareket etmeleri ehass-ı +emelim olduğundan Trablus’un İtalya tarafından istilası tasavvurunun +netayic-i mütehammilesine enzar-ı dikkati celb +ettim. İngiltere için bu mes’ele pek büyük bir ehemmiyeti +haizdir. Milyonlarca İslam İngiliz tabiiyyetini haiz olduklarından +memalik-i hariciyyede kendi din kardeşlerine tealluku +olan her şeyi bittabi’ büyük bir dikkat ve merakla ta’kīb ederler. +Böyle bir tecavüz-i ahd-şikenane ve vahşiyanenin +tevlid eylemesi muhakkak olan nefret ve infial alem-i İslam’ın +her tarafına sirayet edecektir. Hıtta-i Mısriyye ve bütün +Şimali Afrika derhal bundan duçar-ı teessür olacak ve +terakkıyat-ı medeniyye ve hüsn-i amiziş-i milel ü akvam asırlarca +geri kalacaktır. Fransa tarafından Fas’ın istimlakine +karşı tebriye için ne ma’zeret gösterilirse gösterilsin İtalya +tarafından Türkiye’ye karşı vukū’ bulan bu tecavüz-i istilakarane +ve teşvik için meydanda velev cüz’i ma’zeret yoktur. İtalya’nın +Times gazetesinde mevzu’-ı bahsolan “şikayetleri” +böyle bir teşebbüs-i tecavüzkaraneyi asla haklı göstermeyecek +derecede ma’nasızdır. Binaenaleyh henüz iş işten geçmemiş +hukūk-ı düvele ve kavanin-i ahlakıyye ve beyne’l-milele +karşı tasaddi olunan bu taarruzu bil-cümle muhibb-i sulh u +salah ve hüsn-i muaşeret-i milel ü akvam tarafdarlarını olanca +kuvvetleriyle protestoya da’vet eylerim.” +Mısır eşrafından Ahmed Bey dün sadrazam paşaya bir +telgraf keşide ederek Trablusgarb’ın müdafaasına iştirak +etmek üzere otuz bin Mısırlı ile harekete amade olduğunu +bildirmiştir. +Mısır hürriyetperveranı tarafından Trablusgarb’a +zahire sevkiyatına tevessül olunduğu işidilmiştir. +rine galeyana gelen Kahireliler bir miting akd ettikten sonra +protestonamelerini Kahire’de bulunan ecnebi konsoloslarına +göndermişler bir nüshasını da Mısır Kapıkethüdası Yusuf +Sadık Bey vasıtasıyla sadrazam paşaya takdim etmişlerdir. +Fizan Mutasarrıfı Bahriye Kaymakam +Bey’in Tibesti havalisinde asker cem’ eyledikleri +Trablusgarb’dan Babıali’ye iş’ar olunuyor. Asakir-i mezkure +altı günde Trablusgarb önünde bulunacaklardır. +Petersburg’da münteşir “nim resmi” gazetelerden Novoye +Vremya Eylül tarihli adedinin telgraf kısmında ahval-i +hazıraya aid birkaç mühim telgraf mündericdir. Ezcümle +Budapeşte’den çekilen şu telgraf müslümanlar için +pek şayan-ı ehemmiyettir: +Budapeşte- Meşhur müsteşrik Vamberi Budapesti Hirlaq +gazetesi muharririne şu yolda beyanatta bulunmuştur: Bundan +sonra da İslamiyet’i müdafaa etmek pek fazladır. O ortalıktan +kalkmalı medeniyet nokta-i nazarından İslamiyetin +bekası değersizdir. Zira o medeniyetin düşmanıdır. +Müslüman padişahlığı artık sukūt etmeli zira bunlardan +hiç birinde dahilen padişahlık denilebilecek bir şeyleri +yoktur. +Müslümanlarda hiç tabiat yoktur. Belki bu kelime ne +olduğundan haberleri yok. Bunlar ibadetten başka bir şey +mütehassis değildirler. Türkiye’nin idare-i meşrutasına da +artık ehemmiyet verilemez. Şimdi Türkiye’de ahval eskisinden +daha fenadır. Müslümanları üç yüz milyon rakamıyla +da büyütmek çocukcasına bir lafdır. +Koca müsteşrik Şark’ı ne kadar güzel biliyormuş? Biz +müsteşrik cenablarına te’min ederiz ki bu sözlere bizim müstağriblerimizden +başka ehemmiyet veren bulunmaz. Zaten +müsteşrikin Türkistan’a aid eserindeki yalanlar o zaman +anlaşılamamış ise de şimdi tamamıyla tahakkuk etmiştir. +Ey mutaassıb menfaatperest garazkarlar! Yeni Türkiye’nin +sizin nazarınızda eskisinden daha fena olacağı şübhesizdir +zira eskisi gibi sükutiye vermiyor… +* * * +Yine Novoye Vremya aynı nüshanın baş makalesinde +Türkiye ve İtalya mes’elesinden bahsettiği sırada diyor ki: +Bizim diplomatlarımız uzaktan seyretmeli Trablusgarb’da +ne yarar bunda bizim için bir ziyan yoktur. Bugünler Afrika’da +halifenin son günleridir. Olsun olsun zaten genç +Türklerden bir hayır ümid olunamaz bunlar o eski babalarının +evladlarıdır. Rusya’ya karşı daimi adavet besleyecekleri +şübhesizdir. Abdülhamid siyasetini tamamıyla ta’kīb +ediyorlar. +Hayda[r]abad-Deken Hakimi Nizamülmülk hazretlerinin +henüz kırk beş yaşında olduğu halde irtihal-i dar-ı beka +ettiğini Bombay’da münteşir el-Islah gazetesi yazıyor. Bu +zat-ı muhterem sene hükümdarlık etti. Bütün Hindistan +ülkesinde en mu’teber ve büyük İslam hükümdarı idi. +Her ne kadar İngiltere taht-ı himayesinde olsa bile kendi +ülkesini müstakil bir hükümdar gibi idare ederdi kaffesi +Hadramut Arablarından olmak üzere daimi altmış bin kadar +askeri bulunurdu. Kendisi gayet müslüman ve mahbub-ı +ulema idi. +Haydarabad-ı Deken nizamı devleti gayet mükemmel +olup milyon ahalisi vardır: Takriben on milyon Brahma +müşrik iki milyona karib ehl-i İslam ve mütebakīsi ecnas-ı +muhtelifedir. Makarr-ı saltanatı Haydarabad-ı Deken beldesidir. +Hindistan’da iki Haydarabad vardır. Bu Haydarabad +Deken ülkesinde olduğu için Haydarabad-ı Deken alem gibi +olmuştur. Haydarabad beldesinde yüz bine karib nüfus var +duçar olmuştu şimdi sekenesi altmış bin tahmin olunur. +Ma’lumdur ki bu memleketler ve Hindistan umumiyetle er +geç İngilizlerin malı olacağı muhakkaktır. Fakat bunlar içinde +onların da rehberi ekseriyetle Bengale-i Şarkī Tatarları’dır. +Nizam hazretlerinin dahi kurenası bunlar idi rahmetullahi +aleyh. Kendi daima Mongolluk ile iftihar etmekle beraber +dermiş ki: “Ben Mongol olduğum halde neden bu kadar cebin +oldum?” Bunu da üstadları ulema-i be-namdan Envarullah +Sahib hazretleri Mahbub Ali Han’ın ezkar-ı cemilesi +sırasında ta’dad ederdi. +Mahbub Ali Han cenabları kendi kise-i diyanetperverlerinden +her sene bin adamı Hicaz’a yollardı. Rahmetullahi +aleyhi rahmeten vasiaten. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Ekim +Yedinci Cild - Aded: +Ahval-i hazıraya bir nazar demekle yalnız bugünkü hale +nazar ma’nası anlaşılamaz zira hal-i hazır hep maziden tevarüs +edegelmiştir. +Şimdi ortalıkta mevcud mes’ele bundan bir hafta mukaddem +yalnız Trablusgarb mes’elesi gibi iken bugün bunun +kuyruğuna bir de Girid mes’elesi yapıştırılacağı tebeyyün +etmek üzeredir. Daha arkası var ise er geç o da başgöstereceği +muhakkaktır. +Şimdi biz Girid üzerinde çok söz söylemeye lüzum görmüyoruz. +Yalnız şunu ihtar edebilirim ki Girid mes’elesi ancak +Devlet-i Aliyye ile Yunan beyninde bir mes’ele değildir. +O derecede sade-dil olmayalım. Çünkü bundan sene +mukaddem İngiliz diplomatlarından biri demişti ki “Girid +Ceziresi deniz altına gidecek olsa dahi İngiltere Hükumeti +deniz içinde o muhiti şamandıra ile çevirir de yine ortasına +kadda olan İngilizler bu Girid’i pek kolaylık ile Yunanlılara +bağışlayamazlar belki şimdi de muhtemeldir ki İngilizler +bayraklarını bu fırsattan bil-istifade dikmiş bulunurlar. +Hiç şüphe yoktur ki bu da on beş yirmi seneden beri +tedbir olunmuş kurulmuş kararlaştırılmış bir mes’ele idi. +Fakat etraflıca mülahaza olunursa yalnız biraz na be-mevsim +ortaya atıldığı zannolunabilir. İhtimal ki Türkiye’nin ahval-i +hazırası da bunu icab ettirmiştir. +Esas mes’ele şudur ki şimdilik kapı kapatmak olamayacağı +yahud kapatmak için teşebbüs olunsa bile müşkilata +duçar olunacağı dahi kabil-i inkar değildir. +Şimdi bu günden i’tibaren neticeden de bahsetmek boş +bir falcılık olacağı gibi istikbalde alacağı vaz’iyetten bahsetmek +de fazla bir ma’lumat-füruşluk olur. Evet bugün gazeteler +her biri kendi fikrini neşretmekten geri durmuyorlar +hatta Rus hayalperestlerinden bazı şarlatanları Ayasofya +Cami’-i şerifi hilali üzerine salib yerleştirmek için vakit gelmiş +olduğunu dahi söylediler ve yazdılar… +Bu gibi hayaller de her ne kadar hayal ise de büsbütün +nazardan dur tutulamaz fakat biz Rusların bu gibi hayallerine +bir derece kesb-i ünsiyyet etmiş olduğumuz cihetle +bizce bunlar Rusların adi bir teselliyatı olacağı aşikardır. +Zaten Ruslar bu vahimelerine hatıra olmak üzere bu son on +sene zarfında Rusya’nın her vilayetinde müceddeden bina +olunmuş kiliselerde salibin altına bir de hilal vaz’ etmek ve +bu suretle işte salib hilalin üzerine geçti diyerek kendilerini +aldatmakta olduklarına kanaatimiz ber-kemaldir. +Maamafih bu kere İtalyanların ale’l-acele attıkları bir +hatve neticesi olarak yangın tevessü’ edebilir ve bu ihtimal +de baid değildir. Yalnız biz değil; buralarını a’dalarımız dahi +düşünmektedir. Her ne kadar arada sırada gazete sütunlarında +“Artık Trablusgarb istila olundu me’sele hitama erdi.” +gibi teskin-amiz ibareler görülmekte ise de biz onlara şimdilik +bu sözler ancak bizim sade-dil siyasiyyunumuzu ikna’ +belki de iğfal niyetiyle yazılmış ve yazılmakta olan desais +nazarıyla bakacağız. Mes’ele henüz bidayetinde bulunuyor. +Bugün yalnız Osmanlıların değil umum ehl-i İslam’ın +gözleri açıktır. Bundan sonra ne olacağına dört göz +Bundan böyle mes’ele günden güne ciddiyet kesbettikce +vehamet ve tehlikesi dahi o nisbette tezahür edecektir. Bugün +Rusya Devleti askerini topladıktan maada mühimmat-ı +harbiyye namıyla yazılmış herkesin has mülkü olan hayvanatı +dahi toplamaya karar vermiştir. +Kafkas dağlarında ve Tiflis vilayetlerinde ta’limat-ı askeriyye +ve manevralar kemal-i germi[y]le devam etmektedir. +Yalnız Rusya değil Balkan hükumetleri ve düvel-i muazzama +dahi gayet gizli olmak suretiyle tedarikat-ı harbiyyede +devam etmekteler iken bunları ne kadar ketm etseler bile; +asarı meydandadır. Bugün Avrupa medeniyeti devletler +beyninde sulh-ı müsellahı te’min etmekte ise de Şark’da +gözetmekte oldukları menafi’leri neticesi olarak yine bir gün +gelecektir ki: +Yalnız muharebe-i iktisadiyye değil top tüfenk ve mitralyözler +de tükendikten sonra kılıç hançere varınca isti’mal +ederek Seylü’l-arim yerinde kan deryaları akıtmak suretiyle +vahşetlere meydan açacaklardır. +Bugün Avrupalılar medeniyet ve insaniyet perdesi altında +de yarın kendilerine yutturamayacaklardır. Zaten Avrupa’nın +her tarafında fitneler tevali etmekte bu sene Rusya’nın +vilayetinde kaht-ı külli olduğu gibi ticareti de sektedar +olmuştur. Neticede ıztırar-ı umumi hüküm-ferma olacaktır. +Biz şimdi yalnız ahval-i hazırayı etraflıca mütalaa ederek +kemal-i basiretle mülahaza edip de kendi vazifemizi ve ne +yapabileceğimizi nazar-ı i’tibara alacak olursak bize ve umumen +Osmanlılara iki nevi’ vazife terettüb eder: +Biri şimdiki halde mes’ele tevessü’ etmeyip yalnız İtalya +netle mukavemet ederek hukūk-ı Osmaniyyenin tamamıyla +muhafazasına gayret ve İtalya tarafından teklif olunacak +şeraitten hiç birini kabul etmeyip sebat ve İtalyanlar ile muamelatı +tamamıyla kat’ ederek İtalya müessesatını ve tekmil +suretle aylar seneler geçsin sabır ve tahammül ederiz yalnız +Diğeri ise: Mes’ele bilahare Balkanlara da sirayet eder +de etrafımızda bulunan kendi finolarımız av’aveye başlayacak +olursa artık hiç vakit kaçırmayıp bir tarafdan millet +silaha sarılmalı diğer tarafdan da ulemamız kemal-i ciddiyet +ve her Osmanlı vatan uğurunda varını feda etmeli. +Artık iş oraya vardığı gibi oğul kız peder valide düşüncelerine +de meydan kalmaz herkes dinim ve diyanetim der +yürür. Malını canını her şeysini feda eder. O zaman bizim +ehl-i imanın kaffesi +her tarafa hücum +eder vazifesini ifa eder. +O zaman Avrupalıların da başlarına kıyametler kopar; o +zaman umum ehl-i İslam bi-hakkın ber-hayat olduklarını +yalnız din-i mübin-i İslam’ın ulviyetine i’timad ile sabır ve +tahammül ettiklerini tamamıyla göstereceklerdir. +Ve mina’l-lahi’t-tevfik +Zübdetü’l-hakaik ’dan naklettiğimiz yukarıki parçanın birinci +cümlesi olan “vücud birdir” cümlesi hakkında bir iki +söz söyleyelim. Herkesin ma’lumudur ki mefhum-ı vahid +müşterek olması i’tibariyle mefhum-ı vücudun tasavvuru +gibi değil bedihidir. Zira herkes hatta kesb şanından olmayan +çocuklarla deliler bile kendi varlıklarını ve onun zımnında +eşya-yı sairenin varlığını bilirler. +bir cüz’ü demek olan vücud-ı mutlakın da bedihiyyü’t-tasavvur +olması lazım gelir. Eğer mefhum-ı vücudun tasavvuru +kesbi olaydı behemehal bir delile ihtiyac messeder o +delilin de kesbi olmaması zaruri olur idi. Çünkü kesbi olması +farzedilecek olursa delilin kendisi de muhtac-ı isbat +olur bu da teselsülü intac eder. Teselsül ise batıldır şu halde +bedihiyyü’t-tasavvur olan bir delilde tevakkuf zaruridir. +Lakin tevakkuf edilecek o delilin kendisi de mefhum-ı vücud +dahilinde olmak lazım geleceğinden aynıyla medlul yani +vücud olmuş olur. Mefhum-ı vücudun delil ile isbatı +mümkün olmadığı şu mukaddimeden anlaşılır. +Mefhum-ı vücud zihinde hasıl olan mefhumatın kaffesinden +mukaddemdir. Zira o mefhum tahakkuk etmeden +mefhumat-ı sairenin tahakkukuna imkan-ı akli yoktur şu +hale nazaran mefhum-ı külli-i vücud diğer mefhumat-ı +külliyyenin e’ammı demek olur. Külliyet tezayüd ettikce besatat +da o nisbette tezayüd eder; tezayüd ede ede artık hiç +ta’rif edilemeyecek dereceye gelir. Mefhum-ı vücud kaffe-i +külliyyatı muhit bir külli-i basit olduğundan ta’rifi mümkün +değildir. +Vücudun ta’rifine kıyam edenlerin nefislerinde gördükleri +cür’et mefhum-ı vücudun bedahetiyle o bedahet hakkındaki +cezmlerinin kuvvetinden ileri gelir. Halbuki insan +vücudun ta’rifine yeltenince ıktihamı gayr-ı kabil bir müşkilin +karşısında kalır. +Fransızca bir eserde ta’rif-i vücud hakkında şu sözleri +görmüş idim: “Vücudun ne olduğunu sual eden bir adama: +Sen var mısın yok musun? Diye sormalı varım diyecek +olursa varım dediğin zaman bu sözünle ne demek istediğini +bilir misin diye tekrar sual etmeli eğer kendisinden cevab-ı +tasdik alınır ise demek ki sen vücudun ne olduğunu biliyorsun +şu halde bildiğin bir şeyi niçin soruyorsun demeli. Hakīkaten +bu söz pek doğru pek müskit bir cevaptır. Lakin insan +“bi-vechin ma” olup vücudun künhü i’tibariyla değildir. +Künh-i vücudu Allah’dan başka kimse bilmez. Zat-ı vücuda +kadar gitmeye ne hacet? Mevcudda bile bu işkal bakīdir. +Mesela altının evsaf ve a’razı onun maadin-i saireden temyizini +Fakat bir sail altının künhünü nazar-ı i’tibara alıp da: Bu +evsaf ve a’raz ile maadin-i saireden temeyyüz ve hüviyet-i +zatiyyesiyle taayyün eden altının kendisi nedir? Diye sual +edecek olursa onun bu sualine kolay kolay cevap verilemez. +Bunun cevabı “Altın altındır” sözünden ibaret kalır; fakat bu +söz saili iskat için cevab-ı kafi olamaz. Vakıa bir şeyin hakīkati +o şeyin aynı olması i’tibariyle o şeyi bilmek onun hakīkatini +bilmek demektir. Çünkü bir şeyin hakīkati “ma bihi’şşey’ü +hüve hüve” diye ta’rif olunuyor. +Fakat mebhas-ı vücudda asıl mes’ele bu ta’rifdeki “hüve”lerin +dan iğmaz-ı ayn edilip de ta’rifdeki “hüveler” hüve hüvesine; +aynı aynına kabul edilirse hakayık-ı eşyanın bilinmesi +emrindeki işkal asla mündefi’ ve o şeyin bilinmesiyle onun +hakīkati bilinmiş olmaz. +Bir şeyin hakīkati o şeyin kendisi kendisi de o şeyin hakīkatidir +demek o şey o şeydir demenin aynı olup hiçbir +ma’na-yı zaid ifade etmez ve “şey” kendi nefsiyle ta’rif edilmiş +olur. Fakat bu kuyud sırf mebhas-ı vücuda nazarandır. +Hatta ehl-i hakkın “hakaikü’l-eşya’i sabitetün” sözü bu fikrimizi +müeyyiddir. Onlar bu sözle el-eşya’ü sabitetün ma’nasını +murad ederler. Bunu sofistaiyyeden başka kimse inkar +edemez ancak o hakaik-ı sabitenin künhüne luhuk-ı ilme +gelince orada çok kimseler sofistai olur. Bu ileride bu +bahsin tafsiline girişileceğinden burada bundan ziyade söylemeyeceğiz. +Mefhum-ı vücud hakkında bahs-i sabıkı ikmal edelim. +Kendisine sen var mısın yok musun diye sorulan yukarıki +adam mugalata vadisine sapıp da ben vücud ne demek +olduğunu bilmiyorum mevcud muyum ma’dum muyum +onu da bilmiyorum. Diyecek olursa o adam bu inkarı yahud +şekk ü tereddüdile beraber hem kendi vücudunu hem +de onun zımnında ale’l-ıtlak vücudu bildiğini i’tiraf etmiş +olur. +Zira görülüyor ki mütekellim evvela kendisince bir emr-i +müsbet demek olması zaruri olan kendi vücudundan onun +zımnında da vücudat-ı saireden haber veriyor. Kailin tereddüdüne +gelince onun bu tereddüdü hakīkat-i zatiyyesinin +sübutuna değil o hakīkatin üzerine terettüb ettireceği hükme +aiddir kail vereceği hükümde istediği kadar tereddüd etsin +hatta isterse bir hükm-i menfi bile versin hiç te’siri yoktur. +Çünkü kendisinden sadır olan “ben” lafzı onu ilzam etmek +daha kavidir. +O elde edildikten sonra ötesi kolaylaşır. Madem ki ben +lafzının kaili o lafzı telaffuz ve bu telaffuzuyla onun medlulüne +bi-vechin ma şuurunu i’tiraf ediyor. Onun üzerine terettüb +ettireceği hüküm ister müsbet ister menfi olsun te’sirde +müsavidir. Fakat bu kayd yalnız vücud bahsine münhasırdır. +Mebahis-i sairede mes’elenin şekli değişir. Zira vücud +bahsinde bize lazım olan yalnız ben lafzına muzaf bir +hükmün vücudu olup o hükmün zatındaki nefy ve isbat değildir. +Hüküm menfi de olsa onu iliştirecek müsbet bir yer +aranılan bir emr-i vücudi idi. “Ben” lafzı onu te’min ediyor. +Onun üzerine terettüb ettirilecek hüküm müsbet ise matlub +sabit olur. Menfi ise safsatadır çünkü nefy isbata takaddüm +edemez. Vücud bilinmeyince adem bilinemez vücud hakkında +bir hükm-i menfi verebilmek için o hükmü vermeden +evvel behemehal vücudu bilmek vücudun sübutuna kail +olmak lazım gelir. +Kail mevcud muyum ma’dum muyum onu da bilmem +diye şek vadisine sapacak olursa bu sözü bütün bütün merduddur. +Çünkü onun bu sözü zihninde vücud ve adem gibi +sabit olan bu iki mefhum-ı mütegayirden elbette vücudun +sübutu ademin sübutundan mukaddemdir. Vücud üzerine +terettüb ettireceği iki hükümden birini ihtiyarda tevakkufu +onun zihninde sübut-ı vücuda mani’ değildir. +Yukarıda dediğimiz gibi hatta ben mevzuunun üzerine +bir hükm-i menfi bile terettüb ettirmiş olsa bu hükm-i menfi +bir hükm-i müsbet kadar haiz-i kuvvettir. +daki vahdeti tarumar ederek ümmeti sair milletlerde olduğu +gibi din ile dünyayı din ile dünya adamlarını birbirinden +ayırmak girivesine düşüren birtakım hadiselerin zuhurundan +sonra bu iki fırkanın her biri diğerine karşı yan bakmaya +bütün kabahati mes’uliyeti onun üstüne atmaya kalkıştı. +Öyle ümid edilir ki yıkılmış olan bünyan-ı mecd ü şevketimizi +yeniden yükseltmek için fezail-i İslamiyyenin lüzumundaki +kat’iyyeti duymuş olmak hususunda nesl-i hazır bütün +ensal-i maziyeye tefevvuk edeceği gibi halkı bulunduğumuz +zamana göre irşad etmekteki kusurlarından dolayı ulemamıza +en şiddetli muahazeler yağdıracak olan nesil de yine +odur. +Evet milletin ma’neviyatı üzerine çöken bütün cem’iyeti +karşı büsbütün duygusuz bir hale getiren fesad-ı ahlak yaralarını +kapatmak için sinelerde kemalat-ı İslamiyyenin o hayat +verici nefahatına bir büyük iştiyak olduğunu görüyoruz. +Ancak bu his henüz şerait-ı zaruriyyesini istikmal etmemiştir +dememize muhterem kari’lerimizin müsaade buyurmalarını +niyaz ederiz. +Halkımızı öyle görüyorum ki bu emeli tahakkuk ettirecek +yahud tahakkuku mümkün bir hale getirecek esbabın +hiç birine iltifat etmeksizin erike-i istirahatlerine kurulmuşlar +da fezail-i İslamiyyenin gökten yağmur şeklinde inerek uzaktakilerini +yakındakilerini sirab-ı hayat etmesini istiyorlar! +Daha doğrusu halkımızı öyle görüyorum ki o fezail sınıflarına +mahsus bir libas iktisa eden yahud muayyen bazı kitapları +okuyan zevattan başkası vasıtasıyla elde edilemez i’tikadını +besliyorlar. +Hayır hayır böyle bir zanda bulunacak olursak aklımızın +hukūkunu ibtal etmiş olduktan başka evine kapanıp da +bütün hacat-ı maişetinin hazine-i gaybdan gelmesini bekleyen +miskinler derekesine ineriz. Öyle değil badiye haricine +çıkmayan A’rabinin az zaman içinde anlamakta güçlük çekmediği +fezail-i İslamiyye ümmetin münevverü’l-fikr gençleri +ya dalle yahud temhide muhtac değildir. Onlar ihatası kolay +tarzı [silik] gayeti vazıh öyle birtakım kaidelerdir ki insan +bulamayacağımız kadar büyük– bir itminan ile kabul eder. +Eğer insan hakayık-ı kainata vakıf olur da vicdanı +üzerinde hakim olarak ona evvelki heyecan ve huruşundan +sonra bu kadar esaslı bir sükun te’min eden itmi’nanın +sırrını anlamak isterse evvela esrar-ı hilkati saniyen tekalif-i +hayatı salisen bütün şu kainata hakim olan kavanin-i fıtratı +rabian beşerin kasri bir hareketle koşup gittiği gayeti tedkīk +eylemesi icab eder. O zaman görür ki Müslümanlık’daki +esaslar ihatası bu kadar kolay bu kadar seri’ olmasıyla +beraber insanı maddi ma’nevi fani bakī elhasıl bütün +ma’nasıyla saadete isal edecek yegane tariktır; evet yegane +şah-rah-ı nur-a-nurdur ki beşer kendisine rağmen onu +teharri fıtratında olduğu gibi bugün bütün hükema-yı alem +o tarik-ı hikmeti kendilerinden uzakta görüyorlar da vusul +Pek a’la! Müslümanlığın esaslarını ihata bu kadar kolay +kavaidi bu kadar sağlam iken nasıl oluyor da o esasları gaib +ettiğimizden dolayı müteessir görünüyoruz; nasıl oluyor da +bize ahkam-ı dini izah edemiyorlar diye şundan bundan +şikayet ediyoruz? Halbuki o esaslar Kur’an- ı Kerim ’de hadis-i +Peygamberi’de daha sonra selef-i salihin asarında en +sarih ibarelerle en rakīk işaretlerle temhid edilmiştir. Müslümanlar +zanneder mi ki Cenab-ı Hak Kur’an ’ı ancak bir sınıf-ı +mahsus tarafından anlaşılsın; yahud ma’nası hiç düşünülmemek +şartıyla ya ölülerin başı ucunda yahud sokak ortalarında +okunsun; yahud şenlikli gecelerde nargile gürültüleri +tütün dumanları arasında yüksek sesle terennüm edilsin +diye göndermiştir? Müslümanlar zannederler mi ki aleyhi’s-salatü +vesselam efendimizin ehadis-i kerimesi yalnız birtakım +hacatın te’mini yahud kazaların def’i yahud bereket +celbi için tilavet olunmak icab edip başka bir hayra yaramasın? +Müslümanlar artık anlamalıdırlar ki bunların kaffesi +Müslümanlığa münafidir; hem de Cenab-ı Hakk’ın ıkabını +müstelzimdir. +Kur’an ki her ayet-i bülendi bir mecmua-i hikmettir; +ehadis-i Nebevi ki kavanin-i ictimaiyyenin ruhudur; Cenab-ı +Hakk bunların sahaif-i evrak üzerine yazılıp bütün tabakat-ı +ümmet arasında neşrolunmasını ancak ahkam-ı celilesi +teemmül edilmek evamiri nevahisi düstur-ı hareket ittihaz +olunmak için emir buyurmuştur. Çünkü fani bakī her iki +saadetin medarı her iki hayatın istinadgahı budur. Tarih-i +müslimin bizim için bu babda en büyük bir hüccettir. Pek +a’la! İşte kemalat-ı İslamiyyeye ne derecelerde muhtac +olduğumuzu anladık. Lakin ne için her birimiz istitaati +nisbetinde o kemalatı ihraza çalışmıyor? +Heva-yı nesimi kesafetinin irtifa’la tenakus ettiğini ilk +defa beyan eden yine el-Hazin’dir. +El-Hazin diyor ki: Mailen heva-yı nesimiye dahil olan +şuaat-ı ziyaiyye mahaddebiyyeti arza müteveccih olmak +üzere bir mahrek-i münhani ta’kīb eder. Şu halde gözümüze +vasıl olan şuaat istikametince bu kevkebe baktığımız vakit; +onu şuaatın gözümüze çarptığı mahalde mahrek-i muhaddebe +mümas olan hat istikametinde rü’yet edeceğimizden; +semtü’r-re’se daha karib görürüz. Halbuki kevkebin mevkii +hakīkat-i halde o derece mürtefi’ değildir. +lu’dan evvel veya gurubdan sonra; yine birer hayalleri müşahede +edilir ki bu keyfiyeti de ilk defa el-Hazin izaha muvaffak +olmuştur. +Bu büyük hikmet-şinas diyor ki: Vasıtanın kesafeti ne +kadar çok olursa hutut-ı şuaiyyenin inhirafı da o nisbette +ziyade olur. Huzemat-ı ziyaiyyenin ta’kīb ettiği istikamet yalnız +kat’ edilen vasıtanın kesafetine tabi’ olub tesadüfi olarak +bulunacak buharatın hiçbir te’siri yoktur. +Şems ve kamer ufukta bulundukları vakit kutr-ı şakūlileri +daha büyük görülür. El-Hazin bu hadiseyi de inkisar-ı nesimiye +atfeylemiştir. Kevakib-i sabite ziyalarında müşahede +olunan berik ve lemeanı ise inkisarın tahavvülatıyla izah eylemektedir. +Aynı ahval tahtında; kevakibin cesametlerince müşahede +olunan fart-ı zahiriye gelince; el-Hazin bu keyfiyeti de – +ara yerde bazı ecsam-ı arziyye girmesi sebebiyle– o yolda +tahayyül ettiğimize hamlediyor. +binaenaleyh gece müddetinin tenakus etmesi icab edeceği +hakīkati yine el-Hazin’in cümle-i beyanatındandır. +Heva-yı nesiminin in’ikası bahsinde ise fecr ve şafak hadiselerini +pek güzel izaha muvaffak olmuştur. Bugün biz de +hadisat-ı mezkureyi aynı suretle izah ediyoruz. +El-Hazin cidden hayret-bahş bir deha ile bu prensiplerden +bil-istifade heva-yı muhiti irtifaının takriben yüz kilometreye +baliğ olduğunu hesab eylemiştir!.. Bu büyük ve +fenni neticeleri kilise erbabının sefilane felsefeleri fevka’l-akl +mu’cizeleri ile kıyas etmeye bil[me]m cesaret-yab olabilir +miyiz? +El-Hazin’in keşfiyat ve izahatı bugün de ilk defa olarak +fen akademisine arz ve tevdi’ edilmiş olsa fevkalade hayret +ve takdirle istima’ edileceğine şübhe yoktur. +Kitabü’l-Müvazeneti’l-Akliyye ünvanlı eser-i muazzamın +müellifi dahi el-Hazin olduğu iddia ediliyor. Bu kitap Tauris +Rusya Konsolosu Mösyö Kanihoff tarafından Livre de la +Balancedu namı altında Fransızca’ya tercüme edilmiştir. +Şayed iddia edildiği vechile eser-i mezkur el-Hazin tarafından +yazılmış ise müellifinin kudret-i ilmiyyesi için başka +delil ve vesaik aramaya lüzum yoktur. +Tazyik-ı nesimi ile kesafet-i hevaiyye arasındaki münasebet +bu kitabda gayet açık bir ifade ile tasrih edilmiştir. +Şu halde tazyik-ı nesimi keyfiyeti Toriçilli’den hayli müddet +evvel İslamlar tarafından keşfedilmiş demektir. +El-Hazin bir cisim vezninin vasıta-i muhitıyye kesafetiyle +tahavvül ettiğini izah ederken diyor ki: Vasıta-i muhitıyye ne +kadar çok kesif olursa cismin vezninden gaib edeceği mikdar +da o kadar ziyade olur. Su derununa mağtus ecsama +suyun icra edeceği tazyik nazar-ı i’tibara alınırsa sefain misilli +ecsam-ı sabiha mes’elesi kolayca halledilebilir. +El-Hazin’in merkez-i siklet nazariyesine dahi vukūf-ı +tammı olduğu asarının mütalaasından müsteban oluyor. +Hatta nazariye-i mezkureyi terazi ve mikyas-ı kuvvetlere +tatbik ederek; bunların; sükunet veya hareket halinde bulunduklarına +göre; merkez-i sikletleri ile merkez-i ta’likleri +arasındaki münasebatı ta’yine bile muvaffak olmuştur. Alem-i +daha ileri giderek cazibe-i arzın bir kuvvet olduğunu kabul +ve mesafe ile tahavvül ettiğini beyan eylemektedir. +Tahavvül-i mezkurun mesafe murabbaıyla mütenasib +olduğu keyfiyeti el-Hazin’in nazar-ı dikkatinden kaçmıştır. +O cazibeyi sırf arza mahsus bir kuvvet gibi telakkī eyliyordu. +Cazibenin bir kuvvet-i umumiyye olduğunu keşfetmek +şerefi İngiltere hükema-yı meşhuresinden Newton’a nasib +olmuştur. El-Hazin serbest bırakılan cisimlerin müddet-i sukūtlarını +ve esna-yı sukūttaki sür’atleriyle kat’ etttikleri mesafeler +arasındaki münasebatı pek güzel anlamıştı. +Asar-ı şi’riyye[şiriyye?] kanunları hakkındaki mütalaatı +vazıh ve hakīkate mutabıktır. El-Hazin bu keşfiyyat-ı muazzamasını +mel Mikyas-ı Mayiat ile tetvic eylemiştir. +Şuaat-ı ziyaiyyenin heva-yı nesimi dahilinde bir mah rek-i +münhani resmi suretiyle intişar ettiğini keşfederek a lem-i +fenne hidemat-ı mühimme ifa etmiş olan bu büyük +zatın nam-ı zi-ihtiramını kemal-i tekrim ile yad etmek vezaif-i +kadr-şinasidendir. +Her ne kadar arada yedi asırdan ziyade bir müddet +güzeran etmiş ise de asr-ı hazır fizyolojistleri yine kendilerine +el-Hazin’in birer şakirdi nazarıyla bakabilirler. Filhakīka; elHazin +kendilerinden pek çok zaman evvel eşkal-i hayvaniyyenin +tahavvül ve tekamül-i tedricisi mesleğini kabul ve +bütün gayretiyle bu hakīkati müdafaa eylemişti. +rağmen “mikyas-ı harare”yi ihtira’ edememiş oldukları +zannolunmaktadır. +Maamafih suhunetin takdirine bir ehemmiyet-i mahsusa +atfettikleri cihetle şiddet-i harareti ta’yin için “areometre”den +Hikmet-şinasan-ı İslamiyye kesafet-i mayiatın derece-i +suhunetle mütehavvil olduğunu keşfeylemişlerdi. Fakat te’sir-i +hararetle hacmen olan tahavvülata dair bir şey söylememişlerdir. +Zamanın takdiri için sarfettikleri mesainin semeratını +bil-fi’l iktitaf eylemişlerdir. Su saatlerinin Clejsydre envaı +silat-ı mühimme vermiştir. +Zamanın takdiri ve kronometri usulünde ilk büyük hatveyi +atmaya muvaffak olan zat hey’et-şinas-ı şehir “İbni +Yunus”dur. Fi’l-hakīka rakkasın saatlere tatbikini en evvel +düşünen ve bil-fi’l tatbik eden İbni Yunus olduğu muhakkaktır. +Meşhur La Plas Meslek-i Alem Lj teme du monde nam +eserinde mahrek-i arz-ı tebaüd ani’l-merkezisinin tenakusu +keyfiyetini isbat etmek için İbni Yunus ve et-Tebani gibi +hey’et-şinasan-ı İslamiyyenin rasadatından istifade eylemiştir. +La Plas diyor ki: “Daire-i hüsufun meyli hakkında İbni +Yunus’un rasadat ve hesabatı; inkisar ve ihtilaf-ı manzar +tashih edildikten sonra; bin sene için nazariyeden istihrac +olunan netayice son derece yakīndır. Müşteri ile Zuhal’in +cesametce farklı olduklarına dair istihsal ettiği netayic-i rasadiyye +Evvelce de zikredildiği vechile erkam ve hesabat-ı riyaziyye +kalade hüsn-i kabule mazhar olmuştu. Bu tarihden i’tibaren +Roma erkamı i’tibardan sakıt olarak yerine erkam-ı Arabiyye +kaim oldu. +Zannolunduğuna göre erkam-ı Arabiyyeyi Avrupalılara +tanıttıran zat Endülüs’de ikmal-i tahsil ettikten sonra “Syilvestre” +namıyla Papalığa kadar irtika etmiş olan meşhur +“Jerber”dir. +Felsefe ve fünun-ı İslamiyye Avrupa’da Roma mesleğiyle +hayli çarpıştıktan ve Papa Üçüncü İnnosan İnnoceent’in +me’yusane mukavemetlerine ma’ruz kaldıktan sonra nihayet +galebe-i kamileye mazhar olabildi. İşte bu galebe sayesindedir +ki Avrupa medeniyet-i hazırasının esasları kuruldu. +Bu tarihden i’tibaren Avrupa mektep ve darülfünunlarında +ta’lim ve tedris edilmeye başlandı. Endülüs medeniyet-i İslamiyyesini +tasvir eden ve Draper gibi müdekkık bir alimin +kaleminden dökülen şu satırlar bizi saatlerce vakfe-gir-i tefekkür +etmelidir. İslamiyeti mani’-i terakkī ve muharrib-i fen +olmak ve medeniyetle kabil-i te’lif bulunmamakla ithama +kalkışan kuteh-nazarana karşı Draper’in tafsilat-ı anifesini +tekrar okur ve kendilerini insafa da’vet ederiz. +Dördüncü asr-ı hicriyi daha evvel Endülüs’de perverişyab-ı +kemal olan ulvi nasiyeler arasında bilhassa fünun ile +* * * +Japonya’da münteşir ve Asya Gıkay Cem’iyyeti’nin naşir-i +efkarı olan “Daito-Maşrık-ı A’zam” mecmuasının son gelen +nüshasından aynen: +Ah o Ertuğrul ki bugüne kadar milletimiz onu unutamıyor. +Bundan yirmi iki sene mukaddem –sultanların hedişeklinde +yazılmıştır. +yesini impartorumuza takdim için gelmiştin. Siz ecnebiler +gibi tantana ile değil sade fakat kudsi fakat samimi bir emel +bize bildirdiniz ki bu tamam bizim ruh-ı millimizi okşuyordu. +Osman Paşa ve arkadaşları Asya’nın İslam kahramanları +vatanımızda bulundukları zaman imparatorumuzun +hüsn-i kabul ve teveccühünden ne kadar memnun oldularsa +ahalimizin meserret ve muhabbetle edilen alkışlarından +da aynı vechile müteessir ve memnun idiler. +O kahramanlarınla seni altın boynuzdan gönderen kardeşlerin; +vatandaşların senin ne kadar mesrur ve ne büyük +haberlerle avdetini beklemekte idi. Lakin tali’in seni bir daha +onlara görünmeyecek bir perde ile kapadı. Yalnız: Sizin +muhafaza-i can uğrundaki gayretiniz vatandaşlarınızı ağlattı. +Osman Paşa ve arkadaşlarının böyle mahvolması garbın +şark-ı müntehasında bulunan siz Türkleri ne kadar müteessif +etti ise bizi de bugüne kadar ağlatmaktadır. Ertuğrul’un +garkolduğu mahal onun için mevki’-i kaza ise de +mezkur yer bugünkü Japon İmparatorluğu’nun mehd-i zuhurudur. +Japonya Osman Paşa’yı mehdine defnetti ki orası +Japonların ölmemek ve ihtiyarlamamak fıtrat-ı fevkaladesinde +yaratıldığı i’tikadını anlamak üzere gelen Çin sefirlerinden +birinin cedd-i emcedimizden ölmemek ilacının ne olduğunu +sorduğu mahaldir. Osman Paşa evet garkoldu. Fakat +yaşıyor. Beka ilacının sorulduğu yerde yaşıyor. Osman +Paşa’nın bütün muhiti görebilen bir mahalde rekzedilen +abidesi bekayı istikbali emrediyor ve diyor ki: Türkler Japonlar +yaklaşınız. Ben ebedi bir vasıtayım. +Her ne kadar Ertuğrul’daki kahramanlar böyle bir hal-i +esef-nake duçar oldularsa da onlar hürmetine dikilen abide +birincisi olduğuna delil olacaktır. +Ertuğrul battığı zaman etrafındaki ahali cesurane sulara +atılarak yardım etmişler ve ellerinden gelen her türlü muaveneti +etmişlerdir. Sonradan mahall-i mezkurdaki adaya +cesim bir heykel rekzetmişlerdir. Mahall-i garka imparatorun +rukubuna mahsus olan “Yay Yama” vapuru gönderilmiş ve +Funku Heniyei sefain-i harbiyyesi de mezkur mahalle giderek +asakir-i Osmaniyyeye muavenetlerde bulunmuşlardır. +Lakin sizin kederiniz böyle harb gemileri ile silinecek kadar +değildir. +Cami’-i kebiriniz Ayasofya’nın cesim temel taşları o +azametli binayı tutuyorsa da bugün hiç kimse o temel taşlarını +görmeye heves etmeyip cümlesi binanın cesameti azameti +ve mehabetiyle hayran oluyor. İşte bunun gibi o kahramanlar +da Kişyonada Denizi’nin dibinde bulunmakta ve +bunlar iki aile-i imparatoriyi ve iki milleti birbirine takribe +vesile olacak ve istikbalde o cesim binanın temelleri vaz’iyetini +alarak iki milletin ittifakı için cesim bir bina vücuda getirecektir. +Ah sevgililer sizin kurduğunuz temelin tarsini için Asya +G ık ay Cem’iyetimiz ictihad etmektedir. Ve elinden gelirse +servetini saadetini bu iki milletin yekdiğerine tekarrübü yolunda +sarfedecek ve kahraman şehid Japonyalı “Yamanaka +Sukanoske” gibi hilal ile birleşmeye ona muhabbete hilalin +nurundan istifade etmeye ve onu güneşle tenvire çalışacaktır. +Ertuğrul’un battığı yerin civar sekenesi her on senede +bir büyük matem icra ederek sevgili dostlarının orada +kurban olanlarını der-hatır etmekte ve Garb’ın ca’li muhabbetinden +binlerce defa halisane hilalin saadetine şehidlerinin +Bu nüshamızda biz mezkur meşhedin etrafı haritasını ve +orada muavenette bulunan mezkur üç geminin resimlerini +ve seyyahların tarik-ı seyahatini gösteren haritayı ilave +tarzında neşrederek memalik-i Osmaniyye ve Japonya’daki +hem-efkarımızın mütalaasına arzederiz. Ah Ertuğrul seni +takdis ederiz. +* * * +Japonya İmparatorluğu ile Türkiye İmparatorluğu beyninde +şimdiye kadar bir münasebet mevcud olmadığını nazar-ı +dikkate alan Japonya imparatoru hazretleri[ne] memleketimizle +muhabbet-i mütekabile esasına müstenid bir +münasebet husule getirmek maksadıyla Bahriye mirlivalarından +Osman Paşa’yı sefir-i murahhası olarak Ertuğrul sefinesiyle +üçüncü senesinin Haziran’ında yani sene-i miladiyyesi +Haziran’ında Yokohama’ya muvasalat eylemiş ve +Haziran’da Osman Paşa hamil olduğu mektup ve madalyayı +Japonya imparatoru hazretlerine takdim etmek üzere +saray-ı imparatoriye gelmiş ve fevkalade samimi ve teveccühkarane +kabul edilmiş idi imparatorumuz Osman Paşa’ya +bir madalya vermiş idi. +Bütün vezaifini ikmal etmiş olan sefir-i murahhas +Eylül’de aynı vapurla Kobe’ye müteveccihen hareket eylemiştir. +Eylül’de Valo Ayama Vilayeti kurbunda Kıyu Mana +Oraya Denizi’nden geçerken akşam saat dörtten sonra +tesadüfen şiddetli bir fırtına zuhur eylemiştir. Bu civarda +deniz fevkalade tehlikeli olduğu gibi gayet kesif bir sis yeni +detine mebni vapurun makinesi kuvvetini gaib etmiş ve sefine +mürettebatının her türlü çarelere tevessül etmelerine +rağmen sefine bir kayaya çarparak batmıştır. Sefir-i murahhas +mürettebat kamilen gark olarak yalnız kişi kurtulabilmiştir. +Ah ne kadar şayan-ı teessüf bir hadise. +Mahall-i gark Higashimuro kazasına tabi’ Kasinozaki +Burnu civarında olup mezkur burunda bir fener mevcuddur. +O vahşi gecede fener me’murları dalgaların dehşetli +gürültülerinden böyle bir felaketin vukūunu anlayamamışlar +ve ancak ansızın yalın ayak baştan aşağı ıslanmış birkaç +kişinin müşahedesi üzerine bir kaza vukūu anlaşılarak hemen +kazazedeganı toplamaya şitab etmişler idi. Maatteessüf +lisan anlaşılamadığından evvelemirde bunların kim oldukları +anlaşılamamış idi. Mühendis Lumi ile[?] Takizava Masakiyo +ve fener müstahdemini tahlis-i can için çabalayan bu +kazazedeleri fener dahiline alarak elbise ve mualece vermişlerdir. +Biraz sonra bunların kaffesinin Osmanlı oldukları anlaşılmıştır. +Ertesi günü ale’s-sabah felaketi haber alan Ovoşima +Belediye Reisi Ravodeki Şibo ve Fasino Belediye Reisi +Mösyö Sapto Hanyemun ve Stuya Adliye Reisi Mesilan +Takimeto Hanyemon mahall-i hadiseye gelerek pek çok +muavenetlerde bulunmuşlar ve Kobayaşi Seyiço Polis Müdiri +Mösyö Şimizohi Roci ve müdir muavini ve sair me’murin +mahall-i mezkurda toplanarak kazazedegan hakkında +ve gerek etıbba ve gerek bütün köylüler tarafından +sıhhatlerine son derecede ihtimamatta bulunulmuştur. +Ve der-akab muvahhiş dalga üzerindeki cesedleri toplamak +üzere on kadar kayık çıkarılmış ve her ne kadar taharriyata +birkaç gün tekrar devam edilmiş ise de Osman Paşa’nın +cesedi bulunamamış ve dalgıçlar vasıtasıyla tahte’lbahr +mıştır. +Vak’a mahall-i vukū’dan kırk re’y safa bu’dunda bulunan +Vakayama Mutasarrıflığı’na ihbar edilmiş ise de o zaman +telgraf ve sair vesait-ı muhabere mevcud olmadığından +mutasarrıflık ancak ayın ’inde haberdar olabilmiştir. +Mutasarrıflık katibi Mösyö Akiyama Cokey hemen mahall-i +vak’aya azimet etmiştir. Kaşiyo Belediye Reisi Mösyö Akaki +Ebiyo Haşyo kazası hastalar için gayr-i müsaid olduğu ve +ba-husus burada hüküm-ferma olan illet-i müstevliye henüz +mündefi’ olmadığı cihetle kazazedelerin bu mahalde kalması +muzır olabileceği ve mecruhlardan biri illet-i müstevliye ile +musab olursa kurtulamayacağından korkulacağı mülahazasına +mebni hastaların başka münasib bir mahalle nakli hususu +dermiyan edilmekle mecruhin vapur ile Avonişima +Ora’ya nakledilerek hastahane ittihaz edilen bir Budist ma’bedine +yerleştirilmişlerdir. +Eylül’ün on sekizinde felaketi haber alan bahriye +nazırı kable’z-zuhr saat yedide Yaba Yama Sefine-i harbiyyesini +göndermiştir. Ve mezkur sefine-i harbiyye imparator +hazretlerinin emr-i mahsusuyla merasim-i tedfiniyyede haz ı r +bulunmak üzre i’zam edilen sefine kumandanı Mösyö Mivara +Yasava ve Bahriye Tabibi Mösyö Kakami Yetsio Katari’yi +hamil olduğu halde Eylül’de Oşima’ya muvasalat +etmişlerdir. Mösyö Akiyama Cokey ve maiyyeti de merasim-i +tedfiniyyede haz ı r bulunmuşlardır. kişiden ibaret +olup toplanan cesedler fenerin garb-ı cenubisinde kabristan +sına Osman Paşa namına bir abide rekzedilmiş ve diğer kabirler +bunun bireri takriben üç buçuk kilo metredir. +Etrafında sıralar teşekkül edecek surette tertib edilmiştir. +Bütün bu zevat hasteganı da ziyaretle kendilerine tesellide +bulunmuşlardır. Bunu müteakıb mezkur sefine-i harbiyye ile +o zaman tesadüfen mahall-i mezkurda bulunan Volf namındaki +bir Alman sefinesi bunları hamilen Kobe’ye hareket +etmişlerdir. +dilerine bazı hedaya vermek üzere teşrifat me’murlarından +ve kurena-yı imparatoriden Mösyö Nivaryo Toseoke ile saray-ı +etmiş ve imparatoriçe de her biri için bir kat elbise göndermiştir. +Kazanın vukūu zadegan mehafilince son derece teessüfü +mucib olmuş ve bunlar da hastalara ihtimamatta bulunmak +üzere herşey yapmışlar ve gerek para gerek elbise ve +mualece ve ihtiyacat-ı adiyyeye müteallık eşya göndermekle +teessürlerini fi’len izhar etmişlerdir. Vak’a bütün Japonyaca +pek büyük bir teessüfle telakkī edilmiştir. Bu ahvalin bütün +safahatını kalemle ta’rif kabil değildir Ovoşima Nahiyesi +kendi hükmü altında bulunan bir mahalde vukū’ bulan bu +kaza dolayısıyla dört yüz kadar genç toplayarak bila-aram +hizmet ettirmiştir. +Artık kesb-i ifakat etmiş olan kazazedeganın vatanlarına +nakli için imparator hazretleri Kongağa ve Hiyei sefain-i +harbiyyesini göndermiştir. Ah ne bedbahtlık ki sefir-i murahhası +ve maiyyeti erkanı vatanlarından pek uzak bir +memlekete me’muriyete gelerek [terk-i] hayat ettiler. Fakat +bugün onların şerefi ebedidir. Osman Paşa gerçi ölmüştür. +Fakat ruhu semada ve hatıratı Japonların kalbinde yaşıyor. +Bilahare geminin enkazını toplamak üzere Yokohamalı +Masaada Masaki Taçi ve Hoboko ahalisinden Kagava Cenunici +ve Aritaki İciro ve Kobe sekenesinden Enmates Toemon +hükumetten müsaade istihsal etmişti ve aksamını ve +kazazedeganın görülebilen kemiklerini toplayarak kabirlere +beraberce defnetmişlerdir. Ruhlarını takdis için ayin-i ruhani +Ertuğrul sefine-i harbiyyesinin sene-i devriyye-i garkı +olmak münasebetiyle her on senede bir icra edilen ayin-i +ruhani: +Vilayetce me’mur olanların zabtettikleri bir mecmuadan: +Meyci tarihinin . senesi Mart’da Ovoşima Belediye +Reisi Mösyö Avokişiyo ve Mültezim Masoda ve Arlita Türkiye +Sefir-i murahhası Osman Paşa ve kişiden ibaret +maiyyetinin istirahat-i ruhu için Vakayama Vilayeti Hikaşi +Meoro Sancağı dahilinde Ovoşima Nahiyesi’ne aid Kaşinozaki’de +bir ayin-i ruhani icrasını taht-ı karara almıştır. +Ayin-i ruhani Mart’da icra edilmiştir. O gün hava pek latif +olduğundan pek çok zevat haz ı r bulunmuş ve bunların mürurunu +teshil için Moşimoto Kozalı Haşik’de mevki’lerinde +kayıklar haz ı r bulundurulmuştur. Sabah alafranga saat +altıda fişenkler atılmak suretiyle verilen işaret üzerine +hazırun ta’yin edilmiş mahalle girmişlerdir. Bu mahal etrafı +bambu dallarından bir çit ile ihata edilmiş olup bambuların +ucuna Japonya’da bayramlarda ve sene başında tezyinat +makamında kullanılan bir nevi’ pirinç saplarından ibaret olan +Beşmenava ta’līk edilmiş ve bunların üzerlerine de bir +çok renklerde küçük sancaklar keşide edilmişti ve kabirlerin +önüne Osman Paşa’nın ve Ertuğrul sefinesiyle mürettebatının +fotoğrafileri ve hadiseden sonra tahte’l-bahr toplattırılan +madalyalar vaz’ edilmiş idi. Merasime Şintoist rahiblerinden +Karata İsava nezaret ediyor ve vilayet vali vekili +Mösyö Kimura ve saire haz ı r bulunuyorlardı. Evvela Rahib +Mösyö Karata Abava tarafından kazazedegandan vefat +edenlerin istirahat-i ruhu için bir dua kıraet edilmiş ve +valinin gönderdiği duaların kıraetini müteakıb kabirlerinin +üzerine vaz’ edilen yemekler alınarak haz ı r bulunanlara tevzi’ +edilmiştir. Japonya’da ilahlara ve büyük tanılan zevatın +kabri önüne yemek koymak bir resm-i dini olduğu gibi bunu +bilahare tevzi’ etmek uluhiyyeti takdis demektir. Nihayet +civar mekatib-i ibtidaiyyesi talebesi tarafından eğlenceler +yapılmış ve ba’de’z-zuhr saat altıda bütün hazırun hadise +hakkında pek büyük teessüfler ederek ayrılmışlardır. +Meyci’nin . senesi Osman Paşa’nın onuncu sene-i +devriyye-i vefatına müsadif olduğundan Ovoşima Belediye +Reis-i sabıkı Mösyö Okişiyo ve Reis-i lahık Mösyö Kindakaşike +Osman Paşa ve maiyyeti kabirleri önünde merasimi +küşad etmişlerdir. Mahal birinci defasında olduğu gibi ise de +bu defa daha samimi ve parlak idi ve mahall-i mahsusun +orta yerine büyük bir direk rekzedilerek üzerine Sefir-i murahhas +Osman Paşa ve ’den ibaret maiyyetinin istirahatı +ruhu için icra edilen ayinin ikincisi olduğu yazılmıştı. Sade +fakat ruhani olan bu mahallin müşahedesi pek ali ve +mukaddes bir his hasıl ediyordu. Guya Osman Paşa ve +maiyyetinin ruhları semadan inerek merasimde haz ı r bulunuyordu. +Sabah saat dokuzda merasim reisi musiko bilcümle +hazırun bir tüfenk işareti üzerine mahall-i muayyene +dahil olmuşlar ve ikinci işaret üzerine Şintoist rahibi kabirlerin +üzerine yemek vaz’ eylemiş ve musika çalınmaya başlamıştır. +Merasim Reisi Mösyö Ohara ve rüfekası kabirlere +doğru ilerleyerek birer dua kıraet etmişler ve ba’dehu Ovoşima +Belediye Reis-i sabıkı Mösyö Avokişiyo bir dua kıraet +etmiş ve nihayet bütün eyalet eyalet me’murini civar mekatib +talebesi ve hazırun kabirlere doğru ilerleyerek Osman +Paşa’nın ruhunu takdis etmişlerdir. +Hadise-i müessifenin vukū’ bulduğu zaman vali bulunan +Mösyö İşi Nadaşka tarafından gönderilen bir dua kıraet +edilmiş ve sabah saat on birde üçüncü tüfenk işareti üzerine +bütün haz ı r bulunanlar mahall-i muayyenden çıkmışlardır. +Ba’dehu bir çoğu eğlencelerle vakit geçirilerek ba’de’z-zuhr +saat ’de bütün hazıruna bir ziyafet verilmiştir. Hava güzel +olduğu için son derecede kalabalık var idi ve ba-husus bu +ayin-i ruhani bu civarda pek parlak ve nadirdir. +Meyci’nin . senesi Osman Paşa ve maiyyetinin gark +oldukları tarihin yirminci sene-i devriyyesine müsadif olduğundan +Ovoşima Belediye Reisi Mösyö Hişkaki Buşimatsi +ve Elhayani . Eylül’de ayinin icrasına karar vermişlerdi. +Bugün hava siyah bulutlarla örtülmüş ve sonbahar +rüzgarı şiddetle vezan oluyordu. Merasimin icrası için ta’yin +edilen mahal kabirlerin olduğu mahalde olup tezyinatı evvelki +defaların aynı idi. Yalnız bu defa bir tak-ı zafer inşa +edilerek üzerine şems-i tali’ sancağıyla Türkiye’nin hilal ve +yıldız sancağı yekdiğerine çaprast bağlanarak rekzedilmişti. +Meydana rekzedilen büyük bir direğin üzerine Sefir Osman +Paşa ve kişiden ibaret maiyyetinin duçar oldukları kazayı +müessifenin yirminci sene-i devriyyesi ibareleri yazılmış +birinci işareti müteakıb mahall-i muayyene dahil olmuşlar +ve ikinci işaret üzerine musika başlamıştır. Tesadüfen sema +simsiyah olmuş ve ansızın şiddetli bir yağmur yağmaya +başlamıştı. Ortalığı istila eden sükut f ı rt ı na ve yağmur Osman +Paşa’nın gark olduğu zamanı tamamıyla der-hatır ettiriyordu. +Yavaş yavaş merasime ibtidar edilerek evvela kabirlerin +üzerine yemekler vaz’ edilmiş ve Mösyö Ohara’nın +Osman Paşa ve maiyyeti istirahat-i ruhu için bir dua kıraet +etmesini müteakıb merasim idare me’muru Mösyö Kino +Çiyoske ve rüfekası ilerleyerek takdis etmişler nihayet +mekatib talebeleri ve bütün hazırun bir intizam-ı tam ile +tam bulmuşidi. Ah ne bahtiyarlık ki yağmur kesilmiş ve hava +olanca letafetini iktisab etmişti. Bir çok oyunlar icra edilmiş +ve fişenkler endaht edilerek saat üçte bütün hazıruna +ziyafet verilmiş ve merasim bu suretle hitam bulmuştur. Havanın +fenalığına rağmen civardaki bütün ihtiyarlar ve gençler +haz ı r bulunmuşlardı ki bu Osman Paşa felaketi[n]e bütün +Japonya’da teessüfler edildiğine ve felaket daima derhatır +edilmek iste[n]diğine bir delildir. +Fevkalade kabiliyetlerle dolu bulunduğumuz Asya Kıt’ası +enhar ve cibalinin azameti ahalinin kesreti ve arazinin +vüs’at ve mahsulatının mebzuliyyetiyle kıtaat-ı saireye tefevvuk +etmekte ve mühim bir mevkii haiz bulunmaktadır. +Bunun içindir ki kadimde Asya Kıt’ası büyük feylesofların +ve azamet-i medeniyyenin mehd-i zuhuru olmuşidi. +Fakat bugün Asyalılar büyük bir familyaya mensub oldukları +halde adi bir sükuneti te’min etmek veya münafese +daiyesiyle yekdiğerinden şüphelenmekte ve birbirini öldürmektedirler +ki bu suretle istilakar garblılara şarka doğru ilerlemeye +meydan veriliyor. +Eğer şimdiden bunları nazar-ı dikkate almayacak olursak +Asya’nın istikbalinden korkulur. Binaenaleyh hilkaten +ahlak-ı haseneye adat-ı müstahseneye müşterek efkar ve +secayaya malik olan Asyalılar bizzat kendileri bu kıt’anın +Biz bu netayici nazar-ı i’tibara alarak Asya G ık ay Cem’iyyetini +te’sis ediyoruz. Hem-amalimiz bütün Asyalıların umumiyetle +muavenet-i sadıkalarını rica ederiz. +. Aavyaki Kates Tuşi . Ohara Takayoşi . İtokay +Takaşi . Tovyama Mitesro . Kono Hironaka . Nakano +Tesnetaro . Yamada Kinoska. +şeklinde yazılmıştır. +Ma’lum olduğu üzere millet ve ordunun yardımıyla üç +sene mukaddem devr-i meş’um-ı istibdadı yıkmaya ve yerine +hürriyet ve müsavat esasları üzerine müesses bir idare +yeti el-yevm Selanik’de senevi umumi kongre şeklinde hal-i +yetle mütehalli olan ve hukūk-ı düvelin kavaid-i esasiyyesiyle +canavarcasına en caniyane ve en açık bir tarzda paymal +edilmesine karşı la-kayd kalamayacağı derkar bulunan Avrupa +efkar-ı umumiyyesine müracaat lüzumunu hissetmektedir. +Milletler bizi tebrik ettiği ve alkışladığı bir zamanda her +tarafdan teşvikata nail olmakta iken resmi Avrupa bizi guya +takdir ediyor ve muavenette bulunuyor gibi bir tavır almakla +beraber evvelce imzalamış olduğu muahedatın paymal +edilmesine göz kapıyor ve arazimizin fuzuli bir surette +gasb u zabtı muvacehesinde la-kayd kalıyor idi. Resmi Avrupa’dan +ancak birtakım mübhem kelimat-ı tesliyete nail +olabildik. +vechile memleketimizin gayet nazik şerait içinde bulunduğu +bir zamanda vukūa gelen bu zabt u gasb keyfiyeti bizim için +gayet elim bir darbe olmuş ve ef’al ü harekatı akvaline taban +tabana zıt olan Avrupa’dan ne bekleyebileceğimize dair +elimize bir emare vermiştir. +Elimizden iki mühim vilayet alınmış ve o zamana kadar +bize tabi’ bulunan bir hükumet bizden ayrılmıştır. Avrupa +Bize gelince bunun hakkımızda ika’ edilen son haksızlık +olduğu ve Avrupa’nın idamesi endişesiyle çırpınıyor gibi göründüğü +tamamiyet-i mülkiyyemize vurulan son darbe olduğu +ümidiyle mütevekkil bir vaz’iyyet almış idik. +Guya bu acı felaketler yetişmiyormuş gibi haysiyet-i Osmaniyyeye +ebedi bir tahkīr olan Girid mes’elesi terakkīmizi +disine göndermiş olduğumuz acil hitablara kulak asmamış +ve en kat’i taahhüdatını unutmuştur. +letin idare-i cedideye karşı i’timadını sarsmaya kafi idi. Bir +takım irticaiyyunun telkīnine kapılan kütle-i cahile-i millet +ettiği zannında bulunmaya başlıyor. Vakıa İttihad ve Terakkī +hiss-i avamı teskin ve bu işlerin devr-i sabık mirası olduğu +hakkında halka bir kanaat ilkası için elinden geleni yapmıştır. +Fakat bu sefer her türlü kavaid-i insaf tecavüz edilmiştir. +Bu defa o kadar kaba o kadar canavarcasına bir hareketin +kurbanıyız ki kanun ve adaletin yumruktan ibaret olduğu en +eski zamanlarda bile bunun emsalini bulmak mümkün değildir. +Evet İtalya bize harb i’lan etti İtalya donanma ve ordusunu +Trablus’a gönderdi. Bir kıt’aya ki ahalisi bizim +yor. İtalya limanlarımızı bombardıman ediyor vapurlarımızı +gasbeyliyor. +Bütün bu şeyler ne için oluyor ne için i’lan-ı harb ediliyor? +Ahalisi son damlaya kadar kanını isar edecek ve fakat +hiçbir zaman İtalya boyunduruğunu kabul etmeyecek olan +Trablusgarb’ı ne için istila etmek istiyorlar? Ne için bize +hücum oluyor? Acaba ma’kūl bir özür bulunabilir mi? Filhakīka +bütün devletlerin muvafakat-ı zımniyyesiyle vaki’ olan +ve “sen çekil ben oturayım” kelimesiyle hülasa edilebilen +Bunun da devr-i sabık mirası olduğu iddia edilemeyeceği +gibi Trablus’un az çok muhtariyet-i idareye malik bir +vilayet olduğu da ortaya sürülemez. Bu Türkiye’nin badi-i +niza’ olmaz surette bir vilayetidir. Buna rağmen İtalya kuvve-i +cebriyye isti’maliyle onu zabtetmek istiyor. İtalya şu +korsanca hareketini meşru’ gösterecek hiçbir sebeb olmadığından +tarihde misali görülmemiş bir sebep icad ediyor. +Bu kıt’a-i vesiayı işgal için o bizi o kaba ültimatomunda +vazife-i insaniyye ve temdinkaranemizi ifa etmemekle +mütemeddin Avrupa hukūk-ı düvele münkad Avrupa Paris +ve Berlin ahidnamelerini imzalayan Avrupa bunu ilk +defa olarak işidiyor. +bacasına paymal etmekle bizzat kendisi vazife-i insaniyye ve +medeniyyesine hıyanet ediyor. Medeniyet ve insaniyet fikr-i +haktan vazgeçemeyeceğinden bir hükumetin ağzından insaniyet +ve medeniyeti o kadar calib-i istikrah bir surette paymal +ettiği bir dakīkada bu mukaddes kelimeleri işitmek cidden +pek garibdir. Mahkeme-i tarih bunun hükmünü verecektir. +Resmi İtalya bu ültimatomun ihtiva ettiği ta’birat ile o +mevhum vazife-i medeniyye ve insaniyyesini ebediyyen +mahkum ettiği gibi fazla olarak bir millete karşı en ibtidai +vezaif-i nezakete mugayir harekette bulunmuş oluyor. Çünkü +bir ültimatomda bile o kadar muhakkırane ta’birat isti’maline +cevaz olmamak cümle-i teamülattandır. Esasen Osmanlı +milleti hiçbir tahrikatta bulunmamış ve hasmını adalet-i +akvam ve vicdan-ı ümem muvacehesinde daha çirkin +bir vaz’iyette göstermek için hasmın barbarlığını son dereceye +kadar götürmesini saburane ve kemal-i mutavaatla +beklemiştir. Halbuki kavaid-i nezakete mugayir harekette +bulunmak fıkdan-ı medeniyyetini i’tiraf etmektir. +Esasen medeniyet nisbi değil midir? Eğer Trablus mesela +vasıl olmamış ise bilhassa Cenubi İtalya ve Sicilya İngiltere +ve Almanya’ya nisbetle gayet geride olduğu derkardır. İtalya’dan +sorarız acaba İngilizler aynı vesile ile Sicilya’yı istila +edecek olurlarsa İtalya’nın keyfi gelecek mi? Bunlar cidden +elim birtakım hilelerdir ki zerre kadar hak ve insaniyetten +behresi olanlara nefret telkīh eder. +Esasen idare-i cedide ancak üç yaşında olup Trablus’u +bu kadar kısa bir müddet zarfında bihişte tahvil etmemizi +taleb etmek cidden gayet haksızlıktır. +Ültimatomda sebeb olarak gösterilen komşuluk münasebat-ı +ticariyye ve fıkdan-ı emniyyet gibi şeylere gelince +bunlar cidden gülünç iddialardır. Eğer bu sebeblerin bir kıymeti +olmuş olsa idi Avusturya mutlak kurbiyet ve münasebat-ı +ticariyye hasebiyle İtalya’yı istila hakkına malik olurdu. +Fıkdan-ı emniyyete gelince hiçbir İtalyan tahkīr görmediğinden +bu da en yalan ithamlardan biridir. Bir İtalyan’a +bir tecavüz olmuşsa bile Hükumet-i Osmaniyye’nin vazifesini +yapmadığını isbat etmek lazım gelir. +Hayır cidden İtalya efkar-ı umumiyye muvacehesinde +kendi kendisini ebediyen mahkum etmiş ve memalikimize +bu büyük darbı vurmak istemekle aynı zamanda bu kadar +fedakarlıkla elde edilmiş olan idare-i meşrutayı devirmek ve +dolayısıyla şarkta en azim bir yangın icad etmek istemiştir. +da aldanmıştır. Bütün Osmanlılar tavsifi kabil olmayan bu +tecavüz karşısında bir adam gibi yekvücudane kalkmışlardır. +Medeniyet haricine kendini atan bir hükumete karşı Türkiye +aynı mahiyeti haiz tedabir ile mukabele edebilir idi ise de +yalnız hukūk-ı düvele göre hareket etmekle iktifa eyleyecek +ve tecavüzden evvelki hal avdet etmedikce silahlarını bırakmayacaktır. +Çünkü bir millet kendini müdafaa ederek ölebilirse +de sefilane bir surette intihara hiçbir zaman razı olmayacaktır. +Kuvvetinden mutmain ve akvamın hakkaniyet ve iddet-i +sabitesinden emin olan millet-i Osmaniyye muavenet-i ma’neviyyesini +celb için Avrupa efkar-ı umumiyye-i medeniyyesine +müracaat eder. Biz Osmanlılar medeniyet-i umumiyyenin +terakkīsine hizmet etmekte olduğumuzdan bu muavenetten +mahrum kalmayacağımıza ve kavaid-i medeniyye ve +edeceklerine eminiz. +BEYANNAMESİDİR +Osmanlı İttihad ve Terakkī Cem’iyyeti’nin dördüncü +kongresi merasim-i iftitahiyyesini ba’de’l-icra ibtida bütün +Osmanlı kalblerini dağdar eden Trablusgarb hadise-i vataniyyesiyle +daki efkar ve ihtisasatını enzar-ı millete vaz’ eylemeye ittifak-ı +ara ile karar vermiştir. Şimdiye kadar en mutantan ictima’ların +en müeyyed uhudunda tekrar edilegelen ve fakat +bütün bu te’yidata rağmen yine imza sahiblerinin birer hareket-i +tecavüzkaranesiyle ihlal olunan temami-i mülkiyet-i +Osmaniyye yeni bir tecavüz ve taarruz karşısında bulunuyor. +Mazide ma’ruz olduğumuz tecavüzleri dahili nifaklarımızın +su’-i idarelerimizin te’siratı olarak mütezellilane bir +sükut ile kabul edişimiz ihtimal ki bugünkü hasmımızın +maksad-ı insaniyyet-şikenanesini körükleyen bir saik olmuş +ve kendisine küstah ve muhakkir bir taleb Osmanlı vatanının +bir cüz’-i kıymetdarını elde etmek için kifayet eyler fikrini +vermiştir. +esasat-i ulviyye-i beşeriyye ile kabil-i te’lif olmayarak yirminci +asrın içinde kurun-ı evveliyye kokusunu veren ve akvam +ve kabail-i ibtidaiyye hakkında bile reva görülmemek +lazım gelen şu ma’hud “çekil sen geleyim ben” düstur-ı +vahşet ve kuvvetinden başka bir şey ima etmeyen hareketleri +her ferd-i Osmani’nin ruhunda amik bir gayz u nefret +tevlid etmiş ve fakat aynı zamanda derin bir ihtisas-i hamiyyet +ve vatanperveri ile bütün kalbleri derhal bir habl-i metin-i +artık hak-i mukaddes-i Osmani üstünden bir sükut-ı mütezellilin +değil vakūr ve ulvi bir feveran ve galeyan-ı hamiyyetin +yükseleceğini düşünmemiş! Bugünkü düşmanımız bu +vatanın hatta bir zerre-i hakini almak için vahşi bir talebin +değil topların güllelerin zırhlıların muhrib seslerinin bile kifayet +etmeyeceğini bunların hepsinden büyük olan muhafaza-i +vatan endişesinin bütün kalblerde aynı şiddetle hükümran +olduğunu düşünmemiş bugünkü düşmanımız dünkülerin +kadar kolay yapamadıkları istilaları muhdes ve musanna’ +bir sebeb dahi mevcud olmayarak yapmak istemekle bir +milletin en muazzez hukūkuyla ne derece eğlenir olduğunu +hiç olmazsa tarih karşısında ne kadar çirkin bir tarzda ifşa +eylemekte bulunduğunu da düşünmemiş; bize Trablusgarb’da +etmediğimizi söylerken kendisinin Avrupa’nın en mühim bir +mevkiinde bulunan memleketinin bütün bir kısm-ı cenubisinde +elli seneden beri hükümran olan sefalet ve şakavete +hiçbir çare tedarik edemediğini ve bundan dolayı onun yapamadığı +vazifeyi yapabilecek olanların ihtarat ve tecavüzatına +ma’ruz kalmadığını da düşünmemiş ve nihayet beyne’d-düvel +münasebatın kaide-i esasiyyesi nezaket olmak +lazım gelirken bize insaniyet ve medeniyetten bahseden +düşmanımız bir varaka-i resmiyyede bize hitaben söylediği +sözlerin en terbiyesiz bir adam lisanından da sadır olamayacak +sözler olduğunu hiç nazar-ı dikkate almayarak hakkın +kuvvet altında daima ezileceği fikriyle sermest bir halde Osmanlıların +en mukaddes hissiyatıyla istihza ederek meydan-ı +gasba atılmıştır. +Biz insaniyetin şu pek eski olan “Hak kavinindir” düsturuna +“Hak daima yükselir ve kuvveti ezer” düsturuyla +mukabele edecek ve bize ders-i ahlak ve medeniyyet vermek +ğini anlatacak bir mevki’de bulunuyoruz ve bu mevki’ bütün +efrad-ı Osmaniyye’ye tarihin muhakeme edeceği bir +vazife-i mühimme tahmil ediyor. +Maatteessüf görüyoruz ki şahsi ve düveli intizam ve +asayişin medar-ı kıvamı olan hak ve mülkiyetin muazzeziyeti +esas-ı ictimaisini ihlal eyleyen ve kan hakkıyla bize +merbut olan bir kıt’amıza yapılan hareket-i mütecavizane +karşısında bir kısım efkar-ı umumiyye-i ecnebiyye ma’nen +olsun kaviye müzahir bulunuyor. “Çünkü” mevzu’bahs +olan Türkiye’dir; maatteessüf görüyoruz ki kendilerini sulh +ve müsalemet-i alemin bi-garazları olarak i’lan edenlerin ve +dünyanın her neresinde bir vak’a-i harbin ihtimal-i hudusü +sulh cem’iyetleri a’zalarının bugün i’lan [ihlal!] edilmiş bir +hak karşısında bile sesleri yükselmiyor! Çünkü tecavüz olunan +Türkiye’dir. +Maatteessüf görüyoruz ki bize daima hukūk-ı düvelin +kaidelerinden düsturlarından en metin ve en sarih haklarımız +karşısında bile ayaklarımızı bağlayan bu kanunlardan +bahseyleyenler bugün bütün hukūk-ı düveli pamal-i hakaret +eden bir milletin vaz’iyet-i akūranesi karşısında sükut ediyorlar. +Çünkü Türkiye’nin kendi aleyhinde olduğu zaman +mevcud olan hukūk-ı düvel lehinde olduğu zaman mevcud +değildir. Binaenaleyh bizim bu ahval-i müellime karşısında +en ziyade güveneceğimiz kendi vahdetimizden başka bir şey +olmayacaktır. +Osmanlı milleti Meşrutiyet’den sonra pek feci’ hadiseler +karşısında bulundu. Bosna-Hersek; Bulgaristan mes’eleleri +milletin kalbinde cerihalar açtı. Mes’uliyeti maziye aid olan +bu hadisatı yeni doğan Meşrutiyeti tehlikeye ilka etmemek +maksadıyla yüreklerimiz parçalanarak bi’z-zarur kabul ettik. +Fakat diğer tarafdan artık hür ve medeni bir millet olarak +yaşamak isteyen Osmanlı milleti üç seneden beri takat berendaz +bir sa’y ile çalışarak dahili ve harici bir çok müşkilattan +hiç fütur getirmedi. Kendisi için çizdiği siyaset-i terakkīperveranede +uğradığı bütün mevanie rağmen vesait-ı +mevcudesinin verdiği imkandan fazla bir kuvvetle yürüdü. +Halbuki şu ta’kīb ettiğimiz yolda Avrupa bize daima muin ü +zahir olacağını söylerken biz de şarkta bir unsur-ı sulh ve +müsalemet olmaya çalışırken günün birinde görüyoruz ki +bizim hürmet ve ta’ziz ettiğimiz esasları parçalamak isteyen +ve nikab-ı hürriyyet ve medeniyyet altıda yaşayan bir milletin +hücum-ı vahşiyyanesi karşısında bulunuyoruz. +Vaktiyle eslaf ü ecdadımızın ne büyük fedakarlıklarla ne +celadetlerle elde ettikleri bir kıt’a-i vesiayı bugün bir buçuk +milyon kardeşimizle meskun olan cesim bir vilayeti düşünelim +ki ne sebeblerle düşmanımız bizden almak istiyor? İtalya +bizim bu kıt’a hakkında vazife-i medeniyye ve insaniyyeyi +varsa bizim orada sakin olan ve bütün ruhlarıyla Osmanlılığa +merbut olup hiçbir vechile İtalya ribka-i itaatine girmek +arzu etmeyen kardeşlerimiz olmak iktiza eder. Trablusgarb’da +vezaif-i medeniyye ve insaniyyeyi İtalya’ya karşı değil +kendi efradımıza karşı ifa etmek mecburiyetindeyiz İtalya şu +zikrettiği insaniyet ve medeniyet kelimat-ı müzeyyenesinin +altında en kaba en çirkin bir hiss-i istila-cuyaneyi gösteriyor. +Hukūk-ı düvele böyle yeni bir düstur ilave eylemek +gaib edecek olan İtalya olmak lazım gelir. +sediyor. Halbuki bugün Trablusgarb’ın ahval-i dahiliyyesi +bu iddianın en sarih ve en fi’li bir tekzibini teşkil eyler. Ne +bir ecnebinin ne bir yerlinin burnu kanamayan bir memlekette +asayiş mefkūddur demek ve bu kizb ü iftirayı bir +sebeb-i tecavüz addeylemek ma’kūl ve mantıki düşünür bir +beyinden sadır olamayacağı derecede gabilik ve hayretaver +bir harekettir. +ve bundan dolayı Trablusgarb mes’elesinin kendisi için bir +mes’ele-i hayatiyye olduğunu söylüyor. Hayatı hal-i intizamda +geçen bir memlekete tecavüz için komşuluk bilmeyiz +nasıl bir sebeb teşkil edebilir. Hatta İtalya’nın Trablusgarb’daki +menafi’-i hazıra-i iktisadiyyesi bile her hangi bir +devletin bugün memleketimizin bir çok havalisindeki menfaatlerinden +daha dun bir derecededir. +Hülasa bütün bu sebebler vahi özürlerden İtalya’nın +eski zaman barbarlıklarından başka bir şey olmayan hareketini +örtmeye değil hatta tahfif eylemeye bile hizmet etmeyecek +sözlerden ibarettir. Hükumetimiz İtalya notasında +münderic olan bütün bu müddeayatı reddetti. Fakat bu +cevaba İtalya i’lan-ı harb ile mukabele eyledi. Ve hatta +Adriyatik sevahilindeki torpidolarımıza hücum ederek birkaç +kardeşimizi şehid etmek gibi namus ve haysiyet-i düveli +haricinde bir muamelede bulundu. Bizler i’lan-ı harb gününe +kadar en resmi lisanlarile devleteyn arasındaki münasebatın +amele edilemeyen bu hareketine karşı kemal-i sekinet ve +vakar ve ciddiyetle muamele ettik. Hatta i’lan-ı harb gününden +sonra da memleketimizde bulunan tebeaları hakkında +dürüşt ve mütecaviz muamelede bulunmayarak İtalyan +değil Osmanlı ve insan olduğumuzu ızhar eyledik. Felaketler +karşısında korkmayan sükunet ve i’tidalini gaib etmeyen +bir millet olduğumuzu gösterdik. Fakat yarınki vazifemizi +unutmamalıyız ki dünkü vazifemizden daha çok mühimdir. +Bir milyon kilometre murabbaından fazla mesahayı +muhtevi olan bir vilayetimizi zabtetmeyi bir bardak su içmek +kadar kolay addeden İtalya’ya dökülecek kanların açılacak +mezarların mahvolacak ailelerin duçar-ı ınkıta’ olacak ticaretlerin +ve sönecek faaliyet dumanlarının bütün mes’uliyet-i +maddiyye ve ma’neviyyesini arkasına yüklenen ve en biaman +bir münekkıd olan tarihe olsun hesab vermek mecburiyetinde +bulunan bu memlekete karşı Osmanlılar nazarında +haysiyet-i milliyyenin ve vatan muhabbetinin kadr u +kıymeti ne kadar müteali olduğunu göstermeye mecburuz. +Bizim bir vilayetimizin beş on günlük emekle değil senelerce +mesai ile bile alınamayacağını bütün milletin muzaheret-i +vatanperveranesi gösterecektir. İtalya’nın tarih-i medeniyyetin +tel’ininden korkmayarak i’lan eylediği hal-i +harb kendisinin hesab ettiğinden pek çok ziyade devam +eyleyecek ve bu müddet zarfında biz harita-i alemde bir +milleti bulunduğunu unutacağız. İtalya hareket-i gayr-i meşruasından +feragat edeceği güne kadar her İtalyan her Osmanlının +hasm-ı canıdır; hasm-ı namusudur. İtalya’nın za’f +u zararını intac edecek her türlü meşru’ teşebbüsatta bulunmak +her Osmanlının vazife-i vicdaniyyesi vazife-i vataniyyesidir. +Bu babda ilk atacağımız adımlar hiçbir İtalyan malı +kullanmayarak İtalya’nın memleketimizde olan ticaretine +daimi bir darbe indirmek ve memleketimizde kendi nüfuz +ve kudretini tevsi’ için vücuda getirdiği müessesat-ı iktisadiyyeyi +mektepleri seddeylemek olacaktır. Yalnız unutmamalıyız +ki bütün bu hususatta bize rehberliği ifa edecek +olan hükumettir. Ahval-i hazıranın nezaketi karşısında her +türlü cereyanlardan tamamıyla haberdar bulunan yegane +kuvvet kuvvet-i hükumet olduğunu düşünerek ona muin ü +zahir olmak ve bu dakīkada mütehammil olduğu vazife-i +mühimmeyi işkal eylememek lazımdır. +Bizler de denizlerle ayrılmış olan Trablusgarb kıt’asının +muhterem evladlarının kalbleriyle himmet-i gazanferaneleriyle +kendi kalblerimizi kendi himmetlerimizi birleştireceğiz. +Canımızla malımızla fikrimizle hülasa: Her bir vatandaş +kendi elinde bulunan vasıtasıyla hasma karşı gelecek İtalya +hareket-i vahşiyanesinde devam ettiği müddetce biz de hareket-i +mümanaatkaranemizde devam eyleyeceğiz. İtalya +yirminci asr-ı medeniyyette nasıl gasıb-ı hukūk olmakla nasıl +bütün efkar-ı ahrarane ve insaniyyeyi ayaklar altına almakla +temeyyüz eylemek istiyorsa biz de öylece pa-mal edilmek +bet ibraz eylemekle temeyyüz etmeye çalışalım. Şan ve +şerefle ölmeyi meskenet ve zilletle yaşamaya tercih ederek +artık taksim kabul eder bir Osmanlı saltanatı mevcud olmadığını +selamet ihzarını te’min eylemiş olacağız. Bu muvaffakıyeti +lazımdır. +Bu sayededir ki kavi ve zinde bir Osmanlı milletinin +mevcudiyeti gösterilecek ancak bu sayededir ki düşman +bu vatan içinde kendisine kasdi veya gayr-i kasdi bir şerik-i +cinayet mevcud olmadığını öğrenecektir. Düşmanımızın +zırhlılarından aldığı kuvveti biz ittihadımızdan alacağız. Bugün +ne fark-ı siyasiyye ictihadatının ne efkar ve ihtisasat-i +şahsiyye müsademesinin yaşayabileceği bir gündür. Bugün +vatan-ı Osmani dahilinde ittihad tezahüratından başka bir +şey görülmemelidir. Haricde çalkanan ihtirasat fırtınasından +masun kalmak için biz gayet müdebbir müteyakkız temkinli +ve bilhassa müttehid olmalıyız. İttihad ve Terakkī +Cem’iyeti bütün efrad-ı millet gibi kendi sancağı altında +toplanan evladlarıyla birlikte bütün vesait-i meşruayı isti’mal +ederek çalışacak ve elindeki kuvveti vatanın muhafaza-i +selamet ve temamisi için isti’mal eyleyecektir. Sizler bilatefrik-ı +cins ü mezheb Osmanlı vatanın bütün evladları sizler +de Osmanlılığın büyüklüğünün gösterileceği günlerde +yaşadığımızı düşünerek vatanın hiçbir noktasında hiçbir ecnebi +eyleyerek sükun ile i’tidal ile ve fakat metanetle cesaretle +kırılmak istenilen izzet-i nefsimizi muhafazaya çalışınız. Bize +uzaktan nigeran olanlar görsünler ve inansınlar ki biz boyun +eğmeyeceğiz cebr u tehdid ile susmayacağız. Fakat vahşete +küstahlığa tecavüze hakarete karşı insanca ve terbiye ile +mukabele edeceğiz. Görsünler ve inansınlar ki uzaklığından +dolayı bizim kendisine la-kayd kalacağımızı hayal ettikleri +bir kıt’anın bizim nazarımızda pay-ı tahttan saltanattan farkı +yoktur. +El birliğiyle yapacağımız bu cihad-ı vatanide düşmanımız +yirminci asrı lekelerken biz o asırda şeref-aver bir vaz’iyetle +çalışacağız; ve şüphesiz ki Cenab-ı Hakk’ın daima +hakk u adl için çalışanlara şamil olan avn-i inayet-i Samedaniyyesi +sayesinde milletin ittihadı hükumetin siyaset ve +gayreti ile muvaffak olacağız. +Bir kere Osmanlı sancağını hamil olan vapurların Çanakkale +Boğazı’ndan çıkmaları mümkün değildir. Öyle ise +hacılar ecnebi vapurlarıyla gitmeli düşüncesi hatıra gelebilirse +de acaba bunda da tehlike mevcud değil mi? Mesela +olduğu için Türkiye Hükumeti’nin bundan bil-istifade Mısır +tarikıyla hacı nam ve ünvanı altında asker göndermekte +olduğunu haber aldım; bunun için bütün ecnebi bandırasını +hamil olan vapurları arayacağım ve hacı namıyla kimi bulursam +alacağım tahkīk edeceğim. Fi’l-hakīka hacı ise bırakacağım +değil de asker olduğu tahakkuk ederse kavaid-i +harbiyye mucebince muamele edeceğim! Derse acaba düvel-i +muazzamanın muvafakatini istihsal edemez mi? +Bila-sebeb ve haksız bir surette toprağımıza tecavüz ettiği +halde hiç ağızlarını açmayan düvel-i muazzama böyle +hacılarımıza da taarruz ettiği takdirde emin olalım ki: Hiçbir +şey diyemeyeceklerdir. +O sebebdendir ki: Bizce hacıların velev ecnebi vapurlarıyla +olsun deniz tarikıyla hacca gitmelerinde tehlike vardır. +tara mevcuddur İtalya şu hareketini ma’zur göstermek için +hacılarımıza böyle bir muamele yapmaktan kat’iyyen çekinmez. +O halde kara yolunu ihtiyar etmek kalıyor. +Bu yol ise Konya Ereğlisi’ne kadar şimendüferle oradan +Mersin’e kadar karadan Mersin’den Adana’ya kadar yine +şimendüferle Adana’dan Haleb’e kadar tekrar karadan +Haleb’den Hama’ya kadar yine karadan Hama’dan +Şam’a şimendüferle varıp Şam’dan Hicaz şimendüferiyle +gitmekten ibarettir. +Şimdi bu yolların sarplığından ve müşkilatından sarf-ı +nazarla esna-yı rahda soygun vermek gibi mehalik de varidi +hatır olabilir mi olamaz mı pek kesdiremeyiz. +Yalnız acındığımız bizimle beraber bütün müslümanlara +dağ-ı derun olması lazım gelen bir cihet var ki o da: Fariza-i +haccı eda etmek hususunda da düşmanlarımızın bize engel +oldukları faciasıdır. Deniz kuvvetimizin yokluğu hiçliği işte +bu feciaların en elim bir sebebini teşkil ediyor. +Düşmanlar gelseler Ka’be’yi topa tutsalar Peygamberimizin +kabrini yıksalar yine imdadına koşamayacağız; din +yolunda ölmek istesek de muvaffak olamayacağız demek +çıkar! Bilakis deniz kuvvetimiz olacak olursa o zaman hiçbir +düşman Ka’be’mize Peygamberimiz’in kabrine mülevves +ellerini uzatamayacak oraların muhit-i kudsisini zehr-alud +nefesleriyle kirletemeyecektir. +Bu güneş gibi inkar kabul etmez açık bir hakīkattir. +Öyle ise bizim Allah’ımıza imanımız dinimizin ulviyetine +ren o tehlikeyi ref’e çalışmak din-i mübini siyanet uğurunda +bezl-i mal ü can etmek akdem-i feraizdir nezd-i uluhiyyette +hacdan büyük faziletleri haizdir. +Vakıa zahirde bir Osmanlı–İtalya muharebesi gözüküyor +lakin bu nikab altında daha doğrusu harbin tevlid edeceği +neticede gizlenen amali Osmanlılarla umum müslümanların +hissedemeyeceklerini zannetmek pek büyük düşüncesizlik +olur. +Biz Osmanlılar İtalyanlarla çarpışmaktan hiçbir vakit çekinmeyiz. +Vatanımıza tecavüz eden alçakları ya öldürmek +veya onlarla harb ederken ölmek bizim için şerefdir. Lakin +vatanımızın hey’et-i mecmuasına dinimize tecavüz eder +yollu hareketlere başta hür İngilizler mütefekkir Fransızlar +oldukları halde Avrupa tasvibkarane bir tarzda göz yumacak +olursa işte o zaman kıyamet kopacak Osmanlılarla birlikte +kütle-i muvahhide-i İslam birden harekete gelecektir. +Bu azm zannolunduğundan pek ziyade kat’idir; insaniyeti +kanlara boğacak olan şu kıyamdan bizi alıkoyacak çare +toptan ölümden korkacak bir Osmanlı; bir müslüman tasavvur +olunamaz. +HAYYE ALE’L-FELAH +Beşeriyet zilletler medeniyet vahşetler ahd ü peyman +Salibin zemin-i huşunetinden hilalin asuman-ı ismet ü +liyor! +Ey Mısır’ın bükülmez bazuları; ey hizbü’l-vatanın durmaz +yorulmaz uyumaz merd ü metin zinde kahraman mübariz +gençleri! Fas zulüm ve işkence günlerinin İran gaflet ü +meskenet gecelerinin matem dakīkalarını sayarken! Trablus’da +dahi Hilafet-i İslamiyye’nin hukūk-ı şanı namusu +şevket ü celadeti için bir levha-i inkıraz bir mersiye okunmak +man ahfadı Kartajalıların ebediyete kadar din vatan millet +asırlarını yaşatmak isteyen kahraman ahfadı! Trablus ufkunun +ateşin [e]v[l]adı İtalya’nın bu kütle-i mütevehhişenin +ve bu insaniyetten fezail-i insaniyyeden hukūk-ı fazıla-i +medeniyyeden mahrum İtalyanların kanlı pençeleri ile öldürülmek; +ezilmek gömülmek isteniyor. Onlar ruhaniyet-i muvahhide-i +Ey kainat-ı muhita-i İslamiyye ne duruyorsunuz ne bekliyorsunuz? +Tarih-i beşer ecdadınızın bin senelik miğferlerini +kılıçlarını kargılarını bağırarak hey’et-i celile-i İslamiyye’nin +açılan cihad sancağı altına çağırıyor ruhaniyet-i Peygamberi +hilal-i İslamiyet altında Bilali bir sada; ezan-ı ittihad +ezan-ı cihad ezan-ı gaza vü şehadet okuyor! Ne duruyorsunuz!.. +Ne duruyoruz! Dünyaları zabteden Avrupaları +Afrikaları savlet ü şehametleriyle çiğneyen; İslamiyet’in +azametini Osmanlılığın kudret ve şevketlerini altın kalemlerle +tarih-i medeniyyete kaydettiren Salahaddinleri mi Ertuğrulları +mı Fatihleri mi bekliyorsunuz? İleri arş ileri!. +Aydın Meb’us-ı muhteremi Ubeydullah Efendi tarafından +Çarşamba günü Ayasofya Cami’-i şerifinde mesail-i hazıra +hakkında bir mev’iza verilerek İtalyanların tecavüzat-ı +şakavetkaraneleri hasebiyle İngiltere kralı hazretleriyle bazı +cem’iyyat-ı ilmiyyenin hissiyat-ı insaniyye ve adaletkaranesine +telgrafla müracaat kılınmıştır. +Telgraflar ber-vech-i atidir: +. Umum milletlerin a’yan ve meb’usan riyasetlerine +. İngiltere Ensal-i Beşer Cem’iyet-i Umumiyyesi’ne +. İngiltere’de Asya ve Coğrafya Cem’iyyat-ı Kraliyyesi’ne +. Kaffe-i memalikte ve bilhassa İsviçre’de sulh cem’iyetlerine +. Kaffe-i memalikte mevcud matbuat cem’iyetlerine +. Kaffe-i memalikteki cem’iyyat-ı ilmiyye ve fenniyyeye +verilmek üzere Darülfünun reislerine +. Kaffe-i memalikte bulunan Sosyalist Cem’iyyatı rüesasına +. Fransa’da Hukūk-ı Beşer Cem’iyeti’ne +. Lahey Hakem Mahkemesi’ne +. Amerika’da Kongre reisine +Şevval ve Teşrinievvel tarihinde İstanbul’da +Ayasofya Cami’-i şerifinde ve binlerce kişiden mürekkeb +bir cemaat-i uzma-yı İslamiyyenin bil-ittifak kararı olarak +tebliğ olunur ki: +Mukaddes vatanımızın Afrika toprağında bir cüz’-i layenfekki +olan Trablusgarb’a beyne’d-düvel ve beyne’l-ümem +cari olan her türlü hukūk-ı tabiiyye ve mevzua kavaidiyle +kaffe-i muahedat ve mukavelat-ı siyasiyyeye mugayir +ve kabail ve aşayir-i vahşiyyenin bile irtikabından haya +edeceği bir tarz-ı şakavetkaranede bi-gayri hakkın düvel-i +muazzama idadında bulunan İtalya’nın dini ırkī cinsi lisani +civari hatta tarihi bir münasebeti bulunmadığı ve hiçbir +sebeb ve bahane olmadığı halde bağteten vukū’ bulan tecavüzünü +alem-i medeniyyet-i insaniyyetperverleri sükut ile +karşılayacaklar ise mücelledat-ı ilmiyyesiyle mülevven ictihadat-ı +meddüne çalışan kaffe-i memalik-i şarkiyye ve bilhassa memalik-i +meddine-i Garbiyye hakkında ne fikir hasıl edecekleri ve ne +hüküm verecekleri ve Şark’ın Garb hakkında bu münasebetle +hasıl edeceği su’-i fikirden müstakbelen ne gibi netayice +muntazır olmak lazım geleceği cem’iyet-i muhteremenin +nazar-ı mütalaa ve mülahazasından dur tutulacak +kadar ehemmiyetsiz midir? +Temamiyet-i mülkiyye ve idame-i mevcudiyyet-i siyasiyyesi +müteaddid mütenevvi’ muahedat ve mukavelat-ı kat’iyye +Hilafet-i İslamiyye’yi haiz olan Devlet-i Osmaniyye’nin eczayı +mühimme-i memalikinden Trablusgarb kıt’asına dini ırkī +cinsi lisani civari hatta tarihi münasebeti olmayan +alem-i medeniyyete karşı ayaklar altına alarak donanmasıyla +şakavetkarane tecavüze ve hiçbir sebeb ve bahane olmayarak +Devlet-i Osmaniyye’ye karşı i’lan-ı harbe kıyam +etmesini yalnız sükut ve müsamaha ile görmek değil hatta +teşci’ eder bir mevki’de bulunmak İngiltere gibi seksen +doksan milyon nüfus-ı İslamiyyeye hakim olan bir devletin +ta’kīb edeceği meslek-i siyaset midir? Ve böyle bir meslek +ve menafi’-i haliyye ve müstakbelesine muvafık mıdır? Bunu +biliriz ki Devlet-i Osmaniyye İngiltere Devleti’ne i’lan-ı harb +etmedikce İngiltere Devleti taahhüdat-ı ahdiyyesi altından +hiçbir vesile ile çıkamaz. +Avrupa hükumat-ı mütemeddine!sinden İtalya haydudlarının +Trablusgarb’a vahşiyane hücumu üzerine bütün +alem-i İslam baştan başa heyecana gelmiş hilafet-i muazzama-i +hemen bütün akvam-ı İslamiyye tarafından protesto ve bu +münasebetle merkez-i celil-i Hilafet’e bütün dünya müslümanları +tarafından pek samimi ve uhuvvetkarane teveccühler +Cem’iyetleri milletleri bir kütle-i müttehide halinde bulundurmak +ları siyaset erbabı rabıta-i diniyyenin ne kavi ne büyük ne +tabii bir rabıta olduğunu görsünler ba-husus +hitab-ı celiline mazhar olan kulub-ı müslimindeki +uhuvvet ve i’tisam hisleri şayan-ı hayret bir derecededir. +Müslümanların bu cehli bu avareliği ile beraber +sırası gelince ibrazından hali kalmadıkları bu hissiyat-ı +samimiyye kesb-i tenevvür ve irfan etmeleriyle ne dereceye +vasıl olacağını şevket-i İslamiyye’nin tealisi için ne büyük +roller yapabileceğini erbab-ı iz’anın takdir edeceğine şübhe +yoktur. Bunun içindir ki biz senelerden beri bu büyük alem +arasında tearüfün husulü münasebat-ı daimenin te’sisi için +suver-i muhtelifede sarf-ı mesaiden geri durmuyoruz. İnşaallah +bütün İslamlar tarafından ibraz olunan bu tezahürat-ı +uhuvvetkarane hasebiyle bu babdaki mesainin kıymet ve +ehemmiyeti müslüman kardeşlerimizce daha ziyade anlaşılır +ve bu gayeye doğru yürüyenlerin emelleri hayal değil +belki bir hakīkat diye kabul olunur da bu yolun bu tarik-i +siyasetin salikini çoğalır. +Hangi diyarda olursa olsun hangi devlet tebeasından +bulunursa bulunsun müslümanları yekdiğerine bağlayan rabıta-i +diyanet topla tüfenkle çözülmeyecek derecede sağlamdır. +gayz u iğbirar hep o rabıtanın tezahüratıdır. Kalblerimizde +bu uhuvvet cay-gir oldukca hilalin salibe boyun eğmeyeceğine +bütün kardeşler emin olmalıdır. +esarete almakla kalblerindeki ezeli ali hisleri de boğarım +zannına düşen Avrupa medeniyetcileri umrancıları müslümanların +bugün gösterdikleri galeyan ve heyecan karşısında +duçar-ı hayret oldular. +Hey’et-i umumiyyesi i’tibariyle pek büyük bir kuvvet +teşkil etmekte olan Arabların tecemmu’ ve muharebeye iştirakleri +Roma’da büyük endişeler hasıl etmekte bulunduğu +Fransız matbuatında okunuyor. +Ba-husus bunlar miyanında sebat ve taannüdleriyle +ma’ruf ve makam-ı Hilafet’e merbutiyet-i sadıkaneleri derece-i +bedahette bulunan İmam Yahyalar Seyyid İdrisler Emir +Abdülkadirzade Mehmed Paşalar gibi Afrika ve civarı Arab +kabailinin en zi-nüfuz rüesasının da bulunması endişelerini +tezyid etmektedir. +Bütün bu kuvvetlerin harekete müheyya bir surette her +türlü levazımının müstahzar bulunması mes’elenin rengini +büsbütün değiştiriyor. +Bundan bir hafta mukaddem Şeyh Senusi hazretlerinden +Bingazi tarikıyla atabe-i seniyye-i hazret-i Hilafet-penahi’ye +varid olan bir telgrafnamede: Düşman-ı mütecavizine +mukabelesine azm ü hareket eylediği bildirildi. Afrika’nın +nısf-ı şimalisinde pek mühim bir nüfuz ve cereyana sahib +olan Şeyh Senusi hazretlerinin makam-ı akdes-i Hilafet’e +ve Osmanlılığa karşı gösterdiği bu merbutiyet Avrupa’nın +alakadar mahafilinde mühim te’sirat uyandırdı. +Bütün Trablusgarb ve Bingazi ahalisi kemal-i hararetle +selamet-i ma’sume-i vataniyyenin muhafazası için cihad i’lan +ettiler. +Bütün Afrika içerlerinden Trablus’a doğru gönüllü fırkaları +hareket etti. +şeklinde yazılmıştır. +Fizan ve Sahra cihetlerindeki aşayir fevc fevc ve müsellahan +Trablusgarb ve Bingazi’ye vürud etmektedirler. Bunlar +kanlarının son damlasına varınca akıdarak müdafaada +bulunacaklarına ahd ü misak ettiler. +Medine-i Münevvere ile kabail-i mütecavire ahalisi Ravza-i +mukaddese-i Hazret-i Peygamberi önünde toplandılar. +Müctemiin hükumet-i seniyyeye her türlü fedakarlık ihtiyarına +ve vatan uğurunda kanlarını isaleye ahd ü peyman +ettiler. +Kabail-i mezkureden sahib-i kuvvet beş büyük kabilenin +rüesa-yı zi-nüfuzu bilumum efradıyla müsellah oldukları halde +hükumet-i seniyyenin sevk edeceği mahallere gitmek +üzere amade olduklarını bildirdiler. +Hıtta-i Yemaniyye’de bulunan bilumum kabail Osmanlılar +aralarında bir i’tilaf akdettiler. +Makam-ı Sadaret vasıtasıyla atabe-i hak-i pay-i Hazret-i +Hilafet-penahi’ye Yemen meb’usları Mahmud Nedim Seyyid +Ahmed Seyyid Hüseyin; Mukhafi Seyyid Muhammed +el-Kebsi tarafından sureti atide münderic telgrafname keşide +olundu: +“San’a Eylül –İtalya’nın i’lan-ı harb etmesi üzerine +müvekkillerimizle cihada hazır ve Yemen kuva-yı umumiyye +kumandanının emrine tabi’iz.” +lerinde görülmesi üzerine her türlü iğbirarı muvakkaten bertaraf +eden İmam Yahya hak-i pay-ı ali-i Hilafet-penahi’ye +keşide eylediği bir telgrafnamede Trablus’a vukū’ bulan +taarruzu def’ için yüz bin gönüllü ile harekete müheyya +bulunduğunu arzettiği gibi makam-ı sami-i Sadaret-penahi’ye +sureti atide münderic telgrafnameyi keşide eyledi: +“Bismillahirrahmanirrahim Hudeyde ve Trablusgarb’a +birtakım ecanibin taarruz eylemekte olduklarını istihbar +ettim. Yüz bin fedai-i mübariz ile harekete hazırım ve müheyyayım. +Ta ki kelime-i tevhid ihraz-ı hak ve galebe ede.” +el-Mütevekkil alallah Yahya +Asir’de bulunan Seyyid İdris’in de İtalyanların harekat-ı +şakavetkaranesinden son derecede müteessir olarak Asir +Kuva-yı Umumiyyesi Kumandanlığı’na gönderdiği tahriratta +kırk bin mücahid ile İtalya’nın Eritre müstemlekatında icrayı +harekat ve İtalyanlara karşı cihad eylemek üzere Asir sevahilinden +senbuklarla karşı sevahile geçmelerine müsaade +Bosna-Hersek ahali-i İslamiyyesi fevkalade galeyandadırlar. +Ahali hududu geçerek Osmanlı ordusuna gönüllü +kaydedilmek istiyorlar. +Mısır’[d]a da şiddetli galeyan ve heyecanı mucib oldu. +Mısır ahalisi her türlü fedakarlıkta bulunarak malen ve bedenen +Devlet-i Osmaniyye’ye müzaheret edeceklerini i’lan +lunmaktadırlar. +Yunan muharebesinde Yunan tebeasını Mısır’dan çıkardıkları +gibi bu muharebede dahi İtalya tebeasının behemehal +Mısır’dan tard u teb’idlerini ve konsoloslarının hükumetce +vukū’ bulacak muamelatta reddini hükumet-i mahalliyyeden +musırran taleb etmektedirler. +Pek çok İslam şirketleri Banko Di Roma’daki paralarını +geri almışlardır. +Müslüman gazeteleri “Osmanlı fedaileriyiz” diye bar bar +bağırıyorlar: +“Babalarımızın akraba ve evliyalarımızın karargahı olan +Trablusgarb’a İtalya’nın vukū’ bulan tecavüz-i ihtiraskarenesi +bizi son derece duçar-ı teellüm etti. Kalblerimiz heyecanla +doldu. +kına tecavüz ediyor hangi sebeble vatanımızın bir cüz’-i layenfekki +olan Trablusgarb’a dest-i taaddisini uzatıyor? Biz +bütün mevcudiyetimizle kıyam ederek hukūk-ı hükümranimizi +te’yid etmeli vatanımızın elden gitmemesi için kaffe-i +vesait-ı tedafüiyyeye sarılmalıyız. Devletimizin şan ve şerefini +haysiyet ve namusunu muhafaza etmek kalbgah-ı vatana +uzanan elleri kırmak için vadi-i Nil’de sakin bütün Arab +kardeşlerimizi vazife-i vataniyyelerini ifaya da’vet ediyoruz. +Büyük vakıa karşısında düşünerek alelacele kararlarını +verip lazım gelen tedabire tevessül etsinler. +Bombay mütehayyizan-ı ulemasından ve Cuma Cami’-i +şerifi hutebasından Şerif Muhammed Salih Efendi’nin taht-ı +riyasetinde geçen Cuma namazını müteakıb gayet muazzam +bir miting akdolundu ve bu ictimaa yüz bine karib müslüman +ya’nın vahşiyane ve behimane vukū’ bulan taarruz-ı nagehanisi +ve bir İslam memleketine hod be-hod tecavüzü hiçbir +vakit kavaid-i medeniyyet ve insaniyyetle kabil-i tevfik +olmadığından her halde hükumet-i Osmaniyye ve bilad-ı İslamiyyenin +taarruzdan muhafazası lüzumuna dair kaleme +alınan protestonamenin birer suretleri İngiltere ve Devlet-i +Osmaniyye parlemento riyasetlerine ve makam-ı Sadaret’e +telgraflarla tebliğ olundu. Bu telgrafnamelerde ilaveten +Bombay ve havalisi müslümanlarının kaffeten Devlet-i aliyyenin +emrine muntazır oldukları bir lisan-ı uhuvvetkarane +memnuniyyetle görülecektir. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Ekim +Yedinci Cild - Aded: +Biz şimdi şu halimizle tıbkı açlıktan ölüm derecesine gelmiş +de o yemeğin ağızlarına girmesini bekleyen miskinlere benzemiyor +muyuz? +Bizim için aynıyla rezalet değil midir ki kıymetli vakitlerimizi +Emil Zolaların Pol Borjelerin masallarıyla heder +ediyoruz da o vaktin en ufak bir kısmını olsun bütün esrar-ı +kainatı sine-i sahaifine nakşetmiş olan şu Kitab-ı Mübin’in +mütalaası için feda etmiyoruz? +Temeddün tenevvür iddiasında bulunuyoruz; serair-i +hilkati keşf ile uğraşan mütemeddinlere benzemeye yelteniyoruz; +Gambita’nın Tiber’in felsefiyatta Rembo’nun nazariyatına +karşı rüku’-ı hayrete varıyoruz da elimizdeki Kitab-ı İlahi’nin +esrar-ı bülendine bir nazar-ı im’an bile atfetmiyoruz o Kitab-ı +man olduğu bedayii hikemi ihata için ömürler sarfetseler +tekmilini şöyle dursun bir cüz’ünü bile muhit olamazlar! +Galiba başkalarını taklid ediyoruz da akılsızlıkla itham +olunmamak için umur-ı diniyye ile iştigal eylemekten sıkılıyoruz. +Eğer böyle ise bu taklid pek körkörüne bir taklid olur +ki kitab-ı semavimizin sahaifi üzerinden gezdirilecek ufacık +bir nazar o derekeye düşmekten bizi alıkoyabilir. Zira o zaman +re’ye’l-ayn görürüz ki Müslümanlık inziva ile meskenetle +emreden halkı kemal-i zillet içinde bir taassuba sevkeyleyen; +yahud gerek medeniyet-i hazıranın gerek müstakbelenin +metalibine külliyen münafi olacak surette vücudu +ağır birtakım ibadat ile ezip bitirmeye mahkum bırakan bir +din değil imiş. Bilakis sa’y ü amel ile emreden; nazarlarda +riyaset ve siyadeti uluvv ü mecd-i himmeti alabildiğine +yükselten; insanları fezaile me’aliye doğru götüren bir din +olunmuştur ki feylesofların hikemiyat-ı mevzuası onların +yanında güneşe karşı tutulmuş kandil ziyası kadar sönük +kalır. +Şu halde İslam’ın me’alisinden bahseden adam sekameti +delail-i natıka ile gösterilebilecek birtakım efkara tercümanlık +etmiş olmaz bilakis Fatır-ı Hakim’in lisan-ı fevka’l-hayalini +tefsir eylemiş olur. Öyle hikmetler söyler ki +ebediyen cerh olunamaz; öyle nazariyeler serdeder ki şu +kainat-ı hamuşun her zerresi onları te’yid için birer lisan +kesilir: Öyle kaidelerden haber verir ki haleldar olması hükümden +düşmesi tasavvur edilemez; öyle esaslar meydana +koyar ki bütün ictimaiyat onlara istinad edeceği gibi beşer +huld-zar-ı irfanı ancak o esaslara yükselerek seyredebilir; +öyle nurlar saçar ki samim-i kalbe girerek orada ebediyen +gurub etmez bir güneş yaratır. İşte o şems-i hakīkatin ziya-yı +güzini insana şu bulanık hayatın karanlık çöllerini tenvir +eder; ellerini ayaklarını her tarafdan bağlayan zencirleri çözer; +dehrin sinelerde açtığı cerihaları kapatır; ruhu evham ve +hayalat şaibelerinden tathir eder. Heyecan-ı kadiminden fariğ +olan ruh da artık saadet-i hakīkıyyesini aramaya fakat +asıl menbaından aramaya başlar; önündeki kesif perdeler +birer birer yırtılarak cihan-ı melekutu görür oradan +hakīkatü’l-hakayıka mülhem olur. +Arablar müslüman olmazdan evvel huşunetin cehaletin +hiçliğin ne derekesinde idiler; sonra ne hale geldiler. Görmüyor +musunuz? Zaman-ı cahiliyyette Arab kızını koluna +aldığı gibi çöle gider bir çukur eşmeye başlardı. Zavallı kızın +yalvarması ağlaması herifin kalbinde zerre kadar merhamet +hissi uyandırmayarak biçareyi kendi eliyle diri diri o +çukura gömer işini bitirdikten sonra kemal-i muzafferiyetle +ailesinin yanına dönerdi. Zira kendi zannınca işitenlerin senasını +mucib olacak nasiye-i şerefi üzerindeki lekeyi temizleyecek +bir iş yapmış idi. +Allah aşkına olsun bir kere şu taş yüreklere şu katı duygulara +bakınız bir de bunların İslam’ı kabul ettikten sonraki +hallerini nazar-ı im’ana alınız. Bakalım ne göreceksiniz? +Öyle adamlar göreceksiniz ki gehvare-i hikmette büyümüş +agūş-ı şefkat ve merhamette emzirilmiş bahtiyarların +bile sahib olamayacağı hissiyat-ı kerime ile mütemeyyiz öyle +adamlar göreceksiniz ki her biri şehamet ve fazilete timsal +olmuş secaya-yı celilenin ahlak-ı cemilenin birer rükn-i +metini kesilmiş de halleriyle kalleriyle felasife-i ahlaka eserlerindeki +nevakısı gösteriyorlar. Öyle adamlar göreceksiniz +ki vakar ve takva i’tibarıyla meleklere uluvv-i himmet azamet-i +kudret hususunda kayserlere rüchan ediyorlar. +Ömer ibnü’l-Hattab’ı ele alalım: Ömer öyle adamdır ki +zaman-ı cahiliyyetteki haliyle İslam’ı kabul ettikten bir kaç +sene sonraki mertebe-i kemali herkesin ma’lumudur. Evet +Müslümanlığı ve müslümanları öyle bir hikmet öyle bir siyaset +faza eyledi ki siyasetin o derecesini gehvare-i hukūk ve siyasiyyatta +büyümüş en büyük padişahlar hikmetin o mertebesini +ömrünü felsefe ile geçirmiş en büyük hakimler bile +gösteremezler. Sonra yine o Ömer rikkat-i kalb; takva hususunda +öyle bir dereceye vasıl olmuştu ki Kitabullah’dan bir +ayet tilavet olunduğunu işidince ya bayılır yahud bir kaç +gün hasta yatardı. Guya ki Mütenebbi şu beyitle Ömer’i +kasdetmişti: +* +Pek a’la bu nasıl oldu Ömer bu mertebeyi nasıl buldu? +Acaba ahlakiyatı darülfünunlarda ictimaiyatı ilmi mahfillerde +siyaseti parlamentolarda teşrii hukūk mekteplerinde mi +öğrendi? Hayır bunların hiç biri değil. Ömer yalnız Kur’an +yerleri başkalarına sorar öğrenirdi. +Ömer ekabir-i selefin ancak bir danesidir ki onu size +Müslümanlığın tabiatları tahvil hususundaki kudretini temayülat-ı +tenvir etmek için gösterdiği te’sirin sür’atini gözünüzle görünüz +diye bir misal olmak üzere irad ettik. Acaba bize ne oldu +ki bu kadar hazain-i ma’rifeti arkamızda bırakıyoruz da +öteden beriden hikmet dilenmeye ahlak dilenmeye kalkışıyoruz; +sonra da her ma’nasıyla haib ü hasir kalarak kendi +sersemliğimizin kendi ahlaksızlığımızın cezasını ötekinin berikinin +boynuna yüklüyoruz? Ayat-ı İlahiyye’yi ehadis-i Nebeviyye’yi +cühela tarafından yüksek sesle ya salonlarda yahud mezarlıklarda +terennüm edilmekten başka meziyeti yokmuş gibi +onlara bırakıyoruz da kendimiz halimizi istikbalimizi büsbütün +berbad edecek boş bir sürü safsatalarla vakit geçiriyoruz? +Evet bugün hepimizin yaptığı bundan ibarettir. +ayet-i kerimesi +tam bizim hakkımızdadır. +Hülasa müslümanlar için yegane çare şudur: +Evvela ma’na-yı İslam’ı hakkıyla anlamalıdır. Kezalik +madde ile ma’na birbirine tamamıyla merbut olduğundan +ruhun gaye-i azmindeki paye-i bülende yükselebilmesi için +dinin maksad-ı aslisi insanı hem terakkıyat-ı maddiyyeden +hem de tealiyat-ı ma’neviyyeden nasibedar etmek olduğunu +bilmelidir. Şunu da idrak etmelidir ki Müslümanlık’da +gerek milletinin gerek ebna-yı nev’inin hatta bütün kainatın +salahını kasdetmek şartıyla işlediği her bir iş nazar-ı İslam’da +taatın en şereflisidir: +“ Mü’min karısının +ağzına vereceği lokmaya varıncaya kadar her işinde +me’cur olur. Koyuna bile merhamet edecek olursan Allah +da sana merhamet eder.” Müslümanlık sanayi’de +keşfiyat-ı fenniyyede ileri gitmeye hiç bir zaman muarız olmadığı +gibi müslümanları bu gibi terakkıyata teşvik eder. +Sair milletlerle müsabakadan rekabetten geri duranları muahazede +bulunur. Müslümanlık’taki şu esaslar yüzlerce ayet +binlerce hadis ile sarahaten müeyyed olduktan başka ilk +cem’iyet-i İslamiyye’nin ahvali de ayrıca bir hüccettir. O derecede +ki münevverü’l-fikr muallim şakirdinin zihnine bu asarı +bir dersde nakşedebilir. +adan vukūfdan mahrum olan halkı bu çareye vusulden +men’ eden birtakım akabeler var ki o akabeleri ancak zaman +kaldırabilecektir. +–son– +O hangi çıkmaz yoldur ki salik-i bi-basiri attığı hatve-i +vapesininde mecbur-ı ric’at olunduğunu görünce ta a’mak-ı +ruhundan ateşin bir sayha-i nedamet koparmasın? +O hangi haksız mübarezedir ki neticesinde sahibini kemal-i +mahcubiyyetle hakk u hakīkate teslim-i silahda muztar +bırakmasın? +Hak haktır; batıl olmaz. Hak galibdir; onun üzerine +hiçbir şey teali edemez. +şeklinde +olİki +senedir hummavi bir sevda-yı iman ile kıvılcımlar saçan +bir aşk-ı vatanla ateşler püsküren bir garam-ı milliyyetle +“Cenab-ı Kur’an-ı Hakim ”i yed-i yemin-i takdisime +alarak bir hüccet-i ayetiyle bir şahid-i fermanıyla. +Diye feryad ediyorum. İhvan-ı mesleğimden bir çok fuzala +bu canhıraş feryadıma bu hıred-suz enin-i istimdadıma +–kimi tahriren kimi şifahen– iştirak ettiler! +Eğer bir zümre-i muarızin haksız pek haksız yere bab-ı +mucib olmamış olaydı kaviyyen –yüzde doksan– me’mul +cekti. +Siyaset-i İslamiyye’yi şeriat-i İslamiyye’den başka bir şey +zannederek “şeriat siyasete alet edilmez. Ulema öyle her +çekilen yere gidemez; ve gidemediği için +garb’da bulunan varsa kemal-i zilletle salibin huzur-ı insaniyyet +?? ve medeniyyetine ?? medeniyet-i hayvaniyye-i +hun-aşamına itile kakıla götürülerek zir-i pay-ı kahrına atıldığını +gördü! +Hilafet-i mukaddese-i İslamiyye ile mütetevvic Hükumet-i +Osmaniyye’nin za’f-ı siyaseti –hakīkatte yine kendisinden +başka bir şey olmayan– şeriat-i mutahharanın felaketi +olup olmadığını gördü! +Değil fakat mani’-i emr-i İlahi mani’-i i’dad-ı kuvvet olduğunu +anladı! Efsus….! +Ben ne diyordum: Hakka ihtida Kur’an ’a ıktida edelim! +Cenab-ı Hak mü’minlere “yalnız hal-i harbde bulunduğunuz +düşmanı değil a’da-yı istikbalinizi de terhib ve tenkil +edecek bir derece-i ‘aliyyede serian ve acilen i’dad-ı kuvvete +bütün istitaat-i maliyye ve fi’liyyenizi sarfediniz! Siz o +a’da-yı istikbali bilmezsiniz! Onları Allah bilir”! buyuruyor. +Emr-i celil-i i’dad vücubi “yani: Farz” ve fevri “yani: +derhal bila-ifate-i vakt” “Kuvvet”in yalnız hal-i harbde bulunulan +hasmı değil de a’da-yı istikbali de kahr u tenkil edecek +derecede i’dadı matlub-ı İlahi. “Allahü ekber”in şu lutf-ı +kuvvetli harbe her dakīka amade bulunmaklığımızı vücuben +ve ta’cilen ferman buyuruyor. +nında i’lan-ı harb etmesini en baidü’l-ihtimal addederdik +değil mi? Biz tecavüzü kimlerden beklerdik? Karşımıza – +hem de ansızın!?– kim çıkıverdi?? +Şimdi biz Trablusgarb’ın ma’ruz kaldığı şu ciğer-suz şu +can-sitan felaketinden Kur’an-ı Hakim ’e “Biz İtalya’dan bu +gadr u ihaneti bu zulm ü vahşeti ummazdık. Ne yapalım kuva-yı +berriyyemiz onu tepelemeye kafi idiyse de donanmamız +pek zaif! Pek noksan!!” diye arz-ı i’tiraz edebilir miyiz? +vücubinin vasf-ı ta’cilisi bu i’tizar-ı kudeganeyi kirli paçavra +gibi yüzümüze çarpmaz mı? +Hac ve zekatın farz kurban ve sadaka-i fıtrın vacib olması +hanesi olmak hanesinin döşemesi ve sair bütün levazımı +kat kat elbise hademe ve’l-hasıl bir insanın saadet-i +hayat namına muhtac olduğu her şey mevcud bulunmak. +Bu havayic-i asliyye miyanında bir de “esliha-i harbiyye +ve binek hayvanı” kaydı görülüyor. Bu kayd Kur’an-ı Hakim +’deki mezkur “i’dad-ı kuvvet” ayet-i celilesinden me’huz. +Binaenaleyh bir şart-ı vücubi. Bir adam hizmetçi tutmaktan +vazgeçebilir. “Niçin hizmetçi tutmadın? diye mes’ul +olmaz. Keza altı odalı ev yaptırır dördile de iktifa edebilir. +Fakat esliha-i harbiyye binek hayvanı bu mühim ihtiyacları +tamamıyla te’min edip a’da-yı dinin melhuz olan tecavüzü ne +karşı amade bulunmak akdem-i feraiz-ı Kur’aniyye’den dir. +Çünkü vatanın vatan-ı İslam’ın hayat ve memat mes’e lesidir. +Kur’an-ı Hakim ’in her emrini ifa her nehyinden icti nab +ber-vech-i matlub-ı İlahi ikmal etmeden bırakıp diğerine +başlanabilir mi? Düşmanı kahr u tenkil etmek şöyle dursun +hatta vatanını müdafaa ve muhafaza edebilecek kadar kuv vetin +yok iken hacca gideceğim zekat vereceğim kurban keseceğim +diye vatanını müdafaasız bırakmak düşmana “Buyur! +Hane senin..?!” demek değil midir? Şerait-ı vücubu +olmayan veya kısmen noksan olan bir emir nasıl teveccüh +eder? Nasıl işlenilmesi farz olur? Seferi bulunan bir mü’min[e] +oruç tutmak Cuma namazı kılmak farz mı? +daha nasıl anlatmalı bilmem ki…! Beni “hac ve zekatı kurbanı +kaldırıyor..?!” +Diye bi-gayrı hakkın zulmen ve cehlen ithama kalkışanlar +nasıl zerre kadar insaf edip de düşünmediler. Erkan-ı +mukaddese-i İslam’ı istihfaf edecek kadar dinsiz imansız bir +kafir-i billah hiç vatan-ı İslam mülk-i Kur’an için duzahi ateşler +mı? Gece sabahlara kadar inler durur mu? “Fırsat elde iken +kuvvet..! Kuvvet..! Donanma…! Donanma….!” Diye selamet-i +din selamet-i vatan namına bar bar bağırır mı? +Beş yaşında bir çocuk bile bu suallere bila-tereddüd +“Hayır!” cevabını verir. Ya nasıl olur da bu vicdani sualler +bu hakīkatler düşünülmez? Düşünülmez de emvac-ı tel’inat +ve tekfiratı göklere çıkan bir tufan-ı gayz u tehevvürle o +mü’min kardeşin o din ve milleti vatanı için canını fedayı +az gören şehid-i zi-hayatın üzerine hücum olunur? +“Bir mü’min bir mü’mini füsuka veya küfre nisbet etmez +fürden müteberri ise kailine rücu’ eder.” +“Her kim mü’min kardeşini tel’in ederse onu katletmiş +gibidir. Her kim mü’min kardeşine küfür isnad ederse onu +öldürmüş gibidir.” +Bir mü’mini küfre nisbet etmek ne büyük zulüm ne azim +cinayettir! Ağyar ümmetin ulemasını bu ağlanacak halde +görürse sevinç delisi olmaz vatanımızı istila ümidlerine +bir kat daha kuvvet vermez de ne yapar? +Bu tel’inat ve tekfiratın hepsi kaillerine rücu’ etti. Kendilerinin +tecdid-i iman ve nikahı lazım geldi. +Bakalım ellerine ne geçer? +Muhalifinden biri de bir vukūf ve ihtisas-ı fakīhane? ile +kalemi eline almış ibadat-ı maliyyenin şerait-ı vücubundan +bahseden makaleme zekatın masrafından cevap vermek istemiş! +Şerait-ı vücub başka! Masraf yine başka! Bu tarz cevap +bilmem fenn-i münazaranın hangi sahifesinde görülmüş? +Hanki bahsinde okunmuş? +Mezahib-i erbaa kütüb-i fıkhiyyesinden muktebes uzun +boylu bir fihrist-i menkūlat….! +Bu kadar nazik! Bu derece mühim bir mes’ele-i diniyye +ve hayatiyyeye biraz da hezeliyyat ilave etmek kabilinden +“Osmanlılık cihet-i camiasıyla maabid-i gayr-i müslimedeki +kıymetli eşya verilmeli!!” denilmiş! Bu vatan-ı İslam’a dikilen +gözler uzadılan eller medeniyet-i salibe gözleri! Mezheb-i +teslis elleri! Viyana burcları önünden ta Cisr-i Mustafapaşa’ya +ve Volga Nehri kenarlarından Trabzon’a kadar +ric’at eden İslamiyet hakimiyetini; milyonlarla mu’tekıdlerini +kime terketti? Şimdi o kişverlerin hakimi salib değil mi? O +yarı cihan vüs’atindeki topraklar hakimiyet-i İslamiyye’nin +mahkumiyyetine elden çıkmadı mı? +Moskoflar Ayasofya kubbesi üzerine Ortodoks haçını +dikmeye çalıştıklarını bi-perva söylemiyorlar mı? Ya bu bakiyye-i +vatan da hakimiyet-i İslamiyye’nin dest-i tevhidinden +gasb olunmak salibin pa-mal-i istilası olmak tehlikesinde +mek bunun kaili her şeyden bi-haber! Girid’in canavardan +yırtıcı kaplandan müfteris celladdan bi-his ve bi-eman +Rumları o ezmine-i kable’t-tarihiyye vahşileri o engizisyonları +hiçe indiren yamyamlar of…! İnsan söyleyemez ki…– +veliyyü’n-ni’met-i cihan-ı insaniyyet melce’-i medeniyyet +aleyhissalatü vesselam Efendimiz hazretleri– Haşa! Sümme +ve sümme haşa!– Nam-ı akdesine kıyafet taklid ediyorlar; +“işte müslümanların…” diye tepesinden tırnağa kadar tahkīrlere +tükürüklere boğuyorlar! +Ya Rab! Ya Rab! Nasıl oluyor da bu cezire yerin dibini +geçmiyor. Nasıl oluyor da bu şeytanları utandıran ervah-ı +habise mel’anetlerinin bu derece-i hıred-suzuyla beraber yine +yaşıyor? Ne sabursun Allahım! +Yok yok… Bizim kanımız kurumuş! +Hayır hayır… Bizim imanımız ma’nasını kaybetmiş +cism-i bi-ruh! +Melek-fıtrat olsa insan yine vahşetin mel’anetin bu mertebesine +tahammül edemez! Bütün varını son santimine kadar +canıyla başıyla feda eder de bu vahşi canavarlardan +Hiç böyle el’an-ı mahlukattan erzel-i mevcudattan insaniyet +muavenet mi umulur? +Avuç avuç müslüman kanı içe içe şişmiş bu ejder-fıtratlara +karşı kollarını bağlayıp lakaydane seyretmek Müslümanlık +şanı mıdır? Haşa! +Namus; insanın hayat-ı hakīkīsidir. O cevher-i insaniyyet +elden çıktıktan sonra onun için bir saadet varsa o da +“ölüm…!”dür. +Fıkıh diyor ki: “Bir müslüman namazda iken boğuluyorum +yahud yanıyorum..! diye bir feryad işitse –müsteğīs velev +gayr-i müslim de olsa– yine derhal namazı bozup onun +ken yanarken namaza devam etmek haramdır. Hatta ateşteki +tencere taşsa da birkaç paralık zarar edecek olsa yine +namazın bozulup zararın men’i lazımdır.” +Namaz; hacdan birkaç derece efdaldir. Bi-namazın haccı +olur mu? Girid’de hala ve hala müslümanlar kıtır kıtır +kesiliyor; bu bedbaht muvahhidlerin feryadları asmanileri +halvet-nişinan-ı melekutü ağlatıyor! Hac farz olsa +bile madem ki otuz bu kadar bin müslümanın –aileleriyle +bi-günah ma’sumlarıyla– hayatları heder edilmiş sel gibi +kanları dökülüyor; bu bütün ma’na-yı feciiyle zavallı müslümanların +canavar pençesinden kurtarılmaları için haccın te’hiri +farz olur. +Benim fetva vermek haddim değilmiş! Alay imamı imişim! +Müfti sıfatıyla tanımazlar imiş! +O Alay-müftilik ünvanını Abdülhamid kaldırdı. Çünkü +onu hal’ ile tehdid ediyormuş! Yerine Alay-imameti ünvanını +getirdi. Yok Abdülhamid’in hilafetle hala bir münasebeti +varsa o da bu cehl-i mürekeblerin i’tikadıdır. +Şeriat-i Muhammediyye Abdülhamid’in İslamiyet’inde +bile müteemmildir. +Mesail-i fıkhiyyenin her biri bir fetvadır. Eimme-i askeriyyenin +efrad-ı müslimeye okuttuğu dersler mesail-i fıkhiyyeden +başka nedir? Elinde koca bir berat ile fıkıh tedrisine +me’mur olan bir adama “Hayır! Sen fetva veremezsin! +Biz seni tanımayız!” demek o kadar garazka[ra]ne bir +tahkīr-i hakk u hakīkattir ki…! İşte bu cehulane garazkarlığın +haşa!– bir dua mecmuası yahud bir mekteb-i ibtidai ilmihali +zannedenlerin de bu ümmete edecekleri va’z u nasihat +Zaten bu mübarek kisve-i din o kadar sahibsizdir ki avuç +açıp para dilenmek isteyenler için en serbest bir alet-i zillet +ve meskenet olur da yine kimse aldırmaz! Onu bu faci’ hakaretten +kurtaracak kimse bulunmaz! +Dilenmek isteyen bir hıristiyan; papaz kıyafetine girebilir +mi? Böyle bir Musevi; haham kisvesine bürünebilir mi? +Eyvah bizim asabiyet-i diniyyemize! Efsus bizim hayat-ı +milliyyemize! Her mü’min bildiği her hangi bir hakīkati bir +şeklinde yazılmıştır. +hakīkat-i diniyye ve şer’iyyeyi söylemekle mükellef! “Din; +nasihattır” buyuruluyor ki pek doğrudur. Dinde imtiyaz ve +sin de maadası –doğru olsun olmasın!– ağzını kapasın +sussun! Beni İsrail hikayeleri hadis namına uydurulan ekazib-i +şenia-i müftereyatı körü körüne kabule mecbur olsun! +O Vatikan Sarayı’na la-yuhtilik ??? makam-ı teslise has +bir mantıktır. +Münevvere dairen ma-dar hendek içine alınırken bizzat aleyhissalatü +vesselam efendimiz hazretleri ameliyat-ı hafriyyeye +son nokta-i imkanına kadar varıldı. Sahabe-i kiram hazeratı +üç gün ağızlarına bir lokma koyacak vakit bulamadılar. +Zat-ı Hazret-i Risalet-penahi aleyhissalatü vesselam +dört vakit namazı te’hirde muztar kaldılar. +Ne için? Ne için? Hayat her şeyden muazzezdir. Din +hayat ile hayat istiklal ve hakimiyetle kaimdir. Salib mümkün +değil hilali çekemez! Hilal dedikce sinirlerine dokunur! +Bir tehevvür-i mücessem kesilir! Yeryüzünden İslamiyet’in +kalktığını görmek işte onun için en büyük bir saadet! Onun +gaye-i hayali ancak ve ancak nur-ı Hakk’ın itfası!! Katolik +misyonerlerinin arkalarına ordular zırhlılar alıp alem-i İslam’a +musallat olmaları müslümanları her ne suret ve her +hangi vasıta ve kuvvetle olursa olsun hıristiyan yapmaya çalışmaları +terir. +Müslümanlar dinlerini ve dinlerinden başka bir şey +olmayan milliyetlerini vatanlarını muhafaza etmek için imkan +dahilinde buldukları her şeyi ale’l-ıtlak yapmaya me’zundurlar. +Görülmez mi? Şarabın katresi haram iken lokması +boğazında kalan ve o anda şarabdan başka bir meded-res +bulamayan onu içmekle mükellef oluyor. Çünkü +hayat her şeyden muazzez! Yeryüzünde müslüman kalmadıktan +sonra İslamiyet de Sidre’ye çekilir. Cenab-ı Hakk’ın +buyurması işte bu hikmete mebnidir. darlık demektir. +Dinde darlık yoktur. Saha-i kudsi-i diyanet o kadar +vasi’dir ki inde’l-ikrah –tahlis-ı hayat için– lafzan tebdil-i +dine bile müsaade eder. +Fakat maksad mükabere ve müşagabe olunca i’dad-ı +kuvvet farz-ı kifaye halbuki zekat farz-ı ayn diye dört buçuk +fakīrin terfih-i maişetini koca bir milletin hayat namus ve +Bugünden i’tibaren on sene bütün istitaat-i maliyye ve +fi’liyyemizi –Allah’ın emr u ferman buyurduğu vechile– i’dad-ı +kuvvete hasretsek yine a’da-yı istikbalimizi kahr u tenkil +edecek dereceye isal edemeyiz! +Düşünelim: “Kuvvet” buyuruluyor! Ok yay mızrak kılıç +kalkan değil…! +Bunlar bin üç yüz sene evvel birkaç bin dirhem gümüşle +alınabilirdi. Fakat şimdi kuvvet milyonlarla liraya muhtac! +Bir zırhlı iki buçuk milyon altına oturuyor. +Sonra bunun fabrikası da kuvvet! Bak İnsaldo’daki kruvazörümüzü +Zannederim ki son taksiti kalmıştı. İşte düşmanı kahr u +tenkil etmek için aynı düşmana sipariş olunan kuvvet şimdikidir. +Trablusgarb’da başımıza dağları taşları indirir! İktisadi +sevkü’l-ceyşi bütün hutut-ı hadidiyye de kuvvet! Maadin +Avrupa vatanımıza burnunu sokmak bizi vatanımızdan +sürüp çıkarmak için hiç zahmet çekmiyor. Biz bütün +bile Köstendil-Kumanova hattı[nı] almak ciğerimize pençesini +sokmak istiyor. Bağdad hattının açtığı siyaset katmerleri +birer levha-i musibet olup karşımıza dikilmiş! +Allah aşkına! Allah aşkına! Ma’rifetten fenden servetten +ticaretten her şeyden mahrum olan bir millet yaşamak +hakkına nasıl malik olabilir? Allah bizim hatırımız için kanun-ı +tabiati bozsun da bizi guya müslümanmışız diye istisna +mı etsin? Ah….! Bir insan alim olup da dinine milletine +hizmet edemeyeceğine dininin felaketine bi-gane kalacağına +bir çoban bir sığırtmaç olması bin kat hayırlıdır. +tan ibaret kalınca işte böyle Girid de gider Trablus da gider. +Yarın Balkanlar volkanlar kusmaya seyyalat-ı mesaib +akıtmaya başlar Ruslar Karadeniz’de serian ve acilen dört +aded dritnot yapıyorlar. +Bunlar hiç bizim için midir? Hele ikmal borusu çalınsın +hele bir kere denize indirilsin de o zaman Moskof’un bize +karşı alacağı vaz’iyyet görülür! +Deli Petro’nun Ayasofya kubbesi üzerine diktiği göz bir +lahza oradan ayrılmaz. +Avrupa; Trablusgarb’ı İtalya’ya niçin peşkeş çekti. +Emel-i muazzez ve mukaddesini öldürmek gömmek +nesi bir savlet-i müfterisanesidir! Sonra Hükumet-i Osmaniyye’nin +mahvı!.. Dikkat olundu mu? İtalya ültimatomunda +bizi Trablusgarb’ı i’mar etmemiş olmakla itham ediyor. İşte +bu bir intak-ı haktır. “Niçin i’mar etmedin?” demek “Niçin +berren ve bahren takviye ve tahkim etmedin?” sözünün +mukaddimesidir! +Biz Trablus’la Preveze’de kuvvetli birer filo bulundurmuş +sevahili de mükemmelen tahkim etmiş olaydık İtalya +bu harbe cür’et edemezdi kaldı ki Suriye Bahr-i Ahmer sevahili! +Kaldı ki Basra Körfezi! Ya düşman Musavva’dan +Cidde’ye Yenbu’a taarruz Haremeyn-i Muhteremeyn’e tecavüz +etse!... +Hala Konya tarikıyla hacca gitmek istiyoruz! O kadar +gafiliz. Ki haramı farz i’tikad ederek hac uğruna bütün vatan-ı +düşman-ı Kur’an ’a bırakıyoruz! Doksan üç felaket harbinde +Tuna havalisinden Hicaz’a giden bedbahtlar gibi karılarımızı +kızlarımızı Moskof zabitanının Bulgar canavarlarının… +görmek istiyoruz! Yazıktır… Pek yazık! +Bu şikak u nifaktan bu muhasededen bu mükabere ve +muanededen bu müşagabeden bu mefsul ve mevsulü’nnetayic +kıyasat-ı Sokratiyye’den vazgeçelim! Habl-i metin-i +korkmayalım: +Allah’dan +korkalım Allah’dan…! +Allah’dan korkar ittihad edersek bütün dünya bizden +korkar. Onlar İslamiyet’in ne demek olduğunu bilirler. Ümmet-i +Mes’uliyetin en büyüğü ulemayadır. Bab-ı fetvayadır. +! +Vakt-i merhununda bir fetva-yı +d i gerle hükmü fesh olunmak üzere Hilafet-i Muhammediyye +makam-ı akdesine doğrudan doğruya merbut bütün ehl-i +u sarfı vücub-ı aciline bir fetva kafidir. +! +Bu sırada mahdum-ı Peygamberi İbrahim bin Muhammed +hazretleri henüz bir buçuk yaşında olduğu halde vefat +etti. Nebiyy-i şefik efendimiz ziyadesiyle müteessir oldu. Tesadüfen +o gün de güneş tutuldu. Medine ahalisi bunu Cenab-ı +salet’den tashih kılındı ve “Güneşle ay Cenab-ı Hakk’ın iki +ayeti yani eser-i kudretidir kimsenin hayat ve mematı için +tutulmazlar” buyuruldu. +Bundan sonra Yemen’de Esved-i Ansi ve Yemame’de +Müseyleme isminde iki şarlatan peyda olup peygamberlik +da’vasına kalkıştı. Necran’lılar Esved-i Ansi’ye tabi’ oldular +birlikte girip San’a’yı zabtettiler. San’a Valisi Muaz bin Cebel +me’muriyetini terke mecbur oldu ve Me’rib’e gidip ora +valisi Ebu Musa el-Eşari ile Hadramut’a çekildi. +Diğer tarafdan Beni Esed şeyhi olan Tuleyha bin Huveylid +de da’va-yı nübüvvetle sade-dilan-ı urbanı iğfal ü +telef edileceğini vahy-i İlahiyle ashabına haber verdi ve her +üçünün hakkından gelinmesi için evamir-i lazımede bulundu. +Hicretin on birinci yılında Şam mülhakatından Belka’ +üzerine gönderilmek üzere bir ordu tertib olunup +Üsame bin Zeyd hazretlerinin kumandasına tevdi’ edildi ve +serdara sancakla beraber “Babanın şehid olduğu yere git +düşmanları atlara çiğnet” emri verildi. Çünkü evvelce Kerek +beldesinin kıble cihetinde ve Mute denilen mevki’de ehl-i +bularak Zeyd bin Harise Ca’fer-i Tayyar Abdullah bin Revaha +gibi üç değerli ve fedakar kumandanla bir çok sahabi +şehid düşmüş muahharan Halid bin el-Velid’in maharet-i +harbiyyesi sayesinde muharebe kazanılmıştı. Üsame yed-i +Peygamberi’den tesellüm ettiği sancağı –İslam’ın ilk sancakdarı +olan– Büreyde bin el-Husayb’e teslim eyledi ve Medine +haricinde Cürf namındaki mahalle ordusunu kurdu. +Ebubekir Ömer Said Ebu Ubeyde gibi kibar-ı ashabdan +ve aşere-i mübeşşereden bulunan zevat-ı kiram da bu +ordunun efradından idi. Resul-i Ekrem Efendimiz on birinci +sene-i hicriyye Safer’inin sonunda hastalandı. Fakat rahatsızlığına +ehemmiyet vermeyerek askerin techizatına nezaret +buyurdu. Bir iki gün sonra Ali bin Ebi Talib’le Fazl bin +Abbas radıyallahü anhümanın omuzlarına tutunmuş olduğu +halde mescide gelip minbere çıktı ve ashabına va’z u nasihat +ederek kapalı bir surette helalleşti. Ba’dehu minberden +Hastalık gittikce artıyor ashab-ı kiramın teessürü de tezayüd +ediyor herbiri mescid-i şerifin etrafında müteellimane +dolaşıyordu. Nebiyy-i Rahim Efendimiz ashabının teskin-i +alamı için firaş-ı ıztırabından kalktı. Önünde amcası “Abbas +bin Abdilmuttalib” koltuklarında Ali ile Fazl bulunarak mescide +geldi ve minber-i saadete çıkıp didarına müştak olanlara +ebbed kalmadığını zat-ı akdeslerinin de bit-tabi’ muhalled +olamayacağını söyledi. Muhacirin-i evveline hürmet ve riayette +bulunmalarını Ensar’a Ensar’a da lutf u şefkatle muamele +eylemelerini Muhacirin’e tavsiye etti. Daha bir çok +mevaız u nesayihden sonra minberden inip hücresine girdi. +Ezan okundukca yatağından davranıyor mescide gelip cemaate +namaz kıldırıyordu. Fakat vefatına üç gün kala rahatsızlığı +arttırdığı cihetle mescide çıkamadı ve Ebubekir namazı +kıldırsın emrini verdi. Hazret-i Ebubekir daha peygamber +hayatında iken imam olup on yedi vakit namaz kıldırdı. +Rebiülevvel’in on birinci Pazar gecesi Yemen’deki Esved-i +Ansi’nin San’a’da uyurken taraf-ı müsliminden katledildiği +vahyen bildirilmekle bunu ashabına tebşir eyledi. +Pazar günü hastalığı arttı. Pazartesi sabahı biraz açıldı +mescidde sabah namazı kılınırken geldi Ebubekir’e ittibaan +eda-yı salat etti. Namazı müteakıb hücresine çekildi ve artık +rahat döşeğine yattı. +O gün Üsame huzur-ı Nebevi’ye gelip azimeti hakkında +serdar ordugaha gidip hareket etmek üzere iken Resulullah +ağırlaştı. Kerime-i mükerremesi Fatımetü’z-Zehra –radıyallahü +anhayı– çağırttı. Kulağına “Ben vefat edeceğim”der. Cenab-ı +Zehra ağlamaya başladı. Sonra “Ehl-i beytimden en +evvel bana mülakī olacak sensin” buyurdu. Bu defa da +Hazret-i Betul sevindi ve güldü. +On birinci sene-i hicriyye Rebiülevvel’inin on ikinci +Pazartesi günü öğle üstü irtihal-i Peygamberi vukū’ buldu. +Ehl-i beytin feryadı vefat-ı Nebevi’yi Medine ahalisine +duyurdu. Herkes[i] dehşet-amiz bir hayret istila etti. Hazret-i +Ali olduğu yerde dona kaldı Hazret-i Osman’ın teessüründen +dili tutuldu Hazret-i Ömer şaşırıp kılıcını çekti “Her +kim peygamber öldü derse kafasını keserim” diye haykırmaya +başladı. Hazret-i Ebubekir bin-nisbe temkinini muhafaza +eyleyerek hücre-i saadete girip vech-i Risaleti açtı. +Ağlaya ağlaya öptükten sonra ehl-i beyte teselli verdi +ba’dehu mescide gelip Resulullah Efendimizin vefat ettiğini +bunun da pek tabii bir şey olduğunu söyledi. +ayet-i kerimesini okudu. O vakit ashab-ı kiram filhakīka +Resul-i Ekrem’in ahirete gittiğine inandı ve gözlerden +tufan-ı teellüm boşandı. +Vefat-ı Peygamberi’yi haber alan Üsame yed-i Resulullah’dan +tesellüm ettiği liva-yı şerifi getirip hücre-i saadet +pişgahına dikti. Şu hal de bütün bütün teessür ve tahassürü +mucib oldu. +Abbas ve Ali hazeratıyla sair ehl-i beyt-i kiram peygamberin +techiz ü tekfiniyle meşgūl bulundukları sırada ensar-ı +meye kalkıştı. +Bunlardan Hazrec kabilesinin reisi Sa’d bin Ubade’nin +makam-ı hilafete bit-ta’yin kendisine bey’at edilmesi hemen +hemen kararlaştırıldığı sırada Ebubekir Ömer Ebu Ubeyde +hazretleri mahall-i ictimaa yetişti. Cenab-ı sıddik ile Hazret-i +Faruk’un irad ettiği nutuklar üzerine Sa’d bin Übade’nin +ta’yininden sarf-ı nazar kılınarak yar-ı gar-ı Nebevi Sıddik-ı +Ekber hazretleri halife intihab edildi ve oracıkta kendisine +bey’at olundu. +Kibar-ı sahabeden bazıları bir müddet mütereddid davrandılarsa +da bilahare hepsi gelip halife-i Resulullah’a arz-ı +bey’at eylediler. Resulullah’ın nereye defni münasib olacağı +hakkında tereddüd edildi. Lakin hazret-i halifenin “Allah teala +bir peygamberin ruhunu defn olunmasını dilediği yerde +kabz eder” mealinde bir hadis rivayet eylemesi üzerine cesed-i +mukaddesin ruh-ı pür-fütuhu kabz olunduğu mahalle +defnedilmesine karar verildi. +Ve Hazret-i Aişe’ye mahsus olan hücre-i saadetin medfen-i +Risalet ittihazıyla evvela erkekler muahharan +kadınlar cenaze namazını kıldıktan sonra gece vakti tedfin +Şurası hatırda bulunmalıdır ki Resulullah efendimizin +medfun bulundukları mahall-i mübareke “Hücre-i Saadet” +ta’bir edilir. Ravza-i Mutahhara denilen mevzı’-ı mukaddes +muhteremdir. +yazılmıştır. +şeklinde yazılmıştır. +Asya’nın ortalarında ve / – / arz-ı şimali ile / – +/ tul-i şarkī arasında şimalden cenuba doğru kilometre +eni şarktan garba doğru da kilometre boyu bulunan +bir hıtta-i vesia vardır ki Afganistan tesmiye olunur. +Sa’bü’l-mürur ve susuz çöller sarp ve karlı dağlarla mahdud +ve Avrupalılarca gayr-i kabil-i teshir memalikten ma’dud +olan bu münferid kıt’ada bir emaret-i İslamiyye fermanferma +bir terakkī-i ruz-efzun i’tila-nümadır ki Emir-i Afgan +merhum “Abdurrahman Han”ın zaman-ı hükumetinde ibtida +etmiştir. +Hal-i hayatında ikdamat-ı peygamber-pesendiyle tebeasıyla +rehber-i gayret olan emir-i mağfur; vefatından sonra +da vatandaşlarına bir müşevvık-ı mesai bırakmak istemiş +ef’al-i vakıa ve akval-i nafiasını havi olmak üzere –kendi kalemiyle– +kendi tarihini yazmıştır. +Afgan lisanıyla muharrer olan bu tarihi emirin münşilerinden +biri İngilizceye tercüme ederek Londra’da basdırmış +ası Moskof zabitlerine dağıdılmıştır. Ba’dehu İngiltere’nin +Horasan’daki konsolos muavini Gulam Murtaza Han Kandahari +vasıtasıyla Farisi’ye bit-tercüme Tarih-i Kitab-ı Müstetab-ı +Halat-ı Vala Hazret-i Emir Abdurrahman Han ünvan-ı +matbuuyla Meşhed’de tab’ olunmuştur. +Cild-i evveli: Hazret-i emirin zaman-ı sabavetinden mesned-nişin-i +hükumet oluncaya kadar geçirdiği meşakkatli +hayatı himematıyla ahlafına –düsturü’l-amel olarak– ithaf +eylediği nesayih-amiz kelimatı ihtiva eden bu kitabı fazıl-ı +mükerrem Abdürreşid İbrahim Efendi hazretleri edib-i muhterem +Mehmed Akif Bey’e bil-iare tercümesini tavsiye buyurmuş. +Hazret-i üstad ise –daha mühim asar ile iştigal eylemekte +olmasına binaen– bu hizmetin taraf-ı acizanemden +galebe çalmak isteyerek o kitabı Türkçeleştirmeye +ve hidemat-ı meşkuresiyle hayat-ı sermedi iktisab etmiş bulunan +bir müslüman hükümdarını dindaşlarıma tanıtmaya +kalkıştım. +Cenab-ı Hak muvaffakıyet ihsan buyurursa sa’y-i naçizimle +ehl-i İslam’a belki bir hizmette bulunmuş olurum. +yaşında bulunduğum sıralarda pederim beni Kabil’den +Belh’e getirtti. Babam Belh ile muzafatının hakimi olup +benim vürudumda Şibirgan’ın muhasarasıyla meşgūl idi. İki +ay kadar Belh’de kendisine müterakkıb kaldım. Bu müddet +zarfında Şibirgan teshir edilip babam geri dönmüştü. İstikbali +şeklinde yazılmıştır. +Deşt-i İmam’a gittim. Orada mülakat-ı pederle karirü’l-ayn +oldum. O da beni görünce sevindi. Birlikte Belh’e geldik. +Birkaç gün sonra derse başladım. Lakin oldukca kalın +kafalı idim: Bütün gün okuyup yazmaya çalıştığım halde +bugün ezberlediğim şeyi unutuyordum. Bir de tederrüsden +ziyade ata binmeye ve ava gitmeye heveskar idim. Bu +sebeblerden hocamın tedris hususunda gösterdiği mesai bisud +kalıyordu. Aradan bir sene geçince şehir haricinde ve +Tahtapül denilen mevki’de benim için bağlı bağçeli bir +medrese bina edildi. Belh’in havası vahim ve dahili mukassi +olduğundan pederim de bizim medrese civarında bir saray +yaptırdı. Kışlalar ticarethaneler inşa ettirdi. Ağaçlar diktirip +bağlar bağçeler yetiştirdi. Üç sene içinde Tahtapül nevin ve +sebzin bir şehir halini aldı. +Dördüncü yılın baharında pederim büyük babam Emir +Dost Muhammed Han ile görüşmek üzere Kabil’e gitti. Beni +Türkistan Hükumeti’ne naib bıraktı. Altı ay icra-yı niyabet +ettim. Ve hergün öğleye dört saat kalıncaya kadar ders +okumak sonra divanda oturup umur-ı hükumetle meşgūl +olmak ondan sonra bir parça yatıp uyumak ba’de’l-asr da +ata binip akşama kadar gezip dolaşmakla vakit geçirdim. +Kış ibtidasında pederimden aldığım bir mektupta ceddimin +beni Taşkurgan Hükumeti’ne ta’yin ettiği tebşir ve +süvari piyade ve topla derhal hareketim tavsiye +olunuyordu. Ber-muceb-i tavsiye hemen yola çıktım. Taşkurgan’a +vusulümde Vezir Muhammed Esmer Han’ın biraderi +Serdar Muhammed Emin Han oranın hükumetini bana +tefviz eyleyerek Kabil’e azimet etti. +Pederim “Haydar Han” isminde birini bana naib ve +müşavir olmak üzere ta’yin etmişti. Bu adam: Akıl vakūr +muhterem bir zat olduğu gibi tabl ü alem sahibi ve +nefer süvarinin sergerdesi idi pederi de Muhammed Han +namında bir kimse olup Kabil’in eşraf ve a’yanından sayılırdı. +Taşkur[ga]n’da şu suretle imrar-ı hayat ediyordum: +Sabahdan öğleye üç saat kalıncaya kadar ders ile tevaggul +Ba’de’d-ders öğleyi iki saat geçinceye kadar: Divanda +oturup muhakemat ile iştigal. +Divandan sonra bir iki saat kadar: İstirahat ve uyku. +Daha sonra da: Ta’lim etmek ata binmek ava çıkmak +guy ü çevgan oynamak. +Cuma günleri ise: Tamamıyla şikar ile dem-güzar oluyor +ve gece vakti Taşkurgan’a dönüyordum. +Hükumetimin beşinci ayında pederim –esna-yı azimetimde +Kabil’de kalan– validemle beraber beni görmek için +Taşkurgan’a geldi. Ve ilkbahara kadar birlikte bulundu. Bahar +gelince validemi yanıma bırakıp kendisi Belh’e gitti. +Ben bir tarafdan derslerimle diğer tarafdan umur-ı hükumetle +meşgūl oluyor; gerek me’murine gerek ahaliye +hüsn-i muamele ediyordum. Hatta mahsulat-ı ziraiyyenin +bereketli olmadığı yıllırda rüsum-ı mukarrereyi tahfif ve +tenzil eyliyordum. +pederim Taşkurgan’a geldi. Vergilerden benim yaptığım te’cilatı +kabul etmeyerek istirdada kalkıştı. Bunların alınmaması +hakkında çok yalvardım. Fakat dinlemedi “Zaten vilayetin +hasılatı az askerin masrafı ise pek çok. Tahsile mecburum” +diyerek bakiyye-i rüsumdan rupiye topladı. +Ba’dehu kalkıp Belh’e avdet etti. Pederin azimetinden sonra +kendi kendime düşündüm. Aklıma geleni yaptığımı idare-i +hükumete layık bir adam olmadığımı anladım. Binaenaleyh +me’muriyetimden çekilmeyi ve işi ehline tevdi’ etmeyi +münasib gördüm. Yerime Haydar Han’ı ikame eyleyerek +Tahtapül’e gidip yeniden tahsil-i uluma başladım. Haftanın +tamamıyla beş gününü ve Perşembelerin ikindiye kadar olan +zamanını teallüm ve tederrüsle geçirdikten sonra Perşembe +günü akşam üstü ava çıkar ertesi günü ezana yakın +şehre dönerdim. +nefer küçük kölem vardı. Bunlardan başka maiyyetimde +süvariler de mevcud idi ki cümlesinin adedi hemen beş +yüzü bulurdu. Ekseriya Ceyhun kurbündeki ormanlarda +avlanır bazen da Suenkara Nehri kenarında balık tutardım. +Bu sıralarda Herat Hakimi “Vezir Muhammed Yar Han” +kerimesinin bana tezvicine dair pederime bir mektup gönderdi. +Babam vezirin teklifini muvafık bulup kızını bana nişanladı. +Bu münasebetle iki kayınatalar arasında meveddeti +mütekabile husule geldi. +Pederimin nüdemasından Serdar “Abdurrahim Han” +hanedanından olup mensub bulunduğu ailenin maraz-ı ahlakīsine +tevarüs eylemiş hasud ve gaddar bir herif idi. Pederimin +daire-i hükumetinde benim kesb-i i’tibar edişimi +çok görmeye ve askerin serdarlığı bana tevcih olunursa kendi +nüfuzu kalmayacağı korkusuyla hakkımda kin gütmeye +başladı. +Sevk-ı garazla beni her vakit pederime şikayet ediyor +babamın teveccühünü benden izaleye çalışıyordu. +Belh’de otuz bin beş yüz neferden ibaret bir ordu mevcud +mütebakīsi de Özbek Dihrevani Kabili olmak üzere redif +Bunlardan maada altmış dane top vardı ki kısm-ı küllisi +pederimin taht-ı nezaretinde Kabil’de ısaga olunmuştu. +Askerimiz ale’d-devam her gün ta’lim eylediğinden +muntazam ve muallem bir hale gelmişti. Bunların umum +kumandanı “Şir Muhammed Han” isminde bir İngiliz mühtedisi +pederimin ’de ettiği Kandehar Muharebesi’nde esir olmuş +ve kabul-i İslam ile ordumuz kumandanlığına ta’yin +kılınmış fünun-ı adideye vakıf bir fazıl idi. +Bu zat bildiği ulum u fünunu öğretmek ve kendisine bir +hayrü’l-halef yetiştirmek için beni ta’lim ve terbiye etmesine +dair bir gün pederimden izin istedi. Babam bu talebi memnuniyetle +tervic ederek her gün iki saat Şir Muhammed +Han’ın tedrisatından müstefiz olmamı emreyledi. +Kemal-i şevk ile kumandanın derslerine devama başladım. +Pederim Kabil’de birkaç dane tüfenkci ustası getirtti. +Bizim mektebin yanında bir fabrika yaptırttı. Her gün dersi +yemi ameliyat ile tatbik için demirleri döver ve eğelerdim. +Şu suretle tüfenk yapmasını öğrendim. Kendi elimle üç tüfenk +tıklarından iyi buldular. Ben böyle terakkīde devam ettikce +Abdurrahim Han’ın da vehm ü hasedi artıyor ilkaat-ı müzevviranede +yordu. Bir defa benim için şarab içmeye alıştı diye pederime +söylemiş babam da aslı olmayan bir şey dolayısıyla +beni tekdir etmişti. +Şu tekdir-i na-hak fevkalade gücüme gitti. Belh’den +kaçmaya ve Herat’a kayınpederimin yanına gitmeye karar +verdim. Hafiyyen firar hazırlığında bulunduğum esnada +maiyyetimden bazıları pederime haber vermişler. O da tahkīkatta +bulunmuş mes’elenin sıhhati anlaşılınca Abdurrahim +Han’ın isnadatı hakīkat telakkī edilmiş. Bunun üzerine +pederimin emriyle mahbese atıldım ve tamam bir sene zencir-bend +olarak mahbus yattım. +* * * +– Kaziri’nin beyanına nazaran +Abdülmelik tarih-i hicrisinde Kurtuba’da irtihal eylemiştir. +Filhakīka Abdülmelik bütün ma’nasıyla bir ansiklopedist +addolunabilir. Şuabat-ı fünunun kaffesine dair asar-ı mühimme +te’lifine muvaffak olmuştur. Müellefatının mikdarı +bini mütecaviz olduğu iddia olunuyor. Yalnız fenn-i tıbba +dair yetmiş cild kitap yazmış olduğu Doktor Lüsyen’in taht-ı +tasdik ve i’tirafındadır. +– Miladın tarihinde Kurtuba’da +sayılmıştı. Felsefe ve tıbdaki ihtisası umum muasırlarının +taht-ı i’tirafındadır. Fen ve felsefede ta’kīb ettiği metod usul; +nazariyat ve müşahedatı vak’aları tecrübelerle te’yidden +– Bu zat cidden bir harika-i +edebiyatta asrının feridi idi. Endülüs’de ulum-ı riyazıyye ve +mat için –o vakitler cihan-ı medeniyyetin Paris ve Londrası +hükmünde olan– Bağdad’a kadar icra-yı seyahat eylemişti. +sine pek ziyade hadim olmuştur. Muhakemesindeki rasaneti +karihasındaki cevdeti fikrindeki vüs’ati hep bu seyahate +medyundur. Tarih-ı vefatı hicretin . senesine tesadüf +eder. Yahya tarih-i fünunda İbni Semine lakabıyla ma’rufdur. +– El-Hakem +devrinin derin düşünücülerinden ulvi simalarından biridir. +Kurtuba’da ihtiyar-ı ikamet eylemişti. Ulum-ı tabiiyye ve +fenn-i tıbba dair de pek ciddi tetebbuatta bulunmuş ise de +en ziyade badi-i iştiharı olan şu’be-i fen; riyazıyat ve ilm-i +hey’ettir. Mesleme Avrupa mehafil-i ilmiyyesinde pek ma’ruf +bir isimdir. Batla[m]yus Stéolémé’in meşhur el-Me cisti’ +sini şerh ve tenkīd eylemiştir. +rasadat ve tedkīkatta bulunmuştur. Netice-i rasadatını daima +düsturat-ı riyazıyye ile te’lif ve te’yide çalışırdı. Usturlab +hakkında yazmış olduğu bir eser Avrupa erbab-ı ilmi arasında +pek ziyade iştihar eylemiştir. +vanlı eserinde el-Battani’nin ziclerini icmal ve Muhammed +bin Musa ziclerini şerh ve seneleri Arabi’ye tahvil eylemiştir. +Riyazattan Kitabü’l-Muamelat’ ı ilm-i hesaba aid bilcümle +kavaid ve nazariyat-ı adediyyeyi cami’dir. +Mesleme kevakib-i sabite hakkında pek çok rasadatta +bulunmuş ve burcların mevakiini musavvir ve mükemmil +bir harita-i sema tanzimine muvaffak olmuştu. Paris Kütübhanesi’nde +“el-Kimya”ya dair de bir kitabı bulunduğu Doktor +Lüsyen tarafından ityan edilmektedir. +Bodleyn Bodleienne Kütübhanesi’nde suhur ve ahcar-ı +zi-kıyem hakkında pek mühim bir eseri mevcuddur. +mahfuz olan bir eserinde tenasül-i hayvanata dair şayan-ı +dikkat ma’lumata tesadüf olunuyor. +Mesleme Abdurrahman-ı Salis ve el-Hakem devirlerinin +şa’şaa-i irfanını i’la eden eazımdan biridir. Miladın “ ” +tarihine kadar ber-hayat olmuştur. Endülüs maarif-i İslamiyyesi’nin +müessislerinden bulunan bu dahi-i irfanın halka-i +feyzinde tenevvür eden bu zevat asr-ı atinin en büyük simaları +derecesine irtika eylemişlerdir. İbni Sem’ Ebü’l-Kasım +Sıbğ bin Muhammed İbnü’s-Saffar Ebü’l-Kasım Ahmed +bin Abdillah ve biraderi Muhammed bin Saffar ez-Zehravi +el-Kirmani Ebü’l-Hakem Amr bin Abdurrahman İbni Haldun +gibi dahiler Mesleme mektebinde perverşyab-ı kemal +olmuşlardır. +– Tuleytula’da tedrisat-ı ilmiyye ile +meşgūl idi. İlm-i tıb ilm-i hey’et ve ulum-ı riyazıyyede bihakkın +yesinde bir gülbün-i irfan halinde idi. Yetiştirdiği şakirdan +miyanında pek ma’ruf ekabir vardır. +– Muhammed bin Abdurrahman devrinin +en hazık tabibleri en mütebahhir alimleri arasında bariz +bir sima-yı irfan arzeden Yunus; şarktan Endülüs’e hicret +eden eazım-ı erbab-ı fendendir. +Tertib-i edviye ve teşhis-i maraz hususunda cidden haizi +maharet olduğu rukabasının bile taht-ı i’tirafında idi. +“El-Mugīsü’l-kebir” namıyla suret-i terkibi yalnız kendince +ma’lum bir mualece ihtiraına muvaffak olmuş ve bu +sayede pek çok servet cem’ eylemişti. Bilahare bu ilacın +tarz-ı terkibini içinde bulunan mevadd ü anasırı mübeyyin +bir eser neşrederek ihtiraından muasırlarını haberdar ve bu +suretle alem-i tababete mühim bir hizmet ifa eyledi. +– Salifü’z-zikr Yunus +el-Harrani’nin necl-i necibleri olan bu iki genç Abdurrahman-ı +Salis devrinde yani . sene-i hicrisinde bera-yı tahsil +Bağdad’a azimet ve on sene kadar tabib-i şehir Sabit bin +Sina’nın derslerine mülazemet eylemişlerdi. +Şuabat-ı saire-i ulumu da ayrıca Bağdad’ın meşahir-i +erbab-ı fenninden tahsil ve daha bir çok yerleri ziyaret ettikten +sonra tarihinde Endülüs’e avdetle halifenin hizmet-i +tababetine ta’yin olundular. +Ahmed bilahare fevkalade iştihar eylemiştir. Hanesi +adeta bir darülfünun halinde idi. Dairesinin bir kısmını +laboratuvar haline ifrağ etmiş olduğundan on kadar kimyager +gece gündüz burada tahlilat ve tertib-i edviye ile meşgūl +olurlardı. +Ahmed marza-yı fukaraya lazım gelen ilacları laboratuvarından +meccanen i’ta ederdi. Bununla beraber vefatında +yüz bin altından ziyade serveti zuhur etmiştir ki erbab-ı fenn +ü iktidara karşı gösterilen rağbet ve teveccühün bir mikyası +sayılabilir. +Ahmed tababetin bilhassa kehhallik kısmında harikanüma +muvaffakiyetler göstermiştir. +– Emir Abdurrahman en-Nasır li-Dinillah +zamanında Endülüs’e muhaceret eden ekabir-i erbab-ı +kemaldendir. +nüdeması sırasına geçirmiş ve bilahare bununla da iktifa +etmeyerek uhdesine rütbe-i vezaret tevcih ve bil-fi’l idare-i +umura iştirak ettirmişti. İbni Ebi Usaybia’nın rivayetine nazaran +Yahya fenn-i tıbba dair beş cildden mürekkeb bir +eser-i mühim te’lif eylemiştir. +Hükema ’da Yahya’nın fenn-i cerrahideki ihtisasına dair +garib bir hikaye zikrediliyor. +– Emir Nasır devrinde +kati müsül-i saire hükmünde idi. +Ulum-ı tabiiyyeye dair pek derin tetebbuat pek esaslı +tetkīkatta bulunmuştur. Muasırini bulunan ulema deha-yı +Süleyman’a karşı samimi bir meveddet perverde ediyordu. +Daima fazilet-i ilmiyye ve ahlakıyyesini takdir ve sitayişlerle +yad ederdi hakkındaki teveccühünü uhdesine “Saduna” +Valiliği tevcihiyle tetvic eylemiştir. +Darülfünun Osmani edebiyat son sene şakirdanından +Kırimizade İsmail Sıdkı Efendi tarafından Ramazan bayramında +Silistre’de Bayraklı Cami’-i şerifinde okunan Türkçe +hutbedir. +Ey insanlar! Bizi yoktan halk eden Hazret-i Allah niçin +yarattı? +Zat-ı uluhiyyetini +bir bilip ibadet etmek için değil mi? +mü’min olup iyi amel ederse dü-cihan mes’ud +olur aksi takdirde kendi gaybeder. +Ey müslümanlar! Cenab-ı Hak ebü’l-beşer Hazret-i Adem’den +zaman-ı Ahmedi’ye gelinceye kadar bir çok peygamberan +gönderdi her kavmi her milleti daire-i hakk u +adalete da’vet etti. İcabet edenleri mes’ud etmeyenleri har +u zelil eyledi; bu suretle nevbet-i tulu’ afitab-ı Cenab-ı Habib-i +Hazret-i Muhammed sav’e geldi. Vahşet zulmet içinde +bulunan insanlar nur-ı İslamiyyet ile bütün cihanı gördü +yirmi üç sene zarfında nur-ı mübin-i Ahmedi bütün cihanı +şa’şaadar ve ziyadar buyurdu. +Eğer İslamiyet üzere Cenab-ı +Hakk’a itaat edecek olursanız Hazret-i Allah İslamiyet’i i’la +edecek aksi takdirde size nusret etmeyecektir. +Ey mü’minler! İnsanlar bir çok sınıf üzere halk olundu. +Kimi mü’min kimi kafir kimi nafi’ kimi muzır kimi deni +kimi ulvidir. Kim ki iman eder dinini tanır milliyetini sever +yardım ederse o; iyidir kim ki dininden bi-haber milliyetinden +azade ise muzırdır o fenadır. +Babanız Adem valideniz +Havva’dır. Aranızda kavim ve kabile ile olan fark +yekdiğerinizi tanımak içindir. Yoksa iyi biliniz ki sizin büyüğünüz +dinini milliyetini seven ve Allah’dan korkandır bilatefrik +hepiniz hepiniz mü’min hepiniz kardeşsiniz kardeşliğinizi +tekbir ile isbat ediniz. +Ey ma’şer’-i İslam! Bugün Fıtır bayramıdır yalnız giyinmek +koklanmak için değil fukaralara infak bütün mü’minlerin +agūş-ı uhuvvetine atılarak hakk u hukūku helal etmek +ve o fırsat ile Cenab-ı Hakk’ın rıza-yı Bari’sini kazanmak +li saadetli bayramlarımız vardır. Maatteessüf cehalet milliyetimizi +unutturmuş bayramlarımızı alem-i nisyana atmış +yalnız iftar etmek için id-i fıtr et yemek için kurban bayramı +kalmıştır. Bayramlarımızı biliniz izhar-ı şadmani ediniz kin +ü adavet bırakmayınız unutmayınız ki siz müslümansınız +müslümanlara üç günden ziyade kin tutmak haramdır. +Ey mü’minler! Bayramları kumarbazlık ile Yehudilere iş +ü işret ile Nasranilere benzetmeyiniz. Bunlar müslümanlara +yakışmaz. Böyle mübarek günlerde İblis aleyhi’l-la’ne musallat +olur sizi iş ü işrete sefahete fuhşiyata sevkeder zinhar +aldanmayınız. +şeklinde yazılmıştır. +Ey Allah’ın kulları! Bütün alem-i İslamiyyet birbirimizden +hizmet bekliyor: “İmdad imdad ey müslümanlar! +Artık yeter mezheb kavgalarını bırakınız kavmiyeti unutunuz. +El ele veriniz; nur-ı mübin-i Ahmedi’yi bütün küre-i arzın +karanlık yerlerine en hücra köşelerine saçınız şa’şaa-i +diyor. Niçin neden iftirak ediyoruz? Ne için kuvvetlerinizi +” ayet-i kerimesini bilmiyor musunuz? Bari artık insaf +ediniz ittifak u ittihad ile alem-i medeniyyette hatve-endaz-ı +terakkī olmaya çalışınız. +Emin olalım ki bu uğurda çalışacak olursak pek +çabuk ilerleyecek İslamiyet’i i’laya muvaffak olacağız aksi +takdirde helak muhakkaktır. +Teşrinievvel’in birinci Cumartesi günü küşad olunan +Meclis-i Umumi’de kıraet olunan nutk-ı hümayun suretidir: +Muhterem a’yan ve meb’usan +Dördüncü devre-i ictimaınızın resm-i küşadını dahi icraya +beni muvaffak eden Cenab-ı Hakk’a hamd-i na-mütenahi +eder ve a’za-yı meclise beyan-ı hoş-amedi eylerim. +Meclisin üçüncü devre-i ictimaında kabul ve tasdik olunan +kavaninin mevki’-i icraya vaz’ı ve bu cümleden olmak +üzere vatanımızın peyderpey i’marı ve maarif-i umumiyyenin +terakkīsi ve ahalimizin tezayüd-i saadet ve servetine +lazım olan demir yollarla sair turuk-ı umumiyye ve hususiyyeden +lenlerinin inşası ve bazı mahallerde ticaret limanları te’sis ve +menafi’-i servetimizin ihyası hususlarında mazinin teseyyübat-ı +adide ve ihmalat-ı medidesinin peya-pey telafisi esbabına +tevessül edilmekte olduğu bir sırada İtalya Hükumeti +Trablusgarb kıt’asına tecavüz için tasavvur ve tehiyye ettiği +esbabı metalib-i muhıkka şekl ü suretine ifrağ ederek bir +ültimatom vermiş ve hükumetimiz canibinden müddet-i +muayyene zarfında cevap i’ta olunarak İtalya’nın şayan-ı +kūk ve haysiyeti ile mümkinü’t-te’lif metalib-i iktisadiyyesinin +nazar-ı i’tibara alınacağı te’min ve derhal müzakerata +girişilmek üzere metalib-i mezkure neden ibaret olduğu istizah +edilmiş iken cevaben verdiği notada te’minat ve istizahat-ı +vakıayı nazar-ı i’tibara almayarak Hükumet-i Osmaniyye’ye +Hükumet-i müşarun-ileyha muhasemata hatta kendisinin +ta’yin ettiği yirmi dört saatin inkızasından evvel ibtidar +edip bir tarafdan Trablusgarb’a taarruz ve diğer tarafdan da +Adriyatik sevahilindeki sefain-i harbiyyesine tesadüf eden +ve i’lan-ı harbden bit-tabi’ haberdar olmadıkları cihetle dost +devletler sefain-i harbiyyesine icrası kavaid-i bahriyyeden +olan merasim-i ihtiramiyyeyi ifaya müsaraat eyleyen torpidolarımızı +ansızın üzerlerine ateş açarak tahrib ile kavaid-i +mer’iyye-i beyne’l-mileli ihlal ve memalik-i Osmaniyye’nin +Adriyatik sevahilinde kain bazı noktalarıyla Trablusgarb ve +Bingazi kıt’alarına ve harbden bi-haber olan sefain-i harbiyye +ve ticariyye-i Osmaniyye’ye taarruzzata devam ettiğinden +Meclis-i Umumi’nin vakt-i mu’taddan evvel küşadına +lüzum görülmüştür. +Hükumetimiz düvel-i muazzama-i mütehabbeye derhal +müracaatla kavaid-i düveliyyeye ve şiar-ı hakkaniyyete muhalif +ve sulh-ı umumiyi muhafaza için her tarafdan izhar +olunan amal-i halisaneye mübayin olan bu harbe hukūk-ı +meşrua ve mukaddesemiz ve şeref-i millimiz ile te’lifi kabil +olacak bir surette nihayet verilmesi için vesatat-ı sulh-perveraneleri +taleb edilmiş ve devletlerden alınan cevaplar üzerine +devam edilmekte olan teşebbüsat-ı siyasiyye-i muslıhanenin +neticesine intizaren hukūk ve menafi’-i meşruamızın +müdafaa ve muhafazası için icab eden tevessülattan da geri +durulmamakta bulunmuştur. +mugayir olan ve bil-cümle akvam-ı mütemeddineyi duçar-ı +hayret ü teessür eden tecavüzat-ı nagehanisi bir tarafdan +devletlerin niyyat-ı sulh-perveranesine bil-iştirak idame-i +müsalemet için uhdesine terettüb eden vezaif-i mühimmeyi +ve terakkıyat-perverisinden bil-istifade tekemmülat-ı +medeniyyesini vakt ü nakdin müsaadesi dairesinde istihsale +bezl-i makdur eyleyen devletimizin ikdamat-ı sulh-perverane +ve terakkī-cuyanesini haleldar etmiştir. Hukūk ve menafi’-i +meşruamızın muhafaza ve müdafaası hususunda gerek +hükumetimizle Meclis-i Milli’mizin gerek bilumum ahalimizin +uhde-i hamiyyetlerine düşen vezaif-i mühimmeyi +kudret-i beşeriyyenin tealluk edebildiği derecede hüsn-i ifaya +bezl-i gayret eyleyeceklerinden mutmainnim. +Milletimizin terakkī ve tealisi ve vatana vukū’ bulacak bu +gibi tecavüzatın müdafaası için labüd olan kuvvetlerin ehemm +ü akdemi ittihad olduğunu beyana hacet yoktur. +Bil-cümle Osmanlıların beyninde uhuvvet ü ittihad tekemmül +ettikçe fevaidi tezayüd ve memleketimizin her cihetinde +ammenin hükumet-i meşruaya irtibatı tezauf eder. +Meclis-i Umumi’nin üçüncü devre-i ictimaiyyesini müteakıben +vaki’ olan seyahatimde Kosova ve Manastır ve Selanik +vilayetlerinde gördüğüm asar-ı uhuvvet-i Osmaniyye ve anasır-ı +muhtelifeden ictima’ eden yüz binlerce vatanperveran +tarafından gerek Kosova meşhed-i mübarekinde gerek +cihat-ı sairede izhar olunan measir-i milliyeden cidden mütehassis +ü müftehir oldum. +Vatanın saadet-i hali için akdem-i vesait olan bu uhuvvet +ve ittihadı mertebe-i kemale isale bütün Osmanlıların +sarf-ı makderet eylemeleri ehass-ı amalimdir. +Heyet-i Meb’usan ve A’yanımızın dahi gerek ahval-i hazıraya +müteallık mübahesatta gerek nazar-ı tedkīklerine vaz’ +olunacak levaih-ı kanuniyyenin müzakeratında hakīkī ve +ciddi gayeleri hedef ittihaz ederek vatanımızın selamet ü saadetini +te’min edecek mukarrerat ittihaz edeceklerinden eminim. +Diğer düvel-i muazzama ve hükumat-ı mücavire ile olan +münasebatımızın kema-kan dostane ve halisane olduğunu +maa’l-me[m]nuniyye beyan ederim. Hukūk-ı gayra tecavüz +etmemek ve hukūkumuzu muhafaza eylemekten ibaret olan +mesleğimizde sabitiz. +Meslek-i halisimizden ümidvar olduğum terakkiyat ve +saadetimizin husulü için masruf olacak himem-i akılane ve +basiretkaranenizde mazhar-ı muvaffakiyet olmanızı Cenab-ı +Hak’dan temenni ile Meclis-i Umumi’nin açıldığını beyan +ederim.” +* * * +Meb’usan ve a’yan nutk-ı hümayunu kaimen istima’ ettiler. +Nutk-ı hümayun kıraet edildikten sonra Nakībü’l-eşraf +hazretleri tarafından birer dua tilavet edilmiştir. İsmail Hakkı +Efendi hazretlerinin okudukları dua mahzuzıyet-i şahaneyi +mucib olmuş ve bir sureti elde edildiği cihetle ber-vech-i zir +derc olunmuştur. +ud-ı millimizi devlet ve milletimiz hakkında bais-i teali-i şevket +ü şan badi-i tevali-i füyuzat-ı bi-payan eyle ya Rab! +Meşrutiyet-i mübeccelemiz sayesinde ba-irade-i seniyye-i +hazret-i mülukane huzuruyla şeref-yab olduğumuz bu +resm-i küşad-ı mebruru karin-i yümn ü mes’adet-i firavan +eyle ya Rab! +Bu sene-i mübarekede vukū’ bulacak müzakerat ve mükalematımıza +bir kat daha kesb-i intizam ettirerek netayic-i +hasenesini kesirü’l-feyezan eyle ya Rab! +Bil-cümle a’za-yı kiramı mazhar buyurulacakları hüsn-i +measir-i fahirelerin averde-i elsine-i şükran eyle ya Rab! +Her türlü müşkilat-ı dahiliyye ve mu’dılat-i hariciyyenin +hall ü iktişafını tevfikat-ı Rabbaniyyenle kuvve-i teşriiyye ve +kuvve-i icraiyyemiz beyninde husul-pezir olacak ittihad-ı +tam sayesinde sehl ü asan eyle ya Rab! +Ed’iye-i hayri[yy]e-i Hilafet-penahileri her an ü zaman +uhde-i acizanelerimize vecibe-i lazımü’l-iz’an padişah-ı zişevket +ü şan şehenşah-ı ma’ali-ünvan es-Sultan ibnü’s-sultan +es-Sultan Mehmed Reşad Han halledallahü hilafetehu +lerini ile’l-ebed serir-ara-yı şevket ü şan revnak-feza-yı makam-ı +kudsiyyet-nişan eyle ya Rab! +Bil-cümle encal-i kiramını kaffe-i erkan ve hanedan-ı +saltanatını sahn-ı zindeganide hemişe şadan eyle ya Rab! +Ruhaniyet-i celile-i Risalet-penah-ı a’zam’ı makam-ı akdes-i +hilafet-i uzmalarına ale’d-devam meded-resan selamet-feşan +eyle ya Rab! +Ordu-yı mefahir-meşhun-ı Osmani donanma-yı hümayun-ı +milli ve bil-cümle asakir-i berriyye ve bahriyye-i şahanelerini +her zaman mazhar-ı inayet-i Rabb-i Yezdan ve nusret-gerde-i +nişe[s]tegan eyle ya Rab! +Kaffe-i vükela-yı devleti ve cemi’-i me’murin ü müstahdemin-i +hükumeti cadde-i istikamet üzere rast-revan eyle ya +Rab! +Bu sayede bil-cümle memalik ü büldan-ı Osmaniyanı +manend-i gülzar-ı cinan-ı gülistan-ı umran ve tecelligah-ı +emn ü eman eyle ya Rab! +Dinimiz devletimiz efrad-ı milletimiz ecza-yı memalikimiz +ve Meşrutiyet-i idaremiz aleyhinde sarf-ı mesai eden +bedhahanı anasır-ı Osmaniyye’miz beynine ika’-ı tefrika ve +çah-ı hazelan eyle ya Rab! +Ve ale’l-ihtisas bi-gayri hakkın ve bila-mucib bize karşı +eden a’da-yı hak-sarı makhur u perişan her türlü arzu ve +emellerini karin-i haybet ü hüsran eyle ya Rab! +Arzolunan daavat-ı ihlas-gayatımızı karin-i amin-i kerrubiyan +ve bu sayede cümlemizi bütün akvam-ı Osmaniyanı +mesrur u handan eyle ya Rab! +Sübhane Rabbike Rabbi’l-izzeti ilh. +Trablusgarb meb’usları tarafından sabık kabineden izahat +talebini havi verilen takrir suretidir: +Efendiler +Bugün Trablusgarb ve Bingazi bir düşman-ı adl ü insaniyyetin +savlet-i akūranesi ile hak-i pak-i vatandan ayrılmak +tehlikesine ma’ruz bulunuyor. +Trablusgarb ve Bingazi ile vatan-ı aziz ve mukaddes vücudunun +bir rub’unu millet-i mübeccele-i Osmaniyye iki +milyona karib evladını; saltanat Afrika’daki hakimiyetini +makam-ı mualla-yı Hilafet ise Afrika kıt’asındaki doksan +milyonluk İslam ile rabıta-i maddiyyesini gaib ediyor. +Dünya medeniyet ve insaniyetperverliği ile müftehir! +Fakat bütün bu müddeayat-ı kazibe ile beraber el-an +hakkın kuvvetten başka bir şey olmadığını anlamak ve görmemek +Bunun için bizler kalblerimiz kan ağlayarak biliyorduk +ve hükumet ile sizlerin nazar-ı dikkatlerinizi celbe uğraşıyorduk +ki Osmanlı kuva-yı hazırası mülk-i vesi’-i Osmani’den +payitaht-ı saltanattan baid ve müfrez muvasalatı azim kuvve-i +bahriyyeye muhtac ve müftekır Traslusgarb ve Bingazi’yi +böyle ahval karşısında kat’iyyen müdafaa ve muhafazaya +kudret-yab olamayacaktır. +Bu kıt’anın ağyar-ı mütecavire tasallutat ve tecavüzatından +muhafaza ve istihlası Osmanlılığın onlar derecesinde +kavi Osmanlı bahriyesinin hiç olmazsa onlarınki kadar mehib +olmasına mütevakkıfdır. +nane ihmal etmesi yüzünden maatteessüf böyle bir kuvvetin +birkaç sene zarfında ikmal ü itmam edemeyeceği de ma’lum +ve musaddaktır. +Bununla beraber bütün dünya ve vicdan-ı millet i’tiraf +eder ki bedbaht vatanın müdafaa ve istihlası düşmanların +teşebbüsat-ı istila-cuyanelerinin ta’vik u te’hiri hiç olmazsa +Osmanlı şeref-i millisinin muhafaza ve sıyaneti için işbu +kuvvetler haricinde daha birtakım tedabir-i siyasiyye ittihaz +ve tatbiki labüdd ü mümkin idi. +Trablus ve Bingazi gibi bir kıt’anın muhafaza-i hukūk u +menafii yalnız kuvve-i bahriyye-i devlete değil aynı zamanda +metin ve vazıh bir siyaset-i hariciyyeye muhit-i memlekete +muvafık teşkilat-ı dahiliyye ve iktisadiyye yine mevkiin +hususiyetiyle mütenasib tertibat-ı harbiyyeye istinad ve ittika +eder. +Mülk-i mukaddes-i Osmani’nin temamiyet-i mülkiyyesini +bugüne kadar mevcud muahedat-ı kazibede olduğu gibi +yalnız lafzan te’min ve tasdik değil kuvve-i harbiyye ve +bahriyyesiyle te’yid ve tevsikı deruhde eden devletlerle akdi +Trablusgarb ve Bingazi muhit-i mahsusu teşkilat-ı idariyye +ve iktisadiyyesinin vaz’iyyet-i coğrafya ve milliyyesiyle +mütenasib ve müterafık olmasını istilzam eder. Ve bunun +liyyeye malik milli ve mahalli teşkilat-ı askeriyyeye de son +derecede muhtac ve müftekır bulunuyordu. +Evet donanmamızın amal ve arzu-yı millet nisbetinde +bir sür’atle ikmali mümkün olamıyordu. Fakat şu arzettiğimiz +teşebbüsata ibtidar etmek de acaba kabil değil midir?. +Hayır biz ne siyaset-i hariciyyemizle ne teşkilat-ı maliyyemizle +ne terakkıyat-ı askeriyyemizle uğraştık. Trablusgarb +ve Bingazi’yi umum devletlerle vifak u ittifak politikasının +netayic-i mütereddide ve meş’umesine terkettik. Kendi sulhperverliğimizi +safdilane dünyaya dünyanın muhteris devlet +ve diplomatlarına ta’mim ü tevcih ile kendi kendimizi aldattık. +Teşkilat-ı mülkiyyede bugün vatan sevgili vatan uğrunda +kanlarını dökerek hamiyet-i milliyye-i Osmaniyyelerini +gösteren Trabluslu kardeşlerimize memalik-i Osmaniyye’nin +cihat-ı sairesindeki bir çok vatandaşlarımız gibi i’timadsızlık +emniyetsizlik göstermek suretinde atalet ve cehalete pek +muvafık bir meslek-i sakīm intihab eyledik. İş görmedik. İhtilaller +harb-i dahililer icadıyla cism-i vatanı za’fa giriftar +ettik. Mali hiçbir tedbir ittihaz edilmedi. Hazine-i Maliyye’yi +milyonların bar-ı sakīli altında bıraktığımız gibi Trablusgarb’ı +aç ve sefil inlettik inlettik de orada bir muhit-ı acz u za’f +vücuda getirdik. +Nihayet büyük bir gaflet ve terahi ile bugüne kadar ne +asker ne vesait-ı tedafüiyye-i milliyye hiç hiçbir şey hazırlamadık. +Lakin biz bu tedabir-i metine ve ciddiyenin ittihazından +da vazgeçtik. Hakkı Paşa Kabinesi bunlardan sarf-ı nazar +letler ataletler irae etmek bedbahtlığında da bulundu. +Ez-cümle Trablus’un ve Bingazi’nin istilasına muhterisane +nasb-ı enzar etmiş olan düşmanlarımızı tedhiş ile teşebbüsat-ı +kuvve-i berriyyemizin efrad mühimmat ve erzakının suret-i +daimede kafi mikdarda bulundurulmasını bile düşünemedik. +Biz Trablus meb’uslarını ahval-i ma’ruzadan başka +Hakkı Paşa Kabinesi’nin sırf Trablusgarb’a karşı ihtiyar eylediği +siyasi ve idari hatiatını kanlar ağlayarak arz ve ta’dad +mecburiyet-i elimesinde bulundurdu. Şöyle ki devr-i sabıkta +bile oralardaki kuvve-i berriyyenin mevcudu hemen daimi +surette on beş bin ile yirmi bin raddesinde bulunmakta olduktan +başka hin-i iktizada kuvve-i nizamiyyeye yardım etmek +üzere kırk elli bin silahşörü teşkil eden kul-oğlu ocaklarını +tertib ve emr-i müdafaada istihdam olunabilecek bir hale +getirilmek üzere ta’lim-i askeri ile terbiye edilegelmekte +olduğu halde bunu nazara almadıktan maada bütçesinde +Trablusgarb’da nefer istihdamı kanunen kabul edilmiş +bir mikdar-ı mühimmi Yemen’e sevk ile iade edilmedi. Bu +gönderilmedi ve öteden beri oradaki kuvveti iki alaydan +alaylar oraya mahsus iken bu da bir alaya tenzil edildi. Binaenaleyh +fırka mevcudu bugün beş binden noksan bir +mertebeye indirildi. +Saniyen: İ’lan-ı Meşrutiyet’i müteakıb meb’uslukla buraya +geldiğimiz günden beri halkımızın memleketlerini bu gibi +tecavüzattan sıyaneti için kemal-i iştiyakla arzu ve intizar ve +hatta defeatle arz-ı mahzarlar takdimiyle icrasını taleb ettikleri +ahz-ı asker muamelesinin hemen tatbikine mübaderet +edilmesi için tahriren ve şifahen vaki’ olan müracaatımıza +ve bütçesinde Trablus ve Bingazi Ahz-i Asker +Şu’besi’ne me’muren bir kaim-makam ve bir alay katibi ve +dört yüzbaşı ve on üç mülazım-ı evvel ve yirmi başçavuş +tahsisatı kabul edilmiş olmasına rağmen teşkilat-ı mezkureye +ancak bu sene yani bundan dört mah mukaddem yalnız +Trablusgarb’da başlandı. Maatteessüf bu da memleketin ihtiyacıyla +mütenasib bir şekl ü surette yapılmadı. Çünkü esnana +dahil olan efrad on altı binden ibaret iken bunlardan +yalnız üç bin dört yüz nefer alındı. Mütebakīsiyle gönüllü +sıfatıyla müracaat edenler kabul edilmedi. +Halkımızın böyle kemal-i hahişle askerliğe duhule vaki’ +olan rağbetleri şu suretle kesr edildiği gibi memleketimizin +esbab-ı müdafaasını bi-hakkın te’min için kur’a efradından +gayri redif teşkilatına olsun ehemmiyet verilmedi. +Salisen: Devr-i sabıkın hin-i iktizada vilayetin esbab-ı +müdafaasını bi-hakkın te’mini için ahali-i mahalliyyeden +kuvve-i muavine suretiyle alınacak kul-oğlu asakir-i milliyyesinin +teslihine mahsus olarak kemal-i i’tina ile ihtiyaten +hıfzettiği kırk bini mütecaviz martin ve şınayder tüfenkleri +yeni sisteme tebdil etmek vesilesiyle buraya aldırılarak yerine +o mikdarda silah yetiştirilmedi. +Devr-i sabıkta oralara top gibi mühimmat-ı nariye-i sakīlenin +sevki her nasılsa ağyarımızın türlü türlü i’tirazlarına +hedef olageldiğinden pek ihtiyatkarane ve seyrekçe yetiştirilmekte +uğurunda sarfedilmek üzere Harbiye bütçesinde hiçbir fedakarlıktan +kaçmadığı halde düşmanlarımızın matma’-ı enzarı +bulunan şu biçare kıt’alara hiçbir şey gönderilmeyerek pek +mensi ve mühmel bir halde bırakıldığı gibi istihkamat-ı mevcudenin +ta’mirine bile lüzum görülmedi. +Rabian: İtalyanların bu kıt’alar hakkında besledikleri amal-i +leri bir hükumet-i icraiyyece değil çocuklarca bile ma’lum +ve böyle bir halin vukūunda kuvve-i muavine suretiyle +asakir-i nizamiyye ile hareket ettirilmesi lazım gelen yerli +asakir-i milliyyesinin başına geçip kendilerine kumanda +verebilmek üzere oralarda istihdam olunan zabitanın velev +kısmen behemehal lisan-ı mahalliyi ve arazisinin usul-i tabiiyye +ve askeriyyesini bilmesi ehemm ü elzem iken Mekteb-i +Harbiye’den me’zun umum yerli zabitan ile tul müddet +oralarda istihdam edilip lisana ve arazinin vaz’iyyetine kesbi +vukūf etmiş olan diğer zabitan hemen kamilen kaldırıldı. +Yerlerine pek noksan olarak gönderilenlerde ise lisan-ı mahalliye +aşina olanlar aranmadı. Ve bu sebeble şu aralık oralarda +yerli ahalinin de memleketlerini düşmanların tecavüz +ve muhacematından muhafaza emeliyle silaha sarılmış olanları +emr-i kumandaniyi tefhim ve harekat-ı harbiyyeyi +gösterecek emirlerden mahrum edilerek biçareler gayet elim +bir azab ve ye’s içinde bırakıldı. +Hamisen: Esbab-ı müdafaası ber-vech-i ma’ruz tenkīs +ve hemen mefkūd bir halde bırakılmış olan şu kıt’ada düşmana +karşı müdafaa-i vatanda bulunacak biçare halkta mütevaliyen +dört seneden beri yegane medar-ı taayyüşleri olan +mezruattan mahrum olarak fevka’t-tasavvur şedid bir kahta +mübtela olduğu iki seneden beri müteaddid defalar meclis-i +alinizde acizleri tarafından tahriri tekarir ve şifahi beyanatımızla +erkanı tarafından ifadatımız tasdik u i’tiraf buyurulduğu +halde biçare halk zaruret ve ihtiyac-ı şedid içinde bırakıldı. +Meclisin ta’til-i müzakeratı müteakıb daire-i intihabiyyemize +avdetimizde kahttan son derece muztarib kalan ahaliden +maişeti için Tunus ve mahall-i saireye hicret ettikleri ve +meşy ü hareketten aciz olan ihtiyar alil etfal nisvan takımından +olmak üzere dört bin kişinin tese’ül ile sedd-i ramak +yalnız Mart’dan Haziran nihayetine kadar dört mah zarfında +kişi açlık beliyyesiyle teslim-i ruh ettiklerini beyan ile +geçen devre-i ictimaiyyenin sonunda hükumetçe madde-i +muvakkate-i kanuniyye tanzimiyle tahsisi taleb edilen ve +meclisce tahsisat-ı gayr-ı melhuzadan sarfı tasvib olunan on +bin liradan mütebakī sekiz bin liranın tesri’-ı irsali makam-ı +Sadaret’e Temmuz sene evailinde telgraf ve tahriratla +arzedildiği halde yine bir şey yapılmadı. Ahiran muhtacin-i +halka tohumluk ve yemlik namıyla karzan tevzii hükumetçe +takarrur ederek esmanına aid tanzim olunan madde-i muvakkate-i +kanuniyyesi tasdik-ı aliye iktiran eden altı yüz bin +kile şairin yetiştirilmesi gerek makam-ı vilayetten ve gerekse +buraya avdetimizde bizzat tarafımızdan ta’kīb edilmiş iken +daki ihmal ü tesamuhuyla zaten ber-minval-i ma’ruz kuvve-i +nizamiyyeden tecrid edilen bu kıt’anın halkı müdafaaya +tasallutat-ı bi-rahmanesine ma’ruz ve mahkum edildi. +Sadisen: Düşmanlarımızın amal-i siyasiyyelerine ma’ruz +bu gibi nazik mahallerde istihdam edilecek me’murin-i +mülkiyyenin dahi behemehal lisan ve ahval-i mahalliyyeye +vukūflarıyla beraber emr-i idarenin hüsn-i tedvirine elverecek +müstesna yerlerde eşraf-ı mahalliyyeden ve erbab-ı nüfuzdan +ta’yini ilcaat ve zaruriyyattan iken her nasılsa Hakkı +Paşa Kabinesi bunu külliyyen ihmal ederek birtakım mültemesler +ta’yin edildi. Ve şu suretle böyle fevkalade ahvalde +ahali-i mahalliyye me’murin-i idareden fevka’l-had bir hizmet +Sabian: Ehemmiyet ve nezaketi ta’rifden azade +olan işbu vilayet hiçbir zaman birgün olsun valisiz kumandansız +bırakılmadığı halde İtalyanların vaki’ olan müracaatları +üzerine azledilen İbrahim Paşa’nın yerine vali kumandanlığına +ta’yin olunan zevat oraya muvasalat etmeden evvel +müşarun-ileyh İbrahim Paşa buraya aldırıldı. –İtalyanların +oralara hücuma kemal-i ciddiyet ve faaliyetle tedarikatta +bulundukları ve hemen bir buçuk maha kadar imtidad eden +bir müddet-i hadde esnasında bile i’zamlarında iltizam-ı +tereddüd ile– her iki mühim makam oraya yeni giderek +henüz lisan ve ahval-i mahalliyyeye kesb-i ıttıla’ edemeyen +mübtedi bir defterdarla bir miralayın vekaletine terkedildi ve +bit-tabi’ ahval-i ma’ruzanın o havali halkı üzerine azim bir +su’-i te’siri ve adeta hükumetin o kıt’aların idaresinden vazgeçerek +ağyarımızın öteden beri cahil ve halkımızın zihnine +birisi de “devlet memleketinizi satıyor” yolundaki sözlerin +sıhhatine kail olacak ahvale sebebiyet verilerek halkın kuvve-i +ma’neviyyeleri tamamen za’fa düşürüldü. +Bütün bu ahval yetişmemiş gibi İtalya donanmasına +mukabele ile memleketi müdafaa edecek yegane vasıta bulunan +Binbaşı Vahid Bey de İstanbul’a celb edilip yerine diğer bir +kumandan gönderilmedi. Bu suretle şehrin esbab-ı müdafaası +bütün bütün kuvvetten düşürülmüş oldu. +Saminen: İtalyanların Trablusgarb ve Bingazi kıt’alarına +karşı bir hayli senelerden beri besledikleri amal-i istila-cuyanelerini +saklamayarak fırsat düştükce bütün milele bilhassa +Osmanlılara i’lan u beyan eyledikleri umumun ma’lumudur. +aliyet vererek hemen vakt-i müsaidi kemal-i tayakkuzla intizar +edegeldiklerini Hakkı Paşa hazretlerinin Roma Sefareti’nde +bulunduğu hengamda yakından tedkīk eylemeleri +vazife-i lazımeden idi. Bu cihetle herkesden ziyade kendisi +bu hali takdir etmesi lazım gelirken ne kendisinin müşahede +ve ıttılaatına ne Meclis-i Meb’usan’da kendisine vukū’ bulan +müteaddid iş’aratına ehemmiyet vermediği gibi İtalyanların +müterakkıb oldukları fırsat-ı tam Fas mes’elesi olduğuna kanaat +ederek Trablusgarb hakkındaki emellerini tervicde devletlerle +müzakerata giriştikleri bir sırada ve hatta istila için +donanma ve ordusunu ihzara başladığı bir zamanda kendisi +burada seyirci kalması daha garibi şurasıdır ki bu mes’ele +had bir şekle girdiği bir zamanda bile Avrupa’daki süferamızın +yerinde bulunmayarak öteye beriye dağılmalarına +müsaade etmesidir. Bunun felaketimizin tehaddüsüne ne +derece meydan ve imkan bıraktığı edna mülahaza ile anlaşılır. +Tasian: Düşmanımızın hücum ve tecavüze hazırlandığı +bir sırada dahi hiç olmazsa oralardaki kuvve-i cüz’iyye-i +nizamiyye ve mahalliyyenin bir müddet mukavemet edebilmesi +esbabını istikmale sarf-ı mesai etmesi lazım gelirken +kat’iyyen buna da i’tina edilmedi ve hatta i’lan-ı harbe kadar +oraya bir ta’limat veya ihtar u inzarda bulunulmadı. +Emr-i müdafaanın mütevakkıfun-aleyhi bulunan nukūd-ı +kafiye bile yetiştirilmeyerek kuvve-i mevcudesiyle müdafaası +teshil edildi. +Osmanlıların miras-ı ecdad olarak Afrika’da malik oldukları +bu yegane kıt’a-i mübarekeyi her türlü vesait-ı müdafaadan +aciz askersiz silahsız fişenksiz zabitsiz valisiz kumandansız +zahiresiz ve parasız aç ve sefil İtalya’nın baziçe-i ihtirası +olarak terk ü teslim eylemiştir. +Tarih-i ümemde bu derece basiretsizlik bu kadar lakaydi +ve atalet bu mikyasda hubb-i vatandan mahrumiyet +görülmemiştir. +Biz Trablusgarb meb’usları müvekkillerimizin sada-yı +vicdanlarına tercüman olarak şu felaket-i elimeden dolayı +Hakkı Paşa ve rüfekasını muvacehe-i millette itham ediyoruz. +Hakkı Paşa Kabinesi’nin harici dahili mali ve harbi basiretsizliği +Kanun-ı Esasi-i Osmani’nin bu muazzam üss-i +devlet ve Meşrutiyet’in ilk maddesini ihlal etmiştir. +Biz Meclis-i Meb’usan’ı işbu feryadımızla ifa-yı vazifeye +da’vet ediyoruz. +Trablusgarb meb’usları Kanun-ı Esasi’nin otuz birinci +maddesine tevfikan haiz bulundukları salahiyeti bil-isti’mal +şeklinde yazılmıştır. +şu teşebbüsleriyle istikbal-i vatanı tehdid eden mühlik bir lakaydiden +Osmanlılığı tahlis ile hiss-i mes’uliyyet ve lüzum-ı +mücazatı te’min ve te’sise muvaffak olurlarsa umum vatana +belki bir hizmet olmak emeliyle müteselli olacaklardır. +Efendiler +Hayat-ı siyasiyye ve ictimaiyyesinin dördüncü sene kongresini +dahi bi-mennihi’l-Kerim bugün idrak eden Osmanlı +sek ve yüksekliği nisbetinde en mes’uliyetdar bir hey’eti sıfatıyla +sizleri selamlayarak bir sene zarfındaki muamelat ve +vukūat ile bunlardan aldığımız tecrübelere müsteniden müstakbele +aid temenniyatımızı arza ve duş-i tahammül ü mes’uliyyetimize +aldığımız şahsiyet-i ma’neviyyeyi Cenab-ı +Hakk’ın inayetiyle ve bütün haysiyet ve samimiyetle eyadi-i +salahiyetinize teslime muvaffak olduğumuz için kendimizi +bahtiyar addederiz. +Efendiler! Gayet kısa bir mukaddime olarak hey’et-i +aliyyenize arzederiz ki geçen sene kongresinin emniyetine +seza gördüğü bu kardeşlerinizin yegane meziyeti hüsn-i +niyyet ve hiss-i fedakarileridir. Bu iki hissi ta’ziz etmek şartıyla +hey’etinizin münasib göreceği en şedid muahezat ve +Raporumuzu bütün tafsilatıyla dinlemenizden ve ruhlarınıza +belki de biraz kelal vermezden evvel kalblerimizi evvel +be-evvel bu mübarek vatanın şa’şaalı ümidleriyle imla etmekliğimizi +ricaya müsaade ediniz. +Bilirsiniz ki bir milletin en büyük kuvveti kuvve-i maddiye +ve ma’neviyyesine olan i’timadıdır “İttihad ve Terakkī” +Osmanlılığın sinesinde memleketin damarlarına daima ruh-ı +celadet isale eden bir kalb-i feyyazdır. İttihad ve Terakkī +bayrağı afak-ı vatanda i’tila ve iltima’ ettikce –ki ebediyyen +edecektir– milletin kuvvet-i kalbine zerre kadar vehn ü halel +gelemeyecektir. Bilhassa bu kongremize nik-binane atf-ı +enzar-ı dikkat edenlerle beraber bin türlü bedbinlikleri icad +ü ihtiraıyla kuvve-i ma’neviyyemizi haleldar etmek isteyenlerin +de mevcudiye[ti]ni hissediyoruz. Fakat bizler mübeccel +kongremizden istikbale aid bi-payan ümidlerimizi kalblerimizde +daima ta’ziz edecek ve az zaman içinde dünyanın en +kuvvetli ve en müterakkī bir milleti olacağımıza yakīnen +niz. Zaten bu seneki Merkez-i Umumi dahi mütehalif ve +maksada göre binlerce işkal irae eden nazarlar karşısında +şahsiyet-i ma’neviyyenin safvet-i ruhiyyesini muhafaza ve +onu sıyanet için işte böyle bir aşk ve iman ile çalışarak hakka +vusul emrinde alemde ıktiham edilemeyecek hiçbir müşkilat +olamayacağını isbata çalıştı. İstikbal hakkında nik-bin +olmakla beraber haldeki fena cereyanları görerek muhit-i +bazen işlere endişe gözüyle dahi bakmaya lüzum gördü. Ve +fakat hiçbir zaman insaf ve hasafeti elden bırakmamayı gaye-i +meslek ittihaz eyledi. +Efendiler! Hey’etimiz geçen bin üç yüz yirmi altı senesi +Teşrinisanisi evailinde “Millet-i muazzama-i Osmaniyye’nin +adalet ve saadete mazhariyetini idame ile vatanın şeref-i +uzma-yı tarihisini vikayeden başka maksad ve menfaate +malik olmayan büyük ve muhterem Cem’iyet’imizin emel-i +nezih ve gaye-i hamiyyetini lekesiz bir surette muhafaza etmek +Cem’iyyet’e mensub her ferdin vazife-i vicdaniyyesidir” +mukaddimeli bir ta’mim ile işe mübaşeret ve hürriyet ve +Meşrutiyet’i bütün kalb-i selim ile te’sis ve te’yide hasr-ı +mevcudiyyet edeceğine din ve namus üzerine tekeffül eden +ekser-i mevaddını ta’dil ve tevsi’ ile yeni nizamnameyi tasnif +ve tab’ ile tevzi’ oldu. Çünkü cem’iyyet gibi bir hayat-ı müşterekenin +rabıtası mevcudiyet-i hariciyyesinin bir intizam-ı +tam tahtında medar-ı kıyamı nizamnamesi idi. Hayat-ı +müşterekenin te’min ettiği vahdet ancak nizamname ile +tefhim ve fikr-i hürmet ve itaat ancak bunun ahkamına riayet +etmek ve ettirmekle telkīn olunabilirdi ba-husus ki +Cem’iyet’imize mensub kulüplerin ibtida-yı meşrutiyyetten +beri İttihad ve Terakkī gayelerinin te’mini hususundaki hidematına +vüs’at ve inkişaf vermek için yukarıdan aşağıya +doğru bazı teşkilat yaparak onlara selim cereyanlar vermek +kulüplerdeki efrada terakkiyat-ı fikriyye ve ilmiyyemize ihtiyacat-ı +medeniyye ve siyasiyyemize aid hakayıkı neşr u ta’mim +edecek esbab ve vesaiti ihzar eylemek hey’et-i idarelerini +bu nokta-i mühimmeyi teemmül ve mülahaza edecek +zevattan intihaba efradı teşvik ederek bu hususda mafevk +hey’etlere de bazı salahiyetler vermek elzem idi. +Biz nizamnameyi tab’ ile beraber müteaddid ta’mimnamelerimizle +kanunumuzun ruhunu tefsir ve izah ettik. Ve +kulübümüzü cidden vatana nafi’ yegane müessesat halinde +raber kulüplerin müdir ve nazımı hükmünde olan vilayet +hey’et-i merkeziyyeleri teşkilatına en mühim hisse-i mesaimizi +tefrik mecburiyetinde bulunduk. +Ma’lumunuzdur ki geçen sene in’ikad eden kongre +Cem’iyet’in sıfat-ı resmiyye ve meşagıl-i hususiyyeden azade +bir hey’et-i fa’ale-i daimesi bulunmasını istiklal-i cem’iyyet +nokta-i nazarından derece-i vücubda görerek Merkez-i +Umumi murahhaslarını tavzif ve vilayet ve müstakil liva murahhaslarının +mi’ye tevdi’ ve bu murahhasların tavzifi hususunu da Merkez-i +Umumi’nin takdirine ta’lik etmiş idi. Cem’iyyet müstakil +bir fikir ordusu halinde çalışabilmek ve vatanın kaffe-i +aksamında aynı efkar ve hissiyyatı neşr u telkīn ederek yekruh +u yek-emel bir Osmanlı milleti te’sisine muvaffak olmak +olması ve bu muvazzaf murahhaslara ta’limat-ı tahririyye ve +şifahiyye i’ta olunarak Merkez-i Umumi’nin bütün nikat-ı tezahürünü +temessül ettikten sonra daire-i faaliyyette işe başlattırılması +ve bir vilayetin yalnız ahyanen devr u teftiş tarikıyla +değil suret-i muttasıla ve müstemirrede mukarrerat +ve muamelata vukūf peyda edilerek iş görülmesi velhasıl +her türlü tefeyyüzata müstaid olan kuva-yı milliyyemiz +mürşid ü münebbihlerin fıkdanından dolayı hal-i muattaliyyette +kalmış olduğundan mevcudiyet-i siyasiyyemiz gibi +mevcudiyet-i ictimaiyyemizin de dirilmesi için azimkar kardeşlerimizin +rical-i millet sıfatını iktisab ederek mahalli erbab-ı +hamiyyet ve iktidarından tefrik olunacak istişare hey’etleriyle +birlikte uruk-ı millete hulul eylemesi cem’iyyetimizce +ve bizi tevkil eden kongremizce husulü mültezem olan +tekamül esaslarından addolundu ve inkılabın safahatına bilfi’l +rih-ı muhtelifede Selanik İstanbul Trabzon Kosova Manastır +Adana Haleb Çanakkale ve Karesi Cezayir-i Bahr-i +Sefid İşkodra Eskişehir ve Kütahya Canik Sivas Yanya +Van Erzurum ve Bitlis vilayet ve sancaklar merakizine +Hey’et-i Merkeziyye murahhas-ı mes’ulleri ta’yin ü tavzif ve +bunların bulundukları vilayet dahilinde daima kulüpleri teftiş +ve efradı ikaz u irşad eylemeler[i] de tavsiye ve ihtar edildi. +Ve henüz murahhas gönderilemeyen yerlere aid revabıtı +te’min ve tevhid için de nizamnamenin verdiği salahiyete +binaen yine evsaf-ı matlubeyi bi-hakkın cami’ müfettişler +ta’yin olundu ve teceddüd-i ictimaimizin ne gibi esaslara +müstenid olduğunu murahhas ve müfettişlere izah için kendilerine +matbu’ ve mevzu’ bir de ta’limatname tevzi’ kılındı. +Merkez-i Umumi’yi teşkil eden kardeşlerinize bu izahnamede +mai isimleriyle ikiye ayırdılar. Ve teşkilat-ı siyasiyye i’tibariyle +“İttihad ve Terakkī”ye fırka dediler. Yukarıda da arz +ettik. İttihad ve Terakkī memleketin bütün uruk u a’sabına +riyet-i azimesi İttihad ve Terakkī’yi sever ve onu kendisine +bir nuhbe-i siyaset ittihaz eyler. Şu halde İttihad ve Terakkī +Fırkası’nın efradı Osmanlılığın ittihad ve terakkīsini seven ve +Biz İttihad ve Terakkī Cem’iyeti’nin teşkilat-ı siyasiyyesini +üç tabakadan terekküb etmiş gördük. +Birincisi: Hey’et-i Müntehibe’dir ki hakk-ı intihaba malik +olan ve Osmanlılığın ittihad ve terakkīsini düşünen bütün +Osmanlı vatandaşlar[ı]dır. +Cem’iyeti’nin teşkilat-ı intihabiyyesidir. +Üçüncüsü: Hey’et-i Müntehabe’dir ki Meclis-i Meb’usan’daki +hey’et-i meb’usanımızdır. +Hey’et-i İntihabiyye intihab edenler ile intihab olunanlar +arasında bir hadd-i mutavassıttır. Cem’iyet’in hey’et-i fa’alesini +temsil eden Merkez-i Umumi dahi İttihad ve Terakkī +meb’uslarıyla ekseriyet-i millet arasında bir vasıta-i tefhim ü +tefehhümdür. +şeklinde yazılmıştır. +Efendiler! Biz taksimat ve teşkilatı geçen sene kongresinin +bizim için çizdiği hatt-ı hareketinden iktibas eyledik. +Bilirsiniz ki bir aralık Cem’iyet’e yalnız ictimai bir mahiyet +vererek onda bir şemme-i siyaset bile bırakmak istenilmedi. +Bu gayet garib bir vaz’iyet idi. +Bu takdire göre Meclis-i Meb’usan’daki İttihad ve Terakkī +Fırka-i siyasiyyesini hem murakıb hem amil ve haricde +dahi efkar ve hissiyyat-ı milleti tedkīk ve idare külfetlerine +mütehammil farzetmek lazım geliyordu. Kezalik haricde – +hey’et-i umumiyyeler siyasi– teşkilata istinadı olmayan ta’bir-i +diğerle bir asla istinad etmeyen bir fırkanın bir fer’in +nasıl beka-pezir bir mahiyet iktisab edeceği düşünülmüyordu. +Fakat maksad bunları düşünmek değil; Cem’iyet siyasi +yor suretindeki işaatı bila-tahlil iskat veya idare etmektir. +Bunun için zaten mevcud ve hadd-i zatında pek tabii olan +teşkilata bir mecra-yı intizam verilemedi. Geçen sene kongre +bu cereyan-ı mantıkīyi bir dereceye kadar açtı. Biz de +onu tevsi’ ve izahdan başka bir şey yapmamış olduk. +Biz diyoruz ki Cem’iyet intihab zamanlarında hakk-ı intihaba +malik olan ittihadcı ve terakkīperver vatandaşları yani +teşkilat-ı siyasiyye i’tibariyle fırkası efradını tenvir u irşada +mecburdur. Ve bu vatandaşlar arasında kulüplerden birisine +resmen ve muhallefen girmiş olmayanların bulunmasında +dahi hiçbir mahzur yoktur. Cem’iyyetin teşkilat-ı intihabiyyesi +bu vazifesini ifa etmekle Meclis-i Meb’usan’da “İttihad +ve Terakkī” fikrine hadim bir ekseriyet husule getirir ve bu +halde Cem’iyet “İntihab Komitesi” suretinde çalışmış olur. +Meclis-i Meb’usan’daki İttihad ve Terakkī ekseriyeti de +müşterek hedefine vüsul emrinde intihabcılarla kezalik arasında +bir hey’et-i mürşide menzilesinde kalan Merkez-i Umumi +zahürat-ı milliyyeden istifade eder. Meclis-i Milli’nin hayat-ı +teşriiyyesine bir cereyan-ı intizam verir. Bunu söylemek veya +yapmakla Cem’iyet hiçbir vakit gayr-i mantıkī bir vaz’iyette +bulunmuş olmaz. Filhakīka Cem’iyet inkılab-ı siyasinin +bu inkılabın hiss-i tarihiyi ihmal etmeksizin mütun-ı kanuniyye +şeklinde kütüblerini[?] Meclis-i Meb’usan’daki ekseriyetine +ve bu kanunların şüphesiz ki ruh-ı inkılaba tevfikan +tatbikine de o ekseriyetin mu’temedi olan kabineye tevdi’ +eyledi. +Cem’iyet kendinden doğan bu iki kuvvete müzaheret ve +muavenet-i daimesini diriğ etmemek mecburiyet-i tabiiyyesinde +kalmakla beraber nizamnamesinin birinci maddesinde +ta’yin ettiği maksad ve mesleği muhafaza ve müdafaa için +daimi ve aynı zamanda siyasi bir nigehban ve murakıb olmak +vaz’iyetinden hiçbir vakit azade tutulamazdı. +Cem’iyet inkılab-ı ictimainin icrasını da uhde-i hamiyyetine +aldı: Biz bu izahnamede teşkilat-ı ictimaiyyemize kuvve-i +müteşebbise namı verdik. +Fırka namıyla esasat-ı siyasiyye vaz’ eden cem’iyetinin +kuvve-i müteşebbise namıyla vesait-ı iknaiyye ve irşadiyye +şirketleriyle muavenat-ı şefkatkaranesiyle ruh-ı enama hulul +ederek ve sireten adil ve müşfik ve ahlakan necib olan +milliyet-i Osmaniyye’yi iktisaden fa’al fikren hür bir hale +getirmeye çalışmakla mükellef olduğunu isbata çalıştık. +Cem’iyet inkılab-ı siyasi ile şekl-i idareyi ve kanunları +değiştirdi fakat inkılab-ı ictimainin semerat-ı mes’udesi iktitaf +edilmedikçe şekl-i idare ile kanunların tebeddülünden +büyük bir faide istihsal edilemeyeceğini tafsilen anlattık. Ve +madiyen çalışılmasını kulüplerimize tavsiye ve ihtardan hemen +bir an hali kalmadık. Bir cihetten memnuniyetle diğer +cihetten teessürle beyana mecburuz ki teşkilat-ı ictimaiyye +riyle olan münasebatımıza nisbeten daha mes’ud semereler +bahşeyledi. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Ekim +Yedinci Cild - Aded: +Vücudun künhüyle mutasavver binaberin kesbi olduğunu +bahse dair bir takım münakaşat vardır. Bu münakaşat sırf +nazari olduğu cihetle bazı efkara göre haiz-i ehemmiyet değilse +de bilinmesi her halde faideden hali değildir. O kitaplarda +münakaşa şu suretle yürütülüyor: Vücudun bedaheten +tasavvuruna kail olanlar diyorlar ki vücudun bedaheten +tasavvuru kabul edildiği takdirde ya ta’rif-i haddi yahud +resmi ile ta’rifi mümkün olduğunu kabul etmek de zaruri +olur. Vücudun had ile ta’rifi cihetine gidilse onu eczasıyla +ta’rif iktiza eder; halbuki vücud basit olduğundan onu eczasıyla +ta’rif mümkün değildir. Vücudun mürekkeb olduğu +farzedilecek olursa iki ihtimal muvacehesinde kalınır; yani +ya vücudun eczası da kendisi gibi birtakım vücudattan olan +yahud vücudattan olmayan şeylerden olmak lazım gelir. +Eğer ecza-yı vücudun kendisi gibi birtakım vücudattan olduğu +farzedilecek olursa mahiyette cüz’ün külle müsavatı iktiza +eder şu halde ta’rife esas ittihaz edilebilmek için başka bir +mahiyetten istianeye ihtiyac mess eyler. +zadan terekkübü ihtimaline gelince o eczanın ictimaından +hasıl ve bizce ta’rifi mültezem olan zat-ı vücudun eczası +üzerine bir emr-i zaid olması lazım gelir. Zira o vücudattan +olmayan ecza-yı vücud bir yere geldiği zaman onların üzerine +bir emr-i zaidin inzımamı farzedilmeyecek olursa o zaman +asla vücud tahakkuk edemez. O eczanın üzerine bir +emr-i zaidin inzımamı farzedildiği takdirde inzımam eden o +emr-i zaid vücudun yani ta’rifi iktiza eden hakīkatin kendisi +olmuş olur ve bu suretle tahakkuk eden bir şeyin de ecza-yı +vücuda arız ve onların ictimaından mütehassıl olması iktiza +eder. Mes’ele bu surete iktiran edince ecza-yı mefruza “vücudun” +tan olmadıkları farzedilmiş olan ecza kendi mahiyetinin zıddı +bir mahiyete yani vücuda nasıl illet olabilir? +Vücudun mürekkeb olması faraziyyesinde ikinci bir +mahzur daha vardır. Zira ecza-yı vücud üzerine inzımam +eden emr-i zaid o eczanın ictimaından mütehassıl o eczaya +arız olduğu için aynıyla vücud demektir. Şu hale nazaran +terkib-i mefruz vücudun failiyle kabilinde tahakkuk ederek +yine kendisinde tahakkuk etmez. Ve terkibin kendisinde adem-i +tahakkukuna binaen vücudda ta’rif-i haddi ile ta’rif +edilmiş olmaz. +Vücudun ta’rif-i resmisine gelince ta’rif-i resmi muarrefin +künhüdür bir şey bildiremez. Bize lazım olan muarrefin +yani vücudun kendidir. Bir şeyin ta’rif-i resmisi için vücudu +muktezi olan esasların muarrefden daha ziyade bilinmiş anlaşılmış +şeylerden olması ta’rifin şeraitindendir. Halbuki +mefhumat içinde vücuddan a’ref bir mefhum yoktur ki hatta +vücudun ta’rif-i resmisi için esas ittihaz edilebilsin. +Mütekellimine gelince onlar vücudun hadden ta’rifi +mümkün olduğuna kaildirler. Vücudun bu suretle ta’rifi +kabul edildiği takdirde bahis ma’kūlattan ziyade mahsusat +daha doğrusu maddiyat dairesine geçer. Onlar diyorlar ki: +Her şeyin vücudu kendi hakīkatinden ibarettir. Hakayık-ı +eşya ise mütehalifdir. Vücudat-ı sabite vücud-ı mutlakın ecza-yı +muhtelifesi demek olduklarından hakīkatleri i’tibariyle +kendilerinden mürekkeb olan şeye de muhalif olabilirler. Şu +halde cüz’ün külle mahiyette müsavatı kaydından mütevellid +mahzur müntefi olur. Vücudun kesbi yahud bedihi olması +bahsine gelince bu bahisdeki münakaşat onun mefhum-ı +vahid-i müşterek olması faraziyyesine göredir. Bundan sarf-ı +nazar olunursa münakaşaya mahal kalmaz. Çünkü vücudun +hakayık-ı eşyadan ibaret olduğu farzedildiği takdirde o +hakaıktan bazısının daha doğrusu kaffesinin kesbi olduğunu +kabul etmek de zaruri olur. Zira hakaik-ı eşyadan hiç biri +künhüne vukūf i’tibariyle bedihi değildir. Şu halde vücudun +eczası da kendisi gibi birtakım vücudattan ibarettir demek +evla olur. Ve böyle denildiği surette mahiyette cüz’ün külle +müsavi olması lazım gelmez. Zira vücud mefhumunun eczayı +vücud hakkında sadık olması sıdk-ı arazidir. Şu halde bir +şeyin küllü hakkında sadık olan bir mefhumun eczası hakkında +da sadık olması müstehil olmamak lazım gelir. +Eczanın ictimaı halinde onların üzerine bir emr-i ahar +yı vücud üzerine inzımam eden o emr-i ahar mecmuun kendisidir +ve mecmuun kendisi olmak haysiyetiyle de ayn-ı +vücuddur. +Eğer bu mecmuun eczası vücudattan değilse terkib vücudun +kendisinde tahakkuk edip fail ve kabilinde tahakkuk +etmez. +Mütekellimin vücud hakkındaki yukarıki münakaşayı +yürüttükten sonra te’yid-i müddea için bazı misaller irad +ediyorlarsa da onların buraya naklinde bir faide yoktur. Hülasa +mütekellimin bu mebhasde hükmen ta’bir-i umumisiyle +yad ettikleri ehl-i nazarla birleşerek: Vücud mutlak bir mefhum-ı +küllidir. Mefhumat-ı külliyye zihinde mütehakkık olup +haricde mütehakkık değildir vücud-ı mutlakın tahakkuk-ı +haricisi de mevcudat-ı gayr-ı mütenahiyyenin tahakkuk-ı +haricisiyle kaimdir. Yani vücud-ı mutlak onlardan başka bir +şey değildir; diyorlar. +münakaşa edildikten sonra o münakaşatın hey’et-i mecmuası +sıfırda karar veriyor ve münakaşa edenler dönüp dolaşıp +eski mevki’lerine yani mebde’-i münakaşalarına rücua mecbur +oluyor. +Mütekelliminin i’tiraflarıyla da sabit olduğu vechile zaten +vücud hakkındaki tedkīkat-ı nazariyye mefhum-ı vücudun +mefhum-ı vahid-i müşterek olması faraziyyesine göredir. O +faraziyyeden sarf-ı nazar edilecek olursa mevcud ile vücudun +aynı şeyden ibaret olduğu kabul edilerek vücud hakkındaki +münakaşaya da mahal kalmaz. +Zira bahsin bu suretle bir şekilden şekl-i diğere intikali +yalnız vücudun mevcuddan mevcudun da vücuddan ibaret +olmasını tekrardan başka bir şeyi istilzam etmez. Ve ta’rif-i +haddi ile ta’rifi mümkün gibi görülen vücudun mevcuddan +durur. Halbuki asıl bilinmesi lazım gelen cihet yani zat-ı vücud +–mevcuda inkılabı ve bu suretle nazarlarda bir kat daha +ta’yiniyle beraber– yine sütre-i mübhemiyet altında kalmaktan +kurtulamaz. +Hülasa vücud ister zatına ister müteallakı olan mevcuda +nazaran ta’rif edilsin mahiyeti i’tibariyle ne haddi ne de resmi +bir ta’rif ile ta’rif edilemez; edilse bile o ta’rif sadra şifa +verecek bir ma’na ifade eyleyemez. +Umumiyetle Avrupa ulema üdeba ve siyasiyyunu bizim +mıyorlar daha doğrusu bizim adam olmamızı ve iş görmemizi +rürlerse hemen bila-tereddüd İslamiyet’e isnad eder çıkarlar +kendilerinde aynı haller ve daha ziyade fazaih sudur +etse de tefsir ve te’vilat ile örtmeye çalışır ve mutlaka bir +tevcih-i vecih bulurlar. Bu ise onlarca bir düstur-ı amel olmuştur +diyecek olursan caiz olur. Hıristiyan uleması ve bilhassa +kesb-i vukūf ettim zannında bulunanlardan ekseri diyanet-i +lakis bir çok fezail müşahede ederek kör körüne inkar etmekten +sıkılmışlar da “Esas-ı İslamiyet Hıristiyanlık’tan me’huzdür +Hazret-i Muhammed sav İslamiyet’i kable’n-nübüvve +bir rahib-i Nasraniden telakkī etti” gibi sözler dahi +söylemişlerdir. +Yani hakk u hakīkati hiçbir vakit doğrudan doğru i’tiraf +etmek istemiyorlar. Hatta bu kere Trablusgarb mes’elesi +meydana çıkar çıkmaz Avrupa matbuatında Türkiye ahvalinden +bahsettikleri sırada ekseri Türk kelimesi yerinde +müslüman kelimesini isti’mal ederek bazen da iki kelimeyi +çizgi ile “Türk-Müslüman” birleştirerek kullanıyor Trablusgarb +mes’elesiyle mahlut leh ve aleyhimizde bir çok şeyler +yazıyorlardı. +Rus matbuatında haftalık jurnallerden biri Türk-Müslümanların +adem-i isti’dadından bahsettiği sırada sözü on +Temmuz ve otuz bir Mart inkılablarına naklederek diyordu +ki: +“Bu inkılab fi’l-hakīka fevkalade bir muvaffakıyet ve +mahareti haiz ve calib-i dikkattir tevarihde naziri bulunamaz. +Fakat bunun dahi esasını Makedonya’da ıslahat +ve jandarma vazifesine ta’yin olunmuş Avrupalılar kurmuştur +yoksa Türk-Müslümanların fikrinden doğmuş bir şey +değildir.” +Bir adam ortalıkta güneş yoktur derse buna mukabil +Biz ancak diyebiliriz ki: Fırsat bu fırsattır her ne söylerseniz +hakkınız var bütün alem nazarında makbul ve mu’teber +olan kanunları çiğnemekte asla tereddüd etmeyip de +bilahare yine mehakim-i medeniyyet ta’bir ettikleri mehafilde +haklı görülür ve takdir olunurlarsa kim ne diyebilir? +Maamafih gizlice kulaklarına söyleyebiliriz ki: +“Gecenin karanlığı ne kadar devam ederse etsin sabahın +olacağı muhakkaktır bir gün gelir hak yerini bulur.” +Hıristiyan ulemasından hakīkate karşı acib bir ahval-i +ruhiyye var. Hiçbir vakit hakkı i’tiraf etmek istemezler. Bu +hal adeta kendilerinde bir tabiat olmuştur. Hatta bunlar miyanında +kendini Türk muhibbi zannedenler dahi Türk akvamını +medhedeceği sırada: +“Türkler efrad i’tibariyle birer birer gayet güzel adamlardır +fakat mecmu’ i’tibariyle ve idare-i memleket nokta-i +nazarından donmuş ölmüş bitmiş bir millettir bunlar +memleket idare edemezler. Alem-i medeniyyetin selameti +Demekten de zerre kadar çekinmezler. Daha biraz tavzih +edecek olursak bunların bize en muhib olanları bize karşı +doğrudan doğru yüzümüzü yırtmak istemezler. Diğer tarafdan +da kendi desais-i menfaatkarilerinde kat’iyyen ihmal +etmezler. Hiç şüphe yoktur ki mes’ele-i hazırada Almanya +elinden gelmez. +Şimdi hakīkat-i hal böyle iken bizim ümena-i milletimizin +gece gündüz koşarak keşkül be-dest sefarethane kapılarını +çalmaları ve onlara karşı bir hayır ümid edercesine +çözülerek ihtiyar-ı tezellül etmeleri zannederiz ki fazla bir +sade-dilliktir. +Eğer dostluk gösterilmek istenirse devletlerin yekdiğerine +olan dostlukları “Bizim şimdilik beynimizde yekdiğerimize +mukabil av’avemiz yoktur” demek kadardır. Yoksa +ortalıkta bu kuvvetler mevcud iken hiçbir devlet diğerine +mukabil samimi dost zannıyla gafil bulunamaz. Cüz’i gaflet +ettiği gibi bütün menafii haleldar olur. +Bizim evliya-i umurumuz ise –ah ah!– dostluk der hep +feda eder. “Diplomat” kelimesinin ma’nası külliyen hatırından +çıkar. Bu da bizde pek eski bir illettir. Şapkaya perestiş[li]k +neticesi olarak adeta bir hastalık olmuş. +Zannederim en büyük diplomatlarımız dahi vicdanlarına +müracaat ederlerse şapka karşısında pek sade-dilane bulunduklarını +Bazı siyasiyyunumuz dostlarımıza müracaat etmezsek +neyimize güvenelim diyebilirler. Ben de onlara ber-vech-i +ati iki misal göstermekle iktifa ederim. +Japon-Rus muharebesinde Ruslar kendilerini Japonlardan +kat kat kuvvetli zannederlerdi hatta Kuropatkin kumandan +ta’yin olunduğu zaman Petersburg’dan müfarakati +esnasında idare-i akdah olunurken ehibbasından birine hitaben: +“Mikado’ya sulh mukavelenamesini Tokyo’da imza ettireceğime +emniyetim ber-kemaldir” tarzında sözler sarf etmişti. +Bu adamın Petersburg’dan hin-i müfarakatinde maiyyetinde +müteaddid kiliseler tarafından kendine terfik olunmuş +en mukaddes ikona tesavirden yüzlerce suret bulunuyordu. +Ve esna-i rahda evkat-ı mahsusasında bunlardan istimdad +ederdi. Ve derdi ki “Benim bütün i’timadım bunlaradır.” +Amiral Makarof dahi aksa-yı şark filosuna ta’yin olunduğu +günün ferdası “Granştad’da Kronştad meşhur Papaz +rof’u on dört sene müddet ile ruhani sigorta ederek hayatını +te’min etmiş ve maiyyetine de ayrıca mukaddes bir suret +terfik ederek bu suret Makarof’un maiyyetinde bulundukça +kendine düşman mukavemet edemeyeceğini ayrıca tavsiye +etmişti. +Şimdi de gözümüzün önünde İtalya kendini bize nisbetle +hiç şüphesiz kat kat kuvvetli görüyordu ve bilhassa +donanmasına i’timadı ber-kemaldi. Maamafih donanmanın +en büyük kuvveti gemilerin sancak direklerine asılmak üzere +Papa tarafından gönderilmiş mukaddes tesbihler addolunarak +büyük i’timad ile gazetelerinde yazılmış olduğunu Rus +matbuatı da iktibas ediyordu. +Şu halde bizim de bir derece ma’neviyata i’timad etmemiz +Timurlenk demiş ki “Muharebe için on şey lazım: Biri +sipahi dokuzu tedbir” ben acizane demek isterim ki: Bizim +maz. +Bazı büyük diplomatlarımız dahilerimiz meydanda +mevcud iken fikirlerinden bil-istifade mütevekkilen ala’llah +ruhaniyet-i Peygamberiden istimdad ederek bütün mevcudiyetimiz +ten sabr u tahammülden başka bir şey düşmez. Lede’l-icab +açlığı dahi iltizam ederiz. +Trablusgarb ve Afrika’da bulunan kardeşlerimiz de fi’len +mukavemet ederek üç beş ay nihayet sekiz ay muharebeyi +devam ettirebilirsek emin olalım İtalya evliya-yı umuru +Trablusgarb’da değil Roma’da nasıl barınabileceklerini düşünmeye +mecbur olacakları gibi Avrupalı dostlarımız da o +zaman bizim keşküllerimizi aramaya çıkarlar da bulumazlar +biz de o zaman biraz gözlerimizi açacak olursak onların öz +keşküllerine kapitülasyonlarını doldurup gönderebiliriz. +Bu da gayet basit bir şeydir. Bunun için bize yalnız bizim +aklımız ile iş görmek icab eder. Yoksa sefaret tercümanlarından +Mister Steed’den bilmem kimden akıl toplayacak +olursak artık olup olacağımız “Erken olmayan geç olmaz. +Geç olmayan da hiç olmaz” misaline mısdak olmaktır. +Şimdi artık tecrübe olunduysa olundu bize bizim aklımız +selam. +Yine pür ateş-i gayzım açılınca basarım +Şu’le-i berk oluyor hüzme-i nur-ı nazarım; +Pare-i ahkere dönse dağılıp zerrelerim +Hasmıma değmeyecek dane-i kemter-şererim! +Çekil ebhar önümden varayım ağyare +Dönmesin katrelerin ebhire-i zehhare! +“Mütefekkir” +Bir tarafda koca bir ordu denizle mahbus; +Sular üstünde Girid boynunu bükmüş me’yus; +Mısır’a Hind’e Fas’a İran’a kol atmış kabus! +Ey zaiflerde kalan hak medeniyet namus!... +Dalgalar hande-i nefrin bu yaman ruzgare +Yol açın sille-i kahr indireyim hunhare! +* * * +şeklinde yazılmıştır. +Medeniyyet mi?... Deniyyet bu kuduz tuğyanlar +Ey dişi pençesi ruhunda nühüfte kaplan! +Döktüğün hak kanıdır ki silemez ummanlar; +Akdeniz vahşetine dalgalarıyla bürhan! +Dalgalar ki eder isal-i peyam edvare +Çiziyor facianı nasıye-i ebhare! +“Gazub” +Şarkın afakına bak ey mütehevvir canavar! +Yıldırım parlatıyor kinimi gök haykırıyor; +Boş bulup Akdeniz’i kendini sanma kahhar +Bir adım at karaya gör: Kim imiş kim makhur? +Yok ise elde tüfengim kalamam biçare +Sökerim kalbimi! Kalkan tutarım hemvare! +* * * +Kılıcın berk-ı şerer-bar ise cismim ahen; +Ra’d sıytınsa sükutum gazab-ı ru’b-şiken; +Kurşunun olsa şehab-pare topun seyyare +Kalb-i puladıma asla olamaz ra’şe-figen! +Savletinle vatanım dönse de ateş-zare! +Söndürür hunüm ile benzetirim gülzare! +“Semaya Nazra-günan” +Kızar ey vech-i sema vech-i ter-i illiyyin +Altı bin yıldır akan demlerin aksiyle kızar! +Bu kızıl katreleri görmelidir lemh-ı nazar: +Ruh-ı safında birer nokta-i zül! Karha-i şin! +Ne durur berklerin ra’dlerin avare? +Gürle in hande-i la’net kesilip yekpare +“Arkaya Bakar” +Ruzgarlar ey esen nefha-i devvare-i har! +Geliyor düşmanınız işte olun ateş-bar; +Ey yürür kuhlar ey tude-i rik-i seyyar! +Çekiniz pişine bir silsile-i ahker-zar; +Fırlayın mermi-i niran olarak ağyare +Benzesin badiyeler mezhere-i hun-zare! +“Müteneffir” +Yadıma gelse ne dem nam-ı “İtalyan” lerzan +Umk-ı ruhumda olur gayz u gazab ra’d-efşan; +Her kılımdan açılıp kırmızı bir fevvare +Çıkmak ister gibi şiddetle kanım pür-galeyan… +Ey İtalya bana açtın ebedi bir yare +Onu ensal-i müselsel geliyor izhara!... +F. Sacid +Yıkandı bahr u sema… Son reşaşe-i rahmet +Geçip gidince bulutlar dağıldı cevv-i kebud +Pür-inbisat edip izhar-ı çehre-i safvet +Bütün halavet-i ruhuyla oldu hande-nümud. +§ +şeklinde yazılmıştır. +O rütbe saf ü münevver ki bir güzide-revan +Kadın sabahati var mübtesim likasında. +O rütbe neş’eli ki mai gözlü bir afacan +Çocuk şetareti perrende incilasında. +§ +Deniz de gösteriyor iltifat-ı mihr-i besim +Gunude mevceler üstünde bin tebessüm-i nur +Kucaklıyor gibi her zerre-i beşuş-ı nesim +Bir iltima’-ı sürur +§ +Değil sipihr ile emvac-ı lem’a efsürde +O inşirahın içinde bakılsa her yerde +Latif ve nazra-nüvaz +Bir ibtisam-ı kebudi eder gibi pervaz. +Maiyyetimdeki Arab süvarileri bu sade da’veti işitir işitmez +–bir ecnebi misafirinin hizmetine me’mur oldukları hatırlarına +bile getirmeyerek kemal-i serbesti ile– atlarından indiler; +salat-ı asrı –cemaatle– eda etmek üzere derhal saflar +teşkil eylediler. +Ben şöyle bir tarafa çekildim. O dakīka-i i’tizalimde yerlere +geçmek istiyordum! O geniş mantolara bürünmüş olan +safların bir vaz’-ı ihtişam ü azametle birden eğildiklerini: +Rüku’ ve sücudlarını görüyor ve –her tebdil-i vaz’iyyette– +tekerrür etmekte olan: +Zemzeme-i ulviyyesini işitiyorum. +Bu na’t-ı azamet-i İlahiyye; bu vasf-ı ezeli-i kibriya vicdanımı +o kadar titretiyor ruhumu o derece tehyic ediyordu +ki te’sirin bu rütbe-i i’caz-nümununu okuduğum felsefe kitaplarının +fevka’t-tabiiyye bende böyle bir te’sir husule getirmedi. +Hicab-ı vahdetimden öyle bir kabus-ı ıztırab altında eziliyordum +ki mümkün değil ta’rif edemem. +Demin nazarımda en küçük emrime amade bir sürü hizmetkar +addeylediğim bu Arab süvarilerinin şimdi bana karşı +ulvi bir tefevvukla iftihar eylemekte olduklarını adeta hissediyordum. +Hemen onlara “ben de sizin gibi mü’min ve muvahhidim. +namaz kılmasını ibadet etmesini bilirim!” diye +bağıracağım koşup aralarına gireceğim geliyordu! +O ne veleh-bahş ulvi manzara o ne dil-firib aheng-i vifak +u ittihad idi ki yapağıdan ma’mul elbiselere bürünmüş +olan o Arablar gösteriyordu! +O horun o haşarı hatta binicilikteki iktidar ve maharet-i +fevkaladeleri şöhretgir-i alem olan o Arabların bile güçlükle +zabtedebilecekleri derecede haşarı olan atlar; yanıbaşlarında… +Hepsi toplu! Hepsi ses[si]z; hareketsiz başları önlerinde +dizginler yerlerde! +Sanki bu atlar efendilerinin kılmakta oldukları namazlarını +tebcil ve takdis ediyorlardı. +Bu hayvanlar “Cenab-ı Peyamber-i a’zam efendimiz +hazretleri”nin rükub-ı saadetleriyle şeref-yab olan at cinsinden +rine Cenab-ı Peyamber-i a’zam aleyhissalatü vesselam efendimiz +hazretleri mübarek pirahenlerinin ucuyla lutfen burun +deliklerini silmişler! +Sahralıların bu payansız ufukları içinde vücuduna yapışmışcasına +gayet dar ve münasebetsiz bir kisve-i askeriyyeyi +labis tek bir ben bulunuyor idim. +Ruhun ihtisasat-ı ulviyye-i diniyye içinde istiğrakına i’tilasına +pek müsaid olan şu sahrada Cenab-ı Hakk’a o kadar +saf o kadar ulvi namaz kılmada rüku’ ve secdelerini mütevaliyen +tekrar eylemekte olan bu Arablar karşısında ben – +bilhassa bu vaz’iyyet-i bi-edebanemle– bir idraksiz hayvanı +! –daha doğrusu– bir köpek!??i taklid ediyordum! +Vaktaki tenezzühden avdet edip vahdetgahıma çekildim. +Vicdanımı ruhumu istila etmiş olan teessürat bütün +bütün galeyana başladı. Bir derecede ki zabtında cidden +müşkilat çekiyordum. +mun hissiyyat-ı sevad u garamım bir seyl-i münhadir gibi İslamiyet’e +doğru akıp gidiyordu. +Bana öyle geliyordu ki: Cenab-ı Hakk’a layık hakīkī +takdisat ve tahmidat arzeden adamları ilk defa olarak şu +sahranın hür ve azade hayat-ı bedaveti içinde görüyor ve +“hakīkī ibadet varsa işte ancak müslümanların şu azametli +namazları şu ulvi rüku’ları şu kudsi secdeleridir!” diyorum. +Bir de o dakīkada kilise ayini hatırıma geldi; namaz ile +yekdiğerini mukayese etmek istedim nerede…! İbadet namı +altında yapılan bu ayinler sırf dinsizlikten ilhaddan +Okusunlar! Okusunlar da –eğer zerre kadar akılları zerre +kadar vicdanları zerre kadar insafları; eğer damarlarında +zerre kadar Türk kanı zerre kadar kalblerinde İslam hissi +varsa!– başlarını elleri arasına alıp Renan’ın i’tirafatını nedametlerini +Kont hazretlerinin ihtisasat-ı ulviyye-i +hakperestanesinin esbabını düşünsünler! +Sübhanallah! Sübhanallah! Bir kere daha Sübhanallah! +Şu sahifeleri –hin-i tercümede– bilmem kaçıncı defadır ki +okuyorum her okuyuşumda vicdanımdan bir sada-yı hayret +ve istiğrab kopuyor; samiamı çınlattırıyor! Adeta gözlerime +Biz; şevketli dinimizin bu mukaddes hakīkatü’l-hakayık-ı +ezeliyyenin –a’dasına karşı– müdafaasını o mütefennin ! +mütefekkir ! ilim ve irfan da’vasıyla göklere çıkmak isteyen +gençlerimizden beklerken bütün fazileti bütün meziyeti +kisve-i mukaddese-i şer’iyyesine münhasır bazı sigacılara +Zeyd ile kıyam arasındaki nisbet-i hayriyye arasına sıkışmış +kalmış mütehassıslara cevami’-i şerifede evet evet cevami’-i +şerifede ders-i hakīkat ve fazilet vererek şu zavallı ümmet-i +Muhammediyye’nin gözlerindeki bağı çözmeleri kulaklarındaki +pamuğu çıkarmaları lazım gelirken bu zavallılar hey’et-i +rılıyorlar. İslamiyet’e hayat-ı ictimaiyye ve milliyye-i İslamiyyeye +kat’iyyen bigane bir unsur halinde kalıyorlar! Öteden +Fransız doğmuş Fransız büyümüş bir Kont çıkıyor +hakk u hakīkat namına İslamiyet’i takdis İslamiyet’i –düşmanlarına +karşı– bütün kuvvetiyle müdafaa ediyor! Hiç olmazsa +bari Avrupalıların bu gibi asar-ı celilesini okusalar da +tercüme etseler! Hayır! İslamiyet’i zulmen tahkīr eden asar-ı +mel’uneyi tercüme daha hoşlarına gidiyor!!! +var-ı füyuzat-ı İlahiyyenin tecelligah-ı şa’şaa-nisarı! +O; bir Ka’be-i insaniyyettir ki içine giren Renan gibi en +büyük düşmanlarının bile kalblerindeki gayz u kini –velev +bir lahza için olsun– susdurur! Çarpılmış vicdanını düzeltir! +Ruhuna kuvvet verir. +nedametler o i’tiraflar aynıyla o sarsıntılardır. O bir mataf-ı +medeniyyettir ki taif ü akiflerini libas-ı unsuriyetlerinden +kisve-i kavmiyyetlerinden tecrid eder. Ruhlarını yoğurur bir +kütle-i diyanet bir vücud-ı İslamiyyet yapar. Her biri bir zerre-i +nur! Her biri bir katre-i ziya! Yirmi dört saatte beş defa +gelen mü’minlerinin ayine-i vicdanlarına her iki ictima’ arasındaki +fasılalar içinde konan gubar-ı infialat ve ihtirasatı siler. +Daima mücella ve musaffa bulundurur dargınları barıştırır +birbirine yaklaştırır. Öpüştürür halalleştirir. Zalemenin +cebabirenin mezalim ü i’tisafatını –isimlerini yada tenezzül +etmeksizin– yüzlerine çarpar. Mazlumları nefrin makhurları +tesliyet eder. Hey’et-i celile-i İslamiyyenin ma’nen ve maddeten +bütün revabıt-ı ictimaiyye ve milliyyesini daima tevsik +eder. +En ufak en adi görünen bir rabıtanın inkıtaına imkan +bırakmaz. Hepsi bir can! Hepsi bir vücud! Öyle “bünyanun +mersus” sitayiş-i Kur’aniyyesinin memduh-ı mücessemi +mevsuf-ı zi-hayatı olan bir kal’a-i ahenin-i ittihad vücuda +getirir ki değil onun kapılarını kırmak değil onu feth u teshir +etmek hatta en ufak bir taşını bile yerinden oynatabilecek +ne bir İskender tasavvur olunur ne de bir Dara….! +harb-i celilidir. Sultan-ı tevhid henüz +payitaht-ı ittihadını te’sis ediyor henüz serir-i kudsiyet-masiri +üzere –birkaç yüz kişiden ibaret olan– muvahhidlerine +ref’-i cemal ederek ezhar-ı ibtisam saçıyordu. Bir Mekke kafile-i +ticareti Şam’dan avdet ediyor Medine-i Münevvere civarından +geçmek üzere bulunuyordu. +Cibril-i Emin geldi; seyf-i cihadı cenab-ı eşcau’l-enbiya +aleyhissalatü vesselam efendimiz hazretlerinin miyan-ı +mübareklerine kuşattı. +Kafilenin ta’kīb buyurulduğunu Mekke haber aldı. Derhal +bin kişilik bir kuvvetle imdadına koştu. Kafile ise henüz +hudud-ı ta’kīb dahilinde mahkum-ı şikar bulunuyordu. +Revha’ mevkiinde bulunan ordu-yı hümayun kafileye +yetişmek üzere yola çıkmış Safra’ denilen mahalle yaklaşmıştı; +bir de Kureyş ordusunun gelmekte olduğu haber +alındı. Şeref-sadır ola[n] irade-i kudsiyye-i Risalet-penah-ı +a’zami aleyhissalatü vesselam üzerine derhal Meclis-i Şura +Zat-ı akdes-i hümayun –kafile elimizin altında fakat Kureyş’in +de ordusu geliyor. Bu iki taifeden birini şüphesiz Cenab-ı +Hak size va’d ediyor. Kafileyi mi istersiniz yoksa Kureyş +Meclis – Ba’de’l-istişare Kureyş’le harbi ya Resulallah! +Hazret-i Faruk –Ya Resulallah Kureyş şimdiye kadar izzet +ve şevketiyle yaşadı. Zillet görmedi. Elbette yolunuza fedayı +cana Kureyş ile harbe amadeyiz. +Hazret-i Mikdad – Ayağa kalkarak Ya Resulallah! Allah’ın +emrini infaz buyurmanızı istirham ederiz. Biz hepimiz +yolunuza güle güle feda-yı cana teşneyiz. +Zat-ı hümayun-ı Risalet-penah-ı a’zamilerine Beni İsrail’in +Cenab-ı Musa hazretlerine: +Harun ile beraber git! Harb et! Biz burada otururuz +dedikleri gibi biz; –haşa! Söylemeyiz. Biz; emir buyurunuz +maiyyet-i +hümayunlarıyla +Yemen’e +kadar +götürseniz +gitmekte zerre kadar tereddüd etmeyiz. +Hazret-i Sa’d İbni Muaz –Vallahi ya Resulallah! Kölenize +öyle geliyor ki bizi Ensarı murad buyuruyorsunuz! +Zat-ı akdes-i hümayun –Evet….! +– Biz; zat-ı akdes-i hümayunlarına bütün samimiyet-i +kalbimizle bütün safvet-i vicdanımızla bütün ismet-i +ruhumuzla iman ve Cenab-ı Hak’dan getirdiğinizi tasdik +eyledik. Yolunuza bin canımız olsa feda edeceğimize ahd ü +misak ettik. Emr u irade zat-ı akdes-i hümayunlarınındır +Zat-ı akdes-i Risalet-penah-ı a’zamilerini meb’usün bi’l-hak +buyuran Allahu ekbere kasem ederim ki “Şu denizi karşıdan +karşıya geçiniz!” diye ferman buyursanız bizden Ensar’dan +zerre kadar tehallüf edecek geride kalacak bir ferd bulunmaz. +A’damızı istikbalden asla korkmayız! Meydan-ı harbde +sabur u sadukuz! +Me’muldür ki Cenab-ı Hak bizden memnun olacağınız +hidemat-ı mebrureyi zat-ı akdes ü a’lalarına gösterir. +Allah … Bu nasıl ulüvv-i vicdan! +Allah … Bu ne aşıkane iman! +Allah… Bu melek mi ya ki adem +Vicdan bu sual önünde ebsem +Ebsem nice olmasın ki söyle: +Tarihde misali var mı böyle? +Deryaya atılmak bi-mehaba +Vermek buna aşikare imza +Hayret… Buna bi-nihaye hayret! +Ya sen ne sanırsın kim bu dini +Te’sis eden mücahidini +Kim her biri bir cihan-ı iman +Bedr-i Kübra muzafferiyet-i azimesini “La Martin” Tarih-i +Osmani ’sinde şöyle vasfediyor: “İşte size yanar dağlar +gibi feveran eden ve kainatı –Keyhüsrevlerin Napolyonların +milyonlarca ordularından daha müdhiş bir surette– zir ü zeber +etmek üzere meydan-ı hamasete atılmaya hazırlanan bir +ordu! Bir ordu ki deruhde ettiği harbin ehemmiyet ve azametiyle +mevcud-ı adedisi arasında nisbet tasavvur olunmaz. +Bu; bir ordu değil ancak onun taliası piştarı olabilir. +“Bir milyon cengaver bir haris-ı cahın amal-i fatihane ve +sevda-yı şöhretperestane uğrunda mahvolarak yeryüzünde +kemiklerinden başka bir eser bırakmazlar! +“Üç yüz on dört kişilik şu bir avuç şir-i nerler ise sırf i’layı +kelimetullah fikr-i ulvisiyle a’da-yı müşrikine karşı sıyırdıkları +kılıçlarına küre-i arzın –ila maşaallah asırlarca zir-i +pa-yı satvet ü şehametlerinde bulunacak– bir sülüsüne baş +eğdirdiler! +“Artık nazarları a’dadın kesretiyle eslihanın dehşeti arasında +mahsur kalan zamanemiz maddiyyununun en alim +geçineni ne derse desin dinleyemem. Muzafferiyet; adedin +kesretinde değil belki muzafferiyet; Allah’ın ve Allah için +akaid-i batıla erbabına karşı sell-i seyf-i cihad eden zat-ı +“kudsi-sıfat”ındır. Cild sayfa ” İşte bu şevketli mücahidinin +bu azametli müessisin-i dinin sitayişi hakkında bir +Fransız filozofunun fikri! İ’tikadı! Vicdanı! +Bizde müslüman namını –bi-gayri hakkın– taşıyan ve +tefennün namına -şüphesizdir ki– tecennün etmiş garb medeniyet-i +hayvaniyyesinin perestişkarları çılgınları görsünler +de La Martin’e hande-i istihfaf u istihzalar fırlatarak din-i +celil-i İslam’a biganeliklerini masonluklarını ilhadlarını tebrikler +etsinler! +Bizce La Martin gibi Kont gibi; Lavale ve emsali fudelayı +garb şarkın bu mütefessih müslüman!larından bu +müteaffin dimağlarından pek kıymetdar; pek ulvidir! +Çünkü i’tibar hatimeyedir. Onlar dinimizi tebcil ü tekrim +ünvan-ı İslam altında İslamiyet’i tahkīr ederek kalbimize +hançerler saplıyorlar! Sonra da –ne tuhaf!– vatan-ı İslam’a +millet-i İslam’a intisab ve muhabbet da’vasına kalkışarak +guya hey’et-i ictimaiyye-i İslamiyye içinde hakīkī bir mevcudiyetleri +varmış gibi din namına her şeyimize burunlarını +sokuyorlar! İctihad-ı frenganeler yürütüyorlar! Daha garibi +şu ki otuz milyon Osmanlı müslümanını kendileri gibi frengi +rüyorlar! +Cinnetlerini rezaletlerini yüzlerine çarpanlara ateşler +alevler püskürüyorlar! +“Hem yakarsın berk-i şemşir-i sitemle alemi +Hem yine dersin ser-i kuyumda feryad olmasın” +Lavaleler La Martinler öldülerse Kont Dukasteriler sağdırlar. +Gitsinler! Gitsinler de dinsizliklerinin frenkliklerinin +takdirnamelerini Kontlardan istesinler! +Baksın o Kontlar takdirnamemi verecekler yoksa başlarına +avuç avuç tahkīrler nefretler istikrahlar mı yağdıracaklar??? +Biz; yine sadedimize gelelim: +Ordu-yı hümayun; Safra’dan kalkıyor. Bedir’e müteveccihen +yola çıkıyor. Birkaç saat sonra Bedir sahası görünüyor. +Fakat düşman ordusu daha evvelce gelmiş su menbaını +zabtetmiş. Ne gam “Rahmeten li’l-alemin” beraberlerinde +değil mi? Cenab-ı Habbab diyor ki: “Susuzluktan +hayli ıztırabda idik. Birden ufuklarda bulutlar göründü. Yükseldi. +Mükemmel bir yağmur! O kadar ki vadi bir nehr-i cari +şeklini aldı. Kana kana içtik; hayvanlarımızı da suvardık. +Kablarımızı doldurduk. Bulunduğumuz meşy ü harekette +zahmet çektiğimiz kumluk yer kesb-i salabet etti. Artık ayaklarımız +batmıyor. Rahatca yürüyorduk. +Vadinin yüksekce bir mevkiinde zat-ı akdes-i Risalet-penahlarına +aleyhissalatü vesselam mahsus bir ariş +gölgelik yapıldı. İki ordu karşılaştı; harb başladı. +Muhacirin-i kiram hazeratı karşılarında pederlerini amucalarını +biraderlerini amuca ve halazadelerini görüyorlardı. +Daha dün bir hane ailesi bir aile bir sülale efradı iken +birbirinden i’tikaden ruhen ayrılmış ve o akīde-i tevhid şeref-i +alü’l-aline hicret etmiş olan bu kahramanların o dakīkadaki +hissiyatları ne idi. Acaba aile sevdası karabet muhabbeti +vicdanlarını sarsıyor nedamet kalblerine girebiliyor +muydu? Asla! Asla! +Onların nazarında aile varsa aile-i diyanet karabet varsa +dinde uhuvvet…! Hepsinin pederi veliyyü’n-ni’meti ruhu +hayatı cihanı zat-ı akdes-i cenab-ı Resul-i kibriya! +onların bütün asabiyetlerine amir-i mutlak idi. +hayrete düşüren ittihad-ı dinin bu derece-i bala-terini bu +rütbe-i i’cazıdır. Bunlar; Allah’ın birliğine Resul-i zi-şan +aleyhissalatü vesselam efendimiz hazretlerinin sıdk-ı risalet +ü nübüvvetine imanlarını işte böyle hadd-i i’caza vardırdıkları +Sultanü’l-enbiya aleyhissalatü vesselam efendimiz hazretlerinin +saha-i Bedir’de hayme-i saadetleri içinde bütün +alem-i melekutu sarsan: +Dua-yı müstecabı nasıl bir sayha-i ruh bir ruh-ı ulviyyet +bir ruh-ı heyecan olduğunu biraz düşünen masru’lar +gibi yerlere yuvarlanır! Saatlerce kendine gelemez! Kolay +mı? O dakīkada din ya teessüs ediyor ya….! +Onun içindir ki bu Bedr-i kübra arslanlarının kadrleri +şeref ü haysiyetleri ondan sonraki gazalarda bulunanların +hepsinin fevkınde idi. +Onun içindir ki Cenab-ı Hak onlara sevgili Peyamber-i +a’zamı lisanından: +Artık istediğinizi işleyebilesiniz ben sizi afvettim! gibi +emsalsiz bir iltifat-ı cihan-derecatına mazhar buyurdu. +Hazret-i Muallim Naci merhum bu şir-i nerleri şöyle vasf +u tebcil ediyor: +“Piş-i çeşmimdedir ol cünd-i cihangir henüz +Guş-i canımdadır ol gulgul-i tekbir henüz +Aradan bin bu kadar sal mürur etmiş iken +Dil-i hassasda hakimdir o te’sir henüz +Seyf-i İslam’a değil saika ta’biri seza +Öyle bir saika indirmedi takdir henüz +Nazm-ı Kur’an gibi ey encüm-i rahşan-ı hüda +Sizi üstad-ı felek etmedi tanzir henüz +Bi-basiretler ederler size isnad-ı uful +Ediyor şa’şaanız alemi tenvir henüz” +– Edebiyatta şöhret-şiar bir hanedanın +necl-i nebilidir. Kendisi fünuna daha ziyade mütemayil +olmakla beraber te’sir-i muhit ve veraset kanunlarının +la-yetegayyer ahkamından tamamıyla kurtulamamıştır. +Fi’l-hakīka bu büyük mütefennin de; bütün ailesi gibi +rikkat-i hissiyle mümtaz nezih bir şair idi. Biraderzadesi Ahmed +bin Muhammed bin Abdürrabihi ile tarih-i edebiyatta +meşhur olan müşaareleri üslub-ı ali ve müzeyyen için bedianüma +birer misal teşkil eder. +Said asrının mümtaz ü hazık etıbbasıyla hem-ayar sayılıyor. +Ulum-ı tabiiyyedeki vukūf u tebahhuru ise zerrin kalemlerle +hakkedilmeye layıktır. Bilhassa hadisat-ı cevviyyeye +dair pek mühim tecarib ü müşahedatta bulunmuştur. +– Emir Nasır’ın nüdemasından +muştur. Endülüs’de ikmal-i tahsil ettikten sonra tevsi’-ı ma’lumat +maksadıyla Mağrib’e kadar bir seyahat icra eylemişti. +O vakitler bir çok eazım-ı erbab-ı ilme mecma’ olan Kayrevan +şehrinde altı ay kadar ihtiyar-ı ikamet ve İbni Cezzar’ın +derslerine müdavemet eyledi. Avdetinde üstadının Zadü’lMisafir +namındaki eser-i meşhurunu dahi birlikte Endülüs’e +götürmüştür. +şarını te’min hususunu hidemat-ı mühimme ifasına muvaffak +olan eazımdan ve nadir zekalardandır. Ne çare ki pek +genç iken irtihal eylemiş olduğu cihetle namı tarih-i fünunda +layık olduğu mertebe-i bülend ü iştiharı ihraz edememiştir. +– Emir Nasır ve Mustansır Hakem +devirlerinde iştihar eden bu zat her iki hükümdarın da +musahibleri miyanında ta’dad olunuyor. Edebiyat ve fünunda +yed-i tula sahibi olduğu mervidir. +Hakem tarafından meşhur Kurtuba Cami’-i şerifi tetimmatının +bedayi’da gösterdiği nezahet halifenin fevkalade +memnuniyet ve nazar-ı istihsanını celbeylemiş ve mazhar-ı +takdir ü sitayiş olmuştu. +lemiştir. +– Fünunda mütebahhir zekada +harika bir nadire-i fazilet bir timsal-i ahlak idi. Asrının +en büyük ulemasından tederrüs eylemiş ve hepsinin mazhar-ı +teveccühü olmuştu. +Ebu Abdullah’ın devre-i tahsili esnasında Kurtuba Darülfünunu’nda +da Muhammed bin Abdun Ömer bin Yunus el-Herrani +Hakim-i Şehir Ahmed bin Hafsun Ebu Abdullah Muhammed +bin İbrahim en-Nahvi Ebu Abdullah Muhammed bin +Mes’ud en-Nehri Ebu’l-Kasım bin Necm Said es-Serkasti +ve Mesleme gibi bülend nasiyeler görüyoruz. +Bu büyük dahiler vüs’at-i ma’lumat ve ihata-i ilmiyyeleriyle +hayret-bahş birer ansiklopedist oldukları gibi her biri +aynı zamanda şu’be-i ilmiyyeden birinde de kesb-i ihtisas +eylemişlerdi. +Yine bu devrin eazım-ı erbab-ı ilmi miyanında Ebubekir +Ahmed bin Cabir Ebu Abdülmelik et-Takifi Harun bin Musa +el-Asri Muhammed bin Hamdun el-Adevi gibi alimler +yetişmiştir. +Muhammed bin Hamdun tıb ve edebiyatta kazandığı +şöhret kadar ulum-ı riyaziyyede dahi sahib-i ihtisas ve melekedir. +sene-i hicrisinde şarka seyahatle bir müddet Basra +taraflarında ihtiyar-ı ikamet eylemişti. Şarkta bulunduğu bu +müddet zarfında asrının en büyük alimleriyle kesb-i ünsiyyet +etmiş ve birçoklarının derslerine mülazemette bulunmuştur. +Endülüs’e avdetinde bi-hakkın iştihar eyledi. O vakitler +Kurtuba’nın en hazık etıbbasından sayılıyordu. +Et-Teksir ünvanlı eseri fevkalade şöhret bulmuş ve büyük +bir rağbetle istikbal edilmişti. +Muhammed bin Hamdun ulum-ı riyaziyyeye aid de bazı +asar te’lifine muvaffak olmuştur. +– Meşhur etıbbadan +ve Endülüs nebatiyyunundandır. İktifa ünvanlı eser-i +tıbbisi ile Kitabü’l-Kemal ve’t-Temam namındaki te’lif-i güzini +meşhur ve ma’rufdur. +Endülüs’de neşv ü nema bulan nebatatın evsaf ve havassından +– İsmi Ebu Davud Süleyman bin Hassan +olup tarih-i ulumda İbni Cülcül lakabıyla ma’rufdur. Tevellüd +ve vefatı tarihlerine dair bibliyoğrafilerde bir kayda tesadüf +olunamıyorsa da onuncu asr-ı miladinin nısf-ı ahirinde +hükümran olan Halife Hişam’ın hizmet-i tababetinde bulunmuş +olduğu mevsukan beyan edildiği cihetle dördüncü asr-ı +hicri erbab-ı fenni miyanında ta’dad olunabilir. +nakl ve tercüme hususunda pek büyük bir iktidar ve maharet +göstermiştir. +Hükema-yı kadimeden Diskuridis nam zatın eser-i te’lifi +olan ilm-i nebatata dair bir kitaba İbni Cülcül tarafından +yazılmış olan zeylde nebatiyyun-ı kadimece külliyyen mecşeklinde +yazılmıştır. +hul bir çok nebat isimleri görülüyor. İbni Cülcül’ün ilm-i +nebatata dair tetkīkat ve tetebbuat-ı amikada bulunmuş olduğu +zeyl-i mezkurun mütalaasından anlaşılmaktadır. İbni +Cülcül fenn-i tıbba dair yazdığı asardan başka Hişam devrinde +Tarih-i Etibba namı altında bir kitap daha te’lif eylemiştir. +cül’den istişhad eylemektedir. +Tarih-i Etibba ’da dördüncü asr-ı hicride Endülüs maarif-i +duğu için İbni Baytar dahi bir çok hususda eser-i mezkuru +me’haz olarak kabul eylemiştir. Bu miyanda coğrafiyyun-ı +ü’l-Mesalik ve’l-Memalik ünvanlı eseriyledir ki Avrupa’da +şöhret-i şayia kazandı. Esasen maskat-ı re’si Musul’dür. Fakat +üç yüz elli tarih-i hicrisinde beray-ı seyahat Endülüs’e +azimet eylemiş olduğu cihetle dördüncü asır Endülüs uleması +miyanında ta’dad olunabilir. +Kitabü’l-Mesalik ve’l-Memalik garaibat-ı akvam ile mali +bir kitab-ı pür-iberdir. İbni Havkal medid seyahati esnasında +uğradığı memalik ahalisinin i’tiyadat mezahib ve ahval-i +hususiyye-i garibelerini yakından tedkīk etmiş ve görüp anladığı +şeyleri ibret-bin bir kalemle eserinde tasvir eylemiştir. +– Endülüs’ün bu harika-i irfanı en +meşhur etibbadan olup bilhassa fenn-i kıbale ve ilm-i teşrihde +en büyük mütehassıslar derecesine irtika eylemiştir. +de mahfuz bir eseri Avrupa mehafil-i ilmiyyesinde fevkalade +mazhar-ı takdir ü sitayiş olmaktadır. El-Katib Mustansır +devri yani dördüncü asr-ı hicri evahiri eazımındandır. Escorial +Kütübhanesi’nin sine-i ihtiramında gizlenen kitab-ı meşhurunda +fenn-i kıbalenin en dakīk mebahisi tevlid-i cenin +ve hamile kadınlarla nev-zadın tarz-ı tedavilerine aid mesail-i +gamızayı rengin bir kalemle tasvir u beyan eylemiştir. Bir +çocuğun veladetinden i’tibaren sinn-i rüşde vasıl oluncaya +kadar geçireceği edvar-ı müteakıbede terbiye-i cismaniyye +ve ruhaniyyesi için kabul ve tatbik edilmesi lazım gelen +kavaid-i esasiyye bu kitabda tamamıyla gösterilmiştir. +Eser-i mezkur on beş baba münkasemdir. Birinciden beşinci +baba kadar cürsume a’za-i tenasüliyye-i cinsiyye ve +tevellüdat tedkīk ve mütalaa edilmiştir. +Altıncı babda haml ve müddet-i hamlden yedincide hamile +kadınların suret-i tağdiyye ve muhafazalarından sekizincide +vaz’-ı hamlden dokuzuncuda irza’dan ve onuncu +babda dahi tesennün-i etfalden bahsedilmiştir. +Müteakıb bablarda ise bir çocuk sinn-i rüşde vasıl oluncaya +kadar ta’kīb edilmesi lazım gelen tarz-ı tağdiye ve terbiyeden +bahsolunmuş ve nihayet on beşinci babda dahi +sinn-i rüşd icabatı nazaran tedkīk ve mütalaaya alınarak vakitten +evvel yetişmiş olan cinseyn hakkında pek amik mülahazat +yürüdülmüştür. +Bakrat Galiyen Calinus ve Aristo Aristotales’nun terbiye-i +etfal hakkındaki fikirlerini tenkīd ettiği gibi Hind hükemasının +da bu hususdaki mütalaalarını tezkar etmeği unutmamıştır. +Altıncı babda hamile iken vefat ederek alelacele defnedilmiş +olan iki kadının kabirde vaz’-ı haml eylemiş olduklarına +dair iki vak’a-i garibeden bahs ve bu vak’alardan birinin +kendi zamanında yani senesinde vukūa gelmiş olduğunu +Vaz’-ı hamlden bahsederken kabilenin her halde tecrübe-dide +ve sahib-i maharet olması lüzumunu tezkar ve icab +eden alat u edevat ile mücehhez bulunmasını da ihtar ediyor. +Usret-i tevlidi mucib olan esbaba dair de ayrıca tafsilat +veriyor. +Etfalin edvar-ı hayatiyye-i evveliyyelerine tahsis ettiği +onuncu babdan on beşinci baba kadar olan sahifelerde unfuvan-ı +sabavetin her devrinde çocuğun ma’ruz olabileceği +emraz yegan yegan ta’dad ve tavsif edilmiştir. +Escorial Kütübhanesi’nde mevcud ve kataloğun . numarasında +mukayyeddir. +yı irfan olarak arzeden asardan birisi de te’lifine muvaffak +olduğu Kitabül-Enva’ ünvanlı almanaktır. Bu eserin İbrani +hurufuyla yazılmış bir nüsha-i Arabiyyesi Paris Kütübhanesi’nde +mahfuz ve numarada mukayyeddir. Latince tercümesi +de yine aynı kütübhanenin . numarasında +mahfuz ve mukayyeddir. +miş olduğu dibacesinden anlaşılıyor. Yine bu mukaddimede +eserin muhteviyatı hakkında epeyce ma’lumat mündericdir. +Kitabü’l-Enva’ adeta bir takvim-i sal gibidir. Şuhur sırasıyla +zikredilirken her ay ibtidasında o aya mahsus şuunata +dair ma’lumat-ı umumiyye dercedilmiş olduğu gibi nihayetlerine +doğru da ziraat ve mevasim-i hasadiyyeye dair mütalaat-ı +mühimme yürüdülmüştür. +Eser-i mezkurun hem aslı ve hem Latince tercümesi +Mösyö Dozi Dozy tarafından neşredilmiştir. +– Müverrih-i şehir İbni Ebi Usaybia bu zatın +Hacib Muhammed bin Ebi Ömer’in muasır ve muhibbi olduğunu +vayat pek muhtelifdir. . sene-i hicriyyesinde irtihal eylediğine +dair olan rivayet sıhhate karibdir. +dekkık bir alim münekkıd bir mütefekkir olarak tasvir ediyor. +Fenn-i tıbdan Kitabü’l-Edviyeti’l-Müfrede ünvanlı eseri +meşhurdur. +– Riyazi-i +şehir Mesleme’nin mekteb-i irfanında perverişyab-ı kemal +olan eazımdandır. Gırnata’da tevellüd etmiş ve senesinde +yine orada azim-i gülşen-saray-ı ukba olmuştur. +nından biridir. Ulum-ı riyaziyye ve hey’iyyedeki vüs’at-i +ma’lumatı muasır rakībleri tarafından bile tasdik u i’tiraf +edilmektedir. İbni Samah’ı yalnız bir riyazi-şinas olarak tanımamalıdır. +Bu büyük zat müdekkık bir riyazi olduğu kadar +aynı zamanda ulum-ı tabiiyye ve tıbbiyyede dahi vukūf-ı +tammı vardı. İlm-i hesabın gavamiz ve nazariyat-ı esasiyyesini +cami’ olan Kitabü’l-Muamelat ’ı riyaziyattaki vukūf ve +vüs’at-i ilmiyyesini gösteriyor. +Tabiatü’l-Aded ünvanlı kitabı teşekkül-i a’dad nazariyesiyle +a’dad-ı asliyyeye aid havas ve deavi-i mühimmeyi +cami’dir. +Medhal ile’l-Hendese namındaki şerhle El-Kitabü’l-Kebir +fi’l-Hendese ismindeki eseri kütüb-i mu’tebere-i fenniyyedendir. +nin halli hususunda kendine mahsus bir usul-i mantıkī +ta’kīb eylemiştir. Ekser-i mesail-i hendesiyyeyi evvel emirde +halledilmiş gibi nazar-ı i’tibara alarak mütalaatına bir esas +usul-i hallerini istihrac eylemektedir. +Fenn-i hey’etten Kitabü’t-Ta’rif bi-Sureti San’ati’l-Üstürlab +namındaki eseriyle Zic ala Mezahibi’l-Hind ünvanlı kitabı +zamanında pek ziyade mazhar-ı rağbet olmuşlardı. +– Bu +zat dahi Mesleme mektebinin yetiştirdiği nadir zekalardan +biridir. Hayli müddet Kurtuba’da tedrisatla iştigal eylemiş ve +Endülüs’de ulum-ı riyaziyyenin neşr u ta’mimi için hidemat-ı +mühimmede bulunmuştur. İbnü’s-Saffar ulum-ı riyaziyyeden +bilhassa hendesede mütehassıs idi. İlm-i hey’et ve +üsturlaba dair de iki eseri vardır. Ebu’l-Kasım’ın biraderi de +san’at-ı üsturlabda iştihar eden eazımdandır. Bu iki birader +san’at-ı üsturlabın nazariyat ve tatbikatında bi-menend addolunurlar. +– Zehravi tarih-i +ulumda fenn-i cerrahinin İslamlar arasında derece-i +terakkīsini temsil eder. Bir nadire-i irfan olup Avrupa +asar-ı ilmiyyesinde Albukazis Albucasis namıyla yad ü tezkar +edilmektedir. İsminin şöhret-i şayiasına rağmen Zehravi’nin +tarihçe-i hayatı –maatteessüf– tamamıyla mazbut ve +mukayyed değildir. +Tarih-i viladeti suret-i kat’iyyede ma’lum değilse de Abdurrahman-ı +Salis tarafından sene-i miladisinde nedime-i +meşhuresi Zehra’ namına Kurtuba yakınında inşa +edilen saray civarındaki kasabada mehd-ara-yı alem-i şühud +olduğu muhakkaktır. Hatta kendisine ez-Zehravi lakabının +verilmesi de bundan neş’et eylemiştir. +Meşhur Kaziri Zehravi’yi on ve on birinci asr-ı miladi +eazım-ı erbab-ı [fen] miyanında ta’dad ediyor. Leon Afriken +ediyor. Katib Çelebi ve ez-Zehebi hicret-i Nebeviyye’nin +dört yüzüncü senesinden sonra irtihal-i dar-ı beka eylemiş +olduğunu zikr u beyan ediyorlar. +Şu muhtelif rivayetlere nazaran Zehravi’nin dördüncü +ve beşinci asr-ı hicri ulemasından olduğuna hükmedebiliriz. +Zehravi ekser bibliyoğrafi kitaplarında Sahibü’t-Ta’rif +lakabıyla yad edilmektedir. Esasen bu büyük zat Şark’da olduğu +kadar Garb mehafil-i ilmiyyesinde dahi iştihar eylemiştir. +Fenn-i cerrahideki iktidar u ihtisası zamanı etıbbasının +mazhar-ı takdir u sitayişi olduğu gibi bu fenne dair +yazdığı asar da senelerce Avrupa fakültelerinde tedris edilmiştir. +Fenn-i cerrahi esas ve terakkīsini Zehravi’ye medyundur. +Kitabü’z-Zehravi ismindeki eseri makbul ve mu’teberdir. +Fakat Zehravi namını şöhretgir-i afak eden eser-i muazzam +otuz babdan mürekkeb olan et-Tasrif li-Men Acez +ani’t-Te’lif ünvanlı kitab-ı la-yemuttür ki bütün ma’nasıyla +bir tıb ansiklopedisi sayılabilir. Defeatle Latince’ye tercüme +edilmiş olduğu gibi her babı için Avrupa’da bir çok şerhler +haşiyeler ve tenkīdler yazılmıştır. +Et-Tasrif ’in hey’et-i mecmuası pek ziyade kıymetdar +olmakla beraber bilhassa fenn-i cerrahiden bahis olan kısımları +hayret-bahş bir tekamüle maliktir. Mesela tertib-i edviye +hakkındaki babda edviyenin yalnız suret-i tertibinden +bahs ile iktifa edilmemiş belki tarz-ı muhafazaları ve hatta +mi’yarları bile zikr u ityan olunmuştur. +Paris Kütübhanesi’nde e t-Tasrif’ in müteaddid Latince +tercümeleri mevcud olduğu gibi yazma nüsha-i Arabiyyesi +de mahfuzdur. Kitabın metn-i Arabiyyesi on sekizinci asırda +Oxford’[d]a İngiltere’de neşredilmiştir. +Et-Tasrif’ in fenn-i cerrahiden bahis olan kısmı başlıca üç +baba ayrılmıştır. +Birinci babda iktiva’ dağlamadan ikincide alat-ı cerrahiyye +çıkık ve kırıkların suret-i ilsakından bahsedilmiştir. +Et-Tasrif’ in kıymet-i fenniyesini i’la eden esbabdan birisi +de cerrahlıkta müsta’mel alat ü edevatın şekillerini havi +olmasıdır. Eserine ilk defa olarak alat ve echize-i fenniyye +eşkalini derc u ilave eden zat Zehravi’dir. Et-Tasrif’ de iki +yüzden ziyade eşkal mevcuddur. Fenn-i cerrahinin üssü’lesası +bir vukūf metin bir ifade ile şerh u izah edilmiş ve bu miyanda +fından yapılan ameliyelerin badi olduğu na-kabil-i telafi +felaketlere dair bir çok vak’alar serdedilmiştir. Zehravi bu +eserinde fenn-i cerrahinin esasını pek metin bir surette vaz’ +u te’sise muvaffak olmuştur. Esasen kitabın kıymet ü ehemmiyeti +ve terakkıyat-ı fenniyyeye olan olan hizmeti bütün +erbab-ı ilmin taht-ı tasdik u i’tirafındadır. +Quy Doşolyak Quy Derrchauliac eserlerinde et-Tasrif’ i +esas ü me’haz ittihaz eylemiştir. +Fabris Fabrice Zehravi’nin kudret-i ilmiyyesinden müellifinin +kıymet ü ehemmiyetinden bir lisan-ı sitayişle bahse +mecburiyet hisseyliyor. +Haller –Hutut-ı akıde-i şerayiniyye’nin– Amber ve Ezpare +Ambrse eparee’den hayli zaman evvel –Zehravi tarafından +tasvir u beyan edilmiş olduğunu isbat eylemek[de]dir. +Portal enfde hasıl olan polipleri ihrac için ilk defa kroşe +lerde bir çok mütalaat ve tenkīdat yürüttükten sonra kendisini +fenn-i cerrahinin müessisi olmak üzere tasvir ediyor. +Lithotme ameliyesinden birinci defa bahseden Zehravi +olmuştur. Bu büyük zatın la-yemut eseri; tarih-i fende; ilm-i +teşrihe ibtinaen cerrahlığı bir fenn-i müdevven haline koyan +Şenniğ Cahnning e t-Tasrif’ in fenn-i aslisini Latince tercümesi +ve Escorial kütübhanelerinde et-Tasrif’ in yazma bir nüsha-i +Arabiyyesi mevcud ve mahfuzdur. +Bir sene sonra Şir Muhammed Han vefat etti. Abdurrahim +Han onun yerine geçeceğini umuyordu. Fakat hakkında +pederimin pek de hüsn-i nazarı olmadığından umum +kumandanlığa Abdurrauf Han’ı intihab eyledi. +Abdurrauf Han müteaddid muharebelerde bulunup +Kandehar cenginde maktul olan ve Kandehar hükümdarı +Şah Hüseyin Gulicani’nin veziri Ca’fer Han evladından olduğu +mervi bulunan “Ca’fer Han”ın oğlu idi. +Bu zat pederimin teveccüh ve intihabına teşekkürle beraber: +Bir seneden beri hapisde yatan ve şimdiye kadar gördüğü +ceza kafi olan mahdumunuz dururken benim kumandanlığım +münasib değildir. Layık olan Şir Muhammed +Han’ın yerine onun şakirdini ta’yin etmektir dedi. Pederim +Abdurrauf Han’ın sözünü kabul eylemeyecek olduysa da +etrafdan vukū’ bulan reca-yı musırrane üzerine beni celb ve +Yüzümü yıkayıp uzayan saçlarımı kesdirmeden hapsolunduğum +günden beri arkamda duran elbiseyi değiştirmeden +ayağımdaki zincirle divana gidip babamın huzurunda +durdum. +Peder; beni bu halde görüncü şefkat-i übüvveti galeyana +geldi gözleri yaşla doldu. +– Niçin böyle münasebetsizliğe kalkışmıştın? diye sordu. +– Ben bir şey yapmamıştım. Uğradığım şu beliyyenin sebebi +kendisini size hayırhah olmak üzere tanıtan bazı nakeslerdir; +dediğim sırada Abdurrahim Han da divana girdi. +Onu görünce: +– Beni zincirde bırakan işte bu haindir. Artık hangimizin +muhti garazkar olduğu anlaşılmalıdır dedim. +Abdurrahim Han sözlerimden fena halde bozuldu. Ne +yapacağını ne söyleyeceğini şaşırdı. +Pederim huzurundaki ashab-ı menasıba tevcih-i hitab +– Bu deli oğlumu size sipehsalar ta’yin ettim dedi. +Huzzar: +– Allah saklasın mahdumunuz neden deli olsun? Biz +pek iyi biliriz ki o akıl ü mütefennin bir gençtir. Siz de +anladınız ki onu nazarınızdan düşüren birtakım kafir-i +ni’met heriflerin isnadatıdır. +Cevabını verdiler. Bundan sonra pederim beni hapisden +nanlar tekrar hizmetime koştular ve nail-i saadet oluşumu +tebrik eylediler. +Ertesi günü umur-ı askeriyyenin idaresini uhdeme aldım. +Evvel-emirde fabrikalarla Tophane’nin ıslahını düşünüp +o vakit Tophane zabiti olan muahharan da tarafımdan +Hindistan Vekili bulunan General Ahmed Han’ı Fabrikalar +Riyaseti’ne ve Muhammed Zaman Han’ı Tophane Riyaseti’ne +Serdar İskender Han’ı da Umum Piyade Taburları Kumandanlığı’na +ta’yin ettim. Bu İskender Han sonraları +Ruslarla Buhara emirinin ettiği muharebede şehid oldu. Biraderi +Gulam Haydar Han hala Kabil sipehsalarıdır. +Kendim askerin ahval-i umumiyyesi hakkında düşünüp +mülahazatımı hergün rapor şeklinde pederime takdime başladım. +Babam gittikce benden hoşnud oluyor asker de ale’ttedric +terakkī gösteriyordu. Bu terakkīnin esbab-ı adidesinden +biri ve belki birincisi rüesa-yı umurun değiştirilmesi idi. +Çünkü evvelkiler gevşek ve ten-perver oldukları Şir Muhammed +Han zamanında rüşvet almaya da alışmışlar ve +bit-tabi’ hiçbir iş görememişlerdi. Kema kale eş-Şeyh Sa’di: +Benim ta’yin ettiklerim ise müstevfi maaşlarını muntazaman +aldıkları cihetle hallerinden memnun ve irtikab ü irtişadan +muhteriz olup uhdelerindeki vezaifin hüsn-i ifasına +çalışmakta idiler. +Fazl-ı İlahi’den me’muldür ki akval ü ef’al-i nasıhanemle +milletim mütenassıh olarak derece derece tarik-ı terakkīde +§ +Pederim hidemat-ı hasenemi müşahede edince umur-ı +mülkiyye ve maliyyeye kendisi nezaret eyleyerek umur-ı askeriyyeyi +tamamıyla bana bıraktı ve bu hususda salahiyet-i +vasia verdi. +Biraz sonra babam Taşğırğan’a gitti. Ben de maiyyetimdeki +asakir-i hassa ile kendisini ta’kīb ettim. Oraya varınca +Mir Atalık’ın biraderi bazı hedaya ile gelip görüştü. Pederim +müşarun-ileyhe ikram u ihtiram göstermekle beraber +avdetinde: +– Memleketiniz “Katagan” Ceyhun sahilinde ve Afganistan +kurbünde vaki’ olmasına rağmen kendinizi Buhara emirinin +mahmisi addediyorsunuz. Bundan böyle Afganistan’ın +taht-ı himayesine girip hutbede Emir Dost Muhammed +Han’ın namını okumalısınız… Tavsiyesinde bulundu. +Biraderinin getirdiği haber üzerine Mir Atalık’ın canı sıkılıp +kardeşini hapsetmek istedi. Fakat müşarun-ileyh hapsolunmazdan +evvel Taşğırğan’a müteveccihen kaçtı. Ta’kībine +çıktılar ve “Ebdan” denilen mevki’de yetişip yakaladılar. +Bu hadiseyi işittiğimiz anda bir mikdar asker gönderip müşarun-ileyhi +kurtarmak istedik. Bizim askerimiz Ebdan’a vasıl +olmazdan evvel Mir Atalık’ın askerleri emirlerinin kardeşini +öldürmüşlerdi. Bizimkiler asakir-i muakkıbeyi ric’at ü +hezimete mecbur eyledikten sonra dönüp geldiler. +Mir Atalık askerinin duçar-ı inhizam olması üzerine beray-ı +şekva Buhara hükümdarı Emir Muzaffer’in nezdine +gitti. Emir ise o sıra tahta cülus etmiş ve memleketi iğtişaş +kayat-ı vakıaya tedabir-i vahiyye ile mukabele etti. Mir Atalık +tedabir-i Emir’i kafi görmüş olmalı ki bize meydan okurcasına +haberler yolladı. +Pederim müşarun-ileyhin tehaddisini ceddime +bildirdi. O da münasib mikdar askerle Katagan’a gidilmesini +ve oraların zabt u teshir edilmesini pederime emreyledi. +Emr-i vaki’ üzerine pederim biraderi Muhammed A’zam +Han’a haber gönderip nezdine da’vet etti. +evvel ikmal-i intizam için düşünüp taşınmak fikriyle altı gün +müsaade bir tarafdan da babamın mütalaat-ı mücerrebanesinden +Pederim; ihtimamat-ı intizamkaranemi takdiren mücehhez +bir at müzehheb bir eğer murassa’ bir kılıç ihsan ederek: +–Git; Allah muinin olsun seni Huda’ya emanet eyledim +dedi. Müteşekkiren elini öptüm. +lığı tekarrur etmesiyle kumandasına tabi’ olmak üzere hareket +ettim. +Taşğırğan’a vusulümde ahalisi karşı çıkıp ikram u ihtiramda +bulundular. Namazgah ittihaz olunan sahada orduyu +kurdum ve izhar-ı memnuniyyet için eşraf-ı beldeyi ziyafete +da’vet ettim. +On beş gün kadar geçince amcam maiyyetiyle geldi birlikte +Hibek’e doğru yola çıktık. Orada üç gün zarfında Kal’ai +Guri’ye muvasalat ettik. +Kal’a-i Guri Mir Atalık piyade ve süvari askeriyle muhafaza +olunuyordu. Yirmi bin neferden ibaret askerimi kırk +topla kal’anın karşısına ta’biye ettikten sonra mahfuz ve +münasib bir mevki’de ordugah te’sis ve ümera-yı askeriyyeden +bazılarıyla görüşüp top yerleştirilecek noktaları ta’yin +eyledim ve gecenin karanlığından bil-istifade siperler istihkamlar +yapılmasına dair de emirler verdim. +Ertesi günü öğleden sonra Emir Atalık kırk bin süvariyle +dağın tepesinden bir nümayiş yapıp kal’adaki askere kendini +gösterdi ki maksadı mahsurinin kuvve-i ma’neviyyesini +tezyid eylemekti. Ben de iki bin süvari on iki katır topu ve +dört tabur piyade ile müşarun-ileyhin üzerine bağteten bir +hücum yaptırdım. Birden bire toplara ateş verdim. Mir Atalık +maiyyetimin azlığını bilmediği için sebat ü mukavemet +göstermedi. +Düşmanın hezimetinden sonra ordugaha avdet ederek +gece yarısına kadar bazı tedabir ittihazıyla meşgūl oldum. +Ba’dehu müretteb karakolların dikkatle muhafaza-i mevki’ +eylemekte bulunduklarına emniyet hasıl edince çadırıma gidip +yattım. +Sabahleyin güneş doğarken üç fersah ileride karakol +beklemek üzere üç bin nefer gönderdim bunlar oradaki levazım +ve eşyayı bekleyecek şayed düşman tarafından bir +hücum vukū’ bulursa müdafaa etmekle beraber bana da +haber vereceklerdi. Üç gün sonra dört fersah mesafede vaki’ +Çeşme-i Şir ismindeki mevkie yirmi bin süvarinin gizlendiği +ve ordugahımıza gelen eşya ve mühimmata hücum ile +zabtedileceği ihbar olundu. Derhal dört bin süvari iki topla +Gulam Muhammed Han Poplezai’yi ve Muhammed Alem +Han’ı yolladım. Bunlar ufak bir musademe neticesinde Katagan +süvarilerini kaçırdıktan ve iki bin neferini de esir +aldıktan sonra dönüp geldi düşman askerinin bakiyyetü’ssüyufu +da Bağlan’daki ordugahlarına doğru kaçtı. +Şu haber Katagan’a vasıl olunca oradan dört buçuk +fersah mesafede ordu kurmuş olan Mir Atalık Kunduz tarafına +çekildi. +Çeşme-i Şir’e sevkeylediğim süvarilerden bin neferi de +Bağlan’a gidip feth u teshir etti. Amcam bu müsademede +şecaati görülenleri taltif eylediği gibi tehavünde bulunanları +cezalandırdı. +Mekatib-i resmiyyede din ve i’tikadiyat nasıl bir mevki’dedir? +Mekteplilerimizin i’tikadı sağlam olarak yetişmesine +dikkat ediliyor mu? Maarif Nezareti’nin din hakkındaki +programı nasıldır? +Bu suallere cevap vermezden evvel tedrisat-ı diniyyenin +nasıl cereyan ettiğini tahkīk etmek icab eder. Mekatib-i +hususiyyeden bahsetmeyeceğim çünkü bu mekteplerin millet +nazarındaki mes’uliyeti resmi mektepler derecesinde olmadığından +ve zaten hususi mektepler programlarını resmi +mekteplere göre tanzim ettiklerinden mekatib-i resmiyyedeki +din tedrisatını tedkīk etmek kifayet eder; o halde tedrisat-ı +diniyye bu mekteplerde nasıl gidiyor? En kısa ve kestirme +cevap olarak: “Ezbercilik usulü” diyeceğim. Anlamadan +ezberletmek. İ’dadilerde din ve i’tikadiyat namına +bir iki zatın eserini okutuyorlar. Bu kitaplar ezbercilik usulünün +ta’miminden başka bir şeye yaramıyor. Abdestin müstehabları +kaçtır? Abdest duası nasıldır? Kuyuları nasıl tathir +ederler? Namazın mendubları kaçtır? Sıfat-ı sübutiyye nelerdir? +olduğundan talebe aynen ezberliyor anlayamıyor. Hatta o +derecede ki bir çok muallimler sahife kenarlarına sualler +yazdırıyor. Talebeyi isticvab ederken kitabın suallerini okuyarak +soruyor. Talebe de kitabın muğlak ibarelerini sırasıyla +ezber okuyor. Sual başka bir tarza çevrilerek sorulacak olursa +talebe cevap veremiyor. Anlamıyor bile imtihanlar daha +beter. +Öyle imtihanlar bilirim ki talebeden sual namına yalnız +bir “abdest duası” soruluyor. Talebe ezberden tamamen +okumaya muvaffak oldu mu artık başka suale hacet yok. +On numara kazanıyor okumazsa dönüyor. Acaba on +numara kazanan talebeden abdest duasının ma’nasını sorarsak +cevap verebilir mi? Muallim anlatmış mı? Hayır hayır. +Ne muallim anlatmış ne de müteallim anlamış. Kuru bir +ezber. Mekteplerde Arabi’ye verilen ehemmiyet zaten ma’lum!! +Hele i’dadide bir muallim bilirim ki akaid namına +talebeye bütün kış esnasında - sahifeden ibaret bir şeyler +yazdırıyor. İsticvablarda alenen okunmasını istiyordu. İ’dadiler +böyle olursa ibtidai rüşdi mekteplerin nasıl olacağı +kendi kendine belli olur: Muzaaf ezbercilik. +Meşrutiyet’den sonra hükumet tedrisat-ı diniyyenin ıslahına +acaba çalıştı mı? Muallimler değiştirildi mi? Kat’iyyen... +Maarif Nezareti her dersin ıslahına bir dereceye kadar çalıştı. +Yeni dersler ilave edildi; muallimler azl ve tahvil olundu. +Fakat ulum-ı diniyye tedrisatı haliyle ibka edildi ne muallim +değiştirildi ne de usul-i tedris. Belki daha fena bir hale geldi. +tep tamamen teceddüd etti iktidarsız muallimler kapı dışarı +edildi yerine iktidarlıları getirildi. Fakat bu ıslahat miyanında +ulum-ı diniyye tedrisatına kat’iyyen ilişilmedi. Başka yere +gitmeye ne hacet. İşte Darü’l-muallimin bu mektebin ıslahına +bütün kuvvet ile ��alışılıyor. Evvelki Darü’l-muallimin +muallimin ıslah edilmiş mektepler arasında mümtaz bir +mevki’ ahz ediyor. Acaba bu ıslahat miyanında ulum-ı diniyye +tedrisatına dikkat edilmiş mi? Müfid bir hale konması +belki sıfırdan aşağı menfi bir kemiyettir. Mekteplerde ulum-ı +diniyye tedrisatı böyle! Bunu bir tarafa bırakalım da başka +mes’eleye geçelim: Acaba başka muallimler talebeye din +hususunda ne gibi bir fikir veriyorlar? Karilerimin müsaadesiyle +benim bildiğim iki kat’i vak’a arzedeceğim: Resmi +bir rüşdiye mektebinde ma’lumat-ı fenniyye muallimi ikinci +sınıf talebelerine bakınız ne cevherler saçıyor: “İnsan maymundan +tekamül etmiştir. Öyle insan olarak halk olunmamıştır” +Bunu kendince izaha da çalışıyormuş. Hayret! Bizim +Şark milleti çabuk terakkī etti Avrupa’da feylosoflar nadir +yetişir iken bizim rüşdiye muallimleri çarçabuk feylosof oluyorlar. +Rüşdiye talebesini de feylosof yetiştirmeye gayret ediyorlar. +Darwinizm Avrupa’da bir nazariye faraziye halinde +kalmışken hatta bu son zamanlarda tezelzüle de uğramışken +bizim muallimlerimiz talebeye bir hakīkat-i müsbete +halinde adeta kat’iyyet-i fenniyyeyi haizmiş gibi yutturuyorlar. +Teaccüb! Ve hayret edilecek mesele! İşte Darwinizm +tarih-i tabii mütehassısları beyninde münakaşalı bir nazariye +olduğu halde bizim rüşdiye çocuklarının zihninde “iki kere +böyle aşılana dursun acaba mezkur rüşdiye mektebinde +ulum-ı diniyye muallimi nasıl okutuyor nasıl davranıyor? +Kısaca diyeceğim ki: Mesail-i diniyye hakkında sorulan suallere +cevap vermiyor. Senin haddin değil çok karıştırırsan +gavur olursun diye kesip atıyor. İşte ifrat ve tefritin mücessem +numunesi: Birisi bir faraziyeyi hakīkatmiş gibi izaha +çalışıyor. Diğeri hakayıkı izah ve isbattan çekiniyor soranı +tekfir ile tehdid ediyor. +Bu zikrettiğim vak’anın kat’i olduğu hiç şüphe götürmez. +katini celbederim. +Şimdi ikincisine gelelim: Dersaadet resmi i’dadilerinden +birinde tarih-i umumi muallimi talebesine bakınız ne gibi +fikirler veriyor: “Edyan insanların Adem aleyhisselamdan +münteşir olduğunu söylüyor kütüb-i mukaddesede böyle +yazılı halbuki fen bunu kabul etmiyor. Bence böyle siz de +düşünün tarih-i tabii muallimlerinizden sorunuz hakīkati +anlayınız…” diyormuş. +Daha nice bunun gibi vekayi’ var! Talebenin din hususundaki +den ibaret bir şeyler. Halbuki bu ezberin yanına diğer tarafdan +talebenin zihnine nazariyeler müsbet bir hakīkat gibi +yerleştiriliyor. +yor ki: Aksi tarafdan hafif bir ruzgar esdi mi elinde tuttuğu +cevher-i i’tikad ruzgarla beraber fezaya karışıyor elindeki +giran-kıymet ni’metten mahrum kalıyor; sahrada yolunu şaşırmış +bir serseri gibi dolaşıyor. Bence bir dinsiz sahrada +yolunu şaşırmış bir serseriye veya furtunalı bir zamanda deniz +ortasında kalmış bir kayığa benzer nereye gideceğini +bilmez. Nihayet bir kayaya çarpar veya dalga ile alt üst olur. +çoğu ni’met-i i’tikadlarını bir tarafa atıyorlar. Bu bir hakīkattir. +Fakat acıdır. Gizlemekte bir faide yoktur. Şimdi mühim +bir sual var: Türkiye’nin mukadderatını ellerinde tedvir +eden zevatın “din ve mektep” hakkındaki fikirleri nedir? +“Din ile fen birleşemez din cahil ahaliyi boyunduruk +altında tutmak için bir vasıtadır. Fen terakkī ettikce din fikri +yavaş yavaş zail olur” fikrini mi ta’kīb ediyorlar. Yoksa “dinsiz +bir millet yaşayamaz dinsizlik ahlak ve fezaili ortadan +kaldırır. Din-i İslam ile fen arasında hiçbir tearuz yoktur. din +lar layıkıyla tebeyyün etmelidir. Zira milyon İslam bütün +nazarlarını bütün ümidlerini buraya dikmişler. Her şeyi buradan +bekliyorlar. Bu suallerin cevapları efkar-ı umumiyye-i +muhtemeldir. +Maarif Nezareti’nin din hakkındaki programı nasıldır? +Avrupa ve ale’l-husus Fransa mekteplerinin programını mı +ta’kīb ediyor mekatib-i ibtidaiyyeden ta mekatib-i aliyyeye +varıncaya kadar tedrisatı talebesi bir nazar-ı tedkīkten +geçirilecek olursa Maarif Nezareti’nin programı hakkında +tahmini olarak birkaç söz söylenebilir. Mekteplerde ulum-ı +diniyyeyi haliyle bırakmak ulum-ı diniyye okunmuyor +denmemek için programa vaz’ etmek talebeye ezberden başka +bir şey öğretmemek ruh-ı İslamdan haberdar etmemek. +Böylece bir çok seneler geçer nihayet bir zaman gelir ki +din binasının esasları çürür gider. +Şimdiki gidiş ile bu tahminimin doğru olduğuna hükmetmeye +mecburum. Eğer iş başındakilerin fikirlerinde böyle +şeyler yoksa esaslı tedbirlere müracaat etmelidir. İslamın +ruhunu fezailini felsefesini talebeye telkīn etmeli. Bu ıslahat +ne kadar gecikirse alem-i İslamın çekeceği zarar da o +nisbette artar. Mekatib-i ibtidaiyye ve taliyyede din namına +okunan kitaplar maksadı te’min etmez. Belki uzaklaştırır. Bu +mekteplerde okunmak için muktedir zevatı eser tahririne +teşvik etmeli müsabaka açmalı encümenler teşkil etmeli. +Muallimlikler için de böyle. Diğer tarafdan Maarif Nezareti +talebenin zihnine birtakım nazariyeleri hakīkat gibi telkīn +etmemeleri için muallimine tenbihatta bulunmalı. İ’dadiden +yetişen talebe esaslı bir i’tikada malik bulunulmalı; ta ki mekatib-i +aliyyede veya çıktıktan sonra birtakım nazariyeler ile +karşı karşıya geldiği zaman bina-yı i’tikadı sarsılmasın alem-i +Bu hususda esaslı tedbirlere müracaatta gecikmemek +sailerini tevhid ederek ciddi ıslahata teşebbüs etmeleri şayan-ı +temennidir. +Geçen sene kongresinin bize çizdiği üç nokta-i esasiyyeden +biri –ki kulüplerin birer amil-i temdin ü terakkī olması +hakkındaki emele daha derin ve daha vasi’ bir cereyan verebilmek +maksadıyla dünkü nesle gece dersleri; nesl-i cedide +mektepler küşadıyla hizmette devam edilmesi kararıdır. +Hemen bil-cümle kulüpler tarafından mebsuten mütezayid +bir azm ü mücahede ile kema-kan tatbik olundu. Ve yalnız +bununla da iktifa olunmayarak pek çok kulüpler kuvve-i +riyle muavenat-ı şefkatkaraneleriyle memlekete cidden nafi’ +hizmetlerde bulundular. Fakat geçen sene kongresinde +tezekkür olunan üç nokta-i esasiyyeden ikincisi –ki hukūk-ı +ekalliyete riayetle beraber Meclis-i Milli’nin hayat-ı teşriiyyesine– +bir cereyan-ı intizam vermek vazife-i ulviyyesini duş-ı +fırkasıyla cem’iyyet arasındaki münasebat ve revabıt-ı tabiiyyenin +tahkim ve ta’yini emrindeki mukarrerat ve mevadd-ı +nizamiyedir. – Bunlar sizin ve bizim isteyeceğimiz bir +mahiyette semeredar olamadı. +Açılan müzakerat safahatının tetkīkından ve daha +Kanu[n]ıevvel tarihinde merakize yazdığımız çünkü +Meclis-i Meb’usan’ın küşadıyla ta’mimnameden anlaşılacağı +vechile ekseriyet fırkası için geçen seneki kongrenin aksa-yı +temenniyatı olan hayat-ı teşriiyyeye bir cereyan-ı intizam +vermek vazife-i ulviyyesi hakkıyla tecelli edemedi. Ekseriyet +fırkasıyla haricindeki efrad-ı meb’usanda vatan ihtiyacatı +ne olduğunu bilir fedakar ve hamiyetli olanlar da +mevcud olup insanları menafi’-i şahsiyyeden ihtirasat-ı nefsaniyye +ve hatiat-ı adiyye ile ictihadat-ı gayr-i musibeden +kamilen tahlis u tenzih dahi mümkin değil ise de bu sene-i +hatalara duçar olacakları hiç de zannedilmezdi. +Milletin binlerce ihtiyacı bir deva-yı tatmin bekler iken +meclisin aziz günlerini gaib etmemesi fırkada kuvve-i irtibatiyye +ve metanet-i fikriyyenin mevcudunu fi’liyyat ile isbat +edilmesini hamiyet ve fedakarlık gösterilmesini rica eyledik. +Bir vahdet ve salabet-i gayr-i mütezelzile ibraz ve irae edememeye +başlayan kuvve-i teşriiyyedeki ekseriyetin bu keşmekeş-i +ef’al ü etvarı arasında bit-tabi’ geçen sene kongresinin +temenni ettiği millet ve memleketin pek ziyade muhtac +bulunduğu ve Osmanlılık ve hayat-ı siyasiyyenin suret-i +mıntakada [mutlakada!] istilzam eylediği esasat-ı ictimaiyye +ve medeniyyeyi yed-i adaletle te’sis ve te’min edecek adil +ve kuvvetli bir hükumet-i meşruta vücuda getirmek maksadı +dahi tahsil edilemedi. Hükumetler kuvve-i teşriiyyenin +tezahürat-ı mütehalife-i ruz-merresine tabi’ olarak kat’i ve +ciddi icraat göstermekte daima mütereddid bulundular. +Hey’etimiz bugün vukūat-ı mühimmeye vesait-i mümkine-i +mevcudesiyle kendiliğinden nigehban olmaya çalıştı. +Ahval-i umumiyyeye dair edindiği ma’lumat ile Meclis-i Milli +hal-i ictima’da iken fırkasını müzakeratın ta’tilinden sonra +kabinedeki efradını re’sen ikaz ve tenvire gayret etti. Muhaberat-ı +cariyye tedkīk olunursa görülür ki fırka ile münasebatımız +hele ibtidalarda ve belki de ahkam-ı nizamiyyeye +henüz alışılamamak ma’zeretiyle pek sathi cereyan eyledi. +Meclisin hin-i küşadında ekseriyet teşkil eden ihvanımızın +bir senelik vekayi’-i cariyye ile beraber Girid mes’elesini +ve ahiran serzede-i zuhur olan Trablusgarb gailesini salahiyet-i +vasia-i siyasiyyeleriyle tedkīk ve muhakeme edeceklerinden +ve muhterem kongrelerince dahi dört sene müddet-i +resmiyyeye malik olan fırka ile onu tekrar ve daima intihab +ettirecek cem’iyyet arasındaki revabıt ve münasebatın bihakkın +tecelli ve idamesine müteferri’ kuva-yı te’yidiyye +le zannediyoruz ki kuvve-i icraiyyede görülen endişe ve tereddüdlerin +hiyyesinde aramak ve her şeyden evvel ekseriyet fırkamızda +mücahidane ve fedakarane bir vahdet-i fikriyye ve hissiyye +te’min eylemek iktiza eder. Geçen devre-i ictimaiyyenin +bu i’tibar ile pek müşevveş geçtiğini tafsile hacet +görmeyiz. +Eğer hey’et-i muhteremeleri dahi geçen kongre hey’eti +gibi adil ve kuvvetli bir hükumet-i meşruta vücuda getirmek +maksadını muhafaza edecek ise re’s-i iktidara gelecek kabinelerin +kuvvet ve nüfuzunu artırmak ve bunun için de +Hey’et-i Meb’usan’ın lede’l-iktiza feshi salahiyetinin doğrudan +doğruya zat-ı Hazret-i Padişahi’ye i’tasıyla Hey’et-i A’yan’ın +muvafakati kaydını Kanun-ı Esasi’den çıkarmak elzemdir +bu takdirde nüfuz ve salahiyet-i gayr-i müşevveşeye +malik olan bir kabine hakkında kanunun vaz’ ettiği mes’uliyet-i +vükela nazariyesi daha şedid bir surette tatbik olunur. +Binaenaleyh gelecek devre-i intihabiyye için bu ve emsali +mevaddın nazar-ı dikkate alınmasını hey’et-i muhteremenizden +rica ve bu devre-i ictimaiyyede vazife-i vataniyyelerini +hükumete endişe ve muvazenesizlik vermeyecek surette +ve intizar eyleriz. +Geçen devre-i ictimaiyyede duçar olduğumuz teşettüt +yalnız kuvve-i icraiyye ile kuvve-i teşriiyye arasındaki muvazenesizliğin +mahsulü olan tereddüdlerden endişelerden ibaret +kalmadı. +Ekseriyet fırkasının sinesinde dahi ictihad ihtilafı şeklinde +tefrika ve inhilal cerihaları ru-nümun oldu ki biz vatanın +selamet-i umumiyyesi namına en büyük tehlikeyi burada +gördük. +Yalnız bizim değil bütün alem-i Osmaninin enzar-ı terakkī-cuyanesi +fırkamıza in’ıtaf ediyor ve her feyz ü bereket +ondan bekleniyordu. Geçen Nisan’ın onuncu günü idi ki +Meclis-i Meb’usan’daki İttihad ve Terakkī Fırkası a’zası iki +hizbe ayrılmış ve bir zemin-i i’tilaf ü ittihad bulmak emeliyle +çalışan efradının inzimam-ı himematıyla ihtilaf-ı vaki’ on +maddelik bir programın kongreye irsali şartıyla kabulü tarzında +mübeddel-i i’tilaf olmuş idi. +Merkez-i Umumi lehü’l-hamd bu hadisede dahi kendisine +düşen vazifeyi ifa etti ve cem’iyyetin makasıd ve mesalik-i +mukaddesesinden fedakarlık edilmesine ve milletin +yegane nokta-i istinadı olan bir fırkada inhilal vukūuyla +hükumetin ve memleketin anarşiye doğru yol almasına +mani’ oldu ve nihayet gazetelerde de manzurunuz olduğu +vechile kısa bir beyanname neşrederek fırkayı yine kitle-i +vahide tanımaya ve hizib teşkili fikrinde ısrar edenleri ihrac +etmeye karar verdi ve hizb-i cedid ve hizb-i atik kelimeleri +Osmanlılığı ve İslamiyet’i tefrikaya düşürmek isteyen düşmanlar +tarafından icad ve su’-i isti’mal edilmekte olduğundan +bu gibi cereyanlara nihayet verilmesini taleb ve fırka +a’zasını vazife-i ittihada da’vet eyledi. Zaten fırka dahi i’tilaf +u ittihadı resmen i’lan etmiş bulunuyor idi. +Sırf ictihadi bir ihtilaf mahiyetinde kalan hadise böylece +on maddelik bir programın hey’et-i muhteremenize takdimi +kararıyla ber-taraf oldu maddelerin zahiren delalet ettiği +ma’nen hiç de esasen bir fırkayı ikiye ayıracak bir kıymet ü +ehemmiyette bulunmadığı hey’et-i muhteremenizin tedkīki +Zira İttihad ve Terakkī Fırkası’nın muhafaza ve idamesi +Devlet ve milletin ünvan-ı resmisi Kanun-ı Esasi’nin +ekser maddelerinde “Osmaniye” suretinde musarrahdır. Tamamiyet-i +vataniyye ve vahdet-i Osmaniyye Kanun-ı Esasi +madde +Devlet-i Osmaniyye’nin dini Din-i İslam’dır. Kanun-ı Esasi +[madde] +Devlet-i Osmaniyye’nin lisan-ı resmisi Türkçe’dir. Kanun-ı +Esasi [madde] . +Kavanin ve nizamatın tanziminde muamelat-ı nasa evfak +ve ihtiyacat-ı zamana evfak ahkam-ı fıkhiyye ve hukūkıyye +telifeye verilmiş olan imtiyazat-ı mezhebiyyenin kema-kan +himayesi Kanun-ı Esasi [madde] +Saltanat-ı seniyye-i Osmaniyye Hilafet-i kübra-yı İslamiyyeti +haiz olarak sülale-i Al-i Osman’dan usul-i kadimesi +vechile ekber-i evlada aiddir. Madde +Sülale-i al-i Osman’ın hukūk-ı harbe ve emval ü emlak-i +zatiyye ve madame’l-hayat tahsisat-ı maliyyeleri tekafül-i +umumi tahtındadır. Madde +Hukūk-ı mukaddese-i Hazret-i Padişahi madde +Şeyhü’l-islamın doğrudan doğruya taraf-ı şahaneden +Kanun-ı Esasi’nin söylediğimiz maddelerine müracaat +edilirse Osmanlılığın tamamiyet-i vataniyye ve vahdet-i milliyyenin +Din-i İslam’ın lisan-ı Türki’nin fıkh-ı şerif ve adab-ı +nenin ve şehzadegan ve selatin hazeratının makam-ı Meşihat’in +kaffe-i hukūku mahfuz ve müeyyed olduğu görülür. +Şu halde İttihad ve Terakkī Cem’iyyeti bu esasat-ı tarihiyyenin +muhafazası şartıyla esasat-ı inkılabiyyeyi kabul ve +esaslar bunlardan da ibaret değildir. Merkez-i Umumi’yi teşkil +eden kardeşleriniz yukarıda da beyan ettikleri tevzin-i +kuvaya müteallık ta’dilattan başka gelecek devre-i intihabiyye +programımızda bu esaslara müteferri’ daha bazı ta’dilat teklifinde +bulunmaya da karar verilmiştir ki teşkil buyurulacak +encümene sırasıyla arzolunur. Bununla beraber Osmanlılığın +temelleri demek olan bu gibi esasların muhafazası İttihad +ve Terakkī Fırkası’nı terakkīperver bir fırka mahiyetinden +tecrid edemez. +Muhafazakarlık ve terakkīperverlik mesleklerinden biri +suret-i mutlakada +Trablusgarb hadisesinden dolayı mallarıyla canlarıyla +namına an-samimi’l-kalb teşekkürler ederiz. +Şüphesizdir ki bu gibi bir suale diplomatlar şimdiden +cevap veremezler. Fakat gazete sütunlarında mütalaa olur +meydan açıktır. Diplomatların vazifeleri umur-ı cariyyeyi ta’kīb +ederek ahval-i siyasiyyede iltizam ettikleri kavanine riayet +ve ihtiram etmek mukteza-yı meslekleri ne ise ona tabi’ +olmaktır. +Hiçbir memlekette hiçbir diplomat komitecilik ile resmen +alakadar olamaz. Şu halde bizim siyasiyyunumuz da Trablus +mes’elesinde bidayet ve nihayetinde ta’kīb edecekleri +yol ve meslek tarik-ı diplomasiden başka bir şey olamayacağını +beyana lüzum yoktur. Rical-i devlet ve siyasiyyunumuz +elbette elbette işi diplomasi bir sulh ile velev muvakkat +olsun velev bizim ziyanımıza olsun bağlamak isterler. +Fakat biz diyebiliriz ki bütün dünya her ne gibi mesail-i +siyasiyye olursa olsun ibtida-yı emirde ağleb komitecilikten +meydana gelir bilhassa şarkta ve bilhassa şark-ı karib dedikleri +mes’elenin bütün esası komitecilik üzerine kurulmuştur. +Her kim olursa olsun Trablusgarb mes’elesini dahi tedkīk +ederse böyle olduğuna kanaat eder. Ve herkes der ki: +Şarkta zuhur etmiş ve etmekte olan mesail-i mütevaliyye +hep komiteciler tarafından tevlid olunmuştur. Hiç tereddüd +olunamaz ki Trablusgarb mes’elesi dahi esasen komitecişeklinde +yazılmıştır. +lerin semere-i sa’yleridir. İtalya komitecileri kim bilir kaç senedir +Trablusgarb’da çalıştılar nihayetinde arzuları olan kan +deryalarını döktürebildiler. Bugün de muvaffakıyetleriyle iftihar +ediyorlarsa nedametleri de gelecektir. +Komitecilik mes’elenin tevlidinde nasıl te’sir edebilirse +hallinde dahi bi-aynihi te’sir edeceği şüphesizdir. Diplomatlar +varsınlar kanunlarına riayet etsinler onlar mes’eleyi o +nokta-i nazardan düşünsünler ama bizim için o kanunların +hiç ehemmiyeti yoktur. Biz +kanununa +Şu halde milletin nokta-i nazarı hükumetin nokta-i nazarından +mesleğinden büsbütün başka demektir. Hükumet +varsın kendi mesleğini ta’kīb etsin millet de kendi vazifesini +bilir. +Biz rical-i hükumet ve diplomatlarımızın nazar-ı i’tibarlarını +yalnız bir noktaya celbetmek isteriz: +Devlet-i Aliyye Avrupa devletleriyle münasebat-ı siyasiyyeye +başladığı tarihden i’tibaren şimdiye kadar Avrupalılara +karşı kaç defa mağlub olmuş ise hep siyaseten diplomasi +suretiyle mağlub olmuştur. Hatta en şanlı ve şerefli Kırım +muharebesinde dahi siyaseten mağlub olduğu cüz’i mülahaza +olunursa meydandadır. +Çok uzağa gitmeyelim. Şu devr-i Meşrutiyet-i hazırada +dahi siyaseten az mı mağlub olduk? +Son iki sene zarfında mağlub olduğumuz vekayi’-i siyasiyyeden +en ufağı “bundan bir buçuk sene mukaddem” +bizim valimiz olan bir adamı makarr-ı hilafette kral sıfatıyla +kabul ederek mihman-nüvazlık gösterdikten maada +lüzumundan fazla ihtiyar-ı tezellül etmemiz en adi diplomatların +bile idrak edebileceği derecede bir mağlubiyet olduğunu +hatırdan çıkarmamalı. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Kasım +Yedinci Cild - Aded: +“Diplomatlık aldanmak değil aldatmaktır” bu noktaya +dikkat etmeli. +Milletin vazifesine gelince balada dediğimiz gibi +kaidesine riayeten mes’elenin temdidi her neye +tavakkuf ederse onu yapmaktır. Lede’l-icab komiteciliğe +kadar varmalı arzu-yı umumi-i milli hilafında Hükumet-i Seniyye +sulh edecek olsa bile millet kendi hakkını müdafaa +etmeli ister Trablusgarb ve Bingazi’de ister Derne’de ve +sair sevahil-i Afrika-yı Osmani’de mücahidin-i İslamiyye namına +her suretle mukavemete göğüs germeli gece baskınları +hücumlar ve süngü muharebelerine tevessül suretiyle +etmeli Makaronacı dostlarımız[ı] şu [suretle] iki üç kere denize +dökmeye de muvaffak olursak hiç şüphe yoktur ki yalnız +cektir. Şimdiye kadar çektiğimiz acı mağlubiyetlerin intikamını +da bu kere çıkarmaya muvaffak olacağız. İşte şu hedefe +doğru yürümek için siyaset-i hariciyyemizi ashab-ı iktidara +ve ehline tevdi’ etmenin ne kadar ehemmiyeti olduğu +anlaşılır. +Millet de vazifesinde sebat ederse diplomatlarımız milletin +metanetinden bil-istifade bu kere İtalyanlara alem-i siyasette +bir meydan okumuş olurlar. +Biz bu fedakarlığı iltizam edersek emin olmalı ki bizimle +tan sonra hazinelerini dahi açacaklardır. +Biz ne yapıp yapıp İtalyanları Afrika turab-ı mukaddesinden +koğmalı denize dökmeli buna da şüphe etmemeli ki +öper ve denize doğru da kendileri açılırlar. Hiç şüphe yok +bu olacaktır. Bizim için yalnız sabır ve tahammül lazım. +Bundan sonra merkezin alacağı vaz’iyet ve tutacağı +meslek tamamıyla sabır ve tahammülden ibarettir. Trablusgarb’da +olanların da vazifeleri kemal-i metanet ile mukavemet +ederek neticede bu hain Makaronacıları Afrika sevahilinden +tard u teb’id etmedikce sulh u silmi dahi tanımamaktır +ve bu babda matluba mugayir hiçbir şey kabul etmemektir. +yanımızı tazmin etmeli. +Hem de İtalyanlar şunu iyice bilmelidirler ki tazminat +olarak para değil zırhlı alacağız. Çünkü elhamdülillah üç +yüz milyon hey’et-i müttehide-i İslamiyye sayesinde paraya +runda canlarını kanlarını fedaya amade olan bu millet-i +muazzama lede’l-icab mallarını mı fedadan çekinecekler? +büyük hayırlar göreceğiz. +miyye politikasını da rical-i siyasiyyemiz takdir etti. Hayır ve +zafer bizdedir. +Şimdi bize lazım olan +yalnız ittihad u ittifak cesaret ü metanettir. +şeklinde yazılmıştır. +Harbiye Nezareti’nden varid olmuştur: +Teşrinievvel’in on üçüncü gecesi Trablus üzerine kuvayı +nizamiyye ve gönüllü kıtaatıyla icra edilen baskında merkez +hücum kolunun düşmanın tuttuğu hatt-ı müdafaayı bazı +mahallerinden kırarak muhacimlerden bazılarının hurmalık +arasından şehre kadar yaklaştığı ve sağ cenah kolunun o +gün saat dörde kadar devam eden muhacemat-ı şedide ve +fedakarane sayesinde düşmanın mezkur hat üzerindeki tekmil +hutut müdafaasını yararak mahallat hududuna kadar +püskürtmeye muvaffak olduğu gibi düşmanın ayın on beşinci +gecesine kadar taht-ı işgalinde bulundurdukları Seyyid +Mısri ve Hani istihkamatı üzerine icra kılınan dilirane hücumlar +üzerine de düşman artık sebat edemeyerek istihkamat-ı +mezkureyi bit-tahliye firar ettiği cihetle asker ve gönüllülerimiz +tarafından mevakı’-i mezkure işgal ve firarilerin ta’kībi +de bulunan düşmanın açtığı mikras ateşine inzimam eden +seri’ ateşli cebel bataryalarıyla müteaddid mitralyözlerin ve +siper derunundaki piyadelerin şedid ateşine rağmen her şeye +göğüs gererek bi-perva hücum eden asker ve gönüllülerimizin +düşmanın bütün bu vesait-ı müdafaasını yalnız tüfenk +ateşiyle iskat ve iskata muvaffak olarak namdar sancağımızın +şanını bu kere de i’la eyledikleri ve işbu muharebede +düşmanın zayiat-ı azimesi olduğu muhakkak ise de henüz +mikdarı anlaşılamadığı ve zayiatımızın kırk elli kadar şehidle +yüz elli kadar mecruh tahmin edildiği Trablusgarb Kumandanlığı’ndan +Biri ruh-ı iman diğeri kalb-i İslam. Biri mu’lin-i tevhid; +diğeri mücib-i temcid. Biri vücud-ı İslamın bazu-yı şirefgeni +diğeri pençe-i ahen-şikeni. +Mihr-i münir-i İslam şa’şaa-paş-ı tulu’ olmazdan evvel +kesif bir zalam-ı cehaletle mestur olan Hicaz hak-i pakini +kendi kanlarıyla ıslatmaktan; her tarafda na’şlarından kemiklerinden +yığınlar ehramlar vücuda getirmekten; hayvanat-ı +müfterise ile rekabetten başka bir fikir beslemeyen bir +emel bir maksad taşımayan gıdaları sayd ü şikardan –onu +da bulamayınca– yılandan çıyandan başka bir şeyi olmayan +kabail-i Arab o vahşet-perver o sefalet-güster karanlıklar +o hurşid-i cihan-efruz doğduktan sonra nur deryasına dalmış +sanki bir daha yed-i hilkatten geçip beşeriyetleri melekiyete +tahavvül etmiş feriştehler idi. +Bu derek-i esfel-i safilin-i hayvaniyyetten arş-ı a’la-yı insaniyyete +san tarih-i İslam’ın bu şanlı bu şevketli bu lahuti sahifeleri[ni] +okurken medid sekte-i idrak içinde mebhut kalır. “Acaba +bunlar; onlar mıdır?” diye şekk ü tereddüdden kendini +men’ edemez. +Zerre kadar mübalağa etmiyorum. Maatteessüf nesl-i celil-i +Arab’dan da değilim ki hissiyat-ı vicdaniyyeme mağlub +olayım. İşte tarih! O söylüyor. Ben tercüman-ı hakk u hakīkatim: +Arnavud olsam ne gam dinim Arab ruhum Arab +Unsurum hak-i fenadır ruhum amma sermedi +Aşkı sensin ruhumun sevdası sen! aramı sen +Sen ki insaniyyetin ma’nada şahenşahısın +Asman-ı mefharette bedre girmiş mahsın +Sultan-ı ekalim-i Risalet aleyhissalatü vesselam efendimiz +hazretleri bu iki unsur-ı insaniyyeti bu iki cevher-i medeniyyeti +birbiriyle kardeş yaptılar. +feyz-i insaniyyetin bir seyl-i huruşan gibi sinelerden nasıl +taştığını görmeli idi! +Vatanlarından mehcur emval ü emlaklerinden mahrum +baş açık yalın ayak kalmış olan Muhacirin-i izamı Ensar-ı +kiram sağnaklı bir yağmur gibi teessür yaşları dökerek kolları +arasına sarmaları sine-i şefkat ü muhabbetleri üzerine +bastırmaları her türlü tasvir ü tasavvurun fevkınde denilmeye +seza bir manzara-i ulviyyet idi. Tarih-i insaniyyet bu +şevketli bu saadetli muahat ile bu hakīkī kardeşlikle bu +şanlı medeniyetle bütün maziye bütün istikbale karşı iftihar +ederdi. +Fıtrat-ı beşerin ulviyet-i mutlakasına en parlak delil olan +o büyük kalblerin ihtisasat-ı ma-fevka’t-tabiiyyesi melekleri +hayretler gıbtalar içinde bırakıyordu. +Allah Allah …. Bir Medinelinin Mekkeli bir hicret-zedeyi +sevdavi bir iştiyak-ı vicdan bir garam-ı ruh ile: +! +diye der-agūş etmesi bütün ma-melekinin yarısını o din +kardeşine vermesi ona hicretin meraretlerini unutturmak +onu bir Medineli yapmak için fedakarlığın son nokta-i imkanına +kadar koşması ne ilahi bir ulviyet-i ruh ne hıred-fersa +bir feyz-i insaniyyettir! +Bugün bir babanın sulbünden gelmiş bir ananın rahminden +düşmüş iki kardeş gösteriniz ki değil ma-meleklerini +tansif edip yekdiğerine bağışlamak hatta baba mirasının +taksiminde birbirine müsaadekarane davransın! +Melekiyet işte o dakīkada insaniyetin tefevvuk u tealisini +görüyor ona ezhar-ı takdirat u tebrikatını takdim ediyordu. +Sual-i valihanesinden bir daha rücu’ bir daha nedamet +bir daha taleb-i afv u mağfiret ediyordu. +Gazevatta ele geçen ganaimin sülüsanı Muhacirin-i kirama +sandan dolayı eşk-i şükran ü mahmidet döküyordu. +Bu uluvv-i istiğnanın nezd-i celil-i Risalet-penah-ı a’zaşeklinde +yazılmıştır. +mide aleyhissalatü vesselam husule getirdiği mahzuziyet-i +kudsiyyeyi şu ayet-i celile şu iltifat-ı İlahi tetvic ediyordu: +Medine-i Münevvere’yi o mehcer-i ebediyyü’l-iştihar-ı +Muhammedi’yi aleyhissalatü vesselam o mehbit-ı imanı o +menba’-ı irfanı –kable’l-hicre– kendilerine me’va ittihaz etmiş +olan kiram-ı Ensar o uluvv-i haslet erbabı o sümüvv-i +Mekke-i Mükerreme’den Allah yolunda Resulullah uğrunda +bütün mallarından emlaklerinden vazgeçerek hayatı +dünyanın bütün ezvakından saadetinden nefislerini tecrid +ederek çirkab-ı şirk içinde kalan bütün akrabalarını hatta +pederlerini bırakarak elim ciğer-suz bir ihtiyacın bar-ı sakīli +altında –mütevekkilen alallah– Medinetü’s-selama can atan +hicret-zedeleri harr ateşin bir muhabbetle severler. +…. +O Hak kurbanlarına o Resulullah fedailerine ganaimden +verilen hisse-i zaideden dolayı vicdanlarında kalblerinde +zerre kadar bile bir iğbirar u infial bulmazlar. +Belki onları kendi nefislerine –ihtiyac ve zaruretleri olsa +bile yine– tercih ve takdim ederler Bütün emelleri onların +tehvin-i [ihtiyac] ve zarureti! Bütün arzuları onların terfih-i +maişeti! Onların Mekke’de terkeyledikleri mallarının teessürat-ı +zaruriyye-i beşeriyyesini unutturmak! Onlara hicretin o +acı o elem-efruz derdlerini hissettirmemek! Onları iva ve +yorgandan birini bir bahçenin nısfını keselerindeki nakdin +yarısını takdim ü ihda etmek! Gördünüz mü? İşte hakīkī tevhid +böyle olur! Ruhi ittihad buna denir! +Bu la-yetezelzel bünyan-ı mersus-ı ittihadı vücuda getiren +ma’na-yı ezeli-i tevhiddir tevhid-i hakīkī ve şuhudidir. +Bütün o muhteremler lisanlar kalblerinin ruhlarının tercümanı +olmak üzere huzur-ı akdes-i cenab-ı Peyamber-i a’zamide +aleyhissalatü vesselam +! +diyorlardı. +Bu sevdalar bu aşk u garamlar bu fedalar bu hamd ü +senalar +Buhari : Kitabü’l-İman . +Sizden hiçbiriniz ta ki ben kendisine pederinden evladından +bütün cihan-ı insaniyyetten daha sevgili olmadıkca +Hitab-ı celilü’l-kadrinin cevab-ı icabeti oluyordu. +Yine her yer beyaza puşide +Yine her şey pür-incila şeffaf; +Uyuyor vecd içinde hep etraf +* +Akıyor şi’r içinde hep eşya; +Sanki bir seyl-i sermedi-i ziya +Geçiyor cuşiş-i hamuşide! +** +Cevv-i piruz içinde bir nevvar +Gümüş avize-i cila-fevvar +Döküyor saf hande-i sim-ab.. +* +Asman bir fesiha-i revnak +Deniz altında havza-i zibak +Dalgalar raks-ı cevherin-i müzab.. +** +Mavera-yı kazaya ükşade +Bir büyük sukbe-i müdevverden +* +** +Renkler nur içinde yaykanıyor; +Gölgeler lem’alarla çalkanıyor; +Her taraf iltima’-zar-ı serab.. +* +Zerreler rize-dane-i billur; +Katreler necm-pare-i mensur; +Cuyler selsebilden mizab.. +** +Nefehat-ı heva bile nevvar; +Esiyor işte refref-i envar; +Yine evrakı ra’şelendirdi: +* +Su be-su bir yığın zerrin kelebek +Parlıyor cünbüş-i cenah ederek; +Yine dallara baş eğdirdi.. +** +Bahçeler lem’a-zar-ı şi’r u şegaf: +Şimdi güller şükufeler yer yer +Hande-i zer tebessüm-i cevher; +* +Berkler zümrüdin leb-i mebhut; +Laleler bir piyale-i yakūt; +Jaleler dürr-i şu’ledar-ı necef! +– Dördüncü +asr-ı hicride liva-yı muazzam-ı İslamiyyet altına sığınan biladın +her tarafında i’tila eden efkar-ı fenniyye –memleketi +herc ü merc ve merkez-i sikleti sık sık değiştiren ihtilallere +rağmen– beşinci asırda sarsılmaksızın yine terakkī ve inkişafına +devam eylemiştir. +Tafsilat-ı zaideye girmeksizin bu asrın en ziyade göze +çarpan hutut-ı esasiyyesini tersim edelim: +Hulefa-yı Abbasiyye evvelki debdebe ve daratlarını gaib +ettikten başka vazife-i asliyyelerini de unutarak Bağdad’a +kapanıyor ve ümera-yı mütegallibenin zir-i sıyanet ü vesayetlerine +Her tarafda tavaif-i müluk başgösteriyor ve memalik-i +Büveyhilere halef olan Selçukīler şu herc ü merci muvakkaten +teskine muvaffak oluyorlar. Bin elli beş sene-i miladisine +müsadif dört yüz kırk dördüncü sene-i hicriyyesinde +Alparslan muzafferen Bağdad’a giriyor ve bu tarihden i’tibaren +halifelerin nüfuz ve saltanatları kamilen emirü’l-ümeralara +nuyor. Fakat her şeye her türlü karışıklıklara rağmen neşr-i +ulum ve himaye-i erbab-ı fünun vazife-i mukaddesesi bu +defa da emirü’l-ümeralar tarafından kemal-i ciddiyyet ü +gayretle ifa edildiği görülüyor. +Al-i Büveyh’den meşhur Adudüddevle Bağdad’ı i’mar +ve şöhretgir-i afak olan Maristan-ı Adudi’yi inşa ve te’sis +ediyor. Alparslan Nizamülmülk gibi bir zatı makam-ı vezarete +meziyyet ü reviyyetini gösteriyor. Halefi ve Selçuk hanedanınının +en büyük en necib bir sima-yı ma’alisi olan Melikşah +da Alparslan’ın isrini ta’kīb fazilet-i ahlakıyyesinde bulunarak +emaneti ehline tevdi’ yani Nizamülmülk’ü makam-ı +vezarette ibka ediyor. +Nizamülmülk yalnız müdebbir bir vezir sahib-i reviyyet +bir hükumet adamı muhibb-i maarif bir sahib-i basiret gibi +mezaya-yı aliyye ibrazıyla iktifa etmiyor aynı zamanda asrının +en büyük eazım-ı erbab-ı ilminden ma’dud olduğunu da +bil-fi’l gösteriyor. +Herat Isfahan ve Basra’da bir çok medaris müteaddid +mekatib inşa ettiriyor. +Fakat bu müessesat miyanında birinciliği Bağdad’da i’la +ettiği meşhur Medrese-i Nizamiyye ihraz ediyor. Burada İshak-ı +Şirazi gibi asrın en büyük dahileri tedrisat-ı ilmiyyede +bulunuyorlar. Nizamülmülk bu tarafda bütün gayret ve fetanetiyle +neşriyat-ı ilmiyye ve medeniyyeye çalışırken diğer +tarafda Hasan Sabbah kendi ders refiki olan bu u’cube-i hilkat +kalblere vicdanlara hakim olmaya çalışıyor cihanı herc +ü merc etmekten çekinmiyor. Nihayet bu iki dahiye-i fıtrat +çarpışmaya mecbur oluyorlar. +Hasan Sabbah derviş kıyafetine soktuğu bir sefil yediyle; +Nihavend’e giderken Nizamülmülk’ü hançerletiyor aşeklinde +yazılmıştır. +lem-i İslam’ın bevvab-ı müşfikıni şehid ettiriyor!... Şark Gaznevilerin +zuhuruyla parçalanıyor ve bu suretle merkezin +kuvveti büsbütün zail oluyor. Maamafih Sultan Mahmud-ı +Gaznevi refakatinde Ebu’r-Reyhan el-Biruni ve Firdevsi-i +Tusi gibi eazımı bulundurmakla iftihar ediyor ve erbab-ı ilm +ü irfanı müstağrak-ı atıfet etmeye çalışıyor. +Mahmud-ı Gaznevi nam-ı irfan-penahı şöhretgir-i afak +olan İbni Sina’yı da merkez-i saltanatı olan Gazne’ye da’vet +ediyorsa da koca hakim hürriyet ve istiklalini muhafaza +etmeği vezarete tercih ediyor. +Mısır istiklalini muhafaza kaydıyla enva’-ı mesaib içinde +yuvarlandığı görülüyor. Pek ahmak bir hükümdar olan Hakem +bir tarafdan erbab-ı ilmi himaye gayreti gösteriyorsa da +diğer tarafdan muarızlarını birer birer i’damdan çekinmiyor. +Mustansır’ın devre-i medide-i hükumeti taun kaht gibi +afat-ı semaviyye zengin kütübhanelerin yağma ve tahribi +misilli felaket-i ilmiyyelerle geçiyor ve nihayet vezir-i şöhret +şiar Bedreddin Cemali Mısır’da asayiş ü refahı takrir ü iadeye +muvaffak oluyor. +dahiliyye arasında Emeviyye Hanedanı sönüyor ümera +da’iye-i istiklale düşüyor Endülüs gibi bir gülbün-i ma’rifet +parça parça ediliyor. Kanlı melhameler müdhiş yangınlar +esnasında pek kıymetdar kitaplar mahvoluyor. +Maamafih bütün bu facialara rağmen gerek şark ve gerek +garb İslamları arasında ulum u fünun seyr-i feyyazında +duçar-ı tevakkuf olmuyor harika-nüma bir sür’atle muttasıl +Bu asırda ulum-ı tabiiyye ve tıbbiyye ve riyaziyye ile +bilhassa felsefenin bir istikamet-i muayyene ta’kīb ettiği ve +bir nevi’ hususiyet-i tekamüliyye kazandığı görülüyor yalnız +şeklen değil esas i’tibariyle da dördüncü asrı gölgede bıraktıracak +müellefat-ı azime intişar ediyor. Bu eserler arasında +tesadüf olunuyor. +Beşinci asır terakkiyat-ı fikriyye riyaset ve piştarlığında +deha ile fen ve felsefeyi daha metin esaslar daha rasin +metodlar üzerine bina etmeye çalışıyor ve muvaffak oluyor. +ediyor. +Razi’nin el-Havi ’sinden daha vasi’ bir plan ta’kīb eden +Kanun daha sıkı bir metod tahtında fenn-i tıbbın bütün +şuabatını havza-i tedkīka alıyor ve tababetin ta ruhuna icrayı +te’sir ediyor. +Kanun yalnız alem-i İslam’da değil Garb’da bu cihan-ı +Hıristiyaniyet’te bile pek büyük bir tahavvül-i ilmi +husule getiriyor ve nihayet tababet-i cihanın hakime-i yeganesi +olmak mertebe-i bülendine i’tila ediyor. +Şark darülfünunları bu eser-i muazzamı tedris ve şerh u +tefsir ile uğraşıyor. Garb ise Latince’ye tercüme ettikten sonra +tedrisat-ı tıbbiyyeye esas ittihaz ediyor. +ler medid gulguleler gürültülü münakaşalara sebebiyet veriyor. +Bu münakaşatın aks-i sadası bir tarafdan Maveraünnehir’de +diğer tarafdan Nil sahillerinde ve Cebel-i Tarık şevahikı +arkalarında tanin-endaz oluyor. Riyaziyun-ı İslamiyye +asr-ı sabıka nisbeten daha metin ve daha klasik eserler +meydan-ı intişara vaz’ ediyorlar. +Beşinci asr-ı hicride alem-i İslam’ın yetiştirdiği eazımı seri’ +bir nazarla gözden geçirelim: +feyafi-neverd halinde şehirden şehre kasabadan kasabaya +gezip dolaşır. Uğradığı mahallerde tetebbuat ve tedkīkat-ı ilmiyyesine +devam ediyor. Asya-yı ulya baştan başa İbni Sina’nın +lemeat-ı irfan-nisarıyla bir kişver-i ma’rifet halini alıyor. +Alem-i İslamın en zeki gençleri en büyük alimleri koca +hakimin etrafına toplanarak fikr-i bi-payanından tenevvüre +çalışıyorlar. +Uzakta bulunan ulema ve bilhassa el-Biruni gibiler de +muhaberat-ı ilmiyye ile teati-i efkar ediyorlar. +Bağdad’da İbni Butlan İbni Cezele Ebü’l-Ferec bin +Tayyib gibi dahiler görülüyor. İbni Butlan ve İbni Cezele tababet +ve hıfzussıhha fenlerini klasik bir şekle ifrağa muvaffak +oluyorlar. Ebü’l-Ferec ise bilhassa felsefe ile iştigal ediyor +tıb ve felsefeye dair asar-ı mühimme te’lifiyle uğraşıyor. +Kehhal-i şehir Ali bin Isa da bu asırda iştihar ediyor. +Suriye gelecek iki asırda ifa edeceği büyük rollere hazırlanıyormuş +gibi yavaş yavaş uyanmaya başlıyor. +Mısır’da ihtilalat ve teşevvüşat-ı siyasiyye ve idariyyeye +rağmen ulum u fünun büyük bir gayret ü himmetle ileri +götürülüyor. Her yerde hususi ve umumi gayet zengin kütübhaneler +te’sis olunuyor. Bir halde ki; değil umumi kütübhaneler +eazımdan bazılarının konaklarındaki hususi kütübhanelerde +bulunan asar ve müellefat-ı aliyyenin adedi binleri +tecavüz ediyor. +Camiü’l-Ezher menşe’-i a’zam mertebe-i refiasını ihraz +ediyor cihanın her tarafından Mısır’a koşan gençler Ezher’in +sakf-ı irfan-nisarı altında perverişyab-ı kemal olarak aktar-ı +alem-i İslam’a dağılıyorlar vüs’at-i ma’lumatıyla cihanı +hayrette bırakan riyazi-i şehir İbni Heysem bu asırdadır ki +Ezher’in agūş-ı irfanından kemale eriyor. +Fenn-i kehhalide mümtaz Ömer bin Ali ile hakim-i şehir +Ali bin Süleyman da aynı zamanda iştihar ediyorlar. +den şakirdan bütün gayretleriyle ulum-ı tabiiyye ve fünun-ı +riyaziyyenin neşr u ta’mimine çalışıyorlar. Bunların arasında +coğrafiyyun-ı İslamiyyeden meşhur el-Bekri ile ilm-i ziraat +mütehassıslarından İbnü’l-Haccac gibi parlak nasiyeler de +görülür. +Aksa-yı şark-ı İslamide elma’i-i şehir el-Biruni Hind lisanını +tahsil ve Sanskrit asarını Arabca’ya nakl ü tercüme ediyor. +Mes’ud Mahmud Gazan namına ithaf eylediği Kanunü’l-[Me]s’udi +ünvanlı eser-i muazzamı neşrettiği gibi bir +tarafdan da hikmet-i tabiiyye ve tarihiyyeye aid kıymetdar +kitaplar te’lifine çalışıyor. +Bağdad’da Ömer Hayyam riyaziyatı i’laya sa’y ediyor. +Melikşah namına ithaf ettiği Tarih-i Celali denilen meşhur +takvimi tanzim ediyor. Aynı zamanda Nizamülmülk tarafından +te’sis edilen Bağdad Rasadhanesi’ni idare ve rasadat-ı +heyeiyyeye devam ediyor. Mısır’da İbni Yunus uful ederken +yerine Ebu Heysem gibi alem-i İslamın cidden medar-ı +Medrese-i Nizamiyye riyasetini ihraz ve bütün şa’şaa-i kemaliyle +neşriyat-ı felsefiyye ve ilmiyyeye çalışıyor. +Fakat bir müddet sonra bu büyük dahinin tefekkürat-ı +amika-i tasavvufiyye ile mest ü medhuş olduğu görülüyor! +yaziyat mantık ve kelam…. gibi fünunun kaffesinde tebahhur +ediyor. +– Alem-i İslam’ın İran ve +Türkistan tarafları asr-ı sabıktaki şöhret-i ilmiyyesini –daha +ziyade şa’şaadar olmak üzre– beşinci asırda da muhafaza +eylemiştir. Razi’ye İbni Sina gibi bir dahi halef oldu. +Birbirlerinden farklı birer seciye ibraz eden birer deha +sahibi olan bu iki zat bazı hususda hemen hemen aynı +seviyeye i’tila eylemişlerdir. Razi tıbda tatbikat ve pratike +mütemayildi. İbni Sina ise bilhassa felsefe meclubudur. İbni +Sina’da bir deha-yı fenni görüyoruz. Tedkīkat ve taharriyat-ı +dir. Razi’nin el-Havi ’de vaz’ ettiği usulü İbni Sina Kanun ’da +Asya-yı ulya baştan başa İbni Sina’nın cevelengah-ı +olduğu gibi Asya-yı ulya’da da muayyen bir merkez-i irfan +görülmüyor. +te’sis etmişlerdi. Fakat topluca bir merkezde tecemmu’ edememişlerdir. +Bunlar miyanında İbni Ebi Sadık el-Aylakī +Şerefüddin Ebu Abdullah el-Mendevi meşhurdur. +Beşinci asr-ı hicride ulum u fünunun Asya-yı ulya’daki +derece-i terakkiyat ü intişarını anlamak için İbni Sina tarafından +aktar-ı alem-i İslamda bulunan eazım-ı muasırinine +yazılan muharrerat ve mekatib-i ilmiyyenin kesret ve ehemmiyet-i +mündericatı nazar-ı i’tibara alınmalıdır. +* * * +Müşarun-ileyh hazretlerinin zaman-ı cahiliyyette ismi +Abd-i Şems olup hal-i İslamında Abdurrahman idi. Bir gün +eteğinde bir kedi olduğu halde giderken fahr-i alem ve +nebiyy-i muhterem efendimiz hazretleri kendisini görüp o +nedir? diye sual buyurduklarında kedi olduğunu haber vermeleri +üzerine “Ente ebu hüreyretin” buyurmuşlar idi ki +“Sen kedicik babasısın” demektir. Ondan sonra sahib-i tercüme +hazretleri bu künye ile şöhret bulmuşlardır. İsm-i şeriflerini +ta’yinde otuzdan ziyade akval olup esahhı Abdurrahman +bin Sahr olduğudur. Ebu Hüreyre namı kendisine +taraf-ı risaletten verildiği için indinde pek mergūb olup kendisini +herkesin o nam ile yad etmelerini ister idi. Zat-ı sütude-simatları +ashabın meşahirinden olup İslam’ı Hayber +senesindedir ki feth-i Mekke’den bir sene akdemdir. Gazve-i +Hayber’de guzat-ı müslimin ile beraber bulunmuş ve ondan +sonra Ashab-ı Suffa’ya mülhak olup Hazret-i Fahr-i dücihandan +ayrılmamıştır. Hazret-i Ömer radıyallahü anh zat-ı +mübareklerini Bahreyn valisi etmişler ve sonra azleylemişlerdir. +Ba’dehu yine istihdam etmek istemişler ise de cenab-ı +Ebu Hüreyre imtina’ edip Medine-i Münevvere’de sakin +olmuş ve yetmiş sekiz yaşında olduğu halde tarihinde +Medine’de irtihal-i dar-ı naim etmiştir. hadis-i şerif rivayet +eylemiştir Sahihayn’da mezkurdur. ’de İmam +Buhari ’da İmam Müslim münferid bakīsinde ikisi +müttefiktir. Sahih-i Buhari ’de kendilerinden menkūl olarak +mezkurdur ki “Halk benim rivayatımı istiksar edip: Ebu +Hüreyre pek çok rivayet-i hadis ediyor dediler. Eğer Kitab-ı +Kerim’de +ayetleri olmasa ben bir hadis bile haber vermez idim. Bizim +Muhacirinden olan ihvanımızı ticaretleri ve çarşılarda olan +alışverişleri ve Ensar’dan olan ihvanımızı ziraatleri ve hurmalıkları +meşgūl eder idi. Ben ise karın tokluğuna Hazret-i +Resulullah’a mülazemet edip onların bulunamadıkları vakitlerde +nezd-i Resulullah’da bulunur ve onların hıfzetmediklerini +hıfzeder idim” demiştir ve yine kendilerinden mervi olarak +Buhari ’de mezkurdur ki kuvve-i hafızalarından şikayeten +“Ya Rasulallah ben sizden bir çok şey işitiyorum da +hıfzedemiyorum demiştim. Bana: Dameni yay buyurdular. +Damenimi yaydığımda iki avuçlarıyla bir şey atar gibi yapıp +ba’dehu: Yum buyurdular. Ben de eteğimi toplayıp yumdum +bir daha bir şey unutmadım” demişlerdir. +Kütüb-i usulde Hazret-i Ebu Hüreyre ashabın fıkıh ve ictihad +kin tahrirde İbni Hümam’ın: Ebu Hüreyre fakihdir onu bu +kısma idhal etmemek sahih olamaz demiş olduğunu İbni +Nüceym merhum beyan etmiştir. Hazret-i Ebu Hüreyre’nin +zaman-ı ashabda fetvası zahir idi ki o zaman derece-i ictihadı +haiz olmayanlar ifta edemezler idi. Kendilerinden sahabi +ve tabii[n] sekiz yüzü mütecaviz zevat ahz ve rivayet +eylemişlerdir. Hazret-i Ebu Hüreyre radıyallahu anh benden +ziyade hadis bilen Abdullah bin Amr’dır. O yazar idi ben +yazmaz idim buyurmuşlardır. İbni Kuteybe’nin beyanına +göre Ebu Hüreyre hazretleri omuzlarının mabeyni geniş ön +dişleri seğrek ve latifeci bir zat olup kendisinin iki örgü saçı +dahi var imiş. Validesinin mazhar-ı hidayet olması için dua +buyurmalarını Hazret-i Nebiyy-i ekremden niyaz-mend olmakla +valide-i hazret-i Ebu Hüreyre’nin dua-i hazret-i Hayrü’l-beraya +Ebi Hüreyre faslında mezkurdur. +Sahib-i tercüme Ebu Hüreyre hazretleri Kur’an -ı azimü’ş-şanı +arzan Übey bin Ka’b hazretlerinden ahz ü telakkī +etmişlerdir. Zat-ı mübareklerinden dahi a’rec lakabıyla meşhur +fukahadan ve eimme-i kurradan Abdurrahman bin +Hürmüz ve Ebu Ca’fer bi-tarikı’l-arz ahz etmişlerdir. Ebu +Ca’fer ve Nafi’ kıraetleri müşarun-ileyh hazretlerine müntehidir. +Radıyallahü anh. +Müşarun-ileyh hazretlerinin ism-i şerifleri Abdullah olup +künyeleri Ebü’l-Haris’dir. Pederlerinin namı Ayyaş bin Ebi +Rebia’dır. Zat-ı mübarekleri meşahir-i tabiinden olup Fahr-i +alem efendimiz hazretlerini gördüğü mervidir. Kıraeti bi-tarikı’l-arz +Übey bin Ka’b hazretlerinden ahzetmiş ve Ömer +ma’ eylemiştir. Ebu Ca’fer Yezid İbni Ka’ka’ ve Şeybe bin +Nassah Abdurrahman bin Hürmüz Müslim bin Cündeb +Yezid bin Ruman gibi zevat Kur’an-ı kerim i zat-ı ali-kadrlerinden +bi-tarikı’l-arz ahz u telakkī etmişlerdir. Bu beş zat +eimme-i kurradan İmam Nafi’in şeyhidirler. +Sahib-i tercüme hazretleri ehl-i Medine’nin ilm-i Kur’an +’da imamı olup sene-i hicriyyesinde azm-i gülşen-saray-ı +alem-i ukba buyurmuşlardır. +Müşarun-ileyh hazretlerinin ism-i şerifleri Şeybe olup +pederlerinin namı Nassah bin Sercis’dir. Zat-ı ali-kadrleri +Medine-i Münevvere’de ilm-i Kur’an ’da imam-ı yegane ve +mevsuku’r-rivaye bir zat-ı kemalat-nisab idi. Ezvac-ı tahire-i +Nebeviyye’den Hazret-i Ümmü Seleme’nin abd-i mu’takı +olup hazret-i müşarun-ileyha bu zatın başını eliyle mesh ile +hakkında dua-yı bil-hayrda bulunmuştur. +Hafız Ebu’l-Ula bu zat hakkında ashab-ı kiram hazeratını +mü’minin Hazret-i Aişe ve Ümmü Seleme radıyallahü anhüma +validelerimizin şeref-i idrakiyle müşerref ve dualarını +ahz ile kamyab oldu demiştir. +Hazret-i Ümmü Seleme kari-i müşarun-ileyhi kıraet-i +Kur’an ’a teşvik etmiş ve Medine-i Münevvere Kadisı +Ebu Ca’fer Ali’ye damad olmuştur. Hazret-i Hüseyin radıyallahu +anh efendimizin kerime-i muhteremeleri Sekine radıyallahü +anha irtihal-i dar-ı naim buyurdukta kıraet-i Kur’an +’daki fazileti ve hüsn-i edası cihetiyle cenaze namazını kıldırmak +hususunda pek çok kibara takdim olunmuştur. İlm-i +k��raeti Abdullah bin Ayyaş bin Rebi[‘a]’dan ahz u telakkī +etmiş olduğu muhakkaktır. Bazı müverrihin Abdullah bin +Ayyaş’ı Abdullah bin Abbas zannıyla kari-i müşarun-ileyhin +Abdullah bin Abbas yahud Ebu Hüreyre’den ahz ve kıraet +eylediğini beyan etmişler ise de kari-i müşarun-ileyhin Ebu +Hüreyre hazretlerine yetişemediği sabittir. İmam Zehebi +der ki: Eimme-i kurradan Nafi’ bin Ebi Nuaym Süleyman +bin Müslim İsmail bin Ca’fer Ebu Amr bin el-Ala müşarun-ileyh +mişlerdir. İlm-i kıraette ibtida kitap tasnif eden kari-i müşarun-ileyh +olup kitabı meşhurdur. veya tarih-i hicrisinde +şeklinde yazılmıştır. +O gün ikindiye doğru siperleri gözden geçirmek için +gittim. Üzerlerinden kal’adaki mahsurine hitab ederek: +– Siz de müslümansınız biz de. Emiriniz mağlub oldu. +Bundan sonra mukavemetin faide vermeyeceğini bihude +ölüp öldürmenin müslüman kanı dökmekten başka bir şey +diğiniz şeraitle musalaha yapalım. Dedim. Dinlediler fakat +cevap vermediler. +O gece sabahleyin bir yürüyüş yapılması hakkında emir +verdim. Fakat hücum başlamazdan evvel düşmanı korkutmak +fikriyle kal’a duvarlarını toplarla döğdürdüm. Kuşluk +zamanı askerin bir mikdarını kal’anın cihat-ı muhtelifesine +hücum ettirip asıl girilebilecek bir noktayı serbest bıraktırdım. +Çünkü o noktaya hücum edilmediğinden oradakilerin +de nikat-ı saire ile meşgūl olacakları bedihi idi. +Muhafızları başka cihetleri müdafaa için ayrılınca bizim +askerin kısm-ı küllisi hemen o noktaya yürüyecek bir duvara +tırmanıp çıktıktan sonra bir defa “Ya çar yar” diye bağıracaktı. +Keşfim doğru çıktı ve planım tamamıyla tatbik edildi. +Neticesinde de düşman dış kal’adan iç hisara çekilmeye +mecbur oldu. +Dış ve iç kal’alar arasında on zira’ umkunda yirmi üç +zira’ arzında bir hendek vardı ki askerimiz kamıştan örülmüş +bir köprü vasıtasıyla üzerinden geçti. “Bu köprü bir arşın +derinliğinde bağlı olup suyun safveti ve ümeranın dikkati +sayesinde görülmüştü.” Geçer geçmez hisarın duvarını delmeye +ve içeride bulunanlara ok atmaya başladı. +Bu sırada kal’anın hakimine bir kağıd yazdım. Teslim-i +nefs ederse canı malı askeri emin olacağını ve kendilerinin +raiyyem gibi muamele göreceğini bildirdim. Mektubu üseradan +biriyle kal’a dahiline yolladım. Artık ok ve tüfenk atılmasını +da men’ ettim. +Mektup içeriye gidince hakimle rüesa dışarıya çıktı. Teklif +ettiğim şeraiti bil-kabul kal’a kapılarını açtılar. Bölük bölük +çıkan ahaliden bazılarını amcama gönderdim. Hepsine +evlerine iade etti. Afganlıların harekat-ı zalimanesinden kulakları +dolmuşken duçar-ı esaret oldukları halde böyle salimen +ve mutayyeben hanesine dönenler gördükleri şefkatten +şaşırdılar. Bizim korktukları gibi olmadığımıza emniyet kesbettiler. +§ +Mir Atalık vefadar adamlarından bazılarıyla Katagan’dan +çıkmış Rastak’da Bedahşan beylerinin yanına iltica eylemişti. +Bu haberi alır almaz Gūri’den kalktık Mir Atalık’ın +payitahtı olan Bağlan’a gittik. Oranın eşraf u a’yanı istirhamnameler +takdim ettiler. Kendilerine teselli ve te’minat +verdik. Rüesadan bazılarını ibka bazılarını tebdil eylemek +ve hakimler kadilar ta’yin etmek suretiyle icraatta bulunduk. +Ba’dehu hareket ve Hanabad’a muvasalat ettik. +Şehir civarında ve nehir kenarında vaki’ mürtefi’ bir +noktaya ordu kurduk. Ora[da]n iki tabur piyade bin nefer +Özbek süvarisi beş yüz nefer Afgan süvarisi beş yüz nefer +hassa askeri tertib ederek altı katır topuyla Talihan’a sevkeyledik. +Emir Dost Muhammed Han’ın oğlu Muhammed Emin +Han bu fırkaya kumandan ta’yin olundu. Nehri atlarla geçtikten +sonra Talihan’a gitti. Az zaman içerisinde kal’asını harab +etti. +§ +Bu müddet zarfında amcamla birlikte Hanabad’da lazım +gelen ıslahata çalışıyorduk. Yaptığımız işlerden biri de nam-ı +ceddimin hutbelerde yad olunmasıydı. +Biraz sonra İndirab ve Host ahalisi Mir Atalık ile Bedahşan +beylerinin tahrikatına kapılıp tuğyan ve hakimlerine karşı +Serdar Muhammed Ömer Han kumandasında olmak +üzere dört yüz neferden ibaret bir kuvvet tertib ve İndirab +hakiminin imdadına tesrib ettim. Ceddim de Kabil’den Serdar +Muhammed Şerif Han kumandasıyla iki tabur piyade +bin nefer hassa askeri bin nefer süvari ve altı top +yolladı. Her iki asker de Bizdere denilen mevki’de birleştikten +sonra güruh-ı usata hücum ederek cem’i[yye]tlerini dağıttı. +Maktul ve mecruh olarak iki bin asi cesedi meydan-ı +harbde kaldı. Ba’de’l-feth hakimin yanına beş yüz nefer +muhafız bırakarak Muhammed Ömer Han Hanabad’a geldi. +Muhammed Şerif Han da Kabil’e döndü. +§ +Mir Atalık Talihan’ın tahrib edildiğini işidince Rastak’dan +kalkıp Ceyhun Nehri’ni geçti ve Kılab’a gelip emirine +O vakit Mir Sohrab Bey Kılab emiri idi –ki muahharan +Buhara emiri müşarun-ileyhi mecbur-ı firar etmiş o da +Kabil’e gelip nezdimde haiz-i ihtiram olmuştu– ve Mir Atalık +on bin süvari terfik eyledi. Bedahşanlılar da on bin süvari +yetiyle bizim orduya karib mahallata ve civardaki kal’alarla +Talihan’a hücum ederek yağmagerliğe başladı. Karakol +beklemeye me’mur olan süvarilerimiz daima bunlarla çarpışır +ve her musademede tarafeynden yüz iki yüz nefer +maktul olurdu. Tutulup getirilen esirleri top ağzına bağlamak +suretiyle itlaf ederdim. Üç sene süren iğtişaş esnasında +top ağzında can verenlerin adedi beş yüze yakın olduğu gibi +askerimiz tarafından öldürülenlerin mikdarı da on binden +fazla idi . +§ +Muhammed Emin Han çalışmakta bulunduğu halde bir türlü +önü alınamaması üzerine Emin Han’ın bir mektubu geldi +ki Bedahşanlı düşmanla uğraşacak kadar askerim +yok. Ya imdad gönder yahud bil-mecburiye geleceğim” diyordu. +Buna cevap verilmedi. Lakin biraz sonra serdarın +Hanabad’a doğru hareketi işidildi. +Şu hadise üzerine amcamla meşverete başladık. Ben: +– Serdar Muhammed Han’ın yerine gitmeye hazırım. +Avn-i İlahi sayesinde altı katır topu ve beş bin süvariyle +– Bu iş hayli müşkildir. Sen gençsin daha sakalın da +yoktur. Belki kendini heder edersin. İhtirazında bulundu. +– Heder olmayacağımı size isbat edeceğim diyerek o +gün yola çıktım ve sür’at-i kamile ile Talihan’a vasıl oldum. +Asker beni görüncü sevindi. Serdar Muhammed Emin +Han’a yolda rast geldim. Amcazadem olduğu benden de +epeyce yaşlı bulunduğu halde cür’etsizliği için mülakatından +–Emir Dost Muhammed Han gibi muhterem bir pederin +bais-i arı oldunuz! dedim. +§ +Vürudumdan iki gün sonra Rastak ve Bedahşan ahalisi +Mir Şah-ı Feyzabadi’nin biraderi Mir Yusuf Ali’nin tavsiyesi +mucebince iki üç bin süvarilik bir kuvvet tertib ederek bizim +ordunun etrafıyla Talihan civarında baskınlar yağmalar +yapmaya gönderdi. +Düşman süvarileri iki yüz hassa askeri ve elli nefer süvarinin +taht-ı muhafazasında bulunan erzak ve eşyamız üzerine +bağteten hücum etti. Bizimkiler mümkün mertebe müdafaaya +çalışmakla beraber bana haber yolladılar. Hemen +muavenetlerine yedi yüz nefer i’zam eyledim. Efrad-ı muavine +yağmagerleri fena halde bozdu ve levazım ve zehairimizi +kurtardı. +büsünde bulundu. Fakat bu defa da bize itaat etmiş olan +kal’aları yağmaya kalkıştı. derhal sevkettiğim asker cem’iyyet-i +a’dayı kaçırdı ve on esir ile iki yüz at iğtinam eyleyerek +geldi. +Şu suretle uğraşmamız üç ay olmuştu ki Katagan ümerasından +biri beni bir akşam yemeğine da’vet etti. Yanıma +nizamiye ve redif süvarisi alarak da’vetine icabet +eyledim ve bizim ordunun yarım fersah ilerisinde kain menziline +gittim. Bir tedbir-i ihtiyati olmak üzere ikametgahın +civarına muayyen fasıla ile yüz nefer ikame ettim. Mizbanımın +bundan haberi yoktu. Biraz görüşüp konuştuktan sonra +yemek ihzarıyla uğraşıldığı sırada süvarilerimden biri geldi +düşman askerinin hücumuna uğradıklarını azlık oldukları +cihetle yavaş yavaş ric’ate mecbur kaldıklarını haber verdi. +Yerimden fırladım. Ev sahibiyle oğullarını esir alarak süvarilerime +topun sür’atle i’zam olunarak mütebakī askerin de harekete +müheyya bulunması emriyle ordugaha bir süvari yolladım. +Asilerin adedini on bin kadar tahmin ettiğim cihetle maiyyetimdeki +efrad-ı kalileyi muayyen fasılalı sekiz kısma ayırdım. +Evvela birinci kısım; düşmana mukabele eyleyecek +mahsur kaldığı takdirde ikinci; üçüncü ilh … kısımlar da +yardıma gidecekti. +Tahmin ve ta’rifim gibi oldu. Son ve en büyük kısımla +ben de harbe iştirak eyledim. Kılıç kılıca döğüşürken çağırdığım +Nihayet düşman firara mecbur olarak sahne-i mukatelede +beş yüz yaralı bıraktı ki bilahare bunların yüzü vefat +etti bizim askerden de yüz nefer maktul oldu. +* * * +Saadet-i umumiyyeyi tekeffül eden siyaset nizam-ı ebedi-i +hadisatı bozmaya çalışan bir vasıta-i zulm ü şiddet olursa +artık o te’sir altında kalan halkın biçareliğini tasavvur ediniz. +Böyle bir milletin bağcısı şüphe yok ki bir vezirinden +daha müsterih ve akıldir! Çünkü fazla mahsul almak için +toprağı tedkīk eder her meyvenin mevsim-i husulünü bilir +menfaatini sektedar eden usulü reddeder. Bunun gibi; alem-i +siyasette cem’iyyat-ı beşeriyyenin mukadderat-ı tabiiyyeye +göre esbab-ı bahtiyarisini istikmale çalışmalı kendisini +faaliyetinde tabiat kadar muvaffak eden akīde-i asliyyeyi +yani ahlakı bil-mütalaa fezaili tefrik u temyiz etmeli batıl +fikirlerin! Cehlin modanın elinde kalan hissiyat-ı vicdaniyyeye +bir cereyan-ı salim irae eylemelidir. +Şimdi siyasiyatın ihtimam edeceği teferruat-ı fezaile girelim +evvela şunu söyleyelim: Siz bir hizmetkar alırsanız onun +şikem-perver tenbel yalancı hilekar olmasını mı istersiniz +yoksa mehasin-i ahlakıyyesini mi? Komşunuz halim +hak-perest hayırhah namuskar mı olsun? Yoksa sefih ayyaş +kavgacı mı? İzdivac ettiğiniz zaman çocuklarınızın su’-i +sadakate tercih eder misiniz? +Cevabınızı beklemem bile afif bir zevce sevgili çocuklar +arkadaşlar faziletli komşular vazifelerine mukdim hizmetçiler +nasıl bizi aile içinde mes’ud ediyorsa hayat-ı hariciyyemizi +te’min eden siyasiyat da saadetimizle bu derecelerde +alakadardır. Bugün fezail-i beytiyye istihfaf olunuyor; +fakat biliyor musunuz ki bu doğrudan doğruya kendi saadetimize +tecavüzdür. Başkaları hakkında düşündüklerinizi +kendinize tatbik ederseniz haksızlığınızı teslim eylersiniz. Emin +olun ki bir namuskar adamın yanında bir kahramanın +kıymeti hiçtir. Aile kucağında borçlu olduğu vazifeyi ifa etmeyenler +memleketi kurtarmak için da’va-yı hak edemezler. +Tevazua süfliyet ve meskenet nazarıyla bakılıyor. Evlerimizde +kanunun girip telkīn-i vezaif edememesinden memnun +oluyoruz. Halbuki kavanin-i cem’iyyetin tatbikından ilk +mes’ul: Evdir. +Aile ocağını ikad eden pederdir. Bir millet fezail-i umumiyyeye +fezail-i beytiyyesiyle ihzar-ı nefs eder. Ne zevc ne +peder ne komşu ne arkadaş olmayan; vatanını sevemez. +Ahlak-ı şahsiyye ahlak-ı milliyyenin esasıdır gayesidir. Ailesi +arasında ihtirasatını yenemeyen bir adam nasıl olur da +huzur-ı insaniyyette tavsiye-i akl eder!.. +Lycurgus evvel be-evvel Ispartalıların hayat-ı ailelerini +koymuştur; namusun vikaye edildiği bir memlekette ne polise +ne de jandarmaya ihtiyac messolunmaz. Herkes fazileti +sayesinde vazifesi başına adeta sevk-ı tabii ile gider; halk +refah-ı umumiyi te’mini der’uhde edenlerin faziletine hürmet +etmeli ki serbesti-i harekat mümkün olabilsin; bir padişah-ı +adil istemek için adalet sevilmeli kanun kadar metin +rüesaya vücud vermek için kanuna mecburiyet-i itaatin +kıymeti takdir olunmalıdır. Fesad-ı ahlak başlarsa artık halk +ne padişahın ne de nuzzarın ahvalini tenkīde salahiyetdar +olamazlar. Hatta o zaman fenalıklarını müdahenelerle karşılayacak +bir reisi kendilerini kurtarmak isteyenlere tercih +ederler. +sefahet süs artınca “Atina”nın ahlakı bozuldu. Artık bütün +mübahesatı: Şenlikleri alayları eğlenceler teşkil ediyordu. +Süs heves ahaliyi o kadar boğuyordu ki bütün san’atlarda +nef’-i hakīkīyi değil hevesat-ı muzırrayı okşuyor ve terakkī +ediyordu. Atinalılar kendi babalarına “kaba adamlar” demeye +onların faziletine dudak bükmeye başladılar; bütün +bu teşevvüşe sebeb: Halkı iğfal eden bir Perikles’in mevcudiyet-i +hükümdaranesidir. Moda merakının tedricen ta’mimi +zenginleri zalim ve hôd-bin fukarayı namussuz ihtiyarları +me’yus gençleri zen-dost ve atıl bir hale koydu: +Servete hürmet ediliyor şıklık nazar-ı dikkati celbediyor; +pırlantalar inciler iktidarı zekayı düşündürmüyor herkesin +kıymeti mevcudiyet-i maddiyesiyle nisbet olunuyordu. Perikles’i +muhterisler çapkınlar ta’kīb etti. Fersiz gözlerin muhakemeleri +perişan kafaların karşısında bunlar utandılar mı? +Asla; me’muriyetlere hırsızları entrikacıları ta’yin ettiler; kanunları +kendi arzularına uydurdular bin kalıba soktular. +Bunları faziletkar adamlara nazik desiselerle unutturdular.. +Ne için? Vahşiyane zulmetmek için! +Siyasiyat nazarında faziletin küçüğü olmaz; siyaset en +küçük fazileti de şayan-ı dikkat görür; devletin saadet ve asayişini +der’uhde eden bütün kanunların esasını bizim teferruat-ı +ahlakıyyemiz teşkil eder fena ve iyi hükumet yok fena +ve iyi insanlar vardır. +Polis kavaid-i ahlakıyyeye riayet etmeyenlerin cezasıdır. +Bana +– Hangi şekl-i hükumet iyidir? –diye sorarsanız size: +– İyiliği şekl-i hükumette değil insanlarda aramalı– cevabını +veririm; cumhuriyet ahlaksız bir milletin şekl-i hükumeti +ler! Adil bir hükümdarın taht-ı riyasetinde kemal-i faziletle +yaşayan halk isterse şekl-i hükumet “mutlak” olsun yine +bahtiyardır; çünkü adalet: İstilzam-ı saadet eder; kavanin-i +meşrutiyet de adalet gibi “mutlak”dır. +Buna riayet etmezsek tıbkı bir zalimin keyfi altında yaşarcasına +bütün emniyet-i hayatımızı gaib ederiz. Eflatun +Republik eserinde: “İhtirasata meydan veren her şekl-i hükumette +kanun emin bir halde bulunamaz” diyor. +adaleti yalnız o kendi amaline göre isti’mal ediyorsa idare-i +meşrutada sınıf-ı mümtazın kibir ve tamaı menafi’-i umumiyyeyi +kendi istifade-i şahsiyyeleri uğrunda feda ettiriyorsa +halkın arzuları hareket ediyorsa hiçbir vakit saadet teessüs +edemez saadet-i millet ancak kavanin-i ahlakıyye dairesinde +bütün bu eşkal-i idarenin yerine göre hüsn-i tatbikı +ve tevhid-i faaliyet esasına ibtinaen kuva-yı umumiyyenin +aksam-ı muhtelife tarafından mütekabilen i’tidal ve muvazenesiyle +mümkün olabilir. +Sokrat’ın şakirdi: Hükumetin yalnız ahlak ile payidar +olacağına kani’dir en ulvi en hikmetkar bir meşrutiyetten +fesad-ı ahlaka düşmüş bir millet ne anlar? Evvela: Kalb +sonra: Fikir! Lycurgus’un elinden çıkan Lacedemon Eflatun’un +tasavvur ettiği bir hükumet-i mu’tena idi. +Meclis ve halk bu iki kral muhtelif kuvvetlerle bir meşrutiyet-i +muhtelita vücuda getirmişler; her unsur yekdiğeri +hakkında aynı hürmeti hissediyordu. O zaman hayretlerle +takdir olunan bir müessese-i ictimaiyye vücuda geldi. +nazaatından intizamsızlıklardan hilekarlıklardan vareste +kalmıştır. Sonra Lysander mağlub ettiği halkı bir yığın gaayimle +vatanına sokar sokmaz Isparta evlerinin serveti artınca +o vakte kadar güç hal ile teskin olunan hırs u tama’ +Babalarının ilk önce pek sevimli görünen sadegi-i hali +“kabalıkla” tavsif olundu. +Milletin arasına düşen bir fenalık ya hemen mahvolur; +yahud çoğalır. Tek başına muhafaza-i mevcudiyyet edemez. +Nihayet yavaş yavaş faziletler ehliyetler i’tibardan sukūt +etti onların yerini para işgale başladı çünkü para ehliyetsizleri +liyakatlendiriyor; sahibine teveccühler bezlettiriyordu. +Artık fakr [u] zaruret istihkar olundu; evin gözünü doyurmak +titreyen zenginler Lycurgus’un inkısam-ı kuvvet fikri +aleyhinde kıyam ettiler kendi keselerini müdafaa etmek +tarafdan ahali: Gah sefil ü zelil; gah küstah ü bi-edeb sürükleniyordu. +Neticede ne oldu? Bir zamanlar: Hükümdarı +meclisi halkı taht-ı inkıyadına alan kanunların yerine – +önüne geçilemeyecek kadar müdhiş– hırs hased kin ve tama’ +cereyanları ruh-ı milleti paraladı; çünkü onlara bahş-ı +hayat ve kuvvet eden fazilet sarsılmıştı. +Şu cereyan vesait-i hususiyye ile vaktinde men’ edilmez +buna mani’ olmak salahiyetinde bulunanlar kanuna itaatsizliğe +başlarlarsa memleket bir yabancı düşmanın şikarı +oluncaya kadar ne padişahdan ne kabineden ne de halktan +ümid-i necat bekler! +Muhakematınızda tereddüd etmeyiniz: Roma’da da +böyle oldu. Patrisyenler’le Plebeiuslar arasında münazaa +sırf servet ve imtiyaz da’valarından tehaddüs etti. Ahlak-ı +zatiyye ve ahlak-ı umumiyyenin nüfuz-ı ıslah-perveranesi +esnasında Romalılar her işte adalet ve i’tidal gösteriyorlardı; +kuva-yı milliyyenin Konsül’ler Sena[!] Tribün ve Halk arasında +hüsn-i taksimi müsavat-ı hakīkıyye teessüsüne yardım +ederek saadet-i umumiyyeyi inkişaf ettirmişti; fakat Roma: +Muzafferiyatıyla mağlub ettiği halkın servetiyle tekebbüre +başlar başlamaz fenalıklar iyilikleri sükuta da’vet etti; hulus-ı +niyyetle hizmet eden rüesa-yı devlet biraz sonra ihtirasın +pençesinde hukūk-ı milleti gasbettiler. Artık kanunlar kendilerine +etmek için etrafı soyan bir yığın vatanperver!den bekliyor; +net ettirdiği kanlı imparatorlar bu aralık meydana çıktılar +fazilet munkarız olunca Roma barbarların hücumuna ma’ruz +kaldı. +Şurası muhakkak ki: Ahlaksız hürriyet mutlaka haddin +tecavüzüne ve tecavüz-i had ya zulme yahud bir ecnebi +kuvvet elinde esarete müncer oluyor. +Ahkam-ı ahlakıyyenin kuvve-i inzibatiyyesine Medeniyet-i +Mısriyye de en büyük misallerdendir. Orada hükümdarlar +adeta esatir gibi telakkī olunur hak-şinas olan bütün +emirleri na-kabil-i ibtal kavanin-i mukaddese sırasına geçer +ve herkes taht-ı padişahi önünde kemal-i sükunetle zanube-zemin-i +hürmet kalırdı! Bir adamın eline verilen gayr-i +mahdud bir kudretin dehşet-nak bir hal almak isti’dadı +varken Mısırlılar efendilerini kendi ahlaklarıyla mütenasib +buldukları için tevdi’-i kuvvetten hiçbir netice-i meş’ume +görmemişlerdi. Zira bu kadir-i mutlak hükümdarlara ne tama’kar +olmak ne atıl yaşamak ne israf etmek ne sefihane +vakit geçirmek müsaadesi verilmiyor her günün meşagıl-i +şahanesini büyük vazifeler teşkil eyliyordu; biraz boş vakit +bile kütüb-i mukaddesin hakayıkını dinlemekle geçerdi.. +Biçareganın şikayetlerini istima’ etmek tebeanın da’valarına +bakmak hiçbir su’-i isti’malata meydan verilmemesi +müfid müesseseler vücuda getirmek vesaire vesaire.. Bütün +tebyin olunmuş; yıkanmak gezinmek yemek yemek saatleri +ta’yin edilmişti. +Sofra kanaat ve sadeginin bütün safi[ye]tiyle kurulur +her şey ölçülür biçilir fazla bulunmaz ziyan edilmezdi. +Saraylarda bile tebeaya nümune olmasın diye debdebeden +hükümdar olmak şartıyla sanki büyük bir aile idi. Kral +sa’yinin daimi ve mevkūt intizamını ihlal edemez fikri programla +harekete alışmış nasbettiği nuzzarın harekatını teftiş +eder murakabe altında bulundurur. Onların hatalarına kat’iyyen +müsamaha göstermezdi. İhtirasat kalbinden tamamıyla +silinmiş bütün arzuları hayır ve hakīkate masruf kalmıştı.. +Daima adil ve bi-taraf olan kanunları –bir kişi tarafından +yapılsa bile– herkes müsavaten sever ve ihtiram ederdi. +ve hükema-yı kadime orasını “mehd-i hikmet” tevsim eylemişlerdir. +Siyasiyat boş ehliyetsiz haris adi adamların eline geçerse +tabii hilelere entrikalara vasıta olur. +Anlaşılıyor ki kanunun esası ahlaktır. Ve ahlaksız bir +hükumetin metanetine hiçbir vazı’-ı kanun emniyet edemez.. +Saadet faziletin mükafatı nekbet seyyiatın refikasıdır. +Şimdi belki: “Acaba servetlerini zulüm üzerine bina +etmiş hükumetler yok mu? Niçin bunlar mahvolmuyor? Bir +müstebid senelerce esir-i ihtirasatı olan halkın sayesinde şad +ü müftehir yaşıyor da sonra bir Sokrat kendini tesmime +mahkum eden hakimlerin karşısında bulunuyor?!” diyeceksiniz. +Dikkat ediniz bu bir hükm-i akli değildir; böyle düşünürsek +saadetin servetle debdebeyle tehakkümle vücud +bulduğunu kabul etmiş oluruz; halbuki o faziletin mükafatıdır +demiştik; bahtiyarlık geçici neş’elerden terekküb etmez. +Saadet: vatanı için fedakarlık eden onun mes’udiyetine +muvaffak olmak için her şeye teşebbüs eden faziletkar +adamların telezzüz-i ruhisidir. Saadet: Sükunet-i vicdandan +reket etmekle müyesser olur. Zalimler ikbalperestler o bir +yığın halkın hayretlerle kucakladığı herifler emin olun ki +kendi hususiyetlerinde azab-ı kalbden inlerler ezilirler boğulurlar +endişelerle yırtılan ciğerlerini delseniz: Hased kin +tama’ nedamet çirkefleri sıçrar.. Ekseriya şerrin bezendiği o +zahiri mes’udiyete aldanmayınız; fenaların kesb-i rif’at +etmesi aynı zamanda onları yere çarpacak bir desise-i tali’dir. +Halka saadetin yalnız fazilete merbut olduğunu anlatır; +Sokrat’ı zehirleyen kadeh ebediyyen o adamları telvis ettiği +halde büyük hakimin istirahat-ı vicdanını ihlal edememiştir. +Onu mahveden alçaklar kendi cinayetlerinden Sokrat’ın +ma’sumiyetinden emin idiler; çünkü o hiç ses çıkarmadı +rar teklifini reddetti; i’dam kararının tebliğinden icrasına kadar +geçen bir ay zarfında şakirdlerini ta’limden vazgeçmedi: +Onlara ebediyet-i ruhdan fazilete istinad eden saadetten +bahsetti. En müdekkık nazarlar kendisinde sükuneti muhill +hiçbir ra’şe-i havf göremediler; o mevte bizim gurub-ı afitabı +seyrettiğimiz gibi baktı; ihtiyarlığın tahammül-suz derdlerini +Cenab-ı Hakk’a teşekkürler etti; o zaman musibet-zede +muhtazar yalnız Atina idi: Sokrat’ın ahı birer birer çıktı. +Adil olmayan zelil ü bi-din olan hükumetlerde ihtimal-i +beka yoktur. Hırs zulüm ve hile şiddet haydi büyük imparatorluklar +yükseltsin... Bu azamet-i gasıbanın ne faidesi +var? Bir esas-ı metin kurulmazsa saadet-i millet teessüs edebilir +mi? İstikbali hal-i hazıra feda eden bir siyasetten hayat +umulur mu? +Eğer vatanınızı seviyorsanız onu izmihlal ve harabiyete +sürükleyecek en küçük hareketten bütün kuvvetinizle ictinab +ediniz. +Memleketi yalnız servet ne mes’ud eder ne de taht-ı +emniyyette bulundurur. İran bütün Asya’yı kendisine ram +etmekle ne kazandı? Cesim fakat zaif bir hükumet! Zira +Ajezilas bir avuç askeriyle ta Babilon’a kadar her tarafı titretti… +Bu hakīkat başka misallerle de tevsi’ edilebilir. Şu sözüme +ehemmiyet veriniz. –Kendisinden daha ahlaksız bir +milleti mahveden bir başka millet muvaffakıyetinden sonra; +geç aynı te’sir altında kalır. Hudud haricindekiler için kullanılan +vesait-ı tegallüb dahilen de tatbika başlanırsa kal’alar +ordular ne kadar sağlam olursa olsun ne kadar ihtiyatkar +davranılırsa davranılsın su’-i niyyet anlaşılır anlaşılmaz +nefret-i umumiyye evvelki muvaffakıyetleri alt üst eder.. +Hakīkatin kuvveti safsataların hepsini mecbur-ı sükut edeceği +ve husumet tamamıyla ortadan kalkmalıdır. Bu iki hiss-i +menhus düşmanları –haklı bir surette– teksir ve takribden +başka bir işe yaramaz. Kendimizde fuzuli bir hakk-ı tehakküm +farzedersek mehalik artar kuvvetimiz azalır. +Tezyid-i servet maksadıyla didine didine harabe-zara +dönmüş milletlerin tarihini tekrar tekrar okuyalım.. İfrat – +riyatı arasında ezer. +hırs u tama’ zanneder misiniz ki millete bir ufk-ı hayyizkar +küşade edecek! Sesostris’in yalnız Mısır’a hükmetmekten +memnun olmayan hırsı Asya fütuhatı fikriyle: Sakin kanaatkar +fa’al halkı teslih ettiği gün bir medeniyetin mebde’-i +yiatıyla temas etmiş ve alışıvermişti: +Memleketlerine ganimetlerle beraber reziletleri de getirince +bu kadar servet ü samanı gören ahali birden bire +evc-i saadete nailiyetlerine zahib olarak her şeyi unuttular… +Kalblerde tezelzül eden fazilet sahiblerinden büsbütün +ayrılmak için zemini pek müsaadekar buldu. Vaveyla-yı +zevk u zafer arasında Mısır’ın mücazatı başlamıştı. Hodpesendane +bir ihmal: Hayat-ı hükumeti tedvir edemiyordu. +Bütün müessesat-ı kadime ihtirasat uğrunda harab edildi.. +Sesostris’in menfur muakıbları artık servete gına getirdiklerinden +eğlenmek için hem halka zulmediyorlar hem de +rehavetle sefahetle zaruretle servetle alçak ve terbiyesiz +bir hale gelenlerin düşmanları güldüren isyanlarından korkuyorlardı!.. +Tarih buna mümasil daha binlerce levha-i inkıraz +sayıp döker… +Hırs u tama’ saikasıyla muvaffak olmuş milletlerin akıbeti +hep böyledir. Atina’nın da za’fı aynıdır; Filib Makedonya’nın +Sesostrisidir. Eğer bu hükümdar vazifelerini tanısaydı +onları kendi varidat ve haşmetine tercih etmeseydi +hem kendisi hem de memleket müstağrak-ı refah olurdu.. +pek çok şayan-ı fahr u tebcil bir meziyet-i tarihiyye iktisab +eylerdi efrad beynine nifak serpeceğine ittihad ettirseydi: +Bütün anasır-ı milleti düşmanlara karşı yekvücud siperlenen +bir kütle-i meveddet ü hulus şeklinde tecelli ettir[ir]di. Lakin +tabii gaib eder. Bu aralık mücavir bulunanlarda gözlerini +açar tasalluta hazırlanırlar. +bir devlet efradını şüpheden azade bırakacak bir hatt-ı +hareket ta’kīb etmeli; ve halk da kendisine en ulvi rehber-i +necat olan kavanin-i akliyyeyi tanımalıdır. Hatta kalbimize +dikkat etsek fenalığa karşı müfekkiremizden evvel çarptığını +duyarız. İhtirasatı hissiyat tevlid ettiği halde ilk önce o bile +fenalık karşısında müteessir olur. +* +Üçüncü musahabemizi: Bir hükumette tahkim-i fazilet +eden usul-i siyaset teşkil edecektir. Bu günlük bu kadar +yetişir: İnsanı hakīkat de yormamalı. +Muhafazakarlık ve terakkīperverlik mesleklerinden biri +suret-i mutlakada doğru olabilmek için eskilik ve yenilik +mefhumlarından birinin ale’l-ıtlak iyi olması iktiza eder. +Halbuki adetin makbul ve merdudu olduğu gibi bid’atin de +makbul ve merdudu vardır. En doğru yol adet-i makbule ile +bid’at-i makbuleyi kabul etmek adet-i merdude ile bid’at-i +merdudenin her ikisini de reddeylemektedir. +Üç yüz seneden beri cehalet ve istibdadın tahakkümüyle +en necib measirimiz ve en güzide şeairimiz münderis olarak +yerlerine Bizans ruhunun sefih ve sefil mahsulatı kaim olduğunu +bilip dururken muhafazakarlık daiyesinde bulunmak +eser-i hasafet addolunabilir mi? Mesela hayat-ı siyasiyyemizi +nazar-ı dikkate alarak görürüz ki eslafımız gayet sathi bir +ya ferdlerle temas edeceğine halkı birtakım kütleler aşiretler +cemaatler vesaire halinde bırakarak yalnız bu zümrelerin +reisleriyle münasebette bulunmuş ferdleri aşiretleri cemaatleri +yurdluk ve ocaklıkları idare-i nim-müstakılle dairesinde +terketmişlerdir. +Bugün o eski hataların neticesi olarak hükumet doğrudan +doğruya efrad ile temasda bulunamıyor efrad ile hükumet +arasında aşiret reisleri cemaat reisleri müteneffizan +namlarıyla birtakım şahs-ı salisler girmişlerdir. Meşrutiyet’in +gayesi ise ferd ile hükumet arasındaki bu şahs-ı salisleri kaldırmaktır. +Muhafazakarlık mesleğini tercih ederse tarz-ı idaremiz +değişmeyecek demektir. Bu halde mü’lim ve sathi bir +Fikrimizce Osmanlılık siyasi ve ictimai olarak iki türlüdür: +Osmanlı hey’et-i siyasiyyesi aynı hukūk-ı siyasiyyeye +malik ferdlerden mürekkebdir. Osmanlı hey’et-i ictimaiyyesi +birtakım müessesat-ı ictimaiyyeye malik cemaatlerden mürekkebdir. +mükellefiyet-i askeriyyenin ferdlere raci’ olması birinci esasa +müsteniddir. Hiçbir hukūk-ı siyasiyyeye malik bulunmayan +cemaatler nüfuz-ı ictimailerini tevsi’ ile nüfuz-ı siyasi haline +getirmeye meyyal olduklarından daima hükumetle mücadeleden +hali kalmazlar. Arnavudluk Yemen Kerek Irak Kürdistan +hadiseleri Makedonya gürültüleri hep aşiret ve cemaatlerin +ması demektir. Bir cemaat ne şekilde olursa olsun bir cemaat-i +siyasiyyeden ibaret olan devletin rakīb-i daimisidir. +Bünye-i ictimaimiz taifeleri aşiretleri kafileleri hizbleri kabileleri +cemaatleri ve sair bin türlü gizli ve aşikar hey’etleri +muhtevi iken muhafazakar olmak eski idare-i sakīmeyi ta’kīb +etmek ne kadar vahim olduğunu düşünmelidir. Çünkü +bu halde memleketimizde fi’len mevcud olan ictimai adem-i +merkeziyyeti siyasi bir adem-i merkeziyyet haline kendimiz +Maamafih terakkī iki suretle olur. Birincisi tekamül ikincisi +fazakarlıktan maksad terakkī-i ictimaimizin tekamül tarikıyla +vukūunu taleb etmekten ibaret ise arada ihtilaf yok demektir. +Eğer maksad yukarıda saydığımız esasat-ı tarihiyyenin +muhafazası ise yine arada ihtilaf yok demektir. Yok eğer +muhafaza karlıktan maksad eskiden kalan fena adetleri +muhafaza ise bu fikrin adem-i kabulü zaruridir. +kat’inin ta’yini hey’et-i muhteremenize aid bir salahiyet olduğundan +mevadd-ı aşere-i ma’lume ile siyasi programın +esna-yı müzakere ve tahririnde bu cihetlerin tedkīk buyurulacağına +emin bulunduğumuzu arzeder ve on maddelik +program hakkındaki efkar ve mütalaatımızı madde madde +müzakere olunduğu sırada bast ü beyan eylemek salahiyetini +muhafaza eyleriz. Bu esasatın ta’yini zamanı gelmiştir. +Çünkü Cem’iyet Meşrutiyet’i i’lan ettiği zaman düşündüğü +vatanın muhafaza-i vahdeti ile Meşrutiyet sayesinde milletin +mazhar-ı terakkıyat olması idi. Bütün İttihadcılar bu iki esas +etrafında toplanmışlar idi. +Hayat-ı teşriiyyede devam ettikce tecrübeler gösterdi ki +yalnız asıl olan bu İttihad ve Terakkī esasları bir fırkanın ruhunu +temsil edemez. Bu iki esasdan müteferri’ siyasi ve ictimai +bir çok esasların da ta’yini ve bu esaslarda bütün fırka +efradının ittihadı elzemdi. Cem’iyet’in siyasi ve ictimai bütün +esasları vazıh bir surette ta’yin olunarak bir meslek-i ilmi +ve felsefi haline ifrağ olunmadığı için gerek kabinede ve gerek +Meclis-i Meb’usan ve A’yan ve Cem’iyet teşkilatında +bulunan ihvanımız tasrih olunmayan hususlara ictihadlarına +müracaatta kendilerini salahiyetdar addediyorlardı. Gerek +kabine ile fırka arasında ve gerek fırkanın cüz’leri miyanesinde +ve gerek Cem’iyet’le kabine ve Fırka miyanında zuhur +eden ihtilafların menbaı bu esasat-ı mühimmenin fıkdanından +hasıl olan ictihad ihtilafları olduğu suretinde müdafaa +edilirse müşkil bir vaz’iyette kalınacağı da cay-ı inkar değildir. +Bu seneki kongrenin bu yokluğu ikmal edeceğine +şüphemiz yoktur. Çünkü üç senelik Meşrutiyet tecrübelerinin +bu esasat-ı lazımeden bir çoklarının tezahürüne hizmet +etmesi ve bu tecrübelere fi’len iştirak eden Meclis-i Meb’usan +ve A’yan a’za-yı kiramının daha çok mikdarda kongrede +esbabdandır. +Hizb-i Cedid mesaili ile tev’em olan bazı dedikodular ki +–İttihad ve Terakkī Cem’iyeti’nin İslamiyet’e ve esasat-ı tarihiyye +ve milliyyeye ehemmiyet vermediği ve mevcudiyetinin +Mason teşkilatıyla bel’ edildiği ve Siyonistliğin mürevvici +bulunduğu yolundadır– bu işaat ve iftiraatı cem’iyyetin +hey’et-i fa’alesi sıfatıyla reddeylemeyi vazifemizden addeyleriz. +Bizce İttihad ve Terakkī Cem’iyeti’nin gayesi –ki usul-i +Meşrutiyet’in tatbiki ile müttehid ve müterakkī bir Osmanlılık +te’sis etmektir– unsur-ı İslam Meşrutiyet’in tazummun +ettiği hakimiyet-i milliyyede ekseriyete aid olan hakk-ı +hakimiyeti haiz olduğu gibi fatihlik ve muhafız-ı vatanlık ve +nisbet-i Hilafet dolayısıyla bir de hakimiyet-i tarihiyyeye +malik olduğundan İttihad ve Terakkī Cem’iyyeti İslamiyet’i +Osmanlılığın ma-bihi’l-kıyamı addeder ve mevcudiyetini bu +kuvve-i ma’neviyyeye istinad ettirir ve yukarıda da arzettiğimiz +vechile esasat-ı tarihiyyenin muhafazası onun umde-i +siyasetidir. +Kezalik Cem’iyet’in nizamname-i dahilisi mucebince efrad-ı +Cem’iyet’ten hiç biri diğer cem’iyyat-ı siyasiyyeye dahil +olamaz. Mason Cem’iyeti de bir cem’iyet-i hafiyye ol-duğuna +göre Cem’iyet’in programına mugayir bazı siyasi gaye-i +hayalleri ta’kīb etmesi melhuz olduğuna binaen İttihad +ve Terakkī Cem’iyeti Mason teşkilatını da kendisine rakīb +addeder ve Siyonizm ve sair buna mümasil ve selamet-i +memlekete muzır cereyanlara mümanaat etmeyi de kendisine +vazife bilir. Sadık Bey mes’elesine dair yazdığımız tahrirat-ı +umumiyye ile murahhas ve müfettişlerimize verdiğimiz +bu mesail hakkındaki şu ictihadatını ne yolda neşr u ta’mime +çalıştığı anlaşılır. +Bu kabil ithamat Cem’iyet’in maksad u mesleğini bilenler +Altı yüz senelik tarihimiz tedkīk olunursa bu ana kadar +hükumeti iz’ac eden gaileler ya aşiretlerin yahud cemaatlerin +seviye-i ictimaiyyelerinin duniyetiyle cem’iyet-i umumiyyeden +ayrılmış birtakım hey’etlerdir. Cemaatler mezhebi lisani +ve kavmi hususiyetlerle biribirinden müteferrik zümrelerdir. +Memleketimizden ayrılan küçük hükumetler hep birer +cemaatin zamir-i ihtirasından doğduğu gibi Kafkasya Badiyetü’l-Arab +ve Afrika’daki bazı memalikimiz de hep aşiretlerin +asi ve gayr-i kabil-i temeddün vaz’iyetlerinden dolayı +yabancıların eline girmiştir. +Milletler bünye-i ictimaisine göre tasnif olunursa Fas ve +Avusturya’nın kavimlerden ve sair Avrupa milletlerinin sınıflardan +mürekkeb olduğu gibi Osmanlı milletinin de birinci +derecede cemaatlerden ikinci derecede aşiretten mürekkeb +olduğu anlaşılır. +Osmanlı hükumetinin esaslı bir siyaset-i dahili ta’kīb +edebilmesi aşiretlerin müslim ve gayr-i müslim cemaatlerin +teşkilat-ı ictimaiyyesini tedkīk etmekle cem’iyetler mitingler +sendikalar ictimai enmuzecler hakkında yaptığı gibi aşiretler +ve cemaatler için birer kanun-ı mahsus tanzim eylemekle +kabildir. Yemen ve Irak gaileleri ancak aşiretler kanunuyla +hallolunacak mes’elelerdir. +Şimali Arnavudluk’da Yemen’de Cebel-i Düruz’da +Kerek’de Müntefik’de Kürdistan’da zuhur eden isyanların +kavmiyet fikriyle hiçbir alakası yoktur. Bunlardaki yegane +amil aşiretlerin teşkilat-ı adliyye ile imtizac edememeleridir. +Aşiretlerde ırken cari olan mes’uliyet-i müştereke esasına +müstenid bir kanun yapılarak da��vaları hususi mahkemelerde +rü’yet olunur. Ve emr-i idarelerinde de kavaid-i ictimaiyyeleri +esas tutulursa bütün aşair mes’elelerine +nihayet verilmiş olur. Cemaatlerin de siyasi nüfuz vermemek +şartıyla ictimai müesseselerinde serbest bırakılması +bunlardaki hissiyat-ı hususiyye temayülatının mecari-i selime +derununda cereyanına bais olur. +Hükumet ictimai enmuzecleri tedkīk ederek bunların +beraber memleketin umur-ı nafia ve ziraiyyeye umur-ı sıhhiyye +ve ahlakıyyeye aid ihtiyacını da mütehassısları ma’rifetiyle +tedkīk ettirerek bunların da tatminine çalışması labüddür. +Yalnız Cem’iyet-i İlmiyye-i İslamiyye’nin eyyam-ı ahirede +bir beyannamesi intişar etti ki siyaset-i dahiliyye-i devlete +alenen müdahaleyi mutazammındır. Ulema-yı kiram vicdanların +mürebbisi olmak i’tibariyle ümmetin ma’nevi hakimleri +olduklarından fırka ihtilaflarının intihab mücadelelerinin +fevkınde kalmaları verese-i enbiya sıfatını siyasi mücadelelerin +netice-i tabiiyyesi olan şahsi hücum ve taarruzlardan +masun bulundurmaları kendileri için bir vecibe-i +diniyyedir. Bundan başka sınıf-ı ulema hemen umumiyetle +hazine-i milletten muvazzaf me’murin-i resmiyyeden ma’dud +olduklarından siyaset-i devlete icra-yı te’sire kalkışmaları +doğru olamaz. Nihayet ulemanın Meclis-i Meb’usan ve +A’yan haricinde icra-yı siyasetle Otuzbir Mart ve emsali hadiselerde +olduğu gibi maazallah Meşrutiyet’in ve vatanın izmihlaline +badi netayic-i vahime tevlid edeceği de nazardan +dur tutulamaz. Merkez-i umumisi İstanbul’da olup Rumeli’nin +bazı mahalleriyle Hüdavendigar Vilayeti dahilinde +merkezleri bulunan Muhacirin-i İslamiyye Cem’iyeti’nin İttihad +ve Terakkī aleyhine çalışmakta olduğuna dair vukū’ +bulan istihbarat üzerine sırf muhacirinin iskan ü ivasına muavenet +ve etfal-i muhacirinin teallüm ü terbiyesine dikkat +gibi hayırlı ve ictimai perdeler arkasında ızmar edilen makasıdın +bu cem’iyete dahil olan efrada tefhimiyle oradaki +namuskar zevatın cem’iyetimize rabtı ve Muhacirin Cem’iyeti’nden +fekk-i irtibatları ve bu suretle Cem’iyet-i mezkurenin +za’fa düşürülmesi İstanbul Hey’et-i Merkeziyyesi tarafından +taleb ve teklif edilmiş idi. Merkez-i Umumi Edirne ve +Gümülcine ve Bursa hey’et-i merkeziyyelerinden mütalaa +sormuş ve bunlardan en ziyade teşkilatı olan Edirne Vilayeti +merkezi muhacirin kulüplerinin daima maksadımıza hizmet +edeceğinden Merkez-i Umumi’nin emin olması lüzumu +beyan hatta geçen seneki kongrelerinde Edirne Kulübü’nden +gönderilen meb’usun himmetiyle merkez-i umumilerindeki +ahali fırkası meb’uslarından Ahmed Şükri Efendi’nin +hey’et-i idareden çıkarılmasına muvaffakıyet hasıl olduğu +da dermiyan kılınmıştır. Diğer merakizden dahi alınacak +cevap üzerine İstanbul Hey’eti’nin mütalaatına karşı ittihaz +olunan tedabirin teemmülü tabiidir. +Geçen devrenin en mühim hadise-i mes’udesi de zat-ı +hazret-i padişahinin Rumeli’ye vaki’ olan seyahat-i hümayunlarıdır. +Ve cem’iyyet bu seyahat-ı mübeccelenin hüsn-i +suretle idare ve ikmalinden dolayı ne kadar iftihar etse yeri +vardır. Seyahat-i hazret-i padişahi bütün tebea-i Osmaniyyeyi +dilşad etmekle hadisat-ı siyasiyye ve iktisadiyye ve +seneyi kazandıracak semerat-ı bergüzide ıktitafına vesile +vermiştir. Seyahat-i hümayun vukū’ bulmazdan üç ay evvel +Merkez-i Umumi a’zalarından ikisi güzergah-ı hümayun ile +havalisi merakizini dolaştılar ve istikbal-i padişahi için kemal-i +hahişle teşebbüs olunan hazırlıkları gördüler. Cem’iyet +hakkındaki muhabbet ve samimiyetlerini her vesileden bilistifade +samimi tezahürat ile irae-i mevcudiyyete şitaban olan Hey’et-i +Merkeziyye ve kulüp hey’et-i idareleriyle efradı cidden +takdire seza muvaffakıyetler gösterdiler. Şehir ve kasabalar +şöyle dursun hemen her köyden İttihad ve Terakkī bayrakları +çıkarılmış mektepler suret-i mahsusada i’mal edilen elbise +ve tezyinat ile müzeyyen talebesiyle saf-beste-i ihtiram +olmuştu. Kulüplerin emr-i maarifdeki tezahüratı bilhassa +mahzuzıyet-i padişahiyi mucib olmuştur. Merasime iştirak +etmek ve Merkez-i Umumi namına icra buyurulacak resm-i +kabulde Memalik-i Osmaniyye’nin her noktasından a’za-yı +Cem’iyet bulundurmak fikriyle Selanik’e getirilen Anadolu +ve Rumeli ve Arabistan merakizi murahhasları nail-i izz-i +müsul ve iltifat oldukları gibi seyahat buyurulan vilayatın +umum kulüblerinden i’zam olunan hey’et-i murahhasa dahi +suret-i mahsusada huzura kabul buyurulmuştur. +Padişahımızın bu merasim-i kabul esnasında Cem’iyetimiz +namına sarf buyurdukları cümel-i takdiriyye cidden +ma’nidar ve hakimanedir. Hilafet-penah efendimiz bu takdirat +ve taltifatlarını maddeten dahi izhar ederek Cem’iyet’e +beş bin lira gibi mühim bir meblağ ihda buyurmuşlardır. +Mekteplerimizin intizam ve mükemmeliyeti ile bu hususda +masruf olan hıdematımız o derecede mazhar-ı takdir olmuştur +ki Dersaadet’e avdetlerinden dört ay sonra mülakat +buyurdukları bir İngiliz muharririne Arnavudluk hakkındaki +dan mürekkebdir. Cümlesi cesur ve sadık adamlardır. Yalnız +noksanları maarifsizliktir. Buna da bir tarafdan hükumet +diğer tarafdan İttihad ve Terakkī çalışıyor. Bu himematı da +gözlerimle gördüm” suretinde irad-ı kelam buyurduklarını +nail-i şeref-i mülakat olan katib-i umumimize bizzat ifade +buyurmuşlardır. +Osmanlılık ve vahdet-i Osmaniyye namına pek büyük +kıymeti haiz olan Meşhed-i Mübarek’teki Cuma namazı hakkında +serd-i mütalaayı zaid addeder ve yalnız Kosova Hey’et-i +Merkeziyyesi’nin teşebbüsüyle bundan sonra Haziran +aylarının ilk Cuma’sının bir yevm-i mahsus şeklinde ta’ziz +olunması ve umum vatandaşların iştirakini te’min için orada +üç günlük bir panayır kurulması esasının Kosova Vilayeti’nce +takarrur ettiğini arzedelim ki Cem’iyet seyahat-i padişahinin +selamet-i icraiyyesinde fevkalade alakadar bulunduğundan +Huda-nekerde her ihtimale karşı nefs-i hümayunu +muhafaza için muhit-i padişahiden bir an ayrılmamak +üzere fedakar efradından hey’etler teşkil etmiş bulundukları +şehir ve kasaba me’murin-i inzibatiyyesine muavenet ü +muzaheret etmeyi de kendine vazife bilmiştir. İhvanımızın +bu hususda gösterdiği measir-i fedakari ve gayret dahi +cidden takdire sezadır. +Geçen sene kongresinin ta’yin ettiği esaslardan biri de +anasır-ı muhtelifenin lisan ve kavmiyetine hürmet unsurları +birbirine bağlayan tarihi revabıtı takviye hiçbir unsuru +Osmanlılık aile-i ictimaiyyesine bigane görmemek ve tezahürat-ı +muvakkateye aldanmamak ittihad gayesini unutmamak +şeklinde bir hatt-ı hareket çizmiş idi. +Merkez-i Umumi bir program dairesinde harekete çalıştı. +Fakat bu hatt-ı hareketin en mühim noktaları hakkında +derece-i matlubede fi’liyyat görülmedi ve gösterilemedi. +Biz bu hususda dahi birkaç söz söylemek isteriz. Meşrutiyet’in +had-ı anasır” mes’elesi muhtelif zihinlerde başka başka telakkīler +husule getirmiş ve bu ihtilaf-ı nazardan dolayı Meşrutiyet’den +sonra Osmanlılığın alacağı şekil hakkında yekdiğerine +taban tabana zıd tefehhümler ortaya atılmıştı. Bazıları +“telahuk” fikrini ileri sürerek Osmanlılığı; siyasi hukūka +malik kuvvetlerin ve cemaatlerin iltihakından teşekkül etmiş +“federatif” bir devlet addettiler. +Bazıları da “Zeveban” gayesini ta’kībe kail olarak Osmanlılığın +yalnız ferdlerden mürekkeb olduğunu ve Osmanlılığın +vahdetini istikmal için bu ferdlerin dahil bulundukları +cemaat ve hey’etlerin Osmanlılık kütlesinde erimesi lazım +geldiğini kabul ettiler. +Osmanlı İttihad ve Terakkī Cem’iyeti birincisini hasafet-i +siyasiyye ikincisini ictimaiyyeye münafi gördüğü için her ikisini +de reddetti. Bizce İttihad ve Terakkī’ye nazaran iki türlü +Osmanlılık vardır. Birincisi siyasi Osmanlılıktır ki hukūk-ı siyasiyyeden +mahrum ve fakat ictimai müesseselere malik cemaatlerden +mürekkebdir. +Fikrimizce Osmanlı İttihad ve Terakkī Cem’iyeti bu nazariyeyi +kabul etmekle hem Osmanlılığın muhtac olduğu +vahdet ve tamamiyeti te’yid hem de unsurların ve cemaatlerin +mevcudiyet-i ictimaiyyelerini lisan mezheb edebiyat +gibi hususi müesseseleriyle taarruzdan masun bir hale ifrağ +etmiş olur. +den husule gelen ve geçen seneki kongrece de esasen kabul +edilen bu fikir yanlış tefsirlere uğradığı için bazıları tarafından +kabul olunmadı. Fakat hakīkatin kuvve-i iknaiyyesi zihinlerin +ezeli ve ebedi hakimi olduğu için bu fikrin er geç bir +kanaat-i umumiyye haline geleceği şüphesizdir. Bu nazariye +muhterem kongrelerince dahi tasvibe mazhar olursa Cem’iyet’in +nizamname veya siyasi programına bu esası natık bazı +maddeler ilave ve i’lanı anasırın itmi’nanını ve ittihadın +teshil ve tesriini mucib olur. +Maamafih biz ittihad-ı anasır hakkındaki nazariyyatın +gayr-i müslim vatandaşlar indinde cay-ı kabul bulmasına intizar +etmeyerek inkılab-ı siyasi ile beraber ta’mirat-ı ictimaiyyeyi +de der’uhde eden fedakar Cem’iyetimiz’in gayr-i +müslim vatandaşlarımızın bize tekarrübünü te’min edecek +surette çalışması lazım geleceğini pek eski bir zamanda başlayarak +zaman zaman klüplerimize yazdık ve her klüp +dahilinde beşer kişiden mürekkeb birer Uhuvvet-i Osmaniyye +Encümeni teşkil edilmesini tavsiye eyledik. Bu encümenler +cins ü mezheb tefrik etmeksizin muavenet ve şefkate +muhtac bulunan bütün efrad-ı mazlume ile temasda bulunacak +bir tabib-i müşfik gibi derdlerini soracak bir hakim-i +hayırkar gibi hallerini anlayacak ihkakı uhde-i hükumete +raci’ olan haksızlıkları Cem’iyetimiz’in ta’kīb ettiği usul ve +kavaid dairesinde merciine arzedecek tatyibi duş-ı cem’iyyete +yükleten sefaletleri teavün-i ihvan ile izaleye çalışacaktır. +A’zasından birkaçının gayr-i müslim ihvanımızdan bulunması +da başkaca tavsiye edilen bu encümenler bazı yerlerde +teşkil ve hizmetlerinden semerat-ı hasene ıktitaf edildi. +Velhasıl Cem’iyyetce ve Hükumetce adalet-i ictimaiyyenin +tatbikine masruf olan mesai eseri olmak üzere komitelerin +Makedonya’da asakir ve me’murin ve ahali-i İslamiyyeyi +liam zemini hazırlamak ve bi’n-netice Avrupa müdahalesini +da’vetle Makedonya’nın ilhakına veya muhtariyetine çalışmak +maksadıyla teceddüd eden harekatına karşı gayr-i +müslim vatandaşlarımız sabıkına nisbetle nazar-ı dikkati +celbedecek derecede bigane kaldılar. Devr-i sabıktan beri +bu havalide şöhret-i fevkalade kazanan Vardar Güneşi Apostol +köylerinde ruy-ı kabul göremediklerinden kemal-i muvaffakıyetle +Geçen seneki kongrenin bize tahmil ettiği vazifelerden +biri de Selanik ve İzmir’deki İttihad ve Terakkī mekteplerinin +darü’l-muallimine kalbiyle bunlara zamimeten münasib +bir mahalde başkaca bir darü’l-muallimin küşadı keyfiyeti +tahvilindeki usret ikinci derecede bırakılarak ameli bir surette +bu kararın tatb[i]kı vesaili düşünüldü. Selanik ve İzmir +mekteplerinin küşadlarını müteakıb ibtidai ve rüşdi sınıfları +açılarak üç seneden beri tedrisatta devam edilegelmiş olmak +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Kasım +Yedinci Cild - Aded: +Kahraman-ı hürriyyet Enver Bey ile Senusi Şeyhi hazretleri +tarafından Harbiye Nezareti’ne keşide olunan telgrafdan +anlaşıldığına göre şehr-i halin on beşinci Cuma gecesi +Derne Nizamiye Taburu’nu teşkil eden gazanferlerle Senusi +mücahidin-i kiramından dört kabileden mürekkeb bir kuvvet +şedid bir azm ile Derne kasabasına hücum ederek gayet +hun-rizane bir müsademeden sonra inayet-i Sübhaniyye ile +şehri istirdad eylemişlerdir. +Esna-yı müsademede limanda bulunan İtalya sefine-i +harbiyyesi tarafından top atışıyla İtalyanlara muavenet olunmak +te’siri olmamıştır. Bu müsademede düşmandan telefat +olduğu gibi birçok da mecruh vardır. Bakīsi de kamilen esir +edilmiştir. Osmanlı fedailerinden yalnız seksen şehidle birkaç +mecruh vukū’ bulmuştur. Emval-i ganaim miyanında +kıt’a isti’male salih top mevcud olduğu gibi merkezden gönderilmese +bile asakir-i muvazzafa ve muavineye birçok zaman +kifayet edecek kadar esliha ve mühimmat ve erzak +vardır. Bu hücum da Cebel-i Ahdar Senusi meşayıhından +Zaviye-i Beyza Şeyhi Seyyid el-İlmi[?] ve Seyyid Derufi[?] +ve Seyyid Hasıl el-Ehceri ve Muhammed Gazzali ve Seyyid +Abdülkadir Kırkaş Seyyid Abdullah el-Yusuf Seyyid Abdullah +Kırkaş Seyyid el-Marzi Kırkaş bin Abdillah Seyyid +Muhammed Ebu Far Seyyid Muhammed bin Hevl[?] Seyyid +Hamid bin Afr[?] Seyyid Senusi bin Şübbani nam bahadırlar +bil-fiil ibraz-ı gayret ve fedakari eylemişlerdir. +* * * +Bu muzafferiyet hak-i pay-ı şahaneye arz olunmakla +fevkalade mahzuziyet-i seniyyeyi mucib olmuş ve asker evladları +kıyetleri temenniyatı tekrar buyurulmuştur. +§ Derne’de düşman gülle ve kurşunlarına bi-muhaba +göğüs gererek Osmanlı varlığını pek şanlı bir surette irae +eden asakir-i muzaffere ve urban-ı muhtereminin şan-ı Hükumet-i +Seniyye’den olduğu üzere taltifleri icra kılınacağı +haber alınmıştır. +§ Derne muzafferiyeti makam-ı Sadaret’den Hıdiv-i Mısır +Dahiliye Nezareti’nden bilumum sefar[a]t-ı Osmaniyyeye +Harbiye Nezareti’nden de kaffe-i ordu-yı hümayunlar kumandanlıklarına +tebşir ü iş’ar kılınmıştır. +* * * +Tibu Hakimi’nin külliyetli gönüllü ile bizzat sahne-i harbe +gelerek Osmanlılarla birlikte harbe iştirak ettiği merciine +vurud eden telgrafdan anlaşılmıştır. +§ Bütün memalik-i İslamiyyede ale’l-husus Mısır Hindistan +ve Afrika-yı Cenubi’de İtalyalılara karşı şiddetle boykotaj +muamelesi tatbik edilmekte bu yüzen birçok İtalya +fabrikalarının sekte-i ta’tile uğramakta olduğu ma’lumat-ı +varide-i telgrafidendir. +§ Kalküta’deki Hind müslümanları Times gazetesine bir +telgrafname keşide ederek Trablusgarb’da İtalya me’murin +ve askerleri tarafından katledilen inas ü etfalin kıtaline İngiltere +kralı ile kavminin mümanaat etmesini insaniyet +ve medeniyet namına istirham eyledikleri Londra Sefaret-i +Seniyyesi’nden bildirilmiştir. +§ Times gazetesinde okunduğuna göre Londra’da mukīm +Hind müslümanları Kalküta ve Bombay’da bulunan +dindaşlarının isrine ıktifaen Trablus’da mecruh olan Trabluslulara +Türkler namına cem’-i ianeye karar vermişlerdir. +rekesinde bulunacaktır. Mezkur sandığa ilk evvel Ağa Han +hazretleri tarafından dört yüz İngiliz lirası verilmiştir. +§ Hindistan’ın her tarafında kemal-i tehalük ü gayretle +cem’ edilmekte olan iane-i harbiyyenin mühim bir yekuna +baliğ olmak üzere bulunduğu ve asakir-i Osmaniyyenin her +haber-i muzafferiyeti istibşar olununca ahali-i İslamiyyenin +koşarak tekrir-i daavat-ı hayriyyeye mübaderet eylemekte +oldukları ahbar-ı varide-i telgrafidendir. +§ Çin’de aksa-yı şarkın sair memalik-i İslamiyyesinde +Cava ve Sumatra adalarında bulunan ahali-i İslamiyye muzafferiyat-ı +Osmaniyyeye dair muntazaman tebşirat intizarında +bulundukları cihetle bu babda diriğ-i lutf buyurulmamasını +Hükumet-i Seniyye’den telgraflarla istirham eylemişlerdir. +Eskişehir’de münteşir Hakīkat gazetesine San’a’dan Yemen +muhabir-i mahsusu tarafından yazılan mektubdur: +Asir’deki harekat-ı ihtilaliyyeyi basdırmak üzere oraya +gidileceğini yazmıştım; ve Asir’e gitmek için her türlü nevakısını +geldi; bu musibet haberi bütün Yemen arazisinde sakin kabail +ü aşaire Neccablar vasıtasıyla bildirildi. İmam Yahya’ya +dahi neccab-ı mahsus ile yazıldı. Bir sür’at-i berkıyye ile +müşarun-ileyh tarafından İzzet Paşa’ya valiye hitaben hamil +olduğu iki mektubu diğer bir refikı ile getirdi. Muharebe +havadisinin şüyuunu müteakıb Yemen’de İmam’la hallolunamamış +bazı mesail-i muallaka müşarun-ileyhin muvafakatiyle +derhal faslolundu. İmam’dan gelen mektuplarda “elli +bin” kişilik müsellah urbandan müteşekkil bir ordu ile hemen +harekete amade olduğu ve tarafından bil-cümle ehl-i +men’in; bu hıtta-i vesianın her cihetinden ekabir-i urban taraflarından +yer yer nutuklar irad olunmuş ve İslamiyet’e bir +darbe-i mühimme vurmak isteyen İtalya ile bil-cümle İslamiyet +düşmanlarına i’lan-ı cihad edilmiş ve akabinde kaffe-i +ahali silah ve cebhanelerini hamilen muhtelif mahallerde ictima’ +etmişlerdir. Nefs-i San’a’da dahi ahali cevami’-i şerifede +umumi bir ictima’ yaparak halkı fi sebili’llah harbe teşvik +ettiler; bir halde ki bunun tasviri gayet müşkil olmakla beraber +biraz izahat vermeye çalışmayı faideden hali addetmiyorum. +Evvela: İtalya tarafından İslamiyet aleyhine i’lan-ı +harb edilmiş olduğundan bil-cümle ehl-i İslamın Cami’-i Kebir’e +toplanmaları i’lan olundu. Ba’dehu ahali Cami’-i Keşeklinde +yazılmıştır. +bir’e fevc fevc gelmeye başladılar. Ahaliden her gelen kafilenin +önlerinde beyaz bayraklar üzerinde kırmızı yazılarla +cümleleri yazılı olduğu gibi cihad +hakkında mevcud daha birçok ayat-ı kerime ve ehadis-i şerife +muharrer bayraklar temevvüc etmekte idi. Bu bayrakların +uzun iki sırık ortasına gerilmiş kırmızı bir bez üzerinde beyaz +ve gayet celi bir yazı ile ibraz-ı mehabet eden “Lailahe illallah +Muhammedün Resulullah” levha-i mübarekesi idi; umum +ehl-i İslamın cihet-i camiası olan bu levha-i mukaddese +kardeşlerimiz dahi kelime-i tevhid zikrederek cami’a toplanıyorlardı. +Namazı müteakıb hatib efendi minbere çıktı. Artık +Türklerin hükumeti evamir-i İlahiyyeye tebean meşveretle +lam Mehmed Han-ı Hamis hazretlerinin evamirine itaat farz +ve lazım olduğunu gayet fasih bir lisan ile kemal-i belağatla +beyan ettikten sonra sözü İtalya’nın haksız olarak i’lan ettiği +harb mes’elesine intikal ettirdi. Umum ehl-i İslam üzerine +farz olan bu cihada Yemen’de sakin bil-cümle kabaili “Ya +ma’şere’l-Müslimin; ya ma’şere’l-Arab ya ma’şere’l-Acem +ya ma’şere’l-kabail” nidalarıyla da’vet etti ve adet-i Arab +üzere hutbe-i mübarekede her kabilenin şecaat ve hamasetinden +bahsederek hemen işbu harbe hazır olmalarını umum +ahaliye din ve mezhebleri üzerine yemin ettirdi ve +sözleriyle bütün ahaliyi galeyana +getirdi. Bu suretle bütün ahaliyi ağlayarak bir daha +hükumet-i İslamiyyeye hıyanet etmeyeceklerine yemin ile +feryad ettirdi. Bundan başka umum ehl-i İslamın bilhassa +böyle bir zamanda ittihad etmesi farz olduğundan taraf-ı +mektup yazılmasını ve daire-i ittihada girmedikleri halde +evvel-emirde İmam’ın ihzar ettiği elli bin kişilik ordunun Asir +üzerine tevcihi karargir oldu. Hülasa şu münasebetle Yemen +kendi kendine bir daha isyan etmek ihtimalinden uzak +bir halde kaldı. Ma’lum ya Yemen demek İmam Yahya demektir; +o rahat durduktan sonra başkalarının kat’iyyen +ehemmiyeti yoktur. Bil-cümle kıtaat-ı askeriyye alınan emir +üzerine Hudeyde’ye gidiyorlar. +Bu mektup münasebetiyle Hakīkat gazetesi ber-vech-i +ati beyanatta bulunuyor: +Sırr-ı celilinin bu kadar ulvi bir surette tecelli edişi mukadderat-ı +furkaniyyedir. Alem ne tahmin ediyordu netice ne +oldu! İtalya harbi uzviyet-i İslamiyyenin baygın vücuduna +şırınga edilmiş bir münebbih hizmetini görmüştür. Aynı +zamanda da İslamiyet’in medeniyetle ne kadar imtizaca +kabiliyetli bulunduğunu hakīkī medeniyet İslamiyet demek +olduğunu cihana karşı isbat etmiştir. Alem gördü ve inandı +ki: Tevhid kelimesi etrafında bütün din kardeşleri pek ciddi +pek azimkar bir hiss-i diyanetle toplanabilirlermiş. Cins ü +mezheb tefrik etmeksizin umum Osmanlılar da haksızlığa +karşı bir hiss-i hakperestane ile muttasıf imişler. İşte bu hakşinas +değil aynı zamanda insanlığı da müdafaaya çalışıyorlar. +Buradan yükselen insaniyet avazesi umum dünyanın medeniyet +derin bir akis uyandırdı. İslamiyet’in adalet ve nezaheti +hakīkī medeniyetin şekl-i hazırıyla o kadar samimi bir musafahada +bulundu ki: Bunun vakt-i merhunu şöyle müheyyic +bir zamana tesadüf edeceği her türlü ihtimalatın haricinde +şey ve şu ahvale karşı vereceği hüküm: Ahir zaman peygamber-i +zişanının ahir zamanda gösterdikleri bir mu’cize-i +garradan ibaret olabilir. Buna bir başka ma’na vermek ihtimali +yoktur!. +San’a gazetesinden: +“Bismillahirrahmanirrahim +Telgrafınızda izhar olunan azm ü himmet hakk-ı şerifinizde +müstekır olan i’timad-ı halisimi te’yid etti. Devletimiz +def’-i gaile esbabına müteşebbisdir. Müstahıkk-ı tahsin olan +sebat ü safvet-şiaranenize hassaten beyan-ı memnuniyyet +eylerim. Ve minallahi’t-tevfik +Mehmed Reşad” +“Yemen Kuva-yı Umumiyesi Kumandanı İzzet Paşa hazretlerine +Balaya naklolunan telgrafname-i hümayunun serian +Sadrazam Said” +Sadrazam Said +Yemen İmamı Seyyid Yahya bin Muhammed Hamidüddin +hazretleri tarafından zat-ı hazret-i Hilafet-penahiye +ve makam-ı Sadaret-i uzmaya çekilen telgrafnamenin +suretidir: +el-Mütevekkil alallah Yahya +Tam sene evvel idi ki merkez-i İslam olan Medine +şehr-i mukaddesi fevkalade bir heyecan içinde kalmıştı. +Çünkü: İrtihal-i peygamberi te’sir-i elimiyle inleyen kalbler; +çarpıntıya uğramış ağlayan gözler adeta dumanlanmıştı. +Bir tarafdan –beşeriyet muktezasınca– meyl-i riyaset +peyda olarak tarafdarlık hilaf-girlik gibi meşağil meydana +çıkmaya diğer tarafdan yeni imana gelmiş ve hakayık-ı İslamiyyeti +layıkıyla idrak edememiş bazı kuteh-nazaranın irtidadı +misilli gavail esas-ı nevin-i dini bayağı yıkmaya başlamıştı. +O halde ki Darü’l-hilafe’de halife-i bil-hakka isyan teşvikı +yapıldığı halde tekmil Ceziretü’l-Arab’da dinden imandan +sıyırılmak suretiyle tuğyan ediliyor bu tağilerin kimi +da’va-yı nübüvvete kalkışan şarlatanlara tabi’ oluyor kimi +bütün bütün gemi azıya alıp hal-i kadim-i vahşete dönüyor +kimi de namaz kılarsa da zekat vermemek garabetini gösteriyordu. +sürülerinden hal ve mevki’ nezaket kesbetmiş ve bilad-ı İslamiyye +hemen hemen duçar-ı tehlike olmuştu. Peyderpey +vürud eden haberler işin ehemmiyet ü vehametini anlatıyor +bil-cümle mütefekkirin-i ashabı derin derin düşündürüyordu. +Zira sebatkar-ı iman olanların aded ve kuvvet cihetiyle +daire-i İslamdan huruc eyleyenlere mukabele ve galebesi +maddeten gayr-i mümkin görülüyordu. +Bu mütalaayı te’yid ediyormuş gibi güruh-ı a’danın kesretli +bir takımı Medine civarına kadar gelmeye ve hatta metalib-i +menfaat-perestanelerini halifeye anlatmak üzere mükaleme +me’murları göndermeye cür’et eylemişlerdi. +Bit-tabi’ tekalif-i batıla şanlı bir surette red murahhaslar +Şu muamele-i dilirane üzerine cenab-ı Ebubekir derecesinde +azm-i Huda-pesendi bulunmayan bazı kimseler işin +tatlıya bağlanması daha muvafık olurdu! Tarzında +söylendiklerini işiden halife hazretleri zemin ü zamanı titreten +bir mekanetle minbere çıktı ve: “Ey nas! Her kim Muhammed’e +perestiş ediyorsa bilmiş olsun ki o irtihal eylemiştir. +Her kim Allah’ı ma’bud ittihaz eylemişse anlasın ki o +hayy-i la-yemuttür. Ey nas! Kendi azlığınıza mukabil düşmanın +çokluğundan mı şeytan böyle dalınıza bindi nam-ı +Hak bu dini edyan-ı saireye galib kılacaktır. Madem ki bunu +taahhüd etmiştir sözü haktır va’di doğrudur. Belki biz hakkı +batıl üzerine atarız da hak batılı müzmahill ü zail eyler. +Kalil bir cemaatin kesir bir fi’eye bi-iznillah galebe ettiği çok +defalar görüldüğü gibi Allah sabr u sebat edenlerle beraberdir. +mealindeki +! +hutbe-i celilesini okudu. +Ruhlarını takviye ve ma’neviyetlerini tenmiye eylediği +erbab-ı iman ile de ertesi sabah Medine haricindeki Ashabı +Ridde’ye şiddetli bir hücum edip cem’iyet-i bağıyanelerini +dağıttı. Ondan sonra da taraf taraf asker i’zam eyleyerek +ehl-i küfranı tedmir ve bilad-ı tuğyanı teshir etti. +§ +Eslafımızın şanlı vekayıı bizim için ibret alınacak ne +kadar bedayii havidir. Tarihin cüz’i fark ile tekerrür-i vekayi’den +lerdir. +Bugün biz de sene evvelki felakete ma’ruz bulunmuyor +muyuz? Dahilden dinlenmez çekilmez fırka ihtirasatıyla; +haricden bitmez tükenmez düşman tecavüzatıyla uğraşıp +durmuyor muyuz? Bunların hemen hepsi bir külah +kapmak bir yağlı kuyruk elde etmek için çalışıp uğraşmıyor +mu? Vatanımıza tahatti edildiği; kadınlarımız çocuklarımız +canavar pençelerinde can verdiği hade bazılarımız mukavemet +göstermenin cinayet olacağını söylemedi mi? Buna +rağmen de Halife-i İslam hazretleri vatandan bir karış toprağın +bile terkine razi olmadığını beyan ile ehl-i İslama sebat +ü metanet tavsiye buyurmadı mı? Merkez-i Hilafetin kavlen +biçare Trablus’daki şiran-ı hamasetin fi’len sebat ü metaneti +ve cansiperane ibraz-ı şecaati sayesinde nusret-i İlahiyye de +zuhura başlamadı mı? +Madem ki bunlar oldu atisinin de zuhura geleceğine ve +halimizin nusret ü zafer i’tibariyle devr-i Sıddikī’ye benzeyeceğine +lutf-ı Rabbani’den ümidvar olarak sabr u sebat +edelim. Maddeten bir şey yapamıyorsak da hiç olmazsa metanet-i +ma’neviyyeyi bozmayalım. Allah’dan ümidimizi kesmeyelim. +Çünkü Kur’an-ı hakim : +büşra-yı uzmasıyla +sebat ü sabrın neticesi fevz ü felah olduğunu haber veriyor. +* * * +Afrika tarihin yetmiş bin inkılabına binlerce harb ü +esfarına medar-ı hunin oldu; encam-ı kar İslam diyarı İslam +gibi oraya birtakım Katolik veya Protestan papazları gibi bedevi +di. Nur-ı İslam onlara min tarafillah mülhem görüldü. +Bugün Avrupa medeniyetinin canavar kisvesine bürünerek +ebatil-i tarihi ihya edercesine vukū’a getirdiği tecavüzatı +karşılayan o batılı yerden yere çarpan enzar-ı medeniyyete +kan can hayat-ı milli izhar eden harikalar harbi +mu’cizeler gösteren nur-ı ulvi işte o ilham-ı Rabbani’dir o +Allah nurudur. +Kuvvetini Avrupa medeniyetinden alan üç buçuk Roma +piçi Afrika’da İslam’ın son medar-ı temevvücü olan bu toprağa +mülevves ayaklarını atıp ehl-i İslamı ebedi bir esaret +mezarına gömmeyi kasdederken o ruh-ı ulvi bugün canlanmış +bütün Afrika’nın hayat-ı cihadını temsil ediyor. Bugüne +kadar ölmüş farz edilen ruhların dirildiğini te’min eyliyor. +Buna kainat hayretler içinde!. +Napolyon Bonapart Mısır’ı çiğnerken Firavun tepelerini +göstererek “Kırk asırdan beri bu tepelerden vürudunuza +din-i İslam tarafından Mısır’da ve Akka’da kendi çiğnenmiş +ruh-ı İslam Napolyon gibi bir deha-yı harbi bile titretmiş bir +zaman o koca zekayı bile ebedi zaferlerin te’mini için müslüman +ruhuyla nurlanmaya özendirmiş idi. Emin olalım ki +Trablusgarb’da din ve millet aşkına can veren hun-ı ma’sumunu +merdane bir surette isar eyleyen mücahidin-i İslamın +uluvv-i cenabı da bugün bütün dünyanın rical-i askeriyyesini +hayran ediyor enzar-ı takdir-i alem muttasıl bu ruhu +tedkīka koşuyor. Zira görüyorlar ki Asya’nın göbeğinden +kalkıp da Afrika’da can veren arslan yürekli bir Türk Mehmed’in +ruhuyla hazret-i Fahr-i kainatın nesl-i necibinden +mütevellid bir kavm-i Arab’ın ruhu bir kalb olmuş “Ey ümmet-i +Muhammed ey alem-i medeniyyet asırlardan beri bu +dakīka-i cihad-ı mukaddes sizi bekliyordu” nida-yı ulvisini +ebedi var. O hayat gün günden büyür… Haza min fazli +Rabbi!.. +Local Anzeiger gazetesinin Trablus’da bulunan muhabiri +kında mensub olduğu gazeteye atideki ma’lumatı i’ta eyliyor. +ferruatına kadar mevsuk olduğunu iddia ile cümlesini +hikaye edeceğim: +Bir Arab bahçesini sulamak maksadıyla yakındaki vahadan +su almak için bir re’s öküzü ile yolda giderken İtalyan +asakiri tarafından süngü ile şehid edilmiştir üç a’ma birbirinin +elini tutarak ve duvarlara dayanarak yollarına devam +etmekte oldukları esnada karşılarına birkaç piyade avcı askeri +çıkarak a’maların üçünü birden katletmişlerdir. A’maların +cesedi akşama kadar cadde üzerinde kalmıştır. +Üç çocuk vahadan çıkarak hurmalığın cenub cihetinde +şeklinde yazılmıştır. +kain Seydi el-Mısri’nin kabrine gelirler. O tarafda nöbet +beklemekte olan İtalyan askerleri en büyüğü sekiz yaşında +olan bu üç çocuk üzerine şiddetli bir ateş açarlar. Çocuklar +meyve tüccarından Hamd bin Kadeş’in mahdumları idiler. +Bu çocukların pederi dahi İtalyanlar tarafından tevkīf edilerek +Ali Karayer nam şahsa taarruz etmişlerdir. Kasap bir koyunun +derisini yüzdüğü esnada İtalyanlar gelerek kendi satırı +Muhammed Mansuri nam şahıs akşam çarşıdan avdet +etmekte olduğu sırada bit-tevkīf üzeri taharri olunmuştur. +Cebinde bulunan birkaç para gasb edildikten sonra şehid +edilmiştir. +Sukara nam mahalde yirmi kişiden mürekkeb Ebu Sef +et-Tarhuni ailesi kamilen itlaf edilmiştir. Muma-ileyh Şibh +nam mahallin eşraf u mu’teberanından bir zat idi. +dilmişlerdir. +Diğer bir kadın feracesini çıkarmak istemediğinden Bumeliyane +Kuyusu cihetinde katledilmiştir. +Bir dilenci bir kabristan kenarında tese’ül ederken İtalyanlar +gelerek ve kendisine bir kurşun sadakası vererek ihtiyar +dilenciyi katletmişlerdir. +Şibh mevkiinin haricinde on iki yaşlarında bir çocuk +kuyu ağzında su içmekte iken İtalyanların kurşunu ile maktul +olmuştur. +“Sagazlı” namında bir şahıs İtalyanlar tarafından bilamerhamet +kendi hanesi önünde mecruh olunca hemen hanesi +kapısından adamlarını çağırarak İtalyanlara karşı bir +ateş açmıştır. Sagazlı’nın yedi adamı tarafından açılan bu +ateşte İtalyanlar firara mecbur olmuşlar ise de birkaç dakīka +sonra maiyetlerine diğer başka asker alarak ve mezkur hane +önüne gelerek hücum etmek istemişler ve Sagazlı’nın müdafaat-ı +şedidesi üzerine firara mecbur olarak Arablar ailelerini +taht-ı te’mine almaya muvaffak olmuşlardır. +Sukü’l-Cum’a nam mahalde bir kadın şehid olan zevcinin +başı ucunda cadde üzerinde ağlarken bir İtalyan gelerek +bir kurşun ile mezbureyi zevcinin yanında yere sermiştir. +Zeit gazetesi İtalyanların duçar oldukları hezimetlere dair +yazdığı bir makale-i mahsusada diyor ki: +“İtalyanlar nice senelerden beri irtibat ve münasebette +bulundukları Trablus ahalisi ve ahvali hakkında lüzumu kadar +sahih ma’lumat istihsal edemediklerini vukūat gösteriyor. +lerinden memnun olacaklarını farz ettikleri Arablar bugün +her türlü ihtilafatı unutarak hasm-ı can addettikleri İtalyanlar +aleyhinde olarak pek heyecanlı dakīkalar geçiriyorlar. İtalyanlar +dinin zeval-na-pezir bir rabıta-i daime olduğunu ve +Arabların din uğrunda her şeyi göze aldıracaklarını hesab +etmemişlerdir. İtalyanlar aczlerinden köpürerek ma’sum ahaliye +karşı enva’-ı mezalimi irtikab etmişlerdir. +Filhakīka İtalyanların irtikab ettikleri i’tisafat sebebiyle +bütün vicdanlar i’lan-ı isyan ediyor. İtalyanın eşkiyalık politikası +şu asr-ı medeniyyet için bir ayıbdır. Bir tarafdan yüzlerce +ahalinin i’damı diğer tarafdan nefy edilmesi a’za-yı +vücudunun katli mecruhine işkence edilmesi medeni bir +millet için alçaklıktır. +Bu mezalimden dolayı Avrupa bugün bir vazife-i medeniyyet +karşısında bulunuyor. Devletlerin bi-gayri hakkın i’lan +edilen bu harb ile onun neticesi olarak İtalyan vahşilerinin +Fakat devletlerce icra edilecek teşebbüs lafz-ı medeniyyeti +lekelemiş olan İtalya’nın muvaffakıyeti ile neticelenmemelidir. +Fakat Osmanilerin İtalyanlara karşı gösterdikleri şecaat +ve mukavemet Balkan hükumetlerine bir ders-i ibret olmalıdır. +Çünkü donanma cihetinden zaif görünen Türkiye’nin +bahren kuvvetli olan İtalya’ya karşı gelebilecek kadar kuvvet +Zahirde zaif görünen Türkiye’nin bugün gösterdiği kuvvet +fikr-i beşerin bir şeyi evvelce keşfetmek hususunda ne +derece aldandığını isbat ettiği gibi birçok muhteris ve aç +gözlü Balkan hükumetlerinin hırs u tama’larını da söndürecektir. +Türkiye ile oyun oynamaya gelmez. Çünkü Türkiye +kuvvetli bir orduya malik olduktan maada her zaman hissiyat-i +diniyyenin tahriki ile askerliğe elverişli birçok menabi’ +elde edebilir. +Trablusgarb muharebesinden istihsal olunacak en birinci +ders işte budur.” +senesinde Lahey’de in’ıkad eden konferansda düvel-i +ahide murahhasları milislerle gönüllü hey’etleri +hukūken “ordu” tesmiyesine dahil olacaklarından maada +düşmanın takarrubü üzerine kuvve-i muhacimeye karşı muharebe +bulmadan kendi ihtiyarlarıyla silaha sarılan ve memleketleri +henüz işgal edilmemiş bulunan ahalinin dahi alenen silah +taşıdığı ve kavanin ve adat-ı harbiyyeye riayet eylediği takdirde +muharib gibi tanınacağını suret-i mahsusada kararlaştırmışlar +menin birinci ve ikinci maddeleri +Diğer tarafdan aynı maddeye müteallık mülahazat sırasında +düvel-i akıde “kaffe-i ahval ve hususata şamil mukarrerat +edilmemiş olan ahvalin takdirini ordu idare edenlerin muamele-i +keyfiyyesine terk etmeyi de kabul etmediklerini beyan +etmişler ve binaen-aleyh taraflarından kayd ve istidlal +edilmiş bulunan ahvalde ahali ile muhariblerin milel-i mütemeddine +arasında teessüs eden teamülattan münbais hukūk-ı +düvel ahkamıyla kavanin-i insaniyyet ve vicdan-ı +umumi mukteziyatının zir-i himayesinde kalacaklarının beyanını +münasib görmüşlerdir. İmdi İtalya Trablusgarb ve +Bingazi’de yalnız bu hukūk-ı düvel ahkam-ı hazırasını ve +kavanin-i insaniyyeti istihkar etmekle kalmamıştır. Bila-sebeb +ve sadece arzu-yı teshir sevkıyla i’lan-ı harb ettikten +sonra vilayat-ı mezkure sekenesiyle muhariblerine karşı muamelatında +niyyete karşı suret-i mahsusada kabul eylediği esasları paymal +eylemiştir. +Bitaraf şühud taraflarından neşredilen tafsilat ve bütün +cihanın vicdan-ı umumisi canibinden yek-zeban ref’ olunan +avaze-i nefret İtalya me’murin-i askeriyyesinin irtikab eyledikleri +mezalim ve i’tisafatın zat-ı alilerine tafsilen ta’dadından +bizi vareste kıldığı cihetle İtalya’nın marru’z-zikr birinci +ve ikinci maddeler ahkamını ihlal ederek vatanın müdafaası +tarafından eli silah tutar adamları teslih edilmiş olan Trablusgarb’a +mücavir kura halkını bila-tefrik-ı cins ü sinn muhasara +ettiğini ve bi-rahm ü eman kurşuna dizdirmiş olduğunu +bazı vatanperveran-ı Osmaniyyenin müstahlısı orduya muavenet +etmek istediği bahanesiyle İtalyan erkan-ı harbiyye +hey’eti bütün sekene-i ma’sumeye karşı icra-yı dehşeti ilkayı +mevti emreylemiş genç ihtiyar bir hayli kesanı yalnız bir +şübhe üzerine ve bila-sebeb külle yevmin kurşuna dizdirilmiş +ve dizdirmekte bulunmuş kadınlar çocuklar itlaf veya +mahbeslere ilka edilmiştir. Bir hayli mahallat eşirra-yı askeriyyenin +yedine terkolunmuş ihrak bi’n-nar edilmiştir binlerce +biçaregan ailelerinden hastegan balin-i ıztırablarından +kaldırılarak guna-gun mahrumiyetlere fena-yı muhakkaka +ma’ruz oldukları halde diyar-ı baideye sevkedilmek üzere +yığın yığın vapurlara irkab olunmuşlardır. +Afrika’da neşr-i medeniyyet edeceği iddiasında bulunan +bir hükumetin enzar-ı cihana vaz’ eylediği manzara-i elimeye +kıyasen Hükumet-i Osmaniyyece şiddetle ihtiyar edilen +ve Lahey mukarreratı esasına tamamıyla tevafuk eden tavr +u hareket-i müstakīmane ve vakūraneyi tebliğe hacet var +mıdır? Bu esasları paymal etmiş bir düşmana karşı Hükumet-i +Osmaniyye dahi kendini bunlardan vareste addedebilir +kumet tebeasının müctemian tard u teb’idi gibi Lahey Konferansı’nca +suret-i kat’iyyede men’inden sarf-ı nazar olunan +bir tedbiri bile ittihaz etmekten ictinab eylemiştir. Binlerce +ma’sum Osmanlılar katl veya ta’zib edilmekte iken her sınıfa +mensub on binlerce İtalyan tebeası Memalik-i Osmaniyye’de +kavanin ve zabıta-i Osmaniyyenin zir-i himayesinde +kendi tebaamızla rekabet ederek yaşıyorlar. Bizzat düşmanı +maları Trablusgarb ve Bingazi üzerine ateş açtıkları hengamda +oradaki me’murin-i Osmaniyye bilad-ı mezkurda +bulunan müteaddid İtalyanların hayatını bi-hakkın galeyan +ve heyecana düşmüş bir halkın tecavüzatından masun bırakacak +tedabir ittihaz etmiş hiçbir İtalyan rencide edilmemiştir. +Halbuki ma’ruz-ı istila bulunan vatanın halasına +şitaban olan ve bi’n-nisbe faik bir kuvvetin ateşleri altında +vatan uğrunda feda-yı cana hazırlanan gönüllüler el-yevm +Trablusgarb’da te’sis-i karargah etmiş olan İtalya erkan-ı +harb hey’etinin hiçbir vakit dermiyan edemeyecei bir ma’zereti +serdedebilirler idi. El-hasıl Hükumet-i Osmaniyye Afrika’daki +ordu-yı Osmani zabitlerine İtalyan üsera-yı harbine +karşı hukūk-ı düvel kavaidine tevfikan muameleye devam +etmelerini ve hatta vatanlarını müdafaa etmek istedikleri +ahali-i mahalliyye tarafından rencide edilmelerine mahal bırakılmamasını +dahi tavsiye eylemiştir. +Hususat-ı meşruhaya binaen Hükumet-i Osmaniyye +gerek muharib ve gerek Lahey’de vücud-pezir olan measir-i +medeniyyetin müşariki sıfatıyla konferans mukavelatına +vaz’-ı imza etmiş bulunan devletlere arz u ihbar etmeye +hakkı olduğunu ve bunu bir vazifeye addettiğini beyan eder +ve mezkur konferans mukarreratına mugayir ola[ra]k kendi +tebea ve muharibleri üzerinde irtikab olunan mezalim ve kıtali +şiddetle protesto eyler. +Hükumet-i Osmaniyye bu vechile yalnız bir müdafaa ve +tahaffuz-ı hususi vazifesini ifa etmeyip keyfiyetin bir tehlike-i +müştereke muvacehesinde yekdiğerini zamin bulunan bütün +akvamın vicdanına tealluk ettiği için daha vasi’ ve daha +ali bir vazifeyi ifa ediyor. Bu tehlike-i müştereke ise medeniyet-i +hazıranın bir lafz-ı bi-ma’na hükmünde kalmasını te’min +eden esasların ma’ruz-ı fena olmasıdır. +Kahire’de çıkan el-Alem refikımiz Mısırlı kardeşlerimizin +Trablusgarb hadisesinden dolayı göstermekte oldukları fedakarlıkları; +hususiyle hanımların kendi aralarında iane +cem’iyetleri teşkil ederek Trablus felaketzedeganına imdad +gün dostu olduklarını hamiyet-i İslamiyye ve Osmaniyyelerini +tamamıyla muhafaza etmiş bulunduklarını en vazıh +en kat’i berahin ile isbat ederek bütün alem-i İslamın gönlünü +aldılar. Var olsunlar. +El-Mansure hanımları tarafından te’sis edilen iane cem’iyeti +hakkında el-Alem ’de gördüğümüz satırları mücmelen +nakledelim: +Cem’iyetin reise-i fazılası bir kere da’vetine icabetle gelen +hanımlara teşekkür etmiş; sonra maksad-ı ictimaın Devlet-i +Aliyye ile İtalya arasında hadis olan harbe karşı vatanını +seven her Mısırlı kadın için Trablus’daki biçare hemşirelerine +miştir. Bunun üzerine İbrahim Efendi’nin kerimesi Vecihe +Hanım şu nutku irad etmiştir: +Hanımlarım +Sizin şahıslarınızda tecelli etmekte olan mürüvvet ve +ziletperver hanımın vatan için en mübrem bir iş hakkında +müzakere edileceğine dair olan da’vetnamesini aldığım zaman +derhal hatırıma geldi ki bu emr-i mübrem şübhesiz +Trablus’daki felaketzede kardeşlerimize imdad etmek olacaktır. +Hayırlı işler çoktur bunların her nev’ine çalışmak meşkurdur. +Lakin bu mesai arasında en meşkur en me’cur +olanı rıza-yı İlahiyi diğerlerinden ziyade celbedebileni hiç +şübhesiz şu zavallıların imdadına koşmaktır ki onlar insaniyetin +nasiyesini lekedar eden katıla��mış yürekleri merhamet +melekesinden külliyyen bi-haber bulunan zalim bir milletin +tecavüzüne ma’ruz kalmıştır. +Bu alçak millet ne kadar ana kucağındaki çocukları yetim +bıraktı; ne kadar zavallı kadınları şerik-i hayatından +ebediyyen ayırdı; ne kadar ihtiyarları bi-günah olarak sefaletin +pençesine teslim etti. Evet bu zavallıların hiçbir günahı +yoktu. Lakin behimi bir hırs cehennemi bir tama’ bu +bir mel’un harekete sevketti. Ona hak adalet haysiyet hislerini +külliyyen unutturdu. Şimdi bu hadise-i azimeye karşı +bizim uhdemize düşen vazife-i kavmiyet lisan din hususlarında +kardeşlerimiz olan Trabluslulara yardım etmektir. Zira +bilirsiniz ki hadis-i şerif mucebince mü’minin mü’mine +karşı vaz’iyyeti bir bünyan-ı mersus meydana getiren perçin +edilmiş taşların vaz’iyyeti gibidir. Öyle ise onların işine yarayabilecek +nemiz varsa feda etmekten geri durmamalıyız. +Vecihe Hanım’ın bu nutkunu müteakıb Sa’diye Hanım +şu nutku irad etti: +Hanımlar sizi bu da’vete icabet etmeye saik olan hissiyat-ı +aliyeyi tebcil ederim. Bilmez değilsiniz ki hasenat seyyiatı +giderir. +Burada Tahir Beyefendi’nin haremi hanımın riyaseti altında +olmak üzere bir cem’iyet teşekkül etti. Maksad Trablusgarb’da +felakete uğrayan kadınlara muavenettir. İndallah +ecr-i azime mazhar olmak için bu pek büyük bir fırsattır. +Hanımlar sizi ianeye teşvik için fazla söz söylemeye lüzum +görmem. Trablus felaketzedeganına imdad için dakīka fevt +etmeyiniz. +Daha sonra Doktor Ahmed Fehmi Bey’in kerimesi Naime +Hanım şu sözleri söyledi: +Hanımlar Sadr-ı İslam’da Arablar milletlerin en satvetlisi +en hatırlısı idi. Bütün Ceziretü’l-Arab Arabların taht-ı hükmünde +distan’a girdi Mısır’ı feth etti Endülüs’e Cezayir’e müstevli +oldu. Fransa üzerine yürüdü. Garblılar ulum u fünunu bunlardan +öğrendi. Ma’rifet ü medeniyetteki tekaddümleri de +Arabların sayesindedir. Arablar bir zamana gelinceye kadar +efradı en kuvvetli bir ittihad ile müttehid bir millet-i kaviyye +radı düşmanlar kendisine tağallüb ederek memleketlerinin +kısm-ı a’zamını gasbetti. Nihayet şu gördüğümüz zaif millet +haline geldi. A’da bugün elimizde kalan memleketleri de +gasbetmek istiyorlar; büsbütün ma’sum olduğumuz halde +bizi guna-gun mahrumiyetlere uğradıyorlar. +Garblıların bu kadar hücumuna karşı biz yapacağımızı +unutuyoruz da en adi işlerden necat umuyoruz. Halbuki +teavünden ittihaddan başka bir suretle kurtuluş yoktur. Niçin +ebna-yı milletimizle birleşmiyoruz? Niçin muhasarlara +malımızla kuvvetimizle muavenette bulunmuyoruz? Hak +sübhanehu ve teala bize cihadı farz ittihadı emretti. Mısırlılar! +Biz ne zamana kadar uyuyacağız? Gözünüzü açınız zira +uyuyanlar uyanmıştır! +mücahedesinde bulunduğu için kadınlarını da zinet namına +neleri var ise satarak iane verdiler. Nazarlarında menafi’-i +milletin hakīkī bir kıymeti olmayan mücevherata kat kat faik +olduğunu bize gösterdiler. Evet biz Mısır kadınlarına gösterdiler +ki dört tarafından musibetle felaketle kuşadılmış olan +vatana karşı vazifemizi eda etmeyi düşünmüyoruz da gunagun +müzeyyenat yükü altında salınıp duruyoruz! Hem bilmem +esarete ma’ruz olduktan sonra o müzeyyenatın ne faidesi +olabilir? +Artık cehalet zamanları geçti; artık herkesin gözü açıldı. +Önümüzde mecd ü şeref için birçok yollar varken neden hiç +birini tanımıyoruz da dalmış bulunduğumuz bu atalet bu +meskenet uykusunda devam edip gidiyoruz? Öte tarafda +müslüman kardeşlerimiz düşman muhasara sı altında +aç susuz bir halde inleyip dururken bizim mücevherat içinde +hıram etmeyi içimiz götürmeli midir? Allah müslümanlara +kendimize müslümanız diyebilir miyiz? +Trablus’da muhasara altına alınıp mezalimin fecayiin +her türlüsüne ma’ruz tutulan şu biçarelere karşı dest-i imdadı +uzatacak kadar kalbimizde şefkat yok mudur? İtalya +kıt’ası zelzeleden dolayı alt üst olduğu zaman İtalyanlar bizden +muavenet istemişti. O zaman Mısırlıların bir çoğu bu +da’vete icabet etti şimdi ise kardeşlerimiz bizden imdad +bekliyor. +Adedce bize faik bulunan düşmana galib gelişimiz üzerine +Cenab-ı Hakk’a arz-ı şükran ederek i’lan-ı meserret eyleyerek +tuttuğumuz üsera miyanında Rastak hanlarından on +olana atıp tutuyor ve: +– Afgan asakir-i müstahfıza reisinin maiyyetindeki kuvvete +kafi asker verirseniz reisi tutar size yollarım diye ümeramıza +mektup yazmıştı diyorlardı. Anlaşılan beyler de bu +ümid ile muavenete kalkışmışlar. Fakat iş göremeyen askerin +bir kısmıyla sergerdelerinden bazıları benim elime giriftar +olmuşlardı. +§ +Ordugaha avdetimden sonra bir rapor yazdım. Bilhassa +bu fıkrayı derc ettikten sonra amcama verilmek üzere +Hanabad’a yolladım. +Mecruh esirleri tedavi için cerrahlar ta��yin ettim. Yaraları +salıverdim ve: +– Vatandaşlarınıza nasihat ediniz: Yağmagerliği bıraksınlar. +Ümeranıza da söyleyiniz: Çarpışmak istiyorlarsa merdane +meydana çıksınlar. Bir tarafdan Tahtapul’a sefir gönderip +pederime izhar-ı meveddet eylemek bir tarafdan da +onun askerine muhalefet ve mukavemet göstermek suretiyle +yaptıkları hilekarlıktan vazgeçsinler. Bilmiş olsunlar ki pederimin +arzu ettiği takdirde Bedahşan’ı taht-ı tasarrufa alır. +Oranın beyi bana altı saat karşı duramaz. Dedim. +Kataganlı üserayı tevkīf ederek Buhara’ya hicret eylemiş +olan hemşehrilerine “vatanınıza dönmediğiniz halde bütün +esirleri öldüreceğim” diye haber gönderdim. Teşvikim üzerine +üserada bu haberi te’kid ve hemşehrilerini te’min eyledi. +Biraz sonra Katagan ulemasından birkaç zat mükaleme +– Afganistan Devleti’ne muhalefette bulunmaz ve sadakat +ü istikametten ayrılmazsanız kendi raiyyem hakkındaki +takayyüdatımdan siz de nasibedar olursunuz. diyerek ifademi +kasem billah ile te’yid ettim. +Murahhasların mutmainnen azimeti üzerine iki bin hane +muhacir vatana avdet ederek Talihan’a yerleşti. +§ +Üsera vasıtasıyla tebliğ ettiğim sözlere karşı Mir Yusuf +Ali aldırmadı çapulculuğa devam etti. Birkaç hafta sonra +Katagan ve Kalab beyleri ve biraderi Mir Şah ile müşaverede +bulunup maiyetlerindeki askerin müttefikan Talihan ve +Çal üzerlerine hücum ettirilmesini ve galebenin ancak bu +suretle kabil olabileceğini söyledi. +Çal’da bizim nizamiye ve hassa askerimizle +süvarimiz ve dane topumuz vardı ki Serdar Muhammed +Alem Han namında şeci’ ve mücerreb bir zatın kumandasında +Bir müfrezesi bizim hayvanat üzerine hücum eyleyecek +ve şu suretle kendilerinin muntazam asker olmayıp yağmager +bir çete bulunduğunu zannettirecekti. Mir Atalık’ın +amcazadesi Mir Ali Veli’nin taht-ı idaresinde bulunacak +süvari de gece gelip Talihan bağlarında gizlenecekti. +Ertesi sabah düşman süvarisinden yüz nefer hücum ederek +otlamaya götürülen bizim develerden yüz danesini +sürmüş ileri karakolları kumandanı da bunların istirdadı +Bu haberi işittiğim gibi askerin harbe hazırlanmasını +emrettim. Çünkü karakol civarındaki hayvanata yüz süvarinin +hücuma kalkışamayacağını anlamış mutlaka orada +mühim bir kuvvetin gizlenmiş olduğuna hükmeylemiştim. +Hükmüm doğru imiş. Asker hazırlığı ikmal ettiği sırada +evvelce gönderilen iki yüz süvarinin yüz altmışı düşmanın +şiddetli hücumundan kaçıp geliyor kırk bin kadar süvari de +onları da ta’kīb ediyordu. Ben ihtiyata riayeten evvelce topları +mandamı almayınca ateş açmamalarını emretmiştim. +Sağ tarafdan bin sol cihetten beş yüz neferi pusuya yatırdıktan +sonra mütebakī süvari ve piyade ile düşmana karşı +şeklinde yazılmıştır. +çıktım. Müsademe başladığı esnada topcularla pusudaki askerlere +gülle kurşun yağdırmalarına dair emir verdim. Kendim +de olanca kuvvetimle cepheden hücum e[t]tim. Düşman +fena halde şaşırdı dokuz saat uğraştıktan sonra üç bin +maktul vermek suretiyle bozuldu. Bizim tarafdan yüz nefer +kadar maktul ve mecruh vardı. Altı yüz esirle beş bin +at alınmıştı. Düşmanın gözünü yıldırmak için kesilen başlardan +bir kule yaptırdım ve bu feth-i azimin tafsilatını havi +bir rapor israsıyla amcamı tebrik ettim. +Çal tarafına giden ve on iki bin kişiden ibaret olup Mir +Baba Big ve Mir Sultan Murad’ın kumandasında bulunan +düşman fırkası cüz’i bir müsademeden sonra yüz maktul +verip mecruh u perişan bir halde savuştular hatta sergerdeleri +Mir Baba Big attan düşüp ayağı kırıldı. O halde alıp +götürdüler. +Muzafferiyat-ı vakıa üzerine Afganistan’ın ta’lim görmüş +muntazam askeriyle başa çıkamayacaklarını Bedahşan beyleri +anladıkları için karşı karşıya cenk etmekten çekindiler ve +hilekarane çapulculuktan başka bir şey beceremediler. +§ +Bu sıralarda Buhara Hakimi Emir Muzaffer de Afganlıların +şevket ü satvetini tecrübe etmek emeliyle Ceyhun’u +geçti ve nehrin beri sahilinde tevakkuf eyledi. Pederim şu +hareketten endişeye düştü. Çünkü maiyyetinde kadar +asker vardı bununla Buhara emirine mukabele edemeyeceği +zannıyla amcama bir mektup yazıp idaresindeki +askerden ’ni nezdinde alıkoymasını mütebakī ’i +benimle beraber imdadına göndermesini tavsiye etti ki bu +kuvvetle muharebe ve icabında vilayeti muhafaza eyleyebilecekti. +Zira dahildeki Özbeklerin cinsiyet cihetiyle Buhara +emirine münasebetleri olduğundan birden bire ayaklanmaları +hatıra geliyordu. +Amcam bu mektubu alınca fena halde korktu. Derhal +Talihan’ı bırakıp askerle beraber Hanabad’a gitmeme dair +bana bir emirname yolladı. Ben burada kalıp icab-ı hale +göre hareket etmek daha muvafık olduğunu ve birçok zahmetle +elde edilmiş bir vilayeti askersiz muhafazasız terk etmenin +doğru olamayacağını cevaben yazdımsa da amcam +sözümü dinlemedi. Bila-teenni hareketim hakkında te’kiden +emir verdi. +bah yola çıktık. Levazımı tamamıyla yükleyecek hayvanat +olmadığından yerde kalan cebhane ve mühimmatı askere +tahmil ettim. Hepsi götürebileceği kadar yüklendi. Hanabad’da +yiyecek tedarikinin müşkil olacağını bildiğim cihetle +yüz nefer süvariyi Artapuz ahalisinin koyunlarını yağma etmeye +gönderdim. +Bundan sonra askeri üç kısma ayırdım. Birincisine Serdar +Muhammed Emin Han’ın oğlu Serdar Şemseddin Han’ı +kumandanlığıyla pişdara ikincisini –ki redif nizamiye piyade +ve süvarisi ile dört toptan ibaret idi.– vasata topcu piyade +ve süvari bakiyyesi bulunan üçüncüsünü de dümdara +ta’yin ettim. +Koyun toplamak için gönderdiğim süvariler Hace Çengel +Kal’ası’nda bize yetiştiler bulabildikleri kadar koyunları +sürüp getirmişlerdi. +Talihan ahalisi bizim bağteten hareketimizden cür’et aldılar. +Ve beş altı bin süvari olarak arkamıza düştüler. Bunların +cür’etlerini kırmak ve gözlerini yıldırmak için bir tabur +sevkettim. Bu tabur yol kenarında vaki’ olup bin arşın kadar +derinliği bulunan bir mağaraya saklandı. Muakkıbler oradan +geçerken bir yaylım ateşi edildi. Tüfenk sesi işidilince +bizim askerde geri dönüp akībgirlere hücum gösterdi. +Herifler fena halde sersemlediler ve can korkusuyla etrafa +dağıldılar. Hatta bazıları kendisini nehre attı bazıları da dağa +doğru kaçtı. Neticede içlerinden dört yüzü hak-i helake +serildi. Artık taarruza uğramaksızın yolumuza devam ettik. +Gece nehri geçerken toplarımızdan biri suya düştü. +Topçular birçok uğraştıkları halde çıkaramıyorlardı. derhal +attan indim. Birkaç neferle beraber suya girip topu sahile +çamaşır değiştirmek de mümkin değildi. Askerlerim +ormanın yaş ağaçlarını yakmak suretiyle esvabımı kuruttular. +Ertesi günü takriben öğleden iki saat sonra Hanabad’a +yaklaştık. Fakat yaklaşır yaklaşmaz müdhiş top sadaları işittik. +“Serdar Şemseddin Han: +– Bu toplar Özbek süvarilerinin olmalı. İhtimal ki amcanızın +ordusunu yağma etmişlerdir. Şu halde biz burada durmayalım +Kabil tarafına kaçalım dedi. +– ’de İngilizlere karşı vukū’ bulan muharebedeki şecaatinizi +de bulundum. Mahcubane sükut etti. +Teftiş-i ahval için amcamın ordusuna altı süvari sevkettim +ve: +– Ordudan top sesleri işidiyorum icab eden tarafa hareket +ve düşman üzerine savlet için emrinizi bekliyorum diye +haber yolladım. Bir saat sonra koşarak biri geldi ve: Buhara +Emiri Busaka’dan kaçıp Ceyhun’u geçti o münasebetle şenlik +yapılıyor müjdesini getirdi. +Meğerse pederimin bendeganından Gulam Ali Han –ki +gayet bahadır ve muharib bir zat olup Ceyhun sahilindeki +karakolların kumandanı ve Senehir kıt’asının hakimi idi– +Bekriki ve Beşaka serhadlerini teftiş için iki bin süvari ile +çıkmış dolaşırken Buhara emirinin süvarilerine rast gelmiş. +derhal iki tarafdan ateşe başlanmış. Cüz’i bir müsademeyi +müteakıb Buhara süvarileri emirin ordusuna doğru kaçmışlar +emir ise bu haberi işidir işitmez çadırlarıyla içindeki +eşyayı bırakmış hemen memleketine can atmış. +Kalan emval ü eşyayı Gulam Ali Han iğtinam ederek +eşyayı askere dağıtmış çadırları da haber-i zaferle pederime +Şu müjde üzerine alelacele kalkıp amcamın nezdine +gittim ve nail olduğumuz saadet-i muvaffakıyetten kendisini +tebrik ettim. +– Şarkın bu +dahi-i ekberi bir harika-i zeka bir nadire-i irfandır. Tarih +mağları nadiren kaydeylemiş ve bu gibi zekaları bir harika +olarak tasvire mecbur olmuştur. +Ebu Ali yorulmak bilmez bir dimağ metin ü bi-payan +bir müfekkire keskin ve cevval bir zeka hayret-bahş bir hafıza-i +harika-nüma ile mümtaz idi. +Herkes gibi İbni Sina da birçok muallimlerden ders görmüştü. +Fakat mualliminin takrirleriyle şakirdin öğrendiği +şeyler arasındaki nisbet; bir adedle kuva-yı mütereffiası beynindeki +nisbet gibidir. İbni Sina’nın cihanı hayrette bırakan +vüs’at-i ilmiyyesi sırf cevdet-i kariha ve tetebbu’-ı zati mahsulü +olduğu vareste-i iştibahdır. +asla alaim-i ta’b ü kesel göstermezdi. Bazen olurdu ki bütün +gece mütalaat veya te’lifatla uğraşır ve bu suretle sabahı +bulurdu. +Fıtratın pek müstesna yarattığı bu dahiye okuduğu öğrendiği +şeyleri temsil etmek hususunda şayan-ı takdir bir iktidar +göstermiştir. +Daha ünfüvan-ı şebabında atiyen nasıl bir nadire-i ruzgar +olacağı simasında mütecelli nafiz ve keskin nazarlarında +nümayan idi. +Henüz yirmi yaşında iken mahafil-i ilmiyyede en yüksek +mastaba-i sadrı işgale hakīkī bir tahrir iktidar ve mezayasını +masın!... Kendine mahsus bir deha-yı nazımla mebahis-i +felsefeyi telfik ve tıbbı yeni baştan te’sis edercesine tanzim ü +tertib ederek bir fenn-i müdevven haline getirebildi. +Müddet-i hayatı mütemadi bir seyahatle geçmiş ve şuunat-ı +guna-guna ma’ruz kalmış olduğundan sergüzeşti ibret-amiz +garaible mala-maldır. +Ünfüvan-ı sabaveti Asya-yı ulyada geçirmişti. Bir müddet +sonra İbni Sina’yı Irak-ı Acem’de görüyoruz. Koca Hakim +bu zamandan i’tibaren hayat-ı cihan-neverdiye atılmıştır. +Esna-yı seyahatte bazen bir şehir veya bir kasabada +vakfe-gir-i istirahat olduğu görülür. Fakat bu tevakkuf hakīkat-i +halde istirahat maksadıyla olmayıp ya bir eser te’lifine +mübaşeret veya derdest-i te’lif bir kitabı ikmal etmek içindir. +doğmuş Asya-yı ulyanın sert ve müessir muhitinde devre-i +nadca vasıl olmuş Çin hududlarında bile ihtiyac-ı dimagīsini +tatmin edebilecek büyük zekalara tesadüf eylemiş birçok +alimlerle hem-bezm-i ülfet olabilmişti. +O vakitleri cihan-ı medeniyyetin merkez-i irfanı olan +makarr-ı hilafetin Bağdad-ı bihişt-abadın neşrettiği huzemat-ı +da İbni Sinalar gibi dahiler yetiştirebilecek derecelerde feyyaz +ve zi-kuvvet idi. Bu hal merkez-i hilafetin derece-i temeddününü +takdir için pek güzel bir mikyas olabilir. +Hiçbir şey hiçbir hal koca hakimin ruhuna sükun-bahş olamamış +bütün müddet-i hayatı bir teheyyüc-i daimi içinde +güzeran eylemiştir. +müddet sonra idare-i umur-ı hükumetle muvazzaf bir vezir +ertesi gün bir mahbus bir müttehem mevkiinde görüyoruz. +Fakat o dershanesinde olduğu gibi idare masasında da +hapishane köşesinde de muttasıl tetebbuat-ı ilmiyye ve te’lifat-ı +nafia ile meşgūl oluyor; cihanlara sığamayan zekasını +cimcimesinden taşmak isteyen dimağını teheyyücat ve ıztırabat-ı +acz ile inleyen ruhunu; ancak bu suretledir ki teskine +çalışıyor. +Safahat-ı hayatiyyesine aid şuunat-ı elime izlerinin –bazen +hafif bazen da göze çarpacak bir surette– eserlerinde +teressüm etmiş olduğu görülüyor. İbni Sina felsefesinin sırf +akli ve mantıkī olması esbabını geçirmiş olduğu hayat-ı haşine +te’siratında aramalıdır. +Bu dahiye-i fıtratın tercüme-i halinin ünfüvan-ı evveliyyesine +aid parçaları bizzat kendi lisanından dinleyelim. +Belh şehrinden imiş. Nuh bin Mansur zamanında Buhara’ya +hicret eylemiş bir müddet sonra Buhara köylerinden +Afşana namındaki karyeye çekilerek orada teehhül eylemiş. +Ben ve biraderim Ebu’l-Haris bu köyde doğmuşuz. +Biz biraz büyüdükten sonra pederim tekrar Buhara’ya +avdet eyledi. Ve bizi de birlikte götürdü. +Buhara’da hizmet-i ta’limiyyeme ta’yin edilen zattan +Kur’an-ı Kerim ve mukaddemat-ı ulum-ı diniyye ve ahlakıyye +teallüm eyledim. Henüz on yaşımda iken Kur’an-ı Ke rim +’i kamilen hıfzetmeye ve ahkam-ı diniyyeden birçok şeyler +öğrenmeye muvaffak olmuştum. O vakit herkesin mucib-i +beni bir tüccar nezdine gönderdi. Bu zat hesabat-ı Hindiyye’ye +pek ziyade vakıf idi. O esnada Buhara’ya Ebu Abdullah +en-Natili namında bir alim gelmişti. Pederim; hizmet-i +ta’limiyyemde bulunmak üzere; bu zatı hanemize kabul eyledi. +Kendisinden ilm-i mantık okudum. Kitabü’l-Hukema +’da okuduğu eserin İsagoci Risalesi olduğu tasrih ediliyor. +Mantıkın ruhunu anlamaksızın yalnız kavaidini ve ıstılahatını +öğreniyordum. Şerhlere müracaat ederek kendi +kendime tetebbuata koyuldum. +Aynı suretle Öklidis’in kitabını da tamamen mütalaa eyledim +ve öğrendim. Muallimden beş altı bahis okur ve sonra +kitabı muallime ihtiyac kalmaksızın kendi kendime ikmal ederdim. +Muallime ruhsat verildiği zaman e l-Mecisti ’ye başlamıştım. +Bu esnada tıb tahsiline de ibtidar ettim. Tetebbuatımı +hastalar üzerindeki müşahedatımla ikmal ediyordum. Tecrübe +ve müşahededen kütüb-i tıbbiye mütalaasından ziyade +diyen çalışır ve bir bahsi anlayamaz isem cami’e giderek +dergah-ı uluhiyetten istimdad ederdim. +Geceleri ise ya mütalaa veya bir şey yazmakla geçirirdim. +Uyku basarak yorulduğumu hissedince bir bardak şerbet +ve meşgaleme koyulur. +Uyku esnasında bile zihnim yine mütalaatımla meşgūl +olurdu. Ekser günler uykudan uyandığım zaman birçok +mesaili halet-i nevmde halletmiş olduğumu anlardım. +Fenn-i münazara hikmet-i tabiiyye ve ulum-ı riyaziyyeye +tamamıyla vukūf peyda edinceye kadar bu suretle çalıştım. +Ba’dehu ilm-i kelam ve hikmet-i nazariyye tedkīkine giriştim. +Ne çare ki bu fenden bahis olan kitabı hemen kırk +defa tekrar ettiğim ve elfazını kamilen ezberlediğim halde +bir türlü bir ma’na çıkaramıyor ve bir şey anlayamıyordum. +Bu hal beni pek me’yus ediyordu. +Birgün bir kitabcı dükkanına uğramıştım. Bir kitap müzayede +olunuyordu. Baktım kitap o zamana kadar anlayamamış +olduğum bir fenne hikmet-i nazariyyeye aid idi. Bu +fen anlaşılmaz ve hiçbir şeye yaramaz diye kitabı iade ettim. +Kitabcı ısrar ve sahibinin paraya ihtiyacı olduğu cihetle pek +ucuz hatta üç dirheme kadar verebileceğini beyan etti. Kitabcının +Bu kitap hikmet-i nazariyyeye aid Farabi’nin bir eseri +ladım. +Kitabı ikmal ettiğim zaman evvelce ezberleyip de anlayamamış +olduğum mebahisi kamilen öğrenmiştim. +Artık meserretime payan yoktu. Sevincimden secde-i +şükrana kapandım ve birçok sadaka verdim. +Şehzade Nuh bin Mansur hastalanmıştı. Tedavisi için +beni çağırdılar. Bu vesile ile sarayın zengin kütübhanesini +tedkīka yol bulabilmiştim. +On sekiz yaşımda iken bütün bu fenleri –hafızamda şimdikinden +ziyade mesail bulunmak üzere– tamamen ikmal +eylemeye muvaffak olmuştum. +Bu fenlere bugün bile daha fazla bir şey ilave edemedim. +nakdar bulunduğu bir sinde yazmış olduğundan malik olduğu +kuvve-i zeka va hafızanın insanı hayretlere bırakmaması +kabil değildir. +Komşularımızdan Ebü’l-Hasan el-Larudi şuabat-ı fünunu +cami’ bir eser kaleme almamı rica eyledi. Mecmua isminde +bir kitap te’lif ettim. Ebubekir namında diğer bir zat +Mecmua ’ya bir de şerh yazılmasını teklif etti. Yirmi cildden +mürekkeb bir kitap yazdım. Bu esnada yirmi bir yaşımda +Pederimin vefatı üzerine ben de bir vazife ile Buhara’yı terke +mecbur oldum. Cürcan’a çekilerek Emir Şemsü’l-Meali +Kabus’a intisab eyledim. Fakat bu zat bilahare tevkīf edilerek +mahbesde vefat ettiğinden ben de Dihistan’a gittim. Burada +ağırca hastalandım. Sonra yine Cürcan’a avdete mecbur +oldum. Ve Ebu Ubeyd el-Cürcani tarafından hüsn-i kabul +gördüm.” +şeklinde yazılmıştır. +ma’lumat bundan ibarettir. Hayatının kısm-ı mütebakīsine +aid vukūatı da Cürcani ber-vech-i ati tasvir ediyor: +“Ebu Muhammed eş-Şirazi namında muhibb-i maarif +zengin bir zat İbni Sina’ya bir hane iştira eyledi. Ben Cürcani +her gün e l-Mecisti ’yi tederrüs etmek üzere bu haneye +gider gelirdim. İbni Sina mantık el-Evsat ve hey’ete dair +bazı asar ile Kanun’ un mukaddimesini ve Muhtasarü’lMecisti +burada te’lif eyledi. +Hazret-i üstad bilahare Cürcan’dan Rey kasabasına +nakl-i mekan eyledi. Re’y’de Mecdüddevle’nin hizmetine +girdi. Mecdüddevle “melankoli” hastalığına mübtela olmuştu. +devle bu “daü’l-merak” hastalığından kurtuldu. Cenab-ı +Şeyh Şemsüddevle’nin vüruduna kadar Rey’de ihtiyar-ı ikamet +eyledi. Kitabü’l-Hilkat ve Kitabü’l-Haşr ’ı burada yazmıştır. +Fakat bir müddet sonra Kazvin’e ve oradan da Hemedan’a +çekilmeye mecbur oldu. +Bu esnada Şemsüddevle hastalanmış olduğundan İbni +Sina’yı Rey’e da’vet eyledi. Şeyh icabet etti ve tedavisi sayesinde +şifayab olan Şemsüddevle kendisine rütbe-i vezaret +tevcih eyledi. +Fakat az bir müddet sonra isyan ederek İbni Sina’nın +hanesini muhasara ve katlini taleb eylediler. Şemsüddevle +askeri teskin için bu dahi-i irfanın nefy ü iclasını irade eyledi. +Hazret-i üstad Ebi Said namında bir muhibbinin hanesinde +kırk gün kadar ihtifaya mecbur oldu. +Fakat Şemsüddevle’nin tekrar hastalanması şeyhin ufk-ı +taliini küşad eylemişti. Emiri tedavi için yine İbni Sina’nın +hazakatine müracaat olundu. Emir şifayab oldu ve +mükafaten koca hakimi defa-i saniye olarak makam-ı vezarete +Bu esnada vazife-i resmiyyenin kesreti sebebiyle hazret-i +üstad ancak geceleri te’lifatla meşgūl olabiliyordu. +Şemsüddevle Bahaüddevle ile ettiği bir muharebede +vefat eylediğinden yerine geçen mahdumu İbni Sina’yı makam-ı +vezarette ibka etmek istemiş ise de müşarun-ileyh kabulden +mişti. Maksadı Alaüddin nezdine azimet etmekti. Tacü’l-müluk +muhaberata kesb-i vukūf eylediğinden İbni Sina’yı bir +kal’aya kapadı. Fakat hazret-i Şeyh tebdil-i kıyafetle buradan +firar teşebbüsünde bulundu ve benim Cürcani’nin +muavenetimle Isfahan’a kaçabildi. Ve orada Alaüddevle tarafından +hüsn-i suretle istikbal edildi. +retine şitab ederlerdi. Bu esnada hazret-i üstad Şifa’yı ikmale +muvaffak olduğu gibi mantık hendese hesab ve muşeklinde +yazılmıştır. +sikiye dair de müteaddid asar-ı ceyyide te’lif eyledi. Bir +müddet sonra Alaüddin refakatinde Hemedan’a rıhlet ve +orada emir-i müşarun-ileyh tarafından rasadat-ı heyeiyye +bahiyyeye fart-ı mağlubiyyeti bütün menabi’-i kuvasını duçar-ı +za’f eylemişti. Hemedan’da veca’-ı batni ile müterafık +sar’a nöbetine tutuldu. Tedavi sayesinde biraz iktisab-ı afiyet +eder gibi olmuştu. Fakat idame-i sıhhatine lazım geldiği +kadar i’tina etmediğinden hastalık tekrar nükseyledi. Artık +ümid kalmamıştı. Bu hali kendisi de anlayarak duçar-ı ye’s +ü nevmidi olmuş ve etrafında bulunanlara hitaben: “Hayatımın +kuvve-i nazımesi artık çekilmeye başladığını hissediyorum. +Fima-ba’d her türlü tedavi faidesizdir.” Sözleriyle bu +acı hakīkati i’tirafa mecbur kalmıştı. +Filhakīka bir iki gün sonra yani senesinde miladın +bin otuz altıncı senesine müsadif bu harika-i irfan cihan-ı +faniye ebediyyen veda’ eyledi elli sekiz senelik bir hayat-ı +teheyyüc-alud değil bir cihan-ı ilm ü irfan sönmüş şarkın +şu’le-i nevvaresi ebediyyen intıfa-pezir olmuştu. Na’ş-ı mağfiret +nakşı Hemedan’da defnedildi.” +Cürcani’nin sade bir ifade ile hutut-ı esasiyyesini tersim +ettiği şu hayat-ı heyecan-amiz İbni Sina’nın ruhunda dimağında +pek derin izler bırakmıştır. Eserlerinde bu izlere aid +pek haşin muhakemeler görülüyor. +Hemedan’a kadar ihtiyar-ı seyahat etmiş olan Mösyö +Şimmer İbni Sina’nın inzivagah-ı ebedisini ziyaret ettiğini +beyan ediyor. Şimmer diyor ki: “Şarkın bu büyük hakiminin +makberesine yaklaştıkça kalbimde derin bir hiss-i ihtiram +yükselmeye başladı. Kabir –maatteessüf– harab ve perişan +bir halde idi. İbni Sina’nın garbdaki emsaline ilticagah-ı ebedi +olan “Panteon” gibi muhteşem mebani-i aliyyeyi tahattur +edince bu harabiyi ilim ü fenne karşı bir tahkīr gibi +addediyordum. +Şimmer’in şu mütalaası bizi pek çok düşündürmelidir. +Filhakīka senelerce hakime-i efkar-ı beşeriyyet olan bir nadire-i +dehanın matmure-i ebedisini harabe-zar bir halde bırakmak +alem-i İslam ve bilhassa mensub olduğu Türk unsuru +Son zamanlarda alem-i İslam’da meşhud-ı basıra-i ibtihac +olan nehza-i fikriyye şübhe yok ki bir gün bu yıkık mezar +üzerinde hazret-i üstadın şan-ı bülend-irfanıyla mütenasib +muazzam bir türbe yaptırtacak Belh’de Rey harabeleri +üstünde Hemedan’da nam-ı zi-ihtişamını tebcilen abideler +rekz ettirecektir. +Bu yevm-i mes’udun geldiği zaman cihan-ı medeniyyetin +bir şekl-i nevin arz edeceğinde şübhe yoktur. +Çünkü Belh’de Buhara’da Hemedan’da yükselecek olan +bu abideler alem-i İslam’ın ba’sü ba’de’l-mevt tecelliyatına +mazhar olduğunu cihan-ı beşeriyyete i’lan edecek ve +necm ü hilalin artık şa’şaa-i celaletini ebediyyen muhafazaya +karar verildiğinin birer timsal-i daimisi olacaklardır. +Bugün yalnız mazileriyle iftihar eden İslamlar işte o zaman +hal ve istikbalin de hakime-i medeniyyeti olmak şerefini +Ebü’l-Ferec ve İbni Ebi Usaybia İbni Sina’yı ihtirasat-ı +bahiyyeye fart-ı inhimakle tağtie ve bi’n-nisbe na be-mevsim +olan irtihalini de bunun te’sirine hamlediyorlar. Fakat; +aynı zamanda düşünmelidir ki; bu koca dahi bir zeka-yı +harika-nüma ile mücehhez bulunuyordu. Dimağı vaktinden +evvel inkişaf eylemiş aram-na-pezir bir faaliyetle muttasıl +hırpalanmış vücudu ise medid bir hayat-ı sa’y ü tetebbuun +nagehani hadisat-ı heyecan-bahşanın merhametsiz tazyikatı +altında yıpranmıştı acaba bu halatın da şu na be-mevsim +ufulde bir te’sirleri yok mudur? +Şübhe yoktur ki İbni Sina’nın ıztırab-alud bir hayat-ı velveledar +halledat-ı metrukesi cidden bir harikadır. Ebu Ali şuabat-ı +fennin her kısmına dair tedkīkatta bulunmuş her şu’be-i +fende derin bir vukūf u iktidar göstermiştir. +kıd bir mantık-şinas zeki bir riyazi mütehassıs bir ulum-ı tabiiyye +alimi sahib-i reviyyet bir siyasi metanet ve fezail-i +ahlakıyye ile mütecelli bir harika-i beşeriyyet idi. +Avrupa lisanlarında İbni Sina’nın nam-ı bülendi Avisen +“Avicenne” suretinde iştihar eylemiştir. +Şarkta ise Şeyhü’l-ulema ve Reisü’l-ulema ünvan-ı mefharetlerini +* * * +Bir meşhed-i ulvi duruyor samit ü nazan +Ta işte uzaklarda pür ez hali ma’ali..[?] +Bir meşhed-i ulvi ve mukaddes ki: Huruşan +Hisler döküyor kalbime şükran ile mali… +Fikrimde büyük hatıralar canlanıyor hep +Bir hatıra: Nalende müheyyic ve müdavim +Bir velvele-i haif ü müdhişle müsadim +Bir ma’reke… Bir mahşer-i heyca-yı müdebdeb… +Bir mahşer-i heyca ki evet sıyt ile meşhun +Bir silsile-i şan ü zafer hep… Ve nihayet: +Bir facia… Her kalbi eden hasir ü pür-hun +Bir facia-i haile-engiz-i şehadet.. +Karşımda bugün işte o heycan-ı elimin +Bir hatıra-i zarı olan meşhed-i kudsi +Bir hüzn-i müheyyicle durur samit ü ulvi… +Bir hüzn-i müheyyicle eder kalbimi gamgin… +Lakin sen ey Osmanlılığın namını her dem +Ta göklere yükselten o ulvi ve mükerrem +Bir zatı der-agūş eden ey merkad-i nevvar! +şeklinde yazılmıştır. +Artık o hazin tavr-ı mükedderle bugün sen +Me’yus u gamgin durma; bugün bak.. Ebedi şen… +Herkes; ebedi sur ile her cebhe emeldar… +Bir yanda büyük neslinin en şanlı hafidi.. +Bir cebhe-i şahane mualla vü mükerrem +Bir ceddini şadan u fahur etmeye gelmiş… +Artık bu büyük sur ile pür-neş’e vü lerziş +Bir sur-ı müdebdeble gülerken bütün alem +Raksan u huruşan onun avaz-ı medidi… +Vermez mi senin hüznüne bir parça sükunet? +Ey meşhed-i rahşende ey agūş-ı mehabet! +Artık bu umumi ve büyük sur ile sen de +Gül bir ebedi hande-i kudsiyle… Melekler: +Bir tabiş-i rengin ile açsın üzerinde +Bir şehper-i nazan ü pür-ezhar ü münevver!.. +* * * +Yüzünden akmada bir nur-ı sermedi-lemean +Gözünde parlıyor envar-ı ateşin-i zeka +Bülend nasiyesi ma’kes-i şua’-ı deha +Eder cebinini tetvic imame-i hadra +Hüzal ü za’fa bürünmüş sevimli bir çehre +Bugün budur bu diyorlar şeref veren dehre +Başında zıll-i gurur-ı hayat-ı ilmisi +Durur büyük ve beyaz bir imame halinde +Güzeştegan-ı selef zir-i şahbalinde +Tahakküm etmede ahlafa her makalinde +Gururu saklayamaz an-ı infialinde +Yüzünde vak’ u salabet peyinde bir iclal +Gelir hayale düşündükce böyle bir timsal +Yazar kitablara şerh ü havaş ü ta’likat +Nazarlarında menasıb serab-ı hülyadır +Nebud u budu cihanın misal-i rü’yadır +Riyaz-ı hatırı ezhar-ı ilme me’vadır +Measiriyle dolarken cihan o na-peyda +Sükun u uzlet içinde bulurdu ömrü fena +Herat’a rayet-i ikbali oldu mevce-fiken +Duyardı tantana-i sıytını bütün afak +Dikerdi geçtiği yerlerde bir muazzam tak +Bu sıyt ü şanına Sa’d’ın zavallıcık Timur[?] +Olurdu tav’-ı zeval na-pezir ile bir sur!... +numaralı cüz’ünde garib olduğu kadar da anlaşılmaz ve +müfteriyane bir mülahazada nazar-ı dikkat ve haysiyetimizi +celbe şayan fikirler dermiyan olunuyor. Gençlerimizin bahusus +Avrupa’daki gençlerimizin dinsizliğinden açık +lisan ile bahsolunarak üç senelik Meşrutiyet’imizde her ne +yapıldı ise gençlerimizi dinsizleştirmek esası gözedildiği ve +bugün şu felaket-i siyasiyye ve milliyyemizin esbab-ı asliyyesi +bu nazik mes’elede aranıyor. +Avrupa’da tahsilde bulunan bir genç Türk ve müslüman +sıfatıyla o müfteriyane makaleden müteessir olarak alem-i +olan muhterem risalenize şu birkaç söz dercini rica eylerim. +“Mısır Matbuatının Alem-i İslama Hizmeti” ünvanıyla +Fransızca bir gazeteden tercüme edilmiş birkaç sahifeyi ta’kīb +eden o “mülahaza”yı okurken aklıma Mart’ın Volkan +’ları gelmemek kabil değil! Hürriyet-i matbuatın bizdeki +bu her zaman ele geçmeyecek “me’zuniyet”-i vesiası arasında +binlerce şayialardan en mühimmi addettiğim ve Meşrutiyet’imize +en mühim darbenin hissiyat-ı diniyyemizi okşayarak +vurulduğu emsaliyle sabit olan bu tarz mülahazat başımıza +birçok belalar getiren diğer hüsn-i niyyetler gibi acemilikle +yazılıyor yahud yazı yazmış olmak üzere ortaya atılıyor. +Densizliğin eseri olduğu tasavvur edilmiş olsa bile yine +bu neticelere destres olacak zemin-i mütalaat güç bulunurdu! +Avrupa’daki Osmanlı talebelerinin dinsizliğine ceffe’l-kalem +hükmeden muharririn ahval-i i’tikadiyyesini ef’al-i zatiyyesiyle +kıyasa hacet görmeden reddettiğimiz o sakīl mülahaza +ne böyle kendi canımızla uğraştığımız bir sırada asl u +esası olmadığı halde mu’tena bir gazetede yer bulmak isti’dadını +haizdi ve ne de esasen alem-i İslam’a karı [tari] olan +kara günlerimizde hiç yoktan mes’ele çıkarmak ehemmiyet +ve mahiyeti ibraz ediyordu.. Ma’ruz kaldığımız hezimet-i siyasiyye +ne orada söylenen ve asl u hakīkati olmayan esbabdan +neş’et etmiş ve ne de “efkar-ı frenge tebeiyyet yeni çıktı” +gibi Ziya Paşa’nın beyitlerinin fi’l-hal revac-ı mündericatından +hasıl olmuştur. Belki bugüne kadar Avrupa ile kıllet-i +dar asar-ı medeniyyeden istifade etmenin yolunu bilmediğimizden +gün gözleri kamaştıran ilm ü ma’rifetlerini tahsil etmek neden +dinsizliği mucib oluyormuş!!. +En hafif bir terbiye-i i’tikadiyye almış bir genç bile Avrupa’nın +dine olan riayetinden utanmayıp da nasıl kendi +dinini rahnedar edebilir?. Bugün en kaviyyü’ş-şekime devletler +dinlerine riayet ederler. Hürriyet-i vicdaniyyeyi takdis ederler… +“Dinsiz millet pusulasız gemiye benzer” diyen Büyük +Napolyon’un bu sözüne benzeyen daha nice akval ü ef’al +vardır. Bundan başka biz dinimizi bir alet-i siyaset olduğu +sever ve i’tikad ederiz.” Avrupa’daki talebeden hemen hiç +biri ne milliyetini nisyan etmiştir ne de dinsiz olmuştur. O +muharrir beyden biz böyle umumi iftira edeceğine o dinsiz +dediği efendilerin esamisini taleb ederiz hiç olmazsa bize +onlardan bir tanesini söylesin. Yoksa öyle eline kalem alan +böyle rast geldiğini yazacak milletin pek ziyade hizmet +beklediği milletin ati ve istikbali olan gençleri lekeleyecek +ağzına geleni söyleyecek olur ise öyle kalemi kırmalıdır. +Onlar: +Milliyeti nisyan ederek her işimizde +Efkar-ı frenge tebeiyyet yeni çıktı +Beytlerini: +“İç bade güzel sev var ise akl ü şuurun +Dünya var imiş yahud yok imiş ne umurun” +Kabilinden addederler. +Ecdadımızın bize miras olarak bıraktıkları bu felaketlerden +musibetlerden mes’ul ol[ma]dukları halde içleri kan ağlayarak +çalışan o gençler memleketlerinin ati-i şa’şaadarını +ümid ü hayal ediyorlar. O ufk-ı mer’iden o fecr-i mes’uddan +gün nur-ı ma’rifetle ziyadar olmasını istiyorlar. Asırlardan +beri sakit ve habide kalan alem-i İslam’ın artık uyanarak insaniyete +fenn ü ilme san’ata ihtira’lar takdim edecek büyükler +yetiştirmesini ilk İslam kaşif ve fuzelasının ihyası namına +vesile olacak asar-ı medeniyye bekliyorlar. İşte o zamandır +ki alem-i İslam bu hakaretlerden esaretten kurtulacak +asar-ı ümran u medeniyyeti düşmanlarının elinden +alarak ayn-ı silahla mukabeleye imkan görebilecektir. +Binaen-aleyh şuradaki bir avuç gençlerimizi na-hak yere +ve na-be-mahal böyle lekeleyerek milletle arasında derin +hufreler açacaklara beyan-ı teessüf ederiz. Ve muharrir-i +makale isim beyanıyla buradaki dinsizleri bildirmez ise mütalaatıma +bihı böyle münasebetsiz yazı yazanların vicdanlarını itham +edecektir. +Bu hususda daha ziyade icale-i kalemi zaid görerek +Ebuzziya Velid Bey’den bu mes’eleyi iyice izah etmesini rica +ki size de riayet edilsin. +Kırkkilise alay müftüsü fuzela-yı asırdan Fahreddin +Efendi Eskişehir İttihad ve Terakkī Kulübü’nün bahçesinde +bütün ahaliye karşı Cuma gecesi bir mev’iza-i diniyye ve +vataniyye irad buyurmuşlardır. Samiin pek büyük bir +cemm-i gafir idi. Söylenen sözlerin belağati karşısında herkes +mebhut idi. Böyle büyük dindarları vatanperverleri Cenab-ı +Hak bu mukaddes vatana bu ma’sum millete bağışlasın +Surette bu kararın tatbikı vesaili düşünüldü. Selanik ve +nıfları açılarak üç seneden beri tedrisat[a] devam edilegelmiş +olmak i’tibariyle bunların yalnız darü’l-muallimin olmak +üzere tecridi ve bilhassa kısm-ı leylide yine geçen seneki +kongre kararıyla meccanen ve nısf ücretle tedris edilmekte +olan talebenin iadesi muvafık görülememekle beraber ayrıca +bir şu’be te’sisi ile ve yine darü’l-muallimin ünvanı altında +mekatib-i i’dadiyye tahsili görmüş talebenin intihab ve +cem’i ile iki sene müddet bunlara ulum-ı ictimaiyye ve hikemiyyeden +ve tevarih ile desatir-i inkılabdan muntazam dersler +göstererek mekteplerimize müdir-i murahhas olacak unsurlar +yetiştirilmesi tensib ve ihsan-ı padişahiden dört bin +liranın buraya sarfolunarak muktezayatının ifasına teşebbüs +olundu. +Zaten İzmir’deki mektebin i’dadi derecesinde bir ticaret +mektebine kalbi dahi arzu-yı mahalli cümlesinden bulunmakla +yalnız muallim yetiştirmek için te’sisi hakīkaten pek +münasib olan bir darü’l-mualliminin de hey’et-i muhteremelerince +verilecek tahsisata göre ve arzu buyurulan mahalde +te’sis ve küşadı hey’etimizce münasib görüldü. +Maamafih Merkez-i Umumi bu sene cem’iyyetin emr-i +maarife aid hidemat-ı mebruresiyle iftihar edebilir. Çünkü +geçen seneye nisbetle pek çok mahallerde mektepler açılmış +şebab-ı mütefekkire selim cereyanlar vermek için encümenler +teşkil ve matbuat ve neşriyat[ı] himaye Merkez-i Umumi’de +Encümen-i İlmiyye ve oldukca zengin bir kütübhane +teşkil ve te’sisiyle tetebbuat-ı müfidede bulunularak matbuata +ve kulüplere faideli cereyanlar i’tasına çalışmak ve lisanı +resminin ağırlığı nazar-ı dikkate alınarak gayr-i resmi bir +şekilde maksad ve meslek-i cem’iyyeti ta’mim ve müdafaa +muştur. +Ekseri çiftçi olan halkımıza usul-i ziraati gayet sade bir +lisan ile ta’rif ü ta’mim için geçen sene kaleme aldırılan eser +dahi bu sene zarfında tab’ ile bera-yı neşr ü tevzi’ ihzar +kılındığı gibi terbiye-i diniyyenin ne kadar büyük bir amil +olduğunu takdir eden Merkez-i Umumi Halim Sabit Efendi’nin +Amel İlm-i Hal ismindeki kitabını tedkīk ederek Fetvahanece +mazhar-ı takdir olduktan sonra Maarif Nezareti’nce +programa idhal edilen ve gayet kolay ibarat ile bir +şekl-i muntazamda ma’lumat-ı kafiye-i diniyye te’min eden +bu kitabın hukūk-ı te’lifiyye ve tab’iyyesini mübayaa eylediği +gibi ikinci kitabını da tahrir ettirerek bunu da kendisine +mal etmiş ve birinci kitaba aid ve muallimlere mahsus kısmından +nüsah-ı kafiyeyi köy muallimlerine meccanen tevzi’ +edilmek üzere Hey’et-i Merkeziyye’ye göndermiştir. +Keza geçen seneki kongreye a’za sıfatıyla gelen Sivaslı +Mustafa Nakī Efendi biraderimizin İlmihal-i Dini ismindeki +kitabı dahi Merkez-i Umumi’nin delaletiyle tab’ olunarak +neşr ü ta’mimine hizmet edilmiştir. +Bundan başka Avrupa’nın mahall-i muhtelifesinde müteşekkil +talebe cem’iyyetleriyle bil-muhabere burada efkar-ı +selime cereyanlarından onları haberdar etmek ve oradaki +cem’iyetlerle talebenin ne şeylere muhtac bulunduğunu +anlayarak Merkez-i Umumi’ye bildirmek ve Avrupa’ya talebe +göndermek için teşebbüsatta bulunarak teshilat-ı lazıme +olan talebeye karşılığı dairesinde muavenet-i maddiyyenin +Talebe-i Hariciyye Encümeni teşkil olunmuştur. +Ve bu uğurda sarf olunmak üzere hamiyetmendan-ı +len tahsisat ile bi-mennihi’l-kerim “dört” talebenin mazhar-ı +muavenet olması te’min olunmuştur. İanat ve tahsisatın +vüs’ati derecesinde bir hizmet dairesinin tevsii kabil ve lazımdır. +Çünkü halen Avrupa’da tahsilde bulunup atiyen +memlekette sa’y ve amel veya ilim [ü] deha tevziiyle me’mur +ve mükellef olacak olan şübban-ı vatanın cidden nasih +ve mürşidliğini deruhdeye ve muhtaclarını himaye[ye] +cem’iyetin mecburiyet-i ma’neviyyesi vardır. Bu hususda +kongremizin dahi fi’liyyata müstenid arzular izhar edeceğine +eminiz. +Bunlardan başka büyük bir muhitin bütün ihtiyacat-ı +ma’rifetini tatmin ve te’min edecek vüs’at ve cesamette inşa +olunup ikmali kuvve-i karibeye gelen Ohri Mekteb-i İ’dadisi’ne +dokuz yüz lira tahsisat verildiği Edirne İttihad ve Terakkī +Mektebi’yle Erzurum’da derdest-i inşa bulunan İttihad +ve Terakkī Mektebi’ne tahsisat-ı fevkaladeden üç yüz lira +bin lira Van Trabzon medarisine ve Taşlıca İttihad ve Terakkī +Mektebi’ne Akka Suriye maarifine ve ihvanımızdan +şehid Emin Ali Bey’in ruhunu ta’ziz için onun namına izafeten +Köprülü’de inşa edilmekte olan mektebe tahsis ve mahallerine +derdest-i irsal bulunmuştur. +Vatandaşların nısf-ı mühimmini teşkil eden inasın terbiye +ve ta’limini de nazar-ı dikkate alan cem’iyet muhtelif mahallerde +kız mektepleri küşadına ihtimam ettiği gibi Meclis-i +Meb’usan Reis-i muhteremi Ahmed Rıza Bey kardeşimizin +Dersaadet’de te’sisine teşebbüs ettiği İnas Sultanisi’ni kemal-i +fahr u şükranla sela[mla]maya müsaraat eylemiştir. +kez-i Umumi’nin hey’et-i iktisadiyyesine mukabil olarak vilayet +merkezlerinde teşkili teklif olunacak olan iktisadiyat +encümenleri bu hususa hasr-ı ihtimam eyleyecektir. İttihad +Seyr-i Sefain Şirketi’ne mümasil zirai sınai ticari büyük şirketler +te’sisine çalışmak ve bu hey’etlerin vazifesini dahilinde +olduğu gibi İstanbul’da te’sis ve hüsn-i netice ıktitaf +olunan terbiye-i esnaf şu’belerinin de her tarafda teşkili bu +hey’etlere raci’ bir vazifedir. +Merkez-i Umumi: +Geçen seneki kongrenin umur-ı nafia ve ziraiyyeye aid +teşebbüsat-ı milliyyeyi teşvik ve himaye etmek hususundaki +temenniyatına mütabaaten bir İttihad Seyr-i Sefain Şirketi +te’sisine masruf olan teşebbüsatı bütün kuvvetiyle teşvik ve +himaye eylemiştir. Klüplerimiz namına muharrer senedatının +müntesibin-i Cem’iyet’le efrad-ı Osmaniyye arasında +tevziine bi-hakkın çalışmaktadırlar. Marmara havzasında küçük +seferler yapmak üzere Bursa Hey’et-i Merkeziyyesi’nin +delaletiyle Hüdavendigar Seyr-i Sefain Şirketi de şayan-ı +kayd ü zikr measir-i milliyyemizdendir. +Kulüblerimiz: +kīb ettikleri meslek-i teşvik u tergībde devam ediyorlar. +Kulüblerce mazhar-ı teşvik ü himaye olan sınai ve iktisadi +müesseselere gelince hamdolsun bunların mikdarı dahi +yevmen fe-yevmen tezayüd etmektedir. +Hasılatı bir darü’l-muallimin te’sisine medar olmak üzere +ve tab’ıyla iştigal edilmiş ve merakize numunesi bit-ta’mim +bunlardan ne mikdarının sarfına muvaffakıyet elvereceği +sorulmuş olmakla alınacak cevaba göre hareket olunmak +tabii ve maamafih bundan pek büyük fevaid beklememek +ve mektep te’sisi gibi bir mühimme için böyle basiti ve acil +karşılıklara bel bağlamamak lüzumu da bedihidir. +Doğrudan doğruya Merkez-i Umumi taht-ı himaye ve +nezaretinde bulunan Selanik İttihad ve Terakkī Mektebi inşaatına +geçen sene kongresinin verdiği iki bin beş yüz lira +tamamen sarfedilmiş ve meccanen ve nısf ücretle talebe için +tahsis olunan dokuz yüz lira dahi tesviye olunmuş ise de +mektebin şerait-i matlubeyi bi-hakkın haiz olabilmesini te’min +rarıyla yerleştirilen meccani ve nısf ücretli talebe için verilen +tahsisat ile bu talebenin te’min-i idaresi kabil olamayacağı +kat’iyyen teayyün etmesi ayrıca daha üç yüz kırk lira sarfına +zaruret hasıl olduğunu arz ederiz. Mektebin bilumum hesabatı +yapılıp masarıf-ı inşaiyye ve tedrisiyyeden açık kalan +mikdar ta’yin edilecek ve önümüzdeki sene için meccani ve +nısf ücretli talebe tahsisatına aid bütçenin bir mahiyet-i hakīkiyye +gösterecek surette tanzimiyle mektep açığının Cem’iyete +nisbeten daha az muavenet-i nakdiyye tahammülüne +meydan bırakılmaksızın kapadılması çareleri mektep müdiriyetince +Tedkīk-i Hesabat Komisyonu’na tafsilen arz u beyan +olunacaktır. +Geçen kongrenin vilayat layihalarının tedkīkat üzerine +fırkaya havalesini Merkez-i Umumi’ye tefviz ettiği mevaddın +dahi sırasıyla ve nizamname dairesinde icabatı icra olunduğu +arz ile beraber bu sene bilhassa mesail-i ümraniyye ve +bilumum müracaatın mühim olanları hakkında teşebbüsat-ı +nizamiyyede bulunulduğunu ilave eyleriz. +Üstad-ı muhterem Manastırlı İsmail Hakkı Efendi hazretlerinin +“ Külliyat” ünvanıyla neşredilmekte olan asar-ı fazılanelerinin +birinci kitabını teşkil eden işbu eser-i mühim bugün +e r-Risaletü’l-Hamidiyye nam eser-i fahıre bir misli kadar +tavzihat-ı lazıme ve tezyilat-ı mühimme zamm u ilavesiyle +uluhiyet-i sübhaniyye ve nübüvvet ü risalet-i Muhammediyye +ve mebani-i erkan-ı celile-i İslamiyyenin havi olduğu +measir ü mezaya-yı aliyyeyi berahin-i akliyye ve delail-i felsefiyye +ve her türlü evham u zünun-ı batılenin önünü almaktadır. +Fiyatı buçuk kuruştur. Merkez-i tevzii Babıali Caddesi’nde +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Kasım +Yedinci Cild - Aded: +Şeriat-meab! +Geçen sene ceraid-i İslamiyye ile nazargah-ı ali-i Fetvapenahilerine +yorum. Hem de mülk-i Hilafet-i Muhammediyye’nin vatan-ı +pak-i İslamiyyet’in bir cüz’-i mühimmi olan Trablusgarb’a +ansızın tecavüz eden gayr-ı muntazar bir düşmanın +binlerce hüdat-ı İslamı binlerce ihvan-ı din Arabı evladlarıyla +zevce ve maderleriyle kurşuna dizdiği; vahşiyane +müfterisane yaraladığı [paraladığı!] bir hengame-i felakette…! +Bu mazlum dindaşlarımızın çeşmeler gibi akıtılan hun-i +şehadetlerinin her katresi alem-i İslamın nasıye-i felaket-didesine +sıçramakta ferda-yı kıyamette mahkeme-i kübra-yı +ma’delette mes’uliyet ve mücrimiyet lekeleri vücuda getirmekte +Girid’de akıp durmakta olan müslüman kanlarının +teşkil etmekte olduğu güçlükler elvermiyormuş gibi bir de +Trablugarb’ın İslam mezbahası oluşu İslamiyet namına ne +büyük ne hevl-engiz ne hıred-suz bir musibettir! İstifta-yı +acizanem: Zekat ve hac dahiyye ve sadaka-i fıtır gibi ibadat-ı +maliyyenin şerait-ı vücubu olan mesken ve esası elbise +ve hademesi miyanında bir de i’dad-ı kuvvet şart-ı +vücubisi bulunuşu bu şart-ı vücubi sarahaten gösteriyor ki +yalnız vatan-ı İslamın müdafaa ve muhafazasına değil a’dayı +hal ü istikbali kahr u tenkil edecek derecede kuva-yı lazıme-i +cebriyye i’dad ü ihzar olunmadıkca bu ibadat-ı maliyyenin +hiçbiri ifa olunamaz. La-siyyema i’dad-ı kuvvet +şart-ı –ihtiyari değil belki şart-ı vücubidir. i’dad-ı kuvvet: +Farz-ı acildir. İ’dad-ı kuvveti ferman buyuran ayet-i celiledeki +kayd-ı istitaat inde’z-zarure bütün muhatabin-i İslama +şamil olur. Şer’an fakīr sayılan bir mü’min o dem-i ıztırarda +gani addolunarak cebindeki on kuruştan beşi alınır. Kadınlara +bile silah verilerek düşmana karşı gönderilir. Mes’ele +vatanın hayat ü mematına müteallıktır. İstila-yı a’dadan +muhafazasına aiddir. Bu babda mümkinü’l-ifa herşey bila +mek kurban kesmek nasıl olur? Vatan-ı İslamın harabı İslamiyyet’in +namus ve hayat-ı istiklalinin livaü’l-hamd-i Muhammedi’nin +düşman ayağı altında terki çiğnenmesine +parçalanmasına milyonlarca ümmet-i Muhammed’in Salib’in +zencir-i kahr ü esaretine geçmesine hakimiyet-i +gösterilebilir? Sinesinde zerre kadar nur-ı imana malik olan +hangi mü’min tasavvur olunabilir ki vatanını perişan bir halde +bıraksın. Ahkam-ı celile-i Kur’an iyyeden bi-haber olanlardan +birçokları geçen sene bu hakīkati bu fariza-i mühimmeyi +görünce teessürlerinden gözyaşları döktüler. Bendenize +mektuplar gönderdiler. “Biz Kur’an ımızın bu kadar ulvi +bir kanun-ı medeniyyet bu derece kudsi bir düstur-ı insaniyyet +olduğunu bilmiyorduk” diye beyan-ı teessüf ü telehhüf +ettiler! Cenab-ı Kur’an-ı hakim i –haşa sümme haşa– +mani’-i terakkī vü tekamül gibi göstermek ümmet-i Muhammedin +bir kısmını kabus-ı cehalet altında bunaltmak +bir kısmını da İslamiyet’ten tebrid ü tenfir etmek ne +zulm-i azimdir! +Geçenlerde Ayasofya Cami’-i Şerifi’nde kürsi-i şerifi vücuduyla +tezlil eden bir cehl-i mürekkeb bir mevt-i zi-hayat +cevami’-i şerifedeki iane kutularını kiliselerdeki iane sandıklarına +benzetti. Hasbünallah ve ni’me’l-vekil! +Fetva-meab! Nedir bu dinin suçu! Nedir bu şeriatin günahı! +Tebuk Muharebesi için ihzar buyurulan yetmiş bin kişilik +ordu-yı hümayun dört beş günde hususiyle Ceziretü’lArab’ı +baştan başa istila etmiş büsbütün ebna-yı beşeri +mevt-i cu’ ile tehdid eden ma’sumları analarının kadid sineleri +üzerinde bir damla sütten mahrum memeleri ağzında +olduğu halde ağlayarak feryad ederek melekü’l-mevte +teslim-i can ettiren müthiş bir kaht içinde nasıl techiz buyuruldu? +Minber-i hümayun üzerinde: +tebşir-i celil-i Risalet-penah-ı a’zami şeref-efza-yı sünuh +u sudur olur olmaz hazret-i Sıddik-i a’zam derhal koşup +bütün ma-melekleri dört bin dirhem gümüşü huzur-ı +kudsiyyet-neşur-ı cenab-ı Rahmeten li’l-alemin’e getirmediler +mi? O minber-i mualladan: +sual-i şefkat-perverine +o mefhar-ı ashab: +cevabını +verince bais olduğu mahzuz-ı cihan-kıymetin aks-i envarı +çeşm-i basiret önünde hala lemean etmekte. O gün +minber-i hümayunun pişgah-ı kudsiyyetine sahabe-i kiram +hazeratının yekdiğerini müsabaka ederek yığdığı derahim-i +sim ü zer değil mi idi ki o yetmiş bin kişilik ceyş-i Resulullahı +derhal techiz ü ihzar etti. Ya şimdi bu vaız-ı cehl ü taassuba +hilafet-i celile-i Muhammediyyeye şu bakıyye-i saltanat-ı İslama +su’-i kasd değil de nedir? Cevami’-i şerifede iane +sandıkları te’sisi ümmete farz iken haricde kırk para veren +bir mü’minin cami’de Beytullah’da cuşan u huruşan olan +vereceği şübhesiz iken bundan bu mukaddes bir fariza-i diniyyeden +böyle hainane ve münafikane teşbihlerle ümmet-i +Muhammedi men’ etmeye çalışmanın cezası nedir? Cehalet +ervah-ı habise gibi hulul etmiş ete kemiğe bürünmüş o +muhterem o mukaddes imame-i dini kuruyası parçalanası +başına sarıp doğru kürsi-i dine çıkmış serir-i şeriate oturmuş!.... +Kimi o kürsi-i irşad üzerinde: “Düşman +gelse de memleketi zabt u istila etse yine hacca +gidilecek! Yine kurban kesilecek!” Kimi: “Bizim kitaplarımızda +zırhlı yazılı mı?” diyor kimi de: “Deniz bizden uzak. +Biz Anadolu’nun bir kıyısındayız nemize lazım!” hezeyanlarını +savuruyor! Hem de zümre-i celile-i ulema arasına karışmış +olan bunlar bu hiss-i insani ve hamiyet-i İslamiyyeden +tamamen mahrum hissiz zavallılar alim fazıl vaiz geçiniyor! +Akl-ı selimi tezyif Kur’an-ı Kerim ’in ahkam-ı evamir +ü nevahisini tahrif ediyorlar! +Mülk-i İslamı –maazallah!– düşman istila etsin ne ırz u +namus kalsın hayat-ı din mahvolsun sonra hacca gitmek +ade niyaz eylesin! Bu tarz-ı naime şeytan bile teessür eder! +Düşman bile ağlar! +Fetva-meab! Bayram yaklaştı. La-ekal dört beş milyon +kurban kesilecek! Vatan-ı İslam tehlikede! Trablusgarb ölümle +pençeleşiyor. Oluk gibi İslam kanı akıyor. Bütün Osmanlı +sahilleri düşman donanması önünde bir vaz’-ı feci’-i +teslimiyyet almış! Yüzlerce mürailer hacılık ünvanı ihraz ve +yerine edatı ile: Tirmizi +bununla tefahura niyyet edenler tehlike-i vatan endişesini +namus-ı İslamiyyet kaydını unuttular. Denizi kapalı bulunca +karalara düştüler sürüne sürüne guya hacca gittiler. Eğer +şerait-ı vücubunu isticma’ etmiş olaydılar vallahi bu kadar +det değil riya. Muradı saadet değil musibet Kur’an ’ın emri +Allah’ın fermanı ta’cilen i’dad-ı kuvvet! Hıfz-ı din! Hıfz-ı +vatan! Hıfz-ı namus! İşte bu kadar mühim son derece müsta’cel +ve mübrem bir emr-i İlahiye arkalarını çevirdiler! Bu +dini yapmak değil temelinden tahrib etmektir. Salat-ı zuhru +bırakıp o vakit içinde ve hususiyle zuhrun vakt-i evvelinde +salat-ı asrı kılmak ? kadar sahih bir hac! İşte bu zavallılar +bu bi-haberler selamet-i tarikın fıkdanı namına olsun irşad +olunmadı bari kurban hususunda irşad olunsun! Esmanı +sin! Def’aten üç ve belki dört milyon altın toplanacak. Bunun +yalnız vücuda getireceği altun yığını a’da-yı din ü vatanı +tedhiş edecek intibah-ı dini ve millimize şanlı bir delil +olacak. Siyaset-i İslamiyyemize hayat ve kuvvet lisan-ı hakimiyyetimize +talakat ü metanet verecek. Ravza-i mutahhara +mahzuz Cenab-ı Hak memnun olacak. İraka-i dem ba’de’l-vücubdur. +Bunun şerait-ı vücubu yok i’dad-ı kuvvet +şerait-ı vücubi miyanında vücuben şarttır. Bu şart-ı vücubinin +ta’cilen ifa vü ikmali farz-ı ehemm ü akdemdir. Kurban +kesmek bu şart-ı vücubinin temami-i vücuduna mütevakkıfdır. +Bize i’dad-ı kuvvet namına tersaneler havuzlar sevku’lceyşi +hutut-ı hadidiyyesi esliha fabrikaları “ve ribat-ı hayl” +namına da haralar vücuda getirmek süvari topçu nakliye +hayvanları yetiştirmek farz-ı acildir. A’damızı kahr u tenkil +ramdır. İşte Ansaldo Fabrikası’na sipariş ettiğimiz zırhlı! +Düşman müsadere etti. Şimdi bize karşı ona hizmet ediyor! +Bizim tepemize şarapneller gülleler yağdırıyor. Haram da +bu demektir. Bari bu sene olsun Allah ve Resulullah aşkına! +Selamet-i din selamet-i vatan hürmetine şu kurban esmanının +hilafet-i celile-i Muhammediyyeye doğrudan doğruya +merbut olan kurban kesecek bil-cümle ehl-i iman +tarafından –bir defa için olsun– donanmaya verilmesi fetvayı +hak u hakīkati tastir buyurmalarını umum din kardeşlerim +namına müteessirane niyaz ü istirham eylerim! +– Ne olurdu müslümanlar bütün feraiz ü +vacibatı eda etmekle beraber aynı nisbette olsun vatan-ı +rimizce hacca da gitsinler kurban da kessinler fakat vatan-ı +cibler yanında +ferman-ı Sübhanisini de kemal-i +tehalükle ifa etsinler. İşte bu hususda müsamahakar davranıldığı +tereddüd ü i’tirazı mucib oluyor. +Fazilet-meab efendim +Makam-ı celil-i Meşihat-penahileri’nin pek ali ve kudsi +olduğunu ulviyyet ve kudsiyyeti nisbetinde de vezaif-i mukaddesesi +bulunduğunu hakkıyla bilen efrad-ı ümmet her +zamanda ale’l-husus devr-i dilara-yı Meşrutiyet’te ulema-yı +zevi’l-ihtiramın her türlü terakkī ve tealimizin pişva ve rehber +olmalarını arzu ediyorlar. Şübhesizdir ki bu arzuları da +bir hakk-ı meşru’dur. Çünkü +gibi pek çok ehadis-i Nebeviyye ile şan-ı +alileri beyan buyurulan ulemanın vezaif-i mühimmesinden +bir kısmı i’la-yı din saadet-i ümmet i’mar-ı memleket gibi +mevadd-ı umumiyyede maddi ve ma’nevi vezaif-i ictimaiyye +ve hususiyyede efrad-ı İslamiyyeyi irşad aksini iltizam +edenleri ihtar hayat-ı İslamiyyet’in beka-yı insaniyyetin devam-ı +beşeriyyetin muktezeyatından ila yevmi’l-kıyame ikazdır. +Fekahat-meab efendim +Muhabbet-i milliyye ve diniyyemin sevkıyle ve hüsn-i +niyyetle yazılan şu yazılarım ihtimal ki ashab-ı ifrat ve erbab-ı +tefritten olanların hoşlarına gitmeyebilir. Fakat erbab-ı +fazl ü kemal ve ashab-ı i’tidalden bulunanların memnun +olacaklarından alelhusus muhatab-ı fazilet-meabım olan +zat-ı ali-kadrleri gavamız-ı diniyyeye vakıf hakayık-ı İslamiyyeye +muttali’ ashab-ı i’tidalden bulunduğunuz cihetle +şurada arz edeceğim ümniye-i hayriyyemin hüsn-i neticeye +ahkam-ı celile-i İslamiyye felsefe-i hakīkiyyeyi terbiye-i ictimaiyye +ve hususiyyeyi bi-hakkın muhtevidir. Efrad-ı hazıra-i +dir. Avrupalılar ile ihtilatımızdan beri küşad ettiğimiz mekatibde +talebemiz için felsefe-i İslamiyyeye aid ma’lumat-ı +felsefe-i garbiyye mebahisinden tedris hatası medaris-i ilmiyyemizde +ulumu meşgūl etmek yani sarf nahiv meani beyan bedi’ +gibi fünundan ifrat-perverane şerh ve haşiye tedris edilmek +bulunan gençlerimiz akaid-i İslamiyye ve sair hakayık-ı +diniyyeyi hakkıyla muttali’ ve tamamıyla vakıf olamamalarından +bi’z-zarur senelerce şübheler tereddüdler içinde imrar-ı +hayat ediyorlar. Şayan-ı teessür bir noksandır ki felsefe-i +garbiyyeden bahis bir kitap okuyan veyahud mütalaa +eden bir genç felsefe-i İslamiyyeyi de bilmek mecburiyyetinde +bulunuyor ise de Avrupa felsefesinin hatalarını red ve +tashih etmek üzere felsefe-i İslamiyyeye mahsus bir kitap +arıyor maatteessüf bulamıyor tanıdığı ulemaya müracaat +ediyor. Ulemanın da ekserisi lisan bilmemezlik sebebiyle felsefe-i +garbiyyeye dair yazılmış asarın mündericatından vaktiyle +haberdar olup da felsefe-i İslamiyyeye mugayir olan cihetlerini +cerh ü ibtal etmek maksad-ı alisine ibtinaen tetebbuat-ı +lazımede bulunmadıklarından hakkıyla cevap veremiyorlar. +yaşıyor. +Reşadet-meab efendim +Ma’lum-ı veliyyü’n-niamileridir ki beş yüz sene mukaddem +te’lif edilen kütüb-i kelamiyye ve felsefiyyenin muhtevi +olduğu mebahis ü mesail zamanımızda kafi değildir. Bugün +eski sofistaiyyelerin yerinde dehşetleriyle hükümlerini icra +eden maddiyyun ve tabiiyyun vardır. Vakıa dehriyyun +dediğimiz kimseler eskiden de mevcud ise de bugün onların +yerinde kaim olanların kabul ettikleri akaid başkalaşmıştır. +Vezaif-i mühimme-i ilmiyyedendir ki vaktiyle eslaf-ı kiramımız +asırlarında mevcud olan akaid-i batıla erbabına ikna’ u +yı hazıra zamanımızda mevcud akaid-i batılayı delail-i muknia +miyye i’tibariyle bu mebahisi havi kitaplar neşretmekle mükellefdirler. +Kemal-i fahr u mübahatla arz ederim ki felsefe-i +garbiyyenin hatalarını tashih hususunda piran-ı kiram ve +meşayih-ı izam hazeratı taraflarından te’lif edilen ve zamanımızda +kütüb-i sufiyye ve mutasavvıfa ünvanlarını alan +asar-ı mergūbe ve kütüb-i mu’teberede zikr ü beyan buyurulan +mesail-i felsefenin de pek büyük hizmeti olacaktır. +Ma’lum-ı reşadet-meablarıdır ki bu cihet nazar-ı dikkate alındığı +takdirde tekaya-yı şerife ile medaris-i ilmiyye ashabından +bazıları aralarında öteden beri devam eden niza’-ı +lafzi ve suri ref’ u izale edilecektir. Buna muvaffakıyyetin +kıymet-i kudsiyyesi de müstağni-i ani’l-beyandır. +Fazilet-meab efendim +Ma’lum-ı alileridir ki kaffe-i ahkamı adl ü i’tidal üzere +müesses olan evamir-i celile-i diniyye terbiye-i ictimaiyye +ve hususiyyeye dair mebahis ü mesailde dahi medeniyet-i +hakīkıyyenin medeniyet-i İslamiyye olduğunu a’daya +tasdik ettirecek hakayıkı muhtevidir. Hakīkat böyle olduğu +halde i’tiraf etmeye mecburuz ki gerek mekatibde gerek medarisde +bu hususa aid nazari ve ameli olmak üzere program +dairesinde muntazaman dersler tedris edilmek şöyle dursun +bu mebahise dair kaffe-i mesaili cami’ kitaplar henüz te’lif +edilmemiştir. Acizleri bu iki mes’ele-i mühimmeyi ümmet-i +ediyorum. Ve bunun için yegane çare olmak üzere arz ediyorum +ki ümmet-i necibeyi bu gafletten ikaz için medarisin +terakkīsi ulemanın ittihadı esbabını te’min ve bu iki mes’ele-i +mühimme hakkında mütalaat-ı fazılanelerinden istifade +etmek maksadıyla mülhakatta liva ve vilayet merkezlerinde +senede birer veya ikişer defa mü’temerat-ı ilmiler in’ikadı +edecekleri mukarrerat-ı umumiyye İstanbul’da fudeladan +mürekkeb bir encümen-i mahsus müzakeresinde ariz u amik +tahkīkat ve tedkīkat icra ettirildikten sonra gerek felsefe-i +siyye hakkında ahkam-ı kudsiyye-i diniyye hakkıyla beyan +kitaplar kaffe-i medaris ve mekatib ve medarisde birkaç senelere +taksim edilmek şartıyla tedris edilir ise bi-tevfikıhi teala +memat-ı ictimaiyye tehlikesinden halas olacağız. Ma’lum-ı +fazılaneleridir ki bu nevakısın ikmali ve esbabının istikmali +mensubiyetiyle müftehir ü mübahi bulunduğum makam-ı +ulya-yı Meşihat-penahinin vezaif-i mühimmesindendir. +Fekahat-meab efendim +Nazar-ı basiretlerinden dur olmayan bir şeyi de ilaveten +arz edeceğim: Kisve-i ilmiyye vezaif-i ilmiyye ve şer’iyye ile +muvazzaf ve talib-i ilm olanlara tahsis edilmemesi sebebiyle +gençlerden bir çoğu kisve-i ilmiyyeyi labis eşhasdan bazılarını +yani ulema sıfatında cühelayı hakīkī ulema-yı zevi’lihtiramdan +tefrik edememelerinden şübhelerini ekser-i ulemanın +Malum-ı fazılaneleridir ki bu zehabın da teessürat i’tibariyle +ehemmiyyet-i azimesi vardır. Binaen-aleyh kisve-i ilmiyyenin +ashabına tahsisi hakkında dahi bir çare bulunmakla +tahkīk ile taklidi avam-ı nasa tefrik ettirmek hususunda tedabir-i +saibane ittihaz buyurulmasını hamiyet-i diniyyem ve +muhabbet-i ilmiyyem saikasıyla istirham ve şu vesile-i hasene +bahat eylerim fazilet-meab efendim. +– Vaktiyle– senesi Ağustos’unda – +Şeyhülislam Efendi hazretleri de “Kütüb-i Kelamiyye’nin ihtiyacat-ı +asra göre ıslah ve te’lifi– Beyne’l-müslimin mezahib-i +muhtelifenin tevhidi– Medreselerde tedrisatın ıslahı” +ser-levhasıyla Sıratımüstakīm’in ve üncü nüshalarında +münderic konferans ile bu ihtiyacatı talebe ve ulemayı +kiramın nazar-ı dikkatlerine vaz’ etmişti. Madem ki ulema-yı +kiram tarafından da bugün bu ihtiyac takdir olunuyor +şu halde iş tatbikata kalmış demektir. +– İbni Sina metin bir tahsilin bahşedebileceği +her türlü fezail-i aliye ile muttasıf idi. Hamiyet-i milliyye ve +muhabbet-i vataniyyenin bi-hakkın bir timsal-i ma’ali-nümunu +addolunabilir. +Bütün hayatını memalik-i İslamiyyede neşr-i maarife +hasr ve gece gündüz müştakan-ı irfanın ta’lim ü tedrisine +vakf-ı vücud etmesi enva’-ı mesaib ü belaya içinde bile +te’lifat-ı ilmiyye [ile] meşgūl olması mütehalli bulunduğu şu +evsaf-ı mübeccelenin kendisinde ne derece esaslı olduğuna +en vazıh bir delildir. +yük bir dahisidir. Mezaya-yı ahlakıyyesi ilm ü irfanına gıbtabahş +olacak derecede ali idi. +Redaet-i ahlakıyyeleri icabatı olarak sıyanet ü adavetleriyle +kendisini enva’-ı mesaib ü felakete ma’ruz bırakan +bazı sefillerin denaet-i ahlakıyyeleri tezahür ettiği ve hazret-i +üstad ahz-ı sar edebilecek bir nüfuz ü kudrete malik bulunduğu +halde fırsat-ı iğtinamla intikam almaya teşebbüs etmek +şaibelerinden vareste kalmış bu derekelere düşmeye +vicdan-ı ma’ali-meşhunu tenezzül etmemiş bu ahlak düşkünlerini +afv ve hatta taltif ederek mahcub bırakmış ve bu +suretle fazilet-i insaniyyenin en mübeccel nümunelerini göstermiştir. +Tezvirat-ı adavet-karaneleriyle dört beş ay kadar mahbesde +kalmasına sebebiyet veren erbab-ı ağrazın tertib-i +mücazatı “Tacü’l-müluk” tarafından kendisine teklif edildiği +zaman İbni Sina ulüvv-i cenab ve şiyem-i cemilenin bahşettiği +şayan-ı tebcil bir metanetle bu gibi küçüklüklere tenezzül +edemeyeceğini emire işrab eylemişti!.... +ü tecellüd göstermiştir. En büyük eserlerini ya hapishane +köşelerinde veya menfa izbelerinde yazmış olduğunu görüyoruz. +Cevval bir zekanın zinde bir dimağın en asude vakitlerde +bile idrak edemeyeceği mesail-i gamızayı böyle buhranlı +zamanlarda tedkīk ve halletmek her insana nasib olur +meziyetlerden değildir. +Hazret-i üstadın fenn-i tıbdaki ihtisas ve maharetine +Kanun la-yemut bir şahid-i muazzamdır. Kanun bütün +kurun-ı vüstada hakime-i tababet-i cihan olmuştu. Filhakīka +Kanun o vakte kadar yazılan asar arasında klasik ve +muazzam bir kitap olmakla mümtazdır. +Kanun Razi’nin el-Havi’ sinden ziyade Ali bin Abbas’ın +el-Meliki ’sini andırır. +Razi Ali bin Abbas ve İbni Sina tababet-i İslamiyyenin +en mümtaz en bariz simalarını temsil ederler. +Razi tıbbın pratik cihetinde mütehassıs olduğu halde İbni +Sina ve Ali bin Abbas nazariyyat ve tatbikat-ı tıbbiyyenin +her iki kısmında da mütebahhir idiler. +bir metoda tevfikan te’lif eylemişlerdir. Kanun ve el-Meliki +’de şuabat ve aksam bir tertib-i muayyene göre sıralanmıştır. +Halbuki Razi’nin el-Havi ’sinde bu meziyet görülemez. +Esasen İbni Sina eserlerinin kaffesinde muayyen bir +usul-i fenni ta’kīb etmekle teferrüd etmiştir. +Kanun’un saha-i tedkīkatı daha evvel yazılmış olan +asarın kaffesinden vüs’atli ve mükemmeldir. İbni Sina bu +kitabı neşr eder etmez kıymet-i fevkaladesine rağmen elMeliki +büsbütün eyadi-i rağbetten düşmüştü. Kanun ma’lumat-ı +umumiyye-i fenniyye mevadd-ı tıbbıyye emraz-ı hususiyye +emraz-ı umumiyye ve mebhas-i saydalani ünvanları +tahtında beş kısma ayrılmıştır. +Birinci kısım nazariyat ve ma’lumat-ı umumiyye-i tıbbiyyeden +bahis olup Külliyyatü’l-Kanun ünvanıyla ma’rufdur. +tıbbıyyeye dair en esaslı ma’lumatı cami’ ve takriben sekiz +yüz maddeyi havidir. Bu kısımda edviye-i cedideden bazılarına +dair ma’lumat-ı mühimmeye tesadüf olunduğu Avrupa +erbab-ı tedkīkı tarafından i’tiraf olunmaktadır. Üçüncü +kısımda her uzva mahsus emraz-ı hususiyye ta’dad edilmeden +evvel o uzvun teşrih ve vezaif-i fizyolojiyyesine dair +uzun uzadıya mütalaat serdedilmiştir. +Kanun ’un hey’et-i mecmuasına dair gerek şarkta gerek +garbda müteaddid şerhler yazılmış olduğu gibi her kısma +aid de ayrı ayrı şuruh u havaşi te’lif edilmiştir. +Kanun hacmen pek büyük olduğu için erbab-ı tahsile +bir sühulet olmak üzere muahharan bazı zevatın himmetleriyle +Bu muhtasar Kanun lardan en meşhuru İbnü’n-Nefis’in +Mucez namındaki eseri olup senesinde Kalküta’da +tab’ u neşrine muvaffak olunmuştur. Kanun’ un hey’et-i umumiyyesi +Gerard de Cremon ve Alpagus taraflarından Latince’ye +tercüme ve müteaddid defa tab’ edilmiştir. +Plempius namında bir zat da bazı kısımlarını ayrıca +neşreylemiştir. +Bu tercümeler sayesindedir ki İbni Sina Avrupa’da tanınmış +ve beş asırdan ziyade bir müddet zarfında tababet-i +garbiyyenin hakimesi makamını muhafaza etmiştir. +Kanun bu suretle Avrupa lisanlarına tercüme edilmiş olduğu +gibi senesinde metn-i Arabisi dahi Roma’da +neşrolunmuştur. +Roma’da neşrolunan bu kitab-ı muazzama İbni Sina’nın +bazı asar-ı felsefiyyesi de zeyl edilmişti. +Kanun İbrani lisanına da nakl ü tercüme olunmuştur. +Bu tercümelerden Paris Kütüphanesi’nde müteaddid nüshalar +mevcud ve mahfuzdur. +Fransızca Büyük Ansiklopedi Muhitü’l-Maarif Didot +tarafından yazılan teracim-i ahval kitabında Kanun’ un taksimi +garib görülmekte ise de Doktor Lucien Leclerc bu suretle +vukū’ bulan garabet isnadını şiddetle reddederek diyor +ki: “Eserin taksimat-ı umumiyyesinde hiç bir garabet yoktur. +Kanun’ daki taksimat İbni Sina’nın maksadına tamamen +muvafıktır. İkinci derecedeki taksimata gelince bunların +garabet neresinde olduğuna bir türlü akıl erdiremedik. Biz +bilakis bu taksimatta da bir metod usul bir vuzuh nişaneleri +görüyoruz. Kanun’ un kıymet-i tıbbıyyesini takdir edebilmek +kīdatı mütalaa olunmalıdır.” +Kanun ’dan sonra İbni Sina’nın tıbba dair en meşhur +eseri Urcuze’ dir. Kavaid ve nazariyyat-ı tıbbiyye bu kitabda +nazmen cem’ edilmiştir. +Urcuze Armangand Armenganb ve Alpagus taraflarından +“ Cantica” namı altında Latince’ye tercüme olunmuştur. +Urcuze ’ye İbni Rüşd tarafından kıymetdar bir şerh yazılmış +olduğu gibi Paris Kütüphanesi Suplemanının ’inci +numarasında mukayyed diğer bir şerhi daha vardır. İbni +Rüşd’ün şerhinden daha ziyade tafsilatı cami’ olan bu eserde +tıbba dair birçok ehadis-i Nebeviyye münderic olduğu +gibi nihayetine de kitabda ismi geçen etıbbanın teracim-i +ahvalinden bahis bir zeyl ilave olunmuştur. +Kitab-ı mezkurun ’inci sene-i hicrisinde Muhammed +bin İsmail namında bir zat tarafından te’lif edilmiş olduğu +dibacesinden anlaşılıyor. İbni Sina’nın Risale fi’s-Skencübin +nam eseri dahi Latince’ye nakl ü tercüme olunmuştur. Michel +Scot isminde bir zat İbni Sina’nın hayvanata dair bir +eserini Avrupalılara tanıtmıştır. +El-Kimya’ya dair olan asarı da kamilen Latince’ye nakl +ü tercüme olunmuştur. +münferid bir simadır. Meslek-i felsefiyyesi Meşşaiyyuna ve +Aristo mesleğine karibdir. Fakat kabul ettiği metod biraz daha +şiddetlidir. +şekle ifrağ etmek için pek çok himmetler sarfeylemiştir. +Şifa ’da fünunu üç kısma tefrik ediyor: -Fünun-ı aliyye +Metafizik ve Hikmet-i nazariyye -Fünun-ı adiyye Hikmet-i +tabiiyye - Fünun-ı mütevassıt Ulum-i riyaziyye +Fakat Aristo’nun gışave-i ibham ve tereddüd altında bıraktığı +mebahis İbni Sina tarafından vuzuh ve kat’iyyet-i tamme +Mösyö Munch İbni Sina’nın felsefesinden bahsederken +diyor ki: “İbni Sina felsefesi esasen Aristo felsefesine pek +yakındır. Fakat İbni Sina mesleğinde daha şiddetli ve daha +metin bir usul tatbik eylemiştir. İbni Sina ulum-ı felsefiyyeye +aid şuabat-ı muhtelife-i fenniyyeyi yekdiğerleriyle rabıtadar +etmeye çalışmış ve bu rabıtanın mevcudiyeti lüzumunu +göstermek için hayli uğraşmış ve muvaffak olmuştur. +Şifa ’da bu sa’y ü tetebbu’-ı medidin mürtesimatı hakkıyla +ve tamamıyla müşahede olunabilir. İbni Sina birçok +hususda Mütekellimin ile hem-fikirdir. Ebediyet-i alem +mes’elesindeki mütalaat-ı felsefiyyesi ise Tehafüt ’de Gazzali +ve İbni Rüşd taraflarından tenkīd ve tavzih edilmiştir. +esasiyye bulunduğuna kani’ olduğundan vahiy ve ilhamın +vukūunu suret-i kat’iyyede kabul eylemektedir.” İbni Sina +cüz’iyat ilm-i İlahinin ala vechi’l-külli müteallık bulunduğu +re’yindedir. Tagayyür-i zatiyi istilzam edeceği mahzurunu +nazar-ı i’tibara alarak doğrudan doğruya cüz’iyata ilm-i +beka-yı ruhun en kuvvetli mürevvicleri sırasına geçmiştir. +Ruh hakkında yazdığı kaside-i meşhuresini ber-vech-i ati +derc ediyoruz: +* * * +au’nun beyanat-ı atiyyesini dinleyelim: +“On ikinci asr-ı miladinin nihayetlerine doğru Jerar De +Karamun Kanun ’u Latince’ye nakl ü tercüme eylemişti. +Mösyö D. Gundisalvi ise İbni Sina’nın ruh-ı sema hakkındaki +den bahis diğer resailini Latince’ye nakleyledi. +Felasife-i İsrailiyye’den “Avendath” dahi birazını tercüme +eylemiştir. Hülasa on üçüncü asırda İbni Sina’nın bilcümle +asar-ı ilmiyye ve felsefiyyesi Latin lisanına nakl ü tercüme +olunmuştu. On dördüncü asırda bu eserler Venedik’de +tab’ edildiler. Bütün kurun-ı vusta imtidadınca Avrupa +mekteplerinde İbni Sina’nın eserleri tedris ediliyor ve pek +büyük bir rağbete mazhar oluyorlardı.” +kam-ı riyasetini ihraz eylemiştir. Eslafı arasında kendisiyle +mukayese olunabilecek yalnız el-Kindi ve er-Razi vardır. +Ahlafından ise İbni Rüşd’ü görüyoruz. +müellefat-ı azimesi değildir. Hazret-i üstad fünun-ı felsefeyi +muayyen bir metod bir nizam dahiline alabilmiştir ki en +büyük hidematından biri de budur. +olduğunu ve ulum u fünunun o zamanlar alem-i İslam’daki +derece-i terakkıyatını takdir edebilmek için müellefat-ı azimesinden +bazılarının isimlerini zikredilim: +mürekkeb +Münazarat: Ruh hakkında Ebu Ali Nişaburi ile aralarındaki +münakaşattan bahis. +mas la Kemiyyeten leha +Erzakihim ve Haraci’l-Memalik +ben yazılmıştır. +* * * +mekatib şeklinde daha birçok eserleri mevcud olup hepsinin +zikri istenilirse sahifeler doldurmak icab eder. +Maamafih hakim-i şehirin derece-i irfanını anlamak +Hazret-i üstad aynı zamanda edebiyatla da tevaggul +eylemiştir. +Yukarıda derc ettiğimiz Ruh Kasidesi gibi Arabi ve Farisi +birçok eş’ar u kasaidi vardır. Muhafaza-i sıhhat için şayan-ı +tavsiye gördüğü tedabiri mübeyyin kıt’a-i atiyyesi ne kadar +hikmet-amizdir: +Jeoloji İlmü’l-arz ve’l-Maadin fennin henüz ismi bile +tanınmadığı bir zamanda İbni Sina teşekkül-i cibal hakkında +gayet esaslı izahat vermiştir. +Hazret-i Şeyh’in bu babdaki mütalaatı tamamıyla fünun-ı +hazıraya mutabıktır. Yirminci asır jeologları bugün de +bu hususda İbni Sina’dan fazla izahat veremiyorlar. +siriyle kışr-ı arzın teraffuundan veya te’sirat-ı maiyye ve rüsubiyye +neticesi olarak tekevvün etmişlerdir. Ruzgarlar sular +yumuşak tabakatın dağılmasını mucib olurlarsa da sert +ve kuvvetli tabakalara icra-yı te’sir edemezler. Ekser-i cibalin +sebeb-i teşekkülünü teressübat-ı matiyede[maiyyede] +aramalıdır. Maamafih cibal-i rüsubiyyenin teşekkülü için +birçok devirlerin müruruna ihtiyac messetmiştir. Edvar-ı mütevaliyyede +suların ve ruzgarların te’sirat-ı i’tikaliyyesi bazı +cibalin kütlelerini de tenkīz edebilir. Tabakat-ı cibaliyye ve +bazı suhur-ı arzıyye derununda tesadüf olunan hayvanat-ı +maiyye müstehaseleri bunların teressübat neticesinde tekevvün +eylediklerine bir nişane-i daimidir.” +mavi”leri dahi izaha muvaffak olmuştur. +Avrupa efkar-ı umumiyyesi garib ve asılsız hurafeler +altında ezilirken şark İbni Sina gibi dahiler sayesinde nur-ı +hakīkate doğru koşuyor gencine-i tabiatın tutuk-ı serairini +birer birer açmaya çalışıyordu. Esasen fünun-ı İslamiyyenin +huzemat-ı nevvaresidir ki Avrupayı dairen ma-dar istila +eden sehaib-i cehaleti dağıtarak fikirlerde bir intibah-ı hakīkat-cuyane +uyandırmış ve Avrupalılara vasi’ bir ufk-ı fa’aliyyet +küşad eylemiştir. +Garbın bugün gözlerimizi kamaştıran terakkıyat-ı hayretnümununun +esasları İbni Sinalar gibi dühat-ı İslamiyyenin +mesai-i mübecceleleri sayesinde teessüs etmiş olduğunda +şübhe yoktur. Zaten bu hakīkat munsıf Avrupa hükemasının +da taht-ı i’tirafındadır. +Ertesi günü amcamın müsaadesiyle nizamiyeden bir +tabur piyade bir alay süvari ve iki top ile beş yüz nefer +redifi Talihan’a gönderdim. Maksadım şehri tahliye etmediğimizi +Talihanlılar’a anlatmak idi. +Kendim Hanabad’da oturup beş aydan beri göremediğim +askerin tanzim-i ahvaliyle uğraşmaya başladım. +§ +Birkaç gün evvel çıkan askerin avdetini gören Talihan +ahalisi Afgan Devleti’ne isyan etmek ihtimali kalmadığını +görünce Mir Şah’ın amcası kızını bizim amcaya tezvic eylemek +teşebbüsünde bulundular. Amcam bu teklifi müştakane +kabul etti. Bu hususda hayli muhalefet gösterdim ve +birtakım gaddar herifler ile karabet ve sıhriyyet te’sisinin +mazarratı görüleceğini söyledim. Evvel-emirde Bedahşan’a +gidip tamamıyla teshir etmek ve daima rahatsızlık verecek +düşmanı bütün bütün tenkil eylemek için bana müsaade +ediniz dedim. Fakat amcam ihtaratımı dinlemediği gibi izdivac +merasiminin mukaddematını ifa bile etti. +Bedahşan beyleri işin bu rengi kesb eylemesinden müsterih +olarak bazı hedaya ve taahhüdatı hamilen Mir Yusuf +Ali’yi amcama yolladılar. Sefirin vürudu üzerine amcam Bedahşan’ın +teshirini hemen-dem zihninden çıkardı. +Bu sırada ahval-i umumiyyenin sükununu ganimet sayan +validem nezdine gönderilmem için pederimden recada +bulunmuş şu recayı kabul eden pederimden Tahtapul’a +gelmemi amir bir mektup aldım. +Askerle emr-i idaresini serdarlara tefviz eyleyerek dört +yüz nefer hassa askeriyle yola çıktım. Esna-yı rahda Taşkurgan’a +uğrayıp Şah-ı Velayet’in kabrini ziyaret ve gubar-ı +mukaddesini tutiya-yı çeşm-i basiret ettim. +Tahtapul’a vürudumda ebeveynimin huzuruna çıkıp ellerini +öptüm ve hayır dualarını aldım. İkisi de şükrane-i mülakat +olarak fakīrana sadakalar dağıttı. Bunlardan başka bana +muhabbet ve mensubiyeti olanlar da aynı suretle şükran +ve meserret gösterdiler. +Birgün istirahat ettikten sonra tophane ile fabrikaları +gözden geçirdim. Hepsini muntazam bir halde gördüğüm +bulunanlara da hil’atler giydirdim. Katagan’daki askere lüzumu +olan çadırlar ile sair levazımın fabrikalarda i’malini +emrettim. On beş yirmi gün zarfında tamamıyla hazırlanan +eşyayı Katagan’a gönderdim. +Bir sene kadar Tahtapul’da umur-ı askeriyye ile iştigal +ederek ilkbaharda Katagan’a müteveccihen hareket eyledim. +Yolda şu suretle garib bir vak’a geçirdim: +maşa etmek fikriyle dolaşmaya çıkmıştım. Maiyyetimdeki adamlar +da nasılsa uzaklaşmışlardı. Kendi kendime gezmekte +azgını üzerime saldırdı. Yanımda kimse olmadığı gibi ufak +bir hançerden başka kendimi müdafaa edecek silah da bulunmadığından +büyücek bir taşın etrafında devirler yapmaya +mecbur buldum. Ben kaçtıkca deve arkamdan kovalıyordu. +Nihayet bi-tab kalıp düşeceğimi anlayınca durdum +ve yakaladığım bir kaya parçasını devenin kulağı tözüne +vurdum. Bu darbenin te’siriyle deve yıkıldı. Sükūtundan bilistifade +hançerimi gırtlağına soktum. Üstüm başım kan içinde +kaldı. Gerek yorgunluktan gerek devenin nasıl can verdiğini +görmekten mütehassıl za’f neticesinde düşmüş bir saat +kadar bi-huş yatmışım. Aklım başıma gelince devenin bilahareket +yattığını gördüm. Adamlar hala meydanda yoktu. +Konak yerine avdetimde bunlardan beherine otuzar değnek +vurdurdum. Ba’dema da maiyyetimde bulunanlara azıcık +gaybubet edince derhal beni aramaya çıkmalarını tenbih ettim. +Katagan’a vusulümde beni gördüğü için gayet sevinen +askere bir nutuk irad ederek: +– Pederim sizi evladı mesabesinde tutmakta ve benim +hakkımda nasılsa size de o suretle şefkat ü muhabbetperverde +eylemektedir. dedim. Asker bu nutkun hitamında: +– Hepimiz pederiniz “Serdar Muhammed Efdal Han”ın +yolunda terk-i can etmeye amadeyiz. cevabında bulundu. +Sonra pederim tarafından amcama da ihda-yı selam ve isali +peyam eyleyerek ikametgahıma gittim. +Ahali o gece bana ihtiramen donanma ve şenlik yaptı. +Ertesi günü tophane ile cebhane ve levazım depolarını teftiş +ederek herşeyi muntazam ve mükemmel buldum. +Bir hafta ikamet ve istirahati müteakıb Talihan’a gittim. +Oradaki askerin de kemal-i intizamını görmekle memnun +oldum. +Geldiğimi haber alan Bedahşan beylerin altı köle ile +mücehhez on at on tulum bal iki tazı beş av kuşu hediye +getirdiler. Ben de onlara hil’at giydirdim ve mukabeleten +hediyeler verdim. +Biraz sonra “Evvelce Talihan’da bulunduğum esnada +bazı maadinin uhdeme devrine dair söz vermiştiniz. Hatta +bir dane seng-i Süleymani bir dane sarı yakūt beş dane +altun bir dane de firuze ma’deni bu miyanda idi. Amcamdan +öğrendiğime göre hala va’dini ifa etmemişsiniz” diye +Bedahşan ümerasına mektup yazdım. +Beyler mektubu alınca maadin-i matlubeyi tasarrufuma +teslim ettiler. Onların müstahsalatından birkaç kıymetdar taşı +pederime yolladım. +§ +Zikre şayan bir vakıa olmaksızın iki sene geçti. Bu müddetin +sonlarına doğru ceddim Emir Dost Muhammed Han +amcam Muhammed A’zam Han’ı Kabil’e celb ile pederinin +amcazadesi “Abdülgıyas Han”ı Katagan hükumetine ta’yin +etti. +Abdülgıyas Han’ın oğlu Abdürreşid Han’ı ben sal-i +hicrisinde Celalabad Hükumeti’ne yollamışken teaddisinden +dolayı azleylemiştim. +Amcam Kabil’e giderek biraz ikamet eyledikten sonra +me’muriyet-i sabıkası olan Germühost eyaletine gönderildi. +Müşarun-ileyhin Katagan’dan hareketi esnasında ben de +Talihan’dan kalkıp Şuri menziline geldim. Orada kendisiyle +mülakat ettim. Şuri’de pederimin bir mektubunu aldım ki +Heybek’de görüşüp birlikte Belh’e azimetimizi bildiriyordu. +Bu emre ittibaen Heybek’e gittim pederimin elini öptükten +sonra maiyyetinde olarak Tahtapul’a geldim ve +tamamıyla kışı orada geçirdim. +§ +Nevruz mevsiminde Serdar Abdulgıyas Han taundan +vefat etti. Herat cihetlerinde de bazı iğtişaşat zuhur eyledi. O +vakit Herat hakimi pederimin amcazadesi Serdar Sultan +Ahmed Han idi. Yanında da İran Şahı’nın me’murininden +biri vardı. +Bu şahsın Kandehar taraflarında çıkardığı iğtişaşı basdırmak +beraber Kabil’den Herat’a azimetle kal’asını muhasara etti. +Bahar ibtidasında fetih müjdesi Belh’e geldi. Hepimiz sevindik. +Bu meserretin şükranesi olmak üzere pederim Hanabad +hükumetiyle oradaki askerin riyasetini bana tefviz eyledi. +Mahall-i me’muriyyetime müteveccihen hareket ettim. +Bu esnada Katagan vilayetinin umur-ı idaresi pek +karışıktı. Me’murin rüsum-ı maliyyeyi tahsil edememişlerdi. +Serdar Abdulgıyas Han ise pek de idare adamı değildi. +Belki hükumetten ziyade tababete isti’dadı vardı. Zaten +ekser-i evkatını iştigalat-ı tıbbiyye ile geçiriyordu. İdaresizliği +o derekeye varmıştı ki bi-hakkın hapsedilen bir hırsızı Bedahşan +beylerinden birinin tehdidiyle salıvermişti. +Bu tehdidi eden Mir Şah idi ki bilahare vefat ile yerine +Mir Cihandar Şah ismindeki oğlu geçmiş Mir Şah’ın biraderi +yani Mir Yusuf Ali’yi ve biraderzadesi Mir Sayd Şah’ı +vürudumdan bir sene evvel öldürmüştü. +Mir Yusuf’un divane-meşreb afyonkeş müdmin-i hamr +bir oğlu vardı ki babasının katli üzerine ca-nişini olmuştu. +Kaşem Hakimi Mir Baba Big’in de Mir Şah’ın dul zevcesine +alaka ettiği ahali arasında şuyu’ bulmuştu. +Mir Cihandar Şah’ın bu şayiadan canı sıkıldığı için Kaşem’e +hücum eyleyerek Mir Baba Big’i esir ve hapsettikten +sonra ona rağmen ügey anasını nikahla kendisi almış ve +şenaat-i vakıasıyla iftihara kalkışmıştı. +Mir Baba Big ise mahbesden firar ederek Hanabad’a +Vilayete gelince anladım ki askerin geçen seneden sekiz +bu seneden de dört aylığı verilmemiş. İbtida bunların +tesviyesini nazar-ı dikkate aldım. Tesadüfen Talihan askerinden +ber Hanabad’da bulunuyordu. Bunlar hasılat-ı vilayetten +bir mikdarını –Abdulgıyas Han’ın gevşekliğinden bil-istifade– +kendi umur u hususlarına sarfetmişlerdi. Benim gelişim +haklarında hayırlı olmayacağını anladıklarından Kabil’e firar +eylemek üzere umum askeri ihtilale teşvik ettiler. +Abdulgıyas Han’ın Muhammed Aziz Han namında bir +oğlu vardı. Henüz on bir yaşında olduğu ve daha muallimleriyle +adamlarının taht-ı nüfuzunda bulunduğu halde +pederinin maiyyetindeki askerin sergerdeliğini haiz idi. +Bu herifler yani Muhammed Aziz Han’ın mensubini de +vilayetin filhakīka efendizadelerinin malı bulunduğu cihetle +Abdurrahman’ın hükumetini kabul etmek ve onun müdahalesine +meydan vermek hamakat olduğunu söyleyerek burada +ahmakca durmaktansa savuşup Kabil’e gitmek evladır +diyerek askeri tahrik ediyorlardı. +Bu sırada ceddim Emir Dost Muhammed Han’ın haberi +vefatı da vasıl olunca Talihan askeri bundan bütün bütün +cür’et alarak ikametgahımın etrafına toplandılar. Kocaman +taşlarla evimin der ü divarını tahrib ettiler. Fakat kendi askerimin +müdahale ve müdafaası üzerine dikiş tutturamayıp +mağluben savuştular. +ariza takdim ve “bizi zabitlerimiz teşvik etmişti” diye isti’fa-yı +kusur eylediler. Sizi teşvik eden kimlerse isimlerini söyleyin +onlardan maadasını afvedeceğim. Yok haber vermeyecek +olursanız yolunuz açıktır. Kabil’e kadar gidin cevabını verdim. +Bir pusula getirdiler ki üzerinde sekiz yüzbaşı ile Muhammed +Aziz Han’ın muallimi ve adamları ve daha sair +kimsenin isimleri yazılı idi. Yüzbaşıları top ağzına bağlamak +suretiyle i’dam ettirdim. Mütebakīsini de afv u ıtlak eyleyerek +Bu kere meydan-ı harbe gitmek üzere Teşrinievvel’de +Osmaniye Mısır postasıyla hareket etmiştim. Hüsn-i tesadüf +olarak vapurumuzda Sadr-ı esbak Kamil Paşa hazretleri +dahi bulunuyorlardı. Ma’lumdur ki Kamil Paşa hazretleri +Türkiye’nin pek meşhur ve ma’ruf pek eski diplomatları[nda]ndır. +Bütün cihan nazarında gayet muazzez ve muhterem +bir zat-ı ali-kadr olduğu gibi ilm ü irfan cihetiyle de +bilhassa fenn-i siyasette nazari ve ameli kemalatı havi ve +cami’ hakīkaten ism ale’l-müsemma denilirse sezadır. +Biz de fırsattan bil-istifade vakit buldukca vapurda ara +sıra kendilerini tasdia cesaretle huzur-ı alilerinde bulunarak +fikr-i alilerini bazı mes’elelerde istimzac eyledik. +Tabiidir ki Kamil Paşa hazretleri az sözlü bir adam +olduğu cihetle ancak sorulan mes’elelere cevap vermekte +şimdilik hepsini alem-i matbuatta neşretmekte ma’zurum. +Benim istimzac ettiğim mes’elelerden biri Şark Mes’elesi +bir cevap verdi dedi ki: “Rekabetler büyüktür tamamıyla +paylaşamazlar” Hiç şübhe yoktur ki bu böyledir. Şark Mes’elesi’ni +alem nazarında büyütmüşler. Düşündükleri gibi halledemeyecekleri +her hatvelerinde görülmüştür. +Diğeri: “Trablusgarb Mes’elesi idi burada dahi Kamil +Paşa hazretleri muhtasarca düşünmektedir; fakat ben bütün +aczimi i’tirafla beraber Kamil Paşa hazretlerinin kemalatına +asla ve kat’a iştirak edemiyorum. +Kamil Paşa hazretleri daha şimdiden belki mes’elenin +daha bidayetinden Trablusgarb’ı İtalyanlara vermiş de Bingazi +sancağını kurtarmak istiyor. +Bence müşarun-ileyh hazretlerinin bu +hususda fikirleri hatadır. Zaten bu eski siyasettir bir kıt’aya +taarruz ettikleri gibi onu feda edip de kalanını muhafaza +etmek miraren tecrübe olunmuş bir siyasettir. Artık tazesine +bakalım. +Bizim fikrimize göre alem-i İslam ne zaman ki tecavüzi +siyasetler ta’kīb ederdi hep muzaffer ve muvaffak olurdu ne +zaman ki tedafüi siyasetler ta’kīb etmeye başladı hep mağlub +oldu. Artık eski babalarımızın siyasetlerini biraz hatırlayalım +biraz da kendi aklımızı isti’mal edelim. +Filhakīka Kamil Paşa hazretlerinin fikirleri boş ve ma’nasız +fikir değildir belki müdellel ve muvafık ve mu’tedil bir +fikirdir. Müşarun-ileyh hazretleri: “Devlet-i Aliyye ittifak-ı +müselles karşısında duramaz. Üç büyük devlet neticede +müttefikan hareket edeceklerdir zaten müttefiktir. Şu halde +bunlara karşı mukavemet fikrinde bulunmak cinayettir” +demek istiyor. Zannederim bu babda muaraza olunamaz. +Fakat ben bir müslüman ve bilhassa ulema silkinden +dahi olduğum cihetle demek isterim ki: +Bizim akaid-i diniyyemizdendir. +Şu halde bir kere olsun tecrübe edelim artık iki kere öleceğimize +bir kere ölelim. Bugün diplomatlık diyerek Trablusgarb’ı +verecek olursak iki sene sonra İtalya haininin Bingazi’yi +çekip almayacağına kim kefalet eder? Kefalet etseler +dahi tecrübesi meydanda bizim tamamiyet-i mülkiyyemizi +düvel-i muazzama bil-ittifak kefalet ettiler kaç defalar muahedelerle +te’kid ettiler ne için muhafaza etmediler ve +ne için etmiyorlar? “Girid”de bizim hukūk-ı hükümranimizi +muhafaza edeceklerdi ne için etmediler? Bunları mülahaza +etmeyip de körü körüne sefirler lafına i’timad edeceğimize +bir kere olsun Allah’a i’timad edelim. +Artık yeter sefirlere çok i’timad ettik. Sefirler bize pekçok +va’dlerde bulundular fakat zannederim şu son yüz +sene zarfında bir kere olsun bizim menfaatimizi te’min etmediler. +Şu halde ben kaviyyen ümid ederim millet artık bu eski +fikirleri vakt-i ahara terkederek bu defa yeni bir siyaset +tecrübe etmeli. Biz biraz da kendimizi toplayarak kendi +fikrimiz ve kendi aklımızı isti’mal edersek Afrika çöllerinin +gazanfer evladları bize zahir olduktan maada bütün alem-i +Hiç şübhe yoktur ki cenab-ı Vacibü’l-vücud’un nusreti +ve hazret-i Peygamber’in imdadı bizim ile beraber oldukca +biz kayıklar ve zenbuklar ile İtalya zırhlılarına hücum ederiz. +Nasıl ki ettiler ve edeceklerdir. Zırhlı nedir on bin adam +hücum eder de her zırhlıya beşer adam atlayabilirse kafidir. +Evet ashab-ı fünun bu sözlere kahkahalar ile güleceklerdir +lakin şunu da unutmayalım ki bu suretle hücum edecekler +ashab-ı fünun değildir top ağzına tüfenk ile yürüyerek İtalyanları +firara kadar mecbur eden kuvvet fen kuvveti değildir. +Müslümanların en büyük kuvvetleri iman ve i’tikadlarıdır; +diplomatlarımızın pekçok hatalarını yüklendik bir kere +olsun ashab-ı amaim sözünü dahi sem’-i i’tibara alalım. +Hiç şübhe yoktur ki ben bu sözleri Kamil Paşa hazretlerine +acizane bir fikir beyan ediyorum. +Asakir-i Osmaniyyenin muzafferiyetleri havadisi Kahire’ye +akseder etmez gazete müvezzi’leriyle sair ahali tramvaya +binerek yollarda “Yaşasın Halife yaşasın Osmanlılar +gebersin İtalya” diye bağırışmaya başlamışlar apartmanlarda +atmak cür’etinde bulunmuşlardır. +§ Mısır Dahiliye Nezareti tarafından bir beyanname +neşrolunarak matbuat-ı Mısrıyyenin Osmanlı-İtalya muharebesine +dair heyecan-amiz beyanat ve ibarat neşretmeleri +men’ edilmiştir. +§ Alınan haberlere göre Mısır Hükumeti Lord Kitchner’ın +da inzımam-ı re’yi ile sekiz sahifelik yüz bin nüsha risale +tab’ına ve cami’lerde tevziine karar vermiştir. Arabca olan +bu risalede Osmanlı-İtalya muharebesinin Mısır’da husule +getirdiği hal ü mevki’den bahsedilmekte ve yerlilerin ittihaz +eyleyeceği meslek tezkar olunmaktadır. Beyanname muharebenin +adi bir muharebe olup cihad-ı mukaddes tarzında +bulunmadığını uzun uzadıya beyan eylemektedir. +§ Bingazi’den varid haberlere göre urban fevc fevc gelerek +orduya iltihak etmektedirler. Neşredilen bir beyanname +§ İkdam ’ın Trablusgarb muhabir-i mahsusu Tunus’dan +yazıyor: “Tunus kıt’asındaki umum İslamlar; Halife-i mü’minine +bir rabıta-i kaviyye-i ma’neviyye ile merbut olup Hükumet-i +Osmaniyye’nin daima terakkī ve tealisini kemal-i +hahişle arzu ve temenni ederler. Şu harbde muvaffak olmaklığımız +suretiyle hissiyat-ı hayır-hahanelerini fi’len de isbat etmektedirler. +Burada neşrolunan umum Arabca gazeteler Hükumet-i +Osmaniyye lehinde ve İtalya aleyhindedirler. Bu gazeteler; +Fransa’nın Türkiye’ye muavenette bulunmasını ve lazım gelen +teshilatı ifa etmesini temenni ediyorlar. +Her gün cami’lerde Türkiye’nin muvaffakıyatı için dualar +etmektedirler. +Türkiye’nin muvaffakıyatı hakkında iyi bir havadis geldiği +vakit ahali-i müslime yekdiğerini tebrik etmek suretiyle +Türk gördükleri zaman gözlerinde lem’a-paş olan sürur u +lebilir. +Nefs-i Tunus’da esna-yı harbde Türkiye’ye muavenet +etmek üzere bir cem’iyet teşkil edildi. Bu cem’iyete birçok +zenginlerle beraber ma’lumatlı pekçok genç dahil bulunuyor. +Bu cem’iyetin mürevvic-i efkarı olarak İttihad-ı İslam +namında Arabca bir gazete neşrediliyor. +Bu cem’iyet Mısırlılar gibi derc-i iane ile beraber bazı +hidemat-ı fi’liyyede bulunuyor. +§ Londra –Capetown’dan Reuter Telgraf Ajansı’na iş’ar +olunuyor: “Transval müslümanları Osmanlı-İtalya muharebesinde +kahramanane mücahede eden dindaşları için +* * * +kıt’a-i cesimesinin merkezi olan Durban Şehri Encümen-i İslam’ı +geçen gün bir ictima’-ı fevkalade akdiyle İtalya haydudlarının +Trablusgarb’a vukū’ bulan tecavüz-i şakavetkaraneleri +şiddetle protesto edilmiş ve hutaba-yı mahalliyyeden +bir zat-ı muhterem ber-vech-i ati ifadat-ı mühimmede +bulunmuştur: +“Muhterem kardeşlerim! Bugün size şu minber-i hitabetten +birkaç acı hakīkat söylemek istiyorum lakin kalbim +şiddet-i teessürümden çarpıyor ellerim ayaklarım titriyor. +Biz şu dakīkada öyle ciğer-suz öyle vahşet-engiz bir +manzara karşısında bulunuyoruz ki tarih onu bütün fecaatiyle +sahaifine kaydedecektir. Devlet-i Aliyye’nin afak-ı ismetinde +tekevvün ve tecemmu’ eden felaket bulutları emin +olunuz ki; yalnız o muhite münhasır olmayıp bütün alem-i +zine hedef olan Osmanlı Devleti’ne Durban’da mevcud bütün +kadar muavenet etmeliyiz. Ma’nen onlara zahir olmalı ve +nakden para göndermeliyiz. Fakat şunu da unutmamalıyız +ki; maddi muavenet bugün Türkiye’ye her şeyden ziyade +lazımdır. Şehrimizde birçok İslam encümenleri mevcud lakin +onlarda şimdiye kadar bir eser-i hayat müşahede edilemedi. +Ben bunu bu acı hakīkati maatteessüf ağlayarak +söylüyorum. +Şu dakīkada burada ictimaımız pek mühim bir işin +tesviye ve müzakeresi içindir. Bu mühim iş ise Devlet-i +Aliyye’ye nakdi muavenette bulunmak ona cem’ edebildiğimiz +kadar para göndermektir. +Muhterem dindaşlarım! Görüyorsunuz diğer akvam dinen +mensub bulundukları devletlere ne suretle muavenette +bulunuyorlar? Gerek harb ve gerek sulh u müsalemet zamanında +olsun onlara maddi ve ma’nevi yardım ediyorlar. +Tehvin-i ihtiyacları için ellerinden geldiği kadar çalışıyorlar. +Biz ise daima ateş saçağı sardıktan sonra işe başlıyoruz. +Bugün bizim dinimizin müdafii olan her türlü muzayaka +zamanlarımızda imdadımıza şitab eden ser-tac-ı ibtihacımız +Halife-i zi-şanımız değil midir? Bu böyle olduğu halde bizim +Osmanlı-İtalyan muharebesine bitaraf u bigane kalışımız +nasıl tecviz edilebilir? Hilal-i Ahmer Cem’iyeti ile Osmanlı +donanması bizim muavenetimize muhtacdırlar. Hilal-i Ahmer +Cem’iyeti yetim ve bi-kes kalan çocukları hakimiyet-i +Osmaniyye ve Hilafet-i muazzamanın muhafaza-i şanı için +muharebede seve seve can veren cesur ve fedakar askerlerin +dul kalan evlad ü iyalini sıyanet ve onların ihtiyacatını +teskin etmek mecruhlara bakmak ve daha birçok muavenette +bulunmak için teşekkül etmiştir. Böyle mukaddes bir +cem’iyete iane vermekte bir dakīka tereddüd edersek bu +bizim için pek bir büyük nakīsa teşkil eder.” +Bu zat-ı muhteremin pek hararetli samimi olarak irad +ettiği nutkun nihayetinde hazırunun gözleri yaşarmaya +başladı ve herkes Devlet-i Aliyye’ye muavenet-i nakdiyyede +bulunacağına dair söz verdiler. Bunun üzerine Davud Muhammed +nam zatlar kürsi-i hitabete gelerek ber-vech-i ati +“Daha dün sevgili kızımın vefat-ı nagehanisi beni dağdar-ı +ye’s ü elem etti. Fakat emin olunuz ki; kardeşlerim +dolayısıyla hasıl olan teessürümden ziyade beni müteellim +ve müteessir etti.” diyerek Hilal-i Ahmer Cem’iyeti’ne verilmek +üzere yirmi beş İngiliz lirasını vefat eden kızı namına +Bu nutuklar üzerine Encümen-i İslam İngiltere Hariciye +Nezareti’ne bir telgrafname çekerek Osmanlı Devleti’nin hukūk-ı +hükümranisinin muhafazasını ve devlet-i mezkurenin +bu muharebede bitaraf kalmamasını rica etmiştir. +Sadrazam paşa hazretlerine de çekilen diğer bir telgrafda +gizini şiddetle protesto ve Devlet-i Aliyye’ye her türlü muavenette +bulunacaklarını da ayrıca arz etmişlerdir. +Macarlı müsteşrik-i şehir Profesör Wambery geçen gün +Peşte’de alem-i İslama aid gayet mühim bir konferans vermiştir. +Muallim-i muhterem bu konferansında müslümanlara +azv ü isnad olunan liyakatsizliği reddederek müslümanların +da Avrupa tarzında memleketlerinde ıslahat icrasına müstaid +olduklarını ve hatta tabi’ oldukları Kur’an-ı Kerim ’in de +“İlmi Çin’de bile olsa arayınız” emrini verdiğini hülasa +Müslümanlığın kat’iyyen mani’-i terakkī olmadığını ve olamayacağını +ve bu iddiasının en büyük şahidi Bağdad ve +Endülüs ve Şam medeniyet-i İslamiyyesi enkazı bulunduğunu +uzun uzadıya bast ü temhid etmiş ve karn-ı hazırda görülen +bataetin karn-ı vustada müslümanlara her nasılsa arız +olan muhafazakarlığın su’-i isti’mal edilmiş olmasından +neş’et ettiğini beyan eylemiştir. +* * * +mes’elesi el-haletü hazihi yalnız bir Osmanlı Hükumeti +mes’elesi değildir. Bu mes’ele bir de bir “Müslüman mes’elesi” +olmuştur. İtalya eğer bütün harekatında mütemeddin +bir millete yakışır tarzda hareket etmiş olsa idi bu iş yalnız +kadın çocuk ehl-i İslamı şenaatin son mertebesine vararak +katliam etmesi fi’l-vaki’ ehl-i İslamı umumen dağdar edecek +bir harekettir. İtalya bu hareketiyle yalnız Osmanlı Hükumeti’nin +düşmanı değil belki Arablığın İslamiyyet’in dahi +en bi-eman en zalim bir hasmı olduğunu isbat etmiştir. +Mısır’da değil bütün kıtaat-ı İslamiyyede in’ikaslar peyda +etmiştir. Bugün farz-ı muhal olarak Devlet-i Osmaniyye +Trablus’dan elini çekecek olsa anasır-ı İslamiyye ve betahsis +Trablusgarb ve civarı ahali-i İslamiyyesi acz-i mutlak +haline gelinceye kadar İta[lya]lılar ile uğraşacaklardır. Bu ise +değildir. Bu işte bir gayret-i İslamiyye bir namus-ı İslam +vardır. Eğer İtalya Trablusgarb müslümanları hakkında reva +gördüğü gadrin cezasını alem-i medeniyyetten hiç +görmeyerek bu memlekete kolayca sahib olursa artık dünyanın +hiçbir köşesinde hayat-ı İslam taht-ı te’minde bulunmuş +olamaz. Binaenaleyh Trablusgarb mes’elesi –doğrusunu +söyleyelim– ehl-i İslam için bir hayat memat mes’elesidir. +Avrupa devletlerinden dahi hiçbiri iddiada bulunamaz +ki eğer Trablusgarb ahalisi ehl-i İslamdan olmayıp da Hıristiyan +bulunmuş olsalardı evvel-emirde İtalya Hükumeti şimdiki +mezalimi yapamaz saniyen yapacak olsa bütün Avrupa +devletleri başına çökerlerdi. +Trablusgarb ve Bingazi mücahidinine iltihak etmek üzere +havali-i mezkureye azimet eden kahraman-ı hürriyyet +Enver ve Basra Vali-i esbakı Mardini-zade Arif Beyler tarafından +urban u kabaile hitaben neşredilip bu kere payitaht +matbuatına beray-ı ihda nüsah-ı müteaddidesi idarehanemize +olunan Arabi[yyü’]l-ibare beyannamenin suretidir: +Eyyühe’l-ihvan! +ezerek vatan-ı azizimizin bir cüz’-i kıymetdarına Trablusgarb +kıt’asına tecavüz etti. Maksadı Osmanlıları bu havaliden +çıkararak Afrika alem-i İslamını tazyik ve enfas-ı hürriyyetini +takyid eylemektir. +Devr-i sabıkın seyyiatından olarak kuvve-i bahriyyemize +arız olan za’f yüzünden buradaki kardeşlerine muavenete +koşamayan ordu-yı Osmani bugün pek muztarib ve muhtenik +bir vaz’iyyettedir. Maahaza devletimiz son dereceye +kadar bu sevgili vilayetimizi müdafaaya ve düşmanın +savletini redde suret-i kat’iyyede azmetmiştir. +Evet biz bütün gayret ü ikdamımız ile düşman-ı deninin +buradan izale-i vücuduna çalışacağız. Bu yolda millet-i Osmaniyyeden +bir ferd sağ kalmayıncaya kadar uğraşacağız. +Herhalde alçak düşman ayaklarının bu arz-ı paki telvis eylemesine +şerefden şerefe zaferden zafere intikal ede ede +terk-i hayat eden ecdadımızın makabir-i muazzezesini çiğnemesine +meydan vermeyeceğiz. +Afrika-yı Osmani’de mütemekkin ihvan-ı muhterememiz +bütün ef’al ü hareketleriyle hükumetimizin azm-i ciddisine +müşarik olduklarını gösteriyorlar. Ey ihvan-ı muhterem! İyi +biliniz ki biz sizlerden ebediyen ayrılmayaca[ğı]z. Ölecek +ber yaşayacağız. Ey mücahidin-i muhtereme! Yekdiğerimizin +ellerini o kadar sıkı tutalım ve tarik-ı hakta o suretle +şerefimizi muhafazaya çalışalım ki düşmanımız da şanlı ecdadımızın +şerefli oğulları olduğumuzu anlasın da kırılasıca +elini bizden çekmeye mecbur olsun. +Cihanın her tarafında alem-i İslamiyyet İtalyanlar tarafından +kenaneye karşı fevkalade müteheyyic ve muztaribdir. Düşmanı +kahr u tenkil ettiğimize Hilafet-i şan-ı Osmaniyyeyi +kanımızla canımızla muhafaza eylediğimize dair her gün +bizden büyük bir sabırsızlıkla havadis-i muzafferiyyet bekler. +Şu halde Hilafet-i İslamiyye ve vatan-ı mukaddes-i Osmani +uğrunda dest-i celadetimizde meslul olan seyf-i satıımız ile +bize müteveccih amal-i İslamiyye ve Osmaniyyeye kemal-i +fedakari ile hizmet ederek asar-ı muvaffakıyyet ve muzafferiyyet +göstermek düşmanı kahreylemek üzerimize farz olan +en büyük bir vazifedir. +lar tarafından gösterilen asar-ı na-hoşnudi ve nefret İslamlar +sutlarda bulunmaya sevketmesi muhtemeldir. Ancak bu hal +bizim burada düşman-ı mütecaviz ve gaddara layık olduğu +ders-i intibah ü ibreti vermekliğimize mani’ değildir. Herhalde +bu düşmanı biz burada kahr u tenkil etmeliyiz. Vatan +uğrunda ölümden asla korkmamalıyız. Şanlı tarihimiz de +bizden bunu taleb eder. +Humus Bingazi Derne’de bulunan kardeşlerimiz mikdarca +çok olmadıkları halde düşmana karşı arslan gibi durarak +ümid ü tasavvurun fevkınde düşmanı ezmişler İtalyan +ordusunu donanmasını perişan etmişlerdir. Biz ki onların +kardeşleriyiz her an öyle bir savlet-i şirane ile düşmanı +tepelemeli ve onlardan bu mukaddes toprakta asla bir eser +bırakmamalıyız. Düşman o kadar alçak o kadar korkaktır ki +savlet-i mücahidanemize karşı duramaz. +Size tekrar ediyorum. Kanımızın son damlasına kadar +bu düşman-ı deni ile harb edeceğiz nusret-i İlahiyye elbette +zahirimizdir.” +lan-ı harb etmesi üzerine Yemen vilayetince dağıtılıp beyne’l-kabail +fevkalade te’siratı mucib ve a’da-yı vatan aleyhinde +pek ziyade nümayişlere badi olan beyanname suretidir: +Meclis-i Meb’usan’da bulunan İttihad ve Terakkī Fırkası’nın +bazı a’zası tarafından teklif edilip kabulü kongre kararına +ta’lik edilen mevadd-ı aşere mütalaa ariz u amik tedkīk +olundu. +Mevadd-ı mezkureden birincisi: “Meb’usların imtiyaz +ve sair menafi’ ta’kīb etmemeleri keyfiyetidir.” Fi’l-vaki’ +Meclis-i Umumi’nin her iki hey’eti a’zalığıyla kabil-i te’lif +olmayan ahval hukūk-ı esasiyyede bir mebhas-i mahsus +olup bizden mukaddem usul-i meşrutiyyeti tatbik etmiş olan +Avrupa hükumat-ı meşrutası kavanin-i esasiyyesinden +bazılarında az ve bazılarında çok olmak üzere birtakım takyidat +kabul edilmiştir. +Meclis-i Umumi a’zasının haiz oldukları nüfuzu su’-i isti’mal +ederek menafi’-i umumiyye-i devlete mugayir menafi’-i +hususiyye te’min edebilmeleri taht-ı imkanda bulunduğundan +bu gibi ahvalin men’i hukūk-ı menafi’-i hükumet ve +ahalinin kuvve-i teşriiyye a’zasından bi-hakkın beklediği +hiss-i fedakari ve hasbiyet icabındandır. Binaenaleyh Kanun-ı +Esasi’nin bu noksanını ikmal etmek cümlenin arzu +edeceği bir keyfiyet olup esas i’tibariyle şayan-ı kabul görülmüş +ve ancak teklif vechile yalnız fırkaya mahsus olarak +programa vaz’ı husul-i maksadı kafil olamayacağından bu +memnuiyetin fırkaya dahil olan olmayan meb’usan ile +Hey’et-i A’yan a’zasına da şamil olacak surette Kanun-ı +Esasi’ye madde-i mahsusa dercinin te’mini ve bu seneden +olunmuştur. +etmemesi” hususu olup meb’usların bir me’muriyet istihsali +emelinde bulunmaları mükellef oldukları vazife-i murakabeyi +hakkıyla ifa etmelerine mani’ ve meb’usan arasında +hiss-i istirkab ve ihtirası uyandırarak me’muriyeti meb’usiyete +tercih gibi bir şaibeyi dai olmak bi’n-netice Meclis-i +Meb’usan’ın faaliyet ve intizamına ve haiz olduğu şeref ü +haysiyete halel getirmek ihtimallerine binaen meb’usun +me’muriyet arkasında dolaşmalarını men’ için meb’usluktan +riyet deruhde edememeleri hukūk-ı esasiyyede bir düstur +olarak kabul edilmiş ve ancak bu müddet mütefavit olup +bazılarınca bir sene ve diğer bazılarınca altı ay olmak üzere +ta’yin olunmuş olduğundan bu ikinci madde esas i’tibariyle +münasib görülerek umum meb’usana şamil olmak üzere +Kanun-ı Esasi’ye bir madde ilavesi ve müddetin Meclis-i +Meb’usan’ın takdirine bırakılması tensib edilmiştir. +Üçüncü Madde: ki “Meb’usların nazır olabilmesi hakkında +fırkaca re’y-i hafi ile ve aded-i mürettebin sülüsan ekseriyetiyle +kabul olunmak usulü takarrur ettiğinden nizamname-i +dahilinin ol babdaki madde-i mahsusası ta’dil olunacaktır” +metnindedir. +Sadrazamın deruhde ettiği vazifenin icabatından olan +mes’uliyet istediği rüfekayı intihab edebilmek salahiyetini +makam-ı Sadaret’e bahşetmiş Kanun-ı Esasimiz dahi bu esası +kabul eylemiştir. Binaenaleyh sadrazam Kanun-ı Esasi’nin +verdiği salahiyete istinad ederek ekseriyet fırkası haricinde +nazır intihabına ale’l-ıtlak muktedir olduğu halde bu +maddenin ruhuna ve suret-i tatbikına göre hükumetin mabihi’l-istinadı +olan ekseriyet fırkası a’zasından hiç bir nazır +nazırlık mes’uliyetini deruhde edecek iktidar ve nüfuz-ı siyasiyi +haiz olan bir meb’usun kuvve-i icraiyyeye iltihak edememesi +kabineyi muhtac olduğu kuva-yı istinadiyyeden ve +meb’usları daire-i ihtisasları olan meslek-i siyasette terakkī +ve tealiden mahrum eder. Bina-berin fırka nizamnamesinin +ol babdaki madde-i mahsusasının ta’dili talebini mutazammın +tur. +Dördüncü Madde: “Ahkam-ı kanuniyyeye tamami-i riayet +ve mes’uliyet-i vükelaya dikkat”dir. Bunlar meb’usların +en esaslı bir vazifesini ve fırkanın ruh-ı siyasetini tazammun +eder. Bazı meb’uslar tarafından böyle bir maddenin teklifi +Meclis-i Meb’usan a’zasının murakabe vazifesini bi-hakkın +bir maddenin derci meb’usların kanunen ve hamiyyeten +Çünkü Kanun-ı Esasi’nin meb’uslara zaten bahşettiği +salahiyet ve vezaifi ikmalde gösterilen tesamuhu men’ +vezaifi meb’usların metanet ve fezail-i zatiyye ve ahlakıyyelerinden +beklemek daha muvafık olur. Şayet bu maddenin +teklifinden maksad vükelanın vezaif-i idariyyelerinden münbais +mes’uliyeti te’min ise bu da evvel-emirde bilumum +vükela ve me’murinin mes’uliyetini ta’yin için bir kanun-ı +mahsus tanzimi[n]e mütevakkıf bulunduğundan bu babda +hükumetten bir kanun layihası taleb edilerek sür’at-i mümkine +Beşinci Madde: “Kema-kan ittihad-ı anasıra çalışmak ticaret +ziraat sanayi’ ve maarifin terakkīsine derece-i ihtiyacına +göre gayret etmek”dir. İttihad-ı anasırı Cem’iyet esasen +hedef-i amal ittihaz etmiş ve hayat-ı siyasiyye[si]nin mebdeinden +beri bu yolda sarf-ı mesaiden hali kalmamış ve +zaten Cem’iyet’in siyasi programında münderic mevaddından +ve memleketin menafii icabatından bulunmuş olmağla +bu babda yeniden bir madde kabulü hasılı tahsil demek +olacağından bu hususda tezyid-i mesai ve faaliyet edilmesi +mütalaa kılınmıştır. +Altıncı Madde: “Ahlak ve adab-ı umumiyye-i diniyye ve +milliyyenin muhafazasıyla beraber Garbın terakkıyat ve tekemmülat-ı +medeniyyesinin memlekette inkişafına hizmet +etmek” keyfiyetidir. Ahlak ve adab-ı umumiyye-i diniyye ve +milliyyenin muhafazası Cem’iyet’in makasıd-ı ulviyyesi +cümlesindendir. Cem’iyeti teşkilat-ı siyasiyye ve ictimaiyyemizin +esası olan din-i mübin-i İslam’ın efrada telkīn ettiği +fezail-i ahlakıyyenin kuva-yı mukaddese-i milliyyenin en +mühimmi olduğunu takdir etmiş ve adab-ı umumiyye-i milliyye +ve İslamiyyenin tatarruk-ı halelden mahfuziyetini nuhbe-i +amal ittihaz eylemiştir. Binaenaleyh bir tarafdan adab-ı +umumiyye ve fezail-i ahlakıyye-i milliyye ve İslamiyyenin +muhafazası esbabını tehyie ve te’min etmek ve diğer +tarafdan memleketimizin Garbın terakkıyat-ı maddiyyesinden +çalışmak ehemm-i vezaifden olup hissiyat-ı diniyyeye riayetkar +olmayanlar hakkında geçen sene Ceza Kanunu’na +vaz’ edilen ahkam-ı şedide fırkanın ahlak ve adab-ı umumiyye-i +diniyye ve milliyyenin muazzeziyyetini ne kadar esaslı +bir meslek olmak üzere telakkī ettiğine en yeni bir +bürhandır. Merkez-i Umumi’nin kongrede kıraet ve bir kısmı +neşrolunan raporunda beyan edildiği vechile balada tafsilen +dermiyan edilen gayeye vusul için ittihaz edilmiş olan tedabir-i +müessire ve siyasi programa idhali teklif olunacak levayıh-ı +kanuniyye te’min-i maksada kafi görülmüştür. +Yedinci Madde: “Kanun-ı Esasi dairesinde an’anat-ı Osmaniyye-i +tarihiyyeyi idame ve muhafaza”dır. Ahlakın hürmetle +telakkī ettiği measir-i eslaf demek olan an’anat-ı makbule-i +tarihiyyenin muhafazası altıncı maddede zikrolunan +ahlak ve adab-ı umumiyye-i diniyye ve adat-ı müstahsene-i +milliyyeye riayet kabilinden bir emr-i tabii ve zaruri olmakla +beraber henüz bir devre-i inkılabiyyede bulunan İttihad ve +Terakkī Cem’iyeti’nin hayat-ı ictimaiyye-i millete hakim +kavanin-i sabiteye bu kavaninin icabatına hürmet ve sadakatle +siyaset ittihaz eylemiştir. Kanun-ı Esasi dairesinde an’anat-ı +Osmaniyye-i tarihiyye kaydına gelince Kanun-ı Esasi’nin +muhafazası Cem’iyet’in ve bil-cümle Osmanlıların ma-bihi’lhayatı +olduğu cihetle tazammun ettiği bil-cümle ahkamın o +dairedeki an’anatın kemal-i sadakatle muhafaza ve idamesi +bir emr-i tabiidir. +Sekizinci Madde: “Me’murinin ta’yin ve azline intizam-ı +kanuni vermek”dir. Hidemat-ı umumiyye-i hükumetin +hüsn-i cereyanını te’min için me’murinin erbab-ı reviyyet ü +tahab me’murinin muvaffakıyetleri ve me’muriyetlerini bilatereddüd +ve kemal-i salahiyetle ifa etmeleri için de hukūklarını +mahfuz ve istikballerini emin görmeleri öylece lazım +ve zaruridir. Herhalde me’murinin vezaifi kat’iyyen ta’yin ve +bu vezaif mukabilinde mes’uliyet esaslarının vaz’ edilerek +hüsn-i ifa-yı vezaifin terfi’ ve mükafat ve aksi halin azl ve +mücazata sebebiyet vermesi hikmet-i idare muktezayat-ı tabiiyyesindendir. +Mülahazat-ı mezkureye binaen me’murinin +ta’yin ve azline bir intizam-ı kanuni verilmesini muta-zammın +olan işbu maddenin ehemmiyeti derkar olup Meclis-i +Meb’usan İdare-i Vilayet Encümeni bu ciheti de takdir ile +me’murinin terfi’ ve terakkī ve azl ve tebdillerinin bir usul-i +salime rabtını hükumetten taleb eylemiş olmasına nazaran +bu babdaki layihanın bir an evvel kesb-i kanuniyyet etmesi +esbabının istikmali düşünülmüştür. +Dokuzuncu Madde: “Hukūk-ı mukaddese-i Hilafet ve +Saltanat’a mütedair Kanun-ı Esasi’nin bazı mevaddının kuva-yı +selase esasındaki muvazeneti teşyid edecek surette ta’dili” +teklifidir. Bir millette mevcud olan kuvvetler kuvve-i +teşriiyye kuvve-i icraiyye kuvve-i adliyye olmak üzere üç +kısma ayrılmıştır. İşbu kuva-yı selase arasında muvazenetin +lüzumunu inkar edecek bir ferd olamayacağı gibi zat-ı hazret-i +Padişahi’nin dahi o kuva arasında muvazeneti ihlal edecek +bazı mevad olması zaten Merkez-i Umumi’nin nazar-ı +dikkatine çarpmış ve Cem’iyet siyasi programının bu esasları +te’min edecek surette tanzimi mukarrer bulunmuştur. +Onuncu Madde: “Makasıd-ı hafiyye-i mahsusaya binaen +teşekkül eden cem’iyetlerin harekat ü amaline mümanaat”dır. +Makasıd-ı hafiyye-i mahsusa ta’kīb eden cem’iyetler +Siyasi olanlar devletin menafiine muhalif birtakım makasıd +ta’kīb edecekleri gibi ictimai olanları dahi adab ve ahlak-ı +umumiyye-i milliyye ve diniyyeyi hedef-i tecavüz ittihaz +edebilirler. Bu misilli cem’iyyatın men’i Cem’iyetler Kanunu’yla +Kanun-ı Ceza ve nizamat-ı zabıta icabatından olup +bunlar hakkında mutabassırane hareketle ve muktezayat-ı +kanuniyyenin tamami-i ifası hükumetin vazifesidir. Hükumete +bu vazifeyi hüsn-i ifa ettirmek Meclis-i Meb’usan’ın +hakk-ı murakabesi daire-i şumulündedir. +Adab-ı İslamiyye ve milliyye ve menafi’-i umumiyye ve +vataniyyeye münafi muzır cereyanların bir şekl-i ictimaide +diği vechile Cem’iyet’in siyasi ve ictimai programlarını kendisine +meslek-i siyasi ve ictimai ittihaz edenlerle hafi ve celi +başka bir cem’iyete intisab edememeleri zaruretiyle beraber +bu hususda mevadd-ı nizamiyye tedvin ve maksad-ı Cem’iyet +mücahedat ve irşadat-ı meşrua ile neşr ü ta’mim edilmektedir. +Mukarrerat-ı vakıa suret-i mahsusada teşkil edilen bir +encümenin bil-etraf icra eylediği tedkīkat üzerine kongre +hey’et-i umumiyyesince madde madde tezekkür ve tedkīk +olunduktan sonra ittihaz edilmiş ve fırkaca mucib-i tefrika +hiçbir hal kalmadığına müttefikan ve müttehiden karar +verilmiştir. +Üstad-ı muhterem Manastırlı İsmail Hakkı Efendi hazretlerinin +“ Külliyyat ” ünvanıyla neşredilmekte olan asar-ı fazılanelerinin +birinci kitabını teşkil eden işbu eser-i mühim intişar +etmiştir. Bu eser-i ali aslı olan Arabiyyül-ibare er-Risaletü’l-Hamidiyye +nam eser-i fahire bir misli kadar tavzihat-ı +lazıme ve tezyilat-ı mühimme zamm u ilavesiyle uluhiyet-i +Sübhaniyye ve nübüvvet ve risalet-i Muhammediyye +ve mebani-i erkan-ı celile-i İslamiyyenin havi olduğu measir +ve mezaya-yı aliyyeyi berahin-i akliyye ve delail-i felsefiyye +edecek bir tarz-ı nevin üzere– isbat ve tenvir etmekte ve her +türlü evham ve zunun-ı batılanın önünü almaktadır. +Fiyatı buçuk kuruştur. Merkez-i tevzii Babıali Caddesi’nde +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Kasım +Yedinci Cild - Aded: +Almanya’da Osmanlı Tetebbuat Komisyonu rehberi ve +Stutgart şehrinde münteşir Nekar gazetesi [silik] muharriri +Doktor Ernst Jaeckh tarafından yazılıp idarehanemize gönderilmiştir: +______ +Trablusgarb muharebesi hakkında Almanya’da efkar-ı +umumiyyenin ne merkezde bulunduğunu lütfen irsal buyurulan +mektuplarınızda benden sual etmiş idiniz. Buna cevap +olarak yalnız bir çift söz ile size diyebilirim ki: Hemen umumiyetle +Osmanlılar lehindedir. İbtida-yı muharebede fikirler +bi-karar iken yekdiğerimizden “Acaba Osmanlılar böyle +mühlik halden tahlis-i giriban etmek için ne gibi bir teşebbüsde +bulunabileceklerdir. Acaba şu dakīkanın kendileri için +ne ma’na ihtiva ettiğini takdir ile hayat için ölümü göze +aldırmak lazım geldiğini der-hatır ediyorlar mı?” diye istifsar +ederken; pek geç lakin pek de açık bir surette nihayet “Her +şey hatta hayatını bile namus ve şan ve şöhreti için terketmeyen +bir millet hiç bir şeye müstahak değildir.” Cevab-ı +kat’isi geldi. İşte bunun üzerine günden güne ve galebeden +galebeye şöhret ve şanınız cümlenin kalbini mütezayiden +Eğer bugün Salib-i Ahmer’in yanında bu kanlı muharebenin +o şeci’ kurbanları için burada bir de Hilal-i Ahmer +Cem’iyeti teşkil etmek arzu olunsa muavenete müheyya +pekçok kişilerin şitaban olacakları şübheden varestedir. +Bismark’ın “Türkler Şarkın centilmenidir” sözünü Genç +Türklerin inkılabı tasdik ve isbat eyledi ise de tarih ile müsbet +ve kendisine mahsus bir azametle münferiden gözönünde +duran böyle bir hakīkate kemal-i hayretle şehadet etmek +va-esafa henüz içimizde pek az kimselere nail olmuştur. +Her ne kadar Osmanlı Tetebbuat Komisyonu’nun Almanya’yı +seyahatlerinde Türklerin meziyatını ve fikirlerini +vatandaşlarıma tanıtmaya büyük bir vasıta oldu ise de kudret +kabiliyet ve tabiatınızın fevkaladeliğini görüp de bizzat +tasdik ettirmek için teessüf olunur ki şu vesileden hemen +pek az şehirler müstefid olabilmişlerdir. +Avrupalıların şimdiye kadar haklarınızda ettiği birtakım +esassız mukayesat ile kazib hükümlerin cümlesini şimdi esen +şu Trablusgarb ruzgarı süpürüp aldı götürdü. Yüzlerce kitapların +ve nutukların aleme i’lan edemediği bir hakīkati işte bu +muharebe meydanı üstündeki perdeyi kaldırarak bütün parlaklığıyla +aleme izhar eyledi. +Alman gazetelerinin Türk medeniyeti ve İtalya barbarlığı +namı tahtında doldurdukları sütunları bugün herkes görüyor +ve okuyor. Hatta kiliselerimizde bile papazlarımız “Roma +hıristiyanları celladlık ediyorlar” diye hissiyat-ı müteneffiranelerini +ahaliye ifşa ve bununla da celladlık muharebe demek +olmadığını anlatıyorlar. +Osmanlı İslam hocaları “Sakın himayemiz altında bulunan +o biçare İtalyanlardan intikam almak sevdasına düşmeyiniz” +diye cami’lerde va’z ediyorlar. Hele o Osmanlı İslam +Harbiye nazırı görülen fenalığa ivaz olarak yine +fenalıkla mukabele olunmayıp yaraya merhem vururcasına +kında ordulara evamir i’ta ediyor. +Türklerin metaneti ve müdebbirliği Memalik-i Osmaniyye’de +yaşayan altmış bin İtalyanlara taarruz ettirmiyor. İşte +bununla da Osmanlılar tekmil Avrupa’yı teshir ettiler. +Alman zabitlerinin tasdikıyla musaddak kalben mütedeyyin +son neferine varıncaya kadar muktedir ve kemal-i +hoşnudiyyet ve mesruriyyetle muharebeye can atan o Osmanlı +askerlerinin dünyada en birinci asker olduklarını ve +şanlı şöhretli namına nasıl kesb-i istihkak ettiklerini şimdi +herkes bizzat müşahede ediyor. Hele her biri birer mücessem-i +kabiliyet ve isti’dad denmeye seza olan o rehberleriyle +şimdi gerek adeden ve gerek fennen bin-nisbe pek ileride +bulunan bir orduyu nasıl icbar ettiklerini de görüyoruz. +Arnavudluk’dan bana mektup yazan bir süvari zabiti +diyor ki: “Kahraman süvarilerim; o kancık makaronyacı +düşmanla göğüs göğüse gelip de merdliklerini gösteremediklerinden +dolayı hissettikleri deruni acıdan ağlamaya başlıyorlar.” +Ey asker! Merhaba!.. İşte sen bu halinle tekmil Avrupa’yı +zabtetmiş bulunuyorsun! +Şimdi Osmanlıların müştakane ve meftunane yekdiğerleriyle +birleştiklerini hatta Osmanlı hanımlarının ve kızlarının +bile tezyinatlarına varıncaya kadar vatan için feda ettiklerini +herkes görüp işidiyor. Bu hallerin tekmili bizim tahlis-i hürriyyet +zamanında sahib-i vatanların da başından geçmiştir ki +siz zorba tekmil Almanları Hohenzoller’in hanesinde birleşmeye +badi olmuş idi. İşte şimdi İtalyanların şu şakīliği aynı +bizim gibi Memalik-i Osmaniyye’de mevcud milletlerin cümlesini +Osmanlı Sancağı altında toplanmalarına mecbur ediyor. +Bu halde umuma aid olan vatan müteferrik surette bulunmaya +heves eden birtakım fırkalara tegallüb ediyor. Bu +Osmanlıların en büyük Ali Paşa’sı bizim - senesi +muharebesinin vukū’ bulacağını hemen evvelden hissederek +bundan Prusya Almanya Avusturya’yı bir müttefik olarak +kazanacağını ve bundan ise Babıali için mezkur hükumetler +tarafından bir himaye kazanacağını alenen beyan +etmiş idi. Vakıa siz de böyle olduğunu biliyorsunuz. Her ne +kadar bidayet-i mes’eleden beri bu i’timad zail olarak onun +yerine bir emniyetsizlik kaim oldu ise de an-karib hakīkat +meydana çıkarak bunun da zail olacağı ümid-i kat’isindeyim. +bulunduklarından Berlin’in asla haberdar olmadığı muhakkaktır. +Yalnız Londra ve Paris bu keyfiyetten haberdar bulunduklarından +sarika yataklık etmekle tevellüd edecek +mes’uliyet Berlin’e değil doğrudan doğruya Londra ve Paris’e +raci’dir. +Halihazırda Avusturya ve Almanya’nın Balkan’daki asayişin +muhtel olmaması için Osmanlılara pek büyük yardımları +olmuştur. +Avrupa devletleri içerisinde yalnız bir Almanya Devleti’dir +ki ne memalik-i İslamiyyeden bir memleket zabt ve ne +de bir kavm-i İslamı ezmek fikrine düşmüştür bu da tarihle +müsbettir. Fas mes’elesi dahi bunu musarrahan tasdik eder. +Fransızların Fas’daki muamelelerini İtalyanlar taklid yolunu +ta’kīb ediyorlar. Halihazırda Ruslar otuz milyon ahali-i İslamiyyeyi +ezmekte İngilizler ise yüz elli milyon ehl-i İslam +temlekatından ma’dud olan Malta ve Kıbrıs adalarını gasb +ve bugün Arabistan ile Ceziretül-arab’da menfaat-perestane +planlar tertib ettiği cümlece ma’lumdur. Bunun içindir ki +tekmil ehl-i İslam memalikini gasbetmiş olan Avrupa hükumetleri +Türklerin kuvvetli olmasını hiçbir vakit arzu etmezler. +Çünkü Türkler kuvvetleştiği halde Türkiye’nin haricinde +bulunan İslamları bir mıknatıs etmiş gibi cümlesini kendisine +çekeceğini bildiklerinden Türkiye’nin daima zaif bulunduğunu +arzu ederler. Almanlar ise Türkiye’nin müstakil ve kuvvetli +olmalarına ve onların bu mertebeye irtika edebilmelerine +çalışıyor. Geçen sene Almanlar daha bazı zırhlılarını +satmak için ettiği teklifde İngilizlerin hatırına riayet etmek +gemilerin teslimi için daha bazı seneler beklemeniz lazım +geldiği cümlece ma’lumdur. Alman gemileri ise hemen teslim +olunarak aynı evvelkiler gibi hemen malınız olacak ve +şimdi de elinizde her emre müheyya ve isti’male salih gemiler +bulunacak idi. Hem de İtalyanlara karşı. +Bağdad hattının temdidini ta’cil askeri bütçesini kabul +ve bahriyenizi berriyeniz derecesine irtika ediniz. O vakit +Türkiye gayr-i kabil-i taarruz bir hale girer. Şu Trablusgarb +muharebesi Osmanlıların tealisi için bir menfaat te’min ediyor +ki Japon mes’elesinde olduğu gibi şimdi etrafda bulunan +seyirciler şu mes’elenin meydan-ı tezahüre çıkardığı +şeyleri bizzat kendileri Türklerden tahsile mecbur kalacaklardır. +dip büsbütün gözden gaib olduğunu beklemektedirler. Halbuki +Almanlar Hilal’i tulu’ halinde görür ve onun an-karib +bedir halinde ziyasını aleme neşredeceğine pek emindirler. +Ey şanlı Hilal! Yürü!.. Yüksel!. Ta’kīb ettiğin yolu bir +kahraman olarak kat’ eyle!.. +Onun için sizi sadık bir dost olarak tebrik ve selam-ı +acizanemin kabul buyurulmasını rica ederim. Yaşasın vatan!.. +* * * +Sıratımüstakīm – İlhak-ı İslam muhiblerine karşı +alem-i İslam namına açık mektubumuz gelecek nüshamızda +neşrolunacaktır. +Mir Atalık pederimin vefatını haber alınca oğlu Sultan +Murad Han’ı epeyce bir süvari ile Katagan’a gönderip ahalisini +ayaklandırmaya kalkıştı. Nizamiyeden üç tabur piyade +kuvvet teşkiliyle Muhammed Alem Han ol Serdar Gulam +Han maiyyetinde olarak bağīlerin üzerine yolladım. Kendim +de Şurab yolundan gidip Narin’de düşmana mülakī olmayı +kararlaştırdım. Bu hareketin bidayetinde müessif bir vak’a +hadis oldu. Serdar Muhammed Alem Han öteden beri iki +yüz süvari ile umum askerden ayrı ve ileri gitmeyi i’tiyad +etmişti. Kendisine sizin gibi bir kumandanın böyle muhataraya +atılırcasına hareketi hilaf-ı usuldür diye mükerreren +söylenilmişse de dinlemezdi. Bu sefer de ber-mu’tad iki yüz +süvari ile ileride giderken dağların arkasında gizlenmiş iki +bin Katagan süvarisinin hücumuna uğramış maiyyeti düşmanın +kesreti üzerine kumandanlarını bırakıp kaçmış yiğit +serdar ise teslim olmak denaetini irtikab etmediğinden kendi +gibi birkaç dilaverle maktul düşünceye kadar çarpışmış. +Bu acıklı haber orduya vasıl olunca bir alay süvariyi yolladım. +Bunların vürudu ve şirane hücumu üzerine Kataganlılar +mağlub olarak Narin cihetine kaçtılar. Ve meydan-ı +mukateleye üç yüz nefer yaralı ve maktul terkettiler. +Bu müsademenin ertesi günü Narin’de müdhiş bir mukatele +vukū’ buldu. Zira orada düşman askerinden kırk bin +süvari toplanmıştı. Tulu’-ı şems ile başlayan mukatele ikindi +vaktine kadar sürdü. Düşman dilarane davrandı ve kiraren +tecdid-i hamle eylediyse de nihayet firara mecbur oldu. Bizim +tarafdan otuz neferin mecruh ve Serdar Gulam ile beraber +maktul olmasına mukabil onların yaralısı ve maktulü +fazla idi. Bunun sebebi de bizim askerin muallem olması +karşıkilerin ise fenn-i harbden bi-behre bulundukları için +biraraya toplanması ve toplarımıza mükemmel hedef teşkil +eylemesi idi. +Ben o gün yetiştirdiğim askerin maharet ve muvaffakıyetiyle +cidden iftihar ettim. +§ +Katagan’dan havadis almak üzere gönderdiğim bir casusu +Sultan Murad Han tutup hapsetmişti. Bizim muzafferiyet +havadisi duyulunca bazılarının muavenetiyle casus +mahbesinden kurtulmuş ve bir ata binip dört na’le sürmek +üzere yanıma gelebilmişti. +Biçare gelir gelmez düşüp bayıldı. Aklı başına gelince +her gün fena halde dayak yediğini anlattı. Cerrahlar soyup +vücuduna bakınca kömür gibi simsiyah olduğunu gördüler. +Zavallı biraz kendini toplar toplamaz Kataganlıların muhafaza-i +nefs fikriyle hep birden hareket edeceklerini söyledi. +Ben derhal Naib Gulam Han Derrani’yi –ki akıl fakat tenbel +bir adamdı– bir mikdar süvari ve topçu ile Bedahşan +Geçidi’ni tutmaya me’mur ettim. +Kataganlılarca ma’ruf ve muhterem olan “Kunduz kadisı +gönderdim. Ahali rah-ı firarın mesdud ve askere mukabele +sözünü dinleyerek afv ü atıfet istid’asıyla nezdime geldi. +Cevap olarak iki şartı havi bir i’lan neşrettirdim ki şart-ı +evvel: Ahalinin kendileriyle çocukları daima Afganistan +Devleti’ne sadık kalacaklarına ve ümera ve rüesasının tahrikatına +kapılarak devlet aleyhinde bulunmayacaklarına dair +Allah’ın ve Peygamber’in namına yemin etmeleri şart-ı sani +de: Hareket-i vakıalarının cerimesi olmak üzere rubiye +te’diye eylemeleri idi. +Şerait-ı mesrudeyi bil-ittifak kabul ederek bana ve evladıma +vefadar olacaklarını ve düşmanlarımla muharebeye +girişip hayatta kaldıkca hizmetimde bulunacaklarını taahhüd +eylediler. Ben de ale’t-takrib yirmi milyon rupiye değerindeki +emval ü eşyayı yine uhde-i tasarruflarında ibka ettim +ve yazılan ahidnameyi görmek üzere pederime yolladım. +Şu suretle asayiş te’min olunup ahali memnuniyetle imrar-ı +evkata başladı. Askerin teraküm eden maaşatı da bittamam +tesviye olundu. +* * * +Bedahşan tacirlerinden bazıları vardı ki Katagan ile Bedahşan’da +olarak gider gelirlerdi. Bunların zehab ü iyabı esnasında +mutlaka bir iki cinayet vukū’ bulur ve yolda vurulmuş cesedler +bulunurdu. Şu halin men’i için birkaç asker ta’yin +ettim. Ve yine askerden birkaçını ahali kisvesine sokup +yolda gezinmelerini ve bir hücuma ma’ruz kalırlarsa karakol +neferatını imdad çağırmalarını tenbih eyledim. +Tebdil askerler oralarda dolaşırken ma’hud tacirlerin +tecavüzüne uğramaları üzerine istimdad eylemişler. Karakollar +da yetişerek elli kadar tüccarı esir eylemişler ve ellerini +muhkem surette bağlamışlar. O halde huzuruma getirilince +silahlarıyla eşyalarını askerlere verdim. Atlarını tophaneye +yanlarındaki on bin rupiyeyi hazineye gönderdim. Esna-yı +la reh-zenlik ettiklerini i’tiraf eylediler ve beheri onar bin rupiye +fidye-i necat i’tasına razi olduklarını söylediler. Lakin +kabul etmedim ve bi-günah ahaliyi öldüren bu haydudların +top ağzına bağlanmalarına emir verdim. +Bu siyaset ordu pazar yerinde icra olundu. Laşelerinin +etlerini köpekler yediği gibi kemikleri de pazarın sonuna +kadar meydanda kaldı. +Defn-i izama teşebbüs edildiği sırada Mir Cihandar +Şah’ın mektubunu hamilen biri geldi ki bu herif Cihandar +Şah’ın tehdidiyle Abdülgıyas Han’ın mahbesinden salıverdiği +hırsız idi. Mürsil-i mektup Bedahşan tüccarının i’damına +vakıf olmadığı için reayasını nasıl bir cür’etle hapsettiğimi +soruyor ve mektubunu alınca onları hamil-i varakaya teslimen +göndermemi yazıyor olmadığı surette pederime ve +amcama şikayette bulunacağını bildiriyordu. Ben bu mektubu +yüksek sesle okuduktan sonra getirene: +– Mir Cihandar bu mektubu yazdığı vakit şuurunda +halel var mıydı? diye sordum. +– Benim padişahım Mir Sahib esir ettiğiniz eşhası alıp +bila-tevakkuf nezdine getirmemi emreyledi. Ve aksi takdirde +muhalefetinize kalkışacağını da söyledi dedi. +– Telaş etmeyiniz hiddet buyurmayınız! Tarzında idare-i +kelam ettimse de mütenebbih olmadı. +– Hangi cesaretle tebeamızı esir aldınız. Onları bana teslim +edin cür’etine kalkınca sakalıyla bıyıklarının yolunmasını +ve kaşlarına kadınlar gibi rastık çekilmesini adamlarıma +emrettim. Mucebince muamele olundu. Herifin yolunmuş +sakalını sırmalı bir kumaşa sardırdıktan sonra eline verip: +– Git efendine göster bunu yazdığı mektubun cevabı +saysın! Dedim. +Nizamiyeden iki tabur piyade iki bin süvari ile bin Özbek +süvarisi ve bin redif piyade ile on iki topu Muhammed +Zeman İskender Naib Gulam Ahmed hanların kumandasıyla +Talihan’a sevkettim. +Kumandanlar yanlarındaki Sefir Kenderiş’i oradan Mir +Cihandar Şah’ın nezdine yolladılar. Cihandar Şah sefirini +görür görmez –Niye üserayı almadan geldin? Diye söğüp +saymaya başladı. Sefir de yoluk yüzünü gösterdikten sonra +sakal boğçasını önüne attı ve: Senin ahmakça sözlerini +tebliğ etmenin neticesi budur. İhtiyatlı davranmazsanız başıma +gelen yakında sizin de başınıza gelecektir dedi. +Cihandar Şah’ın bu haberden fena halde canı sıkıldı. +Şimdi asker Hanabad’a müteveccihen yola çıksın emrini +verdi. Ne diyorsunuz? Afgan askeri Talihan’a girip ahaliyi +taht-ı itaate aldı dediler. Bunu da işidince dünya Mir Cihandar’ın +başına dar gelmeye başladı. Kurenası: +– Pederiniz yakasını kurtarmak fikriyle kızını bunlara tezvic +etmişti. Siz ise bila-teemmül haberler yolladınız! ta’rizinde +bulundular. O da: +– Siz pederimin de sebeb-i felaketi oldunuz. Şimdi ne +yapılmak lazım onu söyleyin? Dedi. Ba’de’l-istişare mir yanında +ümeradan yirmi zat olduğu halde kırk cariye ve kırk +köle ile birader-i Cihandar’ın bana gönderilmesine keza +Çin masnuatından ipekli kumaş ve halılarla kıymetdar evaninin +yollanılmasına keza Mir’in ma’zeret-amiz bir mektup +yazıp hemşirelerinden birinin yahud ailesinden bir kızının +bana zevce olmak üzere teklif edilmesine karar verdiler. +Emir naçar bu tedabiri kabule mecbur olup ma’zeretnameyi +tahrir ettiği gibi hedaya ile biraderini de yola çıkardı. +Bir tarafdan da bizim askerin kumandanlarına mektup gönderdi +ve biraderinin benimle görüşüp kendilerine yeni bir +emir gelinceye kadar harekat-ı askeriyyeye başlamamalarını +rica etti. Kumandanlar bu recayı kabul eyleyerek beni mes’eleden +haberdar ve bu hususda re’yimi istifsar ettiler. +Mir Cihandar’ın biraderi üç bin nefer askerle nezdime +vasıl oldu. Evvelki mektup biraderinin sarhoşluğu zamanında +yazıldığını ve kardeşinin sekr-i daimiye mübtela olduğunu +söyleyerek özür diledi. +Ben mütebessimane bir tavır ile: +– Fikrimce Mir Cihandar’ın bu özrü sahihdir dedim. O +sırada Talihan ahalisiyle uğraşmak da işime gelmediğinden +me’murin-i varideye şefkat ü re’fet iraesiyle hil’atler giydirdim +ve emirlerinin i’tizarını kabul eyledim. Yalnız Cihandar’ın +ailesine kız almak teklifini: +– Amcamın izdivacıyla husule gelen musaheret iki hanedan +arasında mukarenet teşkiline kifayet eder dedim ve +bu suretle Bedahşan iğtişaşının önünü aldım. +Ey hilkat-i mümtaz ala ahseni takvim! +Ey nüsha-i kübra ezeli mazhar-ı tekrim +Tekrim ne demek bilsen o teşrif-i İlahi +Kim yok o cihan-ı şerefe ufk-ı tenahi +Tahdid edilir mi? Sıfat-ı Rabb-i kadimdir +Güftarıdır hazret-i Kur’an-ı Hakimdir +Ebhar ona nisbet olamaz katre-i naçiz +Kur’an’ı bilen ehl-i dil etmez bunu tecviz +Zahirde bakıp sanma ki bir lafza-i adi +Bi-şek hezeyandır hezeyan kavl-i eadi +Ta ruz-ı kıyam etmede a’dasını da’vet +... diye mislinden onun aksar-ı ayet +Sensin bu cihanın şerefi izz ü alası +Zatınla senin fahr ediyor arz u seması +Arayişisin belki onun ruhu vücudu +Etmiş ne için Adem’e ta’zim-i sücudu +Sen olmasan o bud ü nebudu mütesavi +Bir mavtin-i vahşet ki olur mesken-i avi +Sen aslını bil aslını kim mazhar-ı “Levlak...” +Vallahi onun sayesidir hilkat-i Eflak +Kim zade-i aşk-ı ezeli ol ervah +Ser ta-be-kadem ma’ni-i nur ecmel-i eşbah +Zahirdir onun saltanat alemi zahir +“Adet bu ki ahirde gelir bezme ekabir” +Fıtrattaki sevda-yı hüsün dilde füruzan +Bir nim-nigahıyla onun ateş-i suzan +Yansın ebedi sinede ateş-i sevda +Aşkıyla onun ta olayım ruh-ı musaffa +– – +mir-i mayesi ma’na-yı aşk ile yoğurulmuştur; elbette her insanın +varlığında bu ma’nadan bir şerare olmak la-büddür. +Tecelli-i muhabbet herkese bir başka yüzdendir +Cihanda mazhar-ı aşk olmamış hiç kimse yoktur yok +– – +Şu “hüsn” lafzının lisanda husule getirdiği –o sihramiz– +te’sir nedendir? Niçin –bir seyyale-i ateşin gibi– derhal kalbi +dimağı ateşlendiriyor? Ruhu teshir ediyor? Aşk-ı maddi bu +kadar müessir bu derece sehhar olunca ya aşk-ı ma’nevi +sevda-yı ruhi garam-ı hakīkī nasıl olmak lazım gelir? +Aşkı sor pervaneden aya o bi-perva neden +Yanmadıkca ateş-i aşkı sükunet bulmuyor? +– – +Sahabe-i güzin hazeratının radıyallahü an aharihim o +ma’şuk-ı ezele o mahbub-ı İlahiye incizabları meftuniyetleri +aşk u sevdaları o derece-i balaterinde idi ki huzur-ı kudsiyyet-neşur-ı +hümayunlarında bir insilah-ı tam ma’nasını +gösterirlerdi. +Cenab-ı Ecmel-i alem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz +hazretleri bir mihr-i münir-i hüsn; onlar da o hurşid-i +cihan-efruzun envarı içinde gayb olmuş birer zerre...! +Sevda-zedegan-ı cemal-i Muhammedi’den biri mataf-ı +kudsiyyat olan Ravza-i Mutahhara ve Muattara ru-mal olduğu +dem-i vuslatta bakınız nasıl arz-ı temdihat ve temcidat +eder: +şeklinde yazılmıştır. +! +Aklın var ise gel onu sev! Ol ona aşık +Ma’şuk-ı yegane bu ki can vermeye layık +Öyle bir ulvi fıtrat öyle bir kudsi hilkat ki sanki zat-ı hümayun-ı +risalet-penah-ı a’zamileri aleyhissalatü vesselam +lihane tahmid! +Sultanü’l-aşıkīn Hazret-i Celal el-hakku ve’d-dinin aşk ateşleri +sevda kıvılcımları püsküren şu hitabe-i kudsileri ne +hired-suzdur: +! +munu! İşte bu: Ateş-i sevdanın –vücud-ı ma-sivayı yakıp hakister +eden– bir şerare-i füsunu! +Allah ... Allah! +Bu nasıl söz! Nasıl terkib! Nasıl ma’na! +Ey celal-i hakk u din ey tacdar-ı aşıkīn! +Meşrebimce sensin Allah’ın veliyy-i ekberi +! +! ! +– – +Bu iki muhterem isim Medine-i Münevvere sükkan-ı aslisine +mahsusdur ki iki kabile iki birader ailesidir: Evsiler +Hazreciler. +Bu iki birader-zadeler arasında –zaman-ı cahiliyyette +birçok vekayi’-i hunin cereyan etmiş tarihin o vahşet-nümun +sahifeleri üzerine kanlı mersiyelerle kaydolunmuş olmak +cihetiyle– kadim bir adavet vardı. Din-i Hakk’a şerefyab-ı +mad-ı sükunete girmiş büsbütün sönmeye yüz tutmuştu. +Birgün aralarında cereyan eden bir mükaleme –gittikce şiddetini +artırarak– nihayet münazaaya münkalib olarak o şerare-i +adavet parlamış eller kılıçların kabzalarına konmuş +mukateleye ramak kalmış! Keyfiyet derhal hak-i pa-yı cenab-ı +Peygamber-i a’zamiye aleyhissalatü vesselam arz olunur; +teşrif-i hümayunlarıyla ateş-i fitne söner. Lütfen barıştırılır +öpüştürülür bu hadise üzerine şu ayet-i celile şerefbahş-ı +nüzul olur: +! +“Ey mü’min kullarım! Hablullahi’l-metin olan hazret-i +Kur’an-ı mübine hepiniz birden dört el ile i’tisam ediniz! +Sımsıkı sarılınız! Sakın ondan ayrılıp da her biriniz bir rah-ı +nar-ı fitneye gitmeyiniz! Onlar sizin düşman-ı ezeliniz olan +şeytan yollarıdır.” +“Allah’ın size ifaza ve ibzal buyurduğu ni’metini ni’meti +sohbet ü saadeti der-hatır ediniz! Der-hatır ediniz ki siz birbirinize +düşmandınız! Yekdiğerinizi hayvan gibi boğazlıyor +siba-ı müfterise gibi paralıyordunuz! Birbirinize zerre kadar +merhamet ve şefkatiniz yok idi. Fakīr ü zelil idiniz! Allah +sizin kalblerinizi te’lif etti. Sizi livaül-hamd-i tevhid altında +birleştirip barıştırdı öpüştürdü. Allah’ın şu ni’met-i uzması +sayesinde kardeş din kardeşi olduğunuz halde sabahu’lhayr-ı +fevz ü felaha dahil oldunuz! Siz müdhiş bir hizlan ü +hüsran uçurumu kenarında duzah-ı kahr u intikama yuvarlanıp +düşmek üzere iken Allah sizi yed-i yümn-i merhametiyle +çekip kurtardı. Siz bu azim lutf u ihsanın kadrini biliniz! +Kavlen fi’len ve amelen şükrediniz ki Allah da size ni’metini +ziyadeleştirsin!” İnsan düştüğü şu mazik unsuru içinde bazen +o kadar bunalıyor kendisinden o kadar geçiyor ki adeta +mevcudiyetini hayvaniyetinden ibaret görüyor. Fakat imdad-ı +saniyyetine ıs’ad ediyor. İşte bu hadise de bu kadarla geldi +geçti. +Bu ayet-i celilenin on dördüncü asr-ı hicri müslümanlarına +tarz-ı hitabını makalenin sonlarına bırakmayı muvafık +gördüm. +Bülend bir cebhe lahuti zi-mealiyle +Eder ilham-ı haşyet dilde ruh-ı kemaliyle +Odur bir muhterem fıtrat ki fikr-i imtisaliyle +Susar hengameler bir dem nigah-ı infialiyle +Yürür yalnız fakat: Bir mevkib-i kudsi celaliyle +Açılmış raz-ı hilkat piş-i irfan ü dehasında +Bırakmış arş-ı idraki nişib-i i’tilasında +Tulu’ etmekte rengarenk hakīkatler semasında +Gezer bir ruh-ı ulvi zir ü bala-yı hevasında +Okur esrar-ı mevcudatı subhunda mesasında +Ezelle ittihad etmiş ebed mevc urmada envar +“Nizamiyye” odur evreng-i ilmisi fakat: Na-kam... +Ona aram-bahş olmazdı işte en büyük bir tam .. +Sükun-i kalbini tarac ederdi şehper-i ilham +Nihayet oldu hamun-ı talebde hüccetü’l-İslam +Garib ü bi-neva avare bir derviş-i bi-aram +Fakat kalkmıştı artık didesinden perde-i pindar +Bu feyz-i akdesin mahsulü ... “İhyaü Ulumi’d-din” +Onun her safhası guya semavi levha-i tebyin +Lisan-ı gayb-ı hatifdir ki eyler dilleri teskin +Olur şehbal-ı Cibril’e suturu nakşe-i tezyin +Eder ilham-ı ruh-ı din-i İslam’ı verir temkin... +Nikab-ı istitarı çehresinden kaldırır esrar.. +Sehab-ı alem-i bala: Başında leffe-i beyza +Yaşar fevka’l-beşer bir alem-i kudside bi-hemta +Onun pişani-i ulvisi nur-ı zata bir mecla +Hitab eyler beşer ser-germ iken bir ruh-ı müstesna... +Gazali namını yad eyledikce hiss-i hürmetle +Geçer timsal-i ulvisi hayalimden bu haletle +Muhterem Üstad! +Cihan-ı insaniyyet ve İslamiyyet’e ihda buyurduğunuz +Alem-i İslam namındaki eser-i alinizin birinci cildi hitama ereli +çok zaman oldu. +Eğer hafızam beni aldatmıyorsa seyahatnamenizin en +son nüshasında iki üç ay kadar zaruri bir fasıladan sonra +mezkur eserin ikinci cildinin de neşrine ibtidar edileceğini +Eseriniz pek parlak mündericatı ulvi alem-i İslam için +cidden faide-bahş idi. +Eserinizin birinci numaralı nüshası Edirne’mize bilhassa +Yeni Edirne Gazetesi İdarehanesi’ne gönderildiği zaman +Yeni Edirne Gazetesi Müdiri Şevket Bey Efendi’den gördüğüm +müsaade üzerine şu eser hakkında mezkur gazeteye +uzunca bir bend neşrederek eserinizi fevkalade alkışlamış +bir müslüman ve Osmanlı seyyahı kaleminden çıkan her bir +satırı Osmanlı[lı]k ve Müslümanlık için bir ders-i teyakkuz u +takan-ı ma’rifete işittirmek vazifesinden geri durmamış idim. +Görünüşe ve mütalaatımıza nazaran eserin mevzuu bu +kadar zamandan beri iltizam-ı sükut olunacak kadar fakīr +değildi. Daire-i cevelan pek vasi’ zemin-i ma’rifet pek zengin +müteammik bir müdakkık için herşey mebzul. Hele zat-ı +fazılanelerini Japonya’nın o feyyaz sahaları üzerinde dönüp +dolaşmaya sevkeden esbab o kadar balater ve kıymetli idi +ki eserin birinci cildinin hitamına kadar olan mütalaasından +da yakinen istidlal olunduğuna göre eserin böyle bir tevkīf +devresinde uzun müddet kalmasına ihtimal verilemiyordu. +Ruh-ı beşerin bir sa’y-i daimi ile yorulmaz bir ikdamla ne +derecelere kadar na-mağlub bir kuvveti olduğunu biz bu +eserde her türlü azametiyle gördük okuduk. Şuunat içinde +perde-puş-ı fena olan milletlerin tefsir-i ma’rifetle kametnüma-yı +kemal olmaya başladığını insanların hükumetlerin +ma’rifete kuvvete hürmetle başeğmeye mecbur olduklarını +yine bu eserde mütalaa eyledik. Şarklıyız Asyalıyız. Buradan +yükselen bu neyyir-i ma’rifetin bizde hasıl edeceği te’sir +başkadır. Her müşkil karşısında hissiyat-ı milliyyelerinden +Japonları o muhterem insanları biz bu eserde yakından +görmüş gibi tanıdık. Az zaman evvellerine kadar Avrupa +nazarında bir mevki’-i siyasisi olmak şöyle dursun sahaif-i +matbuatta isimlerine tesadüf edilmeyen Japon kavmini medaric-i +şeref kazandırdığını bir müslüman eseri olan bu eserde tanımış +olduk. +Bir kişver bir memleket halk��nın teşarük-i ef’al ü amal +müstaid bir saha üzerine saçmak istemekle fikirde azimde +vukū’ bulan bir kuvvete karşı olan maniadaki çürüklüğü +natık ahval-i ümem olan tarih Japonlar’da gösterdiği asar-ı +tekemmülat ile bize bir daha irae etmek lutfunda bulundu. +Hayat-ı milliyye ve kavmiyyenin bir nevm-i sübatiden +kurtularak tesri’-i asar-ı istikmal ve teşyid-i mebna-yı kemale +muvaffakiyetle izhar-ı tecellisi esbabı saadetle memzuc bir +hayat kazanmak arzusunu besleyen milletlere bir seyahatnamenin +sutur-ı rengini üzerinde havarık-nüma-yı ibret olur. +Zavallı beşeriyetin ruh-ı mevcudiyyeti bazı mesaib-i siyasiyye +bir inhitat-ı elim ile inbisat ü inkişaf cihetlerine doğru alacağı +şekl-i kat’iyyeti bir intibaha iktiran etmek suretiyle hissiyat-ı +milliyyeye musavver seyahatname sütunlarında görür. Artık +bundan sonra eğer uzviyet-i ictimaiyyenin hüsn-i idaresi ve +şeklinde yazılmıştır. +şerefle lamiadar olacak bir haletin sabah-ı infilakı devresi +yüzgöstermeye başlar. +Hakk u hakīkatin huzur-ı izzetinde: +gibi düstur ve avamil-i hikmeti husul-i makasıd-ı hakīkıyye +mağla mütehaşi ve muhteriz bulunan hey’et-i ictimaiyyenin +hasıl edecek sevaık yine bundan sonra bir saha-i imkan +üze[ri]nde tecelli-yab-ı kemal olur gider. +Üstadım-ı muhterem! +Hiç durmayınız! Siz hemen yazınız. Öyle zannederim ki +şimdiye kadar olan muvaffakıyatınızın iltizam-ı sükut ile +şaibedar olmasını bit-tabi’ istemezsiniz. Zira bir ihtilac-ı asabiyyetle +cuşiş-nüma-yı hayret olan ebna-yı zaman tarafından: +Vabeste bu alemde sükutun harekata +Mevta yakışır var ise rahat döşeğinde +Gibi bir hitaba mazhar olacağınızdan korkarım. +– Abdürreşid Efendi hazretlerinin intibah-ı +karlığın onda birini olsun her müslüman ibraz edebilseydi +bugün hayat-ı İslam başka türlü revnak-nümun olurdu. Biz +hazret ile görüşeli beri gördüğü işleri ta’dad edecek yazacak +olsak büyücek bir kitap teşkil eder. Hazretin saha-i mesaisi +pek vasi’dir. Kendisini biz hiçbir zaman kuşe-i istirahatte +gördüğümüzü hatırlamıyoruz. Alem-i İslam ’ın ikinci ve üçüncü +cildlere aid notlarını cem’ u te’lif etmek hususunda – +kari’lerin birinci cild hakkında gösterdikleri la-kaydiye ve bu +sebeble uğradığı zarara rağmen– pek çok çalışmıştır. Zira +Hindistan’daki bütün İslam mezhebleri hakkında birçok tetebbuat +ve tedkīkatı muhtevidir ve bu münasebetle bütün +dünyadaki mezahib-i İslamiyye-i hazıra hakkında da ma’lumat +verilmiştir. +Fakat bugün böyle büyük ve ciddi eserlerin neşri ne +kadar fedakarlığa mütevakkıf olduğu tecrübe edenlerce +ma’lumdur. Çünkü ciddi eserler halkımızca pek az rağbete +mazhar oluyor. Çok mühim ve nafi’ eserler vardır ki bugün +neşrine müellifleri cesaret edemiyorlar. Çok kişilerde ancak +hezeliyata faidesiz esassız şeylere inhimak görülüyor. Ciddi +eserler masraflarını bile te’min edemiyor. Müellifleri ye’se +duçar eden şevk ve gayretlerini kesr eyleyen işte bu gibi +hallerdir. Senelerce tetebbuatta bulunan birçok masraflara +duçar olan müellif üzerine bir de kağıd ve matbaa masraflarına +boğulursa –doğrusu– me’yus olmamak şevk ve +gayreti kırılmamak mümkün değildir. Ba-husus ki müellifler +hemen umumiyetle böyle fuzuli masraflara tahammül edecek +kadar paralı olmazlar. Onun için ciddi eserlerin saha-i +dir. +Dünyada herşey arz ve taleb kaidesine tabi’dir. Halkın +seviyesi temayülat-ı ruhiyyesi matbuatı üzerinde de hükümrandır. +Bizde matbuat-ı ciddiyye layık olduğu hürmet ve +müzahereti maatteessüf henüz göremedi. +Diğer milletlerde böyle değildir onlar ciddi ve sahib-i +meslek matbuatı o kadar fedakarane himaye ederler ki bu +hamiyet-i milliyyelerine gıbta etmemek mümkün olmuyor; +geçen gün bir arkadaşımız söylüyordu: Mahallelerinde okumak +bilmeyen bir Ermeni Kafkasya’da münteşir Ermenice +bir gazeteye abone olmuş. +“Okumak bilmediğin halde gazeteyi ne yapacaksın?” +sualine karşı verdiği cevaba dikkat buyurulsun; demiş ki: +“Vakıa ben okumak bilmem fakat bizim komşuya geliyor +ara sıra bana okuyor; milletimiz için çok güzel ve faideli şeyler +yazdığını gördüm. Hayatını te’mine medar olmak üzere +ben de abone oldum.” +fını düşünmezler. Bunun için o mektup Abdürreşid Efendi’ye +hitaben değil efrad-ı millete hitaben yazılsaydı daha +muvafık olurdu. +Abdürreşid Efendi muharebe-i hazıra münasebetiyle +şimdi Afrika kabaili arasındadır. İnşaallah avdetlerinde A lem-i +dan bir iane cem’iyeti teşkil edilmiş ve bu cem’iyet bervech-i +ati bir beyanname yazarak bunu muhtelif lisanlarda +bütün akvam-ı İslamiyye arasında neşreylemiştir: +Size şu satırlar pek büyük bir tehlike zamanında yazılıyor. +O yalnız bir tehlikedir. Fakat yarın mahvımızı mucib +olacak bir musibet şeklini alabilir. +Gaib edilecek hiçbir dakīka yoktur. Bu yazılan satırların +ehemmiyetini nazar-ı i’tibara alarak vaktinizi boş geçirmeyiniz. +Dünyanın her tarafında bulunan müslümanlar ellerinden +geldiği kadar hal-i buhranda ve tehlikede bulunan Osmanlı +Hükumeti’ne muavenet etmeye çalışıyorlar. İşte biz +de burada muhtelif memleketlere mensub İslamlar; şu aciz +tasavvurumuzu size arzediyoruz. Her ne kadar bizim isimlerimizde +mevki’-i intişara vaz’ olunacaksa da bu hakīkatte +hiçbir fikre müsteniden değil; bu yalnız her bir İslamın diğer +din kardeşlerinden edeceği mühim bir ricadır. +Tertib pek basittir. Fakat mühim bir netayic tevlid edeceği +bir daha kat’i surette gösterilir ki: İslamiyet bir hülya cansız +bir vücud değil fakat hakīkat adalatı hala kavi müdhiş bir +bazudur. Teklifimiz ve recamız önümüzdeki kurban bayramında +“Alem-i İslam’ın kurban bayramı Osmanlı Donanma +toplanmasıdır. Bu teklifimiz pek tabidir ki Türkiye’ye münhasır +kalmayacaktır. Hindistan’a Mısır’a İran’a ve daha birçok +yerlere bu mektubun aynı muhtelif lisanlara tercüme +edilip gazetelere gönderildi. Kendilerine göndermediğimiz +gazete sahibleri ise ictinab edemediğimiz bu kusurumuzu +afveder ve haberdar olur olmaz ceridelerinin ufak bir kısmını +teklifimize tahsis ederek büyük bir iyilik etmiş olurlar. İane +toplanmasında az çok bir intizam te’min edebilmek için +nazar-ı dikkatinizi atideki usule celb etmek isteriz. +Her bir cami’in cemaati imamla beraber istişare ederek +ram günü hemen namaz ve duadan sonra intihab edilen +zevat cemaati dolaşarak herkesin iktidarına göre verebileceği +berdar etsin. Ve üç tabaka kağıd alarak atideki vechile +lüzumu olan tafsilatı tahrir etsin: +Cami’in ismi; bulunduğu mahallin ismi; şehrin ismi; +memleketin ismi; iane toplayan zevat; imam şahidler… Yazılan +bu üç kopyadan birisi mevkiin mühim bir gazetesine +diğerisi İstanbul’da Donanma-yı Osmani Cem’iyyeti’ne +üçüncüsü de mektubumuzun nihayetinde bulunan +cem’iyet adresine irsal edilsin. +Artık burada bizim yapacağımız bir şey kalıyor ki o da +şu tasavvurun kemal-i muvaffakıyyetle icra olunabilmesi için +elinizden geldiği kadar muavenette kusur etmemenizi ricadır. +Yoldaki dilenciye beş on para atar gibi bu vazifenizde[n] +kaçmayınız. Veriniz! Çünkü bu verilen paralar sizin hayatınızı +hayattan daha mukaddes olan namusunuzu ve hepsinden +büyük olan İslamiyet’i kurtaracak çünkü bu dakīkada +hepsi tehlikededir. Esasen namussuz hayat yaşamaya +değmez. İşte biz size bu felaketleri bu tehlikeleri göstererek +vazifenizi der-hatır ettirmekten maada bir şey yapmıyoruz. +Ecnebi devletlerin elinde bugün birçok İslam memleketleri +vardır. İslamlara oralarda hürmet ve riayet edildiğini işitiyoruz. +Fakat emin olunuz ki İslamların haiz oldukları i’tibar +onların indinde İslam oldukları için değil lakin diğer din +kardeşlerinin dünyaya hakim devletler arasında elan mevcud +bulunduğu içindir. +Eğer İslam hükumetleri mahvolursa bizim de bir zaman +büyük fakat bugün düşen milletler sırasına sukūt edeceğimiz +pek tabiidir. +mukabele edilememesi Türkiye’nin bir donanmaya adem-i +malikiyyetinden ileri geldiği herkesce ma’lumdur. Bir Alman +gazetesi: “Osmanlıların elinde altı “Drednot” bulunsa idi +harbin safahatı büsbütün başka türlü olurdu” demesinde ne +kadar bir hakīkat gizlidir. +Artık yeter! Bu acizlik daha devam etmesin. Bugün İtalya +tecavüz ediyor. Bugün muvaffak olmasa bile biz böyle +kaldığımız halde yarın bir diğerinin tecavüz edeceği biiştibahdır. +Tanin ’in dediği gibi: “Avrupa devletlerince muahedat +hin-i hacetlerinde yırtılabilmek üzere icad edilmiş alat-ı +kizb ü hiledir.” +Osmanlılar hükumetlerini kuvvetlendirmeye çalışıyorlar. +Bir İngiliz gazetesinin İstanbul muhabiri şöyle ma’lumat +veriyor: En büyük vatanperverlik Türk kadınları tarafından +heratını ve zi-kıymet eşyalarını feda ediyorlar. Nüfuz sahibi +Türk muharrirelerinden biri hemşirelerine hitaben yazdığı +açık bir mektupta derin bir hiss-i vatanperverane ile diyor +ki: “Erkeklerimiz vatanı müdafaa için uzaklara gidiyor ateşlere +atılıyor. Biz neden burada vatanı muhafazaya gayret +etmeyelim? Mukaddes vatanın düşman ayaklarıyla çiğnendiğini +görmekten ise düşman kurşunlarıyla ölmek bizim için +daha evladır.” Bu his Türkiye’nin her köşesinde aynı te’siri +Ey İslamiyet! Bugünkü tehlike yalnız Osmanlılara yalnız +bir İslam hükümetine münhasır değildir. Asırlardan beri +payidar olan İslamiyet’e aiddir. +Osmanlıların hayatı İslamiyet’in hayatıdır ve onun inkırazı +kaddes tanıdığınız herşeyler ecnebilerin ayakları altında çiğnensin +memleketiniz harab olsun ve İslamiyet ebediyen +sönsün ve sonra herşeyin üzerinde mukaddes tanılan her +bir mahallin üstünde bir ecnebi bayrağının kanlı saçakları +temevvüc etsin? Hayır! Her zaman hayır! Elbet Osmanlılar +Çünkü ruh-ı İslam bunlara karşı hepimizi tehdid eden bu +tehlikelere karşı elbet la-kayd kalamaz ve kalmayacaktır. İşte +o kanaat-i vicdaniyye bize bu satırları yazdırdı. +Veriniz! Her zaman veriniz! Veriniz ki İslamiyet ilel-ebed +payidar kalsın! +Eğin İttihad ve Teavün Kulübü Dersaadet Merkezi’nin +Eğinlilere ve bütün vatandaşlara hitabesi. +Ey din kardeşler! +“Senevi yüz bin kuruşu mütecaviz olan tarik bedelatı +nısfının beş sene müddetle beher sene donanmamıza hamiyyeten +hamiyyetle hamiyet-i diniyye ve Kur’aniyye ile yazdığınız fi +Teşrinievvel sene tarih ve numaralı telgrafnamenizi +aldık derin bir hiss-i meserretle gözyaşları dökerek okuduk. +Başta makam-ı akdes-i Hilafet-i Muhammediyye olmak +üzere bütün cihan-ı İslamın selametine saadetine dualar +ettik. +Ey din kardeşler! +Biz sevgili peyamberimiz sultan-ı kişver-i levlak aleyhissalatü +vesselam efendimiz hazretlerinin ümmeti evladıyız +biz mefhar-i kainat aleyhi efdalü’s-salavat ve ekmelü’t-tahiyyat +ve ecmelü’t-teslimat efendimiz hazretlerini pederimizden +evladımızdan bütün kainattan hatta kendi canımızdan +ziyade sever ve uğur-ı hümayun-ı cenab-ı risalet-penah-ı +a’zamilerine güle güle feda-yı canı cihanlardan büyük +arş-ı a’ladan yüksek bir şeref-i bi-baha biliriz ve öyledir +de. +Lisan-ı akdes-i cenab-ı Resul-i kibriyadan şeref-efza-yı +sünuh u sudur olan “Sizden hiç biriniz imanın zevk-ı kemalini +tadamaz rütbe-i ulya-yı şühuduna vasıl olamaz; ta ki +ben ona pederinden evladından ve bütün cihan-ı insaniyyetten +sevgili olayım.” hadis-i şerifini +piş-i nazar-ı im’ana alalım. Bu öyle bir nefha-i vahy-i İlahi +öyle bir düstur-ı irşad-ı cenab-ı Risalet-penahidir ki hükmüne +Mü’minler eğer Veliyy-i ni’met-i hidayet aleyhissalavatü +vesselam efendimiz hazretlerini pederimizden evladımızdan +bütün kainattan ziyade sever ve uğur-ı hümayunlarına güle +güle feda-yı canın büyük pek büyük bir şeref olduğunu bihakkın +takdir edersek işte o dakīkada yaşamaya karar vermiş +oluruz. +Kelimetullah’ın azamet-i şanını risalet-i kübra-yı Muhammediyyenin +ulviyet-i ünvanını muhafaza emrinde bir +can bir ruh bir fikir bir emel bir vücud bir bünyan-ı mersus-ı +düşman yan gözle bakabilir? Hangi hasım meydan okuyabilir? +Ölümü gözüne almış hayır ölümü istihfaf ve istihkar etmiş +bir milletin –ki o da ancak millet-i İslamiyye olabilir– +meydan-ı fedakaride karşısına çıkacak kim tasavvur olunabilir? +Görülmez mi: Bir insan ölümü gözüne alıp da meydana +çıkınca bütün memleket halkını hayrette bırakıyor. +Yaşamak için ölmeyi gözüne almalı. İşte bu biz mü’minlerin +düstur-ı dini ve Kur’an isidir. Allah bize bu ihtisasat-ı +ulviyye-i diniyye ile mütehassis bu nusret-i kudsiyye-i +yor: Habl-i metin-i Kur’an ’a dört el ile i’tisam: Ebedi ittihad. +Resul-i zi-şanın aleyhissalatü vesselam isrine ahlaken ef’alen +biiyye-i diniyyenin za’fını mucib hilaflardan tefrikalardan +şikak u nifaktan be-gayet tevakkī ve ictinab. +Mü’minler cesed gibidir. Cesedin a’zasından herhangi +birine bir elem erişse de ağrımaya sızlamaya başlasa bütün +a’za-yı cesed derhal o elemi hisseder. O ağrıyı duyar. +“İşte mü’minler de yekdiğerine meveddet ü muhabbette +merhamet ü atıfette böyledir. Birinin veya bir kısmının +başına bir felaket gelince kısm-ı diğeri eşk-i teessür dökerek +derhal felaketzedelerin imdadına şitaban olurlar.” +“Mü’minler o envar-ı şefkat ü merhamet-i İlahiyyemden +mahluk has kullarımdır ki bir kısmı duçar-ı bağy ü zulm +olunca kısm-ı diğeri derhal onların yardımlarına koşarlar.” +Ey din kardeşler! +Allah’ımızın ezeli bir hitabı olan hazret-i Kur’an ebedi +bir hüden li’l-müttekīndir. Biz bu misbah-ı münir-i hidayeti +yed-i yemin-i takdis ü ihtiramımıza alır da sırat-ı müstakīm-i +hakka düzülürsek şübhesizdir ki ka’be-i amalimize amal-i +selamet ü saadetimize vasıl oluruz. +Fakat efsus ki almıyoruz. Efsus ki sırat-ı müstakīm-i hakka +düzülmüyoruz. Eğer almış olaydık hiç üç yüz milyon din +kardeşlerimiz Avrupa medeniyet-i kazibesinin zencir-i vahşetine +düşer miydi? +Habl-i İlahi’ye dört el ile sarılmış olaydık bugün değil üç +yüz milyon hatta üç kişi bile o pençe-i esaret altında inlemezdi +Din-i İslam’ın hayat-ı tıbbiyye-i [tabiiyye-i!] hakīkiyyesi +hürriyettir esaret değil. Hakimiyettir mahkumiyet değil. +Saadettir felaket değil izzettir zillet değil. Faaliyettir atalet +değil. Hayat-ı tıbbiyye-i [tabiiyye-i!] İslam bütün şümul-i +ma’nasıyla ulviyettir şevket ü azamettir. İkbal ü iclaldir. +laddan vahşi bir düşmanımız ansızın Trablusgarb’ımıza hücum +etti. Onu kanlı kanlı dişleri arasına aldı yutmak istiyor. +lışıyor işte bu Girid’in kalbimize açtığı derin yaranın üzerine +biber oldu. Fakat asıl dikkate alınacak mühim gayet mühim +bir hakīkat var ki o da ittihad emel-i mukaddes ü muazzezidir +bu emr-i celil-i Kur’an bu ferman-ı kudsi-i i’tisamdır. +et-i düveliyyesinin buna işaret-i muvafakati mücerred ittihad +ümidini kalbimizden silmek o emel-i mukaddes-i Kur’aniyi +ruhumuzdan çekip almak öldürüp Trablusgarb’da +gömmektir. +Buna karşı la-kayd kalmak ne demektir biliyor musunuz? +Ferman-ı celil-i i’tisamı Kur’an-ı hakimden silip kaldırmaktır. +Kur’an-ı hakimin bir harfine taarruz hepsine tecavüzdür. +Çünkü hazret-i Kur’an “Küll”dür “Külli” değil. +En basit akıllar da bilir ki hak kuvvetle kaimdir. Kuvvet +de hakla kaimdir. Bize Allah i’dad-ı kuvvetle ittihad-ı uhuvvetle +hıfz-ı din hıfz-ı namus hıfz-ı vatanla emr ü ferman +buyuruyor. İşte bugün Girid’imizin Trablus’umuzun duçar +olduğu felaketler mücerred donanmasızlık yüzündendir. Biz +donanmasız oldukca vatanımızı muhafaza edemeyeceğiz. +Böyle beladan belaya felaketten felakete yuvarlanıp duracağız. +Bu emr-i azim öyle ağır bir yüktür ki öyle birkaç yüz +birkaç bin birkaç yüz bin kişi kaldıramaz. +Kuvvet “yük”ün ağırlığına karşı olur ve illa “yük” kalkmaz +olduğu yerde kalır. +Şimdi hamiyet-i diniyye bu donanma yükünün ağırlığına +göre olmalı herkes her mü’min kendi varlığına kudretine +servetine göre din-i İlahiye yardım etmelidir. Bu babda +gayr-i müslim vatandaşlarımız da aynı bizim mevki’-i hamiyyetimizdedir. +Çünkü bu babdaki ehadis-i şerife mantukunca +hukukları hukukumuz namusları namusumuzdur. +Onların kalblerini zerre kadar kırmak incitmek bize +haramdır. Madem ki Cenab-ı Hak Kur’an -ı hakiminde beni +Adem’e tekrim ü teşrif buyurduğunu söylüyor. Madem ki +huvvet-i mutlaka dairesi içindedir. +Bizim dinimiz din-i ahlak din-i insaniyyet din-i medeniyyettir. +Cenab-ı mihr-i cihan-efruz-ı risalet aleyhissalatü vesselam +Efendimiz hazretleri buyuruyorlar ki: +Yani: Ben mekarim-i ahlakı itmam ü ikmal me’muriyet-i +kudsiyyesiyle ba’s olundum. Ve yine buyuruyorlar ki +“ Ahlak-ı İlahiyye ile tehalluk ediniz!” Bu +ne büyük söz! Ne ulvi hikmet! +bul etmez. İslamiyet güneştir. Güneş nur saçar zalamı kahr +ü mahveder. Kötü huy lekedir. Kötü huy zulmettir. Çünkü +kötü huy zade-i cehalettir. İslamiyet ise ilm ü irfandır. Ma’rifetle +cehalet; nur ile zulmet hayat ile mevt gibi birbirine +zıddır. Bir adamda İslamiyet’le cehalet bir yere gelmez gelemez. +mekarim-i ahlak ile anlaşılır. Çünkü ilm ü irfanın gayesi +gaye-i kemali terbiye-i nefsdir edebdir. Görülmez mi: +“ Rabbim beni mekteb-i hass-ı edebinde +gayet güzel terbiye etti” buyuruluyor. +Gayr-i müslimlerin da’vetlerine icabetin mütekabilen +onlara ziyafetin cevazına fıkhımızda fetvalar var. Ulviyet-i İslamiyye +etmek hiç yoktan düşman kazanmak İslamiyet’in ulviyyatını +cerihadar edecek onu münkirleri nazarında taassubdan +cehaletten vahşetten ibaret göstermektir ki bu cenab-ı +Kur’an’a karşı büyük bir cinayettir. +Biz İslamiyet’imizin büyüklüğünü mekarim-i ahlak ile +göstermeliyiz ta ki İslamiyet’i inkar edenler o güzel huyları +bizde görüp de vicdanları önünde İslam’ın büyüklüğünü i’tirafa +mecbur olsunlar! +Ey din kardeşler! Şuraya kadar dinlediğiniz sözleri güzelce +düşününüz iyice muhakeme ediniz! Donanmamızın za’fı +yüzünden çektiğimiz ıztırabı tasavvur ediniz. +Bizim donanmaya verdiğimiz vereceğimiz paralar dinimize +Kur’an ’ımıza yardımdan başka ne içindir. Cenab-ı +Hak “Eğer siz Allah’a nusret ederseniz Allah da size nusret +eder” Sure-i celile-i Muhammed aleyhisselam buyuruyor. +Allah celle şanühu yardıma ihtiyacdan münezzeh ü mütealidir. +Şu halde yardım bizim dinimize Kur’an ’ımıza namusumuza +canımıza malımızadır. Altın gümüşün kıymeti ancak +hıfz-ı din hıfz-ı namus hıfz-ı vatan hususundaki levazım ve +hiçbir kıymeti zerre kadar bir ehemmiyeti yoktur düşünelim! +kasa dolusu altınların gümüşlerin insan nazarında ne kıymeti +kalır? Onun içindir ki cenab-ı Kur’an buyuruyor: +Yani: Kim buhl ü imsak ederse nefsinden buhl etmiş +canından kıskanmış olur. Düşman gelir canını da alır malını +da peki o halde altınlar neye yaradı? İşte düşman seni +öldürdü onları da aldı. Sen o altınları düşman için mi kazandın? +Hiç para dinden vatandan ırz u namusdan ziyade sevilir +mi? Binaen-aleyh şu hakīkatleri sevgili vatan-ı hassımız +ahali-i muhteremesi gözönüne alarak din ve vatan namına +hararet-i diniyye bir müsabaka-i milliyye göstermelerini ve +bu babda bütün vilayatı gıbtalar içinde bırakıp en ulvi bir +nümune-i imtisal olmalarını görmek bizim için her türlü +tasvir ü tasavvurun fevkınde bir saadet bir bahtiyarlıktır. +Haydi ey dindarlar ey vatanperverler! İşte sinende taşıdığın +hamiyet-i diniyye ve gayret-i İslamiyye ve vataniyyeni gösterecek +gün bugündür. Bu; bu en büyük bir fariza-i Kur’aniyyedir.! +Tabiiyyet-i düvel-i efrenciyyede bulunan müslümanların +Osmanlı donanmasının ihyasına yardım etmelerini mürevvic +geçen haftanın Niyerist gazetesinde ve dünkü İstanbul +gazetelerinden birinde bir beyanname gördüm. Bu beyannameyi +olan Edinburg şehri darülfünununa mensub bazı müslümanlardır +bu zevatın gayretleri takdire sezadır. Osmanlıların +alem-i İslama hitaben ısdar olunan böyle bir beyannameden +tice-i teşebbüse göre teayyün eder. +Trablusgarb vekayi’-i istilaiyyesinin ibtida-yı zuhurunda +Londra’da bulunan memalik-i muhtelifeye mensub müslümanlar +uğratıldığımız bela-yı tecavüzden pek müteessir olarak +Devlet-i Osmaniyye’ye ne suretle yardım edilebileceğini +hırs-ı cah ile piş-i mülahazaya alışmışlardı. Umumi ve hususi +“miting”ler akdolundu. Hususi ictima’ların birkaçı da o +sırada Londra’da sakin olduğum apartmanda vukūa geldi. +“Boykot”un mühim bir silah-ı müdafaa bulunduğu nazar-ı +dikkate alınarak Trablus’da hukuk-ı Osmaniyye’ye riayet +vukūa gelinceye kadar İtalya’ya aid herşeyin boykot edilmesi +alem-i İslam’a tavsiye olunmak üzere taht-ı karara alındı. +Boykotun faide-i siyasiyyesi ile melhuz olan mazarrat-ı +babda zarar-ı maddiye faikiyeti umumiyetle teslim olundu; +ve her kes cebinden bir mikdar para vererek hasıl +olan aide-i cem’iyyet-i İslamiyye ile her tarafa telgrafnameler +çekildi. Bu “boykot” tavsiyesinden bir fikir daha husule +geldi ki o da bundan böyle Saltanat-ı Osmaniyye’nin hukūk-ı +tıbkı İtalyanlar gibi alem-i İslam’da bir cehd-i dini ile boykot +edileceğidir. Bu fikir dahi neşrolundu. Şu kadar ki istikbalen +bu kabil müzaheretler vukūu mazideki su’-i tedabirin en +adem-i tekerrürüne ve münasebat-ı hariciyyeyi tedvirin evvelki +gibi müşevveş eşkalde cari bulunmamasına vabestedir. +Tecavüz-i istila ile müteessir olan [efkar-ı] İslamiyye bir +de Devlet-i Osmaniyye’nin merkezi ile istilaya ma’ruz kalan +kıt’a-i memaliki arasında müvaredat-ı bahriyye icrasındaki +adem-i kudretinden dolayı duçar-ı hüzn oldu. Osmanlılar +donanmalarının ıslahına medar olacak ianatta bulunduklarından +Hicaz Demir Yolu inşasında olduğu gibi kuvve-i +bahriyye-i harbiyye tedarikinde dahi alem-i İslam’ın iştirak-i +muavenetine müracaat eylemek mes’elesi mevzu’-i bahs edildi. +Böyle bir teşebbüse hangi cihetten mübaderet olunabilecek +gelmiş zevata tesadüf olunur. La-cerem bu zevat arasında +ümem-i İslamiyyeye muhtas gibi olan bazı mertebe aheng-i +hissiyyat mevcuddur. Lakin amalin vahdeti her halde faaliyatta +maniyye’ye bu hususda muaveneti arzu eden zevatın bir +kısmı “Bütün Hindistan Müslüman Hizbi”nin Londra şu’besine +diğer bir kısmı da “İslamic Societiy” nam cem’iyet diğer +bir kısmı ise Hindli erbab-ı hukūktan Abdülmecid nam +zatın idare eylediği “Uhuvvet-i İslamiyye Terakkī Hizbi” +nam cem’iyete bazıları dahi Londra’daki Mısır Tullabı +Cem’iyeti’ne mensubdurlar. +Cümlesinin de maksudu bir ama iltizam olunan tariklarda +avarız u mevani’ mevcuddur. Bir zat aklı ahval-i alemi +kazancını Halife-i Müslimin’in donanmasına vermek fikrini +tervic etti; diğer bir zat tevhid-i teşebbüsat edip para toplanabildiği +halde yekunun Halife hazretlerinin emrine olarak +bir Avrupa bankasında tutulmasını ve çünkü Osmanlı İane-i +Bahriyye Cem’iyyeti’yle bu hususda münasebat-ı daimiyyede +bulunmak ecnebi müslümanları için külfet ve usreti +tevlid eyleyebileceği mülahazasını ileri sürdü. Gençlerden +birisi ümem-i müterakkiyyeden tecavüzde bulunanlara mukabele +edebilecek bir kuvve-i bahriyye-i Osmaniyye ihdası +uzun vakte ve külli nakde muhtac olacağından sevahil müdafaasına +bakmak daha mühim bir mes’ele olduğu ve +mehd-i İslamiyyet olan Arabistan ve ale’l-husus arz-ı mukaddes-i +Hicaz sevahilinin tahkimi için açılacak ianeye Osmanlı +olmayan müslümanların daha ziyade hevesle iştirak +edebileceklerini söyledi ve Panama Kanalı’nın medhalini +tahkim için Amerikalıların yirmi mil mesafeye kadar gülle +atacak toplar i’mal edebildiklerini misal tarzında zikreyledi. +Diğer bir genç zat dahi tayyarelerin ve süfün-i hevaiyyenin +muharebatta te’sirat-ı münhezime hasıl edebilecekleri bir +zaman hulul etmekte bulunduğundan Devlet-i Osmaniyye’nin +donanma kadar alat-ı muhribe-i hevaiyyeye dahi +şevvik bedayi’den bulunacağını beyan etti. +Hücre-i acizide vukūa gelen ictima’lar riyaset-i naçizide +akd olunmuşidi. Gösterilen hissiyat-ı uhuvvetkaraneye bir +Osmanlı sıfatıyla arz-ı şükran eyledikten sonra donanmamız +küllisini Hindistan’daki kitle-i azime-i müslimenin vereceğini +ve halbuki bu hususda celb-i ianatın mevani’-i nizamiyye ile +mukayyed kalabileceğini söyledim. Bu kuyud-ı nizamiyyenin +üzere İngiliz tabiiyetinde bulunan müslümanların verebileceği +akçenin Devlet-i Osmaniyye ile münasebat-ı dostanesi +pek kadim olan İngiltere’de inşa edilebilecek süfün-i harbiyye-i +Osmaniyye esmanına bilhassa kaydedilmesinin teşritını +tavsiye eyledim. Tevhid-i mesaiye ve binaenaleyh tervic-i +maddeye medar olacak teşebbüsatta bulunmak arzu ettim +lemiş idim. Ondan sonra cereyan eden müzakerattan henüz +haberdar değilim. +Gençlerin hissiyat-ı hamiyyetine halel getirecek her türlü +efkar serdinden kemal-i nefretle ictinab edenlerdenim. Maamafih +şurasını da nazar-ı dikkate arzetmek lazımdır ki herşey +gençlerin arzularına göre cereyan edebilse dünyanın +hali şimdikinden daha şenli bir surette bulunurdu. Kezalik +kısm-ı küllisi genç olan balada mezkur evlad-ı İslam’ın arzuyı +hamiyyetmendaneleri hayyiz-i husule gelebilmiş olsa idi +Hilafet-i İslamiyye’yi haiz olan Saltanat-ı Osmaniyye donanmasına +bad-ı heva olarak birkaç harb gemisi ilave eyleyebilirdi. +Alem-i İslam’ın muavenetine müracaat o kadar +güç bir iş değildir. Fakat o müracaattan istihsal-i netayic-i +fi’liyye olunabilmesi bir alay avarızın zevaline birçok müşkilatın +Alem-i İslam tabii surette makam-ı celil-i Hilafet’e müteveccihdir. +Alem-i İslam hakkında bil-mukabele buraca icrası +hissolunabilecek vezaif-i ma’neviyye ve maddiyyenin mertebesine +göre bu teveccüh artar. Maamafih alem-i İslam’ın +muaveneti maddesi birçok yerlerde serbesti-i icradan mahrumdur. +Bil-farz bugün Cezayir’de Tunus’da mevcud olan +fakr-ı ehl-i İslama bedel refah u saman hüküm sürmüş olsa +bile oralarda mevzu’ olan ahkam ve nizamat-ı Fransaviyye +muavenet-i ciddiyye istihsalini müciz olamaz. Hindistan dahi +fakīrdir eski masallardan öğrendiğimiz gibi el-yevm Hindistan’ın +ağaçlarından mücevherat bitmiyor sim ü zerden +olan dağları da tamamıyla kal’ edilmiş! Maamafih yetmiş +milyon halkı yine İslam’a nafi’ gördüğü ef’alde oldukca mühim +muavenet ibrazına kadir olabilir. Lakin ıttırad u temadi +üzere cezb ü iddihar-ı ianat için şahısları ma’ruf u mu’teber +zevattan mürekkeb taraf taraf cem’iyyetlerin bir veya iki +bankanın tekeffül-i hıfzıyyesi tahtında çalışmaları ve hükumetin +Hükumeti ianat-ı umumiyye maddesini nizamat ile takyid +eylemiştir. +Aligar Medresesi’nin darülfünuna tahvili ve Londra’da +cami’ inşası gibi Hindistan-ı İngilizi ahalisini pek ziyade alakadar +eden umur-ı hayriyyede bile cem’-i ianat için çekilen +müşkilat mucib-i ibret şeylerdir. Bilmem ki Osmanlı donanması +met ve ıttırad-ı mesaiye tevakkuf eder. +Haber alıyoruz ki büyük bir İslam ve Osmanlı donanması +vücuda getirmek için bütün alem-i İslam şiddetli bir +galeyana gelerek her müslümanın ianeye iştirakini te’min +edecek bazı teşebbüsler bazı tedbirler ittihaz olunuyor. Bu +azim teşebbüsün netayic-i fi’liyyesi görülürse hakīkaten +müslümanlar yaşamaya layık bir millet olduklarını cihana +let”i “hayat” ile “memat”ı takdir edemeyecek kadar hissiz +olduklarına inanamayız. Biz bütün kabahati bu perişan +kuvvetleri derleyip toplamayan aralarına nizam u intizam +sokmayan rüesaya haml etmek istiyoruz. +Yoksa emin olmalıdır ki bu büyük kuvvet bu harikulade +hamiyet sayesinde pek büyük işler görülebilir. +Artık hiçbir tarafın vehm ü hayalatına kulak asmayarak +bu yolda masruf olacak himmetleri mesaileri tevhid etmek +zamanı geldiğine kanaat etmelidir. Şark ve Garb’ı görmüş +efkarına vakıf olmuş bazı muktedir ve hamiyetperver muhterem +rical-i siyasiyyenin de bu babda çalışmakta olduklarını +görmek işitmek fevkalade memnuniyetimizi mucib olmuş +şevk u gayretimizi tezyid etmiştir. İnşaallah bütün müslümanlar +bu hususda bezl-i fedakari edeceklerdir. +* * * +Onlar çalışa dursun biz Osmanlı müslümanlar ve vatandaşlar +da burada başbaşa vererek donanmamız için menabi’-i +varidat te’min etmeye çalışmalıyız. +Bütün düşünebilenler bu babda sarf-ı efkar etmekle mükellefdir. +Düşünülür ve çalışılırsa pek çok menabi’-i varidat +bulunabilir. Bizim hatırımıza bir şey geldi; zahiren ehemmiyetsiz +gibi görünür fakat bütün gazeteciler muharrirler +müellifler ve kitabcılar bunu kabul ederse atiyen ehemmiyet +kesbeder. +Şimdiye kadar basılmış her kitap ve risaleden la-ekal +beşer ba’dema basılacaklardan da onar aded Donanma +Cem’iyyeti’ne ihda olunması ve gerek İstanbul’da ve taşrada +–yevmi gazeteciler ve gerek haftalık risale sahibleri de +senede bir gün gazete ve mecmualarını Donanma Cem’iyyeti +namına neşretmeleri tabi’ ve muharrirlerce kararlaştırılmalı +ve bu karar bir teamül hükmüne girmeli. Bu bir intizam +tahtında yap��lırsa bir sene zarfında hayli kitap saha-i +matbuata çıkar basdırılan üç dört bin kitabdan beş on +danesini cem’iyyete ihda etmek muharrir ve tabi’ için hiçbir +şeydir. Fakat bu damlaların sene nihayetinde bir gölcük teşkil +edeceğine şübhe etmemelidir. +Efrad-ı ümmeti daima fedakarlık ibrazına sevkeden muharrir +efendiler şu küçük fedakarlığı diriğ buyurmazlar ümidindeyiz. +Sıratımüstakīm ve bazı muharrirleri şu birkaç kitabı donanmaya +yorlar. Bunu ilerletmek Donanma Cem’iyyeti erkan ve a’zayı +muhteremesinin himmet ü dirayetlerine mütevakkıfdır. +Donanma Cem’iyyeti’ne Teberru’ Olunan Risale ve Kitaplar +Yeni teşekkül eden Hürriyet ve İ’tilaf Fırkası’nın programında +münderic şu mühim fıkrayı şimdilik yalnız kayd ve +koskoca program içinde Hilafet-i mukaddese-i İslamiyye ve +mes’ele-i ehemmi hakkında hiçbir söz bulunmaması hususunda +müslümanların nazar-ı dikkatini celb ile iktifa ederiz: +Madde - Fırkaca ittihaz olunan esasa göre Hükumet-i +Osmaniyye’nin hukūk ve vezaifi Osmanlı sıfatını haiz olan +bilumum efrad u anasır hakkında seyyanen cari olacağına +ve cemaat-i gayr-i müslime öteden beri sırf kendilerine +aid umur u hususatı an-cemaatin rü’yet ve icra etmekte +bulunduklarına mebni Osmanlılar arasında müsavat-ı +kamile hasıl olmak ve şahsiyet-i ma’neviyyesi hükumetin +altında hiss-i teşebbüsden mahrum kalmış bulunan cemaat-i +cemaat-i saire ile aynı hukūk ve vezaifi haiz bir cem’iyet-i +Kanun-ı Esasi’nin inci maddesi bu esasa göre ta’dil olunacaktır. +Madde - Evkaf Nezareti Evkaf Müdiriyet-i Umumiyyesi +şekline vaz’ olunacak ve meclis-i idaresi Cemaat-i İslamiyye +tarafından bil-intihab ta’yin edilecektir. +Madde - Vilayat ve mülhakatı Evkaf müdir ve me’murini +Müdiriyet-i Umumiyye tarafından mansub olacak ve +fakat mahalleri Cemaat-i İslamiyyesi tarafından müntehab +birer meclis-i idarenin nezaret ve murakabesiyle ifa-yı vazife +eyleyecektir. +Madde - Evkaf ve varidat-ı vakfiyye-i mevcudenin +Haremeyn-i Muhteremeyn’e ve Kudüs-i Şerif’e ve İstanbul’a +ve sair bilad-ı cesimedeki cevami’-i kebireye velhasıl +bir mahaldeki varidatın diğer mahallerde bulunan muhtassun-lehlerine +merbutıyeti kema-kan bakī kalacak ve bu türlü +evkafın yalnız cibayet-i varidatı hususunun tanzim ü ıslahı +ve fakat hem varidat ve hem sarfiyatı mahallerine muhtas +olan vakıfların ez-her-cihet idaresi mahalleri evkaf meclisleri +ma’rifetiyle icra edilecektir. +Madde - Evkaf-ı İslamiyye’nin şu asla göre idaresini +te’min etmek üzere kaffe-i tafsilat u teferruatı şamil bir kanun-ı +mahsusun serian tanzim ve tatbiki fırkamızca mukarrerdir. +Madde - Mekatib-i hususiyye-i İslamiyyenin teşkil ve +tensik-i idaresi Cemaat-i İslamiyye’ye tevdi’ olunarak cemaat-i +saire gibi Cemaat-i İslamiyye’nin de terakkıyat-ı diniyye +ve edebiyye ve ilmiyyesini idare ve te’mine ıkdar olunacaktır. +Madde - Cemaat-i İslamiyye ile evkaf idarelerinin münasebat +u revabıtı derecesi balada beyan olunan iki kanunda +vazıhan ta’yin olunacaktır. +Madde - Cevami’ u mesacid-i şerife gibi medreselerin +dahi varidat ve sarfiyatını tanzim ve idarelerini tensik ve +talebe-i ulumun maişetlerini terfih ve tedris ü tahsili ihtiyac-ı +zamana göre ıslah etmek vazifesi Cemaat-i İslamiyye’nin +nezaret-i kanuniyyesi altında bulunmak üzere Evkaf Müdiriyet-i +Umumiyyesi’ne mevdu’ olacaktır. +Havadis-i kevniyyenin; hubb-i ataletten uyuşukluğa +meylinden neş’et eden ve erbab-ı hırs için bütün ebvab-ı +teneffu’ u iğtinamı küşade bırakan derin bir uykuya karşı ne +gizli dolablarından etrafında dönen şeytani entrikalardan +bir kere irşad-ı hadisat ile haberdar oldu mu damarlarına +dane ile sarsılır ve hemen meydan-ı cihada atılmak diliran-ı +hamiyyete iltihak etmek ister; bu galeyan-ı azm içinde düşmanlarına +hamle ederek hepsini masru’ ve haib bırakır. +Düşman da gurur-ı haybet-peymasından agah olarak hasmının +sükunetine aldandığını anlar. +lini de şu iki kelime hülasa eder: Rahat ve derin bir uyku!.. +Garb; ehl-i Şark’ı bu halde görünce memleketlerini istilaya +başladı. Ellerinde avuçlarında ne varsa aldı ateş-i esaret +mezelleti görünce bunu nasıl delebileceğini vatanının zabtını +def’-i tama’ yolunda mübah gören medeniyet perdesi +hürriyet-i milel hud’ası altında ma-melekini çekip alan düşmandan +nasıl kurtulabileceğini düşünmeye başladı gafletten +kurtuldu o halde ki adeta Şark’ın mecd-i kadimini ihya +etmek üzere bulunduğu bile hatırlara gelmeye başladı. +Filhakīka Şarklılar; memleketlerinde bulunmayan mevadd-ı +mez bir bina-yı mecd ü izzet vücuda getirebilmeye müstaid +meydana getirebilmek tahkim edebilmek için Şark’dan ve +Şarklılardan o anasır-ı esasiyyeyi vaktiyle celb etmiş “tebadül-i +menafi’“ kaidesiyle amil olmuşidi. Şarkın bu kıyam u +türlü hesablara daldırdı!.. Hususiyle Osmanlı arslanlarının +feveran-ı ahir-i inkılabkarilerini gördükten sonra bütün bütün +kuşkulandı. Çünkü Avrupa bunu hesaba katmamış düşünmemişti. +Bu cereyan-ı intibahın akıbetinden korktu bu +hareketi durdurmak istedi. Kuvvet bulmaya meydan bırakmamak +devletlerinin gaye-i emelleri oldu. +Arnavudluk gaileleri Girid mes’elesi Havran kıyamı ve saire... +Hep bu hatt-ı hareketin asarıdır. +Bununla kalmadı. İtalya’nın o korsan çetesinin alçak +gönlü; Trablusgarb’ı istila etmek istedi. Vicdan-ı beşeriyyeti +sızlatacak çocukları ihtiyarlatacak facialarla o güzel +memlekete mülevves ayağı[n]ı soktu. İtalya Avrupa’nın ittifak-ı +hafisine güvenerek hayalperver emellerine yalancı rü’yalarına +aldanarak hemen Trablus’a donanmasını gönderdi; +o ne maşrıkta ne mağribde ehl-i İslamdan hiçbir müdafaaya +ma’ruz kalmayacak hiçbir ru-yı gazab görmeyecek +zannediyordu; Osmanlılarla sair milel-i İslamiyye arasında +bir ayrılık bulunduğuna yahud müslümanlar istiklallerine +tecavüz eden mal ve mülklerine göz diken canlarını uğrunda +fedaya her zaman hazır oldukları Hilafet-i uzma-yı İslamiyye’ye +terecek hayal-i hamına düşmüşlerdi! +raret-i akıbeti tatmaya başladı daha çok tatacaktır da! Nihayet +askerinin dökülen kanına ateş-i fakr içinde kavrulurken +sarfettiği milyonlara acıyarak bin defa nedamet göstererek +parmağı ağzında Trablus’dan bir ric’at-i kahkariyye ile +def’ olup gidecek sevgili Trablus’umuzun bir karışına bile +nail olamayacaktır. +Ne İtalya ne de diğer Avrupalılar düşünmüyorlar ki bütün +Şarklılar bilhassa ehl-i İslam arasında ruh-ı tezamun ve +edilen Hilafet-i kübranın havl-i mukaddesinde ehl-i İslam +yek-dil ve yek-amal saf-beste bulunmuştur. Avrupa bu hareketi +bu cereyanı ehemmiyetiyle mütenasib bir surette takdir +etmeli bihude yere önüne manialar koymaya uğraşmamalıdır. +Çünkü: Bu cereyan önüne geleni kasıp kavuracak bir +fırtına kuvvetindedir. +sefil hırs ve tama’lar arkasında koşmamaktır. Çünkü İslam’ın +tekeffildir! +Fas Hükumet-i İslamiyyesi; artık son günlerini yaşıyor +demektir. +Fransa bütün düvel-i müsta’mirenin yaptığı veçhile şuaradan +birinin dediği gibi: “İzzet-i cemad zillet-i ibad” için +uğraşacak toprağın kıymetini artıracak fakat kanı ucuzlatacak. +Evet; yollar açacak şirketler te’sis edecek servet-i +memleketi te’min eden bütün vesail-i umranı ihzar eyleyecek +zavallı Faslılar duçar oldukları bu felakete bu ceza-yı +şeklinde yazılmıştır. +şeklinde yazılmıştır. +edemeden seneler geçecek ve nihayet komşusu Tunus ve +Cezair’in başına gelenler bütün Fas’ın başına da gelecek.. +Acaba İngiltere gibi Fransa’nın da Şimali Afrika’da milyonlarca +ehl-i İslamı etrafına celb ile bir Hilafet-i İsamiyye te’sis +etmek hatırına gelecek mi? +Biz Fransa’nın Emir Abdülkadir ile muharebesinde iddia-yı +Roşk’un eliyle çevirdiği dini fırıldakları hatırlıyoruz. +Matin gazetesinin Afrika hatt-ı kebir-i cedidisi hakkındaki +neşriyatını da tahattur ediyoruz. Biz deriz ki: Fransa +bu hattın itmamı müyesser olursa iktisaden müstefid olabilir. +Ancak o büyük hayalini tasavvurunu mevki’-i fi’le çıkarmak +hususunda hiç bir kıymet-i harbiyyesi olamaz. +Vakt-i harbde bu hattın muhafazası binlerle insana milyonlarla +mesarıfa tevakkuf eder. +Alem-i hayatta her ferdin taleb-i rızk hakkıdır ancak bu +hakkı kalb-i insaniyyeti samim-i hürriyyeti cerihadar eden +bir silah gibi kullanılmasını Fransa gibi hür bir millet için layık +göremeyiz velev ki sabıkı olsun... Çünkü: Hal ve istikbalin +hasenatı seyyiat-ı maziyi afv ettirebilir. Biz Fransa’nın +Fas’da ta’kīb edeceği hatt-ı harekete muntazırız. +Halecanlı dakīkalar tevalidedir. Düne kadar İtalya donanmasının +Adalar Denizi’ne ve sevahil-i Osmaniyye’ye taarruzundan +tevehhüm eden mehafil-i siyasiyye el-haletü hazihi +karanlık bir ati önündedir. Zira İtalya’nın canavarlığı ve +korsanlığı tarih-i asr için kat’iyyen na-be-me’mul bir hadise +olmağla beraber Osmanlıların ve alem-i İslam’ın göstermeye +başladığı hayat-ı intibah ve meyl-i cihad bütün Avrupa muvazenesini +sarsdı. Vaktiyle yağma Hasan’ın böreği veya el +çabukluğu ma’rifet diyerek zaif u na-tüvan müslüman hükumetlerini +birer birer esir etmeye alışmış olan Avrupalılar +bugün On Temmuz İnkılab-ı Osmanisi kadar nagehani bir +mişlerdir. Vaktiyle Fransız Tunus’a girerken sükunet ve hayretle +misafir karşılar gibi istikbale çıkan Tunus ahali-i İslamiyyesi +bugün komşusu bulunan ve Hilal-i mübarekin zir-i +zılalinde yaşayan Trablus ahali-i İslamiyyesi “Ya İstiklal ya +namus-ı vatan ya mezar!” feryad-ı millisinden mütehassis +olarak cebelleri sahraları aşıp din kardeşlerinin imdadına +koşuyor para can tebah ediyor onunla da hırsını yenemiyor +Tunus’da mukīm İtalyanlardan bile ahz-ı sare Tunus +sokaklarında bile İtalyan kanına tükürmeye kıyam ediyor. +Vaktiyle ecnebi tahrikatına kapılarak Hükumet-i Osmaniyye’ye +karşı ihtilaller ikaı suretiyle İngiliz esaretine düşen +Mısırlılar ise kıyametler koparıyor. Mısır hıttasında yedi +yaşından yetmişine kadar umum ahali-i İslamiyye ateşler +püskürüyor muhadderat-ı İslam ipekli çarşaflarına mücevherlerine +bornozlarına varıncaya satıp Trablus meydan-ı gazasındaki +din kardeşlerine et ekmek cebhane yetiştiriyor. +Bunlar da yetmiyor hayat-ı ticariyye ve iktisadiyyeleri +dünyanın her yerinden ve hatta İtalya’dan ziyade Tunus’la +Mısır hıttasına merbut ve muallak bulunan İtalyanlara dehşetli +boykotaj açıyor İtalya Hükumeti Türk ve Arab askerlerinin +hücumundan ziyade bu yüzden kan kusuyor... +Şu tezahürat karşısında beht ü hayrete düşen zannedilmesin +yalnız İtalya’dır. Alem-i İslamın bu dakīka-i intibahı +bütün dünyaya ders oldu. +Bugüne kadar Avrupa muvazene-i siyaseti namına takyid +ve takrir edilen nazariyat-ı hukūkıyye ve siyasiyye ma’lul +ü mefluc bir halde bulunuyor. +Avrupa’nın seri’ ateşli toplarından tayyarelerinden terakkıyat-ı +maddiyyesi ile balo salonlarındaki melahat perilerini +görmüş kadar müsahhar kalan bazı ince fikirli diplomatlarımız +sakın Avrupa müslümanların intibahından korkmasın +diye olabilir ki ber-mu’tad eğlenirler. Eğlenmeye de hakları +vardır. Safvet-i vicdanından imanından i’tikad-ı tamm +ü kamilinden Allah’ından ve seyf-i cihadından herhalde +büyük bir kalbinden başka silah-ı müdafaası olmayan milyonlarla +müslüman halkının intibah ü infialinden mütefennin +ve mücehhez Avrupa neden korksun bilakis birtakım +lümanlara ilişmezdi bile diyebilir. Bu fikirde bulunan hukūkşinasanımız +ve hatta fırkacı diplomatlarımız da az değildir… +Biz deriz ki bir meyve kemale meyletmeden taşlanmaz. +Tarih alem-i ensal-i beşerin bir zamanlar inkıraz ve sefalet +günlerine medar-ı hunin oluyorsa bir zaman geliyor ki şanlı +zaferler medeniyetler ika’ u ibdaına mecra buluyor. Bugün +kainata tahakküm ve istilaya çalışan milletler vaktiyle dünyaları +titreden Romalılardan İranilerden Yunanilerden de +mi muazzam ve kaviyyü’ş-şekimedirler? +yani bu dünyada herşey tahavvül ü teceddüde inkılab üzeredir +diyen İslam hikmetinden bugünün toplarına tüfenklerine +güvenen cebbar Avrupalılar gafil mi sanılıyor? Elli +sene evvel Afrikalı bir bedevi kadar cahil ve gafil yaşayan +Japonlar beş on sene evvel bütün Avrupa’yı “cins-i asfer” +tehlikesi ve tehdidi önünde az mı titrettiler? İnsanda ne var +nev-i beşer şu hayat aleminde nesine hangi varlığına hangi +varlığının ebediyetine mağrur olabilir? +Kim ne derse desin meşiyyet-i tarihde bir[?] takdir-i +ma’nevi de var. Mukadderatta inkılabat-ı semaviyyenin adalet-i +ben derim ki bugünün İtalya canavarlıkları şu Trablus hadisesi +de İslam’ın medar-ı intibahı ve istiklal-i İslam’a tealluk +eyleyen ayet-i kudsiyye-i İlahiyyenin sebeb-i tecelliyatı olmak +haysiyetiyle ümmet için kahr yüzünden inşaallah hayır +siyasidir. Fikir bir kere doğdu mu onun istikbali güneş gibi +ayandır. İm’an-ı beşere ilham olan fikrin nasıl ber-hayat olduğunu +bildikleri içindir ki Avrupa’nın duygulu mahafili +alem-i İslamın mazlumiyet-i vakıasına karşı Berlin’den Paris’den +Londra’dan dünyanın her tarafından insaniyet namına +nidalar i’la ettiler. Trablus’da İtalya korsanlarının doğradığı +eli silahsız ma’sum İslam kadınları ve çocukları nasıl +[hasıl!] oldukca derin aks-i sadalar peyda oldu. Filhakīka bu +nida-yı insaniyyet politika canavarlarını ve Avrupa’nın canavarlık +siyasetini yolundan inhiraf ettirmedi. Fakat şunu da +unutmamalı ki bütün Avrupa muvazenesi sarsılmış bütün +Londra Berlin Paris Petersburg Viyana kabineleri mütereddid +ve gayet muhteriz bir vaz’iyet-i müterakkıbede +bulunuyolar. Baştan başa bütün düvel-i muazzama kılı kırk +yarıyor İtalya canavarlığıyla patlak veren harb-i umumi +tehlikesi önünde tir tir titriyorlar… +Dün idarehanemize Şeyh-i fazıl Muhammed Merzuk erRafii +hazretlerinin henüz dokuz yaşında bulunan necl-i necibleri +Muhammed Efendi Züheyr geldi…. Ba’de’t-tahiyye +avucundaki doksan kuruşu önümüze bırakarak: Bu paranın +gündeliklerden biriktirdiği ma-meleki ayni olduğunu ve iane-i +milliyyeye teberru’ ettiğini söyledi. Bu teberruun sebebini +sorduk: “Kendim ve bütün ma-melekim vatanıma ve +devlete fedadır!” diyerek hiss-i ali-i vatanperverisini izhar +etti. Yaşasın hissiyat-ı necibe!.. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Kasım +Yedinci Cild - Aded: +Geçen nüshamızda derc edilen ve Osmanlı muhibbi Almanların +Osmanlılar müslümanlar hakkında perverde etmekte +oldukları amal efkar ve hissiyata tercüman olan +Jaeckh cenablarının mektubuna cevap vermek bir vazife-i +kadir-şinasidir. +Osmanlı-Müslüman muhibbi Almanlar emin olmalıdırlar +ki Jaeckh cenablarının mektubunda Osmanlılar hakkında +mazhar-ı takdir ü teşekkür olmuştur. Osmanlılar da Almanlar +kadar iki memleket arasında mevcud olan alaka ve revabıtı +takdir ediyorlar. Osmanlılarca da ma’lumdur ki Osmanlı +ve Almanya imparatorlukları yek-diğerine dost ve atiyen de +müttehid olacak bir vaz’iyette bulunuyorlar. Zira şu dostluk +yalnız hissiyat üzerine değil iki memleketin menafi’-i hayatiyyeleri +üzerine müsteniddir. Kavi ve muhteşem Almanya +Osmanlılığa lazım olduğu gibi müterakkī ve müteali bir +Osmanlı-İslam hükumeti de Almanya’ya lazımdır. +Zira biz biliyoruz ki Almanya şu son zamanlarda saha-i +terakkıyyatta öyle cesim hatveler atmıştır ki ister istemez +kendi dairesinden çıkmak mecburiyetindedir. Bismark’ın +Şark’ı bir nazar-ı la-kaydi ile gördüğü zamanlar çoktan geçmiştir. +Bugün Almanya beşeriyet-i medeniyyenin başına +geçmiş Almanya ulum u fünunu sanayi’ ve ticareti Bismark +gibi bir dahi-i a’zamın bile tahmin edemeyeceği kadar +geçmiş İngiltere’yi de hemen hemen geçmekte olan Almanya +elbette kendisi için bir mahrec yürüyecek vasi’ bir +meydan arayacaktır. Halbuki Almanya’nın gideceği yolun +kapısını açacağı meydanların anahtarları bizim elimizdedir. +Binaenaleyh Almanya’yı bize doğru sevkeden yalnız hissiyat +değil belki ilcaat-ı hayattır. Bu ise dostluk için en doğru +en metin bir zemindir. +Biz biliyoruz ki Almanya bizim kuvvetli müterakkī ve +müteali olmamızı istiyor. Zira biz böyle olmazsak bit-tabi’ +Almanya’nın Şark’a doğru iktisaden yürümesi gayet güç ve +hatta gayr-i kabil-i icra olur. Almanya’nın kavi ve muhteşem +rakībleri aynı zamanda bizim etrafımızı da tutmuşlardır. Hiç +şübhe yoktur ki biz mahvolursak Şark’ın anahtarı Almanya’dan +ziyade rakīblerinin eline geçecektir. +Bize gelince Almanya ile aramızda hiçbir mes’ele-i muallaka +hiçbir temas-ı maddi olmadığı için Almanya’nın ihtirasat-ı +ceng-cuyanesinden tevehhüm edecek halde değiliz. +Bilakis bizi aled-devam tehdid altında bulundurmakta olan +kuvvetler aynı zamanda da Almanya’nın en müdhiş rakībleridir. +saslar!.. +Fakat yalnız şu son zamanlarda yek-diğerini vely eden +yesinde Almanya’nın müslümanlara karşı samimiyeti hakkında +tereddüdler vücuda getirmek mahiyetinde idi. Alem-i +beliğadan ziyade icraata ehemmiyet vermesini arzu ederdi. +Biz isterdik ki memleketlerimiz bir düşman tarafından hücuma +uğradığı zaman Almanya hiç olmazsa nüfuz-ı ma’neviden +ki’de kaldığını da takdir ederiz. Almanya bugün İtalya’ya bir +ahidname ile bağlıdır. Fakat acaba ahd ü misak tanımayan +her nevi’ hakk u hukūku ayaklar altına almaktan +asla çekinmeyen şu alçak hükumetin bu ahidname üzerine +atmış olduğu imzadan Almanya Hükumeti ne hayır umuyor +ne menfaat bekliyor? Şimdiye kadar İtalya dostluğu ve +başka neye yaramıştır? Eğer Almanya bugün böyle bir dost +ya’nın rakīblerinin aguşlarına atılmamız gayet tabii olmaz +mı? Vakıa biz biliyoruz ki şu aguş pek müşfikane pek samimane +olmayacaktır ve belki de o aguşun tazyikı altında +birgün eziliriz. Fakat tehlike-i ani karşısında bulunan bir adam +atiyi düşünür mü? +dürmeye layık olan nokta budur. Alman muhiblerimiz emin +olsunlar ki Almanya Hükumeti hain ve alçak İtalya’nın yerine +gayur sadık ve merd Osmanlıları kazanırsa ma’nen ve +maddeten gaib etmemiş bilakis pekçok kazanmış olur. +Şark’ı muhafaza ve temdin etmek Şark’a doğru Osmanlılar +cevelangah-ı vasi’ yapmak... İşte kendisini bilen Osmanlı ve +Alman hükumetleri için cazib ve azim bir program!. +Bundan evvelki maka[le]lerde söylendiği vechile ulema: +“Mefhum-ı vücud ma’kūlat-ı saniyyedendir. Haricde tahakkuku +yoktur. Tahakkuk-ı haricisi efrad-ı gayr-i mütenahiyesinin +tahakkuk-ı haricisiyledir” diyorlar. Bundan anlaşılıyor +ki onlar vücud ile mevcuda şey’-i vahid nazarıyla bakıyorlar. +Mefhum-ı vücudun bi-tarikı’t-tecrid zihinde hasıl olan +ma’na-yı mevhumdan ibaret olduğuna kail oluyorlar. Nokta-i +nazar bu olursa vücud hakkında böyle bir fikir vermek +tabiidir. +Vahdet-i vücuda kail olanların bu mebhasdeki fikirlerine +gelince onlar vücuda tamamıyla başka ma’na veriyorlar; ve +bu ma’na i’tibariyle vücud –Allah’dan ibarettir diyorlar. Fakat +bu sözden muradları ma’kūlat ve mahsusattan ne varsa +hepsi “Allah”dır demek olmadığını da söylüyorlar. Halbuki +çok kimseler onların bu sözlerinden böyle ma’kus bir ma’na +çıkarıyorlar. Ehl-i vahdet lafz-ı vücuddan kaffe-i mevcudat +kendisiyle kaim olan hakīkati murad ederek diyorlar ki: +“Vücud birdir teaddüd tecezzi ve inkısam kabul etmez. Vücudun +kaffe-i mevcudatta hükmü nafiz tasarrufu caridir +alemde ne varsa ona tabi’ ondan sadır onunla kaimdir +vakıa esma’-i İlahiyye tevkīfiyyedir bu esma miyanında vücud +ukūl ve ezhanı suver-i tahayyülattan ancak bu vechile azade +kılabildik. Bizim vücuddan maksadımız iz’an-ı kasıraya mütebadir +olan ma’na değildir. Biz lafz-ı vücud ile kaffe-i mevcudat +kendisiyle kaim olan hakīkati murad ederiz. Onun +ondan daha muvafıkını bulmuş olsa idik onu ihtiyar eder +yettir. Kelime-i vücudun Cenab-ı Hakk’a sıfat vaki’ olması +hakīkī değildir. Mecazi ve i’tibaridir. Hakīkī olduğu kabul +edilecek olursa bu kabul zat-ı Uluhiyyetin vücud ile muttasıf +başka bir hakīkat olmasını bu da terkibi istilzam eder. +Ama sıfat-ı saire-i İlahiyyede bu mahzur yoktur. Zira onların +kaffesi vücud üzerine müterettibdir. Halbuki vücud onların +üzerine müterettib değildir. +Vücud havadisede sıfat vaki’ olamaz. Zira bu suret hem +devri hem de denilen emr-i muhali +müstelzimdir. Eğer vücud havadise sıfat vaki’ olaydı havadise +tabi’ ve kendisinden evvel havadisin sübutuna mütevakkıf +olur idi. Çünkü sıfatın tahakkuku bit-tabi’ mevsufun tahakkukundan +muahhardır. +Halbuki vücudun tahakkukunda emr ber-akisdir. Yani +havadisin ma-bihi’l-kıyamı olan vücudun sübutu sübut-ı havadisden +mukaddemdir. Bu suretle vücudun gerek Cenab-ı +Hakk’a gerek havadise sıfat olamamasına nazaran vücud +zat-ı Uluhiyyetin aynı olmuş olur. +Havadisden başka kaffe-i esma ve sıfat-ı İlahiyyenin de +vücud ile kaim olması bu müddeanın delil-i digeridir. Zira +esma ve sıfat-ı İlahiyye zevat-ı müstakılleden olmadıkları +Hakk’a mevcud demek hakīkaten değil belki mecazendir +çünkü kendisi ayn-ı vücuddur. +Hülasa-i kelam mahsusat ve ma’kūlattan mevhumat ve +tahayyülattan ne varsa hiçbiri nefsiyle kaim değildir. Hepsi +kıyamında vücuda muhtac ve müftekırdır. +Halk takdir tasvir gibi ahvalin kaffesi havadisin şanındandır; +havadisin ma-bihi’l-kıyamı olan vücud bu şevaibi +kabulden münezzeh ve la-yetagayyerdir. Eğer kabul etmiş +olsa mahluk olması lazım gelir idi. Halbuki vücud mahluk +değildir ve ona mucidin icadı tealluk etmemiştir. Tealluk etmiş +olsa idi evvela ma’dum bilahare mevcud olması iktiza +eder idi. Adem ise vücudun zıddı olup hilafı değildir. Bir +şey hilafına mülabis olur. Fakat zıddına münkalib olamaz. +Bina-berin adem de vücud olamaz aksi de böyledir. Vücudun +mahluk olduğuna dair Kitap ve Sünnet’te de bir kayıt +bir işaret yoktur. Cenab-ı Hakk vücudu halk etmiş olaydı +havadis kendisiyle kaim olan bir ilah-ı diger halketmiş olur +Eğer vücud mahluk olaydı havadis gibi mukadder +mahdud ve muhtelif olur idi. Halbuki vücud olmak haysiyeti[y]le +havadisin müsebbiti ma-bihi’l-kıyamıdır. Kendisinin +bizzat ve havadisin kendisiyle kıyamında tecellisi siyyandır. +Bir şeyde ziyade bir şeyde noksan değildir. Havadisde +emr ber-akisdir. Hülasa vücud takdir ve tasvirden +kuyud ve hududdan münezzehdir. Meratib-i zatiyyesi hazerat-ı +esma ve sıfatı cümlesinden olan ilmi kudreti iradesi iktizasınca +cemi’-i tasavir u takadirin hudud u kuyudun kaffesine +tecelli eylemiştir. Kaffesinin halıkı ve saniidir. +Muhakkık-ı kamil Sarı Abdullah Efendi hazretlerinin +Mesnevi-i Şerif Şerhi ’nden naklini mebahis-i atiyyeye cihet-i +teallukundan dolayı zaruri addeylediğim aşağıki satırlar +yukarıdan beri vücud hakkında söylenilen sözlerin hem +muvazzıhı hem de mütemmimi olacaktır. Fakat ondan evvel +Bizde asar-ı celile-i eslafın mütalaasına rağbet mefkūd +olduğundan birçok cevahir-i giran-kadr-i ma’rifet o hazain-i +tedkīka lüzum görmemiş. Daha doğrusu Garb felasifesinin +asarına müştakane bir incizab hükema-şı İslamiyyenin tedkīk-ı +asarına meydan bırakmamış. +Okuyabildiğim kitaplara bakıyorum Frenkler içlerinden +yetişen feylesofların sözlerini hırz-i can eserlerini onlar tarafından +vaz’ edilen düsturlarla tevşih ediyorlar. O sözlerin +nakīzını müeyyid bir hakīkat keşfedilmedikce onları nazar-ı +kabulden dur tutmuyorlar. Bizim halet-i ruhiyyemizde ise +garib bir başkalık var. Bir hakīkat ne kadar kat’i ne kadar +la-yetegayyer olursa olsun Şark mahsulü oldu mu dimağımızda +ca-yı kabul bulamıyor. Ona karşı cibilli bir nefret fıtri +bir husumet besliyoruz. Söz sırası gelince: “Adam sen de o +da söz mü!” demekten çekinmiyoruz. Hakayık-ı müdevvenenin +kıymet-i zatiyyelerini nazar-ı i’tibara almıyoruz. Daima +onlarda “menşe’ şehadetnamesi” arıyoruz. Birçok hakayık +olursa derhal ötekileri de nazar-ı i’tibardan iskat ediyoruz. +Halbuki Garblılar tedkīkat ve tetebbuatlarında asla bu +gibi kuyud u şuruta tabi’ olmuyorlar; metaın Şark’tan ya +Garb’dan çıktığına değil zatına bakıyorlar. Hatta memleketimizin +maddi menabi’-i servetinden nasıl istifade etmek istiyorlar +mek istiyorlar ve ediyorlar. +Bizim servet-i maddiyyemiz yer altında servet-i ma’neviyyemiz +de kitap sahifelerinde kalmıştır. Halimiz milyonları +havi bir definenin üzerine oturup önüne çanak koyan elleri +havada gözleri semada olduğu halde gelene geçene karşı: +“Allah rızası için beş para!” diye feryad eden bir dilencinin +halinden pek de farklı değildir. +Şarkın hazain-i samanında mahfuz olan giran-baha elmaslar +yakūtlar zümrüdler inciler nasıl Garba çekilmiş ise +hazain-i irfanda mevcud olan cevahir-i giran-kadr-i ma’rifet +de öylece Garba çekilmiş ve çekilmekte bulunmuştur. +Ne diyelim Allah bizi ikaz etsin! +“Hepiniz habl-i metin-i İlahiye yapışınız. Tefrikadan kat’iyyen +meyiniz. Gıybetten nemimeden kizb ü iftiradan son derece +hazer ediniz. Birbirinize daima muavenet ediniz. Fitne ve fesaddan +tevakkī ediniz. Fitne katilden eşeddir. Mü’minler ancak +kardeştir. Başka türlü olamaz” meallerinde olan nice ayat-ı +Kur’an iyyesiyle ve “Bil-fi’l iltizam olunmadıkca lüzum-ı +küfr küfr değildir.” Ve “Bir kimsenin küfrüne doksan dokuz +şeklinde yazılmıştır. +şeklinde yazılmıştır. +ve imanına da bir delil bulunsa iman ciheti tercih olunarak +onun imanına hükmetmek lazımdır.” Ve “Bir ehl-i kıbleyi +tekfir etmek caiz değildir” gibi pek çok kavaid-i i’tikadiyye +ve ahlakıyyesiyle diyanet-i celile-i İslamiyye bütün müslümanlara +medeniyet-i fazıla-i insaniyyenin esaslarını göstermiş +ve onları suri ve ma’nevi terakkī ve tealilerini te’min +edecek ahval-i seniyye ve ahlak-ı hamideyi iktisaba sevketmiş +ve İslamiyet’in bekasını tehlikeye ilka edecek her türlü +ahval-i sehife ve ef’al-i keriheden şediden men’ eylemiş +binin şu irşadat-ı aliyyesi hilafında hareket olunarak birtakım +menafi’-i hasise-i siyasiyye te’mini maksad-ı mel’anetkaranesiyle +din namına beyne’l-müslimin tefrika nifak şikak +miyye mahv u perişan ve birkaç yüz milyon ahali-i müslime +eyadi-i ecanibde duçar-ı hizlan olmuş ve nihayet bugün +dünyada mevcud bütün ehl-i İslam’ın istinadgahı olarak +yalnız Hükumet-i Osmaniyye kalmış ve fakat şu meslek-i +sakīm yegane melce’ ü penahımız bulunan hükumetimizi de +tehdid eylemekte bulunmuştur. +Meşrutiyet’in i’lanını müteakıb umum tarafından edilen +hulul etmiş olduğuna ve binaenaleyh beyne’l-müslimin din +namına ilka-yı nifak u şikakın bir daha avdet etmemek üzere +zevale yüz tutmuş bulunduğuna biraz ümid hasıl olmuş +ve asırlardan beri alem-i İslamı rahnedar eden ve diyanet-i +celile-i İslamiyye namına siyasi entrikalar çevirmek isti’dadında +bulunan bu suretle alem-i İslam’ın duçar olduğu felaketleri +kafi görmeyen pek çok eşhasın hala içimizde mevcud +oldukları suret-i kat’iyyede anlaşılmıştır. Otuz bir Mart hadise-i +elimesi buna pek büyük bir şahid-i alemdir. +Cenab-ı Hakk’ın inayet ve Resul-i zi-şanımızın imdad-ı +ruhaniyyeti ve şanlı ordumuzun himmetiyle hadise-i +mezkurenin izale olunması üzerine memlekette biraz sükun +ve i’tidal hasıl olduysa da bir müddet sonra o hal-i esefiştimalin +tekrar zuhuruyla kema-fi’s-sabık diyanet-i celile-i +nam-ı celile memleketin her tarafında nifak u şikak tohumları +saçıldığı ve mevaki’-i iktidarda bulunan herhangi bir +zatın mukaddesatına varıncaya kadar taarruz edilerek bu +yüzden te’min-i menafi’-i hasiseye çalışıldığı ve bu halin +emsali gibi hükumetimizi de o dehşetli uçurumlara doğru +sürüklemekte olduğu nazar-ı i’tibara alınmadığı ve hatta bu +sıfat-ı mekruhenin esas-ı mes’eleye asla tealluku olmadığı +halde mahkeme salonlarına kadar götürüldüğü ve bu vesile +kemal-i teessürle görülmüştür. +Ahval-i hususiyyemden bahsetmek meslek ve meşrebime +dair izahat vermek dünyada asla hoşlanmadığım ahvalden +vukū’ bulan taarruzlara karşı ihtiyar-ı sükut eylemek muvafık-ı +maslahat olamayacağından bu babda hülasaten bervech-i +ati beyan-ı hale mecburiyet hasıl olmuştur: +Bu aciz tahminen on iki yaşımda olduğum halde tarikat-i +celile-i ilmiyyeye salik oldum. Bi-avni Huda o zamandan +bu ana kadar kaffe-i ahval ü ef’alimi o meslek-i alinin +muktezayatına tevfik etmeye vüs’um yettiği kadar çalıştım. +Talebelik zamanımda daima ciddiyet ve istikamet ve iffetimi +muhafazaya muvaffak olduğum gibi ondan sonra da gerek +tedrise me’mur edildiğim esnada ve gerekse sair me’muriyetlerde +bulunduğum hengamda yine bi-avnihi teala mesleğime +şeyn verecek suri ve ma’nevi mucib-i itham olabilecek +halattan tevakkīye cehd ü ikdam eyledim ve hala da +etmekteyim. +Herkese karşı borçlu olduğum vazife-i insaniyyeyi bütün +kudretimle ifaya çalıştığım gibi Alimü’s-sırrı ve’l-hafiyyat olan +Cenab-ı Hakk’a karşı mükellef olduğum vezaif-i ubudiyyetimde +dahi mümkün olduğu kadar kusur etmemeye son +derece çalıştım ve hala çalışmaktayım. +Mücerred tevfik-ı Sübhani eseri olarak sinin-i vefireden +beri “Vudu’ silah-ı mü’mindir” mealinde olan hadis-i şerifle +amel ederek taharet-i zahireye i’tinada ber-devam olduğum +gibi yine birçok senelerden beri saliki bulunduğum “Tarikat-i +Aliyye-i Nakşibendiyye”nin bu abd-i acize bahşetmiş +olduğu füyuzat-ı ma’neviyye sayesinde hasıl eylediğim nezahet-i +kalbiyye ve safvet-i ruhiyyemi küdurat-ı beşeriyyeden +muhafazaya bezl-i makderet eylemekteyim. +Bu ahval-i acizaneme evvela Cenab-ı Hakk’ı saniyen +bizi yakından bilen ve hiçbir garaz u ivaz ta’kīb etmeyen +binlerce zevatı işhad eylerim. +Bi-inayetihi teala ulum-ı mürettebeyi kema-hiye hakkuha +tahsil ve bu ulumu gerek cevami’-i şerifede ve gerek mekatib-i +‘aliyye ve taliyyede ta’lim ettiğim gibi İlm-i Tefsir ve +an-ı Kerim ’in on cüz’üne aid olan ve henüz gayr-i matbu’ +bulunan takriben üç bin sahifeyi havi bir tefsir-i şerif vücuda +getirdim. Hakayık-ı diniyyeye müteallık bir hayli asar-ı tasavvufiyyenin +tedris ve tercümesinde muvaffak olarak bu +sebeble lehü’l-hamd ve’l-minne nice dekayık-ı diniyyeye ve +esrar-ı Kur’aniyyeye kesb-i vukūfla İslamiyet’in fevkınde ve +ona müsavi hiçbir meslek ve hiçbir mezheb bulunmak ihtimali +olmadığına şühud derecesinde kanaat-i vicdaniyye +hasıl ettim. Bununla da bi-hakkın iftihar etmekteyim. +Bi-lutfihi teala iktisab ettiğim şu hakayık-ı diniyye ve füyuzat-ı +Muhammediyye sayesindedir ki bir çok senelerden +beri İslamiyet’in ulviyetini bütün cihana karşı bi-hakkın +el-an dahi ifadan geri durmadım ve inşaallahü’r-Rahman +geri durmayacağım. Buna da senelerden beri gerek tahriren +ve gerek takriren neşreylediğim makalat-ı diniyyem şehadet +eylemektedir. Binaenaleyh Din-i İslam’a muhalif olup da +bana isnad olunan herbir mezheb veya mesleği kemal-i şiddetle +reddeder ve selamet-i memleket ve sıyanet-i diyanet +namına bu gibi tesvilata asla ehemmiyet vermemelerini ve +o gibi ebatilı bütün kalbleriyle lisanlarıyla reddeylemelerini +bil-cümle ahali-i İslamiyyeye tavsiye eyler ve bu beyannameyi +neşirden maksad muhafaza-i mevki’ olmayıp ancak +hem bütün halkı duçar oldukları su’-i zandan halas etmek +hem de gerek bu acizin yerine gelecek zata ve gerek sair +mevaki’-i iktidarda bulunan ve bulunacak ekabir-i devlete +havale-i sem’-i i’tibar olunmamasının suret-i kat’iyyede lüzumunu +ve çünkü selamet-i din ü dünyanın ancak bu noktada +bulunduğunu halisane ihtar ederim. +Zilhicce ve Teşrinisani +Ber-vech-i …sın bir sima-yı ...rın ma’kes-i istikrah u +lem-i İslamı iğrendirecek bütün ehl-i imanı istifrağ ettirecek +birer levha-i müzahrafat! Medeniyet-i İslamiyye namına yazıp +Sıratımüstakīm ile neşrolunan mufassal makaleme akūrane +hücum etti. Neden? Çünkü o gayr-i kabil-i ta’riz makale +birçok ehl-i vicdan ve insafı düşündürecek minhac-ı hakka +ka’be-i hakīkate irşad edecek delail ü berahin-i satıayı +muhtevi. Dünya bir yere gelse yine o delillerin o bürhanların +bir harfini bile tağyir edemez. Avenesini dest-i iğfal ü ıdlalinden +kaçırmak tehlikesini gören şeytan-ı racim gibi bu da +telaşa düştü.! Çıldırdı! Kudurdu! Fakat cevab-ı ma-yelikını +da aldı. Bu mühlik darbenin te’siriyle sersemleşti muvazenesini +gaybetti. İşte yine ...ler kusmaya başladı. Sımsıkı yumduğu +çıkacak çeşm-i basireti gibi kör olacak. +Gözlerini bir lahza için açsa da hitab ettiği milyonlarla +erbab-ı tevhidin yağdırmakta oldukları şihab-ı la’netlerini +görse! Fakat –cevab-ı ma-yelikında– dedim ya: Utanmak +yok! Haya yok! Cenab-ı Hak çehresini mesh etmiş! Sanki +ca... ete kemiğe burünmüş de insan şekline girmiş! +düstur-ı celil-i irşadını oku! Sonra bir +de suretine bak! Bak da hayır ve meymenet um! +Nisvan-ı İslamın hukūkuna mevki’-i ictimaisine terakkī +ve tekamülüne balolarına ? danslarına ? valslerine ? tiyatrolarına +? ve daha bilmem nelerine dair .v.velerine +muhterem hemşirelerimiz bile Oşt! dediler utanmayışına +hiç de istiğrab etmem; çünkü hayasızlıktan yaradılmış! Bununla +nanmamıza verilmesi vesilesiyle makam-ı celil-i diyanet ve +şeriate karşı dişlerini sırıtıyor o makam-ı mualla ki bütün alem-i +vahhidin mataf-ı vicdanı! Makam-ı Celil-i Meşihat’in şahsiyet-i +ma’neviyyesi cenab-ı Kur’an-ı Hakim ’dir. Hiç şübhe +yoktur ki o mukaddes makama karşı sırıtmak Kur’an-ı Kerim +’e havlamaktır. +Mehtab -ı vekahat-meab bu savlet-i akūranesiyle Hilafet-i +celile-i İslamiyye serir-i arş-payesini de tahkīr ediyor. +Artık eğer bunun da –zerre kadar– kalbinde cevher-i imanı +varsa “mürted” kelimesi bir lafz-ı bi-ma’nadan başka bir şey +değildir! +Evet: Makam-ı Celil-i Meşihat’in şahsiyet-i ma’neviyyesi +cenab-ı Kur’an-ı Hakim ’dir. Zira: o zalam-ı küfr ü irtidad olan +Mehtab’ ın istihza ve istihfafına cür’et-yab olduğu +tafsiliyyesi Kitap ve Sünnet icma’-ı ümmettir. Bu istihza ve +müslime-i gayr-i Türkiye’yi Osmanlılara sımsıkı bağlayan +Osmanlılıkla iftihar ettiren işte o revabıt-ı +Kur’an iyyesidir. Allah göstermesin! Onlar çözülmesin! +Yoksa...! Ey…ller reisi! ....sizler emiri! Keşki şu sine-i mecruhuma +bir hançer saplamış beni gayz-ı akūranene savlet-i +müfterisanene kurban etmiş olaydın da şu bi-nazir cinayet-i +frenganeyi irtikab etmeseydin! Ey merdud-ı esfel-i safilin! +Hazret-i Kur’an ı sahibsiz mi sanırsın? Sen ona yumruk gösteren +diş sırıtan yezidlerin mel’anetleri cezasız intikamsız +mı kalır zannedersin? +Müslüman değilsen! İslamiyet’le cenab-ı Kur’an ile ne +alıp ne veremiyorsun? +Cenab-ı Kur’an-ı Kerim nam-ı akdes ü a’lasına har ateşin +yaşlar dökerek kendisinin birkaç misli a’da-yı İslamiyyet +ve bed-niyyeti medeniyet-i insaniyye düşmanlarını kıyamete +kadar rezil ü rüsva eden Trablusgarb mücahidin-i izamı +olsun seni utandırmıyor mu? +Bir mü’minin altmış ve hatta yüz İtalyanı köpek sürüsü +gibi önüne katıp kovalaması hangi millette görülmüş bir +kahramanlıktır? Şecaat ü satvetin bu derece-i hıred-fersasını +o mü’minin kalbine tevdi’ eden kimdir? Allahü ekberdir +Allahü ekber... Ya o celal ü azamet-i kibriyası tenahi şanından +olmayan yüz kişiyi bir kişiden kaçıran Allahü ekberin +Kur’an-ı hakim iyle istihza ve istihfafa seni hangi akl ü idrak +sevkediyor? +başka! Mevsuf sahte olmakla müddea sıfatın da sahte mi +olması lazım gelir. +Tababet bir sıfat bir sıfat-ı celiledir. Sen... tabib olmakla +biz de tababete sahte asılsız mı diyelim? Kurban kesmek +kasaplık oluyor öyle mi? Şu çaylağa şu ..bimarhane ...lisine +bakınız! +Ya Rabbi! Ya Rabbi! Bu dinsiz unsur bu ...illeti nereden +başımıza musallat oldu? +Zilhicce’nin onuncu günü ağniyanın –şerait-i vücubunu +tamamıyla isticma’ etmek üzere– kesmekle me’mur ve mükellef +olduğu kurban bir vecibe-i diniyye bir fariza-i ictimaiyye +ve medeniyyedir. +O mübarek günde –aylarla bir lokma et yüzü görmeyen +o ni’met-i hayat-bahşadan mahrum kalan– fukaranın yüzü +güler. Karnı doyar. Zengin de her gün sabah akşam rostolarla +pirzolalarla etin enva’-ı et’imesiyle mi’desini şişiren +ağniyaya karşı kalbini men’ edemediği hayat-ı iğbirar u +kadınlar a’malar kötürümler vatan-cüdalar sevinir. +Kurban; Cenab-ı Hakk’ın mü’min kullarına ne büyük +bir ni’meti! Ne azim ihsanı! +Sen ey hayvan-ı natık! Guya doktor da olacaksın! +Mevadd-ı gıdaiyye meydanında et kadar muğaddi neyi +gösterebilirsin? Göster bakalım da görelim! Kurban kesmek +kasaplık vahşet barbarlık ise kasapları men’ et! Kimse et +yemesin! Çünkü yamyamlıktır!? +Fakat ey ...illeti! sen etsiz sofraya oturur musun? Öyle +bir sofrada mi’den neş’edar olabilir mi? +Bilmediğin şeye ne karışırsın a... mücessem? Kurban +kesmenin şartları var. Bu şartlar ve hususiyle bunlar miyanında +a’da-yı din ü vatanı –hem de yalnız a’da-yı hali değil +husama-yı istikbali– kahr u tenkil edecek bir derece-i kemalde +kuvvet namına kaffe-i levazım ve mühimmat-ı harbiyye +gitmek; zekat ve sadaka-i fıtra vermek +anladın mı istihfafa yeltendiğin ’ nın kıymetini?! +fetva ile amel ederler. Bu da o beğenmediğin Hazret-i Kur’an +’dan şeref-sadır olur. +Bab-ı Celil-i Meşihat’in bu fetvayı vermek boynunun +borcu. Allah celle şanühu[nun] i’dad-ı kuvvet fermanı tamamıyla +şısında titremedikce mü’minleri sadaka-i fıtradan bile men’ +ediyor. İşte o beş kuruşun da kuvvet i’dadına hem de fart-ı +ruyor. +Çünkü vatana zengini fukarası parasıyla her şeyiyle +kurban!! +Bu emr-i ehem icra olunmuyor buna karşı göz yumuluyor +dudak bükülüyorsa kabahat kimde? Ortada bir kanun +var fakat kimse ehemmiyet vermiyor. +Dur! Acele etme! Dahası var: Şu ma’den şimendüfer ve +sair bütün levazım-ı hayatiyyemizin ecnebilere verilmesi de +esliha ve sefain-i harbiyyenin a’dadan alınması da haramender-haram! +Bunların hepsi kuvvettir. Emr-i celil-i i’daddaki “kuvvet” +nazm-ı münifinin müsemmeyatı miyanındadır. +Allah Allah! Bunlar Ebucehil hilkatinde mi yoksa Yezid +fıtratında mı? +pa daru’s-sınaaları kapılarını üzerimize kaparsalar çırılçıplak +kalırız. Askerimize çakmaklı tüfekleri! Kaval! Balyemez topları +tevziine mecbur olur o dakīkadan i’tibaren teslim-i silah…! +Dünkü vahşi Japonya bugün medeni! O kadar medeni +ki aksa-yı Şark’ın İngilizi! Kırk senede adam oldu. Bütün +maharetiyle te’min ediyor. +Fakat milletine ahlak ve adab-ı milliyyesine perestiş ediyor. +Biz bu kadar parlak bir numune önünde kimimiz habide-i +cehl! Kimimiz masru’-ı taassub! Kimimiz de… meflucı +bi-dini! +Sorarım: O Fransız mürebbi ve mürebbiyeleriyle seviye-i +olmuş addettiğiniz Osmanlı Frenk madameleri bir dakīka +zevk ü sefahet-perestanelerinden ayrılıp da milletin derdiyle +vatanın alamıyla bir damla gözyaşı döktüler donanma +namına ilm ü irfanlarıyla !! mütenasib bir hamiyet-i milliyye +bir gayret-i mufrita-i vataniyye gösterdiler mi? +O Osmanlı ! misleri o Türk ! kontesleri her hafta bir +moda şekline girerler ve bu uğurda avuç avuç altınları Beyoğlu’nda +Bir lavanta şişesini üç! Bir tarağı dört beş mecidiyeye +alırlar. Her gün hususi balolarda!! Her gün umumi tiyatrolarda! +Talebe namıyla Avrupa’ya gönderilmelerini de istemeye +başladılar. Adab ve ahlak-ı milliyye nazarlarında bir vahimeden +bir taassubdan ibaretmiş! +Oh.…ne a’la! Sonra Avrupa’ya i’zamları cevazına dair +ulemadan fetva da istiyorlar. Onu Vatikan’dan alsınlar! Orası +la-yuhtidir !! alkışlarla verir! +Ulema-yı İslam’da fetva namına öyle cinayet yok! Şeriat-i +münezzeh ve mütealidir. +Bugün Trablus’a koşanlar senin o sefil diye vasfettiğin +ve sayelerinde nan u ni’metleriyle yaşamakta olduğun +müslümancıklardır. Sizin zümre-i bi-din ü bi-iman Tokatlıyan +Gazinosu’nda danesi yarım liraya şampanya bira şişeleri +patlatırlar kumarhanelerde ceplerini boşaltırlar. Bunların +saye-i sefahet ve rezaletinde Beyoğlu’ndan Yunan iane-i +bahriyyesine bir altın oluktur akar! Bu levha-i sefahet ü +fahşayı gören zavallı bi-haber müslümanlar “… darılıp oruç +yemek!” kabilinden i’dad-ı kuvvet emr-i İlahisini unuturlar. +Unuturlar da koca bir Trablusgarb’ı İtalya medeniyet-i hınziriyyesine +çiğnettirirler! +Ne o doktor yine darıldın mı? +Kadınları çocukları kıskıvrak bağlayıp koyun gibi boğazlamak +anasının kucağındaki şir-harı anasıyla süngülemek +sokakta dilenen alilleri eğlence makamında zehirlemek hasılı +ezmine-i kable’t-tarihiyye vahşilerinin bile yüzlerini kızartacak +vahşetler iftiraslar icad etmek; Hartum’da kadınları +saçlarından asıp işkenceler içinde öldürmek Cezayir’de Arab +evlerine cebren girip kızlarını oğullarını gasbetmek zavallı +kızları pamal-i şehvet ederek yıktıktan sonra umumhanelere +çerağ eylemek! Bedbaht yavrucukları Hıristiyan +terbiyesi üzerine büyütüp bir Katolik Arab yapmak! Bunlar +medeniyet-i insaniyye oluyor öyle mi? +Sonra bana karşı “la-yecuz-nüvis o kırılası kalemler medeniyet-i +hazırayı zerre kadar haya etmeden “Medeniyet-i +hayvaniyye” adlandıran o kırılası eller hazırladıkları ...” hakaretini +fırlatmak ha! Bu medeniyet-i hazıra [medeniyet-i] +ahlakıyye medeniyet-i insaniyye oluyor öyle mi? Siz bunu +takdis ediyorsunuz zahir? Fakat sizin hayanız kadınlarınızı – +ellerinizden gelse!– anadan doğma çıplak sokağa çıkaracak +derecede ali! Köpekleri tanziren Paris sokaklarını Berlin’de +hayvanat bahçesini teşbihen ...??? Utanmazsınız –ki utanmazsınız!– +diye sizi utandırmaya çalışayım! +Demek bu Avrupa medeniyet-i ruhiyyesini ! medeniyet-i +hayvaniyye dediğim için nazarınızda hayasız oluyorum! +Ya siz ey Frenk madamelerinizi kontesler meşreblerinizi +kolları omuzlarına kadar çıplak. Bütün gerdenleri açık +rezil menfur müstekreh bir tarz-ı mel’un tesettürle gezdirdiğinizden +bütün halkın enzar-ı şehvetini üzerlerinde +gördüğünüz halde –çünkü …yediğiniz için;– zerre kadar kıskanmak +hiss-i merdane ve namusperveranesini duymadığınızdan +dolayı hayalı oluyorsunuz o haya ne güzel alnınıza +yakışıyor! +Hani ya mecmua-i …let-penahın ’ıncı numarasında +“Müslümanlar her işlerini bitirdiler de yalnız tesettür-i nisvan +mes’elesine mi kaldılar?” diyor ve guya bunun mevzu’-i +bahs olmasına tarafdar görünmek istemiyordun? Ya neden +muttasıl hukuk-ı nisvana dair .v.ve-nameler neşredip duruyor +la-yenkatı’ muhadderatımızın tesettürüne karşı dişlerini +sırıtıyorsun? +Senin yapacak hiç başka bir işin yok mu? Yok mu ki o +kırılası kaleminle her hafta hey’et-i ictimaiyye-i İslamiyye +arasına zehirler döküyorsun? +Demek muhadderat-ı İslamiyye senin …keyfin için mutlaka +tesettürü atsınlar? Sen ve senin emsalin bi.. ve bi…lar +seyredesiniz değil mi??? +Nisvanımızın hukūk ve mevki’-i ictimailerinin yüksekliğini +o zaman tasdik edersiniz öyle mi? +Biliyor musunuz bu sizin .v.ve-i laneniz dahili harici +alem-i İslamı ne kadar tasdi’ eder? Ne kadar gönül bulantısı +veriyor? +Zannediyorlar ki İstanbul o muhterem muhit o payitaht-ı +cihan-ı İslam o aram-gah-ı livaü’l-hamd-i Hilafet böyle +mevcudiyet-i frenganeden ibaret! +Böyle sanıyorlar da Osmanlılığa Türklere besledikleri o +sevda-yı uhuvvetlerinde soğukluk hissediyorlar! +Sizin gibi birkaç …bacının birkaç … beğinin yüzünden +koca Osmanlı milleti mutazarrır oluyor. +Fakat siz bunu nereden bileceksiniz? Nasıl takdir edeceksiniz? +Nasıl takdir edeceksiniz ki ��talya Katolik misyonerleri +mualliminiz! Rahibeleri mürebbiyeniz! +Siz sanki İstanbul’da fesad ve ihtilal çıkarmak için İtalya +alçaklarına ruhunuzu vicdanınızı satmış bir düşman müfrezesi! +Bir anarşist cem’iyeti! +O sizin istihfafa yeltendiğiniz +ahkam-ı Kur’an iyyesini almak için Avrupa ukalası +kam-ı akdes-i şeriat-i Muhammediyye kapısından girerken +şapkasını çıkarıp yerlere kadar indiriyor! +Bunların o makam-ı muallayı takdis ü tekrimlerinden olsun +Siz gerçekten insan sıfatında bir …sürü ervah… imişsiniz! +Elinizden gelse muhadderatımızın –sokak ortasında– +zorla çarşaflarını çıkartacaksınız! +Ey Hilafet-i mukaddese-i Muhammediyye ile mütetevvic +Kanun-ı Esasi-i Osmani! Seni tebcil ü takdis eden senin bekanı +kendi hayatlarından muazzez bilen bütün cihan-ı insaniyyete +karşı gösterdikleri mu’cize-i inkılabı senin şerefine +yapan milyonlarca ehl-i dini bütün alem-i İslam’ı dilhun eden +şu mürted parmakları kır! Şu mel’un kalemleri parçala! +Ne kadar mukaddes İslamiyet’e Ravza-i Mutahhara ve +Mu’attara-i Cenab-ı Resul-i Kibriya’ya aleyhissalatü vesselam +ne kadar perestişkar olduğunu bu dinsizlere nikab-ı +kahr u celalini kaldırmakla göster! +Göster o kanlı dişleri! Neredeyse gizleme +Çek pençeni kemin-i hafadan. Çıkar uzat! +Yırt vech-i müstearını muğfil nikabı at; +Üryan bırak hüviyyetini çeşm-i aleme! +Üryan bırak hakīkat-i fıtrıyyeni görün: +Pençende bir kırık kafa: Ağzın çekide -hun… +Korkunç iniltilerle akūrane fırla dön; +Olsun behimeler bile hevlinle ser-nigun! +§ +Behimeden daha vahşi behimesin çünkü: +Zaife karşı behayimde bir terahhum var +Ki şir-harlara şirin taarruz etmediği +Bunun nişane-i vahşet-güdazıdır… Gaddar! +Düşünmedin mi ki biçare mümteli-agūş +Düşünmedin mi ki birlikte kalkamaz kollar… +Evet düşünmedin elbet düşünmedin canavar +Evet düşünmeye kadir değil dimağ-ı vuhuş! +şeklinde yazılmıştır. +Damarlarında gezen kan değil de cuşa cuş +Sümum-ı sayil-i akreb mi; ruh-ı senginin +Sevad-ı müncemid-i leyle-i şita mı haşin; +Rüsub-ı dudi mi yahud harikların hamuş +Ki acze karşı biraz merhametle kaynamadı +Ki acze karşı biraz müşfikane titremedi?? +Ne oldu bilmem o kurşun kafanda patlamadı? +Ne vardı çeşmine dolsaydı zulmet-i ebedi! +Çıkar yüzündeki şekl-i beşer-hüviyyeti at +Girifte-muy ü siyeh-ruy bir ridaya bürün; +Çıkar da suretini ademiyyete fırlat +Çıkar nezzareye sima-yı fıtratınla görün! +Çıkar; behimiyyetin iftirasın aşkıyçin +Çıkar da çehre-i mahiyyetinle üryan kal; +Çıkar ki şekline şeklen müşabehet bana şeyn! +Çıkarma ister isen… Dur çıkarma insan kal +Bu intıba’-ı heyulamı ben değiştireyim +Behime olma sana benzemekten ulvidir; +Behimelik sana nisbet biraz semavidir; +Sen olmayım da hep eşkal-i vahşete gireyim! +Yetiş elindeki süngünle kurşununla yetiş +Gışa-yı çehremi yırtıp izam-ı vechimi kır +Seninle şarik olan vechi benliğimden ayır +Seninle hem-süver olmak vuhuştan muhiş! +Kudurmuş azgını cem’iyyet-i beşer çekemez… +Tüfengi süngüyü at hem-nevi’lerinle kavış +Cibalde kayalıklarda git sürü sürünüz +Haris akūr ser-azad bir hayata karış!... +§ +Vaki’ ki ey zamire-siriştende-i hayat: +Te’sir-i kudretinle cemadat can bulur +Zerrat içinde dalgalanır şu’le-i şuur +Vaki’ ki her libasa girer cism-i kainat… +Bir müfteris fakat beşeriyyet siyabına +Girmek bu istihale-i hayret-vukū’ nedir? +Gerçek bu istihale-i fikret-füruz bir +Mu’ciz-nümun ilave mi dehr inkılabına? +§ +Ey şefkatin şehidesi kanun-ı hilkatin +Aciz-şümul zulmüne kurban olan kadın! +Hurm oldu şefkatin sana cürm oldu şefkatin! +Öldün de çünkü yavrunu sinende sakladın… +Canilerin yatağı mıdır batn-ı maderi +Cani-i müttehem mi doğan tıfl-ı şir-har +Doğmak cürm müdür..? Bu ne eşna’ zulüm ne ar +Yirminci asrın ey medeniyet denileri?! +Sen öldürüldün ölmedin ah ey muhaddere! +Semt-i semadan iste bu zulmün cezasını; +Duymaz yerin kulağı zaifin sadasını! +Bir heykel-i tezallüm-i ağuşte-hun gibi +Yüksel derin semalara yırtıp sehabı; +Geç meş’al-i kevakibi kaldır o na-tüvan +Titrek kolunla beyni dağılmış gunude-can +§ +Nevzad-ı hun-çekanını göster fezalara; +Haykır huruş-i zulmünü arzın semalara; +Seyyarelerde belki diğer zümre-i beşer +Meskun olur da sayhana doğru şitab eder +Haykır renin-i şirretini ademiyyetin.. +Görsün bu kanlı faciayı sermediyyetin +Gavr-ı zalam içinde yanar köhne gözleri; +Her katre-i çekide kızartsın bir ahteri: +Kan tutsun asümanın uyun-i mücevheri +Kan tutsun izar-ı müzehheri; +Sima-yı lem-yezelden okunsun beşer nedir? +Seyyare-i kühen ne fecaatli sahnedir?!.. +Teşrinisani +Yüksel sen ey bu toprağın pak şanlı bekçisi; +Yüksel bütün uzaklara göster cemalini; +Yüksel de çık semalara; Şark’ın Hilal’ini +Görsün o Garb! +Yüksel dağıt ufukları tazlim eden sisi +Yüksel kucakla al getir: Ümid şan zafer. +Ancak bu ağlayan vatan onlarla fahr eder.. +Yüksel feza-yı izzete yüksel ki: Alçalır +Karşında Garb-ı haifin alçak emelleri… +Yüksel didikle kır çürüt artık bu elleri… +Sen yükselirsen ey Hilal düşmanların kalır. +Hüsranlı bir geceyle… Fakat müslümanları +Yüksekliğin sevindirir; kalmaz figanları… +“Fahr-i Razi” bu büyük nam; bu deha-yı mümtaz +Cevv-i fikrimde eder yad-ı bülendi pervaz: +Bir vakūr çehreyi telvih ediyor kur u siyah +Lihye. Çeşman ü sa’yindeki ma’na-yı nigah +Ruh-ı ulvi ve semavisine olmakta güvah +Bu büyük hilkate bir ses yaraşır kim: Gümrah… +Bu büyük hilkat olur merkez-i işrak-ı deha +Ki şuaat-ı zerrinile verir Şark’a ziya +Yazıyorken o muhalled eseri ruh-i zeka +Sur-ı kilkiyle maaniyi ederdi ihya +Mevkib-i muhteşem-i fazlı mesabih-i ukūl +Nice eşhas-ı mübeccel nice sima-yı fuhul +Bunların hame-i tevkīrine guya mahmul +Gibi evreng-i dehasında o sahib-mahsul +Mihr-i irşadına guya ki furuğ-ı ruşen +O lisanlar ki dehanında idi mevce-fiken +O lisanlardı yine batıla berk-ı hırmen +Ruh-ı faziliyle dirilmişti bu dünya-yı kühen +Yenilendikce zamanlarda asır ettikce mürur +Kalacak fevk-ı efazılda o nam dur-a-dur +Bu suver-hane-i imkanda müşa’şa’ bir nur… +Bu esnada garib bir hal vukū’ buldu ki kemal-i minnet ü +meserretle zikredeceğim. Birgün divan-ı hükumette otururken +bir postacı geldi. Kabil’de bulunan nişanlımdan mektup +getirdi. Lakin mektubun bizzat bana teslim edilmesi ve cevabının +yine kendi tarafımdan yazılıp mühürlendikten sonra +gönderilmesi tenbih olunduğunu söyledi. +Evvelce de söylenildiği üzere okumak yazmağı heveskarı +olmadığım için vaktiyle okuduklarımı unutmuş ve adeta +eşkal-i hurufu tanımayacak dereceye gelmiştim. +Böyle tarafımdan okunacak ve cevabı yine tarafımdan +yazılacak bir kağıdı alınca fevkalade me’yus oldum. “Ben atıp +tutuyorum adam oldum iddiasında bulunuyorum. Halbuki +okumak yazmak bilmiyorum. Demek ki hakīkaten insan +değilim” diye nefsime levm ettim. O gece yatmazdan +evvel birçok ağladım. Ervah-ı enbiya ve evliyayı şefi’ ittihaz +eyleyerek İlahi! Kalbimi tenvir et. Bana okumayı yazmayı +öğret. Beni halk arasında utandırma duasını ettim. Sabaha +karşı uyumuşum. Rü’yamda; orta boylu güzel yüzlü uzun +ve ince parmaklı nohudi sarıklı şal kemerli eli asalı bir zat +gördüm. Kemal-i mülayemetle: +– Abdurrahman! Kalk yaz dedi. Mütehayyirane uyandım. +Kimseyi göremeyince tekrar uyudum. İkinci defa aynı +şekil ve surette zuhur eden bu zat: +– Ben sana yaz diyorum sen uyuyorsun. Demesi üzerine +uyandım. Kimseyi göremeyince yine uyudum. +Üçüncü defada o zat hiddetli bir tavır ile: +–Bu sefer de yatıp uyuyacak olursan elimdeki asa ile +göğsünü delerim tehdidinde bulununca yataktan fırladım. +–Kağıd kalem getirin. +Diye seslendim getirdiler. Kalemi elime alınca mektepte +yazdığım kelimat adeta hayalimde tecessüm etmeye okuduklarım +yavaş yavaş hatırıma gelmeye başladı. Güneş doğuncaya +kadar meşgūl olarak yedi yüz satır kadar yazdım. +Sonra onları gözden geçirdim. Bazı kelimatın mukatta bazılarının +yanlış yazılmış olduğunu gördüm. Yazdıklarımı okuyabildiğimi +anlayınca son derece sevindim. Yazılı kağıdları +yırtıp yeniden yazdım. +Divana gidip arz olunan kağıdları açtım. Okuyacağıma +aklım kesince sevincim tezayüd etti. Kıraet-i ma’ruzat vazifesiyle +mükellef olunan münşiye: +– Muharreratı bugün ben okuyacağım. Siz yanlışlarımı +tashih ediniz dedim. Münşi mütebessimane: +– Efendimiz okuyamazsınız ki cevabını verdi. Ben zarflardan +birini açtım: +– Dinleyin de okuyabiliyor muyum okuyamıyor muyum +anlayın diyerek kıraete şuru’ eyledim. Nihayetinde: +– Cevabını şu tarzda yazın dedim. Münşinin hayret ve +teaccübü arasında iki yüz kağıd okudum. Yüz danesine de +cevap verdim. Birkaç gün sonra münşinin ianesine muhtac +olmayacak dereceye geldim. Mektupları kendim okuyup +kendim yazmaya ve Kur’an-ı Kerim ’i yeniden tilavet etmeye +muvaffak oldum. +Şu mevhibe-i İlahiyyeyi pederime yazıp bildirdim. İbtida +buna inanmayacak oldu fakat: +–Mahdumunuz aslı olmayan bir şeyi size nasıl yazabilir? +Vadisinde idare-i kelam edilmesi üzerine beş bin “tenge” +nakd ile kıymetdar hil’atler ve bizim için murassa’ kılıç müzeyyen +eğer on top ipekli on top yünlü kumaş gönderdi. +Cenab-ı Hakk’a takdim-i şükran pederime de terkīm-i teşekkür +eyledim. +§ +Bedahşan ve Katagan vilayetlerinin emr-i idaresi yoluna +girdiği ve her tarafında asayiş ber-kemal olduğu halde “Kılab” +tarafından bila-fasıla duçar-ı işkal oluyordum. Oranın +emiri “Şah Han” bu defa da iki bin süvari göndermiş ve +Katagan ahalisinin kışın Ceyhun kenarında otlatmak üzere +götürdüğü on üç bin koyunu sürdürmüştü. +Şu münasebetsizliği duyduğum gibi koyunları istirdad +ve sahiblerine iade etmek üzere iki bin süvari i’zam eyledim. +Bizimkiler gidinceye kadar Kılab süvarileri Nehr-i Ceyhun’u +geçmişlerdi. Muakkıbler de nehrin sığ bir tarafından mürur +ederek öbür sahilde yağmagerleri yakaladılar beş yüz neferini +öldürdükten epeyce bir mikdarını da esir aldıktan sonra +mütebakīsini kaçırdılar. Koyunlarla beraber orada durup +Kılab’ı teshir etmek hususunda benden emir ve imdad beklediler. +Lakin bu babda pederimden bir hüküm telakkī etmediğim +lerine vermelerine dair haber yolladım. +Bu vilayette bir adet vardı. Yağma edilen bir mal istirdad +olunur da sahibine teslim edilirse onun sülüsü hükümran-ı +vilayete verilirdi. Şu adete ittibaan süvarilerim koyunların +altı binini benim namıma almak istedilerse de kabul +etmedim. Onlara mukabil verilen sekiz bin altundan üç binini +süvarilere dağıttım. Beş binini kendim aldım. Kılab emirine +de bir mektup irsaliyle “Eğer bu yağmagerlik tekrar ederse +vilayetini elinden alacağımı” iş’ar ettim. Mir-i müşarunileyh +meydan vermeyeceğine dair cevap gönderdi. Ve bazı hedaya +Bu meblağdan benim hisseme on bin altun düştü ki bununla +üç bin re’s beygir ve bin re’s deve satın aldım. +– Lügat-i Çağatay ve Türki-i Osmani: Eser-i Şeyh Süleyman +Buhari– +Bu vak’adan sonra vilayette tamamıyla emniyet ve asayiş +hasıl oldu. Pederimden Katagan’a gelmek fikrinde olduğuna +ve yola çıkmazdan bir ay evvel hareketini bildireceğine +dair bir mektup geldi. İnşaallah bi’s-sıhha ve’s-selame +teşrif buyurun diye cevap yazdım. +Ceddim Emir Dost Muhammed Han Herat’a hamle ettiği +esnada alilü’l-mizac olup evladından Serdar Şir Ali Han +pederinin hakkında sarf-ı evkat ederdi. +Serdar Muhammed A’zam Han Serdar Muhammed Emin +Han Serdar Muhammed Eslem Han gibi mehadim-i +sairesi ise onu biraderleri Şir Ali Han ile aralarında +buğz u adavet bulunduğundan ona rağmen Herat hakimi +yani babalarının düşmanı olan Sultan Ahmed Han ile ittifak +etmişler ve şu hareketleriyle pederlerini hayli incitmişlerdi. +Emir Dost Muhammed Han alem-i ahirete intikal eyleyince +na’şı Hace Abdullah Ensari kuddise sırruhu hazretlerinin +civar-ı mezarına defnolundu. Oğulları Afganistan saltanatına +nail olamayacaklarını anlayınca Serdar Şir Ali Han’ı +Afgan Emiri i’lan ederek müşarun-ileyhin ruhsatını almaksızın +kendi vilayetlerine azimet eylediler. +Emir-i cedid biraderlerinin kendini terkettiklerini görünce +oğlu Muhammed Ya’kūb Han’ı Herat Hakimliği’ne ta’yin +eyleyerek Kandehar’a gitti. Orada iken de biraderleri gelip +görüşmediler. +Hecde Nehr-i Belh Hakimi Serdar Muhammed Eslem +Han ile Kerem ve Huset Hakimi Serdar Muhammed A’zam +Han da bir fitne çıkarmak kasdıyla kalkıp Kabil’e gittiler. +Cedd-i merhum Kabil’e gittiği sırada Emir Şir Ali Han’ın büyük +oğlu Serdar Muhammed Ali Han’ı Kabil Hükumeti’ne +nasbeylemişti. Bu zat “Çabuk Kabil’e geliniz yoksa karışıklık +çıkacak” diye Kandehar’da bulunan pederine bir ariza +gönderdi. +Bunun üzerine Emir Şir Ali Han biraderlerine haber +vermeksizin Kabil’e azimet etti ki maksadı evvela üvey biraderi +Serdar Muhammed A’zam Han ile uğraşıp onu yola +getirdikten sonra li-ebeveyn kardeşlerini tenbih ü teskin eylemekti. +Gazneyn’e vusulünde amcam Serdar Muhammed A’zam +Han’a bir Kur’an irsaliyle “Siz Emir Dost Muhammed +Han’ın ekber-i evladısınız. Ben daima sizi büyük biraderim +tanırım. Binaenaleyh Gazneyn’e teşrif edin bir defa olsun +görüşelim” mealinde haber yolladı. +Serdar Muhammed A’zam Han bu haberi alınca Gazneyn’e +gelip biraderiyle görüştü. İki kardeş te’yid-i uhuvvet +mahdumu Serdar Server Han’ı emirin yanına bıraktı. Kendisi +mahall-i hükumetine avdet eyledi. +Dilimiz kadını gitmiş evlere benzemiş. Süpürülmemiş silinmemiş +pılısı pırtısı yerli yerine konulmamış.. Yiyeceklerimiz +giyeceklerimiz kullanacaklarımız tozlar topraklar içinde +kalmış… +Dilimize birçok şeyler yolsuz gelmiş yersiz girmiş.. Birçok +şeyler de yolundan ve yerinden çıkmış avare olmuş +yave olmuş. Biz bunları güdemiyoruz kullanamıyoruz. Lügatler +var ta’birler var.. Çarpık sakat yanlış doğrult düzelt! +Kabil değil kabil olsa bile makbul değil.. Bazen sakatlığı +görürüm fakat düzeltemem.. Çünkü sen müsaade etmezsin. +Bazen sakatlığı da görmem sen göstersen de beğenemem. +Sorarsan cevap veremem cevap versem beğenmezsin. +Acib bir şeydir ki bunda çok kere sen de ben de +ellerimizde ancak birer mikdar hak var ya ikimiz de haksızız. +Şübhesiz hepimiz i’tiraf ederiz ki hakka boyun eğmek +haklaşmak; haksızlığı ortadan kaldırıp uzlaşmak iyi bir şeydir. +Fakat evvelen hakkı meydana çıkarmalı bunun için de +şikayetleri da’vaları dinlemeli sormalı yoklamalı muhakeme +etmeli hakkı na-hakkı ayırıp kesip atmalı. Bu ise yalnız +senin benim yapabileceğimiz iş değildir. O sebeble bekliyoruz. +Ne vakte kadar? Kıyamete kadar mı bekleyeceğiz? +Hayır. Kıyamete kadar beklemeyeceğiz. Ben kuvvetle inanıyorum +ki Allah nereden gönderecek ise erler gönderecek +onlar derlenip toplanacaklar bu hak kırıntılarını derleyip +toplayacaklar.. Pürüzler ayıklanacak batıl gidip hak kalacak.. +Bu böyle olacak. Ama ki beklemek için artık benim +sabrım yok ihtimal vaktim de yok. O sebeble telaş ediyorum +dedikodu ediyorum. +Çok kere hayıflanırım.. Şu üzüntülerden bir faide olsa +bir iz kalsa diye düşünürüm.. Şu emekler şu imiklemekler +denizlere boşu boşuna akan çaylar gibi heder olup gitmese +derim. İşte böyle düşündüğüm zamanlar kendimde büyük +cür’et bulurum.. Da’vaya kalkarım. Hakkımdır zannıyla birçok +şeyler isterim. Hem de benim böyle zamanlarım az +değil çoktur. Ben bu noktada o mazlum kimselere benzerim +ki ömürleri kapılan haklarını geri almak için koşmakla arzuhal +gezdirmekle yanmakla yakılmakla geçer. +Ya yalnız ben mi bu haldeyim? Öyle olsa bir şey değil.. +Pekçok kimseler bu halde.. Hemen hemen bütün millet. Dilimizi +bağlayan sarmaşıklar içinde kıvranıyoruz. Vatanın bizden +hizmetler beklediğini görüp dururken birşeyler yapamayarak +çabalanıp gidiyoruz. Çokluk kıvranıyoruz ses çıkaramıyoruz. +Bazen ise kıvranamıyoruz bile. Bakılsa bunlara +kimse razı olmamalı.. Kimse razı değildir de. +Yazık ki hakkı hak edecek bir yer yok. Mahkeme ne +vakit açılacak? Tahkīkata ne vakit başlanacak? Hüküm ne +vakit verilecek? Daha ne vakte kadar bekleyeceğiz? Bekleyecekler +beklesinler.. Dedim ya benim sabrım vaktim kalmadı. +yerde toplamış ve saklamış olmak için şu sahifelerde hurda +sergisine benzer bir şey açıyorum.. Bütün bu mülahazaya +aid hurdalarımı burada yayıp sereceğim. Hurda sergisinde +teklif ve tekellüf sıra ve nizam aranmaz. Burada bir +lügat noktasının yanında bir edebiyat maddesi.. Bir imla +hurdasının yanında bin kavaid nüktesi bulunabilir. Bunlardan +bazıları yirmi yıl evvel yazılmış köhnemiş.. Bazıları +daha bu akşam söyleşilmiş dumanı üstünde turfanda.. Belki +de bazıları zarif bazıları turfa.. Bazıları zarif bazıları zırva!.. +Bilirim bizim memlekette bizim dilde bu türlü hurdalar +üzerine çok gösterişler çok satışlar yapılmıştır. Korkarım +bunlar da onların sonlar kalmışlarındandır. Ne yapalım +haksızlıklar kaldırılıncaya kadar bu böyle gidecektir.. Ne +çare ağrısı olan inler. Keşke böyle şeyler yazılmasa böyle +yazılar okunmasa ben bunları okuyanlardan utanacağım.. +Belki onlar da benden utanırlar da ödeşmiş oluruz. +* * * +“Dilimiz içinde.. Hurda şeyler” diyorum.. Eski gönlüme +uysam bunu “Lisanımız içinde.. Hurde şeyler” şeklinde satmak +mek varken “dilimiz” demek kabalık değilse sersemliktir. +Öyle ya biz hala bile “çocuklar” yerinde “etfal” deriz söylerken +“et” diye bilsek bile yazarken “lahm” yazarız bu bize +huy olmuş.. Biz böyle alışıkız... Sonra da “hurda” kelimesinin +mak cahillik değilse imla bilmemektir. Bu cahillik bu sersemlik +eski zamanlarda; faraza bundan on beş yıl evvel yapılsa +hurde-füruşlarının hıred-suz ve hıred-fersa birtakım ağır ve +ezici ta’riz ve taarruzları altında tehzil diye ad koydukları +yılan dişi maskaracılıkları ve maskaralıkları arasında hurd u +haş olması şübhesiz idi. Bunların te’siri hala bile üstümüzde +kaldığı için söylerken yazarken gönülde bir irkilme uyanıyor. +Bu irkilmeyi bir silkinme ile itivermek kolay olmuyor. +Bu kadar kaba sabalığa düşerek ifadeyi bu kadar bayağılaştırmak +bütün bütün lügat bilmemekten süslü ifade yolunda +beceriksiz olmaktan olmadığını ileri sürüp bir nefescik +aldıktan sonra sözü “hurda” ve “hurde” üzerine çevirebiliriz. +Evet “hurda” mı “hurde” mi? Yoksa “hurdavat” +veya “hurda” mı? Peşin şu da bilinsin ki maksad ne kitaplarda +yazılı “hurde” kelimesinin imlasıyla oynamak ne de +bunun ağızlarda yüz türlü tasarruf bulan nazlı haliyle gönül +eğlendirmektir. Cesaretim dilimizi hor görmek demek olan +bir halete karşı direnmek bu tecavüze karşı koymak içindir. +O sebebledir ki bu kelime üzerinde biraz çerezleniyorum. +Türk ağzında “hurda” olan bu Farisi kelime hep Farisi +halinde kalırsa bunda bir kibarlık bir yükseklik tevehhüm +olunur. Buna inanmak hemen hemen umumi bir tabiat olmuştur. +Mesela “kılıf” “kulübe” “para” “parasızlık” “zavallı” +diye söylediğimiz şeyleri yazarken “gılaf” “külbe” +“pare” “paresizlik” “zevallı” ve hatta “zevali” yapmaya +özeniriz. Bu özenme bazen “pırasa”yı “pürhassa” yapmak +derecesine kadar gider. Bugün velev ki bütün dünya “hava” +“hasta” “sahta” “softa” “halva” desin bunları her yiğit +mutlaka “heva” “haste” “sahte” “suhte” “helva” yazacaktır. +Niçin böyle oluyor? Çünkü bunlar hep kibar ve asil +şeylerdir bunların keyfine dokunmak olmaz. Ya Türkçe’nin +keyfine dokunmak Türkçe’yi kırıp ezmek? O ..yalnız caiz +değil belki lazımdır. Hülasa biz bu akla kulluk ederek deriz +ki: “hurde” kibar ve asil bir ta’birdir. Çünkü geldiği yerden +nasıl gelmiş ise öyle kalmış.. Bozulmamış bozmuş.. Türkçe’nin +yasakına boyun eğmemiş Türkçe’yi kendi kanununa +ser-füru ettirmiş. Demek ki bu ve bu gibi bize başka dillerden +gelen lügatlar hep hep pasaportlu birer ecnebidir. Bizim +memlekette ise; ecnebi olunca imtiyazlı ve asaletli olmak da +onun içindedir. Bakarız bu lügat nereden gelmiş? Geldiği +dilde nasıl kullanılır ve nasıl yazılır imiş? Hepsine uyarız +hepsine başımızı ağzımızı uydururuz. Bazen bunların asıl sahiblerini +bile geçeriz. “Salata” kelimesi Rumca’dır Rumca’da +sad harfi olmadığından bunu sinle yazmalıdır diyen +müellif bizde görülmemiş midir? +“Hurde”yi böyle kibar şekliyle kullandığımız vakit kendimize +de bir kibarlık payı çıkarmış oluruz. Sanki helva demesini +de bilirim halva demesini de bilirim diyen herif gibi +bir ağız şapırtısıyla şirin-kam olmuş damakımızı tatlandırmış +geçiniriz. Artık gelsin kibar ta’birler.. Bundan sonra +“dil” diyemeyiz “lisan” deriz “zeban” deriz “lisan-ı azbü’lbeyan” +deriz. “Uzubet-i lisan”dan “şirini-i sühan”den söz +açıp şapır şapır ederiz; “eşek” demeyiz “merkeb” deriz.. +“Katır” demeyiz “ester” deriz.. “Köpek” demeyiz; “kelb” +deriz. Böylece bütün açlıkları doyurmuş bütün eksiklikleri +doldurmuş oluruz. Hey hey.. Bal bal demekle ağız tatlı +olmaz.. Lakin kim anlar kim dinler! +Bence “hurde” sureti kibar “hurde” ile bayağı “hurda” +şekillerinin ortasıdır vavsız “hurde” isteyenleri büsbütün darıltmaktan +korktuğum için kelimeye sade bir vav ilavesiyle +“hurde” dedim kaldım.. Şimdilik “hurda” demek kabalıkta +o kadar ileri gitmek olmaz ve uymaz. Ya “hurdevat” +nedir? Bu bir zırvadır ki “hurdevat” şeklinde olsa da te’vile +gelmez. Bu Farisi’den mi gelmiş yoksa Arabca’dan mı? Bu +bir kelime mi yoksa iki kelime mi? Bir kelime için iki kapı +çalmak sonra da onu iki kapının da tanıyamayacağı hale +koymak doğrusu hünerdir. Hünerdir ama bundan dilimiz +bir kar etmeyince neye yarar? +Artık bizi “Trk” ve “Etrak” şeklinde tanımasınlar.. Biz – +çomak gibi– vavlı “Türk”üz. Ama Arab ve Acem bizim adımızı +böyle tanımışlar böyle yazmışlar.. Bu onların bileceği +şeydir. Biz öyle yazmayız.. Bu da bizim bileceğimiz şeydir. +Onlar bize “Etrak” ve “Türkan” demişler. Elbette bu onların +haklarıdır. Elbette bizden edat alıp “Türkler” diyemezlerdi. +Onlar bize başka ad takmamışlar; bizi adımızla çağırmışlar. +Bu da bir hak gözetiştir. Bu hak gözetiş teşekkürlere layıktır. +Biz bunları görmeyip de adımızı kamusdan ararsak.. +Orada nasıl yazmışlar; diye vehme düşer[se]k.. İz’ansızlık +bizimdir. Arab bu kelimeye kamusuna “Trk” suretinde +yazsın.. Farz edilsin ki bunu bir madde olarak kendine mal +etmiş de olsun.. Bu halde bile “Tereke yetrükü” yoluyla öz +malımızı özgelere terketmek için özenmek abesdir. Halbuki +Arab böyle de yapmamış.. Yapsa da bize bir şey terettüb +etmezdi. Böyle iken; bizim münasebetsiz bir gayretle bu +mübarek kelimeyi göz göre eksikli kusurlu yazmamız yollu +değildir. +Kavaidcilerden biri “nasıl” kelimesinin imlasını kesip +hükmederken “nasıl” yazmalı diyor; “nasıl” yazmamalı.. +Çünkü bunun aslı “ne” ile “asıl”dır. Hoppala!... Bunun imlası +“nasıl” veya “nasıl” değil; “nasil”dir. Bu da aslı “ne asıl” +olduğu için değil kelime “na-sil” suretinde iki heceli olduğu +ve her hecenin bir saitle hakkı verilmek lazım geldiği içindir. +Böylece “Türk” kelimesinin sahih ve fenni imlası vavla olmak +gerektır.. Bu da Arab’ın kamusunda böyle yazılmış yazılmamış +ve Acem’in kullanışında böyle gelmiş gelmemiş olduğu +Bilgiçlerimizden biri de demiştir ki “Türk” kelimesi “Lisan-ı +Türki” ve “Kamus-ı Türki” ve “Akvam-ı Türkiyye” gibi +terkibler içinde vavsız ve serbest ve Türkçe kaldığı zaman +vavlı yazılmalıdır... İhtimal ey kari’! Sen de böyle düşünüyorsun.. +Çünkü “Lisan-ı Türki” ve “Kamus-ı Türki” ve “Akvam-ı +Türkiyye” gibi şeyler Farisi tarzında terkiblerdir +Türkçe terkibler değildir. Binaenaleyh “Türk” kelimesi +Türk’ün töresine göre yazılamaz.. Evet bu anlayışla müftilik +sende kaldıkca vereceğin fetva budur. O halde ben de sana +sorarım.. Bu gibi terkibler Türkçe değilse bunları Türkçe +mesela “ihtimal değil” diyecek yerde “la-yahtemil” desem +“kabul etmem” yerinde “la-akbelü” desem dinler misin! Ha +gerçek sence o terkibler başkadır öteki sözler yine başkadır. +Bu sebeble bu noktada ben de susarım. Zaten ben kitap ismi +olduğu zaman bile “Kamus-ı Türki” gibi terkib yapmaya +pek özenmem “Türk Dili” der giderim. +Bize “Etrak-ı bi-idrak” diyenlere gelince onlara sorar.. +Siz hangi “ba-idrak”lersiniz? Afvediniz; ama başkaları tevkīr +edeceğiz diye bizi tahkīr etmek hakkınız değildir. Artık insaf +ediniz Türk’ün Türkçe’nin hakkını veriniz. Yoksa hak yerde +kalmaz. +Her şeyden geçtik.. Türk’e kendi adını doğru yazmaya +olsun müsaade etmemek günahdır. Bizim adımız söylerken +de “Türk”dür yazarken de. +Şu dakīkada harita-i İslam piş-i nazra-i im’ana alınıp da +şark garb şimal cenub nikat-ı erbaasına atf-ı lihaza-i dikkat +olunsa ca-be-ca mülk-i İslam müdhiş volkanlar hüzn-engiz +fecialar ihtilaller içinde olduğu görülür mülk-i İslamın herhangi +nikatına bakılsa orada elem sefalet zillet idbar asarından +başka bir şey nümayan olmaz. Daima daima bir +ateş-i ihtilal canhıraş bir izmihlal ebedi bir felaket alaimi taban +olduğu dide-i hüzne çarpar kulub-i muvahhidini dağdar +eyler. +Sergüzeşt-i insaniyyet olan tarihin o kenz-i hakīkatin şehadetiyle +müsbet hakayıktandır ki her birerleri bir meşher-i +medine-i medeniyyet birer bazar-ı ilm [ü] ma’rifet olan büldan-ı +leri bugün birer harabe-zardır. Birer şiven-gahdır. İşte; bu +cihettendir ki dilhunuz ye’simiz derdimiz feryadımız hep +bu cihettendir. +Hırs-ı cah u menfaat yüzünden hak-i pak-i İslam ağyarın +baziçe-i tamaı olmakta menhus bir taliin sevk-i şuumuyla +kas kas kavrulup gitmektedir. İşte o menhus tali’ bizim cehlimizdir. +Hep bu cehalet yüzündendir ki her birerleri şevket +[ü] ikbal ile göklere reşk-endaz-ı meserret olan o timsal-i +medeniyyet İslam memleketleri bugün serapa cehl ile hırs-ı +mektedir. +Cehalet insanı insanlığından çıkaran beşerde din ü +bir şaibe bir lekedir. Bu leke cephemizde yer tutmuş adeta +mukadderatımıza hakim kesilmiştir. Evet bugün mülk-i İslam +cehalet içinde puyandır. Bu acı acı olduğu kadar +dilhıraş bir hakīkattir ki inkara asla gelmez. Yine tekrar ediyoruz +ki hep saika-i cehalet ve nifakladır ki bu mülk bir Kerbela’ya +bir matemgaha dönüyor. Biz ehl-i İslam gözlerimizi +bürüyen dud-ı cehaleti dağıtmaz ve bir azm-i cahidane bir +sa’y-i takat-ber-endazane hasılı bir mü’mine layık olacak +surette saburane fakat şekurane bir hal ile istikbale doğru +alel-husus aşıkı bulunduğumuz hayata hayat-ı İslama doğru +bir metanet ü sebatla yürümez isek mevcudiyetimizi +varta-i inkıraza sürüklemiş oluruz. Bu hususda misbahımız +din ü iman şahra[hı]mız selamet-i vatan olmalıdır. Çünkü: +hakīkati her an çeşm-i ibrete vurmaktadır. +din olmayan yerde vatan hissi beslenmez. Zira gıda-yı +vatan dindir din-i mübin-i İslam’dır. Her nerede müraat +edilmemiş ise orada asar-ı izmihlal başgöstermiş o yer nabud +olmuştur. +Kaşane-i dilde perverişyab olan muhabbetlerin birincisi +hatta en revnaklısı en şiddetlisi dine karşı beslenen muhabbettir. +Bu muhabbet pek alidir. Kalbin ta a’makında bulunur. +Oradan te’siratını arzeyler de dine olan ufak bir taarruza +karşı beşere hayatını saadetini kurban ettirir efkar-ı +millet üzerinde böyle bir te’sir icra eder. Selahaddin Eyyubi +gibi bir şir-i gazanferin birkaç bin dilaverle milyonlarca ehl-i +salibi hak-i helake serişi hep bu muhabbetin bu hiss-i alinin +semeresiyle olmuştur. +Hicretin ilk senesi harita-i İslam bir noktadan kevkeb-i +lerine şarkan Bahr-i Faris’e garben Şab Denizi’ne kadar tevessü’ +etmişti. +Bu muhitin ufkunda şa’şa’-paş-ı şetaret olan rayat-ı İslam +Hulefa-i Raşidin devrinde Şam ve Irak kıt’alarında temevvüc +ediyordu harita-i İslam Emeviler zaman-ı saltanatında +Bahr-i Hazar sahillerinden Babü’l-mendeb’e Hindistan +hududundan memalik-i Mağrib’e Vadi-i Nil’e kadar yerleri +ve bütün Endülüs’ü Gol Kıt’ası’ndan Puatyasör[?] Borto +şehirlerini ihtiva eyliyordu. +Devr-i Abbasi’de ise bu haritanın vüs’ati şimdiki Avrupa’nın +şa’şa’ safhası budur. O zaman bu haritanın ucu Türkistan’ın +kısm-ı ulyasına Hindistan’ın Sind ve Pençap ovalarına; +Bahr-i Muhit-i Hindi sahillerine dayanıyor diğer ucu Afrika’nın +Sahra-yı Kebir’ini Bahr-i Muhit-i Atlasi’nin ma’i dalgalarını +Pirene Dağları’nın öte eteklerini aşıyordu. Evet aşıyordu. +Fakat bugün İslam memleketleri bela-yı cehl ile hırs-ı +çar harita-i İslam’dan birer birer koparılarak ecanibin düşman-ı +dinin yed-i bi-amanına giriyor. İşte bir vakitler selatin-ı +Hersekler Karadağlar Sırbistanlar Eflaklar Boğdanlar +Dobrucalar Bulgaristanlar Kırımlar Kafkasyalar… Daha … +Daha.. Kıbrıslar Tunuslar Cezayirler Faslar Rumeli-i Şarkīler.. +Giridler Mısırlar.. Adenler.. Ahali-i İslamiyyesi duçar-ı +felaket oldu. Öyle iken biz ehl-i İslam intibah etmiyor +onların o dindaşlarımızın hal-i pür-melallerini görüyor işidiyoruz +da biraz olsun mütenebbih olmuyoruz. Bilmem bu +kadar felaketler elvermeyecek mi? +Ehl-i İslam çektiği bu kadar felaketler elvermiyormuş +gibi bir de on dördüncü asırda Trablusgarb felaketini görmekle +dil-hundur. Liva-yı Muhammedi’nin mevce-dar olduğu +her yerde her belde-i İslam’da Allahu ekber sada-yı bülendi +düncü asrın Avrupa tarih-i medeniyyetinde bir numune-i +vahşet siyah bir nokta-i la’net bırakan İtalya vahşileri tarafından +hunharane hunharane olduğu kadar vahşiyane +bir surette Trablusgarb’daki nisvan-ı İslama saçları bitmemiş +ma’sumlara ale’l-husus daha rahm-i maderde iken sille-i feleğe +uğramış a’malara karşı icra edilen zulümleri işkenceleri +gözönüne getirdikce derin bir hüzn ü eleme müstağrak +olmamak kabil midir? +Ah.. Felaket de teseyyübün cehaletin bir yadigarı bir +yadigar-ı bed-girdarıdır. +Trablus vak’ası dolayısıyla hissiyat-ı İslamiyye heyecanlar +nın yıldırımları biraraya gelse bir telini yerinden inhiraf edemeyecek +derecede rasin bir şiraze-i din ile merbut ehl-i kıble +bugün Trablusgarb’da yapılan zulümlere karşı la-kayd değildir. +Bunu bir harb-i hususi değil umum İslamlara karşı +açılmış bir harb olduğu i’tikadındadırlar öyledir. +Kim ne derse desin Trablusgarb bugün hukūk-ı düvelin +ta’rifi üzere iki devlet arasında açılan bir muharebeye değil +Arz-ı Filistin’i derya-yı huna boğan vukūat-ı salibiyyunun +yirminci asırdaki bir numune-i vahşet-averine saha olmuştur. +Ehl-i İslam’ı o saha-i Filistin’de muzaffer eyleyen tevfik-ı +bu diyarda henüz hurşid-i hürriyyetin tuluundan mukaddem +Makedonya’da gizli ellerle Avrupa paralarıyla yaptırılan +cinayetlere artık yirminci asır-ı medeniyyetin tahammül +edemeyeceğini i’lan eden Avrupa Ravel’de[?] zeval-i Osmaniyi +lusgarb’ın hal-i perişanını görüyorlar da –Trablusgarb’daki +birer timsal-i insaniyyet olan muhabirlerini ihbarat-ı hakīkiyyelerine +rağmen– i’lan ettikleri hal-i bi-tarafilerini muhafazada +ber-devamdırlar. Zihi medeniyet.. Zihi insaniyet!.. +Varsın Avrupa bu acib hal-i bi-tarafilerinde devam ededursunlar. +Alem-i İslam’da kopacak seyl-i huruşana karşı +hiçbir Avrupa kuvveti ıktiham edemeyecek neticede +yine en ziyade mutazarrır olacaklar Avrupa devletleri olacaktır. +Artık alem-i İslam medeniyet kisvelerine bürünen barbarlardan +usandı bıktı. Bu Trablusgarb felaketi ehl-i İslama +bir ders-i intibah olursa bizimçün bu da bir muvaffakıyet +olacaktır. Şimdilik muzafferiyeti temenni edelim. El birliğiyle +çalışalım. Mevcudiyetimizi mevcudiyet-i İslamiyyemizi gösterelim +de düşmen-i bed-namımızın mülevves ayaklarını +ufkunda “Allahu ekber” sada-yı ruh-averi tanin-endaz olan +Trablusgarb’ın bir tude-i hakine bile basdırmayalım. Bu şüheda +makberinin ilelebed yed-i İslam’da kalmasına ahd ü +peyman edelim. Zira Avrupa bu vak’a dolayısıyla efkar-ı +umumiyye-i İslam’ı şiddetle ta’kīb ediyor efkar-ı İslam’ın +saha-i kainatta derece-i kuvvet ü kudretini anlamak istiyor +fırsat bu fırsattır.. +Bugün bütün mütefekkirin-i İslamiyyenin nazım-ı efkarı; +kıble-i mücahedatı endişe-i istikbal-i İslamdır. Buna şübhe +yok. Bu kudsi ve necib endişe nüfus-ı mutmainne için alem-i +beşir ki aynı zamanda vazife-i inzarı da deruhde etmiştir! +Yine o muhterem mütefekkirler daman-ı istikbali müterakkī +milletlerin paye-i refi’-i irfanına vusulde buluyorlar. Şübhesiz +ki isabet de ediyorlar. Evet bizim için ümid-i necat +vasi’ mikyasda en emin planlarla hatta kavanin-i tekamül +caret ziraat sınaat kişverlerini bu cihad-ı mukaddes ile +fethedeceğiz ve nihayet ehl-i İslam’ın namus ve hayatını +mecd-i kadimini bu feth-i mübin ile iade edeceğiz. Bunlar +hep doğru hep güzel. Fakat mebde’-i hareketimiz ne olacak +çünkü bu saydıklarımız; hep birer “menzil-i maksud”dur +gayedir. İşe asıldan mebde’-i evvelden başlamazsak +lisan-ı şeriatin “Sünnetullah-takdirullah” ta’bir ettiği kavanin-i +tabiiyye ile mütevazin bir üsve-i hasene ta’kīb edememiş +oluruz. Bu mebde’-i evvel bu illet-i ula nedir? Terbiye. +Fi’l-vaki’ hakīkati “ilim”den başka +bir mebde’-i hareket tasavvurunu lüzumsuz gibi gösterir. +Fakat ilim na-mahdud bir fezadır. Bu gayr-i mütenahiyet +şad lazımdır ki işte “terbiye”den kasdımız da budur. Çünkü +“cehl dalalden ehvendir.” +Terbiye kelimesi bu mübarek kelime; senelerden belki +de asırlardan beri bizde ne kadar ihmale layık görünmüş ne +kadar tahkīr olunmuş ne derekelerde kahr u tedmir edilmiştir! +Biçare terbiyemiz; pek felaketzededir. Denebilir ki +bugün en mağdur tedavisine imdadına koşulmaya en şayan +bir kelimemiz “terbiye”dir. Çünkü: Terbiye! Kurtulursa +bu vatan bu “hayru’l-ümem”de kurtulmuş olacaktır. Çünkü: +Terbiye namına bugünün kafalarında gezen fikirler +ma’luldür marizdir hatta mahkum-ı memattır. Hayat-ı necat +emelleriyle terbiye-i hazıramız arasında pek derin uçurumlar +pek müdhiş adavetler vardır. Bugünkü terbiye ile +yine bugünkü fikr-i terakkī ve saadet; kabil değil uyuşamaz +müteazıd olamaz! +* * * +Temmuz inkılab-ı siyasisini müteakıb bu inkılabın +ancak ictimai bir inkılab ile yaşayabileceği pek muhıkk olarak +emdir. Nesl-i hazırın yed-i gaddare-i teseyyüb ü ihmal ile +kafalarda yerleşen dal budak salan eski terbiye-i mu’tadeden +kolay kolay yakayı sıyıramayacağını yana yakıla ister +müktesebe ve mevrusesini tanımaz ve ensal-i müstakbeleyi +kurtarmak için uhdesine terettüb eden vazifeyi ifa hususunda +da yine o zalim terbiyenin yed-i amya-yı i’tisafına +teslim-i inan-ı ihtiyar ederse artık bu sefer kendisi için mes’uliyetin +her türlüsünden kurtulmaya hiçbir çare kalmaz! Üç +senelik şuun içinde bu hususda ümid-bahş bir numune-i +gayret bile göremiyoruz. Gördüğümüz şeyler; bu zavallı neslin +olduğunu isbat ediyor. Ne yaptık terbiye-i umumiyye namına +ne gibi bir teşebbüsde bulunduk terbiyeye dair kaç cild +kitap te’lif değil tercüme edebildik mekteplerimizde terbiye +namına zikre değer bir inkılab mı husule getirebildik? Halkımız +yani hepimiz terbiyeden bilhassa terbiye-i iradeden o +kadar mahrumuz ki bugün kulub-i ümmette namına bir +abide-i minnet ve ihlas rekz ettirebilecek adam; ancak şu +sevgili vatanın terbiye ve tehzibine vakf-ı mesai edecek +olandır! +Bizi kurtaracak terbiye bir terbiye-i İslamiyyedir. Mukteda-yı +terbiyemiz Sadr-ı İslam olacaktır. Milel-i garbiyyenin +terbiye namına meydana koyduğu muhalledat-ı saliha-i asardan +çünkü böyle bir hareket pişvamız olan “Sadr-ı İslam terbiyesi” +“dalle” sahibiyiz ki doymak gaiblerimizi bulabilmek için her +kapıya baş vurmak en birinci vazifemizdir. Fakat bütün iktibasat-ı +sonra ca-yı tatbik bulmalıdır. Sadr-ı İslam’dan bir nümune-i +terbiye olmak üzere hatırımıza gelen şu vak’a üzerinde vakfa-gir-i +tenebbüh olalım: +Cenab-ı Ömer el-Faruk; bir sürü çocuğun oynadığı +bir sokaktan geçerler. Çocukların içinde Abdullah bin +Zübeyr de varmış. Cenab-ı Faruk’u görünce hep kaçışmışlar. +Abdullah bin Zübeyr kaçmamış. Hazret-i Faruk: +– Arkadaşlarınla küllen beraber sen de niçin kaçmıyorsun? +buyurmuşlar. Abdullah bin Zübeyr: +– Bir cürmüm yok ki senden korkayım da kaçayım; yol +dar değil ki müruruna hail olmamak üzere çekilmeye lüzum +göreyim. +Cevab-ı müeddebanesini vermiş. +sefle i’tiraf etmek lazımdır ki ehl-i İslam Sadr-ı İslam’dan uzaklaştıkca +bu asil ve hür terbiyeyi de gaib ettiler. Bütün +musibetlerimiz bu terbiye-i fazıladan mahrumiyetle beraber +başladı. O halde ey sevgili dindaşlar ey zümre-i mütefekkirin; +at lazım geliyor. Çünkü: O öyle bir mazidir ki bütün desatiri; +vaz’ u teşri’ olunmuştur! +Bakü’de münteşir Necat refikimizden aynen: +Trablus gailesi Türkler için büyük bir imtihan kıymetdar +bir tecrübedir. Alman imparatoru nice bundan evvel Baalbek’de +Salahaddin’in kabri üzerinde icra-yı nutuk ederken +özünü milyon müslümanın muhibb-i sadıkı dostu ve +hamisi diye nazara verdikten sonra fenalık namına acaba o +şey kaldı mı ki alem-i İslam’ın başına getirmesin? Potsdam +bu defaki İtalya muharebesinde ta’kīb ettiği iki yüzlü politika +madı mı? Bunu alem başa düştü bunu deliler mecnunlar +bile anladı. Fakat çe-sud ki Türk zimamdaran-ı hükumeti +bunu anlayıp başa düşemediler. +Bilmiyoruz ki müslümanlar ne vakte kadar maymun rolünü +Taklide bari ya bunlar kadar kabiliyetimiz olsa yine ne +taklid ediyoruz ki artık onlar Avrupa’nın üzerinde ez-hercihet +muzır hüküm ve menfaatten sakıt olmuş addediliyor +eğer biz müslümanlar ya bunlar kadar akıllı bir mukallid +olsa idik bugün Osmanlıların da düşmana karşı çıkarmaya +on dane olsun balonları olmuş olurdu. +Haftalık Mehtab ceridesinde “İctimaiyat” ser-levhası altında +ve tesettür-i nisvan aleyhinde yazılan makale muhteviyatı +Üsküb Meb’usu Said Efendi tarafından Alemdar +Gazetesi ’yle neşredilen açık mektupla tenkīd ve reddedilmiş +ve fi’l-hakīka birçok fevaid-i diniyye ve ictimaiyyeyi ihtiva +eden tesettür-i nisvan lazıme-i İslamiyyesi nusus-ı katıa-i +Kur’aniyye ve ehadis-i Nebeviyye ile mevzu’ u müesses mükemmilat-ı +umurdan olup bu babda gayet sathi muhakemata +müstenid olarak yazılan mütalaat-ı sehifenin hissiyat-ı +tağni bulunmuş olmağla ceride-i mezkure hakkında lazım +gelen muamelenin ifası hakkında makam-ı Meşihat’den +Harbiye Nezareti’ne tezkire yazılmıştır. +Hindistan’da Amritsar şehrinde intişar eden Vekil gazetesi +hey’et-i tahririyyesi tarafından el-Liva ceride-i muhteremesine +gönderilen mektuptan anlaşıldığına göre: Hindistan +havalisinde bulunan birçok tavaif-i İslamiyyenin iştirakiyle +bir cem’iyet tertib ve bir meclis-i umumi küşad edilmiş. +Afrika’da fi sebilillah cihad uğrunda her türlü fedakarlıktan +çekinmeyen ihvan-ı din için cem’-i ianata başlanılmıştır. +Mısır’da münteşir el-Liva ceridesi İdarehanesi’ne: +Cabir Siracüddin Efendi tarafından dört lira ile beraber +atideki mektup irsal edilmiştir: “Posta ile size dört lira gönderiyorum. +Bu meblağ bu sene üzerime farz olan zekatımdır. +Daima te’yidat-ı Sübhaniyyeye mazhariyete dua-han +olduğumuz Devlet-i Aliyye’mize iane-i harbiyye olmak üzere +takdimini zekatım için en münasib bir masraf buldum. +Sizden bu meblağın kabulünü ve erkan-ı hamse-i diniyyesini +eda eden dindaşlarımızın zekatını cem’ ile bugünlerde fi +sebilillah mücahede eden ihvan-ı dinimize tahsisi hususuna +delalet edecek bir cem’iyet teşkilini rica ederim. Hak muininiz +olsun.” +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Aralık +Yedinci Cild - Aded: +Hazret-i şarih eserinde diyor ki: +dir. Ve Hak sübhanehu ve tealaya illetü’l-ilel ıtlak edip vücud-ı +Hakkı akl-ı külle illet-i tamme kılıp akl-ı evvel Hak’dan +müfarakat etmez ve Hak teala dahi akl-ı evvele ifazadan +hali olmaz diye vücud-ı mutlakı mukayyed ve akl-ı evvele +Fütuhat-ı Mekkiyye ’nin bab-ı sanisinde buyururlar ki +Yani Hak sübhanehu ve +teala mevcudün-bi-zatihi ve mutlaku’l-vücud olup mukayyedün-bi-gayrihi +değildir. Ve bir şey ondan ma’lul ve ol dahi +bir şeye illet olmaz. Belki ol zat-ı ehadiyyet ma’lulat ve +künde vücud zaid ale’l-mahiyyettir derler. Ve Ebulhasen-i +Eş’ari vücud eğer vacibde ve eğer mümkünde ayn-ı zattır +deyip vücud-ı mutlakta her biri bir vecih beyan eder. Fe-lihaza +erbab-ı fikr u nazar derler ki: Icad hod fer’-i vücuddur. +Vücud sabık ayn-ı vücud lahik olsa şey kendi nefsi üzerine +tekaddüm etmek lazım gelir. Ve gayri dahi olsa vücudatta +teselsül veyahud bir vücuda müntehi olmak lazım gelir ki +ayn-ı zat ola. Vahidin vücudunda ise teaddüd muhaldir. +ve bir vecih dahi beyan edip derler +ki bi’n-nazar ile’z-zat ma’raz-ı vücudda olan herşeyden +vücud meslubdur. Zira mahiyet min haysü hiye gayr-i zat +olup zatiyat ondan meslubdur. +Şu halde Hak sübhanehu ve tealanın sübut-ı vücudu +zattan naşidir demek olmaz. Zira icad fer-i vücud olduğuna +akıl dahi hükmeder. Mahiyet min haysü hiye bila-şarti’lvücud +mucid olur demek değildir. Zira +mukaddemesi beyne’l-ukala mukarrer ve müsbettir. +Vücud-ı vacib kendi zatıyla kaim olup hem vücud ve +hem mevcuddur. Yani ma’na-yı vücud demek +olur ve bil-cümle bu babda erbab-ı fikr u nazar ebhas-i +kesire etmişlerdir. Kütüb-i kelamiyye tetebbu’ edenlerin +ma’lum-ı şerifleridir ve erbab-ı keşf ü ayan ve ashab-ı zevk-i +vicdan katında vücud-ı Hak ayn-ı zat-ı Hak’dır ve Hak’dan +gayri mevcud-ı hakīkī yoktur ve eşya-yı saire şuunat-ı zatiyye +olup vücud-ı mutlak müstağrak-ı cemi’-i mevcudattır. +vücud Hak’dan gayri +olmayıp Hak tebareke ve teala cümle cihattan münezzeh ve +vahid-i hakīkīdir ve vahdaniyet-i Hak’da la-zihnen ve la-haricen +ve la-aklen ve la-vehmen ve la-hakīkaten ve la-mecazen +vechen mine’l-vücuh kesret olmayıp cümle şeyden +ganiyy-i mutlaktır ve ta’rif ve ta’yin ve ıtlak ve takyid ve teşbih +ve ta’tīl ve bil-cümle i’tibarattan her ne var ise cümlesinden +münezzeh ve mukaddes olup vücud-ı gayrı mecazi ve +ve’l-mümkinü ile’l-vacib bi-hasebi’l-i’tibari ve’l-izafet mevcudlar +ve lakin bi-hasabi’l-hakīkat ma’dumlar olup mevcud-ı +hakīkī-i ezeli ve bakī-i ebedi-i sermedi Hak tebareke +ve tealanın vechidir ki ol vech onun zatı ve hakīkatidir ve +cümlenin ibka ve i’damına hüküm Hakk’ındır ve ba’de ifnai +zevatihim ve iskatı izafetihim cümle eşya Hakk’a raci’ olur. +Kema kīle “et-tevhidü iskatu’l-izafat” ve kale teala +tesmiye-i vücud-ı +mutlak vücuddan kaydı selb içindir ki ve illa bi’n-nisbeti +mertebe-i evvel ve gayb-ı hüviyyet derler ki hiçbir vechile +müşarun-ileyh ve hiçbir vasıfla mevsuf ve izafet ile mensub +ve mensubün-ileyh olmaz. Nitekim mukaddimede ve bazı +mahalde bunun zikri sebk etmiştir. Kıdem ve hudus ve vahdet +ve kesret ve bunun emsali evsaf ve i’tibarat meratib-i +ahkam-ı tenezzülattan olup min haysü’l-ıtlakı ve’t-te’siri ve’lvahdet +mertebe-i uluhiyyettedir. Ve illa öyle değildir ki mevcudatın +vücudu hakīkatte vücud-ı Hak’dan gayri vücud-ı +kaim bi-nefsihi ola. Zira kaim bi-nefsihi olan vücud-ı hakīkīdir. +yiddin radıyallahü anh +Zira ittihad ve hulul +mevcudiyetten hasıl olur. Vücudda ise vücud vahidden gayri +olmayıp eşya Hakk’ın vücuduyla mevcude ve kendi nefisleriyle +ma’dumedir. Kendi nefsiyle ma’dum ve vücud-ı +Hak’la mevcud olanda hulul ve ittihad tasavvur olunmaz. +Mesnevi-i Şerif şerhinde naklolunan yukarıki satırlar vücud +hakkında Ehl-i vahdetin fikirleri neden ibaret olduğunu +vazıhan göstermektedir. Onlar saha-i hakīkatte vücud-ı +vahidden başka bir şeyin sübutuna kail olmuyorlar! +Hulul ve ittihad vukūunu iki vücudun taayyünüyle meşrut +kıldıklarından vücud-ı vahidin sübutu takdirinde onun +vukūuna imkan görmüyorlar. +Görülüyor ki muhakkikīn-i Sufiyye: +Beytinin mazmunu vechile eşyaya mahz-ı adem cenab-ı +Hakk’a ayn-ı vücud diyorlar. Mütekellimin ile beynlerinde +tehaddüs eden niza’-ı müdhişin mebdei de bu oluyor. +Halbuki iyice dikkat edilecek olursa aralarındaki azim ihtilaf +şiyor. Belki bazı kimseler bu cihetin imkanına kail olmazlar. +Fakat her halde mes’ele iki fırkayı yekdiğerinden o kadar +cüda edecek nakli şime-i insafa pek giran gelen ağır sözleri +söyletecek kadar değildir. +Evet: Hicaz hak-i paki –kable’l-İslam– tasviri değil hatta +tasavvuru insanı tedhiş eden bir beyaban-ı vahşet bir muhit-ı +sefalet idi. Kesif bir zalam-ı cehalet altında kalmış olan +kabail-i Arab yekdiğerini paralamakta siba-ı müfterise sürülerini +tanzir ediyorlardı. +Gıdaları yılan çıyan ümm-i gıylan; hasılı: İnsan şeklinde +küme küme hayvan! +rer mefahir-i kahramani teşkil ediyor; üdeba ve şuaralarının +en beliğ kasidelerine bu kanlı zeminler bu feci’ makteller +birer muhteşem! mevzu’ oluyordu. +Zavallı kadınlar birer insandan ziyade canlı birer ev +mobilyası! Analığını kendine nikah edenler mi yahud mehrini +almak suretiyle diğerine satanlar mı istersiniz? +Meğer zavallı kadın evladlığının pençe-i vahşetine düşmeden +kendi ailesi halkının agūşuna can atmak bahtiyarlığına +nail olsun! Hele ah …. kız doğan bedbaht yavrucukların +–guya ar u hicab ve fakr u zaruret namına!– diri diri mezara +atılmaları ne faci’ ne hired-suz bir cinayet oluyordu. Bu +zavallı bu ma’sume kuzucukların günahı ne idi? Ne idi ki +rahm-i maderden şefir-i makbere sukut ediyor daha bir hava-yı +hayat teneffüs etmeden daha bir ibtisam-ı melekane +daha bir katre süt emmeden kara topraklara karışıyorlardı? +Bir valide hamil kaldığı dakīkadan doğuracağı ana kadar +geçirdiği halecanlı günler derd-efruz haftalar girye-ver +aylar onun için bir devr-i matem idi! “Acaba kız mı …? Eyvah +… ciğer-parem yüzünü görmeden babasının gayz-ı +nefretine tehevvür-i vahşetine kurban olacak?” diye inlerdi! +Bu ma’sumane cinayet-i takdirin faili olan analardan +bazısı veladetin evca’ u alamı içindeki –o nazar-ı şefkat ve +merhamete ateşin yaşlar döktürecek– hal-i mefluciyyetiyle +yerinden sıçrar kocasının ayaklarına kapanır: +Aziz başın için efendiciğim! Kıyma! Gömme!” +diye yalvarır ayaklarını gözyaşlarıyla ıslatırdı. +Guya o da bağışlardı. Fakat o inayeti ! cinayetini taz’if +etmek ona daha hevl-engiz bir dehşet vermek maksadıyla +ederdi. +Zavallı kızın saçmaya başladığı o melekleri gaşy eden ilk +ezhar-ı tebessümü pederine ! bir cadı bebeğinin gülüşü gibi +hiddet ve nefretini yerlerde yuvarlanması bir yılan yavrusunun +sürünmesi kadar istikrahını mucib olurdu. Nihayet +kız on üç on dört yaşına kadar yaşayabilirdi. +akrabası nezdine götürüp takdim edeceğinden bahisle sevgili +! kerimesini giyindirip süslenmesini validesine emreder. +Bedbaht ananın yüreği hoplar; “ah ….! Mutlaka hıyanet! +hıyanet!” sayhaları ta a’mak-ı ruhundan kopar. Yağmur +gibi sirişk-i me’yusiyyet döken gözlerini evladına ruh-ı +sanisine çevirir boynuna sarılır. Son el-veda’…! +– Peki efendiciğim! Fakat rica ederim emanete hıyanet +etme! +– Öyle şey mi olur? Akrabama götürüp takdim edeceğim. +Baba kız yola çıkarlar. Bir kuyu başına gelirler. Vahşinin +rengi atar siması bir şekl-i hun-hari alır. Gözleriyle bir kuyuya +bir de şikarına bakmaya bir şeyler mırıldanmaya başlar. +Bedbaht kız lerzeler giryeler içinde “Aman babacığım? +Kıyma bana! Valideciğimin son sözlerini unutma! Günahım +nedir ki beni kuyuya atmak evladını kendi elinle mahvetmek +bir aralık kalbinde bir şu’le-i şefkat füruzan olur fakat efsus… +ki derhal söner. Canavarlığın –bütün ma’nasıyla– bir +timsal-i zi-hayatı kesilir. Bir savlet-i akūrane ile atılır kızı tepesi +aşağı kuyuya atar. +Kızlığında kurbanı olan o şehide-i mazlume son nefes +son söz son hayat olmak üzere “Eyvah... Baba validemin +emanetine akıbet hıyanet ettin! Kız yaratıldığım için bana +kıydın! Yazık sana yazık!” diye medfen-i ebedisine iner! +şiyyeyi bile utandıran ağlatan hayatları! +–Ebu’r-Reyhan Muhammed bin Ahmed elBiruni +kemalat-şiarıdır hatta şuabat-ı fenden bazıları hakkındaki +vukūf ve tetebbuu İbni Sina’nın bile fevkındedir. +Nam-ı bülend-i irfan-penahı beyne’l-ulema “el-Üstad” +ünvan-ı mübecceli ile iştihar eylemiştir. +El-Biruni cidden bir harika-i zeka idi. Asya-yı ulya İbni +Sina ve El-Biruni gibi fıtratın pek nadir yetiştirmiş olduğu +dahilerle bi-hakkın iftihar edebilir. +mağın veleh-bahş tecelliyatı Biruni’nin eserlerinde metin ve +asil bir ifade ile pek rengin bir kisve iktisab eylemiştir. +Ebu’r-Reyhan Harezm mülhakatından Birun nam kasabada +mehd-ara-yı alem-i şuhud olmuştu. Mebadi-i tahsilini +mevlidinde görmüş bilahare o vakitler iştihar eden eazımın +derslerine mülazemet ederek üstadlarını bile hayrette bırakacak +kadar mütefekkir bir dahiye-i kemal olarak yetişebilmiştir. +Beşinci asr-ı hicride maarif-i İslamiyye’nin terakkī ve tealisi +uğurunda bezl-i mesai eden erbab-ı fenden bir kısmı İbni +Sina’nın muhit-i feyyaz-ı kemaline toplandıkları gibi bir +kısmı da El-Biruni’nin halka-i irfanına müncezib olmuşlardır. +Bir tarafda İbni Sina diğer tarafda ise El-Biruni iki +kutb-ı mıknatısi gibi alem-i İslam’ın mütefekkir ve zinde dimağlarını +saha-i irfanlarına cezb ediyorlardı. +Mesai-i cihan-pesendanelerini tevhid etmek ve birbirlerinin +efkar ve nazariyat-ı fenniyye ve felsefiyyelerinden haberdar +olabilmek için bu iki dahinin daima yekdiğeriyle muhabere +etmiş olduklarını görüyoruz. +Muhaberat-ı mezkureden zamanın dest-i bi-insaf-ı tahribinden +masun kalarak ahlafa kadar intikal edebilen bazı +parçalar bu iki nadi[r]e-i fıtrat arasında pek samimi bir hürmet-i +mütekabile bulunduğunu gösteriyor. +Yekdiğerinin mütalaat ve nazariyat-ı ilmiyyelerini tenkīd +hususunda gösterdikleri iktidar iltizam ettikleri nezahet-i ifade +erbab-ı irfana numune-i imtisal olacak kadar ulvi ve +asildir. +El-Biruni al-i Sebükte[g]in maiyyetinde Hindistan’a vukū’ +bulan seyahatinden pek çok istifadeler etmiştir. +Hindistan’da uzun müddet imtidad eden ikameti esnasında +mehd-i beşeriyyetin kadim an’anelerini pek derin bir +surette tedkīk etmiş ve Sanskrit lisan ve edebiyatını bi-hakkın +tahsile muvaffak olmuştu. +Bu sayede Hind medeniyet-i kadimesinin en hurde noktalarına +kadar nüfuz etmiş; felsefe-i işrakıyyenin künhünü +ruhunu anlayabilmiştir. El-Biruni Hindistan’daki tedkīkat ve +tetebbuat-ı ilmiyyesi hakkında ahlafa kat’i ve vazıh ma’lumat +vermektedir. +Hind felsefesini alem-i İslam’a tanıttıran El-Biruni olmuştur. +Biruni bu babdaki kat’i vesikadar beyanatıyla Avrupa’da +dahi pek ziyade iştihar eylemiştir. +Hazret-i üstad felsefe-i Yunaniyyeyi dahi ciddi bir surette +tetebbua muvaffak olmuştu netice-i tedkīkatına dair müellefat-ı +mühimme neşr eylemiştir. El-Biruni hem mütebahhir +bir hakim hem de hazık bir tabib idi. Hikmet-i tabiiyye +felsefe-i ‘aliyye ulum-ı riyaziyye ulum-ı felekiyye fünun-ı +coğrafiyye ve tarihiyyeye dair pek mühim eserler te’lifine +muvaffak olmuştur. +Ebu’r-Reyhan şarkın ser-amedan-ı coğrafiyyunundandır. +Asya-yı ulya ve Hindistan’ın ahval-i coğrafiyyesine dair +yazdığı kitaplar Avrupa coğrafya cem’iyetleri nazarında vesaik-ı +mühimme gibi kabul edilmektedir. +El-Biruni şarkın Lamark’ı sayılır. Lamark tarih-i tabii +hakkındaki tetebbuat ve müellefatı ile bu fennin Avrupa’da +kat’i ve hakīkī temellerini atmış olduğu gibi şarkta da bu +vazife daha evvel Biruni tarafından ifa edilmiştir. +Biruni’nin tarih-i tabiiye olan hidematı el-hak şayan-ı +sitayiştir. Tarih-i Tabii-i Tıbbi si ile el-Acaibu’t-Tabiiyye ve’lGaraibü’s-Sınaiyye +ünvanlı eserleri muhalledat-ı ilmiyyeden +ma’duddur. +Ebu’r-Reyhan fenn-i tıbdaki iştiharını Tarih-i +Tabii-i Tıbbi ünvanlı eserine medyundur. +Sultan Mahmud Gaznevi’nin hafidi Şihabüddin bin +Mes’ud namına ithaf eylediği Kitabül-Ahcar ismindeki eser-i +muazzamı suhur ve maadin hakkında kıymetdar tedkīkat-ı +müsbete ile tevaggul etmiş olan e’azım-ı eslafın nam-ı irfanpenahilerini +minnet ve ihtiramla yad ve bilhassa el-Kindi’ye +karşı pek samimi tebcilat isar ediyor. El-Biruni ahcar ve maadini +tarih-i tabii ticaret ve sınaat nokta-i nazarlarından +tedkīk ve mütalaa eylemektedir. +Maadin ve ahcarın havass-ı tıbbiyyelerine dair bu kitabda +hayli tafsilata dest-res olunabilir. +Ebhar-ı Hindiyye ’de mercanların suret-i saydını musavvir +olan sahifelerde bugün erbabına pek çok istifadeler te’min +edebilecek usuller mündericdir. +Bilhassa madreyoridlerin suret-i teşekkülatından resiflerin +envaından ve atollerden bahis olan kısımlar jeoloji fennince +vesaik-ı mühimmeden ma’duddur. +Denizlerden istihrac olunan mercanların işlenilmesi hakkındaki +ehemmiyyet görülmektedir. +Hind ve Asya-yı ulyanın öteden beri evani-i turabiyye +dur. Zaten dest-i muhrib-i zamandan kurtularak bize kadar +bu hakīkati isbat eylemektedir. Biruni Kitabü’l-Ahcar ’da +porselen ve evani-i turabiyye i’malatı hakkında uzun uzadıya +tafsilat vermiştir. +Tafsilat-ı mezkurenin fen ve san’at nokta-i nazarından +haiz olduğu kıymet ve ehemmiyeti tezkar etmek zaiddir zannederim. +Biruni’nin ifadesinden ve bize kadar vasıl olabilen bazı +asar-ı atika parçalarından o vakit alem-i İslam’da porselen +len rağbetin de san’atın büsbütün ilerlemesini te’min edecek +derecelerde bulunduğu anlaşılıyordu. +Gazne’de on dinar yani bugünkü para ile takriben yüz +elli frank kıymetinde vazolar i’mal edilmekte olduğu Biruni’nin +cümle-i rivayetindendir. +Nakdin o zamanlardaki kıymet ve nedreti der-hatır edilirse +alem-i İslam’da san’ata karşı ne derecelerde bir hiss-i +rağbet mevcud olduğu hakkında bir fikir edinilmek kabil +olur. +Demirin salabetini tenkīs etmek ve daha yumuşak bir +hale getirebilmek için arsenikle bir mahlut yapılmasına dair +Kitabü’l-Ahcar ’da şayan-ı tedkīk bir usul tavsiye edilmektedir. +El-Biruni’nin yine bu kitabda i’malat-ı hadidiyye ve +bilhassa Hind ve Şam esliha-i katıalarına dair serd ettiği +mütalaat ve mukayesat haiz-i ehemmiyyettir. +Ebu’r-Reyhan mücevheratın o vakitki kıymetlerini mübeyyin +olarak Kitabü’l-Ahcar ’a iki kıt’a da cedvel derc eylemiştir. +Mündericatına dair yazılan şu birkaç sözle Kitabü’l-Ahcar +’ın haiz olduğu kıymet ve ehemmiyetin ne kadar büyük +olduğu takdir olunabilir. Ebu’r-Reyhan usturlabın tarz-ı i’malini +ve ne suretle isti’mal edileceğini müşerrih olmak +üzere Kitab fi’l-Usturlab ve Makale-i fi İsti’mali Usturlabi’lKüre[v]i +ünvanları altında iki eser te’lif eylemiştir. +Sultan Mahmud Gaznevi’nin mahdum ve halefi Sultan +Mes’ud namına ithaf eylediği Kanunü’l-Mes’udi ve ezZicü’l-Mes’udi +namındaki kitaplar hey’et-i felekiyyeye dair +te’lif olunan asar arasında kıymet ve ehemmiyetlerini daima +muhafaza etmişlerdir. +Biruni’nin el-Asarü’l-Bakıye fi’l-Kuruni’l-Haliye ismindeki +kitabı tarih ve ilm-i nücuma aid ma’lumat-ı mühimmeyi +cami’dir. +Hazret-i üstadın tercüme-i halini yazan müellifin tarih-i +vefatında ihtilaf ediyorlar. Bu muhtelif beyanat arasında +hicretin dört yüz otuzuncu senesinde irtihal eylediği hakkındaki +rivayet sıhhate daha karib görünüyor. +El-Biruni’nin asar-ı mühimmesinden bazıları ber-vech-i +atidir: +Kitabü’l-Ahcar +Kitabü’l-Cemahir fi’l-Cevahir +Kitabü’l-Azlal +Kitabü’s-Saydele +Kanunü’l-Mes’udi +ez-Zicü’l-Mes’udi +Kitabü’ş-Şümusi’ş-Şafiyeti li’n-Nüfus +el-İrşadü fi Ahkami’n-Nücum +el-Asarü’l-Bakıye mine’l-Kuruni’l-Haliye +Kitab fi’l-Usturlab +Makaletün fi İsti’mali Usturlabi’l-Küre[v]i +Makalidü’l-Hey’e +el-İstiab fi Tastihi’l-Küre +et-Tenbih ala Sınaati’n-Nemeviyye +Tecridü’ş-Şuaat ve’l-Envar +Biruni’nin şuabat-ı fünun-ı muhtelifeden bahis olarak şu +zikredilen eserlerden başka daha pek çok müellefatı bulunduğu +terceme-i halini yazan zevat tarafından beyan ediliyor. +el-Biruni’nin Gaznevilerin devre-i ikbalini şa’şaa-paş eden +eazımdan biri olduğu muhakkaktır. Ufk-ı irfan ve tetebbuu +hayret-bahş derecede vasi’ ve nevvar idi. Fünun-ı İslamiyye +el-Biruni’ye medyun olduğu minnetdarlığı ebediyen +muhafaza edecektir. +* * * +–Ebu Ali Ahmed bin Abdurrahman +bin el-Mendevi el-Isfahani lakabından da anlaşılacağı vechile +Birçok ümeranın hizmet-i tababetinde bulunmuş ve zamanındaki +etıbba miyanında hazakat ve maharetiyle iştihar eylemiştir. +Tarih-i viladet ve irtihaline dair ma’lumat-ı kat’iyyeye +dest-res olunamıyor. Katib Çelebi merhum bile mu’tadı +hilafına olarak irtihali tarihine dair hiçbir şey söylemiyor. +Kitabü’l-Hükema ’da zikredilen bir rivayete nazaran Maristan-ı +Adudi te’sis olunduğu vakit oraya ta’yin olunan etıbba +miyanında İbni Mendeveyh de bulunuyormuş. Herhalde +bu zatın İbni Sina ile muhaberatta bulunduğu maznundur. +Teracim-i ahvale dair yazılmış olan müellefatta İbni +Mendeveyh hakkında pek noksan ma’lumat verilmektedir. +Yalnız İbni Ebi Usaybia bu zatın kırk kadar te’lifatı olduğunu +müellifin zamanında iştihar etmiş olan ekabir ve ümera +namına ithaf edildikleri anlaşılıyor. +Meşrubatın te’siratına dair müteaddid risaleler yazmıştır. +Emraz ve tabakat-ı ayniyye ve bilhassa felc-i kuzahiyye hakkındaki +risalesi meşhurdur. Resail-i mezkureden bazılarında +mi’de ve emraz-ı mi’deviyye hüzalet-i külbeviyye romatizma +ve emraz-ı etfale dair kıymetdar bahisler mevcuddur. İbni +Mendeveyh felasife-i Yunaniyyenin ruh ve nefis hakkındaki +beyanatı[n]ı ayrıca bir risalede cem’ etmiş ve bu babda +mütalaat-ı mühimme serd eylemiştir. +Resail-i mezkureden maada asar-ı meşhuresi ber-vech-i +atidir: +el-Mugīs +Kitab fi’ş-Şarab +el-Kanunu’s-Sağīr +Kenaş +el-Medhal ile’t-Tıb +el-Cami’u’l-Muhtasar min İlmi’t-Tıb +Kitabü’l-Et’ime ve’l-Eşribe +Nihayetü’l-İhtisar +* * * +–Ebu’l-Hasan bin Tahir İbrahim bin Muhammed +bin Tahir es-Sincari. Nazariyat ve tatbikat-ı tıbbiyyede +haiz-i iştihar bir hekimdir. Hangi asırda ber-hayat +olduğuna dair teracim-i ahval kitaplarında kat’i bir ma’lumata +tesadüf olunamıyor. +El-Izah li Bünyeti’s-Salah ünvanı altında te’lif etmiş olduğu +kıymetdar bir kitabda fenn-i tedavinin gavamızına nüfuz +edecek bir iktidar ve meziyet göstermiştir. Sincari bu +eserini Kadi Ebu’l-Fazl bin Hemevi namına ithaf eylemiştir. +Sincari’nin ilm-i vezaif-i a’zaya dair tetebbuat-ı amikada +bulunmuş olduğu asarından istidlal olunmaktadır. Fusul-i +Bukratiyye namındaki kitab-ı meşhurunun bir nüshası Fransa +Kütüphane-i Millisi’nde kütüb-i Arabiyyeye mahsus suplemanın +’inci numarasında mukayyed ve mahfuzdur. +* * * +–Şerefüddin Ebu Abdullah Muhammed bin Yusuf +el-Ilakī beşinci asr-ı hicride Asya-yı ulyada tulu’ eden +nücum-ı nevvare-i irfandandır. +olmuştur. +Tarih-i fünun bu zatı mütefekkir bir hakim hazık bir +tabib müdakkık bir mütefennin olmak üzere kaydediyor. +ma’duddur. Üstadının ulvi fikirlerini derin vukūfla teşrih +eylemiştir. Ilakī İbni Sina Kanunu’nu ihtisar ederek Muhtasaru’l-Kanun +namıyla bir eser te’lifine muvaffak olmuş ve +bu kitabıyla üstad-ı zi-iştiharının bi-hakkın bir hayru’l-halefi +olduğunu gösterebilmiştir. +Muhtasaru’l-Kanun ’un bir nüsha-i Arabiyyesi Paris Kütüphane-i +Millisi’nde mevcud olup suplemanın ’uncu +numarasında mukayyeddir. +Es-Simnani Muhtasaru’l-Kanun’ a kıymetdar bir şerh +yazmıştır. Şerh-i mezkur dahi Paris Kütüphane-i Millisi’nde +mevcud ve mahfuzdur. +ünvanlı bir eseri daha vardır. +* * * +– Dördüncü +ve beşinci asırda yaşamış Asya-yı ulyanın bülend bir +nasıye-i şa’şaadarıdır. Tarih-i felsefede parlak bir mevkii olduğu +gibi tarih-i tıbda dahi ma’ruf bir sima-yı ma’ali-nisardır. +Nazariyat ve tatbikat-ı tıbbiyyede meleke ve rüsuhuyla +kesb-i iştihar eylemişti. Emir Adudüddevle’nin mahrem-i +esrarı ve hazinedarı olduğu mervidir. Hükema-yı kadimenin +asar ve mesleklerini derin bir surette tedkīk etmiş netice-i +tetebbuatını sade bir üslub ile izaha muvaffak olmuştur. Miladın +’uncu senesine kadar yaşamış bütün müddet-i +hayatını tetebbuat-ı ilmiyyeye hasreylemiştir. +Tahare ünvanlı eserinde mesail-i ahlakıyye ve ruhiyye +hakkında tetebbuat ve mütalaat-ı amikada bulunmuştur. +Eser-i mezkur Nasirüddin-i Tusi gibi eazım-ı erbab-ı ulum +taraflarından mazhar-ı takdir olmuş ve şayan-ı tedkīk ve +mütalaa asar-ı muhallede miyanına idhal edilmiştir. Asar-ı +tıbbiyyesi arasında müfredat-ı tıb meşrubat ve istihzar-ı +ağdiye hakkındaki kitapları şöhret kazanmışlardır. Müşarunileyh +bu eserleri ile büyük bir hıfzu’s-sıhha mütehassısı olduğunu +göstermiştir. +Felsefe ve tarihe aid müellefat-ı mühimmesinden: Uhuvvetü’l-Münzevi +Tecribetü’l-Akvam Kitabü’s-Selame ve Adabü’l-Fars +ve’l-Arab ünvanlı eserleri nam-ı faziletini ebe diyen +ve’l-Arab ismindeki kitabtan bir nüsha Oxford ve bir nüsha +da Leiden[!] kütüphanelerinde mahfuzdur. Uhuvvetü’lMünzevi +’de kısa kısa cümel-i hikemiyye sanayi’-i bediiyye +– +Beşinci asr-ı hicri mütefekkirin-i İslamiyyesinden olan bu +zat Isfahan’da kadem-zen-i alem-i şühud olmuştur. Tarih-i +vefatı miladın ’inci senesine tesadüf eder. Ahlafa yadigar +bırakmış olduğu müellefat miyanında Tıbbü’n-Nebi ve +Delailü’n-Nübüvve namındaki kıymetdar kitaplardan biri +tedavi-i merza hakkında şeref-sanih olan ehadis-i kavliyye +ve fi’liyyeden bahis diğeri de ilm-i kelam ve hikmet-i aliyyenin +dekayık u gavamızını cami’dir. Ebu Nuaym’ın fenn-i +tarihe de hidemat-ı mühimmesi sebk etmiştir. Tarih-i Isfahan +ve Kitabü’t-Tabakat ünvanlı eserleri hidemat-ı mezkur enin +kıymetdar mahsulleridir. +* * * +– Nişabur’da perveriş-yab-ı kemal olan İbni Ebi Sadık +kuvve-i nutkıyyesiyle mümtaz bir hatib-i beliğ mütefekkir +bir hakim-i münekkıd hazakatıyla ma’ruf bir tabib-i lebib +nuyor. Meşhur Galiyen Calinus’un asar-ı tıbbiyyesini şerh +ve tenkīd yolunda müteaddid eserler yazmıştır. Galiyen’in +vezaif-i a’za hakkındaki bir kitabına yazmış olduğu şerh +tarih-i tıbda pek büyük bir kıymeti haizdir. Müşarun-ileyh +şerh-i mezkuru hicretin ’uncu senesinde ikmal eylemiştir. +Bari[?] Kütüphane-i millisinde Şerhu Fusuli’l-Bukratiyye +ve Şerhu Mesaili’l-Haniniyye namında iki eseri mevcud ve +mahfuzdur. +Me’murin-i evkafdan fazıl-ı muhterem Ahmed Efendi +tarafından Kahire’de Me’murin-i Hükumet kulübünde emraz-ı +miş ve el-Alem ceride-i muhteremesinde neşrolunmuştur. +Ehemmiyetine mebni ber-vech-i ati iktibası münasib görülmüştür. +Fazıl-ı müşarun-ileyh irad-ı mukaddimeden sonra +buyuruyor ki: +“Efendiler; +Gittikce tevessü’ ve kesb-i ehemmiyet etmekte bulunan +emraz-ı ictimaiyyemiz pek çoktur. O kadar ki bizim kadar +emraz-ı ictimaiyye ile musab ve aynı zamanda menafi-i hakīkiyyesini +taharriden gafil bir ümmet tanımıyorum diyebilirim. +Kendi başına bütün mesaib-i ictimaiyyemizi tedavi +hususunu deruhde etmeye cesaret edecek bir hakim-i ictimai +bulunabileceğini de kestiremem. +Evet efendiler bugün milletimizin hali böyledir benim +beyanatım da bir enin-i müteellimaneden başka birşey değildir. +Fakat hal böyle olmakla beraber bize layık mıdır ki +caiz midir ki bütün bu alam-ı müstevliye-i ictimaiyyemize +karşı samit ve sakin kalalım cism-i milletin tehallül ve inkırazına +hatta teslim-i ruh etmesine sade bir temaşager sıfatıyla +bakalım biz bu cismin a’zasından değil miyiz onda +hüküm-ferma olan avamil-i kahr ü tedmire karşı mukabele +ve müdafaa bizden matlub değil mi? +Hayır kat’iyyen böyle değil. Kat’iyyen me’yus olmamalı +daima şu hakīkat-i aliyye ile nağme-sera olmalıyız: +“Ye’s ile yaşamanın ma’nası olmadığı gibi hayatta ye’sin +de ma’nası yoktur.” +Ye’s; emraz-ı ictimaiyyemizden biri belki de en ileri gelenidir. +Aklı başında olan nefsini bu derdden kurtarır tedavi +eder. Biz maraz-ı ye’si merhem-i sabır ve şecaat ile bir celadet-i +kahramanane ile tedavi etmeli bir an evvel bu müdhiş +düşmandan yakayı kurtarmalıyız çünkü o cahil hasud +bir düşmanımızdır. Vicdanımızla kendi aramızda korkunç +bir ma’reke ihzar eder. Arkadaşlar bu korkunç düşmana +mukavemet ediniz kanını dökünüz amel ve ictihadınıza i’timad +ediniz. Sabr-ı cemil ve emel-i nafi’ ye’sin iki mühim +devasıdır bunları tadınız acı bulacaksınız fakat akıbet tatlıdır! +Medeniyette en ileri giden en refi’ paye-i izz ü saltanata +dır. Cehl ü esaretin yırtıcı tırnakları[n]dan milletleri kurtararak +bir zindegi-i tamma bir tarih-i mecd ü şerefe nail eden +sebeb-i yegane bu daru-yı şifakardır! +Maraz-ı ye’s vatana hey’et-i ictimaiyyemize karşı daha +büyük günahların irtikabına sebeb olan diğer bir beliyye +doğurmuştur. Buna da aman vermemeli hemen öldürmeliyiz. +Bu derd nedir bilir misiniz? Bugünlerde ba-husus fetret +demlerinde intişara başlayan huzur-ı umumiyi ihlal gönülleri +muztarib eden “intihar” maraz-ı müdhişidir. +Efendiler; intihar; bizim yirminci asırdan yahud bazı +onun yalancı lezzetiyle sarhoş olanların dediği gibi bu “asr-ı +tenevvür ve terakki”den körkörüne teverrüs ettiğimiz korkaklıktan +mütevellid bir hareket-i mezmumedir. Müntehir; +ahlafa acıklı bir ders-i felaket veren tarih-i hayatını şer ile intiha-pezir +eden bir zavallıdan başka bir şey değildir. Bundan +başka müntehir yekun-ı ictimaiden “vahid”i eksiltecek bir +hareket irtikab etmiş olmakla vatana karşı da cani demektir. +Efendiler aramızda uzun müddet muhalasat-name hüküm +süren işlerine kalemine zekasına isti’dadına hayran +olduğum bir dostum vardı. Bu evsaf-ı mümeyyize şuara ve +sanaat-ı hayaliyye erbabı arasında dostuma yüksek bir +mevki’-i ebedi ve ictimai te’minine sebeb olmuştu. Böylelikle +ömrünün anat-ı ikbalini yaşarken birden bire birgün zavallı +dostumun intihar ve akabinde vefat ettiğini evrak-ı havadisde +görmeyeyim mi? +Efendiler dostumun korkaklara yaraşan bu akıbet-i +feciasına o kadar esef-nak oldum ki….. Fakat nihayet +arkadaşımın hatırası tufan-ı takbihatım arasında gömüldü +kaldı. Halbuki müntehir dostumun benden nasibi bu olmayacaktı. +Lakin ne çare ki hissiyatım vicdanım beni cenazesini +teşyi’den bile beni men’ etmişti. Anlaşılıyor ki müntehirlerin +hüsranı yalnız kendilerinde kalmıyor dostlarının hissiyat-ı +meveddetlerini de duçar-ı haybet ediyorlar. +Emraz-ı ictimaiyyemizden biri de efendiler Frenk mürebbi +ve hizmetkarlarıdır. Bunlar evlerimizde ahlak-ı İslamiyyeyi +mebadi-i diniyye ve adat-ı kavmiyyeyi berbad edecek +surette doldular. Bu bize zenginlerimizin büyüklerimizin +yüklettiği bir maraz-ı müzmindir ki körü körüne taklid +ve sirayet tarikıyla tabakat-ı mütevassıtaya kadar yayıldı. Bu +mürebbiyeler ile aramızda ahlak adat hürriyet din lisan +yemek içmek hatta ciddi ve mizahi sözlerde bile derin bir +mübayenet vardır. Çocuklarımızı ciğerparelerimizi nasıl olur +da bunların uhde-i terbiyelerine tevdi’ edebiliriz?... Çocuklarımızı +daha beşikte iken bu müdhiş mezara atmak bize haramdır! +Asılsız bir şehvet ve şerefe kapılarak bu çıkmaz yola sapanlar +unutmasınlar ki: +Evladlarına vatanlarına hal ve istikbale karşı bile bile +yahud kör körüne büyük bir cinayet irtikab ediyorlar erbab-ı +sınlar başlarını eğerek derin derin düşünsünler. +Emraz-ı ictimaiyyemizden biri de efendiler servet-i umumiyyeyi +rahnedar eden fakr u iflasa yol açan halkı kendi +memleketlerinde garib bırakan nihayet elinde avucunda +ne varsa hepsinden mahrum ederek parmağı ağzında perişanlığa +sevk eden faizciliktir. +Evet; faizciler duçar-ı fakr oldular. Çünkü sahife-i istikbalden +bir şey okumadılar nihayet zulumat-ı ihtiyac içinde +boğuldular kaldılar. Ey erbab-ı riba! Artık sarhoşluktan vazgeçiniz +uyanınız. Sizi musibet-i fakr u hasara duçar eden +bu “kör taklid”den artık vazgeçiniz. Lezzet-i hayat ile aranızı +açık bırakan bu fena i’tiyaddan yakayı sıyırınız. Bir lezzet-i +mevhumeye kapılarak hatar-nak bir yola sapmayınız siret-i +sabıka-i hasenenize ric’at ediniz ki elinizden çıkanlar tekrar +gelsin hayat ve mematta yüksek bir nasıye-i mecd ü şerefiniz +olsun +hakīkat-i Kur’aniyyesini +unutmayınız. +Masaib-i ictimaiyyemizden biri de efendiler kumardır. +Namus ile beraber herşeyden bizi sıfru’l-yed bırakan bu +ateş-nak oyundan hassasiyet-i vicdan keramet-i insaniyye +namına vazgeçmeliyiz. Ey gecelerini gündüzlerini bu uğurda +heba eden kumarbazlar galibi mağlubundan şerli olan bu +namussuz muharebeden sakınınız. +Levazımı; şeref-i insaniyyetiniz kendiniz ve evlad u +a’kabınızın bütün sizce aziz olanların hal-i istikbali ile tedarik +edilen bu kahir muharebeden uzak pek uzak bulununuz. +Efendiler bu kumar felaketi bir felaket daha doğurdu: +Erbab-ı servetimiz teşebbüsat-ı nafiadan yüz çeviriyorlar. +şeklinde yazılmıştır. +Efendiler mal memleket için bütün levazım-ı hayatiyye +ve zaruriyyeyi doğuracak bir kuvvettir. Mütemevvilin ise +şirket-i memleketin hafız ve eminidirler. +Memlekette ilmi edebi sınai iktisadi teşebbüsatı te’yid +etmelidirler ki hem kendileri hem vatandaşları refah ile yaşasınlar +tarih de zikr-i cemil ile isimlerini paydar etsin. Ecanibde +gördüğünüz hamiyet-i vataniyye bize numune-i imtisal +olmalıdır. Görmüyor muyuz? Varlarını yoklarını kemal-i +hahişle gönül hoşluğuyla vatanlarının mesalih-i aliyyesine +vakf ediyorlar insan için hizmet-i vataniyyeden şerefli değerli +bir hizmet daha görmüyorum. Ey zenginler vatanınızdan +yüz çevirmeyiniz. Ve hamiyeten milel-i saire ağniyasından +dun bir mertebede kalmayınız. Bahil olmayınız siz kerem +ü seha ile ma’ruf olan İslam evladısınız. Vatanın sadayı +ta vatana zahir olunuz. Fukara ve mesakin arasında neşr-i +maarife gayret ediniz ki memleket onların yüzünden müteneffi’ +olsun. Ben efendiler fakīrin dostu ve bahil zenginin +düşmanıyım. Her his sahibi de böyledir. +Ey zenginler irtikab-ı buhlden vatandaş düşmanlığından +hazer ediniz. Ta ki hakkınızda şu beyit sadık olmasın: +Ey zenginler! +kavl-i kerimini hatırlayınız. +Zannetmeyiniz ki sail nan-pareye muhtac olandır talebkaran-ı +Efendiler emraz-ı ictimaiyyemizden biri de memleketimizde +kendini gösteren su’-i ta’limdir. Emr-i maarifde tuttuğumuz +yol milletin ne isti’dadına ne de umur-ı terakkīsine +hissiyatına tevafuk etmiyor. Millet bir ma’rifet-i müterakkiye +! +! +CİLD - ADED - SAYFA +! +! +! +! +! + +sene evvel din-i fıtri-i İslam’ın Şari’-i Hakim’i +a’da-yı hakkın kör ve cahil nifakları sebeb olarak yine +Hakk’ın emriyle “Mekke”den Medine’ye doğru hicret ederken +bulundukları garda sahib-i fezail-mendi Cenab-ı Sıddik’a: +buyuruyorlardı. +Bugün o ulü’l-azm Peygamber’in ümmeti “gar-ı vatan”ın +kir’in buyurdukları gibi Hazret-i Muhammed öldüyse “Allah +bakīdir” Kur’an ’ı bakīdir lisanü’l-gayb-ı uluhiyyet bize aynı +hakīkati bugün de tekrar ediyor ve ile’l-ebed edecektir +evet bizde isr-i şerif-i Nebevi’ye ıktifaen birbirimize: +“Mahzun olma Allah bizimle beraberdir” diyelim diyelim +ama Allah’ın bizimle beraber olup olmadığını bu maiyyete +layık olup olmadığımızı derin derin düşünelim Adil-i Mutlak’ın +ne gibi evsafı haiz insanlarla ümmetlerle beraber olduğunu +yine elimizdeki kanun-ı bi-misil-i Uluhiyyet’den +araştıralım yine o Kitab-ı kerimin irşadıyla enfüs ü afakı +ayat-ı kainatı tabassur edelim ulü’l-elbab olalım i’tibar +edelim her ma’nasıyla Kur’an ’ı her ma’nasıyla “Ensar-ı +hak” olduktan sonra kemal-i i’timad-ı kalb ile doğru söylediğimizden +emin olarak “Allah bizimle beraberdir” hükmünü +verelim. Bunun için bugün Allah’ın bizimle beraber olduğunu +olmak korkusu vardır. Çünkü: Daima “Allah sizinle beraber +mi? Öyle ise pek zaif bir Allah’ınız varmış çünkü sizi himayeden +aciz!” yollu kuvvetli bir i’tiraz karşısında bulunmak +kendimize edelim ve biz bu halde kaldıkca bizim azimü’şşan +ve adil Allah’ımızın bizimle beraber olmaktan mütenezzih +müteali olduğunu tam bir müslümana yakışır metanet-i +aldatmayalım. Çünkü: Allah aldanmaz sünenu’llah +değişmez Kur’an değişmez; fakat biz kahroluruz bu kainatın +sahibi yerimize yaşamaya layık ve kendi kavanin-i adilesine +sadık bir nesil halk eder ahlafımıza da nasibe-i haşeklinde +yazılmıştır. +yatımızı +hülasa etmek kalır. Ahlafın bizim +hakkımızdaki vereceği hükmü; bizim bugün eslafımız hakkında +nasıl düşündüğümüzden istidlal edelim… +Ahlafın eslafın vereceği hükümler insan için en hafif +birer cezadır hatta “hod-endişi” bir felsefe ile düşünürsek +bu hükümlerin bu muahazelerin hatta bu tel’in ü nefrinlerin +hiçbir kıymet-i inzariyyesi olamaz hadi hayat-ı dünyeviyyede +uğradığı uğrayacağı mesaib-i züll ü esaret de bizim +kayd olalım dinimizin bizden kemal-i ehemmiyyetle istediği +te’min için birçok yollar gösterdiği “saadet”e karşı da yüz +çevirelim mes’ud olmayıverelim diyelim… Fakat bütün +bunların maverasında müdhiş bir hakīkat başka bir alem +bizi kurtaracağını umduğumuz bir “fikr-i mead” var ki o da +bizim zannımızı tekzib edecek cehlimizi yüzümüze vuracak +bütün mevcudata karşı bizi teşhir eyleyecek saadet-i hakīkiye-i +dünyeviyyeye istihfaf bize ahiret saadeti kapılarını da +kapamakla kalmayacak Mahkeme-i Uluhiyyet’in ta’yin +edeceği ağır cezalara uğrayacağız… Bazı dalalet-pişegan-ı +zamanenin tabi’ olduğu felsefenin –ki şu aşağıki kıt’ada +hülasa olunmuştur– bizi kurtarmaktan pek uzak olduğuna +da kanaat edelim: +“Dünyadan alakayı kesmeden her türlü lezzat ve huzuzu +alabileceğin kadar al dünya bir evdir ki oradan çıktıktan +sonra ondan iyisini bulamayacaksın” Bu yalancı nazariye +bu memlekete edebileceği zararı etmiştir hayatımıza hatime +vermekten başka artık elinden gelecek bir şey kalmadı. Eğer +buna da müsaade etmeyi göze aldırdıksa bilmem. Hiçbir +millet-i fazılanın ittibaına tenezzül etmeyeceği bu hayvani +felsefeden bilhassa gafil gençlerimiz kendilerini sakınsınlar +hem kendilerine hem bu memleketin saadetine kıymasınlar +bu düşünceler yaşamaya değil ölmeye hazırlanan bir +neslin ayat-ı izmihlalidir! Bugünkü “tabiat” ve “hadisat” ıstılahlarını +“sutur-ı kainat” ile pek güzel anlatan Cenab-ı +Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabi hazretlerinin: +Düstur-ı hikmetini bütün nüfuz-i idarenizle istibane edecek +bir demdeyiz. Eğer muhassala-i tecarib olan bu hakīkat +üzerinde uzun uzun düşünmezsek kim bilir sutur-ı kainat +levh-i mahfuz-ı şuuna bizim için ne acı menkabeler tesbit +edecektir! +Mısır’da fazıl-ı şehir Muhammed Reşid Rıza Efendi hazretlerinin +himmetleriyle te’sisini mukaddemen haber verdiğimiz +Darü’d-Da’veti ve’l-İrşad Medresesi’nin nizamnamesidir. +Birinci Madde: Darü’d-Da’veti ve’l-İrşad; darülfünunlarda +tedrisi mu’tad olan bütün ulum ve fünunun tedrisiyle beraber +terbiye-i diniyye ve ulum-ı İslamiyyeye ziyadesiyle i’tina +ve ihtimam eden bir İslam darülfünunudur. Aksam-ı +muhtelifesi ale’t-tedric tertib olunacaktır. Darülfünun İslam’a +da’vet ile iştigal edecek dailer ile ehl-i İslam’a icra-yı +va’z u tedris eyleyecek “mürşidler” yetiştirmeye mahsus bir +kısm-ı ‘ali ile ibtida edecektir. Maksad-ı esası da budur. +Cem’iyeti’ne tabi’dir. Darülfünun’un te’sisini Cem’iyet Meclis-i +Darülfünun müderrisin-i muvazzafa ve +me’murinini hey’etinin talebi üzerine Cem’iyet’in Meclis-i +Dördüncü Madde: Darülfünun’da lisan-ı tedris Arabca’dır +bundan maada Avrupa elsine-i ilmiyyesinden biri de teallüm +olunacaktır. Elsine-i şarkıyye ve garbiyyeden bir takımının +ve ba-husus “Türkçe Farisi Urdu lisanı Malayo lisanı +gibi ümem-i azime-i İslamiyyeye mensub lisanların tedrisi +dahi caizdir ancak bunun için Meclis-i İdare’nin Darülfünun +Hey’eti’yle ba’de’l-istişare [karar] vermesi lazımdır. Meclis; +bu nizamname maddelerinde mezkur olmayan bazı ulum +ve fünun veya elsinenin tedrisine ya kendi kendine yahud +Darülfünun Hey’eti’nin talebi üzerine karar verebilir. +Beşinci Madde: “Duat” ve “mürşidin” kısımlarında okunacak +bir fasılda beyan olunacaktır. +Altıncı Madde: Ders programlarını “Darülfünun Hey’eti” +vaz’ ve Meclis-i İdare takrir eder. +Yedinci Madde: Medresenin te’sisinde ibtida olunacak +olan kısm-ı ‘ali iki sınıfdır: +“Sınıf-ı Mürşidin” müddet-i tahsiliyyesi üç senedir. +“Sınıf-ı Duat” ki talebesi “Sınıf-ı Mürşidin” me’zunlarından +Bu suretle sinin-i tahsil altıya baliğ olur. İlk temhid senesi; +bu müddetten haricdir. +şeklinde yazılmıştır. +Sekizinci Madde: Darülfünun’ün talebeyi ilk seneye duhul +rülfünun’un sene-i temhidiyyede lüzum gördüğü müsamahakar +bulunması lazımdır. +Dokuzuncu Madde: Gerek Duat ve gerek Mürşidin kısımlarında +ta’lim ü tedris meccanidir. Darülfünun talebe-i +leyliyyeyi infak ve her türlü ihtiyaclarını te’min ettiği gibi ihtiyac +mamak üzere bir iane-i şehriyye verir. Nehari talebenin +emr-i infakını Darülfünun müteahhid değildir. +Onuncu Madde: Bir senede müddet-i tedris dokuz aydır. +On birinci Madde: Medrese derslerini üç yaz aylarında +ta’til eder. Zaman-ı tedrise tesadüf ettiği halde id-i fıtr ve id-i +adhadan birer hafta da eyyam-ı ta’tiliyyedendir. +On ikinci Madde: Talebe-i ta’tiliyye zaman-ı ta’tilde Darülfünun’da +kalmakla memleketlerine ve aileleri nezdine gitmek +arasında muhayyerdirler. Kalacak olanların Darülfünun’un +kendilerini mükellef kılacağı riyazat müdavemet-i +Kur’an mütalaa yazı yazmak suretleriyle meşgūl olması lazımdır. +On üçüncü Madde: Darülfünun’a teallüm ta’lim veyahud +diğer bir suretle hizmet için duhuliye taleb istid’anamesi; +nazıra takdim olunur. Nazır bu işe tealluk eden hususatta +Hey’et’e müracaat eder. +On dördüncü Madde: Darülfünun’un bir tabib bir “murakıb-ı +umumi” “zabıt” bir katib Darülfünun’un eşya-i +mevcudesini muhafaza levazımını iştira ve talebeye tevzi’ +nin ihtiyaca göre birer muavini de olabilir. +On beşinci Madde: Darülfünun’da atide gösterilen enva’-ı +defatir bulunacaktır: +Darülfünun Hey’eti’nin karar ve muharrerat defteri. +Talebe-i leyliyye esamisini ve Darülfünun’da talebeye +müteallık hüsn-i hallerini havi defter. +Talebe-i nehariyye esamisini ve Darülfünun’a müteallık +hallerini muhtevi defter. +Umur-ı sıhhıyye defteri. +Darülfünun’dan ısdar olunan muharrerata mahsus +kopya defteri. +Evrak-ı varide ve sadıra defteri ki bunda evrak-ı +mezkurenin tarih mürsil ve mürselün-ileyhlerinin isimleri +mevzu’ları zikrolunacaktır. +Ta’lime müteallık alat ve edevat defteri. +Levazım defteri. +Medreseye aid teberruat ve hibat defteri. +Muallimin ve mualliminin devam ve adem-i devam +defteri. +Müstahdemin ve müstahdeminin devam ve adem-i +devam defterleri. +Muallimin ve müstahdeminin maaşat defteri. +Darülfünun kütübhanesinde gerek hediye ve gerek +defteri. +Erbab-ı fazl ü kemalden mektebi ziyaret edecek zevatın +hatt-ı destleriyle tebliğ-i hissiyat ve beyan-ı mütalaat +etmelerine mahsus “Şehadat Defteri” +On altıncı Madde: Talebe-i leyliyyenin şerait-i kabulü +ber-vech-i atidir: +Evvelen: Talibin muayene-i tıbbıyye ile sahihu’l-cism +ve’l-havas olduğu emrazdan salim olup tahsile kadir bulunduğu +sabit olmalıdır. +Saniyen: Darülfünun’ca şakirdin hüsn-i siret ve ahlak-ı +pakize ashabından bulunduğu diyanet ve şeref-i insaniyyeti +yet etmelidir. +Salisen: Yaşı yirmi ile yirmi beş arasında bulunmalıdır. +Rabian: Şakirdin birinci sınıf müddet-i tedrisiyyesi hitam +bulmadan evvel Kur’an-ı Kerim ’i bi-temamiha kolaylıkla +hıfzetmesine medar olacak surette Kitab-ı Aziz’den bir +kısmının hafızı bulunması lazımdır. +Hamisen: Nahiv Sarf ve Fıkhı te’min-i maslahat edecek +surette tahsil etmiş; hesabdan la-ekall a’mal-i erbaaya vakıf +yeyi hüsn-i suretle mütalaa edebilir olmalıdır. +Sadisen: Kadimü’l-İslam bir asla bir sülaleye +mensub bulunmalıdır. +Sabian: Darülfünun nizamatına muttali’ olduğuna bu nizamata +riayet ve Cem’iyet’e arz-ı inkıyad ederek ikmal-i +tahsilden sonra emrine amade bulunacağına dair bir vesika +Saminen: Nazıra hitaben bir istid’aname tahrir ve bunda +kendinin pederinin ceddinin aşiretinin beldesinin hükumet-i +metbuasının isimlerini ve yaşını beyan ile vesikaya +merbutan takdim etmelidir. +On yedinci Madde: Şurut-ı mezkureyi haiz olanlardan +fakīr ganiye; bir Avrupa lisanını bilen bilmeyene; Kur’an-ı +Kerim ’i tamamıyla hafız olan kısmen hafız bulunana tercih +olunur. +On sekizinci Madde: Darülfünun; talebesinin aktar-ı +muhtelifeden bulunmasını arar binaenaleyh duhule talib olanlardan +sede hiçbir şakirdin mensub bulunmadığı tarafdan olan diğerine +mektepte mensub olduğu tarafdan az şakird bulunan +Darülfünun’da hemşehrileri çok bulunana tercih olunur. +On dokuzuncu Madde: Şakirdandan her birinin salavat-ı +hams’i cemaatle eda etmesi sünnetleri de kılması; her +gün Kur’an-ı Kerim ’den tertil ile bir kısım okuması boş vakitlerinde +huzur-ı kalb ve neşat-ı dil ile zikrullaha müdavemet +etmesi me’murat ve menhiyyatta ahkam ve adab-ı +diniyyeyi mültezim bulunması ve ba-husus cidd ü hezlde +doğruluktan ayrılmaması lazımdır. +Bundan başka şakirdan beden elbisesi mekan ve firaşı +sair ellerinde bulunan kitab kalem gibi levazımın gayet +temiz bulunmasına i’tina nizamat ve adabı muhafaza nazıra +muallimlere mubassırlara itaat etmelidir. Nazırın talebeyi +münasib gördüğü bazı nevafil ile mükellef kılmak selahiyeti +vardır. +Yirminci Madde: Talebe toprakta çalışmak yüzmek +yürümek koşmak gibi riyazat-ı bedeniyyenin envaıyla iştigal +edecekler ve bu esnada bazı mualliminin nezaret ve mürakabesi +altında bulunacaklardır. +Yirmi birinci Madde: Talebeye tütün içmek hususunda +asla müsamaha olunamaz. +Yirmi ikinci Madde: Bir şakird için ancak bir özr-i makbule +binaen nazırın müsaadesiyle Darülfünun’dan çıkmak +caizdir. Eğer özür maraz ise avdetinde hastalıktan kurtulduğunu +ve her türlü emrazdan salim bulunduğunu Darülfünun’un +dır. +Yirmi üçüncü Madde: Talebeye siyasiyatla iştigal cem’iyyat +ve ahzab-ı siyasiyyeye duhul siyasi müzaheretlerde +bulunmak siyasi gazetelere yazı yazmak memnu’dur. +Yirmi dördüncü Madde: Talebeden hiç biri için ihvanından +birine karşı cinsen neseben malen mezheben iddia-yı +tefevvukta bulunmak yahud onlardan birini ta’yib etmek +caiz değildir. Aralarında mezahib-i ulemaya ve ulema arasındaki +usul ve füru’ ihtilaflarına dair ba-husus eimme ve +musannifin hakkında bir mübahese açıldığı vakit daire-i insaf +ve edebi tecavüz etmemelidirler. +Yirmi beşinci Madde: Talebe gerek Darülfünun dahilinde +ve gerek haricinde kelam-ı fasih ile mükellefdir. +Yirmi altıncı Madde: Darülfünun’ca talebenin efkar ve +adabca istiklali hürriyet-i kelam ve suali muhteremdir. Nazıra +mualliminden istedikleri zevata hatırlarına gelen dini +şübühata dair bile olsa hüsn-i edeb ve ta’bire riayet etmek +şartıyla tasrih edebilirler. Talebenin kalblerinin mutmain olmadığı +akıllarının kavramadığı hususatta ızhar-ı kanaat etmemeleri +mültezemdir. +Yirmi yedinci Madde: Nehari talebenin hüsn-i siret ve +adab sahibi temiz elbiseli ta’kīb edeceği dersleri anlamaya +Darülfünun’un i’timad edeceği bir tabibin şehadetiyle emraz +ve afattan salim bulunmaları meşruttur. +Yirmi sekizinci Madde: Darülfünun’un nehari talebesinden +olmak isteyen Nazır’a bir istid’aname takdim ve bunda +kendinin pederinin ceddinin belde ve hükumetinin isimlerini +sinnini beyan bulunacağı dersleri ta’yin Darülfünun’un +adab ve nizamatına tabi’ bulunacağını taahhüd etmelidir. +Yirmi dokuzuncu Madde: Darülfünun; talibinin kabul ve +redlerinde muhayyerdir. +Otuzuncu Madde: Her şakirdin mücelled bir defteri olacaktır. +Bu defterin evveline şakirdin ismi diğer sahifelerine +Darülfünun senelerinden her biri için programda gösterilen +ulum ve fünun ile beraber her ilmin yanına şakirdin dersine +müdavim bulunduğu üstadın ismi ve müşarun-ileyhin şakirdin +devam ve tahsili hakkında vaki’-i hale göre şehadeti +kaydolunacaktır. +Otuz birinci Madde: Muallimin-i muvazzafanın şehadat +veya te’lifat ashabından yahud kendilerine tevdi’ olunacak +fi’liyye gösterenlerden ahlak ve adab-ı diniyye ve ictimaiyye +babında siret-i hasene erbabından bulunmaları meşruttur. +Otuz ikinci Madde: Muallimlerden talebenin ta’limi terbiye-i +diniyye akliyye ve cismiyyesi matlubdur. Bu hususda +Darülfünun nizamatına tabi’ olmak şartıyla istiklal-i tamma +maliktirler. +Otuz üçüncü Madde: Muallimin umur-ı atiyye ile muvazzafdırlar: +A : Dersleri için muayyen olan zamandan beş on dakīka +evvel Darülfünun’da bulunacaklardır. +B: Fasih şevahid ve emsile ile muvazzah bir surette ders +vereceklerdir. +C: Ders esnasında mevzuun gayri ile iştigal etmeyecekler +hatırlatmak ihtiyacı olmadığı halde mesail-i ilmiyye ve +fenniyyeyi birbirine karıştırmaktan ihtiraz edecekler va’az +dersi müstesna olmak üzere istıtradları uzatmayacaklar. +D : Talebenin dersi anlayıp anlamadıklarını yoklayacaklar +bazı mesaili anlamayan varsa dersi üç defa +tekrar edecekler; yine anlamadığı halde dersden sonra anlatacaklar. +H : Talebeden her birinin her sualini kabul edecekler +bu sual dersin mevzuuna müteallık değilse cevabını dersden +sonraya bırakacaklar. +V: Talebenin istiklaline hürmet edecekler hatalarında +şeklerinde ma’zur görecekler rıfk ile muamele edip hiçbirini +etmeyeceklerdir. +Şakirdanı doğruluğa istiklale izzet-i nefse alıştırmak ve +bu yolda terbiye etmek için bütün kuvvetlerini sarfederek +Z : ’uncu maddede mezkur olan talebe defterlerine +her ilim için şakirdanın dersde bulundukları derece-i telakkī +ve istifadeleri hakkında şehadetlerini kaydedecekler. +: Şakirdana taam riyazet salat için ictima’larında +nezaret namazda imamet edecekler hususat-ı mezkure muallimin +arasında münavebe tarikıyla icra olunacaktır. +T : Muallimin ile talebe arasında kat’iyyen bir muamele-i +maliyye veya alaka-i hususiyye olamaz. Her bir muallimin +kendi çocuklarını terbiye hususunda nasıl müsavata +riayet ediyorsa şakirdanına karşı da aynı suretle lazıme-i +müsavatı gözetmesi derece-i vücubdadır. Evliya-yı tullabdan +biri mualliminden birine maaş tahsis etmek yahud başka +türlü bir muavenet göstermek teklifinde bulunursa bu +muallim derhal Nazır’a müracaat etmeli ve onun re’yiyle amil +olmalıdır. +Otuz dördüncü Madde: Bütün muallimler maaş cihetinden +farklı olsalar bile mertebeten mütesavidirler. Binaenaleyh +yekdiğerlerine karşı uhuvvet müsavat ve insaf asarı +[alacakları] ahlak adab ibadat ve muamelat-ı salihayı kendilerinin +de iltizam eylemeleri derece-i vücubdadır. +Otuz beşinci Madde: Darülfünun muvazzafininin Devlet-i +Aliyye’nin veya düvel-i sairenin siyaset-i dahiliyye ve +hariciyyeleriyle iştigal eylemesi bu hususda gazetelere yazı +yazmaları cem’iyyat ve ahzab-ı siyasiyyeye dahil olmaları +memnu’dur. Matbuata memnu’ olan umur-ı siyasiyyeden +maada bir hususa dair makale vermek isteyen bundan +Nazır’ı haberdar etmeli yazdığı şeyden muttali’ kılmalı ve +re’yiyle amil olmalıdır. Darülfünun’a veya “ed-Da’vetü ve’lİrşad” +cem’iyetine dair neşriyatta bulunmak isteyenlere gelince: +Bunların dahi bu babda Nazır ile istişare etmesi lazımdır +Nazır da ancak Meclis-i İdare’ye müracaattan sonra +Otuz altıncı Madde: Fahri muallimler; arzularını Meclis-i +misini muhafaza ile mükellefdir. +Otuz yedinci Madde: Darülfünun Hey’eti Nazır ile “edDa’vetü +ve’l-İrşad” cem’iyetinin Meclis-i İdaresi’nin a’za-yı +Cem’iyyet’ten ta’yin edeceği dört a’zadan mürekkebdir. +Otuz sekizinci Madde: Hey’et la-ekall her ay Darülfünun’da +ayyene-i ictimaiyyeden maada zamanlarda da ictimaa da’vet +edebilirler. +Otuz dokuzuncu Madde: A’za-yı Hey’et kendilerine bir +Reis-i Daimi intihab her celse için de bir reis ta’yin edeceklerdir. +Nazır’ın gayrı bir reis intihab olunduğu halde Nazır +hey’etin hususi kitabet vazifesini ifa eder. +Kırkıncı Madde: Celse Nazır ve Reis dahil olmak şartıyla +la-ekall üç kişinin vücuduyla in’ikad eder; bu halde celsenin +kararları ancak ittifak-ı ara ile sahih ve nafiz olur. Bu suretin +gayride hüküm mutlakan ekseriyetindir. Ara tesavide kalırsa +Reis’in bulunduğu cihetin re’yi nafiz olur. +Kırk birinci Madde: Hey’ete umur-ı atiyye muhavveldir: +A : Muallimin ve sair Darülfünun muvazzafininin intihab +ve maaşlarının takdiri. +B: Darülfünun’un senevi bütçesinin tertibi. +C: Darülfünun için kitab yazı ve riyazat-ı bedeniyye +edevatı bazı fünunun ta’limine muktezi alat ü echize esas +taam libas gibi levazımına atf-ı nazar ile bu babda karar +vermek. +D : İmtihanda ibraz-ı ehliyyet edenlere mükafat takdiri. +H : Darülfünun’un muhtac bulunduğu musannefat-ı +cedideye bu gibi asarın te’lifini deruhde edecekler ile bu +musannifine i’tası takarrur edecek mükafata Darülfünun’a +meslek-i ta’limine muvafık olarak arzolunacak musannefata +atf-ı nazar etmek. +V: Ders vakitleriyle mesail-i tedrisiyyenin tertibi. +Z : Talebenin imtihanlarına müteallık bütün umura +nezaret imtihanların evkat enva’ ve mesailinin ta’yini. Bu +nizamnamenin yetmiş ikinci maddesine muvafık olmak +şarttır. +: İmtihanlarda muvaffak olanların bir seneden öbür +seneye bir sınıfdan diğer sınıfa nakline nezaret. +T : Tedris ve mütalaa için kütüb-i nafianın intihabı. +Y: Erbab-ı faziletin Darülfünun’a ihda edeceği şeylere +mevzi’lerine vaz’larına nezaret. +K : Hademeden maada medrese muvazzafininden +uhdesinde mevdu’ a’malde taksiratta bulunanların muhakemesi. +L: Darülfünun’un terakkīsine müteallık cemi’-i umura +atf-ı nazar Darülfünun’da bulunan şeylerin hıfzı. +M: Derslerin teftişi. +N: Maraz ve saireye binaen talebe ve müstahdimine verilecek +ruhsatlar Bu nizamnamenin altmış beşinci maddesine +muvafık olarak. +Kırk ikinci Madde: Darülfünun Hey’eti Darülfünun’un +mayan umura atf-ı nazar eder. Hey’etin bu hususdaki kararlarını +da Nazır tasdik olunmak üzere “ed-Da’vetü ve’l-İrşad” +cem’iyeti Meclis-i İdare’sine takdim eder. +Kırk üçüncü Madde: Darülfünun bütçesi ve hey’etin sarfiyat-ı +maliyyeye müteallık vereceği kararlar; ancak Cem’iyet +Meclis-i İdaresi’nin tasdikine iktiran ettikten sonra nafiz +olur. +Kırk dördüncü Madde: Darülfünun Nazırı’nın ulemadan +erbab-ı istikametten ed-Da’vetü ve’l-İrşad Cem’iyeti’nin +maksadına karşı meyl ü rağbet ashabından bulunması ve +Cem’iyet’in bu nizamnamede beyan olunan terbiye ve ta’limden +garazı hakkında iz’anı bulunanlardan olması şarttır. +Kırk beşinci Madde: ed-Da’vetü ve’l-İrşad Cem’iyet’i +Meclis-i İdaresi’ne karşı Darülfünun nizamnamesinin tenfizinden +ve müessesenin ta’lim ve terbiyesinden mes’ul olan +Nazır’dır. Darülfünun Hey’eti kararlarını infaz edecek +ta’limat ve levaih-i dahiliyyeyi vaz’ edecek olan da odur. +Bütün Darülfünun’da bulunanların Darülfünun Hey’eti’nin +tasdikına iktiran ettikten sonra iş bu ta’limat ve levaih mucebince +amil olmaları lazımdır. Darülfünun’un bütün muvazzafini +Nazır’ın taht-ı idaresindedir. +Sünni ve Şii ecille-i ulemasının Necef-i Eşref’de büyük +bir ictima’ akd ile ahval-i hazıra üzerine icra-yı müzakerat +eyleyerek dünyanın her tarafında bulunan ümem-i İslamiyyeyi +tecavüz-i a’daya karşı ittihad ü ittifaka da’vet ettiklerine +Necef’de bulunan İran ulema-yı muazzamasının Trablusgarb’ın +müdafaası hususunda bütün müslümanları ianat +şeklinde yazılmıştır. +şeklinde yazılmıştır. +ve fedakariye da’vete karar verdiklerine dair Necef-i Eşref’den +Mısır gazetelerine gönderilen şu iki beyanname ehemmiyetine +mebni ber-vech-i zir derc olunur: +Bismillahirrahmanirrahim +Elhamdülillahi Rabbi’l-alemin vessalatu vesselamu ala +Muhammedin hatemü’n-nebiyyin ve alihi ve ashabihi’lmüntehibin. +Usul-i diyanete tealluk etmeyen bazı hususata fırak-ı İslamiyyenin +duçar-ı ihtilaf olması ve tabakat-ı müslimin arasında +şikak tehaddüsü; düvel-i İslamiyyenin inhitatına ve istila-yı +ecanib altında kalmasına sebeb-i mucib olduğunu +anladık buna binaen ümem-i İslamiyye arasındaki kelime-i +cami’anın muhafazası şeriat-i şerife-i Muhammediyye’nin +müdafaası için darü’s-selamda mukīm ulema-yı kiram-ı +ehl-i sünnet ile Şia-i Ca’feriyye’nin rüesası bulunan müctehidin-i +emr-i Sübhanisine +beyza-i İslam ile bütün memalik-i İslamiyye-i Osmaniyye ve +ne ve hecemat-ı mütesallitanesinden muhafazasının vücubu +hakkında ittifak-ı efkar hasıl olmuştur. Havza-i İslamiyye’nin +muhafazası hususunda bütün kuva ve nüfuzumuzun bezli +ve iki hükumet-i İslamiyye arasında her iki tarafın yekdiğerinin +zumuna dair aramızda ittihad-ı ara hasıl olmuş ve Devlet-i +ecanibden sıyanet ü himayesi hususunda teavünün vücubu +bütün Millet-i İraniyye’ye i’lan olunmuştur. Bundan başka +bütün ehl-i İslam’a taraf-ı İlahiden aralarında akd olunan +uhuvvetin levazımını ihtar ile şikak u nifakı mucib ahvalden +şiddetle muhteriz bulunmalarına ve ümmet-i İslamiyye arasında +asar-ı teavün ü teazud ittifak-ı efkar husulü babında +bezl-i cehd ü himmet eylemelerini tavsiye ve bunun derece-i +vücubda olduğunu i’lan ederiz. Ta ki rayet-i şerife-i Muhammediyye +masunü’t-tecavüz kalsın iki devlet-i aliyye-i +Abdülmuhsin Müderris el-Musarrif. Abdürrezzak Müfti +el-Cezire. Müfti-i Vilayet-i Basra Abdülmelik. Abdülvehhab +Haseni Hadimü’ş-Şeriati’l-Ahmediyye. Es-Seyyid Mahmud +Şükri Müfti. Abdurrahim Müderrisü Ebi Yusuf. Tevekkel +Müderrisü’l-İmam Busra. Muhammed Asım Naibü Merkez-i +Bağdad. Es-Seyyid Ali Vehbi Kadi el-Hanefi bi-Vilayeti +Basra. Es-Seyyid Abdülvehhab Müderrisü Samir es-Sani. +Es-Seyyid Talib min sadati’l-Hüseyni. Es-Seyyid Hasan +Nuhbetü’s-Sadati’l-Hüseyniyye. Muhammed Taha Müderris +es-Seyyid. Abdülvehhab Müfti-i Kerbela. Ahmed İzzet +el-Muhtari Müfti-zade Naib-i Samira Sadat- ı Biruz-i Yahidan[?]. +es-Seyyid Abdülmuhsin Maderi Nakībü eşraf-ı Bağdad. +Abdullah el-Mazenderani. Muhammed Kazım el-Horasani. +Muhammed Hüseyin Cabiri. Nurullah el-Isfahani. İsmail +hammed Hasan Kazvini. Ali İbni eş-Şeyh Kaşani. +Camia-i diyanet altında bulunan Necef-i Eşref ulemasından +bütün müslimin-i muvahhidine: +Esselamu aleyküm ey himayet-karan-ı tevhid müdafiin-i +din hafizin-i şeriat-i garra.. Ma’lumunuzdur ki +müdafaa-i vatan vacibdir. +malik-i İslamiyyenin en büyük ve en mühimlerinden olan +Trablusgarb’a hücum ma’murelerini harab etti erkeklerini +kadınlarını çoluk çocuklarını kılıncdan geçirdi. Size ne oluyor +ki vatanın nida-yı istimdadına karşı samit duruyorsunuz +müslümanın feryadına kulak asmıyor hemen imdada koşmuyorsunuz. +Düşmanların Beytullahi’l-Haram’a Ravza-i +Mutahhara-i Peygamberi ve mekabir-i eimmeye kadar sokularak +bütün dünyada diyanet-i İslamiyye namına ne varsa +ortadan kaldırmalarını mı bekliyorsunuz. +daha zelil bir derekede kalacaksınız. Allah Allah Allah Allah +Ya Rabbi tevhidin risaletin kavanin-i dinin kavaid-i +şer’-i mübinin sen hamisi ol... Ey müslümanlar haydi el birliğiyle +farz-ı İlahiyi edaya şitab ediniz. İttifak ediniz sakın +tefrikaya düşmeyiniz kelime-i uhuvvetinizi cem’ emvalinizi +bezl ediniz.. Esbab-ı fevz ü zafer ile silahlanınız. +Denizlerde cenk gemilerimizin azlığı yüzünden Girid’in o +yirmi beş sene yüzbinlerce müslüman gençlerinin kanları +bahasına fetholunan tali’siz adanın ne hale geldiği on dört +sene evvel Yunan eşkıyasının kaç bin müslümanı hatır ve +hayale gelmedik ne eziyetler ile ne işkencelerle ne vahşetlerle +çoluk çocuklarıyla memedeki bi-günah ma’sumlarıyla +nasıl şehid eylediklerini cami’lere toplayıp nasıl cayır cayır +yaktıklarını gelinlik kızları saçlarından sürükleyerek ırz u +namuslarını lekeleyerek nasıl cebren Hıristiyan yaptıklarını +bilmeyen pek azdır. +dan İtalya –cenk gemilerinin zırhlılarının çokluğuna donanmasının +kuvvet ve şevketine güvenerek– Trablusgarb’a +hücum etti. Girid’e iki [yeni?] kanlı bir nazire bir örnek +yaptı. Sayelerinde müslüman olduğumuz din-i hakkı doğru +yolu bulduğumuz Arab kardeşlerimizden binlercesini karılarıyla +analarıyla hemşireleriyle süt emen ciğerpareleriyle +kurşuna dizdi. Bir kısmını zencirlere vurarak kendi adalarına +sürdü.! Irz u namus-ı İslam şehidlerin kanlarına karışarak +me-i kübraya gitti. +ran bu ruhları hüngür hüngür ağlatan felaket-i İslamiyye +donanmamızın gayet zaif düşmesinden –ağlaya ağlaya– kaçıp +Marmara’ya sığınmak ıztırarında kalan son derece zaif +bulunmasından ileri geliyor. Karalarımızdaki ordularımız +gibi denizlerimizde de kuvvetli donanmamız olaydı Trablus +bu hale gelmez binlerce Arab kardeşlerimizin na-hak dökülen +kanlarından bir kırmızı denize dönmezdi. İtalya şimdi de +diğer kıyılarımızdaki şehirleri ve kasabaları topa tutmak onları +da Trablus’a Derne’ye Bingazi’ye benzetmek istiyor. +Ve bugün Antalya’ya asker çıkarır. Altı gün sonra Konya ovasında +görülür. Antalya’dan Konya’ya kadar sağlı sollu ne +kadar şehir ne kadar kasaba ne kadar köy varsa hepsini +mahveder. +Bugün vatan-ı İslam tehlikenin son kertesindedir. Allah +celle şanühu bize en evvel düşmanlarımıza karşı onları +korkutacak onları kovalayıp kaçıracak derecede karada ordular +denizde donanmalar hazırlamaklığımız bütün paralarımızı +bu uğurda sarfederek daima düşmanlarımıza karşı +silah elde vatanımızı ve memleketlerimizi muhafaza eylemekliğimizi +Kur’an-ı Kerim ’inde emir buyuruyor. “Çabuk +olunuz! Çabuk olunuz ki fırsatı düşmanlarınıza kaptırmayasınız!” +buyuruyor. +Hac ve zekatın farz kurban ve sadaka-i fıtrın vacib olmalarının +en birinci şartı evvela vatan-ı İslamı düşmanlarımıza +karşı muhafaza edecek hücum ederlerse onlarla cenkleşecek +onları korkutup kaçıracak kadar kuvvetli olmaklığımızdır. +Vatanımızı düşmana vermemek Kur’an-ı Ke rim +’i cami’lerimizi mihrablarımızı minberlerimizi ve medreselerimizi +onların pis murdar ayakları altında çiğnetmemekliğimizdir. +Karılarımızı kızlarımızı onların kucaklarında +görmemek ırz u namuslarını lekedar ettirmemekliğimizdir. +Vatan-ı İslam öldükten zencir-i esaret boynumuza geçtikten +Kur’an-ı Kerim parçalanıp kadem-hanelere atılarak +necasetlere bulandıktan sonra haccın zekatın kurbanın sadaka-i +fıtrın ne faidesi ne sevabı olur? Sancaklarımız yırtılır +atılırsa askerimizin tüfenkleri topları alınarak mahkemelerimizde +düşmanlar hakim olursa din kalır mı? +sancağı yerine İtalyan bandıraları sallanıyor valiler kumandanlar +onlardan! Mahkemeler onların! Cami’lere minarelere +minberlere mihrablara medreselere bin türlü hakaretler +oluyor. İnsan oralarda bulunmalı da dinimizin ve Kur’ an +Trablus’da Bingazi’de Derne’deki cami’lerin vilayat-ı sairedeki +cami’lerden ne farkı var? Yoksa onlar başka bunlar +yine başka mı? Hayır din kardeşi hayır! Cami’lerimiz Mekke-i +Mükerreme’deki mukaddes ve sevgili Ka’betullah’ın +naibleri vekilleridir. Mekke-i Mükerreme’deki din kardeşlerimiz +beş vakitlerini Ka’be’de kılarlar. Biz de bulunduğumuz +zı cami’lerimizde kılarız. Cami’lerin birbirinden farkı yoktur. +Birinin yıkılması hepsinin yıkılması demektir. +Ya Girid’de Trablus’daki müslümanlardan bizim ne fazlamız +var? Hepimiz bir Allah’a tapmıyor muyuz? Bir Peygambere +bir Kur’an ’a inanmıyor muyuz? Onların namusu +bizim namusumuz onların felaketi bizim felaketimiz değil +mi? Düşman Trablus’u zabtederse sıra İzmir’e Şam’a daha +sonra Konya’ya gelir. +Yoksa düşmanın Konya’ya Eskişehir’e gelmesi Alaeddin +Tepesi’ni zabtederek bandırasını dikmesini müslüman +evlerine dalıp al kanlara bulamasını ırz u namusu paymal +etmesini mi bekleyelim hırsız kapıyı kurcalıyor sen uykuda! +Kapıyı açtı işittin fakat ehemmiyet vermedin iç kapı +zaten açık! +Merdivenden çıktı oda kapısını açtı boğazına sarıldı! O +zaman “Aman can kurtaran yok mu?” demek kaç para eder? +Zavallı zavallı! Yüz seksen sene evvelsine kadar Osmanlı +vatan-ı İslamının hududları dünyanın yarısını kuşatıyordu. +Macaristan Sırbistan Hırvatistan Dalmaçya Yunanistan +Bulgaristan Bosna-Hersek Cezayiriyle Tunus’u Mısır’ı +Kırım’ı Kafkasıyla hep o hudud içinde milyonlarca +müslüman kardeşlerimizle Osmanlı sancağı altında yaşıyordu. +Hepsi elden gitti. Şimdi sıra Edirne’ye Üsküb’e Manastır’a +Selanik’e Şam’a Anadolu’ya geldi. Aklımız var. +Deli değiliz. İşte Trablusgarb gözümüzün önünde vatanımızın +yarısını elimizden alan düşmanlarımız elimizdekini bize +bağışlamaz ya! Bu kalan parçayı alıp da Osmanlı hükumet-i +hissalatü vesselam efendimiz hazretlerinin sancağ-ı şerifini +–maazallah– esir almadıkca rahat edebilir mi? +Avrupalıların Osmanlı Devleti’ni mahvetmek için bütün +kuvvetleriyle çalışmalarının asıl sebebini biliyor musunuz? +Hicaz hak-i pakini zabt ve müslümanları hacdan Ka’be-i +Muazzama’da toplanmalarından büsbütün men’ etmektir. +Fakat Hilafet-i mukaddese-i İslamiyye ile mütetevvic ve sancağ-ı +şerifi hamil olan Devlet-i Osmaniyye yaşadıkça bunu +yapamazlar. +Asıl korkuları “İttihad-ı İslam”dır maazallah Devlet-i +Osmaniyye munkarız olursa Avrupa hacca “paydos...!” diyecek +Avrupalıların taht-ı tahakkümünde bulunan üç yüz +bu kadar milyon müslümanın haccı Osmanlı Hükumeti sayesindedir. +Biz –maazallah– istiklalimizi gayb etmekle yalnız +kendimize değil bütün alem-i İslama kıymış olacağız. Kıyamete +kadar mel’un olacağız! +Onun için fırsat elde iken uyanarak her fedakarlığı yapmalı +ne yapıp yapıp donanmamızı kuvvetlendirmeye çalışmalıyız. +Trablusgarb ordugah-ı Osmanisinde mevcud muvahhidin-i +guzat yek-dil ü yek-vücud olarak azim bir cemaatle id-i +adha namazını bil-eda cümlesi birden bargah-ı ehadiyyete +ref’-i eyadi-i tazarru’ ile temenni-i fevz ü zafer eylemişler ve +hitam-ı duayı müteakıb yekdiğeriyle yalnız elleriyle değil +bütün vücudlarıyla musafaha edip kaffesi kanlarının son +damlası akıncaya kadar müdafaa-i vatan uğrunda çalışacaklarını +yeminler ile tekrar te’yid etmişlerdir. +Cenubi Afrika’da vaki’ “Natal” ahali-i İslamiyyesi tarafından +Dersaadet’deki Hilal-i Ahmer Cem’iyeti namına +lira kadar bir iane toplanılarak meblağ-ı mezkurdan şimdilik +lirası Dersaadet’e gönderilmek üzere Yuhannesburg’da +bulunan Osmanlı şehbenderine irsal kılınmıştır. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Aralık +Yedinci Cild - Aded: +Çoktan beri bu ünvan altında bir makale yazıp pek acı +ve müdhiş hakīkatleri meydana koymak ve ashab-ı insafın +nazar-ı dikkatlerini celb ederek çareler taharri olunmasını +zuma muvaffak olamıyordum yahud “es-Sabru miftahu’lferec” +mesel-i meşhuruyla müteselli olarak ben sabredeyim +elbet yakında mekteplerimizde ulum-ı diniyye tedrisatının +Meğer ben yanılıyormuşum. Bu gibi hususatta sabır miftahu’l-ferec +değil miftahu’l-mesaib imiş üç sene beklediğim +halde ara sıra –pek nadir olarak– gazete sütunlarına bu +babda yazılan bazı makalelerden başka fi’li birşey yapıldığını +mekteplerimizdeki na-ehil hocaları hiçbir kimsenin +hatırına bakmadan çıkarıp da yerlerine ehli olanlarının ta’yin +olunduğunu maatteessüf görmedim. Ama ıslah-ı medaris +çıldı Darülfünun İlahiyat şu’besinin ıslah olunacağı da söylendi +hatta o babda hey’et-i muallimin miyanında müzakereler +de cereyan etti. +Bunlar birtakım etti ve oldular ki meydanda hiçbirinin +kanaat-bahş bir eseri olmadığından tatlı bir hayal güzel bir +rüya derecesini geçemezler meydandakiler ise zerre kadar +fark olmaksızın yine eski hamam eski tasdan ibaret. Eğer +galat-ı hisse mübtela değil isem ben böyle görüyorum. Biri +çıkıp da bunu aksini iddia eder ve da’vasını da misaller ile +şeklinde yazılmıştır. +Çünkü ne varsa meydanda eğer bu babda ibraz-ı faaliyyet +eden gizli çalışanlar varsa onu bilmem. +Mekteplerimizde ulum-ı diniyye dersleri okunuyor. Fakat +çıkanların ekseri dinden bi-haber olarak çıkıyorlar. Bunun +sebebi ise pek zahir öyle öyle uzun uzadıya fikir yormaya +hacet yok: Mekteplerimizde okunan ulum-ı diniyyenin +tarih-i enbiya ile vezaif-i şahsiyyeden ibaret kısmına +münhasır kalması. Halbuki ulum-ı diniyyemizin en mühim +ve en adi aksamı miyanında bir de vezaif-i ictimaiyye vezaif-i +vicdaniyye kısımları vardır. Biz bunları setr ü ihmal +edip İslamiyet’i yalnız namaz kılıp oruç tutmaktan ibaret diye +telakkī ve telkīn etsek; +Ĕ +gibi hakayık-ı ulviyyeyi muhtevi olan ehadis-i şerifeyi ihmal +edip ibadat-ı şahsiyye hakkında birçoğu akval-i fukahadan +müsemmaları isimleriyle taban tabana zıd olan Dürr-i Yekolmaks +ta Tarih-i Ali-i Enbiya gibi fevaidi pek mahdud olan ibtidai +kitapları mekatib-i i’dadiyyede tedris etsek emin olalım bizim +mekteplerimiz Ebu’l-Ala el-Maarri’nin: +dediği gibi ikiye münkasem olurlar belki de olmuşlardır ve +böyle olmakta yerden göğe kadar hakları da var. Çünkü +mufassal tarih ve coğrafya okuyan ulum-ı tabiiyye tedris eden +fünun-ı riyaziyye teallüm eden ve bu suretle aklını tevsik +ve ma’lumatını tevsi’ ederek muhakemeye alışmış +olanlar sahifelik bir ibadat-ı şahsiyyeye müteallık mebahis-i +fer’iyyeyi “Ma’lumat-ı ‘aliyye-i diniyye” diye sellemehü’s-selam +kabul edemezler. Onlar muhakemeli bir tarih-i +enbiya müberhen ve mukni’ mebahis-i diniyye isterler. +Zira hürriyet-i aklın meziyetini ve o babda şeref-sadır +olan; +ʮ +Ĕ ʪ +đ +gibi ehadis-i Nebeviyyeyi ulum-ı diniyye hocalarının ağızlarından +şerefi elbette takdir ederler ederler de hiç bir zaman taklidi +tahkīka zannı ilme tercih etmezler ve böyle yapmalarıyla +Cenab-ı Hakk’ın +ayet-i kerimesine +tevfik-ı hareket etmiş olduklarından sezavar-ı takdir ü +tahsin olurlar. +Şimdi bu hal böyle devam ederse neticesi pek vahimdir +ki Fransa’da olduğu gibi münevver fikirlilerimizden ekserinin +dinsiz binaenaleyh ahlaksız olmalarıdır. +Bununla da kalmaz; eğer bu Din-i İslam hakkıyla ıslah +edilip mekatib cevami’ talebe ve ahaliye hakīkat-i İslamiyye +bütün hurafelerinden tecrid edilerek safvet-i asliyyesiyle +telkīn olunmazsa iki yüz seneye kadar yeryüzünde hiçbir +müslüman kalmaz. Hülasa ya bu din ve tedrisatı ıslah olunur +yahud dediğim gibi iki yüz seneye kadar mahvolur. +Benim kanaat-i vicdaniyyem bu merkezdedir. Benim bu +hükmü vermeye cesaret etmekliğim neticesinin uzak bir istikbale +aid olup tahakkuk etmediği halde mahcubiyetten +kurtulacağıma emin olduğumdan dolayı değildir. Zira benim +hakkımda tarihin aleyhime olarak vereceği hüküm yüzlerce +mahcubiyetten daha ağır bir cezadır. Belki bendeki bu +cesaret alem-i İslamda gördüğüm yüz binlerce şahidlerin +netice-i te’siridir. +Burada İstanbul mekteplerinde okunan ulum-ı diniyye +derslerinden başka bir şahid irad edeceğim ki o da Tanin +şısında bilhassa Maarif Nezaret-i Celilesi’nin altında bir harabe +bir türbe ve o türbenin üzerinde bir üfürükçünün bulunması +alenen ahaliyi aldatmakta devam etmesi ve biçare +cahil ahaliden hatta mekatib-i i’dadiyye talebesinden bazıları +merkūm üfürükçüye müracaat edip ondan istişfa’ eylemesidir. +Bu gibi halatın değil böyle İslamiyet’in merkezi bulunan +en hücra İslam köylerinden birinin en gizli bir bucağında +bile bulunması yalnız şayan-ı teessüf değil şayan-ı girye hallerdendir. +Bunlar hep İslamiyet namına icra ve o nam-ı mukaddes +lekeleniyor. Bu ve emsali hususatın bilhassa mekatibdeki +ulum-ı diniyye tedrisatının ıslahını her an düşündüklerinde +şübhe etmediğim üstad-ı muhterem Şeyhülislam +Musa Kazım ve Abdurrahman Şeref Beyefendi hazretlerinin +tasavvurlarının bir an evvel tatbikını İslamiyet’in en naçiz bir +uzvu sıfatıyla istirham ederek hatm-i kelam ediyorum. +Sıratımüstakīm ’in muhterem kari’leri geçen nüshaya +derc olunan Mısır efazılından zat-ı muhteremin muhadara +konferanssı üzerinde derin derin düşünmüş olmalıdırlar. +Fazıl-ı muhteremin buyurdukları gibi bizim ictimai hastalıklarımız; +o kadar ilerlemiş o kadar etrafa dal budak sarmış o +kadar müdhiş ve kahhar bir hal kesbetmiştir ki kimse bunların +müdavatı cür’etini kendinde bulamaz; bununla beraber +ye’se düşmek artık eceli gelmiş milletler sırasına geçtiğinize +kail olarak zamanın son latma-i ihlakine intizar etmek +de en büyük bir hastalık demektir. Nasıl ki muhadarada da +derd-i ye’s emraz-ı ictimaiyyemizin saff-ı evvelininde +zikrolunuyor. +Filhakīka ye’s efradda olduğu gibi cemaatte de hayatın +saadetin en büyük bir düşmanıdır; muhitin ye’s-aver tecelliyatına +karşı ahenin bir mukavemet ile müsellah olan efrad; +cem’iyyetin daman-ı bekasıdır. Ye’sin uyuşturucu dondurucu +te’siratından sıyrılmalı kavanin-i hayatiyyenin +rehberi-i sadıkına teslim-i inan ederek bütün emraz-ı ictimaiyyemize +karşı bir harb-i umumi i’lan etmeliyiz. Yeisden +necat bu harbde en büyük nişane-i zafer olacaktır. Şu kadar +ki geçenki makalede de arzedildiği vechile “Yeis”den +bizi kurtaracak birtakım avamil-i ibtidaiyye vardır ki evvelemirde +bunlarla tecehhüz etmeliyiz. Yeisden kurtulduk pürşevk +u şetaret emraz-ı ictimaiyyemize hücum ettik. Fakat silahsız +harb olur mu? Şübhesiz olmaz şübhesiz beyhude uğraşmış +oluruz. O halde hangi silah ile tecehhüz edeceğiz? +Topumuz kuvvetli asrın ilcaat-ı guna-gununu yıkmaya devirmeye +muktedir bir terbiye-i İslamiyye olacaksa tüfengimiz +son sistem son dimağların seviye-i tekamülüyle mütenasib +bir “ma’rifet-i muhita” olmalıdır. İşte biz bütün derdlerimizden +bu silahlarla kurtulacağız ve hamd olsun alem-i +meyi mütekeffil değilse bile her halde bu “Ka’be-i felah”a +doğru teveccühümüzü te’min edecek bir kuvvettedir. +lamın sekinet-bahş-ı kulubu olduğuna şübhe olmayan “edDa’vetü +ve’l-İrşad” Darülfünun-ı İslamisi Nizamnamesi İslam’ın +selamet-i istikbaline doğru atılmış kuvvetli bir hatvedir. +Bu yolda müessesat; yalnız Mısır’da değil memalik-i İslamiyyenin +her tarafında birer şems-i ümid gibi tulu’ etmeli +efkar-ı İslamiyyeyi nurlara gark etmelidir. Bir Darülfünun; +asrın na-kabil-i zabt u tedmir bir istihkamıdır. İslam hududları; +ne vakit böyle kıla’-ı ma’rifetle hıfzedilmeye başlanırsa +hiçbir kuvvet-i harice oraya yan bakmaya cür’et edemez. +Temenni edelim ki memalik-i İslamiyye az bir zaman +onun şa’şaa-i kemalinden yabancı gözler kamaşsın her +sakf-ı ma’rifette rayat-ı emn ü selam temevvüc etsin. +Fakat şunu da ilave edelim ki temenni bunların nihayet +nihayet bir lazıme-i ibtidaiyyesi olabilir fakat taşı toprağı; +erkan-ı te’sisiyyesi yerine geçemez. Onun için artık +kuru temennilerin; büyük bir kıymet-i ameliyyesi olmadığını +düşünerek her temenniyi; bir amelin ta’kīb etmesine selamet-i +vatan namına çalışalım. Alem-i İslam “Muhammed +Reşid Rıza” hazretleri gibi a’za-yı fa’ale yetiştirmeye mümessik +davranmamalıdır düşünmeliyiz ki vatan-ı İslam bir +sükun-ı camidane ile değil bir sekinet-i gayurane ile kurtulacaktır. +Payitahtın da ümid-bahş teşebbüsleri var. Medreselerde +ahiren görülen eser-i hareket her halde daima beklenilen +bir ayet-i salahdır. Medreselerin bu memleketin terbiye ve +tehzibi nokta-i nazarından müteahhid bulunduğu hisse-i ehem; +düşünülürse bütün mesai-i ıslahiyyemizin muhassala-i +kuvasını evvel-emirde o mehafil-i fuyuza tevcih etmek lazım +geleceği teslim olunur. Medreseler; bizim terbiyet-gah-ı vicdanımız +olacak bir paye-i ulviyyete namzeddir. Bu hasisanın +Bu dünyada ahval-i beşeriyyeyi nazar-ı tedkīkten geçirirsek +her halin vücudu bir ihtiyacın te’siriyle olduğunu +güzelce anlarız. O ihtiyac da ya tabii olur: Yemek içmek hususundaki +olur: Yemek içmek giymek gibi şeylerin istifası için yapılan +amellerin şekilleri nevi’leri gibi. Bunun için görüyoruz ki +yüre ma’ruz kalıyor.. Acaba din de insanlar için bir ihtiyac-ı +tabii mi.. Yoksa bir ihtiyac-ı i’tibari mi? +Bir feylosof insanı ta’rif ederek diyor ki: İnsan gözle +gören bir cisimden ve ayn-ı basiretle müşahede eden bir +ruh bir nefisden ibarettir. Demek oluyor ki feylosofun ta’rif-i +hakīkīsi üzere bir insan yemek içmek ve cesedine faide +verecek birtakım ihtiyacatın istifasıyla tabiat-ı beşeriyyenin +şeklinde yazılmıştır. +umum ihtiyacatını te’min edemiyor. Belki birçok ihtiyacları +da açıkta kalıyor. Onlar da insanın cüz’-i hakīkī veya zannisi +olan ruhun ihtiyacatıdır. Serd olunan nazariye mazhar-ı kabul +olur ise efrad-ı beşerin cümlesinin dine ser-füru ve inkıyad +etmeleri tabii olur. İnkıyad etmeyenler de meratib-i beşeriyyeden +haric ve meratib-i hayvaniyyeden daha münhatt +bir derekeye dahil olurlar. Onun için Cenab-ı Hak Kitab-ı +Celil’inde buyuruyor ki +Din lügaten +bü’l-Vücud’un azamet-i İlahiyyesine hudu’ ve evamir-i Sübhaniyyesine +münkad olmak demektir. +Halik-ı A’zam’ın kudret-i samedaniyyesi mükevvenatın +bütün zerratında tezahür ettiğinden nazar-ı ibretle o bedayi’i +kudrete bakmak insanlar için tevhide kafi bir saikadır. +Birgün badiyede yaşayan safha-i fikriyyesi her bir ma’lumattan +hali olan bir bedeviye Hak tealanın isbat-ı vücudundan +sual ettikleri vakit +eğer devenin +ba’resi “yani batından çıkan fazla-i gıza” deveye delalet eder +dar yerler gökler Cenab-ı Hakk’ın vücuduna delalet etmez +mi? diye cevap vermiş. +Bir bedevi bu kadar bilebilir. Ama safahat-ı fikriyyeleri +birçok ma’lumat-ı fenniyye ile memlu olan kimselerin ise +her birşeyde bin hikmet-i hilkat ve berahin-i vahdaniyyet +müşahede etmeleri şübheden varestedir. Bugün zamanın +teceddüdatı din-i mübin-i İslam’ın birçok metin esaslarını +te’yid etmiştir. Kur’an-ı Kerim ’in birçok ayat-ı celilesinin +medlulatını asr-ı medeniyyet ayanen tecelli ettirmiştir.. +Buna dair olan birçok ayat ve ehadisin zaman-ı terakkī +hazretleri Tabayi’u’l-İstibdad nam kitabında güzelce tavzih u +beyan etmiştir. İsteyenler müracaat etsinler pek garib safhalar +okurlar. Zaten İmam Busiri: +Ayat-ı Kur’an iyye’nin ma’naları o kadar bi-hadd ü hasrdır +ki adeta emvac-ı deryanın ecza-yı ferdiyyelerine benzer +buyurmuştur. Üstad-ı muhteremim Seyyid Muhammed Hamid +hazretleri bunu okudurken tefsirinde diyordu ki: “Kitab-ı +vakt-i saadetten şimdiye kadar gelip geçen fuzela-i dur-bin +ve mir’at-ı basiretiyle müteellif olarak meaş ve meada layık +ve nafi’ fevaid ahz u iktibas eylemişlerdir. +ayet-i kerimesi de bunu te’yid eder. +Dikkat edilir ise görebilirsiniz ki: Kütüb-i semaviyye-i saire +üsluben Kur’an -ı azimü’ş-şan’a benzemez. Tedkīk ediniz +Tevrat’ı dünyaya tealluk edecek birşey bulamazsınız. Bakınız +göremezsiniz. Acaba Kur’an -ı azim’de neyi arayıp da bulamıyorsunuz +tanzim-i hayat-ı beşere dair hadden efzun ayetler +müşahede edersiniz. Ceraime dair cezalar iktisada bais +yollar ittihad u ittifakın semerelerini mübeyyin usuller müsavat +ve adaleti te’yid eden izahlar sa’y ü ameli tahsin eden +nasihatler ümem-i salifenin ahvalini temsil eden beyanlar +hülasa beşeriyeti hal-i sefalet ü şekavetten kurtarıp meaşen +ve meaden a’la-yı illiyyin-i terakkīye isal edebilecek her türlü +vesaiti havidir. +Kur’an-ı Kerim din-i mübin-i İslam’ı ilelebed hıfz u te’yid +edecek bir kitab-ı semavidir... Belagat ve fesahat-ı Arabiyyenin +en ‘ali bir devresinden şimdiye kadar meydan-ı +fesahatte müba[re]zeye her beliğ u fasihi da’vet ettiği halde +çıkmadı ve ilelebed bu halin devam edeceğini belagat-ı +Arabiyyeye vakıf olanlar yakīnen bilirler. Geçenlerde Avrupa +mütefekkirin ve ulemasından Mösyö Edmund diyordu +ki: Gayr-i müslim bir kimse Kur’an ’ın muhteviyatına inanmaz +ye kalkar ise pek büyük levme ma’ruz kaldığı gibi kendi +cehlini de ibraz etmiş olur. Mösyö Edmund[un] bu sözü +hasma karşı ne güzel bir cevab-ı ilzamidir. Ben de diyebilirim +ki bazı gayr-i müslimlerin Kur’an-ı Kerim ’in fesahat ü +belagatini idrak etmeyip de hal-i inkarda bulunmaları ehl-i +hakīkati düşündürecek bir mes’ele değildir. +Belki bazı müntesibin-i dinin takdir etmemeleri pek +ziyade düşünülecek bir mes’eledir. Birgün bir zat ile beraber +otururken dedi ki: “Siz müslümanlar i’cazı Kur’an’ ınıza tahsis +ediyorsunuz. Halbuki meşhur üdebalarınızdan İmam +Hariri de iki beyit söylemiş ve demiş ki bir kimse benim şu +beyitlerimi üçüncü bir beyit ile ta’ziz edemez asrında bulunan +o kadar üdeba ve büleğanın cümlesi ser-füru etmişler +ve hiç birisi de cevap verememiş. Demek oluyor ki i’caz +bazen insanların sözlerinde de olabilir. Binaenaleyh Kur’ an +’ın i’cazı kelam-ı İlahi olduğuna delalet etmez” cevabında +dedim ki: İmam Hariri’nin makamatında zikrettiği beyitler +şunlardır: +Filhakīka bu beyitler her ne kadar derecat-ı belagat ü +fesahatte en a’la derecelerde ise de bunlara nazire yapan +çok ulema vardır. Demek ki nazirelerini işitmemişsiniz? İşte +size o tarzda iki beyit daha: +Bakınız İmam Hafidi’nin Lamiye Şerhi ’ne bunun yüzlerce +nazirelerini ve bunlardan daha beliğ beyitler bulursunuz +ah hatırıma gelmiyor ki burada şimdi birkaçını daha +Peygamberden hasmı imtina’ u iltizam edecek birçok +mu’cizeler ayat-ı beyyinatlar sudur etmiş.. diye cevap verdim. +Kendisi dinsiz mutaassıb olmadığı için serdettiğim delilleri +kemal-i memnuniyyet ile kabul etti. Makaleme hitam +vermeden evvel yine Mösyö Edmun’un bir sözü var onu +söyleyip öyle hitam vereceğim diyor ki: Diyanet-i İslamiyyenin +ruhunu anlamadan garib düşenlere sırrına vakıf olmak +pek çetindir. Fakat künhünü anlayanlar ve hakīkati +bilenler için pek hoş cazibeli bir ruhdur. Onun için sırrını +edemez ve hiçbir vakitte ondan infisali mümkün değildir. +Evet! Feylosofun mütalaası pek ziyade musibdir. İşte bize +terettüb eden bir vazife var ise o da diyanet-i İslamiyyenin +ulviyet ve mezayasını bilumum müslümanlara ve hususan +yeni neş’et eden şübbanımıza telkīnatta bulunalım ki ruh-i +cazibedarını müşahede etsinler. Ve her vakit hayat-ı diniyye +diyanet-i mukaddese-i İslamiyyeye asılsız esassız birtakım +cühelanın telbis ettikleri eracif ü evhamı ref’ ile hakīkat-i İslamiyyet’i +her bir su’-i tefehhümden azade olarak tecelli ettirmekle +olur. +Nuşirevan’ın oğlu Hürmüz halet-i nez’de iken halefi +Şireveyh’e şöyle vasiyet etmişti: +Oğlum! Hangi işe azm ü niyet eyleyecek olursan evvela +o işte tebeanın istifadesi olup olmadığını düşün. Daima re’y +ve adalet muktezasınca hareketten geri durma ki icraatından +raiyyen duçar-ı ıztırab olmasın. Millet zalim bir hükümdarın +tabiiyyetinden kaçacağı gibi gittiği yerde onun nam-ı +sitem-ittisamını neşreder. Kimsenin rencide-dil ve ateş-i kalbinin +müştail olmasına meydan verme. Bir koca karının +nar-ı inkisarı bir cengaverin kılıcından ziyade te’sir gösterir +nitekim bir dul kadının devrilen kandilinden bir şehrin tamamıyla +yanması kabildir. +Dünyada adl ü insaf ile ittisaf eylemiş bir padişahdan +daha bahtiyar tasavvur olunamaz. O tacdar-ı ma’delet-perver +hayatında tebeasının hürmet ü muhabbetine mazhar +olduğu gibi vefatından sonra da raiyyesinin duasına nailiyyetle +kam-perverdir. +Evladım! Madem ki insanların iyisi de kötüsü de ölecektir. +Namın iyilikle yad olunması senin için ebedi bir hayat +demektir. +Ser-i kara geçireceğin kimselerin dindar ve perhizkar olmalarına +dikkat et zira erbab-ı takva memleketin mi’marıdır. +Halkın mazarratında senin menfaatini arayacaklar +hem senin düşmanın hem de milletin adusudurlar. +Zulm ü sitemlerinden eyadi-i halkı semaya tevcih edenlerin +eline zimam-ı hükumeti teslim eylemek pek büyük +bir hatadır. +Naklederler ki: +Adil bir padişah vardı. Libasın içi de dışı da astardan idi. +Birisi bu zata: +– Niçin böyle kisve-i dervişane iktisa ediyorsunuz? Dibayı +Çin’den elbise yaptırsanız dedi. Padişah da şu +cevabı verdi: +– Bu kadarı tesettür ve istirahat için kafidir. Fazlasına +kalkışırsam tezeyyün ihtiyar etmiş olurum. Halbuki ben tahtımı +tacımı süslemek emeliyle vergi almıyorum. Eğer kadınlar +gibi süse temayül eyleyecek olursam düşmana nasıl +merdane mukavemet edebilirim? Fi’l-vaki’ benim de amal +ve hevasatım vardır. Lakin hazine yalnız bana mahsus değil +Düşman bir köylünün eşeğini alır götürürse padişah +vergiyi ve öşürü ne sıfatla alır da yer? Eşkıya ahalinin malını +padişah da vergisini alınca o memlekette ve onun fevkindeki +tac u tahtta ne saadet ü haşmet kalır? +Zebun-küşlük etmek muhalif-i insaniyyettir. Kuşlar bile +aciz bir karıncanın ağzındaki daneyi kapmaya tenezzül etmez. +Tebea meyvedar bir ağaçtır ki hüsn-i suretle bakılırsa +arzu edildiği tarzda semeresi ıktitaf olunur. Zulm ile merhametsizlikle +onu kökünden koparmaya çalışmamalı efradı +milletin ıztırabına meydan vermemeli ve onların inkisar-ı +kalbinden çekinmeli. +Emir Şir Ali Han Kabil’e geldi. Emir-i müşarun-ileyhin +Gazneyn’e vürudunda Bamyan’da bulunan Serdar Muhammed +Eslem Han iyal ü emvalini bırakıp Belh’e kaçtı ve +pederime iltica etti. Ben “Serdar Muhammed Eslem Han +müfsid bir adamdır ona yüz veremeyiniz” diye pederime +yazdımsa da “Bana müracaat ve dehalet eyleyen bir zatı +reddetmek elimden gelmez” tarzında cevap aldım. +§ +Emir Şir Ali Han amcamla olan muahedatını nakz ederek +üzerine Zernek’li Refikuddin Han kumandasında olmak +üzere asker gönderdi. Amcam ise bu kadar kuvvete +mukabelede bulunamayacağını anladığı için Hindistan’a +geçip İngiliz toprağına kaçtı amcamın firarından sonra Emir +Şir Ali Han pederimin mutasarrıf bulunduğu Kenedaz Zermet” +Luker mevakiini tasarrufa başladı. Bu mevki’ler pederim +tarafından –kendi perverdesi olan– Ahmed Keşmiri’ye +med Keşmiri’ye muhalif göründüğü için pederimi emir aleyhinde +kışkırtmaya çalıştı. Muhammed Eslem Han Abdurrauf +Han Muhammed Emin Han gibi serdarlar da Ahmed +Keşmiri’yi te’yid ettiler. Bunların hepsi de birtakım müfsid +herifler idi. Bu sırada pederim benimle görüşmek üzere +Hanabad’a geldi. Yanında mezkuru’l-esami serdarlar da +vardı. Vürudunu müteakıb Emir Şir Ali Han’ın mektubunu +hamilen Ahmed Keşmiri de varid oldu. Emir mektupta +“Türkistan hükumetini sizden almak fikrinde değilim size +karşı fevkalade hürmet ve muhabbetim vardır” te’minatında +şeklinde yazılmıştır. +bulunuyordu. Lakin bu Ahmed –kafir-i ni’met bir şahıs olduğu +me’mur edilmişti. +Pederim müşavirleriyle müzakereler yapıyor fakat beni +mecalis-i istişareden haric bırakıyordu çünkü muhaliflerinin +fikrine i’tiraz edeceğim biliniyordu. +Birgün pederimi “Kabil’in serdarları burada iken oranın +hükumetini kabul buyurun” diye iğfal ettiklerini haber aldım. +Ziyadesiyle canım sıkıldı. Pederim “Mir Atalık’ın vilayetini +Katagan askerini alıp Kabil’e yürümek” hususunda kandırılmış +Mir Atalık da buna dünden razi olmuştu. +Biraz sonra Emir Şir Ali Han’ın askerle Türkistan’a doğru +yürümekte olduğu işidildi. Pederim beni niyabeten Tahtapul’a +göndermek kendisi de emire mukabele etmek fikrinde +bulundu. Fikrini çelmek ve muharebeden çevirmek istedim. +“Sizin yerinize ben gideyim. Yorulacak olursam imdadıma +gelirsiniz fakat tali’ size müsaid davranmazsa o zaman +ben bir iş göremem” dedim. +Pederim sözlerimin doğru olduğunu anladı ve kabul edecek +gibi oldu. Fakat başındaki fesede: “Siz Kabil’in ahvalini +daha iyi bilirsiniz ve eşraf ü a’yan ile daha iyi müzakeratta +bulunursunuz” ifsadatıyla tereddüde düşürdüler. Nihayet +pederim onların re’yini kabul etti. Temenniyatımı reddile +beni Tahtapal’a[?] yolladı. +§ +Hanabad hükumetinde bulunduğum esnada askerin +maaş ve masrafını te’diyeden sonra hasılattan rupiye +saklamıştım. Pederim bu meblağı yaptırdığı sandıklara +vaz’ ettirdikten sonra Kabil ile Belh arasında vaki’ Bacgah’a +müteveccihen hareket etti. Maiyyetindeki kumandanlar zevat-ı +atiye idi: +Gulam Ahmed Han Naib Muhammed Han Kernil +Sohrab Kernil Veli Muhammed Han. Pederim bunları bir +menzil ileri göndermiş ve etrafdaki tepeleri tutup kendisi +gelmezden evvel harbe başlamalarını ekiden tenbih eylemişti. +Evvelce de söylenildiği vechile Gulam Muhammed Han +Mevki’-i me’muriyyetine vasıl olunca vazifesini hemen icra +etmeyerek ertesi güne bıraktı. Lakin Emir Şir Ali Han’ın +Serdar Muhammed Refik Han General Şeyh Mir gibi kumandanları +Gulam Muhammed Han’ın bataetinden bilistifade +nikat-ı hakimeyi tuttular ve daha onun uyanmasından +evvel askeri üzerine ateş yağdırmaya başladılar. +Bizim asker derhal mukabele ve cansiperane muharebe ettiyse +de mağlub ve terk-i mevki’e mecbur oldu. +Şu inhizamı haber alan pederim imdad için hareket eyledi. +Lekenferekil[?] mevkiinde ric’at eden askere mülakī olarak +geri çekilmekten başka yapılacak bir şey kalmadığını +anladı. Binaenaleyh bir menzil geride bulunan Devab mevkiine +ric’atle toplarını ta’biye askerini takviye ile meşgūl +oldu ki buradan Emir Şir Ali’ye müdafaada bulunacaktı. +Mekr u hile ile pederimi böyle bir vartaya düşüren müfsidler +“Abdurrahman’ın ta’lim ettiği asker son derece muntazamdır +onlarla uğraşamazsınız en iyisi siyasetle idare-i +maslahat ediniz. Yoksa mağlub olursunuz” mealinde bir ariza +tahrir ve gizlice Emir Şir Ali Han’a tesyir ettiler. +Emir arizadaki nükteyi idrak ederek Serdar Köhnedil +Han Kandehari’nin oğlu Sultan Ali’yi Mushaf-ı Şerif ile pederime +gönderip “Serdar Muhammed Efdal Han’ı babam +makamında muhterem tanırım. Pederim Emir Dost Muhammed +Han’ın namını berbad etmemek için biraderimle +çarpışmaktan çekinirim” mealinde özürler diledi. +Pederim bu hileye aldandı ve Mushaf-ı Şerif’i yüzüne +gözüne sürdükten sonra kardeşinin ordusuna gitmeye kalktı. +Harbe devam hususunda ısrar ve ikdam eden askerin ricasını +kabul etmeyerek kalkıp Emir Şir Ali’nin ordusuna +gitti. +Pederim vürud eder etmez Emir Şir Ali karşı çıkıp büyük +biraderinin üzengisini öptü. Çadırına getirdiği sırada muharebe-i +vakıadan dolayı teessüfler etti. Pederimi müzeyyen +bir sandalyeye oturtup kendisi hizmette bulundu. +Safdil pederim biraderinin şu evzaını ciddi telakkī ederek +kiren ordusuna geldi ve mikdar-ı kafi zahiresi bulunmayan +biraderine yedi bin koyun ile iki bin çuval arpa gönderdi. +Ertesi günü iade-i ziyaret için Emir Şir Ali Han pederimin +ordusuna geldi. Tekrar görüşülüp konuşuldu. Avdetinde +Muhammed Refik Han’ı yollayıp Şahmerdan’ın kabrini +ziyaret için müsaade istedi. Pederim müsaade verdiği gibi +askerini de Dere-i Yusuf’dan Belh’e i’zam ederek maiyyetinde +üç bin hassa süvarisi olduğu halde Emir Şir Ali Han ile +yola çıktılar. Bizim asker Tahtapul’a geldiği gibi pederime +bir mektup yazdım ve “Askeri yanınızdan ayırdığınıza iyi +etmediniz” dedim. Yine sözüme kulak asmadı. +Emir Şir Ali Han Serdar Muhammed Ali Han’ı kendinden +evvel Mezar-ı Şerif’e göndermiş emir-zade de beni +oraya gidip istikbalinde bulunacak sanmıştı. Lakin ben gitmedim. +Kudumünü tebrik için bir kağıd yazdım. “Eğer zahmet +Serdar Muhammed Ali Han “Alelacele pederime mülakī +olacağım. İnşaallah bilahare görüşürüz” cevabını yolladı. +Vaktaki pederim Mezar-ı Şerif’e vasıl oldu. Koşup görüştüm. +“Emir Şir Ali Han size hud’akarane muamelede bulunmuştur. +Müsaade buyurun da hemen kendisini esir edeyim” +dedim. Pederim Kur’an-ı Kerim ’i eline alıp “Şu Kelam-ı +deyince “Göreceksiniz ki o çirkin hareketi amcam yapacaktır” +cevabını verdim. +Ertesi günü Emir Şir Ali Han geldi. Bir gece Mezar-ı +Şerif’de kaldıktan sonra Taşkurgan’a azimet etti. Pederim +Tahtapul’a avdetle biraderi için bazı hedaya hazırladı. Bunları +“Allaha ısmarladık” demeye geleceğim haberiyle Emir’e +gönderdi. “Artık Allah’a ısmarladık demeyi veda etmeyi bırakın +amcamın nezdine gitmeyin” diye çok yalvardım. Bermu’tad +sözümü dinlemedi kalktı Taşkurgan’a gitti. +Daha gelir gelmez zavallıyı amcam tutturup hapsettirdi. +Bizim asker bunu işittiği gibi Emir Şir Ali Han ile harb +eylemek üzere bana müracaat etti. Ben de müracaatlarını +bil-kabul muharebe kasdıyla Mezar-ı Şerif’e kadar geldim. +Çadırlar kurdurup askeri yerleştirdim. +Orada iken pederimden bir mektup aldım ki kat’iyyen +muharebeden sarf-ı nazar etmemi ve sözünü dinlemeyecek +olursam beni evladlıktan reddeyleyeceğini yazıyordu. Mektubun +mealini askere anlatınca hepsinin canı sıkıldı. Kemal-i +Yalnız kendi sadık beş altı yüz kadarı maiyyetimde kaldı. +O gece pederimden diğer bir mektup geldi bunda da +vefakar arkadaşlarıma Buhara tarafına gitmemi tavsiye ediyordu. +Ale’l-acele hareket ve sabaha kadar hududun hemen +nısfına muvasalat eyledik. +Devletabad’a vusulümüzde iki bin kadar süvari ile birçok +halkın dağ tepesinde toplanmış olduğunu gördük. Adamlarımdan +birini gönderip kimler olduğunu sordum. Meğer +Özbek süvarileri imiş. Hüviyetlerini öğrenince yanlarına +gittim. Bana selam verdiler ve düğün tedarikiyle meşgūl olduklarını +söylediler. Tepedeki süvarilerin kimler olduğunu +sual ettim. Afgan süvarileridir bize münasebetleri yoktur +dediler. O vakit bunların dün akşam benden ayrılan Naib +Gulam Ahmed ve Abdurrahim hanlarla maiyyetlerinden +derip yanıma çağırdım. Tahriren emir almayınca ve tamamıyla +mutmain olmayınca gelmeyiz demişler. Bir kağıd yazıp +yollayınca geldiler. Maiyyetime iltihak ettiler. Hep birlikte +kalktık Ceyhun Nehri’ne doğru hareket ettik. +Özbek süvarileri de benimle beraber gelmek ve icabında +bize muavenet eylemek istediler. Ben muavenetlerine muhtac +olmadığımızı söyleyerek geri dönmelerini söyledim. Çünkü +Özbeklerin Afganlılardan müteneffir olduklarını ve fırsat +buldukları gibi bize hıyanete kalkışacaklarını biliyordum. +Özbek süvarilerinin çekilmesini müteakıb Hecde +Nehr-i Belh’i geçtik. Artık yolumuz tamamen çöl olup hiçbir +kal’a ve ma’mure görülmek ihtimali yoktu. Nehir sahilindeki +bir tarladan ikişer kavun ve karpuz alıp heybelerine koymalarını +arkadaşlarıma tavsiye ettim. Çünkü yolda su bulamayacağımız +şübhesiz idi. +Bir müddet ilerledikten sonra rüfekadan ekseri karpuzlarını +yemek için atlarından indiler. Tevakkuflarına mani’ +olmak istedim ve: +– Burası muhataralı bir yerdir atlarınıza bininiz hem +karpuzlarınızı yiyiniz hem de gidiniz dedimse de Naib Gulam +Ahmed Han: +– Siz isterseniz gidiniz. Biz burada istirahat eder ve güneşin +sıcağı zail olduktan sonra size yine yetişiriz diyerek +ağaçların altına kaliçesini yaydı. Sairleri de onu taklid eyleyerek +kaliçeleri üzerine uzandılar. Ben otuz süvari ile nakd-i +mevcudu alıp hareket ettim. Gulam Ahmed Han Nazır +Haydar Abdurrahman Kernil Sohrab Kernil Nazir Kemandan +ra ve zabıtan ile süvariyi orada bıraktım. +dörtnala gelmekte olduğunu gördük. Durup bekledik meğer +benim iade ettiğim Özbekler avdetle ağaçlar altında uyuyan +Naib Gulam Ahmed Han ile maiyyetine hücum +etmiş onlar da mukabeleye davranmakla beraber bana haber +yollayıp imdada çağırmışlar. +– Acaba bizim adamların aklı başında değil mi? Kaçıp +kendilerini kurtaracaklarına beni de çağırıp tehlikeye düşürmek +lazımdır. Ben üç yüz süvariyle muharebeye girişmediğim +halde otuz kişi ile nasıl girişebilirim dedim ve dönemeyeceğimi +söyledim. +Maiyyetimdekilerden Nusayr Han isminde bir zabit vardı +ki geride kalan Kernil Sohrab’ın biraderi idi. Kardeşinin +tehlikede bulunduğunu haber alınca gelen süvari ile imdada +gitti. Biz de Ceyhun tarafına müteveccihen azimet ettik. Biraz +sonra sahil-i nehre vasıl olduk. Arkadaşlarıma: +– Siz biraz meks ediniz. Ben etrafı dolaşıp kira ile bir +kayık bulayım. Kayıkcıların sizi görüp korkma[ma]ları için +hepiniz meydana çıkmayınız dedim ve yanıma bir adam +alıp yürüdüm. +Kullanılıp duran “Murabba’“ ve “Müka’ab” ıstılahlarını bırakıp +“dörtleme” “dörtlenmiş” “topuklama” falan gibi şeyler +yanşırmaya çalışmak tavsız ve tatsız olur. Bu sebeble +bunları böylece kullanmak daha uygun bir iştir. +Bir adedin murabba’ı nedir müka’abı nedir biraz biliriz.. +Bir adedin hesabca murabba’ı onun kendi nefsine +darb edilmesiyle elde edilir. Mesela ikinin murabba’ı dörttür +dört.. Fakat sade dört değil.. Murabba’ haline gelmiş +dört. Üçün murabba’ı kezalik murabba’ halinde dokuzdur. +Şu halde iki metrenin murabba’ı murabba’ halinde dört +metredir. Üç metrenin murabba’ı murabba’ dokuz metredir. +Kezalik iki kilometrenin murabba’ı murabba’ dört kilometredir. +Üç kilometrenin murabba’ı murabba’ dokuz kilometredir. +Bir adedin müka’abı ise onu nefsine iki kere darb +etmekle bulunur. Mesela ikinin müka’abı müka’ab halinde +sekizdir. İki metrenin müka’abı da müka’ab sekiz metredir. +Bunlar riyaziyece hemen herkesin bildiği şeylerdir. +Hemen herkesin bildiği bu mes’elede hemen herkesin +yanıldığı bir nokta var. İnanılamayacak şey fakat hergün +görülen şey. Ağızlar kalemler alışmış... “Murabba’ metre” +“murabba’ kilometre” ve “müka’ab metre” “müka’ab kilometre” +diyecek yerde “metre murabba’ı” “kilometre murabba’ı” +ve “metre müka’abı” “kilometre müka’abı” deyip +gidiyoruz. Hesab kitaplarında coğrafya kitaplarında; şurada +burada en yeni eserlerde en yeni yazılarda bu sekamet +tedavül edip durmaktadır. Faraza Garb Trablus’u kıt’asının +mesahası ne olduğunu öğrenmek istesek.. Sorarız. Bir milyon +kilometre murabba’ı kadar diye cevap alırız. Fil-hakīka +bunu yazan kitaplarımızda hep böyle “kilometre murabba’ı” +diye yazmıştır. Böyle olsa yani kıt’anın toprağı dedikleri +gibi bir milyon kilometre murabba’ı olsa hesaba uygun +mesaha milyon kere milyon yani bir trilyon murabba’ +kilometre olmak lazım gelir. Halbuki sahih ve hakīkī mesaha +ancak bir milyon murabba’ kilometre kadardır. +Kezalik Monako Prensliği’nin arazisi bizim kitaplarda +birbuçuk kilometre murabba’ı .. Bu ise hesabca iki bütün +ve bir rub’ murabba’ kilometre eder. Halbuki hakīkī +mesaha; yalnız bir buçuk murabba’ kilometredir ziyade değildir. +“Murabba’” ta’birindeki sakatlık hiç farksız “müka’ab” +ta’birinde de caridir. Mesela bu seneki Servet-i Fünun nevsalinin +Dicle Irmağı’nın Mart aylarında her saniye döktüğü su üç +bin metre müka’abıdır. Salnamede adet vechile “metre +müka’abı” denmiş müka’ab metre ma’nası murad olunmuş. +Yoksa bu ifade yanlış olmayıp da doğru olsa ve hesab +bunun doğruluğuna göre yapılsa üç bin metre müka’abı +yirmi yedi milyar müka’ab eder. Ne kadar azim bir fark? +Akıllar almayan bu azim fark nereden meydana geliyor? +Müka’ab metre yerinde metre müka’abı demekten mi? Şübhesiz... +Sakın [bu] işte bir vehim olmasın! Hayır işte vehim +yoktur. Hakīkat ve hesab vardır. Demir yollarında çelik dağ +parçaları gibi uçup giden o heybetli katarı çekip götüren +nedir? Böyle hiç görünen bir hakīkat değil mi? +yazıcıları büyük bir yanlışa sürüklemiş.. Bu mühim hatayı +şimdiye kadar gören ve gösteren olmamış mı? Olmuş. Ş. +Sami Bey merhum bunu ta Kamus-ı A’lam ’ının ilk cildinin +başındaki ihtarlar arasında gözlere göstermiş. Sonra Kamus-ı +Türki ’sinde de yerinde yoluyla işaretlemiş. Hiç bir va kit +“murabba’ metre” yerinde “metre murabba’ı demeyip +daima daima “murabba’ metre” demeyi iltizam etmiş lakin +aldıran olmadıktan sonra neye yarar? +kadar lakırdı fazladır. Fakat öyle adamlar var ki anlamazlar +ra ha Kara Hasan dediği gibi– ha metre murabba’ı ha +murabba’ metre ne ziyanı var? Diyecekler. Öylelere karşı +birkaç söz daha çaresizdir. +Onlara sorarız.. Mesela “çürük ayva” ile “ayva çürüğü” +arasında fark yok mudur? Yoktur diyemezler. Çünkü kimse +va”dır “ayva çürüğü” sözünden anlaşılan şey “çürük”dür +sözü biraz daha kısa ve biraz daha mübhem söylemek istese +va” ve “çürük” derdik. O zaman iki ta’bir arasındaki ayrılık +ve başkalık apaçık görünürdü. +Dil işlerindeki inceliklerle uğraşanlarca söz götürmez bir +hakīkattir ki “çürük ayva”da “ayva” ma’nası asıldır.. “Ayva +çürüğü” sözünde “çürük” ma’nası asıldır. Birincide “çürük” +ve ikincide “ayva” birer kayıddır eksik dolduran birer mütemmimdir. +Birincide anlaşılan şey ayvadır.. Nasıl ayva? +Şöyle ayva böyle ayva çürük ayva. İkincide anlaşılan ise +çürüktür. Ne çürüğü elma çürüğü değil başka şey çürüğü +değil ayva çürüğü. Aralarında bu kadar açıklık olan iki şey +nasıl bir olur? Yine sorarız.. Mesela “açık hesab” ve “hesab +açığı” desek ne anlarız? Birinciden hesab anlarız. İkincide açık +anlarız. Bunlarda başka başka şeylerdir. Bil-farz ortada +yüz liralık bir hesab var... Bunun doksan beş lirası yolunda +beş lirası yolunda değil eksik.. Bunu kapamak için konuşuyoruz. +“Açık hesab” denildikce yüz liralık hesabı anlarız +“hesab açığı” dendiği zaman ise eksik kalan beş lirayı anlarız. +Burada da hiçbir vakit hesab demek açık demek olamaz. +Böylece –biri tavsifi biri izafi– iki nevi’ terkib arasında +bir fark kabul edilince lisanca bir hakīkat olan bir şey kabul +edilmiş olur ve bu mahiyetteki terkiblerde de bu farka dikkat +etmek icab eder. +Tekrar edilmek abes olsa da lazımdır.. “Murabba’ metre”de +“metre” sözü asıldır “murabba’“ onu tavsif ve tetmim +eder bir sıfattır bir mütemmimdir. Metre.. Nasıl metre? Sade +uzunluk gösteren metre değil hem uzunluğu ve hem eni +gösteren murabba’ halindeki metre. “Metre murabba’ı” sözünde +de “murabba’“ ta’biri asıldır “metre” onu tamamlayan +bir kayıddır bir mütemmimdir. Murabba’.. Nenin +murabba’ı? Şübheli bir şeyin murabba’ı değil metrenin murabba’ı. +Şu halde “murabba’ iki metre” dendiği zaman +mevsuf ve ma’ruf yani murabba’ halinde metre anlaşılır. +“İki metre murabba”ı dendiği zaman ise murabba’ halinde +dört metre anlaşılır iki metre anlaşılmaz nitekim bu hakīkat +–üstad Sami Bey’in işareti vechile– Fransızca’da da böyledir.. +murabba’ı ise e carre de deux metres suretinde gösterilir +bundan dört murabba’ metre anlaşılır iki murabba’ metre +anlaşılmaz. +Medeni bir dil medeni dillerin yattığı yollara yatmak ve +dil ilminin icabına boyun eğmek lazım gelir. Diyecek yok. +Fakat bu derece umumi hale gelen bir sakatı düzeltmek kabil +olur mu? +Burada hatıra birşey gelir.. Bazı ta’birler doğru yoldan +çıkmış başka bir yola doğrulmuş öylece gidip gidiyor.. +Hatta bunlara “meşhur-ı galat” diye pasaport gibi bir ad da +verilmiş... Bu cümleden “vukūfiyet” “peşinen” +“mümkünsüz” “variyet” “sekr-i hal” “ceneral konsolosu” +gibi şeylere çaresiz göz yumuyoruz. Bu da onlar gibi meşhur-ı +galat sırasına geçiştiriliverse olmaz mı? Olmaz.. Çünkü +bir şeyin meşhur-ı galat sayılması onun bozuk ve fasid olmakla +kalmasıyla bozucu ve müfsid olmamasıyla kabil olur. +Bir de onları sözünü bilmeyen avam öyle kullanır. Yoksa +söze özenen sözün namusunu haysiyetini gözeten kimseler +bunlardan sakınır. Ba-husus ki metre murabba’ı diyenler oldukça +kalem ve ilim adamlarıdır. Bunlar için bu sakata düşmemek +kabildir ve kolaydır. +“Sekir hali” veya “hal-i sekr” yerinde “sekr-i hal” diyenler +serhoş gibi adamlardır. Kim ne derse desin “başkonsolos” +veya süslü lisan ile “şehbender” demek varken bunu +“ceneral konsolosu” suretinde yürütüp durmak yolsuzdur. +Bilmem ki ben buradaki “ceneral” kelimesinden mertebeli +bir asker anlamaktan güç kurtuluyorum. Yanlış daima yanlıştır. +Yanlışı bulunmaz bir Hind kumaşı gibi neye saklayıp +durmalı? +Uzun sözün kısası kullandığımız “metre murabba’ı” ve +arkadaşları yerinde ağzımızı düzeltip “murabba’ metre” +“murabba’ kilometre” “müka’ab metre” “müka’ab kilometre” +demek haysiyet ve hamiyet icabıdır. Buna muharrirler +muallimler mektepliler dikkat etse ne olur? +Faziletin insanlar arasında emniyet-i mütekabile te’sis +eden mukaddes rabıta olduğu seyyiatın da hukūk-ı umumiyyeyi +paymal ederek tefrikalara ihtilaflara sebebiyet +verdiği –ikinci musahabede– arz ve isbat edilmişti. Cem’iyet-i +beşeriyyeye müfid olmayan hiçbir fazilet yoksa da +tatbikat-ı siyasiyyede muvaffak olmak için mutlaka her ferd +hakkında aynı ihtimam ile iktisab lazım gelmeyeceği de +bedihidir; yani herkesin terbiye-i siyasiyyesi –muvazene-i umumiyyenin +husulü nokta-i nazarından– vazifesine göre ayrı +nisbetlerde bulunmak icab eder. Kalblerde inkişaf etmek +lur. Müstesna hilkatlarde ise tabii fezailin ziya-ı atisinden +korkulmaz. +Siyasetin kendilerine şeref-i takaddüm vereceği fazilet +üçtür: Adalet ihtiyat şecaat. Bütün insaniyetin arzu ettiği +keffül edeceğinde hiç şübhe olunamaz. Zaten maksad-ı siyaset +bu üç faziletin halk tarafından suhulet-i icrası[n]ı te’mindir. +Bir kere kalbler metanetleşince zulüm ve cebanet altında +ezilmek ihtimali düşünülmez; çünkü içimizde bu fenalık +artık yaşayamaz. +hukūk-şinasanın mesaisinden maatteessüf hiçbir netice çıkmamıştır. +Hatta her şahsın hukūkunu hadd-i kanūnisine +kadar ayrı ayrı ta’yin etmek bile boştur. Biraz sonra bir +yığın cür’etler o hukūku altüst eder en adilane kanunlara +karşı hilelerle desiselerle cezasız kalmalarla cesaret bulan +Hevesatın elinde hoppalaşmış bir millete –civardaki tehlikeleri +göstererek– istediğiniz kadar şecaat kanunları tastir +ediniz neye yarar? Uyuşmuş kalbler canlanmaz. Bütün Atinalılara +telkīn-i hayr eden kanun eğer sonraları bi-taraf +kalmasaydı: Sukūt u izmihlale mani’ olurdu! Adaletin hazm +ü tedbirin şecaatin hangi esaslar üzerine aşılanacağını bilmeyen +onları insanlara sevdirmeyen ifa ettiremeyen bir +vazı’-ı kanun nihayet ahkam-ı ulviyyesinin ne ferd ne de +cem’iyyet için faidesizliğini takdir eder. +Demek ki arzedilen üç evvelki fazilete üssü’l-istinad +olanlar da var. Bunlara adeta “Ümmü’l-fezail” diyebiliriz: +Kanaat hubb-i sa’y haysiyet ve Allah korkusu. +Kanaat: İhtiyaclarımızı sadeleştiren tenkīs eden tabiatın +muhafaza-i nefs için bezl eylediği ni’metlerle hoşnud olmaktır. +Azla mes’ud olmak san’atını öğrenmeyenler kadar bedbaht +var mı? Sokrat Otidem’e verdiği ders-i i’tidalde: “Şehevatın +kabil-i kıyas bile değildir. Müfrid bir adam harekatından letafet +duymaz: Mihaniki bir şiddetle yer içer. Halbuki bütün +zevk ihtiyactadır. Ve insanları fikren bedenen tekemmül +ettiren hep bu ihtiyacdır” diyor. Evet şehvetperest daima +mecnundur. Kendilerindeki hırsı teskine çalışanlar asıl zevk +denilen hissi gaib ederler. Şehvet esbab-ı hazzı o kadar derin +zararlarla öder ki... Sonra bu neş’enin kıymeti nedir? Elbette +saadet yahud lezzet-i hayat değil; ebedi derd ve sefalet! +Bu derekelere düşmüş bir halkı siyaset nafile bahtiyar +etmeye uğraşır! +Telezzüzat-ı ömrü şehvetten beklemek kadar ahmakça +teheyyüc etsin... Bu heyecan geçer geçmez nefret ve melal +başlar vicdan azabı bütün şiddetiyle ruhumuza çarpar.. İsraf +yeti unutturur. İran’ın bütün serveti Demoste’nin rakibi +Demadis’in gözünü doyuramamıştı. Ona ne Avrupa ne Asya +ne de Afrika kafi gelmiyordu! Vatanını namus ve şerefini +para uğrunda satıyordu. Hatta birgün mi’desindeki +su’-i hazma deva bulup onu tekrar faaliyete getirecek olana +hükumeti teslimi bile düşünmüştü. Şimdi karar veriniz: +Ezvak-ı nefsaniyyeden bitab bir hükümdar nasıl olur +da milletini ihtiyacatını düşünebilir? Bu mümkün mü? Bir +zaman gelir ki halk da hükümdara uyar tedricen infialatı +pıhtılanır artık hakīkatleri hissetmez olur. Ahlak-ı umumiyye +bu inhıtata uğrar uğramaz mütevassıt ahali de fakrını +doyurmak örtmek için vesait-i mülevveseye müracaatta +tereddüd etmez.. Diğer taraftan –ne olur olmaz– fikriyle +muttasıl kasalarını dolduran alçaklar o vakte kadar ellerini +alenen uzatamadıkları muharremata cür’et ederler: Mesela +kumar oynarlar resmi yalanlar takınarak gafiller arasında +son muvaffakıyetleriyle iftihar ederler. Artık her şey her +fazilet her hayır mahvolmuş demektir. Şekl-i hükumet –ne +olursa olsun– bir heyula-yı bi-taraf kalır. Tahkīr edilen +kanunların yerini vahşi ihtiraslar doldurur. Bu aralık +muhafaza-i ismet ve mekanete çabalayan birkaç saf kalbin +alemin kalbi seyyiat içinde boğulsa yine şehvet ve ihtiras +fikr-i adaleti kaide-i tedbiri adem haline getiremez; bütün +vücudlar fuhş u sefaletle kemirilse yine bir tarafta sabr u +sükunetle metanet ü ümidle çalışan bekleyen bir iki muhterem +vicdan necat-ı umumiye –velev büsbütün başka bir +nesle aid olsun– delalet edebilir. Acaba iş ü nuş içinde bihuş +gençler büyük bir müessirle ikaz edilemez mi? Zannetmem. +Memleketi mülevves bir ekseriyetten ziyade pak ü salim +bir ekalliyet halas edebilir ümidlerimizi temdid edebilir.. +Babalarımızın bazularını bileyen oyunlar unutuldu.. Kollarımız +artık büyük eserleri taşıyamıyor... Ellerimizde erazil-i nasın +levsiyyatını gezdiriyor onları şurada burada mağrurane +okuyor alkışlıyoruz... Bilmeyenlere lekelenmemek ihtimali +olanlara tavsiye ediyoruz. En son katre-i iffeti silmek kurutmak +Lycurgus’un kanunlarını tetebbu’ ediniz. +Acaba hangisi saadet-i insaniyyeti tekeffül etmiyor? Bahusus +düsturları! Bunlar o kadar vazıh ve mübeccel hakīkatlerdir +ki... Fakat; ancak görenler ve işidenler için! O zamanlar +Lasedemon’da bir zaniye bir zaniyeye tesadüf olunmadı +zira vezaif-i aileye sadakatsizlik gösteren bir kadın için yaşamak +hakkı verilmemişti. Bir kadını sırf kendi şahsını kendi +hod-binliğini şımartmak için iğfale çalışan bir adamdan +erkekliğin haysiyyeti men’ edilmişti.. Zaten memleketi milleti +milliyeti harab ve mahvetmek isteyenlerin ilk matma’-ı +nazarı; kadınlardır kadınların ahlakıdır: Onun ifsadıyla tatmin-i +heves edilmiş olur.. Daha ziyade yorulmanın lüzumu +yoktur.. Kadın mahvolunca kadın sukūt edince bütün şiraze-i +hayat tarumar olur. İşte Lycurgus bu şirazenin ruh-ı muvazenetini +bulmuştu: “Bizim fena olmamamız için kadınların +validelerimizin iyi olması icab eder” dedi. Onlara vazife-i +ümüvvetin kudsiyetini bütün ulviyetiyle isbat etti. Hatta +Eflatun hülyasına göre tanzim ettiği Cumhuriyet ’in yedinci +kitabında kadınların askerlik vazifesi ile mükellef tutulması +fikrini bile serd etmiştir; madem ki vatan vardı; her +ferd –kadın erkek– vatanı kurtaracak vatanı yaşatacaktı! +Tabii kadınların askerleği müfrit bir iddiadır onlar bu vazifeden +tabiaten muafdırlar; fakat düşünülebilir ya.. Eflatun’un +o eserinde hayat-ı cem’iyyetle gayr-i kabil-i tevfik daha +bazı fikirler mevcuddur. +Lycurgus kanunlarının devr-i tatbikinde Ispartalılara fazilet +pek kolay geliyordu. Fazilet i’tiyad şeklini almıştı.. Kahramanane +teşebbüslere atılmak için herkes merd yetişiyordu.. +Kalb seyyiatın esir-i cebini değildi. Kanaat –zaruri olarak– +servete ehemmiyet vermeyince ruh dai-i ıztırab olan +hoppa ihtiyaclardan vareste kalmış intizam-ı adalet her hareketin +rahber-i irşad-karı olmuştu. Şiddet-i ihtirasat tehaffüf +ederse fikir daha serbest daha hakperest düşünür. +Biz bugün bu hale ecdadımızın sadegi-i kalbisini unuta +unuta geldik artık hergün istediğimiz kadar kanun tasdik +edelim istediğimiz kadar kabine değiştirelim herkesi birer +birer tecrübe edelim.. Saadet-i umumiyyeyi mebzuliyet-i +kavanin tekeffül etmez belki bir tek kanun –kendisine hürmetle +durdurur.. Tarihin gerek edvar-ı kadimesine gerek a’sar-ı +cedidesine müracaat ederseniz buna dair pek çok misaller +bulursunuz. Bir fenalığın asarını değil esbabını müessiratını +aramalı onu ortadan kaldırmalı. Bugün bir muzır kitap neşr +[yasak] edilmekle onun sebeb-i neşri defedilmiş olmaz. Esbabı +tashih etmekse büyük bir terbiyeye vabestedir. Eğer o +eser sadece yasağ edilmekle iktifa olunursa biraz sonra bir +diğeri çıkar ve kanuna hakaret ettiğini bir kere daha isbat +eder. Sukūt etmiş kanunları ihyaya gayretten ziyade onları +sukūt ettirmemeye çalışmalıdır. Kavaid-i milliyyesi ifsad edilmiş +bir memleketin mukadderatı mütalaasız ellere tevdi’ +edilirse kanunlar büsbütün su’-i isti’male uğrar; fesad: Dinç +hamiler bulur; ahlak-ı umumiyyenin tezelzülünden sonra +onu zaif vicdanlarla takviyeye çalışmak kadar abes tasavvur +olunamaz. +Bu hususda kat’iyyen müsamaha götürmeyen üç kaide-i +ameliyye vardır: +. Bir mevki’-i siyasiyi işgal eden adamın –sırf vazifesiyle +. Cem’iyetin tabiaten muhtelif ihtiyaclarına göre ve bu +olunması. Eğer hadd-i zatında ayrılması icab eden hususat-ı +siyasiyye bir adama tahmil edilirse o adam ya o mesaili +kalır yahud vasi’ selahiyetin su’-i isti’maliyle gayr-i meşru’ +Yegane ve serbest bir ele muhtac olan müttehid +bir idare vezaifinin birçok müdir tarafından görülmesi ise +yekdiğerine mütenakız hükümlere sebebiyet vereceğinden +mütekabil bir imtizacsızlığın hudusüne vesile olur ki: Bu tezebzübden +mutazarrır olacak yine millet ve memlekettir. Ahval-i +fevkaladede ise menasıb-ı siyasiyyenin mutlaka müstesna +rical-i siyaset tarafından iş’ar olunması labüddür. Mesela +Romalılar hin-i hacette “diktatör” çıkarırlar büyük selahiyette +“konsüller” ta’yin ederlerdi. +Her halde görülüyor ki bütün bu teşebbüsler mehaliki +ba’de’l-vukū’ def’ etmek için memleketin ilk hakimi ve ilk +kanunu namus ve kanaat olduktan sonra muhatara-i mevcudiyyet +anılır mı? Millet kendi kendini idare eder. Lakin +kanunun hakk-ı müdahalesi hakk-ı ikazı da hiçbir vakit üzerimizden +eksilmemeli ihtirasatın uyanmasına meydan vermemeli. +Siyasiyat efrada muttasıl sevda-yı sa’yi telkīn etmeli. +Şübhe yok ki bu fazilet bizim en naçiz en basit mahzuziyetlerimize +muhterem bir kıymet bahşeder muhayyilemizi +teşviş etmez. Tabiat bezl ettiği ni’metlere sehavetkar +davrandığı halde yine lütfuna “sa’y” ile nailiyet kaydını terfik +eylemiştir. Ellerimiz toprağı inbat etmezse toprak ilelebed +çorak kalır. Ataletten hayat ummak dikilmeyen ağaçtan +meyve beklemeye benzer... Eğer siyasetin bize arzettiği +sa’y kuvvetlerimizle mütenasib değilse bize karşı beslediği +ümid: Beyhudedir. Mısır’da Sezostris’in muakıbları evvelki +hataları temizlemek için halkı tahammülün fevkınde yordular +adeta hepsini esarete mahkum ettiler nihayet bütün +eller oğuştu durdu o vakit dünyanın en fa’al memleketi +birden bire yıkıldı devrildi.. Hükumet aynı zamanda hem +zaruretin hem de sefahatin makarrı idi. Münevver fikirliler +bu halden ürktüler. Çünkü izale-i fütur maksadıyla halkın +fikrine göre Moris kanalının küşadına piramid’lerin inşasına +hep şu gayr-i muti’ halkın isyanından endişe: Sebeb +olmuştur halkı avutmak yoksa taali-i vatan hissi değil. Akıbet +ne oldu? Mes’ud Mısır sefaletlerle sürüklendi. Nil’in bütün +dar yaşamak için dağlar gibi yıkılmaz yer yapan hükümdarların +azametini yükseltmeye mahkum halk birgün karşılarında +düşman ordularını gördüler... Hududlar çoktan geçilmişti. +Şimdi bunlara hangi kol hangi yorgun kol kalkacaktı? +Firavunların ihtirasatını müdafaa ede ede kendi sefaletlerini +unutmaya çalışan zavallı millet izmihlal içinde boğuldu +gitti... Onları kimse kurtarmadı kurtaramadı. Tir’de +Kartaj’da da aynı hal aynı netice! +Mes’ud ve müsterih yaşar. Halbuki Tirliler Kartacalılar bir +nevi’ korsanlıkla geçiniyorlar pırlantalara zümrüdlere incilere +tapıyorlardı.. Bunları elde etmek için cinayetler irtikab +olunuyor.. Felaketlerle alın alına geliniyordu.. Halkı tesmim +eden hainler hazırladıkları hançer zehrinden kaçıp kurtuldular +mı? Asla! +Sevda-yı sa’y kanaatle temdid olunursa büyük fazilettir +yok bilakis Kartacalılarınki gibi bir eser-i hırs u tama’ olursa +yine imha-yı mevcudiyyetle neticelenir. Zira: Bu iki meş’um +seyyienin taht-ı te’sirinde didinen halk ya dolandırıcıdır ya +zalim! –Solon memleketin bitip tükenmeyen iğtişaşatını ancak +çalışmayı sevdiren kanunlar yaparak teskin edebilmişti: +Oğluna bir san’at öğretmeyen baba ihtiyar olunca ondan +hiçbir muavenet beklemeyecek ve görmeyecekti. Ebedi ve +gayr-i kabil-i ibtal vezaif-i aileye karşı gerçi bu kanun lüzumsuz +görünüyorsa da te’sisi ebeveyne şükran-ı ni’met +değil sırf atalete mümanaat nokta-i nazarından elzem idi... +Sonra her ferd vatanı meşagil-i meslekiyyesi hakkında Aeropaj +meclisi huzurunda ma’lumat verir hesabını temizlerdi. +Herkesin rast geldiği ataleti kudretince cezalandırmak vazifesi +keyfine göre bir meşgale hem de sefil bir meşgale bulmasına +münkalib oldu. Niçin? –Solon şu kaideyi ancak Lasedemon’luların +esirlerini teşkil eden Eylot’ların tarz-ı idareleri +maksadıyla vaz’ etmişti. Bu kaideyi umumiyet kabul edince +mes’elenin rengi değişti. Artık Maraton ve Salamin meydanları +cihangir ecdada makīs kahramanlar göremediler. +Gitgide bütün Yunanlılar zafer ve hürriyetten vazgeçerek +Militad’ın kumandasında sürünmeye müstahıkk oldular. Atina’nın +hukūken Demokratik idaresi harekat-ı siyasiyyede +tamamıyla istibdada tahavvül ediyordu. Pisistrat-zadelerin +zulmünden henüz kurtulmuş olan millet Militad’ın eline geçer +geçmez Maraton sahrasında İranileri mağlub ettiyse de +onu ta’kib eden bir Aristid bir Temistokl bir Simon iktidar +ve irfanlarıyla Atinalıların emniyetini ba’de’l-celb herkesi +kendileri gibi düşünmeye mecbur tuttular. +Bu bir vahdet-i nüfuz başlangıcı idi. Nihayet Perikles +büsbütün hod-re’y hareket edince ileri gelenler arasında o +mevki’-i muhteşemi elde etmek için hırs-ı mugalebe alevlendi. +Halk kamilen unutuldu. Menfaat-i hususiyye artık menfaat-i +umumiyyeye tahakküm ediyordu. Sabahleyin fevkalade +cebin olan ihtiraslar akşam üstü küstahlaşıyor... Cür’etkar +vaz’lar alıyor ve karanlıklarda muvaffak oluyorlardı.. +Millet ne kuvvetlerini ne za’flarını ne de menafi’-i hayatiyyesini +tedkīk edemiyordu. Tehlikeler el altında her tarafı +letin ihtiyatın ulüvv-i cenabın lüzum-ı vücudu için de her +zaman mu’cize göstermek icab etmez ya?! +namuskardır ve erbabı muhafaza-i namus edenlerden ibarettir. +San’atkarlar hayadan silkinir silkinmez ellerindeki +eşyaya değerinden fazla bir kıymet verir halkı bu kıymetsizliği +çar-na-çar kabule teşvik ederler Safiyet-i ibtidaiyye +ruhlardan nihan olunca zengin sırf keyfi için yaşar ve +alemi kendi keyfi için yaşatır.. Yani bütün memleket tegallüb +ve mahkumiyet acılarını çeker.. Kendilerini bilemeyenlerin +kendilerinden başkalarını düşünmeyenlerin esir-i zevki +olur.. Gayr-i ahlakī icadlar mutlaka bir ihtiyac-ı sefili bir ihtiyac-ı +gayr-i tabiiyi bir ihtiyac-ı arıziyi tatmin ederek para +kazanmak fikriyle doğar. Lycurgus Lasedemonlular’a alet-i +san’at olarak yalnız keser ve destere vermişti.. Sonra birgün +gayr-i müfid san’atlar yüzünden bunlar ellerden atıldı.. Eflatun +Mizo ma’bedindeki resimler karşısında işmi’zaz hissini +yenemez bu bi-ma’na levhaların halka maksad-ı asliyi +unutturduğunu onu putperest hayalperest ettiğini söylerdi. +Yine Lasedemon’da: Mesai-i umumiyyede te’sis-i müsavata +çalışan kanunlar bir servet-i irsiyye içinde müreffeh +yaşayanları bile boş bırakmaz onlara istikbali istikbalin vatan +müdafi’lerini ihzar ettirirdi. Her sinnin her cinsin her +zamanın kendine göre hususi bir meşgalesi vardı: Saatler +Buraya kadar beşeriyetin giriftar olduğu za’flara sefaletlere +ve bunların esbabı az çok izaha çalışıldı; usul-i siyasetin +daima insanları menafi’-i şahsiyyesinde alakoyan hırsları +yenmeye çabalaması lazım geleceği anlatıldı. Zikredilen +faziletleri belki pek naçiz buldunuz; hiç birinde ihtirasatın +şiddeti yok fakat tedkīk edilirse onların da birer hırs müddet +kavi muharrik oldukları meydana çıkar. Kalblerde muhafaza-i +sükunet eden hubb-i şeref ve haysiyet harekete +Şübhe yok ki ruhun en büyük sebeb-i muvaffakıyyeti: +Hubb-i zaferdir. Hubb-i zafer bütün mevanii yıkar devirir +meydan-ı mübarezede bir tak-ı muzafferiyyet rekz eder. +reddedenler zarureti iltizam eyleyenler! Bütün iyi kal[bl]iler +fedakar ölümler meftunu olurlar. Bırakalım kahramanları +Sokrat’ı düşünelim: O büyük adam kalb-i beşeri herkesden +yaşamaya tercih ediyordu. İhtirasat bazen belki faziletten +daha beliğ söyler yalnız bu sözler yalnız bir an-ı hazırın telezzüzatına +aid[di]r. O aralık hakīkat düşünülmez insan da +mağlub olur. Halbuki daima müteyakkız müdakkık ve muti’ +bulunmak için gönlümüzden hubb-ı şerefi gaib etmemeye +çalışmalıyız. Emin olunuz ki dumanın ilk sebeb-i sükūtu +ruhlardaki hiss-i melharatin ziya’ı ve o hissin barbarlarda +maatteessüf siyaset ondan lazım olduğu kadar istifadeyi +beceremez. Medik muharebatı esnasında Teb’liler az kal[s]ın +ar-ı havf izhar edeceklerdi. Epaminondos birden bire +kalplerde sönmek üzere bulunan heyecanı galeyana getirdi. +Siyasetin ahlak ile münasebetini anlamasaydı İran’da uçurumlara +yuvarlanacaktı. Evet siyaset cem’iyetin milletin +hakīkaten şayan-ı hürmet anasır-ı faaliyetini tanıyıp tefrik +edince hem kendi hayatını kurtarmış hem de hayat-ı umumiyyenin +aheng-i menafiini taht-ı emniyyette bulundurmuş +olur. Elindeki i’tibarı israf etmezse i’tibardan düşmez muzafferiyyatın +şerefin çoğu da tenezzül-i kıymete badi olur. +Mükafat nadir olmalı ki ona nailiyeti herkes arzu etsin. Kıymet-i +hakīkiyyeye hürmet ancak bu suretle teessüs edebilir. +Yoksa büyük küçük bütün göğüsler donanırsa artık onlara +ehemmiyetsiz bahanelerle kesb-i liyakat edileceği tezahür +eder.. +Bir milletin fazileti: Kendisine müfid ehliyetler aramasıyla +anlaşılır. Faziletle yekvücud olmayan ehliyetlerin ayrı +ayrı mazarratları vardır. Bunlar seyahatleri aldatıp girdablara +düşüren parlak fosfor danelerine benzerler. Eğer Epaminondos +memleket her ikisinden bir faide görmezdi. Temistokl menfaat-i +umumiyyeyi nef’-i hususiye takdim için halka: Salamin’e +gidecek gemileri kendi evlerinin döşeme tahtalarından +yapmalarını tavsiye etmişti!.. Bu büyük adamın emeği +sonra ne oldu? Ahlaksız müfsid iki adam Aristid’le Simon +hem hükumeti hem de memleketi mahvettiler. Bütün tasavvurlar +hulyalar dağıldı.. Zira Temistokl’ü büyük adam +eden İranililere galebe ettiren ahlak-ı umumiyyenin namusu +Hubb-i haysiyyet hamiyyet-i vataniyye: Hırs ve zulme +yumruklar sıkıyordu.. Festeres Yunanistan’ı tehdide başlayınca +yekdiğerinin muarızı olan Aristid’le Temistokl hayr-ı +vatan önünde ittihad ettiler hatta Perikles bile Simon’u +menfasından getirterek o gün için onun lüzumunu teslim +eylemişti. +Fenalık ahmakça olursa pek o kadar mühlik görünmez +def’i kolaydır lakin ehliyet şeytanetle elele verince memlekete +müdhiş darbeler indirir. +– Bir adam ne yapabilir ki?– zannında bulunmayınız. +Bir adam gördüğü bir ufacık lekeyi mütemadi taarruzuyla +büyültebilir ve neticede harabeler üstünde yuva yapmaya +kalkışan vuhuş gibi barınmak isterse de muvaffak olamaz. +su’-i isti’mal edenlerin akıbeti! Okuyunuz; tahkīk ediniz biraz +doğru müfekkire: Hakīkati tezyif edenler bütün vuzuhuyla +görür! Kanunları ortadan kaldıranlar kanunları nihayet +efkar-ı umumiyyeyi kendi aleyhlerinde şübhe ve ittifaka düşürürler. +* * * +Kırk altıncı madde: Darülfünun müstahdeminini ta’yin +eden Nazır’dır bunların azl ve te’dibi hakkı da Nazır’a aiddir. +Kırk yedinci madde: Darülfünun’a duhule izin vermek +ve duhulden men’ etmek salahiyeti Nazır’ındır Darülfünun +yabancı olanlardan yahud Cem’iyet meclis-i idaresinden +hiçbir kimse Nazır’ın izni olmaksızın dar-ı mezkura giremez. +Kırk sekizinci madde: Nazır Darülfünun muvazzafininden +birine dar-ı mezkura aid mebaliğin hıfz u sarfı vazifesini +tevdi’ edebilir. Bu halde Nazır o zatın mesaisini teftiş ve laekall +mukabil bir iş deruhde edecek zata münasib surette mükafat +edebilir. +Kırk dokuzuncu madde: Nazır her celsenin in’ıkadından +la-ekall yirmi dört saat evvel “Darülfünun Hey’eti” a’zasına +Ellinci madde: Nazır; Darülfünun’un bütçe layihasını +tertibde sene-i tedrisiyye evahirinde dar-ı mezkur Hey’et’ine +takdim eder. Bundan başka Hey’et-i mezkureye sene-i atiyyede +talebenin ne mikdarda tezayüdü mütehammil kütüb +ve edevat-ı tedrisiyyede icrası lazım gelen tağyirat ve ilavat +muvazzafinin maaşlarına icra olunacak zamaim hakkında +re’y ve mütalaasını beyan eder. +Elli birinci madde: Nazır’ın her sene nihayetinde Darülfünun’da +mevcud bulunan kütüb-i tedrisiyye ve edevat-ı +ta’limiyye ve saire hakkında Darülfünun Hey’eti’ne ma’lumat +vermesi lazımdır. +Elli ikinci madde: Darülfünun Hey’eti’nin; duhul imtihanını +müteakıb Darülfünun’a gireceklerin kabulü senevi imtihanından +sonra bir seneden diğerine birinci sınıfın son imtihanından +sonra bir sınıfdan diğerine Darülfünun’un muhtac +olduğu muallimleri intihab etmek üzere bir imtihan icrasıyla +şehadet-i ‘aliyye ve ulya ashabından erbab-ı liyakatin +ta’yini hakkında vereceği kararları bina etmek üzere +Nazır’ın Darülfünun’da icra olunan her imtihanın neticesini +Hey’et-i müşarun-ileyhaya beyan etmek lazımdır. +Elli üçüncü madde: Nazır’ın mürşidin için olan şehadet-i +‘aliyye ve duat için olan şehadet-i ulya imtihanlarında +muvaffak olanların ve bunlardan Darülfünun hey’etince ta’lim +rin ta’yini diğerlerinin da’vet ve irşad ile meşgūl olmak üzere +arzu olunan mahallere irsali için– Cem’iyet Meclis-i İdaresine +takdim etmesi lazımdır. +Elli dördüncü madde: Darülfünun Hey’eti’nin her celsesini +müteakıb verilen kararları görmek ve tenfizi tasdikine +mütevakkıf olanları tasdik etmek üzere Cem’iyyet Meclis-i +Elli beşinci madde: Murakıb; ancak Darülfünun Nazır’ından +telakkī-i emr eder. +Elli altıncı madde: Darülfünun Murakıb’ının vezaifi bervech-i +atidir: +A : Darülfünunda muhafaza-i intizam sıyanet-i levazım +B: Müstahdeminin hizmetleriyle meşgūl olmalarına bahusus +emr-i nezafete nezaret +C: Ders yemek riyazat vakitlerini ihbar +D : Talebeyi huzurda hal-i ictima’ ve iftirakta yemek +yerken ta’lim esnasında namazda ve uykuda murakabe +H : Tabibin ziyaretinde hazır bulunmak ve evamir-i +sıhhıyyeyi infaz etmek +V: İdare me’muruna medrese levazımatının ihzarında +muavenet +Z : Nazır’ın kendisini mükellef edeceği bütün Darülfünun +umuruyla iştigal. +Elli yedinci madde: Darülfünun’un icra-yı mücazat edeceği +kabahatler; iki nevi’dir: Darülfünun’a müteallık kabahatler +ki ona aid bazı levazım ve edevatı telef etmek bir +şakirdin veya müstahdeminden birinin Darülfünun nizamname-i +umumisinin veya rüesasının –muallimin ve Murakıb +mükellef kıldığı bir hususu terk etmesi gibi talebeden hiçbiri +üstazına veya Murakıb’a medrese müstahdemininden biri +Nazır’a isyan edemez. +Elli sekizinci madde: Darülfünun’da bütün şikayat Nazır’a +takdim olunur. Bunlardan kendi hakkında olanları Nazır +re’yini ve yaptığını beyan ederek bir haftayı tecavüz etmeyen +bir müddet zarfında Cem’iyyet Meclis-i İdaresi’ne +takdim eder bu müddeti tecavüz ettiği halde şikayet sahibi +nazır kendini ikna’ etmediği halde kendi kendine Meclis’e +müracaat eder. +Elli dokuzuncu madde: Medreseye aid eşyadan birini +kendi eser-i taksiri olarak telef eden onun semenini öder. +Altmışıncı madde: Şakirdan kabahatlerine göre suret-i +nezihede gizlice sonra da dersde veya hal-i ictima’da ta’zir +olunmak dersde ayak üzeri tutmak veya daha ziyade defa +riyazattan mahrum etmek esna-yı riyazatta bazı a’mal-i nafia +miyet yahud arkadaşlarıyla beraber yemek yemekten mahrum +kalmak bir veya iki defa muhassasa-i şehrisini kat’ etmek +yaz ta’tilinden mahrumiyet kısm-ı leyliden ihrac Darülfünun’dan +tard suretleriyle tecziye olunurlar. Bu cezalardan +Talebeden hiçbirinin bir ukūbet-i bedeniyye ile veya dersden +mahrum bırakmak –dersde uygunsuzluk ederse muallim +ziyesi kat’iyyen caiz değildir. +Altmış ikinci madde: din ve şerefi ihlal eden bir kabahat +Kabahatin en şiddetlilerinden biri yalancılıktır. Yalancılık ettiği +ve yalanını inkar ettiği sabit olan bir defa olsa bile +Darülfünun’dan tard olunur. İ’tiraf i’tizar ve tevbe ile beraber +üç defa yalancılığı sabit olan üçüncüsünde Darülfünun’dan +tard olunur. Bundan sonra şiddetli kabahatlerden +olarak talebeden birinin diğerinin mezhebi hakkında ta’n etmesi +asabiyet-i mezhebiyye ve cinsiyyenin tehyici gelir ki +bunlar kendinden mükerreren sadır olanlar tard olunurlar. +Altmış üçüncü madde: Nazır’ın Darülfünun’dan tarddan +maada suver-i te’dib ile şakirdanı te’dib hakkı vardır. Tard +olur. Bu hüküm de ancak Cem’iyyet Meclis-i İdaresi’nin tasdikine +Altmış dördüncü madde: Nazır; evkat-ı mesaide Darülfünun’dan +nihayet üç gün gaybubet edebilir. Bundan fazla +ruhsatla ihtiyacı olduğu halde Cem’iyet Meclis-i İdaresi’nden +nun muallimlerinden veya hey’etinden bir vekil intihab ile +keyfiyeti Cem’iyet Meclis-i İdaresi’ne ihbar eder. +Altmış beşinci madde: Bilumum medrese muvazzafini; +Nazır’dan taleb-i ruhsat eder. Nazır üç gün için ruhsat i’tasında +müstakildir. Bundan fazlasını Darülfünun Hey’eti’ne +arzeder. +Altmış altıncı madde: Fahri muallimler müstesna olmak +üzere muallimlerden hiçbiri bir özr-i sahiha müstenid olmadığı +halde ders vaktinde gaybubet edemez; dersinde bulunmayacak +olan muallim ma’lumat hasıl olmak üzere Nazır’a +bu hususu ihbar etmelidir. +Altmış yedinci madde: Medrese muvazzafininden hastalığa +binaen gaybubet edenleri; Nazır Darülfünun’ca i’timad +edilebilecek olan bir tabibden tıbbi bir vesika getirmekle +mükellef kılar. Hastalık özrüne binaen müddet-i gaybubet +üç günü tecavüz ettiği halde hastalığa ve hastalığın ifa-yı vazifeye +mani’ olduğuna dair bir vesika-i tıbbiyye takdim olunmazsa +Nazır ya Darülfünun tabibini veya diğer bir tabibi +ücretle bile olsa hastanın ziyaretine gönderir ve bu tabib +kesb-i şifa edebileceğini zanneylediği müddeti takdir eyler. +Nazır da ba’dehu keyfiyeti Darülfünun Hey’eti’ne ve Cem’iyet +Meclis-i İdaresi’ne ihbar eder. +Altmış sekizinci madde: Muvazzafinden hastalık özrüne +müstenid olmayarak üç günden ziyade gaybubet edenleri +nazır Darülfünun Hey’eti’ne arzeder Hey’et de mumaileyhi +müsta’fi addile yerine bir diğerini intihab edebilir. +Ba’dehu Nazır Hey’et’in diğer kararı tasdik olunmak üzere +Hey’et [Cem’iyet] Meclis-i İdaresi’ne arzeder. +Altmış dokuzuncu madde: Evkat-ı mesaide Darülfünun +muvazzafininden veya muallimin müdevvenininden hastalık +özrüne ibtina etmeyerek ale’l-ıtlak gaybubet edenlerle hastalığa +binaen on beş günden ziyade devam etmeyenlerin +gaybubet ettiği müddetce veya daha ziyade yahud daha az +bir müddet zarfındaki maaşının kat’ı hususuna da Darülfünun +hey’eti karar verebilir. +Yetmişinci madde: İmtihan; üç nevi’dir: Darülfünun’a +duhul medresesi her sene orta ve nihayetinde “ihtiyar imtihanı” +“şehadet-i dirasiyye imtihanı” “me’zuniyet imtihanı” +bunlardan her biri şifahi ve tahriri olarak icra olunur. +Yetmiş birinci madde: Leyli talebe; tederrüs ettikleri +ulumun bütün mevaddından imtihan olunurlar. Talebe-i +nehariyyenin muvazabet ettikleri derslerin mevaddıyla devam +etmedikleri derslerden imtihanına talib bulundukları +dürusun mevaddından imtihanları icra olunur. +Yetmiş ikinci madde: Duhul imtihanlarıyla sene-i +tedrisi[yy]e esnasında ve nihayetindeki imtihanların icrasını +Nazır’ın taht-ı riyasetinde olarak muallimler deruhde eder. +Şehadet imtihanlarını ise Cem’iyet Meclis-i İdaresi’nin reisi +de beraber olarak ta’yin edeceği bir hey’et müteahhiddir. +Nazır; sene nihayeti imtihanlarında Darülfünun’dan haric +bazı zevatı Darülfünun-ı mezkur esatizesinin de iştirakiyle +da’vet edebilir. +Yetmiş üçüncü madde: Sene ve şehadet imtihanlarında +derecesinde iktidar göstermeye mütevakkıfdır: +Yetmiş üçüncü madde: Birinci sınıfın imtihan-ı ahirinde +muvaffak olana “Şehadet-i İlmiyye-i Aliyye” i’ta edilir ve +bunda “Mürşid” diye telkīb olunur. Bu şehadet; sahibini +müslümanları va’z u ta’lim ile irşada ve ed-Da’vetü ve’lİrşad +Cem’iyeti’nin “Darü’d-Da’veti ve’l-İrşad”da bulunan +Duat sınıfından maada sair medarisinde tedrise ehil kılar. +Yetmiş dördüncü madde: İkinci sınıfının imtihan-ı ahirinde +muvaffak olana “Şehadet-i İlmiyye-i Ulya” i’ta edilir +ve bunda “Dai İla’llah” diye telkīb olunur. Bu şehadetnameye +sahib olan; İslam’a da’vet ve İslamiyet’i müdafaa ve +Darü’d-Da’veti ve’l-İrşad’ın sınıf-ı a’lasında ve Cem’iyet’in +diğer medarisinde tedris ehliyetini ihraz eder. +Yetmiş beşinci madde: “Darü’d-Da’ve”den şehadet-i +‘aliyye ve ulyanın her ikisini haiz olanlar dar-ı mezkurda ve +Cem’iyet’in medaris-i sairesinde ta’lim hususunda diğerlerine +tercih olunurlar ve Cem’iyet’te a’za-yı amileden olurlar. +Yetmiş altıncı madde: Bu iki şehadetten birinin imtihanında +bazı dürusdan ehliyet-i matlubeyi gösteremeyerek +muvaffak olamayanlar hakkında Darülfünun Hey’eti ehliyet +gösteremediği dersden sene içinde imtihanının iadesine ve +muvaffak olamadığı senenin bütün derslerinde hazır bulunarak +sene nihayetinde o sene talebesiyle tekrar imtihana +dahil olmakla mükellef olmasına karar verebilir. +dığı dersden tekrar imtihan olunmak üzere az müddet ta’yin +olunur üçüncü defada da muvaffak olamayınca şehadetnameden +mahrum olur. +Bu imtihan şehadet-i ulya imtihanı ise şehadet-i ‘aliyye +sahibi o sınıf mürşidinden olmakla kalır. Yok şehadet-i ‘aliyye +talebe ile beraber ikinci sınıfın bazı yahud bütün derslerine +devam edebilir ve o nevi’ talebe ile imtihan olunabilir. +Yetmiş yedinci madde: Leyli talebeden biri şehadetname +rında bazı derslerinde ibraz-ı ehliyyet etmemek ve bazılarında +etmek suretleriyle muvaffak olamazsa Darülfünun Hey’eti; +bütün o sene derslerini iade etmesine ve muvaffak olamadığı +ye dahil olmadan evvel ve ders-i mezkurdan tekrar imtihan +vererek muvaffak olduğu halde sene-i taliyyeye karar verilir +muvaffak olamadığı halde Darülfünun Hey’eti kısm-ı leyliden +de etmesini kabul etmek arasında muhayyerdir. +Bir şakird; bir sene derslerini iki defadan ziyade iade +edemez. +Yetmiş sekizinci madde: Su’-i ahlak veya serkeşlik dolayısıyla +olmayarak kısm-ı leyliden ihrac olunanların; kısm-ı +nehariye kabulleri caizdir. +Yetmiş dokuzuncu madde: Suret-i mutlakada son sene +mani’-i ıztırariye ma’ruz kalırsa Darülfünun; mezkur şakirdi +bulunduğu senenin yukarısında senenin derslerine şuru’ olunmadan +evvel imtihan etmekle o senenin bütün derslerini +Sekseninci madde: Bazı ulumun imtihanlarında muvaffakıyet +ve bazılarında adem-i muvaffakıyyet gösterenlere +Darülfünun’un muvaffak olduğu derslere has olarak bir şehadetname +da haiz-i ittifak olanlara buna dair şehadetname verilir. +şeklinde yazılmıştır. +Seksen birinci madde: Darülfünun Hey’eti’nin re’yini aldıktan +sonra olmak şartıyla Cem’iyet Meclis-i İdaresi; bütün +a’zasının üç rub’unun ittifakıyla işbu nizamnamenin ahkamını +ta’dil edebilir. +Trabzon’dan idarehanemize çekilen telgrafdır. +Ey ihtirasat-ı şahsiyye yüzünden vatanı izmihlale doğru +sürüklemeden lezzet alan zevat-ı ma’lume! Hazret-i Padişahın +amaline vatanın ihtiyacatına milletin efkarına muhalif +olarak ortalığı velveleye vermekten artık vazgeçiniz. Mukaddesat +namına herşeye taarruz ettiğiniz artık illallah. Keyfiniz +cağımızı şiddetle ihtar ve bu halin devamını vatana ihanet +addederiz. Fitne uykudadır uyandırana la’net olsun. +Müfti Hamid Ulemadan Süleyman Katolik Murahhasası +Kuçuryan Belediye Reisi Vekili Mustafa Tüccardan Ahmed +Debbağlar Şeyhi tüccardan Rif’at Esnaf Kethüdası +Tüccardan Sabri Tüccardan Hurşid +ahali-i İslamiyyesi Teşrinisani’nin on birinci akşamı cami’-i +şerifde toplanarak eda-yı salattan sonra halife-i zi-şanları +Sultan Mehmed Han-ı hamis hazretlerinin izdiyad-ı ömr ü +mazhariyyeti ve Hükumet-i Osmaniyye’nin i’la-yı şan ü +şevketi hakkında ed’iye-i mefruza tilavet etmişlerdir. Ba’dehu +Hilal-i Ahmer Cem’iyyeti Reisi David Muhammed tarafından +bir nutk-ı beliğ irad olunarak İtalyan asakiri tarafından +müdafaa-i nefsden aciz olan kadın ve çocuklara karşı +reva görülen harekat-ı vahşiyaneyi takbih ve teşni’ ve kendine +medeni sıfatını veren bir millet tarafından bu gibi barbarlıklara +karşı izhar-ı nefret ve la’net ederek demiştir ki: +“Bu miting İtalya asakiri tarafından Trablus’da bi-günah +etfal ü nisvana karşı mezalim icra kılındığına dair neşrolunan +haberleri la’net ü infial ile okumuş olduğundan kendine +bi-gayri hakkın sıfat-ı medeniyyet isnad eden bir millet tarafından +der.” +Abdullah Hacı Adem muma-ileyhin beyanatını te’yid edip +kadın çocuk ve ihtiyarların hayatı mazhar-ı himaye olmak +her din ve mezhebce matlub u mültezem olduğu halde +Hıristiyan olacak İtalya asakirinin bu esas u kavaid-i insaniyye +hilafına hareket-i cinayetkaranede bulunduklarını makam-ı +tenfir ü tel’inde beyan eylemiştir. +Mister Adem Muhammed asakir-i Osmaniyyenin şecaat +ü besaletinden intizam u mutavaatından meşakk u mezahim-i +seferiyyeye karşı sabr u tahammülünden uzun uzadıya +bahisle muharebede şehid olanların dul ve öksüz çocukları +namına iane cem’ini teklif eylemiştir. +Baladaki nutuklar kemal-i dikkatle istima’ kılınmış ve +Hükumet-i Osmaniyye’nin muzafferiyet ve muvaffakiyeti +hakkında tekrar ed’iye-i lazıme yad olunarak ictimaa hitam +verilmiştir. Mekke-i Mükerreme ahalisinden Seyyid Muhammed +Sıddik bin Abdillah ve Hindistan’da kain Surat şehri +ahalisinden Abdülkadir Edrusi hazıruna mensub oldukları +din-i celile ve halife-i a’zamlarına karşı mükellef oldukları +vezaifi ta’dad u tezkar eylemiştir. +Durban Hilal-i Ahmer Cem’iyeti Katibi Osman Ahmed +nutkunda demiştir ki: “Biz burada Trablus’daki din kardeşlerimizin +karşı şiddet-i infialimizi izhar etmek ve meydanda hiçbir +sebeb olmadığı halde i’lan-ı harb eden ve hatta i’lan-ı harb +etmezden harekat-ı harbiyyeye de başlayan İtalya’ya protesto +eylemek üzere burada toplanmışız. İtalyanlar tarafından +Arab’ın müsellah olduğunu gazetelerde okuduğumuz +sırada buna inanmak istemedik ve mübalağaya haml +ettik. Fakat bu babdaki haberler bugün bi-taraf menabi’den +teeyyüd ettiğini nefretle müşahede ediyoruz. İtalya’nın bu +gibi harekat-ı adalet-şikenane ve şenaatkaranede bulunduğundan +dolayı kalbimiz hakīkaten parçalanıp İngiltere’de +birçok erbab-ı insaf ve ashab-ı insaniyyet tarafından bu harekat-ı +mezbuhaneye karşı protesto mitingleri tertib olunduğunu +maa’l-memnuniyye haber alıyoruz. Şimdi milyonlarca +tebea-i İslamiyyeye malik olan İngiltere kralı ve Hindistan +terettüb eden vezaif cümlesindendir. Türkiye’de bulunan +Hilal-i Ahmer Cem’iyyeti’ne yardım etmek üzere bir iane +komisyonu teşkil ettiğimiz ma’lumunuzdur. Bu komisyon teşebbüsünde +fevkalade muvaffakiyete mazhar olmuş +lirayı mütecaviz bir meblağ cem’ ederek Yuhannesburg +Başşehbenderi Ohannes Bey ma’rifetiyle lira Dersaadet’e +gönderilmiştir. Umum İslam cem’iyyetleri bu vadide +sarf-ı mesai ediyorlar ve edeceklerdir.” +Türk Yurdu arkadaşımızın ikinci sayısı çıktı. Birinci sayısının +ri’lerimize ayrıca tavsiyeden bizi müstağni ediyor. İkinci sayısında +Türk Yurdu levhalarındandır. Siyaset kısmında “Büyük Milli +Emeller”in maba’di ile Ahmed Agayef Bey’in mutlak her +müslüman Türk tarafından okunulacak “Türk Alemi” var. +ceridemizin bahsetmediği Türk esnafın haline nüfuz edilmek +yıyı tezyin eden makalelerden birisi de Türklerin büyük muharriri +aid mühim makaleleridir. +Büyük kıt’ada sahifelik bu mecmuanın fiatı ancak +altmış paradır. Abone bedeli altı aylığı kuruş seneliği +kuruş olup muallim ve müteallimlere yüzde on tenzilat yapılır. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Aralık +Yedinci Cild - Aded: +Nitekim İmam-ı Gazzali İhyaü’l-Ulum ’unda “Vücud-ı +mümkin daima haliktir” yani ma’dumdur demiştir. Hazret-i +dan mertebe-i hakīkate irtika eden urefa alem-i vücudda +Cenab-ı Hak’dan gayrı mevcud olmadığını ondan başka +ne varsa hepsinin halik yani ma’dum hükmünde bulunduğunu +muallak değildir. Belki eşya ezelen ve ebeden ma’dumdur” +diyor. Akıl vehle-i ulada hazret-i imamın: Cenab-ı Hak’dan +gayrı mevcud yoktur sözünden bizim mevcud namını verdiğimiz +eşya-yı hariciyyenin kaffesi Allah’dır gibi ma’kus bir +ma’na çıkarabilir. Halbuki Gazzali’nin bu sözden maksadı +bu ma’na olmadığını söylemek bile zaiddir. Onun bu sözünden +maksadı bizim mevcud namını verdiğimiz şeylerin kaffesi +hakīkatte ma’dum hükmündedir. Alemde Cenab-ı +Hak’dan başka mevcud-ı hakīkī yoktur demektir. +Fıtratın nadir yetiştirdiği havarık-ı ma’rifetten Gelenbevi +li’nin bu sözü vahdet-i vücuda dairdir diyerek şu mealde +hülasası şudur: +“Hakīkatte mevcud zihinde vücud kendisiyle kaim olan +şeye ıtlak olunur. İster o vücud –hükemanın vacib Eş’ari’nin +hem vacib hem mümkün hakkındaki i’tikadları vechile– +o şeyin zatından müntezi’ olmakla zatının aynı ister cumhur-ı +mütekelliminin zehabları üzere zatı üzerine zaid bir vasıfdan +müntezi’ olmakla zatının gayrı olsun. +Haziz-ı mecazdan mertebe-i hakīkate irtika eden mutasavvıfe +bu ma’na i’tibariyle Allahü tealadan başka bir +mevcud-ı hakīkī olmadığını şükuk ü şübühattan gayr-ı hali +olan nazar tarikıyla değil belki bedahet tarikıyla müşahede +eylemişlerdir. Mümkinata mevcud ıtlakı alaka-i mazhariyyet +kaim müteaddid vücudlar yoktur. Yalnız bir vücud vardır ki +o da Cenab-ı Hak’dır. Mümkinat mevcuddur demek vücud +onlarla kaim demek değildir. Mümkinatın hakīkati kendi +zatından ibaret ve kendi zatıyla kaim olan Vacib tealaya bir +nevi’ teallukla intisabları demektir. Bu tealluk Cenab-ı +Hakk’ın a’yan-ı sabiteye tecellisi anında hasıl olur; a’yan-ı +sabite de kabız basıta rahim kahir gibi esma’-i mütekabile-i +miyye-i ilahiyyedir. +Bu tecellinin nasıl vukū’ bulduğunu Allah’dan başka +kimse bilmez. Zat-ı vacib için lazım ve isti’dad i’tibariyle +mütehalif olan a’yan-ı sabite tecelliyat-ı ilahiyyenin mezahiridir. +Cenab-ı Hakk’ın zatı ve sıfatı o mezahirin isti’dadları +vechile onlarda zuhur ederek isti’dadların tehalüfünden dolayı +mevcudat-ı mütehalife suretinde nümayan olur. İmdi +tekessür isti’dadattan neş’et eder. Mesela bir çok ayineler +olur. Onlara bir adamın hayali akseder. Ayinelerin isti’dadına +göre o adam kiminde eğri kiminde doğru kiminde enli +kiminde boylu kiminde küçük kiminde büyük görünür. +Halbuki hayali ayineye akseden adamda bu evsaf ve a’razın +biri yoktur. Vücud-ı hakīkī bir olmakla beraber tecelli +esnasındaki zuhuruyla mümkinat-ı mevcude üzerine +münbasıt olur. +Fakat mümkinat ile ihtilat ve onlara hulul etmez; bu tealluk +bakī kaldıkca alaka-i mazhariyyet i’tibariyle o şeye mecazen +mevcud denir; tealluk münkatı’ olduğu anda ne hakīkaten +ne de mecazen mevcud ıtlak olunamaz. +Mümkinat-ı mevcude tecelliye mazhariyet şartıyla a’yan-ı +sabiteden ibaret olup kendileriyle kaim vücudları yoktur. +Bina-berin onlara hakīkaten mevcud ıtlak olunmaz; onlar +ezelen ve ebeden ma’dumdurlar işte bundan dolayı a’yan-ı +sabite rayiha-i vücudu şemm etmemiştir denilmiştir. +Vahdet-i vücud ile sofistai mezhebi beyninde iki vechile +fark vardır. Sofistailer vacib olsun mümkün olsun ala ıtlak +vücudu münkirdirler. Mutasavvıfe vücud-ı vacibi inkar etmezler; +belki vücudu ona hasr u tahsis ederler. İkinci farka +gelince mutasavvıfe mümkinatın vücudunu zevat-ı mümkinata +kıyas i’tibariyle inkar ederler zat-ı vacibe kıyasen inkar +etmezler onlar mümkinattan bir şey mevcud değildir demezler +mevcud olan bir mümkünün vücudu kendi vücudu olmayıp +belki başka bir mevcudun o mümkünde zuhur eden +vücududur derler. Sofsataiye her suretle münkir-i vücuddur. +Mutasavvıfe bu mezheb hakkında: Aklın ma-verasındadır; +hakīkatine ancak keşf ile vusul mümkündür; keşfin akla nisbeti +de aklın vehme nisbeti gibidir demişlerdir. İmam-ı Gazzali +buna işaretle: İlm-i zahiri Tur-ı akıldan baid bir şey görmek +mümkün olmayan alçak bir yere benzediyor; hatta +Tur-ı akıldan baid olan o şeyin rü’yeti için evasıt-ı ilm-i +batını bile kafi görmüyor. Emr-i rü’yeti ilm-i batının müntehasıyla +meşrut kılıyor. Gazzali urefa-yı ümmetin halini gayet +uzak bir yerde olan bir şeyi iyice görmek için bin türlü +müşkilat ile yüksek bir dağın tepesine çıkan kimsenin haline +teşbih ve ilm-i zahiri mecaz ile tavsif ediyor. Zira alaka-i +mazhariyyet i’tibariyle mümkinata mecazen mevcud ıtlak +olunduğu halde ilm-i zahir erbabı ilm-i batın ehlinin hilafına +olarak mümkinata mevcud ıtlak eylemektedirler. Bu mezhebe +göre halik hakīkaten ma’dum ma’nasınadır onda asla +mecaz yoktur. Böyle olması tecelli ile hasıl olan teallukun +Erbab-ı hakīkatin i’tikadına göre zaten ma’dum olan eşyaya +nasıl adem tari olabileceği hakkında varid olan i’tiraz +yukarıki kayd ile mündefi’ olur. Mebhas-ı vücuda aid diğer +bir mezheb daha vardır ki öteki gibi ihata-i akliyyeden haric +değildir. Sahib-i makasıdın muhtarı olan mezheb de budur. +Bu mezhebe göre mevcud gibi vücud da çoktur; yalnız salik +bir mertebeye vasıl olunca nazarında vücud mümkinat ve +belki kendi vücudu bile muzmahil olur.” +* * * +Dersaadet’de Ermenice münteşir Azadamard gazetesinin +Teşrinievvel sene tarihli nüshasının “Hem faidesiz +hem muhataralı” ünvanlı başmakalesi vatan-ı Osmanide +bir kütle-i müttehide-i müdafaa halinde bulunan akvam-ı +Osmaniyye arasında bir tefrika-i diniyye tarafdarı bulunduğunu +bize bildirmekte ve bu sarih tarafdarlığın bilhassa resmi +bir gazete lisanından işidilmesi efkar-ı Osmaniyye üzerinde +garib bir teessür ü teessüfü mucib olmaktadır. Binaenaleyh +makale-i mezkureyi fıkra fıkra aynen yazarak hissiyat-ı +Osmaniyyeden mahrum olduğunu gösteren bu zavallı vatandaşa +Osmanlılığın kendisinin hayal ettiği fikr-i taassubdan +pek ali olduğunu bildirmek isterim: +Bakınız koca Osmanlı gazetesi ne diyor: +“Matbuatta ve erkan-ı idare mehafilinde cihad yahud +muharebe-i diniyye hakkında muhtelif şayi’alar deveran etmektedir. +Senusilerin şeyhi İtalyanlara karşı i’lan-ı cihad +etmiştir. Kumlu beyabanlarda serseri dolaşan bir Arab kabilesi +şeyhinin şu fevkalade faidesiz ve tehlikeli hareketinden +dolayı Osmanlı hamiyetperveranından bazıları izhar-ı +mesruriyyet etmektedirler.” +Azadamard cihad; yahud muharebe-i diniyye ta’birinden +acaba ne anlıyor? Bu ta’birden tevahhuş ettiğine göre +eğer müslüman olanların birleşerek müslüman olmayan her +kavim ve her millet üzerine ale’l-ıtlak icra-yı muhasemat ve +muharebat etmesi gibi bir ma’na telakkī ediyorsa bu ma’na +böyle bir harb-i dini İslamiyet’de mevcud değildir. İslamiyet’in +henüz tulu’ ettiği zaman-ı saadette ve edvar-ı evvelininde +bile hükumet-i İslamiyye bir çok gayr-ı müslim akvam +kumetler ile de hal-i sulh ve i’tilafda idüğü tarihen müsbettir. +Misal olarak arzedeyim ki hatta zaman-ı sa’d-iktiran-ı +Nebevide hizb-i müslimin o vahşi müşrikler ile uğraşırlar +bat devam etmekte ve Rumların Sasaniler üzerine galebesi +beyne’l-müslimin mucib-i sürur u şadmani olarak bu babda +bir ayet-i celile-i Furkaniyye bile şeref-nazil olmakta idi. +Asr-ı ashabda Sasaniler ile muharebe olunurken Rumlardan +bir çokları ordu-yı İslama iltihak ederek meydan-ı +harbe atılmış ve İslamiyet bu iltihaka mani’ olmamıştır. +Azadamard ’ın tahayyül ettiği o taassub Din-i İslam’a evvel +ve ahir asla girmemiş ve belki İslamiyet taassubu kırmak +O taassubun alem-i Hıristiyani arasında şiddetle hükümran +olduğu zamanlarda umum Avrupa hükumat-ı Hıristiyaniyyesi +Hıristiyanlık namına birleşip de İslamiyeti guya +batırmak üzere memalik-i İslamiyyeye akın ettikleri milyon +milyon Ehl-i Salib ordularına karşı bile İslamiyet i’tidalini +gayb etmemiş o muhacimlerin ancak ayak basdıkları yerlerin +müslümanları o vahşetlere karşı insaniyet dairesinde +müdafaat-ı meşruada ve galib olduğu düşmanlarına bile +rahm ü şefkatle muamelede bulunmuş ve İslamiyet’in mahvına +azm eden bu ittihad-ı Hıristiyani esnasında bile +müslümanlar kendi içlerinde bulunan tebaa-i Hıristiyaniyyeye +zerre kadar haksızlığı reva görmemiştir. +Ne hacet! En vazıh ve en müfrit bir misaldir ki garbda +müslümanlar hakkında engizisyonların vahşi canavarlarca +bile tecviz olunamayacak vahşetlerin icra olunduğu İslam +namına bir ferd bırakılmadığı bir sırada şarkta en kuvvet ü +şevketiyle hükümran olan devlet-i İslamiyye memalikinde +hıristiyanlar kemal-i refah ü itminan ile oturmakta ve hatta +biz o derecesini tecviz etmezsek de bir çok hıristiyan hükumetlerine +fevka’l-hukūk imtiyazlar kapitülasyonlar verilmekte +Azadamard İslamiyet’te olmayan kendi hem-dininin +gayrıyı mutlaka mahva mevzu’ olan bir cihad tahayyül ediyorsa +böyle bir cihadın matbuatta ve mehafil-i Osmaniyyeden +hangisinde mevzu’-ı bahs olmuş olduğunu irae ve isbat +etmesi lazımdır. Bize kalırsa Azadamard ’a bu fikr-i taassub +kendi memleketi olan Osmanlı toprağından değil bayraklarına +papalarının tesbihini asan cihad-ı Hıristiyani i’lan eden +Senusiler ve sair Trablus ve civarı Arabları –ki bugün bir +uzv-ı mühimm-i Osmaninin pençe-i gadr-ı düşmandan +tahlisine hayatlarını her varlıklarını feda ediyorlar– bunlara +kıyamete kadar medyun-ı şükran olmak; vücudlarında bir +lokma Osmanlılık gıdası olan vicdanlarında zerre kadar bu +toprağa meyl ü muhabbetleri bulunan her Osmanlının ve +hatta canavarcasına vaki’ olan İtalya muhacematına insanca +müdafaayı elbette tasvib etmesi lazım gelen her ecnebinin +lazıme-i zimmeti iken o vatan müdafi’lerini tezyif ü +tahkīre cür’et eden sahib-i makaleye Osmanlı değil hatta +ecnebi bir insan bile değil ancak bir İtalyan demelidir. +Siyasi Azadamard görünüz daha neler yazıyor: +“Serseri bir kabile reisinden siyasi dur-endişlik beklenilemez. +Fakat Dersaadet’deki mehafil-i siyasiyyeden erbab-ı +vukūf u tefekkür olan zevat-ı hamiyetperverandan azıcık +dur-endişlik ve ihtiyat beklemekte behemehal hakkımız vardır. +Faidesiz ve muhataralı evham ü hayalatı meydana atıp +da bu bedbaht memleketin mukadderatıyla oynamakta +onların hiçbir hakk u salahiyeti yoktur. Cihad yahud muharebe-i +diniyye fikrini meydana atmak değil ondan bahsetmek +bile caiz değildir. Zira faidesiz olduktan maada ba-husus +tehlikeden de hali değildir.” +Ey sahib-i makale! “Cihad” gibi ıstılahat-ı şer’iyyeden +olan bir kelimeyi yazacak ve onun medlulünden bahsedecek +dan azıcık olsun okumak anlamak veya ma’nasını bilmediğin +kelimeden bahsetmemek lazımdır. +Cihad– Müslüman olmayanları mutlaka öldürmek +mahvetmek için değildir. +Cihad– Dinin vatanın milletin i’tilası ve tecavüzattan +muhafazası için dinin emrettiği bir muharebedir ki bir çok +şerait-ı insaniyyet ve müsalemetkaraneye tabi’dir. Ma’ruz-ı +tecavüz olan bir vatanda elbette din de hissedar-ı ziya’ olur. +Bunun için bütün avamil-i medeniyye ve vataniyye miyanında +din ile daha ziyade mütehassis olan bir kısım halk da +dinin emrettiği cihad kelimesiyle uruk-ı hamiyyet-i vataniyyeleri +tahrik olunmak isteniliyor. Ve binaenaleyh matbuat-ı +Osmaniyyeden bazılarında “cihad” ta’biri de arada sırada +Bir müslüman anasır-ı saire ile oturdukları vatana karşı +edilen tecavüzden dolayı müdafaaya şitaban olur ve bu +müdafaasını cihad ta’biriyle dini dahi kendisine emretmekte +bulunursa bu müslümanın bu azm-ı mücahidanesi alem-i +Muharririn hayal ettiği bir taassub Senusilerden ve Osmanlılardan +ziyade İtalyanlara atfedilmek lazım gelir ki tevsi’-i +memalik için kendisine daha yakın istilası daha sehl +olan Yunanistan ve saire gibi bir Hıristiyan hükumetine caiz +şeklinde yazılmıştır. +olmayan ve muvaffakiyeti yüzde bir derecede müstahil olan +Trablusgarb’a tecavüz etmiştir. +Muharrir cenabları: +“Bu fikir el-yevm vatan-ı umumi uğrunda fart-ı gayretle +çalışmakta olan Rumların Ermenilerin Bulgarların ve sair +Hıristiyan ahalilerinin tereddüdünü intac edecektir” diyor. +Müslümanlar cihad ta’birinden gayr-ı müslim ve kendisine +gayr-ı mütecaviz devletlere ve kendi vatandaşlarından +olan gayr-ı müslimlere karşı tecavüz ma’nası kat’iyyen olmadığı +halde yalnız cihad ta’birini isti’mal edenler mi yoksa +bu ma’nayı işrab eder surette tevcihat-ı muzırrada bulunanlar +mı anasır-ı Osmaniyye arasına bürudet ilka eder?... Düşünmelidir. +Vatan-ı Osmaniyi tecavüzat-ı ecnebiyyeden kurtarmak +vet ettiği gibi Osmanlılık dahi hem müslümanları ve hem de +anasır-ı saire-i Osmaniyyeyi vatan menfaat namına liva-yı +Osmani altına da’vet eder. Rumların Ermenilerin Bulgarların +din-i mahsusları dahi bu müdafaa-i meşruaya iştirakten +bu da’vet-i müşterekeye icabetten kendilerini men’ etmez +zannederim. Çünkü onların dahi kavmiyet ve menfaatleri +din ve mezhebleri İtalyanlardan ziyade Osmanlılar arasında +mahfuz olur ve olmuştur. Anasır-ı gayr-ı müslime-i Osmaniyye +dahi bunu takdir ederler zannederim. Ancak Azadamard +ve hem-efkarı bazı müstesnaları enzar-ı Osmaniyana +arzetmek isterim ki bunlar ordu-yı Osmani arasında Trablus’da +bulunsalardı acaba silahı Senusilere mi yoksa İtalyanlara +mı atacaklardı?.. +Ey muharrir +“Avrupa “sosyalist” cem’iyetleri tarafından İtalya’nın +aleyhinde Türkiye’nin lehinde olarak mitingler akd ve nümayişler +tertib ve icra edilmektedir. Bu ahval muharebe-i +hazıranın diyanet ve kavmiyete müteallık hiçbir mahiyeti olmadığına +delalet etmiyor mu?” diyorsunuz. +Evet sosyalistler ve sair insaniyet ve medeniyet hadimleri +elbette iyi takdir ediyorlar. Onlar ecnebi iken sizin gibi +fart-ı taassuba tabi’ olup muzır ma’nalar aramıyorlar. +“Şu sırada akd-i musalaha temayülatında bulunan düvel-i +muazzama cihad hakkındaki sözleri işidip de +kendileri de Hıristiyanlık namına İtalyanlara muavenet etmeye +kalkışacak olurlarsa…” +Diye endişe etmeyiniz. Biz henüz ortada Müslümanlık +Hıristiyanlık kavgası görmüyoruz ve Avrupa da görmemek +lazım gelir. Sizin gibi kej-binler var ise onlara karşı da +deriz. +Ey Azadamard ! Cür’et-i taassubkaranenizi o derece kabardarak +diyorsunuz ki: +“Yirminci asırda cihad adeta bir hamakattir. Çünkü sancak-ı +şerif ed’iye-i diniyyeye istinaden krup toplarıyla mitralyözlerin +karşısına çıkılamaz.” +Evet sizin kail olduğunuz ma’naya göre cihad bu asırda +değil her asırda hamakattir. Cihad-ı İslam ise öyle deşeklinde +Buhari +ğildir. Ale’l-husus İslamiyet ma’neviyata mu’tekid ve müstenid +olmakla beraber maddeten i’dad-ı kuvvet ve ihzar-ı esbab-ı +şevket ile amirdir. +Bugünkü müslümanların hal-i za’f ü inhıtatı ise İslamiyet’in +münbaisdir. +ma’kūl işittiğimiz serzenişler ma’ruz bulunduğumuz felaketler +ve hakaretler bizlere bir ders-i ibret olur da medeniyet-i +hakīkiyye ve insaniyet-i mahza demek olan İslamiyet’e dört +el ile sarılırız. Ve mina’llahi’t-tevfik. +Edvar-ı salifede cihanı serapa istila eden zulm ü i’tisafı +çirkab-ı şenaati ref’ u nez’ edip o saha-i vesia-i vahşeti bir +dar-ı adalet ü medeniyete tahvil eden mehabet ü şecaat-i +adilanesiyle bütün küre-i arzı lerze-nak eyleyen İslamiyet +şimdi o vahşetin o cinayetin o şenaatin o zulm ü i’tisafın +kurbanı olup gidiyor. Halbuki İslamiyet ahkamına riayet +olunmak şartıyla her vakit zulm ü i’tisafın savlet-i akūranesini +dafi’ ve bütün düşmanlarının muhacemat-ı zalimanesine +mukavemet kuvvetini hamil ü cami’dir. +Fakat İslamiyet’in ahkam-ı mübeccelesine adem-i riayet +badi-i izmihlal ü nekbettir. +Tarih-i İslamiyyet tedkīk olunursa şu hakīkat bütün vuzuhuyla +tahakkuk eder. +Evvelce müslümanlar bütün kainatta şecaate necabete +adalete numune olur zulm ü i’tisafdan şahsi ihtirasdan +nefs ü hevaya mütabaattan ictinabla ma’aliyat ve ciddiyat +faza İslamiyet’i müdafaa ve şan-ı mukaddes ve muazzezini +da ölümü pek şanlı ve tatlı görürler idi. Görürler idi de bütün +kainatı emirlerine hükümlerine ram etmişlerdi. +Şimdi gönüllerine dünya muhabbeti yerleşmiş sefahetin +behimiyetin lezaiz-i faniyye ve menhusesine inhimak etmiş +mühlike-i şehevata dalmış ahkam-ı mübeccele-i İslamiyet’ten +yor her nevi’ mezellet ü istihkara razi oluyor nefislerindeki +buhl kalblerine za’f cebanet iras ettiği cihetle dini vatanı +milliyeti muhafaza ve müdafaa için fi sebili’llah mücahededen +kaçıyorlar ve bu suretle evamir-i ilahiyyeye ahkam-ı +himayesinden mahrum kalıyorlar; işte bu fırsattan istifade +eden ve düşman-ı İslam olan Avrupa bütün ecanib namus-ı +beşeri tağyirle asıl ma’nası saadet-i beşeriyye olan +şeklinde yazılmıştır. +medeniyeti fi’len vahşet ve cinayetle tavsif ederek şu yirminci +asırda Firavunlara Nemrudlara Neronlara bütün azlem-i +ler icrasına yekdiğerini mahza İslamiyet’i alem-i İslam’ı +mahv için bil-ittifak edvar-ı salife-i vahşeti olanca şiddetiyle +Koca bir İslam memleketi olan Fas’ı eydi-i istilaya aldılar +rid’i himaye bahanesiyle bi-gayrı hakkın zabt ettiler oradaki +müslümanların malını canını ırzını namusunu mahv için +çalışıyorlar Bosna ve Hersek’i gasb ettiler oradaki nesl-i +nezihi tağyire uğraşıyorlar. Rumeli-i Şarkī’yi aldılar. Bütün +cevami’ u mesacid-i şerifeye bütün maabid-i İslam’a salibler +ta’lik ettiler. Şimdi Makedonya’da Hıristiyaniyet’in terakkīsi +ler mekteplerin açıyorlar ikinci üçüncü pederlerinin isimleri +Muhammed Ali Hüseyin olanların şimdi esma’-i nasraniyetle +müsemma oldukları halde kendileriyle tevhid-i mesai +etmelerine muvaffak olmuşlar. Geçende devletin başına bir +gaile çıkaran Malisörlerin ekserisi işte bu kabilden imiş. +nıyor Rusya yazik[?] Rus memaliki diye Kızılırmak’a kadar +çizdiği haritayı mektep çocuklarına gösteriyor ve öğretiyor +Avusturya Selanik’i memaliki kıt’asından addederek herkesden +kıskanıyor. Afrika alem-i İslam’ını mahvetmek Hilafet-i +ecanib bil-ittifak Trablus ve tevabiini işgal ettiler. Orada o +biçare müslümanları cihan cihan olalı bir mislini daha görmediği +vahşetler cinayetler canavarlıklarla itlaf ü imha ediyorlar +ve’l-hasıl Şark Mes’elesi dedikleri fecia bütün dehşetiyle +kükreyip duruyor. Gözler görüyor kulaklar duyuyor da +hala müslümanlar Hazret-i Kur’an ’ın ferman buyurduğu +hukūk-ı uhuvveti tepeleyerek beynlerinde şahsi ihtilaflar +tefrikalar icadıyla yekdiğerini ızrar u imha eylemek servet-i +şahsiyyelerini vatandan dinden ziyade muhafaza etmek +ölümden kaçmak behimiyeti beslemek şahsi ihtirasat +ve menafiini te’min etmekle uğraşıyor. Bu da yetişmiyormuş +gibi içimizden bir takımı da Avrupa’nın insanı iğfalde +şeytanla müsabaka eden yaldızlı yalancı medeniyetine aldanarak +an’anat-ı diniyyemizi terk ve Avrupa adatını kabul ettirmek +mak istiyor böylelikle giriftar olduğumuz şu ahval-i hevl-engiz +hep kendi günahımız asarıdır. İşte delili: Hazret-i Fahr-i +Kainat aleyhissalatü vesselam efendimiz hazretleri buyuruyorlar +ki “Ey cemaat-i müslimin! Yaklaşıyor ki üzerinize düşmanlarınız +taam yiyen kimselerin yemek kabı üzerine ictima’ları +gibi toplanacak her tarafdan hücum edecektir. Bu +da müslümanların azlığından değil o zaman ahkam-ı diniyyede +mübalatsız mekarim-i ahlakıyyeden vareste ulum u +fünundan bi-behre bulunmuş su üstündeki çör çöp gibi +ehemmiyetten ari olacaksınız ve böyle kuvvet ve kudretten +kıymet-i maddiyye ve ma’neviyyeden tecridiniz hasebiyle +Allahu azimü’ş-şan düşmanlarınızın kalblerinden sizin havf +ve mehabetinizi kaldıracak bilakis sizin gönüllerinize bir za’f +neş’et edecektir.” +Ahkam-i diniyyede bu suretle mübalatsızlık devam ederse +kat’iyyen emin olmalı ki netice inkırazdır. +Vatan ve din için malen bedenen mücahede bize farz-ı +kat’i iken ağniyamız vatan uğrunda mallarını vermekten +ulemamız dinin muhafazası için sarf-ı mesai etmekten ictinab +ediyorlar. +Siyaset-i umumiyyede müslümanların müttehiden sarf-ı +mesai etmesi ahkam-ı diniyyeden olduğu halde bütün ricalimiz +Yekdiğerimize teavün ve tenasur emr-i ilahi icabından +olduğu halde müslümanlar hep kalblerinde birbirine husumet +besliyor; bir din kardeşine muavenet şöyle dursun muavenet +ve nusretlerini kendi nefislerinden bile saklıyorlar. +Korkarım ki bu hal ile bir gün gelir kasalardaki paralar +düşmanların yed-i zabtına geçer kınlarında paslanan kılınçlar +hançerler düşman eliyle ciğerlerimize saplanır. Allahümma’hfazna. +dan Hilal’i kaldırmak için karar verdiler. +Lakin hep bu ittifaklar bu muahedeler; bu kararlar +nakş-ber-ab gibidir. Ta ki müslümanlar dinde mübalatsızlığı +aralarındaki ihtilafı terk ederek ahkam-ı şer’iyyeye temessükle +bil-ittifak din vatan milliyet için çalışmaya azmedeler. +böyledir. Hazret-i Kur’an ’la müeyyeddir. +Şimdi bizim vaz’iyetimiz bir sürü kurd arasına düşmüş +bir kuzu gibidir; kurdlar hücuma hazırlanıyor ciğerlerimizi +çıkaracak biz hala def’-i cu’ maksadıyla birkaç ot parçası +daha koparmak için yekdiğerimizi kıskanarak uğraşıyor; +başımızı kaldırıp da etrafımızı ihata etmiş olan o canavarları +görmüyoruz. +Biz zenginiz; fakat paralarımızı dinimizi namusumuzu +kurtarmak için sarfetmekten imtina’ ediyoruz. +Biz sahib-i zekayız; fakat menafi’-i şahsiyye te’mini sevdasıyla +zekavetimizi su’-i isti’mal ediyoruz. +Biz ali bir dine mensubuz; fakat o ulviyeti o kudsiyeti +takdir edemiyor yahud etmiyoruz. +Bizim nüfusumuz dünyada her kavimden fazladır; fakat +Hep bunların başlıca sebebi dinde mübalatsızlığımızdır. +Bir defa o habl-i metine sarılalım bir defa ahkam-ı Kur’an +hulusla ittiba’ edelim işte o vakit bütün alem-i İslam rayet-i +beyza-yı İslamiyetin zıll-ı cenah-ı adalet ü merhametinde +nail-i emn ü eman olur. İşte o vakit aktar-ı cihan bütün milel-i +muhtelife mehabet ü satvet-i İslamiyyenin karşısında +kemal-i tezellül ile boyun eğerek tekrim ü ta’zim eyler işte o +vakit Avrupa fısk u fücurdan müteşekkil o ifrit-i bi-insaf +titrer yerlere kapanır. +Zaman müsamaha ve teenni zamanı değildir. İ’dad-ı +kuvvet için dinimizi namusumuzu kurtarmak için bütün varımızı +verelim emr-i ilahiye ve dinimizin hükmüne itaat edelim +kalbgahımıza havale edilen o pençe-i ciğer-suzu kırmak +o zulm ü i’tisafı cihandan kaldırmak avdet eden o +vahşe[t]i beşeriyetten nez’ etmek için hayatımızı istihkarla +merdane şeciane gülerek ölüme karşı gidelim. Zira müslümanların +libası şecaat gıdası ölümdür. Haydin kardeşler +bütün lahutiyan tabl-ı cihad vuruyor korkmayalım inayet-i +Hak bizimle beraberdir. +Vatan şu hal-i felakette sızlıyorken siz +Unutmak isteyerek her felaketi gamsız +Bütün mücadeleye hasredip de sa’yinizi +Acıklı hale getirmek yazık değil mi bizi! +Bak işte düşmanımız eski derdleri deşiyor; +Görüp bu ayrılığı sizde hepsi birleşiyor +Bu fikr-i tefrikadan ihtilafdan ne çıkar? +Esas-ı devleti bu tefrika belası yıkar. +Cenab-ı Hak bize ayrılmamakla emrediyor; +Kitabımız sarılın habl-i i’tisama diyor. +Evet o “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.” +Hadisine deniyor bi-esas ü sıhhattir. +Bütün hadis-i şerif ittifaka da’vet eder +Dururken ümmetini o Cenab-ı Peygamber +Bugün şu gördüğümüz ihtilafa hiç da’vet +Eder mi; hem denilir mi bu hale hiç rahmet? +Eğer hadis ise o fırka ihtilafı bugün +Garaz neticesi olarak hep intikam belası bütün +Bu fırkalarda hayır vahdet-i emel yoktur; +– Bu def’a biz geçelim re’s-i kara sen bak dur! +– Hayır o mevkii biz vermeyiz emin değiliz! +– Fakat bizim size hiç i’timadımız yok siz +Değilsiniz bunun ehli! +–Evet bunun ehli +Biziz. +–Hayır. Tarafeynin muradı besbelli +Yazık ki işte bu sandalye kavgasıyla vatan +Delik deşik oluyor; ah ağlıyor al kan! +Bu hale Hak acaba hiç rıza verir mi ne der? +Bu ihtilafa mı ruh-ı Resul razidır? +Bu ayrılıkları Peygamber aşkına bırakın! +Yazık şu boynunu bükmüş vatan ne halde? Bakın! +Biraz da toplanıp el birliğiyle hizmet edin +Teali-i vatan u dine sa’y ü gayret edin. +Bu bahis için bir mukaddime lazımsa bu mukaddime; +bugün tedrisat-ı diniyyemizin; yalnız bu nevi’ tedrisatın değil +bütün tedrisatın bir üslub-ı semeredar ta’kīb edilen tarz-ı +tedris ve terbiyenin akīm olduğunu isbat ve teşrih yolunda +yazılmış olmayacaktır. Çünkü bu lüzumu kadar değilse bile +epeyce söylenmiş ve yazılmıştır. Ba-husus göz önünde hayli +netayic; bu anda artık tutulan yolun mehazirinde eşkalinden +ve saireden ziyade bir an evvel bu sübül-i na-hemvarın +terkiyle yerine küşad edilmesi lazım gelen şeh-rah-ı müstakīmden +bir lisan-ı fenni ile bahsetmek lüzumunu gösteren +en büyük sevaıktandır. Daha geçen hafta Sıratımüstakīm ’de +bu yolda bir enin-i şekva vardı. Bu tezahüratın bu şekvaların +nida-yı irşadı; şübhesiz bütün İslam kalblerinde bütün +muvahhid fikirlerde bir ma’kes-i teessür ü intibah buluyor +ve bulmalıdır. Bu babda hemen bu kadar bir işaret ile iktifa +ederek kendi sözümüzü kendimiz nakzetmeden maksada +şüru’da isti’cal edelim: Mevzu’-ı bahsimiz için mukaddime +olarak ünvan-ı makaledeki “usul” “usul-i tedris” kelime ve +terkiblerini intihab ediyoruz bunlar üzerinde epeyce uzun +bir vakfe-i şerh ü izah yapmak lazımdır. Denebilir ki bizim +bugün en ziyade muhtac olduğumuz şey en sadık rehberimiz +şu “usul” kelimesinin kişver-i vesiinde hükümran olan +ma’na-yı amik-i halaskardır! Usul nedir? Bu sualin cevabını +vermeden yani usulü ta’rife girişmeden ufak bir istitradla +kariin-i muhteremenin zevk-i istiksasını okşayacağız: +Lisanımızda Fransızca “méthode” kelimesinin mukabili +olarak “usul” şayi’ olmuştur. Daha bir kaç frenk ıstılahları +amafih méthode bir fazıl-ı muhterem tarafından “nahv” +cem’inde “enha” diğer bir üstad-ı fazıl tarafından da “üslub” +cem’inde “esalib” ile tercüme olunmuştur. Biz de burada +üslubu kullanacağız bu suretle Mantık’ın fasl-ı sanisini +teşkil eden “La logique appliquée” “mantık-ı tatbikī”nin ünvan-ı +diğeri olan: +“Méthodologie” kelimesi de “fenn-i üslub” yahud “fennü’l-enha” +tirmekten maksadımız; – “İlim nedir?” “Usul nedir?” suallerine +cevap vermekle mükellef olan meto[do]loji üzerine bilhassa +ta’lim ve teallüm ile meşgūl olanların enzar-ı dikkatini +celb etmektir. Çünkü bu mühim fen; bizim lisana darülfünunun +feyz-i mesaisiyle daha yeni intikal ediyor. +“Üslub”u fenn-i esalib şöyle ta’rif ediyor: +Üslub usul nahv; nefs-i natıkanın hakīkate varmak +Ve sonra her üslubda evvela onu terkib eden a’mal-i +zihniyyeyi saniyen a’mal-i zihniyyenin suret-i tertib ve teakubunu +tedkīk etmek lazım geleceğini söyleyerek bunların +tedkīkine girişiyor. Biz; “üslub”u terbiye ve tedris nokta-i +nazarından mütalaa edeceğimizden pedagoji kitaplarının +“üslub” hakkındaki bahs-i mücmellerini iktibas ile iktifa edeceğiz. +Binaenaleyh me’haz-ı esasimiz olan pedagoji kitabında +“üslub”un daha vazıh daha ameli olan ta’rif-i atisiyle +ma’lumat-ı müteferriayı iktibas ediyoruz: +Bir hakīkate vasıl olmak için yahud bir azmi kuvveden +fi’le çıkarmak için efkarda veya harekette ta’kībi ta’mim +olunan tertib-i hususiye “üslub” denir: +Üslub yalnız bütün maarif-i sahiha ve hadisat-ı +mütevazinenin şart-ı esası olmakla kalmaz vikaye ve idame +eder tertib ve tanzim eder keşf eder. Üslub tarik-ı ilm üzerinde +bulunan menazil-i zaruriyyeyi göstererek bu menzilleri +suret-i muntazamada bila-tereddüd ve tehlikeye uğramaksızın +ta’kībde bizi serbest bırakır. Dekart: “Bir iyi fikir +sahibi olmak kafi değildir iş onu iyi kullanmaktadır.” derdi. +Gerek tedris ve gerek tederrüsde üslub; bizzat ma’lumattan +daha kıymetdardır. +Lisan-ı terbiyyede pek müsta’mel olan bu üslub kelimesinden +bazen “alimlerin bir hakīkat-i fenniyyeyi tefahhus ve +keşf hususunda ta’kīb ettikleri kavaid” anlaşılır bazen da +bununla tefahhus La recherche’dan takrir-i üstazaneye geçilerek +“ta’lim ve tedrisin eşkal-i umumiyyesi” ile yahud +ma’lumatın tertibine göre “ta’lim ve tedrisin suver-i hususiyyesi” +Esalib-i tefahhus Méthode de recherche : Kavaid-i erbaası +silsile-i tasavvuratta olduğu gibi her maddenin mütalaasında +da pek kıymetdar olan “Dekart üslubu”nu birinci +mertebede ta’dad etmek lazımdır. +Bu dört kaideden birincinin gösterdiği “iştibah üslubu” +üslubda iştibah Le doute méthodique bütün ma’lumat-ı +sahiha ve fünun-ı müstakıllenin damanını deruhde eder. +de “usul-i terkib” te’lif L a synthèsei vaz’ eder. Dördüncü +kaide de efkarımızın istikametini ta’yinde serbest bırakan +“muayene-i tamme dénombrement comblet üzerine ibtina +ederek bizi iki büyük üslub-ı tefahhusa isal eder ki biri +“induction” istidlal-i ani diğeri “déduction” ta’lil istidlal-i +limmidir. Fi’l-hakīka bunlar; efkar-ı cüz’iyyeden efkar-ı külliyyeye +tertib ve tanzim-i fikir onun iki tarz-ı mahsusudurlar. +Üslub-ı istikrai methode inductive ; hakayık-ı cüz’iyyeden +hakayık-ı külliyye intiza’ eder. Üslub-ı ta’lili methode +déductive ise daha külli olan diğer hakayıktan hakayık-ı +külliyye istintac eder. +Birinci yani üslub-ı istikrai; icad ü ibdaa daha müsaiddir. +Bu tefahhusun üslub-ı ibtidaisidir: Bunda hadisat ancak +yegan yegan tanınmış ve bu suretle bir alimin kavanine +kadar irtikasına medar olan üss-i muhkemi teşkil eylemiştir; +bu kanunlardan da müteakıben diğer bir takım hakayık-ı +cüz’iyye istintac olunur ki bunlar kavaninin sıhhat ve mevsukiyetinin +tahakkuku ile mütenasibdir. +Üslub-ı ta’lili daha ziyade burhan ve takrir-i üstazaneye +hasdır. Bu halde ta’lim ve tedrisin tertib-i efkarın esasına +müteallık olmak üzere ancak iki tarik var demek olur ki bunlar +da üslub-ı ta’lili ve üslub-ı istikraidir. +Tatbikat: Bu iki üslub; isti’malde ne müttehhid ne de +müfteriktir. Hemen daima alim ve muallim; her ikisini de +münavebeten istihdam ve birini diğeri vasıtasıyla murakabe +eder. Maamafih her fennin –mevzu’-ı hususisine göre daha +muvafık olmak için– tercih ettiği bir üslub vardır. Ulum-ı hikemiyye +ve tabiiyye; üslub-ı istikraiyi isti’mal eder: Bu ilimler +hadisat-ı mütebassırun-fiha hadisat-ı mücerrebe hadisat-ı +musannaa üzerine teessüs ederler ve tabassurlarını +tecrübelerini istibane-i sahihalarını ta’mim ederek kanuna +kadar irtika ederler. +Üslub-ı ta’lili bilhassa ulum-ı riyaziyyenin üslubudur: +Hesab hendese cebir gibi ki müsellemat tesmiye olunan +hakayık-ı külliyyeden başlayarak bunlardan infial-i fikri vasıtasıyla +hakayık-ı cüz’iyyeyi istintac ederler. Maamafih bu +ne olursa olsun ve hangi üslubu tercih etmiş bulunursa bulunsun +yalnız bir üslub ile iktifa etmez. +Coğrafya tarih ahlak gibi hadisat-ı maddiyye ve ma’neviyyenin +muhtelit bulunduğu fenlerde münavebeten +üslub-ı istikraiye de üslub-ı ta’liliye de müracaat lazımdır. +Muallimler; şakirdlerine esbab-ı tefahhus ile te’nis etmelidirler. +Şakirdanın mektepten çıkınca daha doğrusu tahsilde +miş olmaları lazımdır. Mektep çocuğa hakayık-ı tabiiyye ve +be olunacağını bir şehadetin nasıl tenkīdi lazım geldiğini +ta’mim ve istintac usullerini hasılı nefs-i natıkanın iki şehrah-ı +azimini gösterecek ve bu suretle onu ileride de hataya +efkar-ı batıla ve hurafat içinde şaşırıp kalmaktan kurtarmış +olacaktır. Buraya kadar “üslub”dan mutlak olarak bahsettik; +bu da bizi hedef-i aslimize musil olan mebhas-i ta’lim +ve tedrisin bir medhal-i tabiisi idi şimdi de işte o bahs-i +mühimme nakl-i kelam ediyoruz: +Esalib-i ta’lim: +Méthode d enseignemente üslub-ı tefahhus ve istiksa +allimin kendi bildiklerini şakirdlerine bir tarz-ı tebliğ u beyanı +vardır ki işte buna “üslub-ı ta’lim” denir. +Üslub-ı ta’lim; tertibat-ı muhtelifeye tevafuk edebileceğinden +bu hususda epeyce uzun bir cedvel-i usul tertibi pek +kolay ise de bütün bunların üç üslub-ı esasiye ircaı mümkündür: +Bu üç üslubun mahiyetlerini fevaid ü mehazirini hangi +nevi’ fenlerde muvaffakiyetle kabil-i tatbik olduklarını ve +yekdiğerlerine nisbetle olan mevki’lerini ve nihayet tedrisat-ı +diniyyede bunlardan ne suretle istifade olunmak lazım geldiğini +mina’llahi’t-tevfik.” +şeklinde yazılmıştır. +Sahilde ancak bir kayık vardı. Türkmen tacirlerden birkaçı +kayıkçılarla pazarlık ediyordu. Bunlardan biri kuru üzüm +ve badem yüklü develerinden on danesini kayığa sokmuştu. +Piyade olarak kayığın içine girdim. Kayıkçılar Türk lisanıyla; +kimsiniz? Diye sordu. Ben de Türkçe olarak tüccardanım +dedim ve yanımdaki adamı yollayıp arkadaşlarımı +çağırttım. Kayıkçılarla konuşup dururken yoldaşlarım gelince +gerek kayıkçılar gerek tacirler şaşırdılar kayığı kurtarmaya +yani beni kayıktan çıkarmaya kalkıştılar. Elimdeki tüfengi +doğrulttum. +– Bir adım atarsanız kurşunu yersiniz dedim. Gerilediler +ve adamlarımdan benim kim olduğumu sorup öğrenince +ederek arkadaşlarımı ikiye ayırdım. Bir kısmı atları da beraber +olduğu halde benimle gelecek öbür kısmı da sahilde +kalıp kayığın avdetini bekleyecekti. Kalanlara: +–Kayıkçılardan kazma kürek gibi şeyler alıp kendinize +siper inşa ediniz tenbihinden sonra hareket ettik. Bir müddet +sonra karşıdan bir kayığın gelmekte olduğunu gördüm +yüzme bilen birini gönderdim. Giden geldi. Kayıkta Buhara +emirinin sefiriyle “Abdurrahim” namında bir hadim bulunduğunu +söyledi. Kayıkları yanaştırıp biraz görüştük. +Hareketimizden altı saat sonra ve öğleye iki saat kala +sahile takarrübla Buhara toprağına ayak basdık. +Kayıkçılara on altın verip bizim için yiyecek atlarımız +sıyla on dane koyun üç yüz ekmek hazırlamalarını tenbih +eyledim. Çünkü ertesi günü öbür sahilde kalan arkadaşlarımız +gelecekti. Biz de burada onları bekleyecektik. +Buhara Hükumeti’ne tabi’ olan Şirabad hakimine vürudumu +yazdım iki yüz süvari sevkiyle karşıdaki arkadaşlarımın +takviyesini rica ettim. +Hakim metalibimi kabul ile sabahleyin erkenden dört +yüz süvariyle birkaç kayık göndereceğini bildirdi. +Tulu’-ı fecr ile patlayan birkaç tüfenk sesinden uyandım. +Yanımdakilere: +– Bu sesler arkadaşlarınızla kayığa binmelerinden mütevellid +şenlik sadaları olmalı dedim. Kayıkçıları çağırıp: +– Benim için yirmi kayık hazırlayınız. Kayık başına ellişer +altın vereceğim va’dinde bulundum. +– Karşı tarafda muharebe oluyor. Oraya gidip kendimizi +muhataraya sokamayız dediler. Birkaç dakīka tefekkürden +sonra “Hasan” ismindeki hizmetciye yanındaki kiseyi getirerek +– İstediğim kayıkları hazırladınız bunların hepsi sizindir +dedim. Biraz daha nazlandıktan sonra razi oldular. Alelacele +hazırlanan otuz dane kayığa bindik. Sür’atle hareket ederek +macerayı anladık ki: Orada bıraktığım arkadaşlar uykuda +uğraşa nehrin kenarına kadar çekilmişler. Özbekler akşam +olduğunu sahilde de binilip kaçılacak kayık olmadığını görünce +ferdası günü gelip hasımlarını esir almak fikriyle ateşi +kesmişler. Benim erkenden işittiğim sesler sabahleyin başlayan +müsademede atılan tüfenklerin tarrakası imiş. Bizimkiler +kumdan yaptıkları siperler arkasından müdafaaya başlamışlar; +kayıkların gelmekte olduğunu müşahede edince de +müdafaalarını arttırmışlar. Nihayet Özbekleri kaçırmaya muvaffak +olmuşlar. Bu zavallıları kayıklara doldurup salimen +nehri geçtik. Beri tarafdan ısmarladığım yemeklerle ekmekler +müheyya idi yeni gelenler otuz altı saatlik açlığın verdiği +bir istekle sofraya saldırdılar. Yemeği müteakib kayıkçıların +evlerinde ikindiye kadar istirahat ettik. Ondan sonra Buhara’ya +müteveccihen yola çıkıp “Aliabad”ı menzil ittihaz eyledik. +Şirabad hakimiyle rüesa-yı vilayet orada istikbalimize +geldi. Hakimin hazırladığı bir haneye mihman olup on gün +kadar oturdum. +Bu esnada Buhara’ya gidip kendisiyle görüşmem hakkında +emirin bir da’vetnamesi geldi. +Bil-icabe atideki menzilleri tayy ile Buhara’ya muvasalat +ettik: +fizan -Karaşeyh -Gazzar - Gedükli -Karaşi. Burada beş +gün tevakkufdan sonra Hoca Dekkakan’a oradan da Buhara’ya +geldik. Kuşbigi Buhara’nın sadr-ı a’zamı ile Kütüval +Zabtiye nazırı gibi büyük bir me’mur ve bazı ümera +“Gagan” denilen mevki’de bize karşı geldiler ve beni +mahsusan ihzar edilen bir konağa götürdüler. Mihmandarlığıma +ta’yin olunan zat gelip kendisini takdim etti. Dokuz +günlük mihmanlıktan sonra emir tarafından bana bir hil’atle +on bin tenge ümera-yı maiyyetime de keza birer hil’atle +biner tenge ve ikinci derecedeki zabitan ile neferata beşer +ve ikişer yüz tenge yollanıldı. Bunlardan başka bineceğim at +Ben de bil-mukabele emir için altun kabza bir kılıç ile bir +at takımı –ki on iki bin eşrefi kıymetinde idi– altun bir hançer +bir kemer yaldızlı İngiliz eğerleriyle iki re’s Arab atı ve şal +kumaş zerduz külah gibi şeyler takdim ettim. +Emirin hediyeleri miyanında kendi çamaşırından üç kat +da gömlek ve don vardı ki donların kırmızı beyaz menekşe +yeşil renkli dört parçadan dikilmiş olduğunu hayretle +müşahede ettim. Ne ise gerek ben gerek ümera-yı maiyyetim +bu libasları giyindikten sonra bir me’mur gelip emirin bizi +huzuruna kabul eyleyeceğini haber verdi. Kalkıp yola +çıktım. Saraya vürudumda Kuşbigi istikbal ederek odalarından +birine götürdü. Buhara emirleri büyük bir odada otururlar. +Yanlarında sevdikleri güzel çocuklardan iki üç danesi +bulunur. Ümera ve rüesa da odanın etrafına dizilir iki dane +derban da kapının dibinde durup emirin işaretine hasr-ı +nazar eder. Bir işarette bulunursa ikisi birden koşar aldıkları +emri geri geri yürümek şartıyla çıkıp hodaçı mabeyn müdiri +gibi bir me’murya tebliğ eylerler. +Ben otak-ı emire yaklaşınca derbanlar koştular sonra +dönüp hodaçıya tebligatta bulundular. Hodaçı yanıma gelip: +– Emir hazretleri hedayanızı kabul buyurdular. Şimdi +takdim etti[ği]niz atların dizgininden tutup altun kisesini +omuzunuza yüklettikten sonra ihtiram göstermeniz lazımdır +dedi. Ben de: +– İhtirama gelince Allah’dan başka kimseye secde edemem +cevabını verdim. Kimseden işidilmeyen bu sözler +hayli teaccübü hatta tağayyürü mucib oldu. Nihayet Kuşbiginin +tavsiyesi üzerine hodaçı huzura geldi ve: +– Emir hazretleri kendi adetiniz vechile resm-i selam +Ben odaya girip ale’l-mu’tad selam ve musafaha için emire +elimi uzattım. Yanıbaşında bir yer gösterdi. Müeddebane +oturup ihtiramkarane sohbet ettim. Bir saat kadar görüştükten +sonra müsaade istihsaliyle menzilime avdet eyledim. +– Emir hazretleri size karşı pek müteveccihdir. Layık olan +kendilerine bin altun nakid ile maiyetinizde bulunan kölelerden +üç dane güzel yüzlüsünü takdim etmelisiniz! Teklif-i +garibini etti. +– Kölelerim evladım mesabesindedir. Para cihetine gelince +diğim vakit resm-i mu’tadı ifa için naçizane bir mikdar takdim +ettim. Artık emir hazretlerinin benden beklemesi değil +benim kendilerinden ümidvar olmam lazım gelir cevabıyla +herifi savdım. +– İslamların terakkıyat-ı ilmiyye +ve medeniyyelerinden bahis tarih-i ulum sahifeleri karıştırılmak +değildir. Bağdad üçüncü dördüncü ve beşince asırlarda +maarif-i İslamiyyenin en rengin safahatına meşher olmuştur. +Bu menba’-ı irfanın neşrettiği huzemat-ı ma’rifet; beşinci +asr-ı hicride dahi iki evvelki asırların şa’şaasından az kuvvetli +değildi. +Fi’l-hakīka Bağdad beşinci asırda da satvet ve şöhret-i +Adudü’d-Devle’nin an’anat-ı umran-perverisi bu asırda +mevki’an ve siyaseten kendisinden küçük fakat ma’nen ve +fikren pek büyük olan bir zatta temessül eylemiştir. +Nizamülmülk’den bahsetmek istiyoruz. Maarif-i İslamiyyenin +terakıyat-ı hayret-bahşasından bahsederken Nizamülmülk’ü +unutmak bu vezir-i ebediyyü’l-iştihara ilm ü ma’rifet +namına isar-ı tebcilat etmemek pek büyük bir kadir-na-şinaslık +olur. +Nizam gençliğinde pek ciddi bir tahsil görmüş zamanının +en mütebahhir ulemasından tederrüs eylemişti. Fıtratının +nümaya malikti. Bir halde ki her hususda bütün ma’nasıyla +zamanının bir dahisi addolunabilir. Mu’zamat-ı umura karşı +yılgınlık göstermek fart-ı meşağilden bi-tab kalmak Nizam +bahşettiği metin ve cihan-şümul bir reviyyet ve siyasetle; +uzun müddet Bağdad’da Alp Arslan ve Melik Şah’ın hizmet-i +vezaretlerini kemal-i şa’şaa ile idare eylemiştir. Bu iki +büyük hükümdar; bütün şan ü şöhretlerini; fedakar vezire +medyundurlar. +Nizam en müşkil zamanlarda en karışık anlarda bile +metanet ve rezanet-i fikriyyesini asla gaib etmemiştir. +Tarih-i siyasi de haiz olduğu mevki’-i bülend-i ihtirama +zamimeten tarih-i ulum da kendisini ayrıca büyük bir alim +zi-nüfuz ve feyyaz bir hami-i ilm olmak üzere kayd ü tebcil +eylemektedir. +Nizamülmülk ders refikleri olan Ömer Hayyam ve +Hasan bin Sabbah gibi harika-i hilkatlerle birlikte İmam +Muvaffak-ı Nişaburi’nin halka-i irfanında ikmal-i tahsil eylemişti. +Bu üç refik-ı tahsilden Hasan Sabbah bilahare ma’neviyet-i +etmek cem’iyet-i beşeriyyeyi herc ü merce düşürmek gibi +teşebbüsat-ı denaetkaranede ne kadar bir şeytanet ü iktidar +göstermiş ise Nizamülmülk de insaniyetin inkişafat-ı fikriyyesini +te’min saadet-i atiyyesini tehyie ve bilhassa bünyad-ı +de şümullü bir deha-yı reviyyet şayan-ı tebcil bir dirayet ü +meziyyet göstermiştir. +Bağdad Isfahan ve sair bilad-ı İslamiyyede i’la ettiği +müessesat-ı ilmiyye Nizam ismini tarih-i medeniyyetin en +rengin sahayifine zerrin kalemlerle hakkettirmiş ve bu namın +mesine sebeb olmuştur. +Kanlı bir katilin Sabbahilerden mel’un bir serserinin +hançer-i gadrına kurban olan büyük Nizam’ın Bağdad’da +te’sisine muvaffak olduğu darülfünunun –ki Medrese-i Nizamiyye +namıyla meşhurdur– sakf-ı irfanı altında perverişyabı +kemal olan eazım miyanında mütebahhirin-i İslamiyyeden +pek bülend simalar görülmektedir. +Beşinci asr-ı hicride bu abide-i irfanın riyaset-i tedrisiyyesinde +Gazzali ve emsali bir tarafda tefsir hadis fıkıh ulum-ı +miyye tedris ederken diğer tarafda Ömer Hayyam gibi erbab-ı +fen de ulum-ı tabiiyye ve riyaziyyenin mebahis-i muğlaka +ve desatir-i ‘aliyeleriyle iştigal ediyorlardı. +Ulum-ı tabiiyye ve tıbbiyye mütehassıslarından Ebu’lFerec +bin Tayyib ve İbni Cezele ise serair-i tabiatın nevamis-i +hikmet-nümununu keşf ile uğraşıyorlar ve fenn-i tıbbın +te’min-i terakkıyatına çalışıyorlardı. +cami’ ve erbab-ı tahsil için pek nafi’ klasik eserler Takvimü’l-Ebdan +gibi tıb ve hıfzu’s-sıhhaya aid mecmualar neşrediyordu. +şeklinde yazılmıştır. +edildiği vakit Avrupa’da pek ziyade iştihar eylemişlerdir. +Çünkü şekl-i te’lifleri iktizası olarak bu eserler tedrisat hususunda +pek ziyade suhulet-bahş oluyorlardı. +Beşinci asr-ı hicride Irak etibba ve erbab-ı fenni arasında +Ebü’l-Ferec bin Tayyib Harun bin Sa’d ve Ebü’l-Hasan +bin Butlan gibi gayr-ı müslimlerin de şöhret kazanmış +oldukları görülüyor. +* * * +– Müdekkık bir riyazi gibi zeki bir hey’etşinas +derin düşünücü ve rind-meşreb bir hakim vasıflarına +bir de şair ve edib sıfatları ilave edilirse Ömer Hayyam’ı nazarımızda +temessül ettirebiliriz.. Ömer Hayyam Hicret’in +tarihlerine doğru Asterabad mülhakatından Dehistan’a +tabi’ Del’ak nam karyede mehd-ara-yı alem-i şühud olmuştur. +Medid bir hayat-ı gam-alud geçirdikten tam bir asrın +bar-ı mesaibi altında ezildikten yıprandıktan sonra nihayet +“ ” tarihinde Nişabur’da alem-i fenaya veda’ eyledi. +Asıl ismi Gıyasüddin Ömer bin İbrahim’dir. Pederi hayme +verilmiştir. +Hayyam’ın pek ibret-amiz olan ser-güzeşt-i hayatı – +maatteessüf– bir zulmet-i mechuliyet altında ihtifa ediyor. +Bazı müverrihinin beyanatına nazaran Hayyam ünfuvan-ı +şebabını Nişabur’da geçirmiş İmam el-Muvaffak’ın mektebi +Rüfeka-yı tahsilinden Ebu Ali Hasan-ı Tusi bilahare Nizamülmülk +namıyla rütbe-i vezareti ihraz eylediği gibi diğer +refikı Hasan Sabbah da İsmailiyye Mezhebi’ni te’sis eylemiştir. +Guya bu üç refik hengam-ı tahsilde aralarında bir +ahd ü misakta bulunmuşlar. Yani rüfekadan her hangisi atiyen +bir mevki’ sahibi olursa diğer arkadaşları hakkında himayet +ü muavenette bulunmağı taahhüd eylemiş imiş. +Nizamülmülk ümera-yı Selçukiyyeden Melik Şah’a vezir +olunca ahd-i mazisini der-hatır ederek Hasan Sabbah’ı emirin +kurenalığına ta’yin eylemiş. Fakat Hasan tinetinde meknuz +denaet hasebiyle velini’metini istirkab etmiş olduğundan +bilahare me’muriyetinden tard edilmiş. Rind-meşreb +Hayyam ise hayat-ı serbestaneyi ebvab-ı ümerada tekapu +den fıtraten müteneffir bulunan eazımdan olduğundan Bağdad +Rasadhanesi’nde tetebbuat-ı ilmiyye ve felsefiyyeye +müdavemeti her türlü me’muriyetlerin fevkınde görmüş ve +onunla kanaat eylemiş. +Maamafih bu rivayet –ekser-i müverrihinin beyanat-ı +müttehidesine rağmen– bazı zevat nazarında şayan-ı tereddüd +görülmektedir. +Ömer Hayyam Riyazi – Hayyam riyaziyyun-ı İslamiyyenin +ser-amedanındandır. Kitabü’l-Cebir ünvanlı eseri daha +o vakitler Melik Şah’ın bile fevkalade mazhar-ı takdiri +olmuştu ve uhdesine Bağdad Rasadhanesi Müdiriyeti tevcih +edilerek kadri tebcil edilmişti. +Hayyam bu me’muriyeti esnasında Melik Şah namına +nisbet edilen meşhur zic ve takvimi tanzime muvaffak olmuştur. +Hayyam muasırı bulunan ulema nazarında sahib-i kemal +ve mümtaz bir feylesof gibi telakkī ediliyordu. Hatta +kendisini İbni Sina ile hem-ayar addedecek kadar ileri gidiliyordu. +Garibdir ki bir gece Hayyam İbni Sina’nın felsefeden +bahis meşhur Şifa ’sını mütalaa ederken vefat eylemiştir. Nişabur’da +medfundur. Mezarı; vefatından hayli müddet sonra; +tilmizanından Nizami tarafından bulunarak üzerine bir +türbe yaptırılmıştır. +Nizami’ye bu hususda rehber olan şey Hayyam’ın: Ve +kabrim “Bad-ı sabanın hazan-dide güller altında gizleyebileceği +bir yerde olacaktır.” Mealindeki kıt’ası idi. +Ömer Hayyam şarkın büyük riyazilerindendir. Şayan-ı +teessüfdür ki diğer eazım-ı İslamiyyenin müellefatı hakkındaki +la-kaydimizi Hayyam’ın eserlerine de teşmilden kendimizi +kurtaramamışızdır. +Hayyam’ın riyaziyata aid kitapları on sekizinci asra kadar +Avrupalılarca da mechul kalmıştı. tarihinde Leonard +Meerman[?] neşrettiği bir eserinde ilk defa olarak; +Hayyam’ın Leiden[!] Kütübhanesi’nde mahfuz olan Kita bü’l-Cebir +’inden bahseylemiştir. +Bilahare Montukla Montucla ve Garc Gartz dahi bu +kitaba dair bazı ma’lumat verebilmişlerdi. +Nihayet tarihinde Mösyö Deebak Hayyam’ın Kitabü’l-Cebir +’ini Fransızca’ya tercüme etmeye muvaffak oldu +ve bu sayede Avrupa mehafil-i ilmiyyesi bu meşhur kitabın +mündericatına dair hakīkī bir fikir edinebildi. +Kitabü’l-Cebir beş babdan mürekkeb olup her bab +mebahis-i atiyyeyi muhtevidir. +’inci bab: Dibace. Ma’lumat-ı ibtidaiyye-i cebiriyye +halli matlub muadelat cedveli. +’inci bab: Birinci ve ikinci derece muadelatının suret-i +halleri +’ncü bab: Üçüncü derece muadelatının suret-i teşkil ve +bil-hendese tersimi. +’ncü bab: Mahreclerinde mechulün kuvasını havi olan +muadelat-ı kesriyye münakaşatı +’nci bab: Mebahis-i cebiriyyeye dair ihtarat-ı mütemmime. +Ömer Hayyam kitabında hall-i adedi ve riyazileri daima +tersimat-ı hendesiyye ile irae etmek usulünü kabul ve tatbik +eylemiştir. +Kitabü’l-Cebir ’de kemmiyat-ı mantıka ve kemmiyat-ı asamme +hakkında dahi esaslı ma’lumat verilmiştir. Hayyam’ın +Öklid tarafından dermiyan edilmiş olan mütalaatı da nazar-ı +Hayyam’dan daha evvel yani tarihinden tarihine +kadar ber-hayat olan Ebü’l-Vefa-i Buzcani tarafından +Hippark’ın bir eserine yazılan şerhde de ikinci derecede +muadelatına dair mütalaat-ı mühimme serdedilmiş olduğu +muhakkaktır. +Ebu’l-Vefa’nın bu eserini de gözden geçirmiştir. Ebü’l-Vefa +ve Zicü’ş-Şamil unvanlı la-yemut eserleriyle ulum-ı riyaziyyedeki +eserinden istifade etmiş olması istib’ad olunamaz. +Fakat üçüncü derece muadelatının teşkilatı sırf Ömer +Hayyam’ın eser-i dehasıdır. Hayyam bu hususda evvela sistematik +bir nazariye vaz’ u te’sis eylemiş ve bilahare bu nazariyeyi +tahlilat-ı tatbikiyye ile de te’yide muvaffak olmuştur. +Mübadelat-ı müka’abiyyeden ilk defa bahseden riyazinin +Hayyam olduğunda bütün erbab-ı fen müttefiktir. +ve be-hatve ta’kīb edilirse bu babda en büyük muvaffakiyetlerin +Hayyam’a aid olduğunu i’tiraf etmek icab eder. +Filhakīka bir muadelenin kaç tane cezr-i hakīkīsi olacağını +ta’yin için kutu’-ı mahrutiyyat isti’mali usulünü tasavvur +eden ve cüzurun kıymet-i takribiyyelerini takdir ve hesab +etmeye muvaffak olan riyazi Hayyam’dır. Bazı Avrupa müellifini +bu usulün evvelce Arşimed ve Apollonyus Apollonius +taraflarından tatbik edilmiş olması ihtimalini ortaya +atmakta iseler de şimdiye kadar ne Arşimed’in ve ne de +Apollonius’un bu yolda bir eserine destres olunamamıştır. +Joj Salamon’un dediği gibi bu usulün vazı’-ı hakīkīsi +Ömer Hayyam olduğunu kabule herkes mecburdur. +Kitabü’l-Cebir Avrupa riyaziyyunu arasında pek ziyade +yaziyyata aid ve bilhassa cüzurat-ı müka’abiyyenin suret-i +Hayyam riyazi olduğu kadar da bir hey’et-şinas idi. Zic-i +Melik Şahi ünvanı altında tertib ettiği cedavil-i rasadiyye +haiz bulunduğu şöhrete bi-hakkın layıktır. +Hayyam’ın tanzim ettiği takvim sene-i miladisinde +Takvim-i Celali kendisinden beş asır sonra tertib edilen +Gregovar takviminden daha doğrudur. +Ömer Hayyam şair – Hayyam şarkta kütüb-i ganimesinden +ziyade asar-ı şi’riyyesiyle iştihar eylemiştir. Hayyam’ın +Rübaiyat ’ı ufk-ı şarkta Kitabü’l-Cebir ’ini husufa uğratmıştır. +Rübaiyat ’ın bazı parçaları Muallim Feyzi Efendi +merhum tarafından Türkçe’ye nakl ü tercüme edilmiştir. +Son senelerde Paris’de Hayyam hakkında Fransızca gayet +mufassal bir eser neşrolunmuştur. +Hayyam’ın kıymet-i edebiyyesine dair tenkīdat ve mütalaatta +bulunmak planımızdan haric olduğu cihetle bu hususu +edebiyat müntesiblerine bırakıyoruz. Yalnız Hayyam’ın +meslek-i rindanesine dair bir fikir edinebilmek için Rüba iyat +’ın bazı kıt’alarını zikredebiliriz. +Rübaiyat-ı Hayyam medayih-i aşk ü bade ile malidir. +Hayyam’ın meşreb-i laübaliyanesi Rübaiyat ’ın her mısraında +okunabilir. Her sahifede hemen aynı nefehat-ı sermestaneye +tesadüf olunur. +Hayyam zamanın ca’li sufileri riyakar zahidleri ile kapalı +tehekkümlerden açık istihzalardan pek ziyade zevk-yab +olmaktadır. Hayyam’ın bazen meşgūl olduğu ibtilalar[a] +karşı bi-tab ü tüvan kalarak; ye’s ü nevmidinin son +derecelerine vasıl olduğu görülür bir halde hayat-ı atiyyede +bile kat’-ı ümid ettiği zannolunuyor. +Hayyam’ın zavahire karşı gösterdiği la-kaydi bazen laübalilik +derecesini de geçmiş olduğu halde şayan-ı hayrettir +ki: Hafız-ı Şirazi’nin tali’-i bedbahtisine uğramaktan masun +kalmıştır. +Şiraz’da Hafız’ın kabrine karşı hürmetsizlikte bulunanlar +Hayyam’ı hakīkī bir mutasavvıf müstağrak-ı vecd bir +mest-i aşk gibi telakkī eylemişlerdi. Rübaiyat Mösyö Nikolas +tarafından Fransızca’ya nakl ü tercüme edilmiştir. İngilizce’ye +ca’ya nakledildi. +Hayyam’ın asarı Avrupa’da intişar ettiği vakit kendisine +şark Volter’i nazarıyla bakılmıştı. Filhakīka Hayyam da +Volter gibi müstehzi ve iğneleyicidir. Dokunaklı ve tehekküm-amiz +feriyyeye karşı onun kadar muhabbet göstermiş onun kadar +nale-han olmuştur. +Fakat bu şark ve garb hakimleri arasında yapılacak mukayesede +bu dereceyi tecavüz etmemelidir. Çünkü bu daire +haricinde nikat-ı müşabehe aramaya kalkışmak beyhude +yorgunluktur. +binliğinin nevmidi-i ye’s-aludunun derin izlerini görüyorlar. +Fakat hakīkat-i halde Hayyam Volter ve Lord Byron’dan +ziyade Almanya feylesoflarından meşhur Schopenhauer +Hayyam’ın Rübaiyat’ı bilhassa İngiltere’de pek ziyade +bir hüsn-i telakkī görmüştür. Rübaiyat Fiçjerald Fitzgerald +tarafından İngilizce’ye tercüme ve senesinde Londra’da +tab’ edildi. +Kendisi de fitri bir şair olan Fiçjerald Rübaiyat’ı hayretbahş +bir vukūf nezih bir ifade ile İngilizce’ye nakl ü tercüme +etmeye muvaffak olmuştur. +Esasen Jerald’in İngiltere’de bais-i iştiharı olan İngilizler +tarihinde Londra’da “Şark Klübü” namıyla bir encümen +bile teşkil eylemişlerdi bu klüb Hayyam’ın İngiliz +efkar-ı umumiyyesinde kazanmış olduğu mevki’-i ihtiram ü +yam’ın fikr-i felsefisini anlamak için hayat-ı beşeriyyeye aid +tazallumat-ı atiyesini okuyalım: +“Bu sefil arzda bir veya iki kısa gün kadar ancak ikamet +edebiliriz. Iktitaf edebildiğimiz neş’e ise alam ü ıztırabla +meşbu’dur. Sonra halledemediğimiz bil-cümle mesail-i hayatiyyeyi +bir tarafa atarak bar-ı alam altında ezile ezile bitab +ü tüvan düşüyor ve ebediyen cihana veda’ ediyoruz.” +Hayyam diğer bir kıt’asında ise şu suretle nale-han +oluyor: +“Heyhat! Biz biçare insanlar vakfe-gir-i sükun olunca +eşk-nisar olan ve ebediyyen bir daha avdet edemeyen +cihan-neverd ruzgarların sesine ne kadar da benziyoruz. +Evet hayat-ı beşer de tıbkı bu ruzgarlar gibi bir inilti bir +şehka-i ıztırab bir hıçkırık bir bora bir cidalden ibarettir.” +şeklinde yazılmıştır. +Hayyam hayatı böyle tasvir ediyor ve ihtimal ki tasvir +ettiği gibi hissediyordu Hayyam’ın ye’s ü nevmidi içinde +çırpınan ruhu hiçbir şeyde bir nefha aramış ve sükun bulamamış +muttasıl didinmiş çırpınmış inlemiştir. Nihayet +vaveyla-yı tazallumunu birkaç mısraın ve bir rübainin sine-i +hazinine gömerek müteselli olmak istemiştir. +tarzında hayattan hiçbir şey anlamayarak ve elde kalan bir +mechuliyet-i mutlaka içinde yuvarlandığımızı anlatmak istiyor. +Hayyam fena-yı beşeriyyeti i’lan için şu suretle zemzeme-han +oluyor: +Alayiş ve debdebe-i cihanın bir zıll kadar paydar olamadığını +erbab-ı gaflet ve istibdada şu acı kıt’a ile anlatmak +Hayyam daimi bir buhran-ı bed-bini içinde çırpınan ruhuna +bir reşha-i tesliyet saçabilmek ümidiyle hayat-ı sermestaneye +atılmış ihtiyacat-ı ruhiyyesini birkaç cür’anın te’siriyle +tatmin etmek istemiş. Fakat sermest-i mesaib ü menahi +olmağla beraber yine lutf-i Rabbaniden kat’-ı ümid edemeyeceğini: +kıt’asıyla tasvir ederek bargah-ı ehadiyyete iltica eylemiştir. +Uzak uzak bir zaman.. uzaklardaki karaltıları yığın yığın +görmeye tek tek seçmeye başlamışız. Sanki çocuk halindeyiz. +Çocukluk çağındayız. Soruyoruz öğreniyoruz.. Bunun +adı ne? Bunun adı şu.. Ötekinin adı? Onun adı da bu. +Bir karaltıdan bir yığıntıdan sorduğumuz vakit +bunun Türkçe adını bulup söyleyecek yerde “hey’et” demişler.. +Anlamışız ki bu bir birikintinin faraza insan birikintisinin +adıdır. Böylece yeni bir lügat öğrenmişiz. Yine soruyoruz: +Ne hey’eti? Ne yapan hey’et? Cevap veriyorlar: İhtiyar +hey’eti ihtiyarlar hey’eti erkekler hey’eti kadınlar hey’eti.. +Gezen hey’et oturan hey’et… Bunları da öğreniyoruz. +Bunları böyle kullanıp dururken sonraları önümüze çıkıyorlar +ğimiz bu ta’birleri “hey’et-i ihtiyariyye” “hey’et-i rical” +“hey’et-i nisvan”.. “hey’et-i seyyare” “hey’et-i sakine” +suretlerine ve sair suretlere koyuyorlar. Zar zor bunlara da +aklımızı yatırmaya ağzımızı alıştırmaya çalışıyoruz. +Günün birinde adliye işlerimize çeki düzen verirken +frenklerin Juri gurysini Türkçe’ye alacak oluyorlar. Bunu – +”sindik” ta’birini aldıkları vech ile– buldukları gibi almıyorlar. +Hamiyet göstererek –bir vakit başka bir ta’bire karşılık +“kaziyye-i muhkeme” ıstılahını koydukları vech ile– dilimizde +bunun yerini tutacak daha elverişli bir şey arıyorlar. Kim +birini buluyor. Böyle tumturaklı ıstılahlar dilimize biraz dokunsa +da çaresiz kullanılacağı için frenkcelerinden ehvendir. +Zaman ile “hey’et-i udul” ta’birine alışıyoruz. Bunu kalıpla +basar gibi yazıyoruz. Yazarken kolay.. Fakat okurken +öyle değil.. “Udul”deki ayını hangi hareke ile okuyacağız? +Ötüre ile mi üstün ile mi? Yoksa ikisi de mi caiz? Ağızlara +bakılsa öyle diyen de var öyle diyen de.. İkisi de olur diyen +de eksik değil.. Yazımızın elverişine ve okuyanların varışına +nazara bunu “cedvel” gibi –yani kelimedeki ayını da +vavı da üstünleyerek– okuyanlar da bulunmak kabil.. +Görünüyor ki bunu güzel yazabiliyoruz. Fakat güzel +okuyamıyoruz. Bir şeyi sebebsiz iki üç türlü okumak doğru +olamaz. Hele bir vechi bir hikmeti yok iken “Arabca bilir +misin? Uydur uydur söyle” tarzında öyle de olur öyle de +olur demek hiç kabul olunamaz. Bunun biri doğru öbürleri +yanlış olmak lazım gelir. Acaba hangisi doğru? Kitaplar yazmamış.. +Yazmışsa bile şübhe kalkmamış.. O halde bu düğümü +çözmeye biz de çalışabiliriz. +“Hey’et-i udul”de iki kelime –birinin ucu perçinlenir gibi +bir şey yapılarak– birleştirilmiş. Anlıyoruz ki bu bir terkibdir. +Terkib.. Dillerde yoldur ki bir kelime anlatılacak şeyi tek +başına anlatamazsa onun yanına kelimeler koşulur arkadaş +edilir. İşte bu türlü zincirlemelere ve bu türlü zincirlere terkib +derler. Bu işe tabiatları ve kabiliyetleri i’tibariyle çokluk isim +ve sıfat nev’inden olan kelimeler elverir. Şu halde terkible +birleşen kelimeler ya hep isim nev’indendir ya bunların bir +parçası isim ve bir parçası sıfattır. İsimler birleşmiş birbirine +koşulmuş ise terkib izafidir. İsmin yanına sıfat konulmuş ise +terkīb tavsifidir. +Bunu anladıktan sonra ta’birdeki iki kelimeyi birbirinden +ayırıp ayrı ayrı yoklarız. Öyle yapsak ne buluruz? Evvela +“hey’et” Bu bir isim.. Bir şey gösteren bir kelime. Filhakīka +bu bir birikinti insan birikintisi gösteriyor. Nasıl ve +ne iş yapan insan birikintisi? İşte bunu göstermek için +“udul” kelimesini buna koşmuşlar ve arkadaş etmişler Acaba +bu da bir isim mi? Yoksa bir sıfat mı? İsim ise arkadaşının +eksiğini tamamlayacak sıfat ise onu tavsif edecek giydirip +kuşatacak acaba hangisi? İsim mi sıfat mı? +“Udul”e benzeyen bir çok kelimeler tanıyoruz. Bunların +hepsini karıştırsak zihinler karışır. Sade ayının harekesi üstün +ve ötüre olmasını nazara alarak düşünelim. Hareke üstün +sıfattır. Hareke ötüre ise kelime ya “tulu’” gibi “gurub” gibi +“zuhur” gibi müfred masdardır masdar isimdir.. Ya ki “sudur” +gibi “sutur” gibi “sutuh” gibi cem’ isimdir. +“Udul” kelimesi birinci ihtimal-i vech ile bir sıfat ise bunun +mevsufuna uyması mevsufu gibi müennes olması lazımdır. +Çünkü “hey’et” kelimesi dilimizde bu türlü hallerde +daima müennesdir. Nitekim “hey’et-i cehule” “hey’et-i +cahile” “hey’et-i ilmiyye” “hey’et-i muhtelita” “hey’et-i uzma” +denir.. “Hey’et-i cehul” “hey’et-i cahil” “hey’et-i ilmi” +ve saire denmez. Binaenaleyh bu ihtimal kabul olunamaz… +Kelime sıfat değildir. Kelimedeki ayın üstün olamaz. +Kelime ikinci ihtimal-i vech ile müfred bir masdar veya +masdar isim ise yoldan sapmak ve sözden dönmek sapma +ve dönme sapış ve dönüş ma’nasına gelir.. Bu ise terkibdeki +maksada asla yakışmaz ve münasebet almaz. Böyle +değil de üçüncü ihtimale muvafık olarak cem’ halinde isim +bu bizce Mecelle ’de ve “racül-i adl” suretindeki meşhur +misalde geldiği üzere aslında masdar iken isim ve sıfat halinde +yani zat ve sıfatı birlik gösteren ism-i fail halinde kullanılan +“adl” kelimesinin cem’i olacağı gibi frenklerce “Jüri” +denen ve mahkemelerde cinayet işlerinde ve bunlara +benzeyen şeylerde vicdana göre kararlar vermek için intihab +edilmiş yeminli on iki kişiden ibaret olan hey’etin +tabiatındaki cem’iyet ma’nasını da sarar ve kucaklar. Daima +kullanılan daima yazılan “hey’et-i vükela” “hey’et-i süfera” +“hey’et-i nüzzar” “hey’et-i düvel” “hey’et-i muallimin” +“hey’et-i ketebe” “hey’et-i müdiran” gibi terkibler bu mülahazalara +pek uygun düşer. +Bu mülahazalarda yanılmadık ise “hey’et-i udul”daki +“udul”ün ayını üstün olamaz ötüre olur.. Bu mebhasde +üstün de olur ötüre de olur. Sözünün artık kıymeti kalmaz. +Şu haftalarda alem-i matbuatta iane-i bahriyyenin bir +tarafdan vücubundan farziyetinden ve hatta hac zekat gibi +bahsolunu[y]or bir tarafdan da işbu bahislerin ifratına ilhadına +dair münazara kapıları açılır. +Bu aciz bidaa-i ilmiyyenin mahdudiyetinden daha +doğrusu alem-i İslama şümulü olan bu mes’eledeki fetva-yı +şer’inin i’tası müfti’l-enam olan zat-ı hazret-i Meşihat-penahi’ye +aid olmasından dolayı bu babda hükm-i kat’i vermekten +mek ve millet-i İslamiyyenin bu yüzden düşmekte oldukları +yeni birtakım şübhe ve tereddüdleri izale eylemek için bir iki +söz söylemek isterim: +Her iki taraf da i’tiraf ederler ki istitaat-ı maliyyesi olanlar +Hem de işbu farziyet ve vücub kifai değil aynidir. +“İane-i bahriyye” –Daha umumi ve şer’i ta’biri olmak üzere– +“i’dad-ı kuvvet” ise yine farzdır. Fakat farz-ı kifaye midir +farz-ı ayn mıdır? Bunun ta’yini ihtiyacat-ı mübreme-i +siyasiyyenin ta’yinine tabi’dir. Bu cihetin vazıhan halli rical-i +siyasiyyemizin takdirine ve ona göre şeref-sadır olacak fetva-yı +şerife mütevakkıfdır. +Yalnız müsteftinin müftiye vermesi zaruri olan izahata +lahık bir mütalaa-i kasırane olmak üzere arzederim ki: Bugün +on milyon nüfus-ı İslamiyyeyi müştemil Fas yine on +milyon nüfus-ı İslamiyyeyi muhtevi İran iki buçuk milyon +nüfusu cami’ Trablusgarb gibi ekalim-i İslamiyye kanlar +mamen arkası alınmak gibi teşebbüsat-ı şenia hüküm-ferma +bulunuyor oralarda kelime-i tevhid el-iyazü bi’llah söndürülmek +yonlarca müslümanların mevcudiyet-i kavmiyye ve diniyyelerine +türlü türlü darbeler urulur.. Hasılı İslam her tarafda +kanlar ateşler içinde inkıraza doğru sürüklenip dururken şu +son hükumet-i müstakılle-i İslamiyyedeki on on beş milyon +nüfus-ı İslamiyye üzerine kendi hayat-ı dini ve siyasilerini +eydi-i bi-rahmane-i ecanibden te’min eylemek için i’dad-ı +kuvvet farizasının “kifai” ta’biriyle tahdidini edna mülahazai +milliyye ve siyasiyyesi olanlar kabil-i tecviz göremez. İşbu +farizanın umum efrad-ı müslime üzerine farz-ı ayn olacak +derecede ma’ruz-ı mehalik olduğumuzda asla tereddüd +edemez. +Şu kadar ki işbu farziyet-i ayniyyeyi efrad-ı müslimin ne +suretle icra edecektir? Bundan birkaç sual-ı vazıh terettüb +ediyor ki şunlardır: +fat halimize göre kat kat zaid milyonlarca maaşat ve masarıfat +vacibatı ile kazanılacak bir mikdarın da fırka ve saire münazaatı +arasında o zaid milyonlara bir zaid daha ilavesinden +başka bir şeye yaramayacağı melhuz bulunurken bu biçare +müslümanların saf yüreklerinden kopan saf bir farizayı terk +denilir? Buna Müfti Mehmed Fahreddin Efendi ne buyurur?... +bahriyye [hususunda] mütevassıtin ve fukara kadar davransalar +kasalarını hiçbir surette açmadıkları halde üzerine birkaç +kuruş zekat ve sadaka-i fıtır veya kurban veya hac lazım gelecek +kadar bir nisaba malik olabilen mütevassıt müslümanlar +–ki yüz binlercesi o tabaka-i müstesnadaki zenginlerden +bir kaçının verebileceği meblağı tedarikten acizdir– o biçare +mütevassıtlar zekatlarını fıtralarını kurbanlarını haclarını +terketsinler mi?... Fahreddin Efendi hazretleri buna ne buyurur?.. +doğrusu “i’dad-ı kuvvet” farizası –gerek kifai ve gerek ayni +olsun– efrad-ı milletin mevki’ ve iktidarlarına göre ne mikdar +ve ifta ve bu suretle teraküm eden mebaliğin eydi-i mü’temenede +bila-tağyir yerli yerlerine sarf olunduğunun kavlen +kalemen değil fi’len ve maddeten irae ve isbat edilmesi +lazımdır. Ta ki her müslüman bu fariza-i vecibeyi ifa etmiş +olup olmadığını bilsin. +cı iskat bahsine gelince; bir müslüman takdir edelim ki malen +ve kuvveten emsali derecesinde ve daha fevkınde i’dadı +kuvvet farizasını ifa ediyor ve fakat –servet-i mütebakiyesi +yine şer’an kendisine zekat ve haccı ve sadaka-i udhiyeyi +bir kat daha bir kat daha iane-i bahriyyelerde mi bulunsun? +tahsin olunur. Fakat böyle kat kat iane ki biri farz ve vacib +vacibat-ı ayniyyeye tercih etmek hususu Müfti Fahreddin +Efendi’den dahi me’mul değildir. +Hülasa: Mütalaa-i kasıranemce Fahreddin Efendi’nin +fetva veya istiftası şu suretle caiz olabilir ki umum ağniyamız +dahi dahil olduğu halde bilumum efrad-ı millet üzerlerine +artık zekat hac farz ve sadaka-i fıtriyye ve udhiye vacib +olmayacak derecede kaffe-i ma-melekini i’dad-ı kuvvet emrinde +feda ettikten ve hükumetimiz dahi efradı arasında zekat +vermeye muktedir kimse bulunmayan bir milletin hükumeti +nasıl olursa o derecede maaşat ve masarıfat bütçesini +tanzim ve tensik eyledikten sonra halen ve istikbalen bütün +servet-i millet ve mesai-i hükumet ancak i’dad-ı kuvvete +münhasır kalır ve vahamet-i mülk ve din bu derece fedakariyi +mucib görülürse herkesden hac ve zekat ve fıtra ve +udhiye farz ve vücubu tabiatıyla sakıt olmuş olur; işte ol vakit +bu i’dad-ı kuvvet fariza-i mürettebesini ifa etmeksizin +diğer feraiz ve vacibat-ı diniyye ifasını tercih edenler bulunursa +onlar ikaz ve hatt-ı hareketleri tenkīd ve taklib olunur. +Bu derecede ve buna yakın bir mertebede i’dad-ı kuvvetin +umumi ve ale’l-infirad bir farz-ı dini olduğu da dinin +lahaza edenlerce teslim olunur zannederim. Haşa ifta değil +makam-ı celil-i aidinden verilecek fetvaya tatbik-i hareket +edilmelidir. +Her halde nasın zineti kulub-ı ümmetin rüşd ü hidayeti +olan sınıf-ı ulema yekdiğeriyle uğraşmak yekdiğerini hele +efrad-ı saffiyye-i milleti ilhada tazlile tekfire kadar varıp bu +ma’sum ve her belaya ma’ruz olan biçare efrad-ı İslamiyyenin +can-suz yaraları üzerine bir yara daha açmamaları rica +olunur. Ve’s-selamü ala meni’ttebe’a’l-hüda. +yurmuştur: +! +Öyledir bugün bile bütün mesaib-i dalalimize bütün +eskam-ı ma’siyet ve şekavetimize rağmen yine o “gayr-ı +münhedim rüknü hidayet”e istinaddan ümidimizi kesmeyiz. +Kanıt olmayız deriz ki: din yine o dindir feyz yine o feyzdir +hidayet yine o hidayettir. Ortada değişmeyen bir şey varsa +muhtac-ı ıstafa bir kabiliyet bir “ba’s-i zindegi-bahş”a müftekır +cem’iyet varsa odur. +Bu ihtiyacın te’mini de daima mümkündür. Bizi men’ +değil daima sevkeden ileriye doğru iten bir kuvvet var. Bu +kuvvetin bu kanun-ı mürşidin muti’-i iradatı olduk mu her +şey olur biter her müşkil hallolur her usr yüsr olur. +Fakat azm sonra hemen hareket lazım. Atalet bir +müslim için kebairdendir. Çünkü sebeb-i hakaret ve zillettir; +muzadd-ı saadet ümm-i sakamettir. İslamiyet ise erbabını +daima erike-nişin-i mes’adet nasir-i insaniyyet görmek ister. +Onun hedefi; istikbaldir ebediyettir kemaldir bu gayelere +envar-ı kudsiyyetinden müstenir etmez. Onlar deyacir-i +hüsranda tebah olurlar. İslam’ın kavanini daima sadıktır +sadakat ister hiçbir mevcudu kendine mensub olanları bile +nazım-ı harekatı hakk u cihad olan bir “kalb-i selim” ister. +Bu sıfat ve kabiliyetteki kalblere vereceği mükafat: Bir +duruban-ı bi-inkıta’dır! +Nihrir-i fazıl Muhammed Ferid Vecdi; bu ayet-i kerimenin +mealini +diye izahdan sonra diyor ki: +On dokuzuncu asır insanlarının nihayet idrak edebildikleri +bu kanun-ı ictimaiyi on üç asır evvel Kitab-ı Aziz’den tebeliğ +eden ümmet-i İslamiyye; şübhesiz bu kanun-ı münifin +şümul-i te’sirinden haric değildir; kemal-i şiddetle onun +te’sirine ma’ruzdur. Ancak katl gibi intihar gibi münkeratı +“ecel-i ferd”e isnada müsaade etmeyen din-i mübini aynı +münkerat-ı ictimaiyyeyi irtikab için “ecel-i ümmet”e istinaddan +da şübhesiz kemal-i şiddetle men’ eder. Çünkü ne ferdin +ne ümmetin eceli; bizce maktu’ ve mukannen değildir. +Ba-husus reside-i herem olan ümmetler; bir pir-i hakim gibi +şeklinde yazılmıştır. +hiç olmazsa evlad ü ahfadının terbiye ve tehzibiyle mükellefdir. +Ümmet-i İslamiyye; bugün reside-i herem midir? Binaenaleyh +eceline muntazır mıdır? Bütün vukūata bütün ehval-i +bütün kuvvet-i imanımızla kaniiz. +Geçen hafta pek na-kafi birkaç kelime-i takdim ile Sıratımüstakīm +kariin-i muhteremesinin enzar-ı intibahına +arzettiğimiz ed-Da’vetü ve’l-İrşad müessese-i İslamiyyesi +gibi buruc-ı müşeyyede-i istikbal; İslam’ın beşair-i intibahı dır +ayat-ı necatıdır. Bugün yine kemal-i ehemmiyetle söylü yoruz +kariin-i muhtereme; ed-Da’vetü ve’l-İrşad Darulfünun’[nu]nun +nizamnamesini tekrar tekrar okusunlar ittifak +etsinler o kudsi müessesenin yetiştireceği “dai ila’llah”lar ile +“mürşid”lerin İslam’a edebileceği hidemat-ı azimeyi derin +derin düşünsünler kalblerinde bu yolda teşebbüsatın himaye +ve teksiri için şedid bir lerziş-i azm ü hamiyyet duysunlar… +seviye-i irfanıyla mütenasib daru’l-fünunların zir-i sakfında +terbiye vü tehzib olunmuş cevval fikirlere metin dimağlara +muhtacdır. +Geçen hafta da arzettiğimiz gibi kalb-i İslam olan Daru’lHilafe +de bu yolda bi-hareket değildir. İşte “Medresetü’l-Vaızin” +Gönül ister ki Medresetü’l-Vaızin’i; ed-Da’vetü ve’lİrşad’ın +bir misli bir refik-ı mesaisi olsun programları aynı +seviye-i terakkīde bulunsun. Medresetü’l-Vaızin’in programını +layıkıyla bilmiyoruz. Fakat ed-Da’vetü ve’l-İrşad programı +her halde şayan-ı taklid bir paye-i bülenddedir. Medresetü’l-Vaızin’in +programı; eğer bu rütbede değilse tekrar +tekrar temenni ederiz o yolda tanzim olunsun. +Medaris-i İslamiyyeye ilave olunan dürus-ı cedideye +karşı talebede görülen meyelan-ı şedide ne diyelim. İnsan +bu beyyinat-ı salah u saadeti gördükce şimdiye kadar heba +edilen gayretlere sönen arzulara heder edilen zekalara derin +derin telehhüfler ederken müsebbiblerine de bir hisse-i +takbih ayırmaktan kendini alamıyor. Bu gayret bu cihad +böyle devam etsin bir istikbal-i karibde medreselerden nasıl +münevver ü mühezzeb dimağlar yetişeceğini inşaallah o zaman +göreceğiz. Hemen bütün işlerimizde hüsn-i niyyetin ve +binaenaleyh tevfik-ı Hakk’ın bize zahir ü refik olmasını temenni +edelim. +Ufak bir fırsatla memlekette büyük bir şuriş çıkartılabilir +nanistan’ı mes’ud etmeye muktedirken ahlak-ı umumiyyeyi +tefessüh ettirinceye kadar uğraşmaktan sarf-ı nazar etmedi. +Şu hareketi bir ekseriyet-i mülevveseyi kendine tarafdar +etmekle nihayetlendi ise de meş’um Peleponnes Muharebesi +de bütün vahametiyle köpürdü. Lizander de vatanın +siyasetini şekl-i hükumetini –kendine mesdud bulunan taht +ü tacı– elde etmek hırsıyla tağyire çalışmıştı! Lasedemonlulara +ahlaksızlığını tiksindire tiksindire kabul ettirdikten +sonra onların hamiyetini su’-i isti’male koyuldu. Ve memleket +guya te’min ettiği şöhretle duruldu. Alispiyad’ın önceleri +ma’zur görülen seyyiatı da halkı böyle iğfal etmiştir. +Hasılı bütün hükumetlerin bütün milletlerin duçar +olduğu felaketler hep usul-i siyasetteki hatalardan neş’et +eder. Ya harb tehdidi yahud boş bir korku ve bunlara +munzam olan dahili hususi endişeler mücadeleler kalbleri +tedricen soğutur.. Hunin “Drakon” kanunlarının faziletli bir +kavim için vaz’ olunduğuna inanır mısınız? Bütün hürriyeti +gasb eden bu kanunları milletin kendi alçaklığı vücuda +getirdi. En küçük bir kabahatin cezası; i’damdı. Hubb-ı şerefin +ta’mim ü i’lası için: Kabahatlerin cezasına: Hicab kifayet +etmeli herkes ef’alinden utanmalı. Yoksa kinle mülemma’ +bir ahlak-ı siyasi –esas olan– insaniyet hissiyle beraber yaşayamaz. +Şecaati tezyid için kana ihtiyac gören adamlar: Alçaktır +canidir; er geç bunları da teskin eden kendi kanlarıdır. +Hubb-ı şerefin en tabii mükafatı; Hürmet-i umumiyyedir. +Bizim ruhumuzu ancak bu hürmet ıs’ad eder. Büyük +adamların hakkı bir çeleng-i müzehheble bir heykel-i muhteşemle +ödenmez. O çelenk o heykel –kıymet-i asliyyeye +erişemeyeceği için– bir hakarettir bile!.. Bir zamanın İran +hükümdarı namus u şerefi alım satım derekesine tenzil etmişti. +Filip Asya’nın o hükümdarına özenmeseydi Yunanistan’ı +kendisinden ürkütmezdi! Servetini meşru’ kullansaydı +memleketin ihtiyacatına göre adam yetişirdi. Servet insanı +kahraman etmez bilakis kahramanlığı sindiri[r] boğar. Arzolunan +tarihi misaller istintacat-ı fikriyyenin isabetini te’yid +ediyor zannederim. +Gaye-i siyaset: Efrad-ı vatanın yavaş yavaş bir terbiye-i +hakīkıyye iktisab ederek iyiliğe i’tiyad etmesi fenalığa karşı +daima isyan eylemesidir. Yoksa cinayetler birer keyf-i şahsi +uğrunda cezasız bırakılır kanunlar hiçe sayılırsa zulme de +denaete de alışılır. Hatta yaşamak için fenalık etmenin lüzumu +bile hissolunur; kalb: Azab-ı nedamet duymadan tahaccür +eder.. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Aralık +Yedinci Cild - Aded: +Bu ünvan altında numaralı Sıratımüstakīm ’de bir +makale yazıp esatize-i kiramdan Şeyhülislam Musa Kazım +Efendi ile Abdurrahman Şeref Beyefendi hazretlerinin şu +mes’ele üzerine nazar-ı dikkatlerini celb etmek istemiştim. +Zannetmem ki buna muvaffak olmuş olayım. Zira el-yevm +re’s-i karda bulunan bu zevat-ı muhtereme kesret-i iştigallerinden +dolayı böyle küçük adamlar tarafından yazılan ufak +şeyleri okumak ve kıymetli zamanlarından bir kısmını bu +gibi mesaile sarfeylemekle iştigal edemezler. +Bunun için ikinci derecede olan mekatib-i ‘aliye müdirlerine +gelelim. Acaba bunların nazar-ı dikkatlerini celb etti +mi? +Bu suale ben kendimden bila-tereddüd “hayır” cevabını +veriyorum. Zira o zevat-ı ‘aliyye de mekatib gibi ‘ali olduklarından +böyle öteden beriden üç beş cümle belleyerek kalemi +ele alıp da makale yazmak için meydana atılan ufak tefek +adamlarla gazete sütunlarındaki feryadlarına havale-i +sem’ eylemezler onlar gazetelere makale yazan adamların +kendileri gibi ‘ali ve mükemmel ulum-ı riyaziyye tabiiyye +ve ictimaiyyede yed-i tula sahibi zevattan olmalarını arzu +ederler. . +Şu halde üçüncü derecede mekatib-i i’dadiye ve rüşdiye +müdirleri geliyor. Acaba bunlar atf-ı nazar ettiler mi? +rum ki şu kadar mekatib müdirleri miyanında hiç olmazsa +bir ikisinin dikkatini celb etmiş veyahud edecektir. Bu da +benim için büyük bir muvaffakıyet addolunur. Ben de +mesel-i meşhuru mucebince iştika ve +feryadımda devam ederim ve derim ki evet mekteplerimizdeki +tedrisat-ı diniyye ıslah olunmalıdır. Hem de pek çok +te’hir edilmeyerek bu işe hemen mübaşeret olunmalıdır. +Eğer bu ıslahatı yapmak için yeni açılmış olan Medresetü’lVaızin’imizden +çıkacak vaizlerimizi yahud ıslah olunacak +medreselerimizden yetişecek müderrislerimizi beklersek o +zaman pek geç kalmış oluruz. Şeyh Sadi’nin: +dediği gibi o vakit iş işten geçmiş +olur. Binaenaleyh şimdiden esbab-ı mevcude ile tevessül +olunarak ıslahata başlanmalıdır. Ve illa akıbet bizi ağlatır +lakin o zaman ağlamak faide vermez. +Başlamalı başlamalı…. Ama nereden başlamalı? +Bana kalırsa şimdilik iki tarafdan: Biri muallimler diğeri +kitaplardan muallimlerden na-ehil olanlarını ehil ve muktedir +olanlarıyla tebdil eylemeli. Lehü’l-hamd ehliyetli muallimimiz +yok değil var. Onlar cümlesinden misal olarak şurada +birini zikredeceğim ki o da Şevketi Efendi’dir. Bu ve +emsali zevat-ı muhteremeden ne için istifade olunmuyor? +Bunlar ne için mekatib-i i’dadiye ve liselere hatta darülfünuna +ulum-ı diniyye muallimi olarak ta’yin olunmuyorlar? +Ma’lumatı Dürr-i Yekta mündericatına münhasır efkarı küçük +kafası kadar mahdud olanlarımız bunların yerlerine geçmişler +yahud bunlar gelecek yeri işgal ediyorlar. Niçin? +Bunlar o kadar acı hakīkatlerdir ki insan bunları düşündükce +cidden müteessif ve alem-i İslamın bu haline +karşı la-kayd kalanlara da mütehayyir oluyor. Bunlar öyle +derdlerdir ki söylemeden geçilmesi mümkün de değil. +muallime nisbetle bunun ehemmiyeti ikinci derecede kalıyor. +Zira muktedir bir muallim olursa kitabsızlığı hissettirmez. +Mevcudlardan en müfid olanını intihab edip okutur da +noksanını kendisi ikmal eder. Lakin bu da mükemmel bir +kitap tertib ü te’lif olununcaya kadar biz-zarure ihtiyar olunacak +bir tariktır ki kaide-i usuliyyesine +binaen müfid ve klasik kitaplar yazılıp Meclis-i Maarif +tarafından kabul olunduktan sonra bil-cümle mekteplerde +onlar ta’lim ü tedris olunur. Aksi takdirde pek büyük bir +usulsüzlüğe badi olur. Zira o zaman her muallim kendine +mahsus bir kitap ve usul ta’kīb eylemeye başlar ki bunun da +zararını zavallı talebe çeker; şimdi ekser mekteplerimizde +olduğu gibi. Da’vamı te’yid için delili kendi sınıfımızdan +getireceğim. Hem de bir değil iki misal: Siyer ve Tarih-i İslam +dersleri. +Birinci senede muallimimiz siyerden Şifa-i Şerif okutuyordu +allim onu beğenmeyip yerine başka bir şey kendisinin topladığı +safsata yığınını okutmaya başladı. Üçüncü sene onun +halefi ise tekrar baştan başlayarak kendisinin yazdığı Mu kaddimetü’s-Siyer +’i tedris etti. Biz bu suretle üç sene mütemadiyen +siyer-i şerif okuduğumuz halde Sadi’nin: +dediği gibi hala siyerin mukaddimesindeyiz. Bize hakīkaten +rehber olacak hayat-ı hususiyye-i Peygamberiyye ve halat-ı +vaffak olamadık. Bu sene için dördüncü bir muallim ta’yin +olunduğunu haber aldık. Bu sene intihab olunmuş zat-ı +muhterem ise talebenin hüsn-i teveccühünü kazanmış bir +zat olup ulum-ı şer’iyyede bilhassa hadis ve siyer fenlerinde +yed-i tula sahibi olduğundan bil-cümle arkadaşlarımla beraber +büyük bir ümid beslemekteyiz ve kendilerinden bizi bu +sene de mukaddime ile işgal etmeyip doğrudan doğru siyer-i +şerife-i Muhammediyyeyi tedris eylemelerini istirham +ediyoruz. Zira biz o mukaddimeyi üç senedir okuyoruz. +Bilumum arkadaşlarım da +diyerek benim bu temenniyatıma iştirak ederler zannederim. +Keza Tarih-i İslam için de dört sene zarfında dört muallim +ta’yin olunarak her biri kendine mahsus bir usul ve +kitap ta’kīb etti. +Bundan da biz zararlı çıktık. Zirası pek uzun olduğundan +geçiyorum. +mekatib-i i’dadiyye ve rüşdiyemizde tedris olunan ulum-ı +diniyye kitaplarımız pek sönük şeylerdir ve pek ibtidai tarzda +yazılmış kitaplardır. Hiç biri hakaik-ı ulviyye-i İslamiyyeyi +tamamıyla muhtevi değildir. Bazı fudalamız tarafından yazılan +müfid kitaplar var ise de klasik olmadıklarından mekteplerde +ders olarak okutulamazlar. +Şu halde bunun için yegane çare Maarif Nezareti tarafından +bir komisyon-ı mahsus teşkil olunarak hakaik-ı İslaşeklinde +yazılmıştır. +miyyeyi havi ve klasik kitaplar te’lif olunmaktır. Ama bunun +bir şart-ı a’zamı var o da bu teşekkül edecek komisyonun +hutbeler ve medreseler ıslahı için teşkil olunan komisyonlara +benzememesi yani biraz ruh ve eser göstermesi. Bu iki +uzv-ı mühim ihzar olunduktan sonra üçüncü derecede iş +üsluba müncer oluyor ki tabii o zaman muhterem A . +N. Beyefendi’nin fevaid ü mehazirini bast ü temhid eylemeyi +va’d buyurdukları esalib-i muhtelifeden biri tercih u tatbik +olunur da faide-i matlube de istihsal edilir. +Ama bu iki esas hazırlanmadan her hangi bir üslub ihtiyar +olunursa olunsun nafiledir ve bi-faidedir. Zira üslub ne +kadar mükemmel olsa da onu tatbik edecek muallim olmazsa +boştur. Bizim için faidesizdir. “Ma nahnu fih”e pek o kadar +münasebeti yok ise de buna nazire olmak üzere Tünel +mes’elesini arzetmek istiyorum. İşittiğime göre tünelin kontrato +müddeti geçen sene tamam olduğu halde bizde işletecek +adam olmadığından tekrar o kumpanyaya icar olunmuş. +Doğru ise ne kadar acıklı bir hal. Kumpanyanın ahaliye +karşı yaptığı muameleye yani kırk kişilik vagonlarına +seksen kişi doldurmasına bakılırsa şayia doğru gibi gözüküyor. +Ya hu! Nedir bu bize karşı reva görülen ihanet! Nedir +bizdeki bu sabr u tahammül? Yoksa ölü müyüz? +Geçen haftaki müsahabemizde esalib-i ta’limin; üslub-ı +takriri üslub-ı istifhami üslub-ı muhtelit namlarıyla üç üslub-ı +esasiye ircaı mümkün olduğunu beyan ile bu üç üslub +hakkında verilecek izahatı ikinci bir müsahabeye ta’lik etmiştik. +ruz: +Buna üslub-ı bürhani démonstrative +de denir. Bu üslub-ı tedrisi ta’kīb eden muallim; yalnız söyler +beyanatını siyah tahta üzerinde yahud tecrübeler ile ya +tenvir ve izah eder ya etmez. Şakirdan ebkemiyet içinde +onu dinlerler ve beyanatını “kudret helvası” gibi toplarlar. +Bu vakıa muallim için suhuletli ve seri’ bir üslub-ı +ta’limdir. Fakat asla muvafık değildir. Maamafih su’-i isti’mal +olunmamak üzere mekatib-i rüşdiyede liselerin yüksek +sınıflarında darülfünunlarda tatbik olunabilir. Mekatib-i ibtidaiyye +ve bilhassa sıbyan sınıfları ise; bu üsluba asla mahall-i +tatbik olamaz. Fil-hakīka bu üslub; küçük çocukları; lakayd +ve atıl bir hale getirir. Çocuk; hocasının takrirlerine +karşı riyakarane ızhar-ı hayret ve teslimiyet eder sözlerini +anlar gibi görünür; fakat serian zihni yorulur perişan olur. +Muallim; sözlerinin ehemmiyetini muhafazaya dikkat etmekle +beraber ne kadar uğraşsa yine bunların müstemi’lerinin +uyuklamalarına yahud eğlenmelerine şayan olmasını +men’a muvaffak olamaz. +Çocuğa bütün melekatını şevk u rağbete getirecek +hiss-i merak ve tecessüsünü uyandıracak celb ü cezb edecek +pür-hareket dersler lazımdır. Böyle yapacak yerde bir +sa’y-i mütekabil zindegi-nüma bir intikal ve tenevvü’ yerine +çocuğa bir monolog tertib ve arzolunuyor; halbuki tiyatrolarda +bile uzun monologlar insanı esnetir. +Bu üslubun mahzuru; yalnız tedris nokta-i nazarından +mütalaa edilmez çocukların kuva-yı zihniyye melekat-ı ahlakıyyesi +üzerine icra edeceği te’sirat; pek ziyade şayan-ı +dikkattir. Bu üslub dairesinde tedris edilen çocuklar; ağır bir +tavr-ı müeddebane ile fakat cahilane ma’lumat-füruşluk +eden muallimlerin taht-ı hükümranisinde bulunan kapalı +durgun karanlık sınıflardan hayata hürriyet-i iradesini gaib +etmiş tenbel yorgun zebun bir fikr ile dahil olacaklardır; +diğer tarafdan haberleri olmaksızın riya gibi tasannu’ gibi +nakais-i ahlakıyye ile de şaibedar bulunacaklardır; tedris ve +terbiyenin gayesi ise bu olmadığı şübhesizdir. Mektebin vazifesi; +çocukların dimağını gayr-ı kabil-i isti’mal bir mahfaza-i +ma’lumat haline getirmek değil bütün tedrisatı terbiye-i +bedeniyye fikriyye ve ahlakıyyeye zahir olacak bir üslub-ı +salimde ta’kīb ile mukavim bünyeler hür ve cevval fikirler +metin ve nezih huylar yetiştirmektir. Mekteb; yorgun değil +yorulmamak çareleriyle mücehhez dimağlara menba’ olmalıdır. +Bu kadar mahzurlarıyla beraber üslub-ı takririnin suret-i +mutlakada lağva şayan olduğu iddia olunamaz. Çünkü bu +mehazir; ancak bir üslub-ı yegane olarak isti’mal olunduğu +zaman kendini gösterir. Yoksa şakirdler şübhesiz hocalarının +takrirlerinden bütün bütün müstağni olamazlar. Şu kadar +ki mümkün olduğu kadar az isti’mal etmek daha iyisi +aşağıda izah edilecek olan üslub-ı istifhami ile mezc ü te’lif +eylemek lazımdır. +Bizim mekteplerimizde ba-husus bu üslubun en ziyade +muzır olduğu mekatib-i ibtidaiyyede bile şimdiye kadar üslub-ı +takriri ta’kīb olunduğu gibi hala da olunuyor. +Bilhassa akaid-i diniyye tedrisatında bu üslubun tevlid +edeceği mehazir ne kadar mühimdir. Bu üslub akaidde +gaye-i kusva olan “yakīn”ı te’min edecek bir mahiyette +değildir. Hasılı üslub-ı takriri; fıtrat-ı insaniyye ile hemahenk +bir üslub olamaz; onda hürriyete bedel bir istibdad-ı +Muallim; yalnız takrir edecek ağırlık gösterecek yerde +bir “keşfettirmek yolu” tutabilir. Bunun için bu üsluba “üslub-ı +tekşifi” de deniyor. Bu üslubda; muallim şakirdana sualler +mantıkiyye ta’kīb eder bu suretle şakirdlerini ma’lumdan +mechule intikal ettirir; onları kendi hatalarını bizzat tahsile +ve hatve be-hatve ilerlemekte oldukları mezraa-i tahsili muzır +otlardan kurtarmaya çapalamaya nihayet zabt u teshire +da’vet eder. Bu üslubda monolog yerine diyalog dialoque +şeklinde yazılmıştır. +muhavere musahabe kaim olur. Bu üsluba “Sokrat üslubu” +da derler. +Üslub-ı istifhami de yek-nazarda görüldüğü gibi pek ziyade +muvafık elverişli bir tarz-ı tedris değildir. Yeni yetişen +yavrulara yalnız sormak; asla kafi değildir. Sualler; birer +şahıs menzilesindedir ki bunların evvelce çakılacakları mevki’ +kemal-i dikkatle nişanlanmalı münteha iyice tesbit edilmelidir. +Üslub-ı Sokrati; muallimden gayet dakīk bir istihzar vuzuh +ve suallerin rabtında mantık ister. Muallim verilecek cevapları +evvelce keşfetmiş olmalıdır. Bundan başka muhaveratın +te’min için ale’d-devam meşgūlü’z-zihn bulunmalıdır. Hasılı +çocukların tertib ü intizamını ihlal etmemek fikr-i itaati muhafaza +ve te’min etmek hayat ve hareket sınıfın tertib ve +nizamını çığırından çıkarmaya müncer olmamak üzere muallimde +metanet-i kamile de matlubdur. +Fakat hüsn-i suretle tatbik olunduğu halde üslub-ı istifhami; +hakīkaten terbiyevi bir üslubdur. Bu üslubda dersler; +yalnız zinde fücaat ile mali çocuğa mahzuziyet-bahş olmakla +kalmaz çocuğu fa’al ve müteharrik kılar ona istiklal +ve hürriyet-i irade verir dikkate alıştırır bir şevk-ı daimi +ve temyiziyyesini ikaz u tahrik eder hazz-ı keşf ü icad zevki +mütalaa gayret-i şahsiyye verir. Çocuk mualliminin refik-ı +mesaisi olur. Maamafih bu üslubun epeyce mühim olan +mehazirini de göstermek lazımdır: Bu üslubda seyr-i terakkī; +batidir çünkü: Ma’lum ile mechul arasında uzun bir silsile-i +mutavassıtayı tazammun eder. Çocuğun zekası ise bu silsileyi +henüz pek yavaş kat’ edebilir; çocuk sualleri her vakit iyice +zabtedemez anlayamaz. Bir tefahhus-ı müteselsilde çocuğu +şaşırtacak ani dalgınlıklar tekrarları cevelanat-ı fikriyyeyi +ağırlaştırır. Mekteb-i ibtidainin tedrisat-ı mahdudesi ise +üslub-ı istifhaminin bu yolda gayr-ı mümtezic tatbikatına +müsaid değildir. Bundan başka programların ta’yin ettiği +mevadda tevafuk da etmeyebilir. Sokrat; bu üslubu +ancak nefs-i natıkanın bir tabassur-ı ibtidai-i gayr-ı münfasıl +bundan dolayı ilm-i servete müteallık mebahis-i ibtidaiyyede +fenn-i ziraatte üslub-ı istifhami bir tarz-ı ta’lim ü tedris +olabilirse de ne musikī ne de resim ne de ticaret-i nakdiyye +edilemeyeceği mevadd-ı tedrisiyye miyanında coğrafya ve +tarihi de ta’dad etmek kafidir. Bazı hakaik-ı şüun vardır ki +kuvve-i idrakiyye büyüklere bile keşfettiremez. İşte bunların +etfale bast u takriri lazımdır. +Üslub-ı muhtelit veya münfasılda muallim; vakit vakit +hem üslub-ı takririye hem üslub-ı istifhami-i Sokratiye müracaat +eder. Dershanelerde en ziyade müsta’mel olan üslub +budur. Muallim; bir teselsül-i mantıkī ta’kīb eden sualleriyle +çocuklara keşfedebilecekleri şeyleri keşfettirir. Şu kadar ki +tefahhus ile bulmaya muvaffak olmayacakları şeyleri sorarak +onları yok yere it’ab etmez gayretlerini kesr etmez ders; +kısa takrirlerle mefsul bir “muhavere”den ibarettir. Çocuğun +düşünüp bulamadığı şeylerde imdadına koşmak müşkillerini +ref’ etmek lazımdır. +Üslub-ı muhtelit üslub-ı istifhaminin muhtevi olduğu +“tenevvü’-ı hayat”ı muhafaza eder. “Üslub-ı takriri”den daha +ziyade terbiyevi “Üslub-ı Sokrati”den daha az bati ondan +daha umumiyyü’l-isti’maldir üslub-i istiksai ve bürhaniyi +def’aten cami’dir. Hülasa üslub-ı muhtelit çocuklarda +melekat-ı akliyyenin neşv ü nema bulmasına inbisatına +hizmet eder. Suallerin havass-ı müşahhasasına tevafuk eder +dersde mukteza-yı hale göre üslub-ı takriri veya istifhaminin +galib bulunmasına müsaiddir. Hasılı bu üslub mekatib-i +lidir. Eşyanın kuvvet ve muavenetiyle pek suhuletle isti’mal +olunur. +Pedagoji kitaplarında programlara dair tafsilat verildiği +sırada havas ve mevzu’ nokta-i nazarından her bir nev’-i +tedrisata hangi üslub-ı tedrisin tevafuk edebileceği de gösterilir. +Biz burada bu babda bir icmal yapmakla iktifa edeceğiz: +Üslub-i Takriri: Üslub-ı istifhamiden tamamıyla istisna +gösterememekle beraber tarih derslerinde daha kendini +gösterir. Muallim; dersinde vekayii ancak etrafıyla bast u +temhid ettikten sonra tabayi’ u netayice göre üslub-ı istifhamiden +Ahlak dersinde tabii ve muvafık olan üslub; üslub-ı +mat-ı cüz’iyye dermiyan edebilir. Bu halde şübhesiz çocuğu +ahkam-ı ahlakıyyeyi tertib ü tanzimde serbest bırakan +taallülat ve i’tirazatı murakabe kontrol etmek bazen de +tashih ü ta’dil eylemek ahlak mualliminin başlıca vazifesidir.. +Bu vazife ise üslub-ı istifhaminin galib bulunduğu bir +üslub-ı tedris ile te’min olunabilir. Ulum-ı hikemiyye ve tabiiyyede +de üslub-ı istifhami; müşevvik u saiktir. “Kavaid-i +lisan” tedrisatında üslub-ı istifhami galibü’l-isti’maldir. Bu +dersde misaller; ta’rifat ve kavaide takaddüm etmeli muallim +şakirdlerine misallerden kavaid ve ta’rifat istinbat ettirmelidir. +Evvelce de söylenildiği vechile bütün tedrisatta üslub-ı +takriri ve istifhami; münavebeten ca-yı tatbik bulurlar. Bu +mevkii ta’yin edecek şey; mevzuun ve bilhassa çocuktaki +seviye-i idrak ve kabiliyet-i ruhiyyenin arzedeceği ihtiyacdır. +Bu nokta-i nazardan muallimlerin “İlmü’r-ruh” ile –ki fenn-i +terbiyenin medahil-i tabiisindendir– iştigal etmeleri la-büddür. +Muallimler; ders kitaplarından evvel şakirdlerinin kitab-ı +ruh ve mizacını mütalaa etmek mecburiyetindedirler. Bu kitab-ı +kerimin esrar-ı ledünniyyatıyla peyda-yı ünsiyet etmeyerek +esalib-i indiyyeye ittibaan melekat-ı etfal ile oynamak +pek büyük bir günahdır. Muallimliğin hedef-i harekatı bütün +şümul-i ma’nasıyla bir “insan” yetiştirmektir. İnsan yetiştireşeklinde +yazılmıştır. +cekler evvela kendileri “insan” olmakla beraber insaniyetin +de alimi bulunmalıdırlar. Bir milletin tarih-i istikbali; bir +muallimin tearic-i dimağiyyesi arasında meknuzdur. Muallimlerin +adese-i kabiliyyetinden mukadderat-ı ümemi temaşa +etmek muhal değildir. Bir Arab şairi şu iki beyt ile “muallim” +lendine işaret ederek ne güzel bir levha-i pend-amiz tersim +eylemiştir. +Fil-hakīka tabib ile muallim insaniyetin en şayan-ı ikram +ü hürmet hadimleridir. Bu iki şahsiyet-i muhtereme; +yekdiğerinden asla müstağni olamayan iki mühim vazife +deruhde etmişlerdir: Biri kuva-yı ruhaniyyenin inbisat u tenemmüvüne +“ruh”un jengdar-ı dalal olmamasına çalışır +diğeri onun muhafaza-i kıymetdarı olan cism-i insaniyyetin +hem-dest-i vifak olur “insan”lar yetişir. Şair-i hakim pedagoji +nazariyat-ı hazıranın ruh-ı mealine ne kadar nüfuz etmiştir. +Buraya kadar tayy ettiğimiz sahat-ı istikşafda aheste-rev +olduksa da nihayet menzil-i maksuda eriştik; mebahis-i mütekaddime +bizim için menazil-i zaruriyye idi şimdi maksuda +şüru’ edebiliriz. Ancak seyahat-i fikriyyemiz için –kariin-i +muhteremenin lutf-ı müsaadesinden ümidvar olarak– +bir fasıla-i aram yapmaya lüzum gördük. İnşaallah üçüncü +makalemizle bu fasıla hakk-ı gayretini edaya çalışacağız. +* * * +Yedi sekiz sene evvel tercüme edip defter-i hayatımın +en nazar-giriz bir köşesine tevdi’ eylediğim şu eserciğime +neşriyat-ı ahire münasebetiyle irca’-ı nazara mecbur oldum. +Bu eserciğimi ben unutmuş idim. Bir sayha-i nefrin onu +bana ihtar eyledi. Ben de cüz’i ta’dilat ile onu kariin-i kiramın +pişgah-ı kabullerine ref’ u takdim eyliyorum. Mükafatını +Cenab-ı Hak’dan temenni ederim. +Avrupa’da dahi safahat-ı tarihiyyesini el-an ikmal etmemiş +olan mebahis-i ictimaiyyeden birisi mes’ele-i nisviyyet +olup bu babdaki salahiyetdaran “nisviyyun” ve “gayr-ı nisviyyun” +namlarıyla ikiye ayrılmışlardır. +Din-i celil-i İslamın bu cins-i latif hakkında bahşetmiş olduğu +salahiyet ne kendilerini nüfuz-ı nazar ashabı felasife-i +ne de geridedir. +Esasen kütüb-i semaviyye riyaset-i ictimaiyyeyi erkeğe +vermektedir ki Kur’an-ı Kerim de bunu müeyyid ü müekkiddir. +Esham-ı mirası ta’yin hususundaki ayet-i kerimede +Biz kari’lerimiz ile beraber bu tefevvuk-ı tabiiyi daha +doğrusu bu adem-i müsavatı Schopenhauer He[r]bert +Spencer ve hatta Nietzsche gibi muhalifin-i dinden ve asr-ı +ahirin en hür-endiş feylosoflarından işideceğimiz için daha +uzun söz söylemeye lüzum hissetmiyoruz. Eserin aslı Schopenhauer’ındır +kadınlığın evsaf-ı mümeyyezesini küçük +mebhaslerine ünvan ittihaz ederek nisviyetin ahval-i ruhiyyesini +teşrih eylemiştir. Icabında tenvir-i mebhas yollu birkaç +söz dahi tarafımızdan ilave olunacaktır. +Bandırma +Şerefüddin +Erkeklere tahmil olunmuş +olan metaib-i hayatiyyeden kadınların beri olduklarına +en büyük delil ve aralarındaki tefavüt-i tabiiyyeye en büyük +şahid teşekkülat-ı tabiiyyedir. +Bir de eğer kadınlar meşakil-i hayatiyyeyi ıktihamda erkekler +haml rahatsızlıkları ve vaz’-ı hamldeki ıztırabat-ı müdhişe ve +nev-bave-i hayatını irza’ için terk-i hab u huzur ederek gece +yarıları kalkmak gibi vezaif-i hususiyye terettüb etmez idi. +Yine bu nezaket ü rikkat-i hılkiyye neticesi olarak kadınlar +şüun-ı hayata karşı i’tidallerini muhafazaya çok az +kudret-yab olabildiklerinden kendi saadetlerini ancak sükun +ü uzlet ile muhat bir aşiyane-i istirahatte te’min edebilirler. +El-hasıl selamet-i fikriyye ile düşünülürse fıtrat kadınlara +umur-ı beytiyyelerini tanzim ve evladlarını hüsn-i +terbiye ve refik-ı hayatını is’ad gibi bir takım vezaif tevdi’ +eylemiştir ki müz’ic bir çocuğu avutmak için bir kadının sarfettiği +emekleri ve asla usanmaksızın onun amal-i tıflanesine +tebaiyetini görmek müddeamızı isbat için en ameli bir delildir +ki bu sabr u tahammül hemen hiçbir erkekte görülmez. +– Dest-i i’caz-kar-ı hilkat bu nüsha-i +nefisenin vechine bir letafet a’zasına bir tenasüb ve ecza-yı +bedeniyyesine bir hüsn-i ilticam bahşetmiştir ki bu bahşayişkaraneye +karşı erkekler meshur u müncezib olup vesait-ı +şer’iyye ve medeniyyeye müracaatla kadının hayatını taht-ı +tekeffüle almakta muztar olurlar. +Kadınlar atilerini te’min için mazide bir tedbire tevessülü +düşünemediklerinden vikaye-i hayat ve daman-ı istikballeri +susiyle henüz izdivac etmemiş olan kızlara hüsn denilen bir +vasıta-i ta’alluku bahş ü isar eylemiştir ki ale’l-ekser bir iki +defa vaz’-ı hamlden sonra esasen vazifesini ikmal eylemiş +olan bu vedia istiade olunup gül-deste-i hüsnleri eski taravetini +zayi’ eyler. +Nitekim karınca zinet-i cinsiyyesi olan kanadlarını erkeğine +terbiye-i evlad ve saire gibi vezaif-i asliyyeyi nazar-ı ehem- +[ Ahzab /] buyurulmuştur ki – +miyetten dur tutup kadını yalnız şuh ve sehhar mahluklar +addeylemek doğrudan doğruya hissiyata mağlub olmaktır!. +Bilumum teşekkülatı +mükemmel olan zevi’l-hayatın taazzüv ve tenemmüvü +derece-i tekemmülü nisbetinde bati olur. Bilakis bir mevcudiyet-i +basita ile saha-i vücuda gelen zevi’l-hayat dahi az +zaman zarfında tekemmül-i nev’isini ikmal ile fena-yab olur +ki ale’l-umum haşeratın bir iki dakīka zarfında vazifelerini +yedendir. +Erkek ancak - yaşlarında kuva-yı akliyyesini istikmal +edebildiği halde kadının zekası bu sinde tevakkuf ediyor +ki bu hal bize kadın ile erkek arasındaki teşekkülat nokta-i +nazarından mevcud olan farkı pek vazıh surette irae eylemektedir. +Bütün edvar-ı hayatiyyelerinde kadınlar daima na-tamam +bir zeka asarı ibraz edip havass-i zahirelerinin taht-ı +te’sirinde olmayan şeyleri idrak için huyut-ı zekaları imtidad +edemez. Binaenaleyh şu’le-i zekalarının ancak mahdud bir +sahada cevelan edebildiğine hükmetmek zaruridir. Meşhudatlarını +velev ehemmiyetsiz olsun yalnız –manatık-ı tefekkürde +kaldığı için– hakayık-ı mühimmeyi tercih ederler. +Erkek ise zaten ağır bir surette neşv ü nema bulan ve +bit-tabi’ daha mükemmel olan kuvve-i akliyyesi için mazi ve +atinin ketaib-i zulmetini açarak vasi’ bir saha-i cevelan bulur. +Ve vereceği hüküm için yalnız mahsusatı değil mazi ve +Bu kuvvet ve vüs’at ise kadınlarda tab’an mevcud değildir. +Onların muhiti dar ve vüs’atsizdir… +Bunun içindir ki mazi ve istikbalin avarız-ı hariciyye ve +müessirat-ı kevniyyesi dahi o nisbette kadınlar üzerinde daha +az ika’-ı te’sir eder. Zevcleri metaib-i adideyi ıktiham ve +gavga-yı hayatta cehd ü ikdam ile kazanıp zevcelerinin desti +emanetlerine tevdi’ eylemiş oldukları emvali ale’l-ekser +kadınların müsrifane bir suretle istihlak eylemekte oldukları +daima görülmektedir ki bu dahi kadınların daha az akıbetendiş +olduklarına ve şuun-ı kevniyyeden daha az müteessir +bulunduklarına delildir. Bunun için onların re’yinden istiane +edilmemelidir. Cermenlerin kadınlardan istiane neticesi +olarak haziz-ı helake sukūt etmiş oldukları bizim için büyük +bir ibret-i tarihiyyedir. +Kadındaki lutufkarlık sıfat-ı asliyyesindendir. +Çünkü hilkaten rahim lutufkardırlar. Bu hal +kendilerinde bir fazilet-i müktesebe olmadığından bazen bu +lutufkarlıklarıyla mürüvvet-i hakīkiyye arasında tehaddüs eden +boşluk bir zaviye-i münferice kadar geniş ve derin olur. +Kendilerinden biraz hissiyatı tahrik edecek surette vukū’ +bulan isti’tafattan derhal müteessir olurlar. Ve ellerinden +geldiği kadar ianatta bulunup hiçbir lutfu diriğ etmezler ki +bu bir fazilet-i kesbiyye olmayıp sür’at-i infial ve ta’bir-i diğerle +teessür-i zahirileri neticesidir. +Bil-farz bu ianelerinden atiyen bir mazarrat dahi gelecek +olsa onu halde takdir ile infialatını men’ ve binaenaleyh ibraz-ı +lutfdan geri duramazlar. Netayic-i mühimme-i ahlakıyye +tevlid edecek bu gibi bir çok mebadi’-i fazıla kendilerinde +mevcud olsa da sıfat-ı hakīkıyyesinin inhıtatına binaen iktisab-ı +fezailden daima uzaktırlar. Kadının ruhu sehlü’l-in’ikas +bir ayineye benzer ki sathında mün’akis olan eşya-yı muvaziyyeden +suret-i hakīkıyyede müteessir olmaz. Ve mahdudiyet-i +fikriyyesine binaen hükm-i hazırında o kadar musırdır +ki hiçbir re’y-i saib onu dediğinden alakoyamaz. +hadis-i şerifiyle irade buyurulan akıl mertebe-i +– Fıtraten zaif olan kadınların +mesaid-i tedafü’lerindeki noksanı cebr için tabiat bunlara +bir haslet bir haslet-i mezmume ilave etmiştir ki o da “riya”dır. +Hayvanat-ı müfterisenin pençe ve yırtıcı dişleri ve mürekkeb +balığının muhiti içinde kendini saklamak için neşrettiği +madde-i sevadı nasıl kendilerini daima taarruzdan masun +bulundurursa kadın dahi hukūkunu müdafaa ve menafi’-i +mahsusasını celb hususunda bu silah-ı tabiisini isti’mal +eder. Ve bu haslet-i gayr-ı makbulesiyle yalnız hukūkunu +muhafaza değil erkeğin zeka ve re’yini bile çok zamanlar +şaşırttığı görülmektedir. +Bu haslet kadınlar arasında mütesaviyen mevcuddur. +Zeki ve gayr-ı zekileri arasında hemen hiçbir fark mahsus +değildir. +Hukūk-ı zatiyyelerinin müdafaası bunu isti’male +vabeste olduğunu bildiklerinden edna bir fırsattan istifade +ederek bu silah-ı tabi[i]lerini derhal takınırlar. Bunun içindir +ki Avrupa mehakiminde kadınların zevren şehadetleri her +gün çoğalıyor ve şehadetten men’leri bir fariza-i ictimaiyye +halini alıyor. +– +Avrupa’daki zengin kadınlar umum tarafından istiksar olunacak +derecelerde mazhar-ı ihtiram olmaktadırlar. +Halbuki kavaid-i esasiyye-i ictimaiyyeye nazaran kadınlara +karşı ibraz olunan hürmette bu derece izhar-ı muğalat +etmek doğru olmadığı gibi kendileri mazhar-ı tebcil ü ihtiram +olmak hususunda erkeği geçmek değil hatta ona müsavi +olmak üzere bile mahluk değildirler. +Bu ihtiramat-ı na-layıkanın su’-i netayicini göstermek +bulunması tabii olan kadının bugün Avrupa’da merkez-i layıkına +Eğer eski Yunanlılar medeniyet-i hazıramızı görmüş olsalar +tanzim hususunda en evvel tavsiye edecekleri şey kadınların +mevki’-ı hakīkiyyelerine ircaı olacağı şübhesizdir!... Filhakīka +kadınların mevki’lerini derece-i saniyede bırakmak hey’at-ı +medeniyyenin en doğru olan esaslarından birisidir ki +asla tenkīd kabul etmez!: !.. +Bu zengin kadınların hod-perestliklerini bırakıp az çok +tevazu’ ile ittisaf etmeleri tedbir-i menzil ve saire gibi ulum-ı +nisviyyeyi öğrenmeleri kendileri için ve bilumum hey’et-i +Hususuyla aşağı tabakada kalan kadınlar bu zengin kadınlar +karşısında o kadar hakīr o kadar naçizdir ki şarktaki +tasavvur ettiğimiz kadın zavallılığının bu zengin kadınlar her +gün en şayan-ı merhamet olan ve kalb-i beşeri en ziyade +müteessir eden levhalarını her yerde icad etmektedirler. +Lord Byron Resail ve Ceraid nam kitabının ikinci cüz’ünün +’uncu sahifesinde şöyle söyler: +Eski Yunaniler zamanında kadınlar ne mevki’de bulunurlar +hakemenin kabul edebileceği bir mevki’de idiler. +Halet-i hazıra-i medeniyyemiz kurun-ı vüstanın muhalif-i +akl-ı selim olan bakıyye-i merdudesidir. Hissiyata mağlub +olmaksızın bir muhakeme edecek olursan sen de benim +gibi vezaif-i nisviyyeyi öğrenip tarz-ı telebbüsde sadeliği iltizam +ve ihzar-ı ağdiye usulünü öğrenmelerini ve yabancılar +tapları okumalarını bir lazıme-i medeniyye addedersin +musikī ve saire gibi fenler ile az çok iştigal etmelerinde be’s +göremem. +– Kadının +erkek ile hukūkca müsavi olmasına binaen Avrupa’da +Bu müsavat bizim yalnız bir kadın ile hayat-güzar olmamızı +uğruyor demektir. +Müsavatı kabul için kadınların dahi erkekler gibi kamil +bir akla malik olmaları icab ederdi. +Bir kadın ile yaşamaya dair olan madde-i kanuniyye elbette +nüfuz-ı nazar ashabı olan zevatı memnun bırakmamaktadır!.. +Taaddüd-i zevcatı tecviz eden memleketlerde nisvanın +dereke-i sefalete düşmemesi nazar-ı i’tibara alınmış olmakla +haklarında daha çok hürmetle muamele edilmiş demektir. +Çünkü hususat-ı zatiyyelerini tesviye edecek bir erkek +bulmakta duçar-ı müşkilat olmazlar. +Bizde zatü’z-zevc olan kadınlara nisbeten zatü’z-zevc olmayan +kadınların adedi yüzün milyona nisbeti gibidir. +Ne kadar kimsesiz kadınlar vardır ki metaib-i hayat altında +ezilmekte ve umur-ı şakkayı iktıhama mecbur olmaktadırlar. +Bir kısmı ise ilca-yı fakr u zaruretle zevcat-ı umumiyye +sırasına düşüp girdab-ı sefalette ser-gerdan bulunmaktadırlar! +Yalnız “Londra’’da seksen bin umumi kız vardır ki +bunların şeref-i nisviyyetleri madde-i mezkure namına pamal +edilmiştir!.. Buna Avrupa kadınlarının hod-kamlıkları +dahi ilave edilmek lazımdır!... +Taaaddüd-i zevcatı bir fariza-i ictimaiyye olarak +telakkī ve kabul eylemeliyiz?... +Kavaid-i esasiyye-i hayatı nazar-ı mütalaaya alacak olursak +göremeyiz. +Hususiyle kadın her hangi bir arızaya binaen vazife-i +tenasüliyyesini ifaya muktedir olamaz ise ne yapmalıdır!... +en bariz simalardır!... +Var imiş Çin’de tuhaf bir adet; +Tuhaf amma ki karin-i hikmet +Okuyun dikkat ile siz de sevin: +Bir hekimi bulunurmuş her evin. +Bu hekim ailenin rahatına +Çalışırmış bakarak sıhhatine. +Vizite yokmuş alırmış aylık +Bizce tatbika değil mi layık? +Hastalansa birisi ailenin +Hekiminmiş büyüğü gailenin +Kesilirmiş maaşı çünkü onun +Denilip: Hastanıza çare bulun. +Hastalık sürdüğü müddetce tabib +Sarf-ı ikdam ile bi-hazz u nasib +Eğer eylerse işfa-yı maraz +Yeniden başlar imiş ecr u ivaz +Yok eğer hasta giderse öteye +Uğrayıp doktor efendi köteğe +O eve artık ayak basmaz imiş; +Sözüne kimse kulak asmaz imiş +§ +Faraza biz de bu tarzı tedkīk +Ederek eylemiş olsak tatbik; +Nafile masrafa hiç girmez idik; +Öyle bol bol vizite vermez idik. +Şöyle temsil edelim derdimizi; +Halet-i germimizi; serdimizi: +Millet efradı ki bir ailedir +Şimdi bak cümlesi pür-gailedir! +Bazı dillerde hamiyyet marazı +Bazısındaysa tefevvuk marazı +Kiminin didesi a’ma-yı cehil +Kiminin sinesi müştak-ı ehil +Kimisi su’-i hazımla ma’lul +Kimine hastalığı da mechul. +Hakk u na-hak kimi durmaz tepişir +Nisa /] emr-i şerifindeki kuvvet-i tebliğ bu suret-i beyaKimisi +vurmaya amade dili +Kiminin zulm ile bağrı bereli. +Sözün en doğrusu artık hepimiz! +Hastayız inliyoruz muztaribiz! +Nerede kaldı etibba-yı umur +Oldu mu hepsi de duçar-ı fütur? +Yine la-kayd-ı deva davranıyor? +Hasta bi-tab-ı elem kıvranıyor! +Ne tedavi ne de i’ta-yı ilac +Ne de tesli ne de ıslah-ı mizac +Olmuyor hiç birisinden gayret +Her biri sanki garik-ı hayret! +Bu kadarcık mı bütün pişeleri? +Vizite alma mı endişeleri? +Tehlike kesb ediyorken yarası +Alınır mı yine halkın parası? +Ey hakiman-ı umur-ı devlet +Hastadır hasta zavallı millet! +Çin etibbasına hem-pişe olun +Çalışıp hastanıza çare bulun. +O vakit fahr ederek aylık alın; +Çekilin yoksa ser-azade kalın. +Bu bahis çok sürecek eşmeyelim +Keselim bari çıban deşmeyelim! +On gün sonra o adam yine geldi ve: +– Emir hazretleri zat-ı alinize selam söylediler. Sizi kendi +tebeasından görmek ve her gün sarayda müşahede eylemek +arzu ediyorlar dedi. +– Ben şimdiye kadar kimseye bendelik etmediğim gibi +bendeganlık rüsumunu da bilmem. Binaenaleyh ma’zur +görsünler cevabını verdim. Emirin adamı tekrar söze başladı. +Teklif-i vakıı kabul edersem efendisinin mazhar-ı atayası +aksi takdirde mucib-i infiali olacağımı söyledi. +– Emir hazretlerinin atiyye vü ihsanına muhtac değilim. +Ondan maada ceddim Emir Dost Muhammed Han için bile +bana hizmet teklif etmediler. Farz-ı muhal olarak emirin hizmetinde +bulunsam alacağım aylığı hak edeyim diye çalışır; +akşama kadar sarayda bomboş oturanların gözden düşmesine +sebeb olurum. En iyisi beni serbest bırakın ki: +Dedim. Herifceğiz itma’ ve tahvifinin bi-sud kaldığını +görünce muhaveratımızı bir kağıda yazdıktan sonra yanımdan +çıkıp gitti. +Buhara’ya geldiğim esnada birini bulmuş ve emirin +meclisinde cereyan edecek müzakeratı bana haber vermesi +ra’da gizli aşikare kaffe-i umur emirin meclisinde müzakere +olunur. Bu münasebetle sarayda bulunanların hepsi de netice-i +mukarrerata vakıf bulunur. +Ramazan’ın vürudu hasebiyle herkes oruçla meşgūl olduğundan +bütün işler ta’til edilmişti. Ben zabıta me’murlarından +pek de müsterih değildim. Çünkü teklif olunan saray +hizmetini reddedeliden beri adeta sıkı bir tarassud tahtına +alınmıştım. Bunu pek a’la anladığım halde anlamamış gibi +davranmış hatta kendi adamlarıma bile anlatmamıştım. +Bayram gecesi emirin adamlarından biri hil’at namıyla +erkenden tebrik-i id için emirin huzurunda bulunmamı +söyledi. +Ertesi günü gittim. Girdiğim büyük bir odada kırk kadar +kimse oturuyordu ki içlerinden birisi de Muhammed Han +ganistan Devleti’ne karşı isyan etmiş ve Gulam Ali ile Kernil +Veli Muhammed Han kumandasında gönderilen askere karşı +mağlub olarak Buhara’ya kaçmıştı. Şimdi bu meclisde +diğer on kişi ile baş sedire geçmiş oturuyordu. Bana da aşağı +taraflarda bir yer hazırlamışlardı. +Benim vürudumu müteakıb emir de geldi. Huzzar kalkıp +elini öptüler ve bayram tebriğinde bulundular. Ben de onlar +gibi yaptım. Takbil ve tebrikten sonra üzerinde enva’-ı hulviyyat +bulunan bir tepsi getirildi orta yere de bir sofra yayıldı. +Tatlılar o sofranın üstüne dizildi. Meclisin ileri gelenleri +sofraya oturup yemeye bizim gibi aşağılarda kalanlar da +mendillerine aldıkları tatlıları kendi mevki’lerinde göçürmeye +başladılar. +Ben şu hallere mütehayyirane bakıyordum. Biri geldi: +–Emir hazretlerinin teberrük tatlılarından niçin yemiyorsunuz? +Diye sordu. Ufak bir parça aldım ve: +–Bu kadarı kafidir dedikten sonra meclisden çıktım ve +namazgaha gittim. Emirin benim için ta’yin [ettiği] yeri gösterdiler. +Oturdum. Etrafa göz gezdirince adamlarımdan kırk +kişi ile Naib Gulam Muhammed Han ve Kemandan İskender +Han’ı gördüm. Bunlar takriben bir ay evvel emirin hizmetine +girmiş oldukları cihetle bana la-kaydane bir selam +verdiler. Bu sırada emir de göründü ki beyaz bir ata binmiş +sarığına atının başıyla sırtına birer sorguç takmış; beline bir +top Keşmir şalı külahına da yirmi otuz arşın sırmalı destar +sarmış şalının arasına murassa’ bir hançer sokmuş olduğu +halde kemal-i tefer’unla salına salına geliyordu. Herkes +ayağa kalktı ve emirin her iki üç adımında bir secdeye karib +vaz’-ı ta’zim aldı. Ben bu harekat-ı mütezellilaneye ittiba’ etmeyerek +sakit ü sakin durdum. Emir önüme gelince durdu. +Tekbir getirdi. Kendisine iktida eyledik. namaz esnasında +başındaki sarıktan üç dolamı çözüldüğü cihetle emir başını +secdeden kaldıramıyor bütün bütün çözülüp düşeceğinden +korkuyordu. +Şu azametiyle tebaasına karşı rezil olmasına tahammül +edemediğim için namazı bozdum. İleri geçip emirin sarığını +sardım. Vakıa namazımı tamam kılamadım ama bir +hükümdarı rezaletten kurtardığımdan Cenab-ı Hakk’ın afvını +ümid ederim. +Namaz bitince emir atına bindi ahali-i hazıra yine yerlere +kapanıp arz-ı ta’zimatta bulundu. Ben de oradan savuşup +Birkaç gün sonra zabtiye nazırı beni zina ile itham etmek +üzere emirden emir aldı. Fakat töhmet-i vakıa sabit +olamadı. Çünkü hiçbir vakit yalnız kalmadığım ve daima +altmış yetmiş kişi ile bulunduğum anlaşıldı. Emir bundan +bir şey çıkmadığını görünce maiyyetime nifak ilkasıyla benden +ayırmak istedi. Lakin bu esnada Rusların Taşkend’i istila +ederek Buhara’ya yürümek fikrinde oldukları işidilince +emir-i Buhara benimle ve arkadaşlarımla uğraşmayı bırakıp +acilen Semerkand’a gitti. +Bundan bil-istifade Hindistan’da bulunan amcam Serdar +Muhammed A’zam Han’a bir ariza yolladım. Ve inşaallah +kendimi kurtarıp Belh’e gideceğim. Mümkün olduğu +surette siz de Sevat tarikından Cetral ve Bedahşan’a geliniz. +Belh’de buluşalım dedim. Bir mektup da Belh’deki askerimize +gönderip yakında geleceğimi bildirdim. Bir istid’aname +de Semerkand’[d]aki Buhara emirine irsal ile müsaadesini +rica ettim. +Bu istid’anameyi Nazır Haydar Han ve Kemandan Nazir +vesatatıyla irsal eylemiş olduğundan gerek Kuşbigi’nin +gerek Kütval’in haberi yoktu. Bilahare ma’lumat alınca: +– Niçin bizden izin almadan emirin nezdine adam ve +ariza yolladın? diye tevbihe kalkıştılar. +– Emir hazretlerinin hayli adamı varsa da bunlardan +birinin benim fevkimde olmasını kabul edemem cevabını +verdim. +– Asker yollar ve adamınızı yoldan çeviririz tehdidine +kalktılar. +– O vakit ben de emirin müsaadesini almadan yola +çıkarım. Mes’uliyeti size aid olur dedim. +Emir istid’anameye cevap vermediği gibi gönderdiğim +adamı da yanında alıkoydu. Birkaç gün sonra Ceneral Ali +Asker Han’ı emirin nezdine i’zam ve müsaade-i mahsusasını +şaverede emirin nakden yahud zahireten bana bir muaveneti +olmadığından Buhara’da alıkonulmaklığım pek de muvafık +olamayacağı söylenilerek memlekete azimetim hususuna +ruhsat verildi. +Emir Kuşbegi’ne de bir emirname isbal ve adamlarımdan +kendi hizmetine girmek isteyenler olursa kabulünü tavsiye +etti. +Kuşbigi: +– Adamlarınızı nezdime gönderin diye bana haber yolladı. +Maksadı evvela onları sonra da beni esir etmek olduğunu +anladım. +– Bir şey söylemek fikrinde iseniz teşrif buyurun. Benim +yanımda söyleyiniz cevabını verdim. Adamlarım da: +– Biz sağken Kuşbigi’nin nezdine gitmeyiz. Ancak ba’de’l-mukatele +cenazelerimizi götürebilirler deyip silahlandılar. +Me’murunu bu cevap ile iade ettim. Biraz sonra Kuşbigi’nin +münşisi gelip emirin arzusunu tebliğ etti. Adamlarım: +–Biz emire kul olmak için değil şehzademize hizmet etmek +yerek döndü gitti. İki gün sonra yol hazırlığında bulunurken +rını omuzlamış oldukları halde geldiler ve: +– Emir-i Buhara her birimize i’tiraf-ı ubudiyyet etmemizi +teklif eyledi. Hiç birimiz kabul etmediğimiz için bize yol +verdi. Bu sebebden tekrar hizmetinize iltica eyliyoruz dediler. +Bu sohbet esnasında birtakım alacaklılar vürud ederek +bunlardan iki bin altun kadar mütalebede bulundular ben +Naib Gulam’a: +– Eğer bana vefakar olaydın bu kadar parayı sadece sen +harcederdin dedim. Mahcubane başını eğdi. +Sonra Kemandan İskender Han’a: +– Sen ne fikirdesin? Diye sordum. +– Buharalı iki kadına tealluk peyda ettim. Onlar gelmeyecek +olursa Buhara’da kalmaya mecburum cevabını verdi. +Kadınlara haber gönderdim birlikte gelirlerse beherine +biner altun veririm dedim. Kabul etmediler. Bu sebeble +Naib Gulam’ın borçlarını vermekle beraber kendilerine +at ve silah da satın aldım. Çünkü masraf etmek için gerek +atlarını gerek silahlarını elden çıkarmışlardı. +Beş altı gün içinde hazırlanıp Belh’e müteveccihen yola +çıktık. +Asırlardan beri yuvarlanıp gelen Şark Mes’elesi’nin hala +halledilmediği ve alem-i siyasiyyatta arada sırada tekevvün +eden şuunatta her halde Şark-ı Karib’i daire-i ihtivasından +haric bırakamadığı gibi mehafil-i siyasiyyede mevzu’ mesaili +düveliyye arasında Şark-ı Karib’de mütehaddis vekayı’ın – +siyasiyat-ı umumiyye i’tibariyle– her şeyden ziyade nazar-ı +dikkati celb ve Avrupa afak-ı siyasetinde yine garib garib +cereyanların tevellüdüne sebebiyet verdiğinden anlaşılmıştır +ki ��ark Mes’elesi hayli zamandan beri başlı başına beyne’ddüvel +mühim bir mes’ele-i siyasiyye şeklini almıştır. +Avrupa’nın bitip tükenmeyen muhacemat-ı daimesi +arasında kaide-i diniyye ribkalarından kurtulmuş olduğunu +yeleri hiss-i diniden azade olamadığı gibi Times gibi dünyanın +en mühim ceraid-i siyasiyyesi bile kalemini saika-i taassubdan +muhafaza edemiyor. +küm-ferma olduğunu iddia etmek gibi bir tağlit-ı efkara sapmak +tasavvur edilemez. Siyasiyyatta dinin derece-i te’siratına +gelince şu kadar seneden beri İngiliz mehafil-i siyasiyyesinde +başvekil bulunan Gladstone’nun –ki bu adam dünyanın +en mutaassıb ve sofu bir hıristiyanıdır–bıraktığı düstur-ı +dini üzerine müesses meslek-i siyasi kendisi için milleti +arasında en mümtaz ve bülend bir mevki’ ihzar etmiş ve İngilizler +cud-ı mukaddes olmak üzere tanılmıştır. +Fakat düşünülsün ki garb sahne-i siyasetinin amilleri i’tibar +edilen rical-i siyasiyyenin umur-ı mehamm-ı devleti +yed-i iktidarlarına geçirmeleriyle menafi’-i milliyyelerinin te’minini +en ziyade şark ufuklarında aramışlar daha doğrusu +darabat-ı mühlikelerini alem-i İslam üzerine indirmişlerdir. +Binaenaleyh kurun-ı vüstanın vücuda getirdiği din muharebelerinin +tekemmülat-ı medeniyyenin en birinci rehberleri +olan bir hey’et-i ictimaiyye-i insaniyye efradının fikirlerinde +merkuz olduğunu gördükçe! Kandan ürkmek ihtilal ve mücadelelerden +mütevellid muharebatın vekayi’-i tarihiyyesini +nakletmekten bile tevahhuş gösteren insaniyet-perverlerin! +zevahir-i ahvallerini tekzib eden ef’al-i mekruhelerini müşahede +ettikce artık insaniyete acımak hususunda medeniyetin +bir te’sir ve nüfuza malik olmadığı gereği gibi zahir oluyor. +Dört asırdan beri tevali eden mesail-i şarkıyye üzerine +muharebat-ı mütemadiyye gaye-i maksudu halledemedi. +Avrupa devletleri şarka tevcih-i nazar ettikleri zamanın ilk +devirlerinde Osmanlı İmparatorluğu satvet-i kahiresiyle düvel-i +mevcudenin tekmiline tefevvuk etmiş rasin bir hakimiyete +malik ve hiçbir sille-i galibiyetin altında ser-füru etmeyecek +bir kuvvet ve hakimiyeti haiz bulunuyordu. +Devr-i Sultan Süleyman-ı Kanuni’de Avrupa hükumetlerine +kesi olmak üzere sine-i memalik-i İslamiyyenin taksimi hakkında +mün’akıd planlar rakabet-i düveliyyenin meydana +koyduğu mania sayesinde bu zamana kadar sürüncemede +kaldı. Fransa’nın Katoliklik üzerine hakk-ı himayesini te’min +eden Kaynarca Muahedesi tarih-i Osmanide en muzlim sahifeleri +mülakat-ı müteaddideleri neticesinde ittifak-ı aranın vücud +bulamaması şarkın o kadar hazmı sehil lokmalardan olmadığını +anlattı. +Tilsit Erfurt’da Napolyon ile Çar Aleksandr memalik-i +Osmaniyyenin suret-i taksiminde İstanbul’un her biri kendi +hissesine adem-i isabetinden mütevellid ihtilafdır ki mes’elenin +halline mani’ oldu. Reval mülakatındaki müttehaz +plan Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin idare-i meşrutayı i’lan +etmesiyledir ki bir zaman-ı muvakkate kadar te’hir olundu. +Halbuki son Potsdam mülakatında ihzar edilen tedabir-i +kat’iyyenin mevki’-ı tatbikı acaba hangi sahneler olacağı daha +o zamanlar rical-i siyasiyyunca keşfedilerek anlaşılmıştır. +Hakimiyet-i İslamiyyenin iki mühim kısmının imhası için +son bir karar ile öteden beri zuhur eden hadisata tamamıyla +bir hatime-i kat’iyye çekmek emeliyle en ciddi teşebbüsata +başlanmıştı. +Hatta geçen hafta Fransa parlamentosunda Fransız ve +Alman i’tilafı hakkındaki müzakerede Mösyö Jores’in muahedat-ı +hafiyye hakkındaki şiddetli beyanatı bu hakīkatı gereği +gibi tavzih etmiştir. Mösyö Jores: “ muahede-i +hafiyyesinin netayici olmak üzere Fransa bu muahedede +ben Fas’ı siz de Türkiye’nin elinden Trablus’u alırsınız ve +yine biz Türkiye ile hüsn-i münasebatımızı muhafaza eder +şeklinde yazılmıştır. +gibi görünürüz. İşte şevket ve kuvvet-i maddiyyesini muhafaza +etmiş fakat tarik-ı rastiden ayrılmış olan Fransa’nın ahlak-ı +düvelisi!” diye bağırmıştır. Bu sözler meclis arasında +gürültülere bais olmuş ise de Mösyö Jores sözüne devam etmiştir. +Tabii bu u’cube-i ittifakın iki büyük düşman devletle te’sisi +ve Fransızların urukundaki hiss-i intikamla memlu gururı +milli hiçbir vakit teskin edilemediği halde Fas Mes’elesi’nde +Almanya ile Fransa arasında birden bire bir mukarenet ve +zemin-i i’tilaf bulunuvermesi artık hakimiyet-i İslamiyyenin +üzerine inmek için hazırlanan darbede o infial ve intikam +hislerinin ta’til-i te’sirat ettiği ve hakimiyet-i siyasiyyenin ortadan +kalkmasında alem-i Nasraniyyetin her tarafı yek-dil ü +hem-fikr olduğu tamamıyla görüldü. +suba haml edenler bulunabilir. Taassub kelimesinin tazammun +ettiği; şu zamanlarda Avrupa mütefekkirini lisanlarında +o kadar garib ma’nalarda tedavül ediyor ki artık insan bulunduğu +muhit-i ictimaiyi unutarak Roma’nın en büyük mecalis-i +ruhaniyyesi tarafından ısdar edilen fermanlarla idare +olunuyor ve insanları baziçe-i amal ederek hayvan sürüsü +gibi kullanmak için birtakım hurafatla memlu ve mahuf cehennem +gayyalarını irae edecek ilahelerin merkez-i ruhaniyyeye +adem-i itaatte şehrin surları etrafında dolaşacaklarını +efsaneleri işidiyor gibi geliyor. +Artık düşünülmeli ki alem-i İslamiyyet’in yegane istinadgahı +olan Hükumet-i Osmaniyye’nin istiklal-i idaresine +müdhiş bir darbenin sukūtuyla kuvve-i hayaliyyede mutasavver +bir fikrin ancak bu suretle vücud bulabileceği hakkıyla +anlaşılmıştır. Avrupa düvel-i muazzamasının bütün amal +ü efkar-ı diplomatikıyyesi devletler arasından Hükumet-i +Osmaniyye’nin çıkarılmasıyla efkar-ı musavverenin +husul devletler icrası hasıl olacağı merkezinde bulunduğundan +üç dört asırdan beri muttasıl bu gayenin te’minine çalışılmış +ve hakimiyet-i siyasiyye-i İslamiyyenin birer cüz’ü olan +ufak tefek hükumetlerin ortadan kalkmasına çalışarak +“kalilden eksere” düstur-ı ictimaisine tevfik-ı hareketle +bir mevcudiyet-i siyasiyyeye malik olan Fas ve İran hükumat-ı +Zaten bu biçare hükumetler öteden beri ardı arkası +eksilmeyen Avrupalıların müdahelat ve tekalif-i sekīlelerine +ma’ruz kalarak oldukca hakimiyetleri mütezelzil bir hale +gelmiş idi. +Vesile-i müdahale teşkil eden esbabın ne gibi şeyler olduğunu +anlamak ister isek kısaca deriz ki: Avrupalılar müslüman +bir hükumet-i müstakıllenin idare-i dahiliyyesinde zuhur +eden her bir hadise Avrupalılar için bir vesile-i müdahale +teşkil eder. +Binaenaleyh o zamandan beri bütün silsile-i hadisat +gösteriyor ki mahza bu maksadla Devlet-i Aliyye’nin başına +Avrupa devletleri tarafından binlerce gaileler açıldı ta’kīb +edilen maksadın hayyiz-i ara-yı husul bulmasında görülen +suubet fikirlerinin ta’tiline bir mania teşkil edemedi. +şeklinde yazılmıştır. +Türkiye bir devre-i teceddüde girdi idare-i meşrutayı +sebat-ı hariciyyemizde görülen gergin[li]kleri ta’mir ve izale +edecek salim bir politika ta’kīb olunamadı. Malisör Mes’elesi’nde +Karadağ’ın hareket-i tecavüzkaranesi bir hükumet-i +muazzamanın nefsini rencide edecek bir mahiyeti haiz bulunuyordu. +Niçin bi-taraflığı i’lan edip de usata ağūş-ı himayesini +açtı? Malisörleri teslih eden kimdi? Tabii bunlar işin +bir ecnebi parmağıyla karıştırıldığını göstermez mi? Hakīkatin +bu kadar aşikar olmasına nazaran Türkiye’nin Avrupa +devletlerine müracaatı protestosu sem’-i i’tibara alınmadı. +Asıl ağlanacak Rusya’nın alenen işin amil ve müşevvikı +benim tarzında ültimatomudur ki işin kimler tarafından +meydana getirildiğini pek güzel gösterdi. +Büyük Petro’nun Rusya saray-ı kralisinin abide-i mahfazasında +bıraktığı vasiyetname ahfadının a’mak-ı kalbiyyesinde +mühim bir surette yerleşmiştir. Hatta tarih-i miladisinde +Bükreş Muahedenamesi’nin imzalanmasını müteakıb +Rusya Mora ahali-i Hıristiyaniyyesini ihtilal ve istiklale +teşvik ve onlara müzaheretini va’d etmiş idi. Çar’ın ifsadat-ı +hafiyyesine binaen merkezi Petersburg’da olmak üzere +grandüklerden birinin taht-ı riyasetinde bir cem’iyet-i ihtilaliyye +teşekkül etmiş az müddet sonra Mora şibh-i ceziresi +ateş-i ihtilal içinde kalmış her tarafdan istiklal sadaları yükselmeye +başlayarak Hükumet-i Osmaniyye’yi bir mevki’-i +muhataraya ilka etmiştir. +Bunun üzerine Avrupa devletleri hemen Babıali’ye +Moralıların mütalebatını is’af etmek hususunda notalar tebliğ +ederek istiklallerini tasdik ettirmek için Rusya Fransa ve +[ma]ya ve Navarin’de bulunan Osmanlı ve Mısır sefain-i +harbiyyesini ihrak etmekle beraber Yunanlıların tervic-i amali +kumet-i Osmaniyye bu haksızlığı reddettiğinden Rusya Hükumeti +tün bütün ortadan kaldırılmasına niyyet etmiş olan Rusya +evvelki harbin eser-i tahribatını ta’mir edememiş olduğu +halde şimdi de harb etmek devletin kendisini bir daha toplayamayacak +ve belki hayatına hatime verecek bir mahiyeti +haiz bulunuyordu. +O zaman Rusların İstanbul’a kadar girmesi Avrupa hükumetlerinin +amaline muvafık gelmediğinden birden bire işi +sulha bağlayarak “ ” tarih-i miladisinde Edirne Muahedenamesi +sunu müteakıb Rusya’nın eser-i teşviki olmak üzere Balkanlarda +zuhur eden ihtilal emmareleri Türkiye’nin bir kısmının +daha kat’ u infikakine sebebiyet verdiği gibi bu sefer Rusların +Ayastefanos’a kadar gelip İstanbul kaldırımları üzerinde +Rus kılınçları şakırdamaya başladı. Binaenaleyh Devlet-i +Aliyye’nin en büyük felaketini müş’ir olan ’deki Ayastefanos +Muahedesi imzalandı bilahare mezkur muahedenin +tedkīk-i mevaddı için devletler tarafından müntehab murahhaslar +Berlin’de bir kongre akdiyle muahedenamede dermiyan +edilen şeraitin bir dereceye kadar tahfifine muvaffak +olabilmişlerdir. +Binaenaleyh yekdiğerini ta’kīb eden bu vekayi’-i elimede +binlerce biçareganın yetiman ve ma’sumların hak-i mezellette +akan kanlar içinde yüzdükleri görülmüş ve nice nice +ma’mureler hedm ü tahrib edilerek beşeriyetin mesken ü +me’vası olan o şehirler yangın yerine dönmüş ve bütün +sahralar müslüman kanlarıyla boyanarak o feci’ melhame-i +kübralar meydana getirilmiştir. +Bugün ise zavallı alem-i İslam dehrin en büyük alam ü +küduratı içinde gözlerini kızartan kanlı sahneler karşısında +bulunuyor: Bir tarafdan biçare Trablusgarb düşmanların +yed-i i’tisabına geçmek üzere sekenesi canavarlarla boğuşuyor +hakimiyet-i İslamiyyeyi temsil eden İslamiyet’in yegane +muhteşem binlerle senelik medeniyet ve an’anat-ı tarihiyyeye +malik bir devlet-i İslamiyyenin izmihlal-i hayatı için uğraşıyor. +ter’in Newyork Herald gazetesinde neşrettiği makalede şu +sözleri enzar-ı İslamiyyeye vaz’ ediyorum bu hakayık-ı ulviyyenin +bizim için ne kadar ehemmiyetle telakkīsi lazım geleceğine +şübhe edilmez: +“Rusya ve İngiltere devletleri İran’ın mahvolmasına karar +vermişlerdir bu sebeble biz kadim bir milletin boğazlanmakta +olduğunu görmeye tahammül etmemeliyiz. Vatandaşlarım +Avrupa medeniyeti ile hükumetleri hakkında medayih +melidirler. Avrupa İslamiyeti her gün daha ziyade iz’ac etmektedir. +Bunları görüp hissetmemek için Avrupa hükumetlerinin +ve bilhassa İngiltere Hariciye nazırının kalbi +vücudunun sağ tarafında bulunmuş olduğuna inanmak lazım +gelir..” +Artık hakīkatin bu kadar tercümanı olan Mösyö Morgan +Shuster şu ifadesiyle siyaset-i düveliyyenin ba-husus Avrupa +muhitindeki en büyük bir rüknünü beyan etmiş oluyor. +Binaberin alem-i medeniyeti tedhiş eden menafi’-i hasise +neticesinde müslümanlara reva görülen bu izmihlal planlarını +medeniyetin garb muhit-i ictimaisinde ihtira’ edilmiş +bir siyaset-i zalimane diye telkīb etmekten başka çare yoktur. +Artık taassubun Avrupa’da derece-i ifratını anlamak için +Papa’nın mukaddes tesbihleri İtalya zırhlılarının direklerine +ta’likı Avusturya’nın da Malisörlerle münasebat-ı mezhebiyyesini +vesile-i müdahale ittihaz ederek Katoliklik nokta-i nazarından +himayeye kalkışması bizim için ibret-bahş bir ders +teşkil etse gerektir. +Zannede[r]sem bu kadar berahin-i vazıhaya nazaran +Şark Mes’elesi’nin bir din ve menfaat gavgasından ibaret olduğu +ve Ayasofya kubbesini nakūs sadalarıyla doldurmak +arzu edildiği anlaşılır. +Arab üdebasından Hayrullah nam zat Panislamizm hakkında +Tan gazetesinde yazdığı bir makalede ber-vech-i ati +bazı ma’lumat veriyor: +“Panislamizm fikri bilhassa senesinde Afganistan’da +tevellüd etmiş olan Cemaleddin-i Afgani nam zat tarafından +neşr ü ta’mim edilmiştir. Muma-ileyh Avrupa’nın bir +çok memleketi[n]i dolaştıktan sonra İstanbul’a gelerek +senesinde burada vefat eylemiştir. Hatta Paris’de bu maksad +müdahalesi neticesi olarak kapadılmıştır. +Hakīkat şundan ibarettir ki el-yevm hiçbir müdire malik +olmayan Panislamizm umumi bir saha ve yalnız muharrirler +atının kısm-ı a’zamını teşkil eden Arab gazeteleri bütün küre-i +arzda hissolunacak derecede teammüm eylemiştir. Asya +Afrika Amerika ve Avrupa’da ve hatta Okyanusya’da +yekdiğerine gayr-ı müsavi mikdarda Arab ceraidi mevcuddur. +El-yevm hal-i ibtidaide bulunan bu gazetelerin hem +fevaidi ve hem de mehaziri vardır. Ceraid-i mezkurede yeni +havadis bulunmuyor ise de bunlar hem nefislerine hakim +bulunmakta ve hem alelekser efkar-ı umumiyyeyi vücuda +getirmektedirler. Şeyh Abduh’un hin-i vefatında tilmizlerine +tavsiye eylemiş olduğu Panislamizm üç vasıta-i icraiyyeye +malik olup bunlar da kongre matbuat ve ta’lim ü tedrisden +kongre teessüsü her zaman Panislamizm’in ehass-ı makasıdından +birini teşkil eylemiştir. İlk tasavvur edilen Panislamizm +kongresinin akdedilemediği yukarıda zikredilmişti. +Birkaç sene sonra Kırım’da Bahçesaray’da münteşir Tercüman +gazetesi müdürü İsmail Gaspranski kongrenin Mısır’da +bul ederek bütün alem-i İslam’a da’vetnameler göndermişlerse +de yevm-i muayyende kimse kongrede hazır bulunmadı. +Mısır’da münteşir Menar gazetesinin son nüshalarından +birinde dahi yeni bir kongre akdinin mezkur gazete muhabirlerinden +biri tarafından teklif edildiğini gördüm. Bu tasavvur +da hüsn-i niyyetin adem-i mevcudiyyetinden değil teşebbüs-i +vakıın müşkilat-ı maddiyyesinden dolayı mevki’-i +kalade terakkīsine badi olmaktadır. Bütün küre-i arz üzerinde +lup ceraid-i mezkure her tarafa neşredilmektedir. Bir gazete +veyahud bir mecmuanın muhteviyatı tedkīk edildiği zaman +Avrupa mevcudiyetinden bile şübhe edilen Arab ceraidinin +ehemmiyeti bais-i hayret olur. Bunlar tarih-i İslama ilme +an’anat-ı kadimeye aid bir çok ma’lumatı cami’ bulunmakta +ve Arabistan Okyanusya Hindistan ve Amerika’da okunmaktadır. +Bütün küre-i arz üzerinde bulunan müslümanlar +arasında matbuat sayesinde teessüs eden bu müzahereti +müsbit daha bir çok misal zikredilebilir. +Üçüncü vasıta-i icraiyye de ta’lim ü tedrisdir. Bil-cümle +alem-i İslamda bir humma-yı tederrüs bir atş-ı ilm ü irfan +asarı görülmektedir. Her yerde yeniden mektepler teessüs +eylediği görülüyor. Yakın vakte kadar Suriye’nin bütün şehirlerinde +duvarlarda şu sözler görülüyordu: +“Öğren delikanlı cehalet hacalettir.” Fakat Panislamizm +yalnız ibtidai mekteplerin değil belki darülfünunların da +teessüsünü arzu ediyor. Cami’u’l-Ezher Darülfünunu tecdid +ve icabat-ı hazıra-i medeniyye derecesine ıs’ad edildiği sırada +biri Mısır’da ve diğeri de Hindistan’da daha iki darülfünun +te’sis olunuyor. Geçenlerde Suriye’de dahi bir müslüman +darülfünunu vücuda getirilmesi mevzu’-ı bahs olmuş +madı. +Hindistan müslümanları miyanındaki terakkıyat bilhassa +Ahmed Han’ın eser-i himmetidir. +Kalküta ve Bombay şehirlerinde terbiye-i İslamiyyeye +müteallık konferanslar verilmektedir. Aligar’da bir müslüman +darülfünunu vücuda getirmek için epeyce zamandan +beri çalışan Raca Mahmud Abad dahi hükumetin muvafakatini +Okyanusya müslümanları Sumatra’da bir müslüman +mektebi te’sis etmişlerdir. Cava’da dahi Arabca gazeteler +neşrolunuyor. Fakat Panislamizm hayatına en ziyade +muvafık ve en ziyade şayan-ı hayret olan tasavvur Şeyh +Abduh’un talebesi bulunan Şeyh Reşid Rıza tarafından te’sisi +tasavvur olunan darülfünundur. Muma-ileyh “ed-Da’vetü +ve’l-İrşad” denilen cem’iyetin muavenetiyle Mısır’da bir +medrese ve bir de İslam darülfünunu meydana getirilmesi +daha ziyade tevessü’ için dahi kuvvet bulmaktadır. +Hakīkat şundan ibarettir ki İslamiyet Afrika-yı merkezide +gittikce tevessü’ etmekte ve daha ziyade inkişaf edebilecek +bir halde bulunmaktadır. El-yevm gayet kuvvetli bazı tezahürat-ı +diniyye meşhud oluyor. Beray-ı hacc-ı şerif Mekke-i +Mükerreme’ye gelenlerin mikdarı kişiden kişiye +baliğ olduğu görülüyor. Mısır’dan geçen hüccacın mikdarı +derecesine gelmiştir. Yalnız dini olan Panislamizm’den +başka diyanete tealluk etmeyen diğer bir Panislamizm dahi +mevcud olup bu medeniyet-i şarkiyye-i İslamiyyeyi bütün +letafet ve debdebesiyle yeniden meydana getirmeye sai bulunmaktadır. +Bir çok Hıristiyan muharrirler dahi fikr-i mezkurun +meydana gelmesi için çalışmakta iseler de bunu asıl +dini olan Panislamizm ile karıştırmamak lazımdır.” +Umum vükela namına Sadr-ı a’zam Said Paşa hazretleri +ve Meclis namına A’yan ve Meb’usan rüesası taraflarından +zat-ı hazret-i padişahiye sene-i cedide-i hicriyye münasebetiyle +arzolunan tebrikata karşı Şevket-meab Efendimiz hazretleri +zirde muharrer nutk-ı hümayun ile mukabele ve nesayihde +bulunmuşlardır: +“Tebrikatınızdan memnun oldum. Sene-i cedideyi ben +de cümlenize tebrik ederim. İnşaallah bu sal-i ferhunde-fal +memleket ü millet için badi-i saadet olur. Maksadım selamet +ü saadet-i hal-i vatandır. Bunun için cümlenin müttefikan +sarf-ı mesai eylemesini arzu ederim. Şu aralık mevcud olan +mesrur olmak emelindeyim. Cümleniz ashab-ı fazl ü kemalattansınız. +Devam-ı muvaffakiyyetiniz ehass-ı amalimdir. +Böyle münasebat-ı müteyemmine ile pek çok defalar görüşmeye +muvaffakiyetimizi Cenab-ı Hak’dan temenni ederim.” +Umum a’za-yı Meclis-i Meb’usan namına Reis Ahmed +Rıza Bey tarafından arz olunan tebrikata cevaben de: +“Pek mahzuz oldum. Bütün rüfekanızın vifak ve hüsn-i +amiziş ile ifa-yı vazife eylemelerini istiyorum. Buna siz de +bezl-i himmet ediniz” buyurmuşlar ve bu sırada A’yan Reisi +Gazi Muhtar Paşa hazretlerine tevcih-i hitabla: “Bit-tabi’ +Hey’et-i A’yan’ca da bu yolda sarf-ı mesai edilir” cümlesini +de ilave eylemişlerdir. +Hindistan’da kain Kalküta’dan varid olan telgrafdır: +Alem-i İslamiyyet ihtilafat-ı dahiliyyeyi terk ile Darü’lİslam’ın +muhafazasını Makam-ı Hilafet-i uzmadan bekliyorlar. +Miting halinde bulunan bura müslümanları sizin haberlerinizi +hacalet-i amika ile alarak pek müteessir ve mükedder +oluyorlar ve heyecandadırlar. +Huda ve Resulü aşkına vatanperverlik namına ihtilafattan +feragat ederek Hilafet-i İslamiyye’yi felaketten vikaye +etmenizi ve Darü’l-İslam’ı düşmana çiğnetmemenizi rica ediyorlar. +Kanunievvel +Arif Zehraverdi +Tebriz’deki “Encümen-i Eyalet” tarafından Dersaadet’de +“Encümen-i Saadet” hey’etine keşide olunan telgrafnamedir: +Zilhicce’nin yirmi dokuzuncu günü Tebriz’deki Rusya +asakiri kasaba dahiline hücum ile emakin-i emiriyyeyi zabtettikten +maada mektep çocuklarıyla gücü kuvveti olmayan +amel-mande adamların katline tasaddi ve şehirdeki dükkanları +yağma etmeye mübaderet eylemişlerdir. Ahali badi-i +emirde ihtiyar-ı sükut ederek i’tidal-i demlerini muhafaza +etmek istemişlerse de ahiren Rusların tevali eden zulm ü +vahşetleri üzerine müdafaa ederek bunları emakin-i emiriyyeden +tarda muvaffak olmuşlardır. +Muharrem’in ibtidasında Ruslar ikamet etmekte oldukları +“Bağ”dan kasabayı bombardıman etmeye başlayarak +an be-an ahalinin heyecanını tahrik ve tezyide sebebiyet +vermişlerdir. Yevm-i mezkurda Tahran’dan alınan emr-i telgrafi +mucebince ahali mütarekeye teşebbüsle müdafaadan +sarf-ı nazar eyledikleri halde maatteessüf Ruslar tecavüz ve +taaddilerinden vazgeçmeyip bombardımana devam eylemişlerdir. +Bundan başka Rus asakiri kendi konsülatoları civarında +tecemmu’ ederek gelen geçen çoluk çocuk ihtiyar +erkek ve kadınlara kurşun atmışlar ve pek çok bi-günahın +canına kıymışlardır. +Ayn-ı zamanda da yaralanmış olan kadınları esir +edip götürdükten maada bil-iltizam bir çok mescid-i şerif ile +ahalinin konaklarını tahrib ü ihrak etmişlerdir. +Muharrem’in ikisinde ahali sükun ü i’tidale mütemayil +oldukları halde yine Ruslar vahşetlerinden bir türlü vazgeçmeyerek +pek çok ma’sum kadın ve çocukların kanına girmişler +ve külli mikdarda ebniye vü emakini kasden yakmışlardır. +Eğer Ruslar yarın da harekat-ı gayr-ı meşrua ve hunrizanelerine +devam edecek olurlarsa her halde biz; Tebriz +ahalisi umumen müdafaaya mecbur oluruz. Kendi mazlumiyetimizle +hukūk-ı meşruamızın müdafaasına Ruslar tarafından +mecbur edildiğimizi umum matbuat ile cihan-ı medeniyete +hukūkiyye ve muamelat-ı cariye-i insaniyye hilafında ika’ +eyledikleri mezalimi protesto ile bütün alemin enzar-ı dikkat-i +bi-tarafanelerini mazlumiyet ve mağduriyetimize celb ü +da’vet eyleriz. +Bingazi’ye gitmek üzere Selanik’den hareket edip Mısır’a +uğrayan Hilal-i Ahmer Hey’eti’nin bu vatan toprağındaki +Rumeli refikimizde münderic bulunan hususi bir mektuptan +Mısır’daki tezahürat-ı dindarane ve vatanperveraneye aid şu +birkaç fıkrayı bütün müslümanları yek-dest-i vifak ü ittihad +görmek isteyen ihvan-ı dinin nazargah-ı iftiharlarına arzediyoruz: +“İskenderiye’ye muvasalatımızda masruf olan mesai ve +himemat-ı vatanperverane sayesinde hemen her şeyimizi +hazır bulduk. Her tarafdan teshilat-ı fevkaladeye mazhar +ediliyoruz. Havayicin tedariki hususunda şimdiye kadar en +ufak bir müşkilat bile görmedik. Savb-ı maksudumuza müteveccihen +hareket etmek niyetindeyiz. Lehü’l-hamd her +şeyimiz tam ve mükemmeldir. Evvelce verilen yüz elli İngiliz +lirasına ilaveten telgrafla iş’ar edilmiş olduğu vechile Prenses +Emine Hanımefendi hazretleri tarafından beş yüz İngiliz +lirası daha teberru’ olunmuştur. +Mısır Hilal-i Ahmer Hey’eti de Teşrinisani’nin yirmi sekizinci +günü Kahire’den şimendüferle İskenderiye’ye gelecek +ve kara tarikıyla Bingazi’ye hareket edeceklerdir. Gerek +Selanik’den getirdiğimiz ve gerek buradan tedarik ettiğimiz +eşya develik bir hamule teşkil edeceği cihetle şimdiden +mikdar-ı kafi deve tedarik edilmiştir. Hey’et mensubini için +de birer at mübayaa edilmiştir. +Mısırlı tüccar kardeşlerimize müracaat ettiğimiz zaman +bize o kadar fevkalade o kadar na-kabil-i tasvir hüsn-i kabuller +gösteriyorlardı ki.. Biz kendilerine teşekkür etmek bu +hüsn-i kabullerin kalbimizde hasıl ettiği minnetdarlıkları +mümkün mertebe izhar eylemek isterken onlar: “Hayır diyorlardı +teşekküre hacet yok. Biz teşekküre şayan bir şey +yapmıyor ancak vazife-i vataniyyemizi ifa ediyoruz. Emin +olunuz ki her ne yapabiliyorsak onların hepsi bizim vacibat-ı +diniyyemizden vezaif-i uhuvvetimizdendir. Eğer size düşmanla +çarpışan vatandaşlarımızın imdadına koşan kardeşlerimize +bir muavenette bulunuyorsak bu uğurda her suretle +muavenette bulunmanın bütün İslamların borcu olduğunu +takdir ettiğimizdendir” +* * * +Mısır’da münteşir el-Liva ’ refik-i muhteremimize İbrahim +Casir imzasıyla yazılıyor: +Müslümanlar ile Hindular bil-ittifak bir ictima’-ı umumi +akd etmişlerdir. Bu ictima’larda her iki tarafdan müessir +nutuklar irad edilerek hararetli alkışlarla tezahürat-ı şedide +hazırunu bilhassa etibbayı Trablus’un müdafaasına bu hususda +teberruatta bulunmaya teşvik etmişlerdir. Natıka-perdaz +beş bin urubiye ile bab-ı teberruu küşad etmiş cemaatin +bir çoğu bu eser-i hamiyyete ittiba’ ederek pek büyük +meblağ toplanmış ve bir tarafdan da iane yazılmaya devam +edilmekte bulunmuştur. +temiin bu tezarüratı Hind ailelerinin memalik-i Osmaniyyede +esna-yı seyahatlerinde gördükleri ikram ve misafirperverliğe +ve Osmanlılardan müşahade ettikleri mekarim-i ahlak +ve asar-ı sekinet ve vakara karşı bir vecibe gibi telakkī ettiklerini +beyan ile ihticac etmişler ve Avrupa’da bulundukları +müddetce bunun aksine olarak Avrupalıların cefa ve tahkīrine +kaba muamelelerine tesadüf ettiklerini ilave etmişlerdir. +“Buna binaen biz Hindular Devlet-i Osmaniyye’ye temalüyü +bir emr-i vacib görüyoruz İtalya’nın Devlet-i Osmaniyye’ye +karşı i’lan ettiği harbi bir harb-i dini gibi değil şark +ve garb nokta-i nazarından telakkī ediyoruz biz şarklı +kardeşlerimize karşı vecaib-i uhuvveti eda etmekle muahaze +edilemeyiz. Çünkü şarkın şerefi selameti Devlet-i Osmaniyye’nin +şeref ve selametine merbuttur. Maazallah bu devlet +bir kere sukūt ederse veyl ehl-i şarka! Bu işte yalnız müslümanlar +değil bütün şark alakadardır. +Şübhesiz ki İtalya’nın bu tecavüz-i vahşetkaranesi haybet +ve hüsran ile neticelenecek umur-ı maliyyesi muhtell +olacak ateş-i ihtiyac içinde kavrulacak azgınlığın cezasını +pek acı bir surette çekecektir. +Kalküta’da bütün amele bir haftalık maaşlarını Devlet-i +Osmaniyye’ye harbde duçar-ı müzayaka olanlara teberru’ +etmişlerdir. Müteberriinin adedi müslüman ve Hindulardan +binlercedir. Bunlardan kiminin maaşı yüz kiminin bindir. +Müslümanlar “Encümen-i İslam en-Nadi”de ictima’ ile +mecruhin için cem’-i ianata medar olacak bir teşebbüsde +bulunmuşlar; bu suretle de mühim bir meblağın te’minine +muvaffak olmuşlardır. +Her Cum’a namazından evvel cemaate ecza-yı şerife-i +Kur’an iyye tevzi’ olunuyor. +Bu ali himmetler; şübhesiz ehl-i İslam’ın muhassala-i şehamet +ü hamiyeti ise de Hinduların da bu hususda Devlet-i +Osmaniyye’ye karşı ibraz ettikleri hissiyat-ı meveddet-karanenin +ve bütün şarklı kardeşlerine karşı hissettikleri rabıta-i +uhuvvetin zikr-i cemili ile kendilerine bütün ihvan-ı şark namına +eda-yı şükr etmek lazımdır. +Şair-i muhterem Mehmed Akif Beyefendi’nin Müslümanlık-Osmanlılık +alemini tasvir eden bu ünvanlı mühim ve +uzun bir şi’iri gelecek nüshamıza derc edilecektir. +Sıratımüstakīm ’in evvelki hafta intişar eden numaralı +nüshasında “İ’dad-ı Kuvvet” ser-namesi altında Sivas’da +Selim Efendizade Mustafa Takī Efendi imzasıyla bir makale +gördüm. İki seneden ziyadedir bu mühim bahse –adeta– +hasr-ı vicdan ü idrak etmiş olduğum cihetle bit-tabi’ fazlaca +nazar-ı dikkatimi celb etti. +“Acaba bu makale beni mevki’-i suale çekiyor mu?” diye +bir hiss-i tecessüskarane ile okudum. Evet: Hiss-i kable’lvukūum +beni aldatmadığını isbat etti. Yolculuk haline ve +hususiyle bütün mevcudiyetimi ezmekte olan muğlak müşkilü’l-iktıham +bir vazife-i resmiyyenin ağırlığına rağmen +Mustafa Takī Efendi kardeşime cevap vermek için gam-alud +bir gecenin birkaç saatlik hayat-ı sükununu feda ettim. +Evvela makalede sezavar-ı şükran bir hakīkat var ki o +da mu’terizler miyanında Takī Efendi’nin mümtaz ve müstesna +bir mevki’-i bi-tarafide bulunmasıdır. +Takī Efendi saf bir vicdana selim bir kalbe ma’sum bir +ruha malik olduğunu gösteriyor. Binaenaleyh münazara işte +bu gibi hakk u hakīkati kabule müheyya zevat ile her vakit +mümkün olabilir. +Bugün alem-i İslam; şüheda kanlarından biçilmiş matem +libası ile cihan-ı medeniyete ? yeni bir endam-ı felaket +arzediyor. On iki milyonluk Fas Saltanat-ı Arabiyyesi Fransa’nın +şikar-ı hırsı oluyor; on milyonluk İran Hükumet-i İslamiyyesi +Rusya ve İngiltere’nin kahhar pençeleriyle iki parça +edilerek kanlar ateşler içinde can veriyor. +Ortada istiklal-i Hilafet-i İslamiyye’nin son istinadgahı +olmak üzere yalnız Türk Devlet-i İslamiyyesi kalıyor. Bu da +muhatı bulunduğu irili ufaklı düşmanları tarafından her dakīka +Tehlike günden gune ziyadeleşiyor! Adım adım yaklaşıyor! +A’da-yı din-i İslam’ın aksa-yı amali Hilafet-i Mukaddese-i +manlı Devleti’ni mahvetmektir. Fas İran buna birer mukaddimedir +netice İstanbul’da livaü’l-hamd-i Muhammedi’de +Ayasofya kubbesi üstünde! +söylüyor. +Şimdi sadede gelelim: İ’dad-ı kuvvet emr-i celil-i Kur’anisi +vücubi ve ta’cilidir. Terki veya te’cili haramdır. Ta’cil +hal ü istikbali terhib ü tenkil ile mukayyeddir. Ehl-i imanın +zarına sarfolunacak. Hafi değildir ki a’da-yı hal ve istikbali +kahr u tenkil edecek kuvvet her halde onların kuvvetlerine +faik olmak lazım gelir. +Kur’an-ı Hakim mü’minleri –fenn-i harb ıstılahınca– +hal-i taarruziye geçmek esbabının istikmali mümkün oldukca +vaz’iyyet-i tedafüiyyede kalmalarını +cümle-i celile-i haliyyesiyle şiddetle men’ ediyor. Çünkü tedafüi +vaz’iyyet; eser-i za’fdır. Za’f ise acz ü meskenettir. AlTARIH-İ +TE’SISİ +Temmuz +Ocak +Yedinci Cild - Aded: +lah; mü’minlerin za’fına a’da-yı dine karşı acz ü meskenetine +razi değildir. +Allah bizi: +cümle-i atıfesiyle de lütfen irşad buyuruyor. +Diyor ki: İ’dad-ı kuvveti yalnız hal-i harbde bulunduğunuz +düşmanı terhib ü tenkile kasr etmeyiniz! Yarın size i’lan-ı +harbi vatanınıza tecavüz ve istilasını mümkün her düşman-ı +şevketinizi ona göre ihzara acilen çalışınız! +Şimdi bir de zekat ve haccın farz udhiye ve sadaka-i fıtrın +vacib olması şeraitını tedkīk edelim: +Kadihan +Geçen hafta esalib-i tedris hakkında bast-ı makal etmiş +kariin-i muhteremenin lutf-ı müsaadesine istinad ile bahsimizin +ane ederek şu mühim ve dakīk zemin üzerinde ilerlemeye +çalışacağız: +Esalib-i tedrisi üç nev’a irca’ ettik: Uslub-ı takriri uslub-ı +lim bizim mekteplerimizde bilhassa mekatib-i ibtidaiyyemizde +kısm-ı alisi demek olan sunuf-ı rüşdiye de dahil bu +üç uslub-ı tedrisden hangisi tatbik olunuyor? Uslub-ı takriri +mi? Hayır. Uslub-ı istifhami mi? Kat’iyyen. Uslub-ı muhtelit +mi? Asla. Yoksa hepsi birden mi tatbik olunuyor? Asla ve +kat’a. O halde; evet o halde… Maalesef i’tiraf etmek lazımdır +ki bizim mekteplerimizde ta’kīb edilen uslub için ayrı bir +ünvan bir nam-ı hususi bulmak lazım. Daha doğrusu +mekteplerimizdeki tedrisat sırasında “uslub”dan bahsetmek +bile lüzumsuzdur. Çünkü uslub namına bir şey yok. Hatta +tedris ve ta’lim kelimeleri bile hakları olan ma’nayı bulamaz. +Her halde kırık dökük ma’nasıyla tedrisatımız için bir uslub +tasavvur edilir bunu tevsim etmek lazım gelirse “uslub-ı +keyfi uslub-ı samit uslub-ı camid” yolunda bir ta’bir hali +sadakatle ifade edebilir. Bunun böyle olduğunu herkes +çocuklar muhiti içinde yaşayanlara değil biraz mutabassır +biraz habir-i ahval olanlara da müyesserdir. Çünkü bütün +neticeler meydanda: Bugün memleket haluk mütefekkir +metin bütün ma’nasıyla hür adamları ihtiyacı kadar bulamıyorsa +bunun mes’ulü mekteplerdir tarz-ı tedris ve terbiyedir. +Bugün vatan; ataletten yanlış düşünmeden hamiyetsizlikten +müşteki ise bunun mes’ulü yine mekteplerdir. +Yine tarz-ı tedris ve terbiyedir. Bugün müslümanlar akaid-i +liğin şüyuundan korkuyorsa bunun bar-ı mes’uliyyeti yine +mekteplere bilhassa medreselere yine tarz-ı tedris ve terbiyeye +raci’dir. Maarifsizlik bu hususda derece-i taliyyede +kalır. Çünkü bizim erbab-ı maarifimizin ekseriyeti de hasail-i +matlubeyi cami’ olamıyorlar. Onlar da türlü türlü şikayetlere +ma’ruz oluyorlar tam bir “insan” olamıyorlar. Olabilenler +de “muhit”in zebunu kalarak nasa nef’leri dokunamıyor; o +halde “hayru’n-nas” lakabına da izhar-ı kifayet edemiyorlar. +* * * +Mekteplerimizdeki üslub-ı tedrisin ancak “samit camid” +gibi evsaf-ı meyyite ile tavsif edilebileceğini söyledik. Akaid +derslerini olsun bundan istisna edemez miyiz? Hayır maalesef +bu mühim dersde bu sıfatların kuvvet-i ma’nasını; taz’if +bile etmek lazım. Denilebilir ki akaid tedrisatı bütün tedrisatın +en düşkünüdür. Çünkü en üslubsuzudur. +Çocuklara “uluhiyet” “nübüvvet” “me’ad” fikirlerini ki +–bunlar zarurat-ı diniyedendir diyoruz– acaba nasıl telkīn ediyoruz? +Hayır nasıl telkīn ediyoruz diyemeyiz; çünkü ettiğimiz +yok fakat çocuklarımızda bu fikirler nasıl hasıl oluyor +bu yoldaki intibaat-ı fikriyyenin derece-i kuvveti nedir? Diyelim +bu efkar-ı mukaddeseyi biz çocuklara bir “akīde” gibi +telkīn ve onların ihtiyac-ı istidlallerini tatmin değil fakat +birer “an’ane” gibi nakl ü hikaye ediyoruz. Çocuklarımıza +ulum-ı diniyye okutan hocalarımızın onların hane-i ebeveynden +getirdikleri efkar-ı i’tikadiyye-i taklidiyye üzerine +mesmuat üzerine hiçbir şey zammettiklerini iddia edebilir +miyiz? Akaid hocalarımız acaba çocukların “Allah nasıldır? +Niçin Allah var? Gözle görülemeyen mevcud olur +mu?” yahud “Peygamber ne demek biz niçin peygamber +olmuyoruz? Peygamber olmasa insan aklıyla onun söylediği +şeyleri bula[ma]z mı?” gibi sualler sormalarına meydan bırakıyorlar +mı? Yoksa zavallı çocuklar hocalarının söylediklerine +–hayır söylediklerine değil çünkü bazen belki de ekseriya +hocalar da samittir– kitablarında ezber ettikleri elfazın +saltanat-ı camidanesine korkunun ilka ettiği riya ile muti’ u +münkad mı kalıyorlar? Netice; ikinci şıkkın vukū’ bulmakta +olduğunu tasdik ediyor. Halbuki çocukların o yolda hatta +daha serbest daha çocukca sualler sormaları en tabii ve +hocayı en memnun edecek bir haldir. İşte çocukların bu +yolda sualler sormalarına meydan bırakarak hatta derse çocuklara +bir zemin-i sual ihzar ederekten başlamakladır ki biz +çocuklarımızın dimağına kalbine akaid-i mukaddese-i İslamiyyenin +çocukların –ne kadar serbest ne kadar hissiyata renc-bahş +olursa olsun– suallerini gayet tabii bulacak ve bunu lazımü’t-tatmin +bir ihtiyac gibi telakkī edecek kabiliyette hocalarımız +olsun.. “Üslub-ı istifhami”yi veya uslub-ı muhteliti +kemal-i muvaffakiyetle tatbik edebilsin. +Çocuklarda kuvve-i tecridiyye Abstraction henüz hal-i +vetli bir tecrid ile idrak edilecek olan meaniyi telkīn etmek +pek kolay değildir. Onlara efkar-ı mücerredeyi telkīn için efkar-ı +maddiyyeden istiane edilir. Filhakīka çocuklar efkar-ı +maddiyyeyi daha kolay hazm edebilirler. Mesela onlarda +“aded” fikrini hasıl etmek için ellerine sayılacak maddi şeyler +verirler. Çocuk “Allah” kelime-i mukaddesesini öğrenince +o sair kelimeler gibi bunun da medlulünü haricde arar; +bu araştırma çocuğa o kadar sualler ihzar eder ki.. Muallim; +menzile-i kabiliyyetine indirerek– verirse vazifesini ifa etmiş +olur. Yoksa böyle fıtri o halde şübhesiz nafi’ olan sualleri +bir latme-i istihza veya istihfaf ile kesmeye yahud “onlara +aklın ermez öyle şeyleri sakın bir daha sorma” diye kendi +hiss-i ataletini memnun fakat çocuğun zevk-i istifhamını +mahzun edecek sözlerle değil. Çocuğun; maddiyatı havassin +verdiği ilmi kolaylıkla idrak edebildiğini anlamak için +kendi devr-i sabavetimize irca’-ı nazar etmek kafi geleceği +gibi –ben çocukluğumda - yaşlarımda gökte Allah aradığımı +hatırlıyorum– insaniyetin devr-i sabaveti demek olan +kurun-ı kadime insanlarının mu’tekadat-ı evsan-perestanesi +de bize bu yolda bir delil olabilir. Zamanımızda bile bulunan +tabiatperestler maddeperestler birer tıfl-ı beşeriyyet +demek değil midir? +Çocuklara Cenab-ı Hakk’ın sıfat-ı zatiyye ve sübutiyyesi +bazen ta’rifleri de beraber olmak üzere ezber ettirilir. Fakat +biraz zaman geçsin ezber ettikleri elfaz ile beraber ifade ettikleri +ma’nalar –eğer anlatıldıysa– hafızalarından silinsin; +şimdi çocuğa bunları sorunuz. Bir şeyler yok. Fakat mesela: +“Cenab-ı Hak diri midir bizim gibi sever sevilir mi o da +böyle bir yerde oturur mu görür mü?” yolunda sualler tertib +ediniz; çocuk gayr-ı muntazar bir sadme-i fikriyyeye uğradığını +hutut-ı vechiyyesiyle size ifadeden sonra elfazdan +yerek size cevaplar vermeye başlar. Bazen isabet eder bazen +da cevap vermemiş olmaktan korkarak bir kaçamak yolu +arar. İsabet ettiği cevapları mahfuzat-ı mükellefesine kavalib-i +elfaza değil fakat daha ziyade aile muhitinden muhaverattan +zihnine intıba’ ediveren bilgiye medyundur. +Çocuklar; hesab derslerinden olduğu kadar niçin akaid +derslerinden de ürkmezler? Çünkü çocuk birincide müfekkireye +arz-ı iftikar eder. İkincide ise müfekkirenin vazifesi; +birinciden hiç de aşağı kalmamakla beraber maatteessüf bu +dersde müfekkirenin kemal-i iştiyakla ifasına hazırlandığı +vazifesi ta’til edilmiş o vazife hem de gayr-ı tabii bir surette +hafızaya tahmil edilmiştir. Çocuk bir çok peygamber isimlerinin +hafızıdır. Fakat “Çocuğum peygamber ne demek?” +deyiniz. Zekileri hafızaları kuvvetli olanları size “Cenab-ı +Hakk’ın insanları ıslah etmek için irsal ettiği büyük kimselerdir” +yolunda bir cevap verebilir. Sualinizde biraz daha +lek ne demek şimdi neden peygamber yok?..” deyiniz. +Çocuğu büsbütün şaşırtırsınız. Çünkü onun zihninde böyle +sualler doğarken öldürülmüş bu yolda suallerine ne fırsat +ne de cevaz verilmiştir. Çocuk da hocasına fart-ı hürmetinden +cevapsız kalacağına iman ederek bir daha böyle şeyleri hatırına +ne getirir ne de bir gün böyle bir suale ma’ruz kalacağına +gider. Kimse öyle bir şey sormaz. Kendisi öyle bir cesarette +bulunacak olursa hemen tehdid-i ma’lum ile susdurulur. Fakat +vakta ki kuva-yı akliyye; kesb-i inbisat eder ihtiyac-i +teyakkun ve itmi’nan başgösterir “şahsiyet” neşv ü nema +bulur serbesti-i tefekkür taklide i’lan-ı harb eder. İşte o zaman +bütün tehlikeler başgösterir şekk ile yakīn arasında fünunun +şive-i fitnekarı da şekkin tarafını tutarak bir muharebedir +başlar. Üslub-ı tedris ve terbiyenin kıymeti de bu +zaman kendini gösterir. Kuvvetli bir terbiye-i diniyye bir +yenin galibi muhakkak “din ve hidayet”dir. Aksi takdirde ise +muzaffer olacak “dalal”dir. +Daha bir mazi-i karibde çocuğunun Allah din hakkında +olur olmaz cevap verilemeyecek suallerle kendini iz’ac ettiğinden +nihayet haşlamaya mecbur olduğundan bahseden +bir pederle görüştüm. Anadolu köylerinden birinde bulunduğum +arabanın etrafına toplanan köylü çocuklarından yaşlarında +biri hocalarından Maksud okuduğunu naklederken +“Peygamberimizin ismi nedir?” sualime cevap +veremiyordu. Halbuki o nam-ı mübarek daha Maksud ’un +ba çocuk ma’na-yı maksudu peygamber lügatinden başka +bir lügatle mi anlıyordu? Halbuki “peygamber” bizde en şayiu’l-isti’mal +bir kelimedir. Bu böyle değildi. Bütün bunlar +bütün netayic-i hazıra tuttuğumuz tarik-ı tedrisin sekametini +gösteren delail-i hissiyyedir. +gibi mütekamil dimağların +bile huzur-ı azametinde ser-füru-bürde-i acz olacağını +mesail-i hıred-fersadan bahsedilmesini kasd ettiğimiz sakın +hatırlara bile gelmesin. Bu maksadamızın bütün bütün muhalifidir. +Arzetmek istediğimiz çocukların suallerinden kabil-i +hal olanları seviye-i idraklerine göre halletmek olmayanları +da yine cevapsız bırakmayarak sorduğu şeyin büyüklerce +bile kabil-i idrak olmadığına üslub-ı tekşifi ile çocukta +kanaat hasıl etmektir. +Hasılı akaid tedrisatında hiç elverişli ve semeredar olmayan +“üslub-ı takriri”yi yahud daha fenası olan “anlamadan +ezber ettirme” üslubunu terk ile üslub-ı istifhami ve +muhtelite müracaat etmelidir. Vakıa bu üslublar; bazı muallimler +allim çocuklara kitablarından bir iki sahife ders göstererek +onlara ezber ettirmekle kolaycacık ders saatini geçirmiş olamayacak.. +Üslub-ı istifhami ve muhteliti ta’kīb için lazım gelen +bütün evsaf ile muttasıf olmakla beraber evvelki atalet-i +camidane yerine artık dershanede kendini gösteren hayat +ve hareketi idare lazım gelecek bunları göze almayanlar; +muallim[li]ğin de semtine uğramayarak kendilerini günahdan +çocukların kabiliyat-ı ma’neviyyesini akametten korumak +lüzumunu olsun idrak etmelidirler. Düşünelim ki üslub-ı +yolda devam etmekle kanun-ı münif-i ilahiden inhiraf etmiş +çıkmaz yola sapmış oluyoruz. Akaidin ruhu olan “yakīn”a +nail olmak için mutlaka babü’ş-şekten geçmek lazım geliyor. +Şekk; daman-ı yakīndir. Din-i fıtri-i İslam’ın medhali olan +kelime-i şehadet bile “nefy” ile başlamıyor mu?.. Biz; +“şekk”den değil beytü’l-ankebut gibi daima urza-i zeval +olan taklid-i amiyaneden ürkmeliyiz. Şu: +hikmetinden tegafül ederek bu mes’elede kalbin hissiyatın +mevki’-i mühimmini istihfaf ettiğimiz anlaşılmasın. Hissiyatın +da en savab esalib-i terbiyye dairesinde tehzib olunması +“akl-ı zi-cidal” ile “kalb-i selim” arasında tevazün hasıl +olması; pek ziyade şayan-ı nazar u i’tinadır. +Hamiş– “Tedrisat-ı diniyye” ünvanıyla geçen hafta Sıratımüstakīm +’de neşredilen bendin muharrir-i muhteremi +üslub bahsinin bu mes’elede derece-i kıymet ü ehemmiyetine +cerr-i kelam buyurmuşlar. Tünel’in işletilmesine +aid bir macera ile temsilen üslubu bu hususda derece-i taliyede +görmek istemişler. Biz ise üslub-ı tedrisi her nevi’ tedrisat +gibi tedrisat-ı diniyye için de bir medhal-i tabii addederiz. +Tünel teşbihine gelince: Tünel arabalarının üslub-ı +cerr u tahrikini bizde bilenler olmadığı için bu işten biz cahiller +mahrum kalarak tekrar alimler müstefid olmuş. Hadi +tünelde böyle olsun pek mümkün pek kabil iken tünelin +üslub-ı idaresini öğrenmeye kalkamayalım da cehalet belası +olarak yine başkalarına kaptıralım. Fakat mekteplerimizde +mi böyle olsun? Üslub-ı tedris bilmiyoruz. Mademki bilmiyoruz +öğrenmeyelim... Ya ne yapalım; tünelde yaptığımız +gibi bu işi de bilenlere tevdi’ edelim yani akaid-i diniyyemizi +de başkalarından ecanibden öğrenelim mi diyelim? +Maksadımız muharrir-i muhteremi; tahtıe değil. Maksadları; +üslub-şinasi adamlarımız olmadığını anlatmak olduğunu +biliyoruz. Fakat böyle adamlar yoksa bu adamları yetiştirmek +eldeki muallimlere ta’lim etmek imkansız bir şey. +Onun için üslubun bu mes’elede mukaddime-i tabiiyye olduğunu +tekrar ederiz. Ve illa tünel; bizi pek karanlık yollardan +sürükler gider. +Atalardan kalma eskilerden gelme birtakım ince ve süzülmüş +sözler.. Döğüle döğüle döğme “dövme” olmuş.. Çekiç +gibi ezici örs gibi dayangan.. +Bazısı ana südü gibi tatlı bazısı baba öğüdü gibi acı.. +Fakat hepsi şifalı hepsi vefalı… Bazısı kalıbdan çıkmış örnek +bazısı örnek çıkaran kalıb.. Bazısı kaideden doğmuş +misal bazısı misal doğuran kaide. Fakat hepsi kar hepsi faide… +Ağırınca altına tartılmak yakışan bu değerli sözlere ne +derler? Bazılar “atalar sözü” der. Fakat bu sonradan bir şeydir.. +bakılarak yakıştırılmış.. Yoksa herkes bilir ki bunların herkesce +bilinen ve beğenilen adı “darb-ı mesel”dir. “Durub-ı +emsal”dir. +“Darb-ı mesel”.. “Durub-ı emsal”.. Ma’lum Arabca’dan +alınmış şeyler.. Acaba Arablar böyle mi demiş? Kur’an ’da +“Allah mesel darb etti” ve “emsal darb eder” suretinde geldiğine +bakılırsa Arabca’da bu takım sözlerin adına terkib +halinde “darb-ı mesel” ve “durub-ı emsal” denmemiş sadece +“mesel” denmiş. +Arabca’da sadece “mesel” denmiş iken bizim böyle +terkible “darb-ı mesel” ve “durub-ı emsal” dememiz neden? +Acaba bunun sebebi hikmeti ne? Bunu aramalıyız. +Bir şey için tek ve basit bir ta’bir bulunamayıp da… +Çaresiz çatallı ve mürekkeb bir ta’bire hacet görüldüğü vakit +eldeki tek ve basit kelimenin yanına katılmak için yakışık +alacak kelimeler aranır tutacak noktalar ve münasebetler +bulunmaya gayret edilir. Nitekim bütün mürekkeb ta’birler +böyle böyle aranarak bulunmuştur. Mesela “at sineği”nin +“sivri sinek”in tek bir kelimeden ibaret adları yok.. Bunlar +da birer sinek sinekten birer nevi’.. Birinde bir incelik bir +sivrilik var.. Öbürü at ile yaşıyor. Bu münasebetleri gözeterek +birine “at sineği” öbürüne “sivri sinek” demişler. Bunlar +gibi böyle ekleme ile meydana gelen mürekkeb ta’birler +bazen kaynaşır da tek kelime imiş gibi yeni bir şekil alır o +zaman evvelce düşünülmüş münasebetler unutulur gider. +Mesela “onbaşı” ve “südlac” kelimeleri. Asıllarında “onbaşı” +ve “südlü-aş” iken sonradan bu hale girmişler. Bu +Türkçe’de böyle olduğu gibi Türkçe’nin istifade ettiği Arabi’de +ve Farisi’de ve başka dillerde de böyledir. Mesela +“arz” ve “bahr” kelimeleri istenilen ma’naları eda edebilmek +sas hatırda tutulacak bir esasdır. +Bu esası anladıktan sonra yine düşünelim.. Fakat en evvel +görüyoruz ki Arabca’da bunun adı tek kelime ile sadece +“mesel”dir terkib halinde “darb-ı mesel” değildir. O halde +bu kısa ve basit ta’bir yerine niçin çatallı ve mürekkeb bir +ta’bir koymuşlar? Burada yine eski suale dönmüş oluyoruz. +Gördük ki bunun bir sebebi bir hikmeti yoktur. Bunu geçelim +de haydi “mesel” ta’biri eksik gelmiş maksadı tam +anlatamamış diyelim o halde yapılacak terkibde temel yerini +tutacak kelime yine bu kelime olabilirdi ve bunun eksiğini +tamamlayacak mütemmim kelime de Arabi ve Farisi +terkibler kaidesince o ana kelimeden sonra gelmek icab +ederdi. Yani terkib “mesel-i darb” şeklinde veyahud “mesel-i +madrub” halinde olurdu. Öyle olmamış da mütemmim +kelime ana kelimenin üstüne çıkmış. Bunun sebebi hikmeti +ne? Eski sual yine önümüze çıktı. +Bu noktada eski kavaidciler ağzıyla söz söylersek deriz +ki.. “Darb-ı mesel” bir terkibdir.. Terkibi teşkil eden cüz’lerin +“Darb” muzaf “mesel” muzafun-ileyh. Bu halde “darb” kelimesi +ya masdar ma’nasındadır ya bundan yapma isim +ma’nasındadır. Bunun sıfat ma’nasında yani “masdar bima’na +mef’ul” veya “masdar bi-ma’na fail” olması mümkün +değildir. Çünkü öyle olsa yani “darb” masdarı “madrub” +veya “darib” yerinde gelmiş farz edilebilse terkib “terkib-i +tavsifi” olup dediğimiz gibi “mesel-i darb” suretinde +bulunmak ve “mesel-i madrub” veya “mesel-i darib” ma’nasında +olmak lazım gelir. Nitekim bu te’vile uyan –”ecel-i +makzi” ma’nasına– “ecel-i kaza” ve –”recül-i adil” ma’nasına +“recül-i adl” ta’birlerinde hal böyledir. +“Darb” kelimesi bu vech ile masdar ve isim ma’nasına +olunca “masdarın mef’ulüne izafeti” dediklerine uygun bir +halde kendi mef’ulüne muzaf olmuş olur ve “meseli darb” +ma’nasına gelir. Bu da daha açık ifade ile meseli darb etmek +darb etme darb ediş ve atalar sözünü yerinde söylemek +söyleme söyleyiş demek yerini tutar. +Böylece masdar ma’nasında kalmış veya kalmamış +masdar kelimelerle isim halinde kelimelerin bu türlü terkibde +birleştirilmesi dilimizde pek ileri götürülmüş bir iştir. +Bunun “tul-i emel hüsn-i amel istirahat-i kalb ferağ-ı bal +huzur-ı hatır ıslah-ı nefs tebdil-i heva tezkiye-i nefs terfi’-i +rütbe istinaf-ı da’va iade-i i’tibar icma’-ı ümmet rü’yet-i +hilal idare-i maslahat ilmü’l-arz tarzında iki tarafı müfred +olanları bulunduğu gibi “tahrir-i nüfus teşkil-i mehakim +tezkiye-i şuhud tercih-i beyyinat tedavül-i eydi tesviye-i +umur ihtilaf-ı eşkal teşettüt-i ara” suretinde birinci cüz’ü +müfred ve diğer cüz’ü cemi’ olanları da var. Birinci cüz’ün +masdar ma’nası tamamen kalkıp isim ma’nası kaldığı yani +birinci cüz’de cemi’ ma’nasına isti’dad hasıl olduğu vakit +“teracim-i ahval hukūk-ı düvel tebeddülat-ı efkar teakubat-ı +dühur u a’sar ihtilafat-ı eşkal ü süver” şeklinde iki tarafı +cemi’ misaller de eksik değil. Bunlardan biraz farklı olarak +“hasbihal arzuhal” terkiblerinden ibaret iki ta’bir ise +oldukca kaynaşmış sarışmış bir parçalık haline yaklaşmış. +Geçen mülahazaları hatırda tutarak sıra sıra dizilen misallere +dikkatle bakalım.. Bunlarda cüz’ler ayrı ayrı duruyor… +Her cüz’ün ma’nadaki payı açık açık görünüyor. +Bunların icabında bir tarafı veya iki tarafı cemi’ haline de +konabilirse de hepsinde de terkib suretinde birleştirilmenin +muvakkat bir iş olduğu bu iş bitince her kelimenin başı boş +kalıp beğendiği yere gittiği pek belli. Bunların hiç birinde bir +şeye damga gibi ad olmak hali yok. “Darb-ı mesel” terkibi +“hasbihal” ile “arzuhal” ta’birlerine yazılışta da benzeyememiş. +Benzese bile “atalar sözü”nü ifade etmekte “darb”ın +ma’nada hakkı ve alakası yok iken bu cüz’ün de cem’ edilmesi +yoluna gidilmesi fazladır. “Tercüme-i hal” terkibinde +“durub-ı emsal” buna kat’iyyen benzemez. +Şu “kırık” mütalaaları daha da uzatmak mümkündür ne +kadar uzatılırsa “darb-ı mesel” ta’birinin böyle sapı da yanında +olarak “atalar sözü” ma’nasına gelmesi o kadar sarsılıp +gevşer. +Gah kendi aklımıza göre gah kavaidciler hesabına yaptığımız +şu didikleyişler üzerine anlıyoruz ki mesellerimizin +let etmişler de bunun kullanışına yarayan ve meseli yerinde +Guya ki ağacı dalıyla budağıyla yapıya yerleştirmişler. +Bu neye benzer? Yeni aya “hilal” ve görmek yerinde +“rü’yet” dendiğine bakarak.. İhtimal daha süslü olsun diyerek.. +Yeni ayın adına “hilal” yerine “rü’yet-i hilal” demeye +benzer. Bu böyle olduktan sonra “darb-ı mesel” ta’birinde +olduğu gibi “rü’yet-i hilal”in “rü’yat-ı hilalat” veya “rü’yat-ı +ehille” suretinde iki tarafının cemi’lenmesi ve kezalik “darb-ı +mesel iradı” dendiği gibi “rü’yet-i hilal görmek” suretinde +saçmalara düşülmesi çaresiz olur. Şükür Allah’a ki “rü’yet-i +hilal-i nuraniyyet-iştimal-i şehr-i Şevval” dendiği görülmüş +Bir kere bu yanlış yapılıp “darb-ı mesel” terkibi bir yanlış +ta’bir halinde dilimize girdikten ve yerleştikten sonra “durub-ı +emsal” ta’biri kendini göstermiş. Bizim şairler: +“Sözde darb-ı mesel iradına söz yok amma +Söz odur aleme senden kala bir darb-ı mesel” +Gibi söylenmeye başlamışlar. “Darb-ı mesel iradı” +darb-ı mesel darbı demekten farksız gülünç bir söz iken +buna kimseler ilişmemiş takılmamış.. Bu sakat ta’birler yerleşmiş +kökleşmiş gitmiş. Hatta koca Şinasi güzel mesellerimizi +derleyip toplayıp bir mecelle içinde millete armağan +ettiği vakit bu çürük ta’biri ihtiyar ile “Durub-ı Emsal-i Osmaniyye” +demiş… Hatta Ebü’z-Zıya bunu ilavelerle sonradan +basdığı vakit kitabın ismine ilişmemiş ilişik etmemiş. +Mesel üzerine yürüttüğü mütalaalarda da “mesel” ve “emsal” +deyip geçmiş “durub-ı emsal” dememekle beraber +“durub-ı emsal” demeyelim de dememiş. +Bir ta’birin asırlardan beri ediblerce şairlerce kullanılması +umumca kabul edilip yerleşmesi eskimesi kıdem hasıl +etmesi bundan sonra da haliyle bırakılıp bozulmaması +dim kıdemi üzere terk olunmaz mı? Hayır zarar kadim olmaz +ve zarar olan kadim kıdemi üzere terk olunmaz. Çünkü +bu ta’bir kullanılmış ise de yanlış kullanılmıştır eskimiş +ki yanlış hesab Bağdad’dan döner zarar kadim olmaz. +Hususa ki bunu “darb-ı mesel” suretinde kullanmış edibler +şairler var ise +“Böyledir Ragıb mükafat-ı amel kim fi’l-mesel +Sorsalar mağdurunu gaddar kendin gösterir” +Beytinde olduğu gibi. +“Irad-ı meselde misli yoktur” +Mısraında olduğu gibi “mesel” suretinde kullanmış edibler +ve şairler de vardır. Hususa ki “meseldir” “emsaldendir” +diyenler “darb-ı meseldir” “durub-ı emsaldendir” +diyenlerden daha çoktur. +Burada söylenebilecek bir söz daha var.. “Mesel” ta’birinin +birkaç ma’nası var.. O cümleden “örnek” ma’nası “masal” +ma’nası “atalar sözü” ma’nası.. “Darb-ı mesel” ise yalnız +ve yalnız “atalar sözü” ma’nasına kalıb olmuş. Bunun +başka ihtimallere kapıları kapalı. Bu mülahaza ile olsun +“darb-ı mesel”i alıkoymak hali üzere bırakmak münasib olmaz +mı? Vakıa bundaki maksad takdir edilecek bir maksaddır. +Fakat bu takdir edilecek maksadı takdir edilecek bir +tedbir ile te’min etmeli idi. Yoksa mesela “cami’“ kelimesinde +başka ma’nalar da var. Bunu bırakılım da başka bir şey +alalım yahud bunu “cami’-i ibadet” suretinde kullanalım +demek nasıl çiğ bir mütalaa ise mücerred “mesel”de başka +ma’nalar bulunduğu düşüncesiyle “darb-ı mesel”e düşkünlük +göstermek öyle çiğ bir mütalaadır. +görmedik öz malı mesellerimiz içinde “darb-ı mesel” gibi +“durub-ı emsal” gibi çapraz ve çaparız şeyler yoktur.. Mesellerimiz +Arabiden Farisiden lügat ve ta’bir aldığı zaman +“Sabr eden derviş murada ermiş” suretinde alıp sadelikten +ayrılmaz. Zorladıkları zaman bile ulu orta gevşemeyerek +“köres topales kabules” deyip dilin tabiatından dışarılara +çıkarak “kör-est topal-est kabul-est” demez. +Şu hallere ve mülahazalara mebni bütün dünya bu hatada +ayak direse bile.. Ben yalnız başıma dilimin izzetine ve +doğrunun haysiyyetine riayet edip “mesel” derim “meseller” +derim. Pek sıkışırsam “emsal” de derim. Fakat bir vakit +“darb-ı mesel” ve “durub-ı emsal” demem. Böyle diyenlere.. +Ne kadar da çok olsalar hata ediyorsunuz demeden +çekinmem. +dümüzde Osmanlıların seyyiatından ulum u fünun ve gerek +sanayi’-i nefisedeki tedennilerinden bir hiss-i teessür ü teessüfün +sevkiyle matbuatta ve hitabelerde pek çok tesadüf edildi. +Hiç şübhe yok ki şah-rah-ı terakkīde hatve-endaz olabilmek +şimdiye kadar ona hail olan esbab ve müessiratı +bile bilmekle daha doğrusu iktisab-ı temeddün ve +terakkī etmek mefahir-i milliyyeden ziyade nekayisi bilmek +ve bildirmekle mümkündür. Bu doğru bir nazariyedir. Fakat +asar-ı müftehire-i milliyyenin ba-husus onun en ehemmiyetlilerinin +kuşe-i nisyanda kalmasına ne tarih ne de insaniyet +razi değildir. İşte bunun içindir ki ben de Osmanlılığın asar-ı +müftehiresinden hemen unutulmuş gibi olan san’at-ı hat ile +ona tealluk eden sanayi’den bahsedeceğim. Ve zannederim +ki bununla bir vazife-i milliyye-i kadir-şinasaneyi ifa etmiş +olacağım. +Esas bahse şüru’ etmezden evvel şurasını söyleyebilirim +ki Osmanlılar sanayi’-i nefisede ulum u fünundan ziyade +behre-mend-i füyuz olmuşlardır. Sanayi’-i nefise ki bugün +şiir ve heykeltıraşlık resim mi’marlık musikī suretinde tecelli +ediyor. Bu nokta-i nazardan tedkīk edecek olursak Osmanlılar +“resim ve heykeltraşi”de –bazı ahval ü esbabdan +dolayı– nasibedar değildirler. Musikīde vukūf u iktidarları +hayli derecede ise de o da eslafımızın ağızlarından çıkmasıyla +yalnız samiinin mahfaza-i sem’-i neşvesinde iz bırakan +ve binaenaleyh ortadan gaib olan esvat-ı ahengdarı gibi +mechul ve karanlık kalmıştır. Eslafımızın musikīdeki iktidarları +tarihin kudema-yı zamanın ahbar ve rivayatı ve nesl-i +hazıra mevrus olan nağamat-ı musikīyye ile biraz taayyün +eder. +Şiir ve mi’mariye gelince: Bunlarda Osmanlıların muvaffakıyet +ve nasibeleri asarıyla müncelidir. +Vakıa; şiirin bugünkü ma’nasına göre –ki insanda hiss-i +bedi’ tevlid eden şeydir– asar-ı eslafda nadir denecek derecede +parçalara tesadüf olunuyor. Bir çok asar-ı edebiyyemiz +eş’arımız nazm u nesir mertebesinden yükselemiyor. +Vakıa biz İran edebiyatını meşk-i taklid ittihaz etmişiz İran +edebiyatının bazı aksamı ilcasıyla da asar-ı edebiyyenin ekserinde +gayr-ı samimiyyet ca’liyyet vadilerine düşmüşüz. +Fakat İran edebiyatı nasıl hassa-i şiiri haiz ise bizim edebiyatımız +da asla ondan bi-gane değildir. Mi’mari işte Osmanlılara +bir mevki’-i şeref te’min eder. Çünkü asarı hepimizin +gözü önünde. İşte Süleymaniye Sultanahmed Yeni +Cami’ Yeşil Türbe. “Sinan ve Kemal” gibi mi’marlarımız +her zaman yad-ı mazi ettikce hatıramızı okşar dururlar. Eski +çinilerimizi hep seyrettikce ruhumuzda bir inşirah duyar dururuz. +Her ne kadar bizim mi’marlarımız Yunan ve Arab +mi’marisi gibi bir hususiyet-i mümtaze ile taayyün etmiyorsa +da sanayi’-i mezkureye nisbetle derece-i muvaffakıyyetimiz +daha yüksek olduğu tezahür ediyor. İşte bu nokta-i nazardan +bizdeki mi’marlık şayan-ı takdir olduğu gibi hutut-ı +ması haysiyetiyle de ikinci derecede şayan-ı dikkat ü ehemmiyettir. +Hususan bizim burada esas mebhasimiz hutut-ı İslamiyye +ve Osmaniyye san’at-ı nefisesi olduğundan şu bahsimiz +kısmen san’at-ı nefise-i mi’mariye aid ve müteallık demektir. +Artık ruh-ı bahse şüru’ edelim: +Evvela; hutut-ı İslamiyye ve Osmaniyyenin sahaif-i tarihiyyesinden +bir nebze bahsetmek lazım geliyor. Hutut-ı İslamiyyeyi +şekl-i hazırına tebdil eden hulefa-yı Abbasiyye’den +el-Muktedir Billah’ın veziri “İbni Mukle”dir. İbni +Mukle hutut-ı İslamiyyenin zübde-i aslisi olan “sülüs nesh +ta’lik”ı şeş kalem olarak esas-ı kufiden alarak ibda’ u icad +eyledi. Kendisinden evvel İslamlar kufi yazıyı isti’mal ediyorlardı. +Bu yazı da Süryani yazısından istinsah u istinbat +olunmuş idi. Hutut-ı İslamiyyenin aslını tarih Mısır’ın “hiyeroglif” +yazılarına kadar irca’ ediyor. Bu cümleden olarak hiyeroglif +yazısını halle muvaffak olan Fransız müdekkıklarından +“Champollion” hutut-ı samiyyenin hiyeroglifden iktibas +olunduğunu serd ü ityan etmektedir. +şeklinde yazılmıştır. +büyük mucidlerinden addolunur. Kudret-i dehaetini takdir +etmek için birbirinden bir şahsiyet-i mütebarize ile mütemeyyiz +olarak ibda’ ettiği yazıları görmek tedkīk etmek kafidir. +Hutut-ı İslamiyyenin hal-i hazırdaki bir kısım eşkalinin +nokta-i tekamüle ıs’adıyla beraber diğer bir kısım eşkal-i hututun +da icadı şerefleri Osmanlılara teveccüh eder. Arabın +tebdil ve ihtira’ eylediği bu eşkal-i hutut bir tarafdan ahlafı +olan İran’a diğer tarafdan Selçuk’a dahil olmuş ise de yalnız +Acemlerde ta’lik yazısı tekamüle mazhar olabilmiştir. Arabın +medeniyetine yetişmeyen Osmanlılar işbu hutut-ı muaddele-i +dıkları gibi bırakmayarak bugüne kadar hikmet-i bedayi’ +nokta-i nazarından hutut-ı İslamiyyeye bedaat ü zarafet vererek +yazıyı bir san’at-ı nefise haline isal ve mertebe-i tekamüle +Hutut-ı İslamiyye ve Osmaniyye bugün iki mühim kısma +ayrılır: - Sülüs nesih icazet ta’lik divani siyakat rik’a +yazılarının hal-i asliler. - Sülüs ta’lik divani yazılarının celisidir. +daha mühimdir. Çünkü bu yazılar cami’ çeşme türbe ebvab-ı +‘aliyye gibi mebani-i cesime ve umumiyyeyi tezyin ettikleri +gibi celb-i enzara da başlıca sebeb olmuştur. Sonra da +yukarda söylenildiği gibi hatt-ı celi mi’marlıkla adeta terekküb +ü imtizac etmiş idi. Diğer cihetten celi hututun kısm-ı +a’zamı taş üzerine mahkuk olduğundan taş hakkaklığı gibi +bir san’atın terakkīsini te’min eyledi. Öyle taş hakkakleri +yetişmiştir ki hatt-ı celiyi tezyinatı hiç kusursuz taşa nakl ü +hak etmeye muvaffak olmuşlardır. Binaenaleyh Osmanlılarda +heykeltıraşlık yoksa ona müşabih ve hemen da muadil +bir san’at mevcud demektir. +Hatt-ı celinin devre-i kemali Sultan Mahmud Han-ı Adli +devridir. Bu devrin padişahı hatt-ı celi san’atına intisab eder. +Eslaf-ı ecdadının ekserinin ruhsuz ve hüsünsüz nişan-ı +şeklinde yazılmıştır. +hümayunlarına mukabil şahane nişan-ı hümayununu çeker +bedi’ “mucebince”ler işaret eder. Memleketin mukadderatını +pek iyi düşünen ıslahat-ı lazımeyi icraya bezl-i himmet +eyleyen müşarun-ileyh bir tarafdan da hatt-ı celi ile iştigal +eyler. Yazıların padişahı denecek derecede şahane ve san’atkarane +levhalar vücuda getirir san’atkaran-ı hututu himaye +eyler. Bu devir bu cihetten Fransa’da On Dördüncü Lui +devrine benzetilebilir. Nasıl ki o devrin muharrirleri sarayı +asar-ı umraniyyesi gibi idare-i hükumetinde de ber-intizam +olan Lui’ye imtisal etmişlerdir Sultan Mahmud devrinde de +erbab-ı san’at padişaha imtisal eylerler. Bu devirde Rakım +deha ve hünerverisiyle sülüs hatt-ı celisine asalet ü kemal +bahşeylerken Celaleddin huzur ve sükun ve daha başka türlü +nikat-ı hikemiyyeden birtakım ibdaat vücuda getirir. Diğer +tarafdan Yesari ile oğlu zuhur ederek ta’lik celisini bir +suret-i mübdianede meydan-ı san’ata rekz ederler. Evet bu +devirde hep hakīkati münceli olur. +San’atkaran-ı hutut padişahı padişah da onları temsil eyler +takdir eyler Rakım gibi zühre-i sanayi’-i nefiseye bir nakş-ı +rengin ihda eden zatı kendisine muallim nasb etmekle kalmaz +müderrislikten kadiaskerliğe kadar i’la eyler. Hülasa +bu bir yazı san’atkarlığı muhitidir. +Hatt-ı celi burc-ı ulvisinin en yüksek tabakasına vasıl +olan müşarun-ileyh Rakım Efendi merhumu epeyce teşhis +etmek lazımdır. Çünkü Rakım Efendi bir hattat derecesinde +kalmaz. Bir san’atkar-ı dahi aynı zamanda bir mühendis-i +‘alidir. Müşarun-ileyhin asarı tedkīk olunursa sülüs hatt-ı +celisine tıknazlık hareket-i mütehavvilane tenasüb tebayün +gibi dört esas vaz’ eylediği anlaşılır. Bu esasat-ı erbaa +felsefe-i sınaat nokta-i nazarından fevka’l-had haiz-i ehemmiyettir. +Evvela birinci esası nazar-ı dikkate alalım: +Hatt-ı celi yüksek yerlere hakk u ta’lik olunacağından +yazının uzağa gidince şekl-i aslisini muhafaza ve iyice görülebilmesi +lazımdır. Bunun için Rakım Efendi hurufa +“tıknazlık” vermiştir. +Saniyen: Hutut ve eşkal-i münhaniyye gözleri okşadığından +hurufda büsbütün inhinaya meyletmek yazının asalet +ve zindegisine iras-ı halel eder. Bunun içindir ki Rakım +Efendi hurufat ve şekillere bir “hareket-i mütehavvilane” +vermiştir. Bu sebebden yazıları hep zinde hurufat ve kelimatı +levhadan fırlayacak derecede heybetlidir. +Salisen: Tenasüb kaidesi ki sanayi’-i nefisede ne derece +haiz-i ehemmiyet olduğu erbab-ı tedkīkce müsellemdir. +Hatt-ı celide tenasüb kaidesini tatbik etmek Rakım için yukarıdaki +elvah-ı celiyyesinde yegane bir kusur tenasübsüzlüktür. +Rabian: Huruf ve eşkal-i hutut bir hesab-ı hendesi ile +mahdud olduğu halde hatt-ı celide yerine ve lüzumuna göre +bir harfi küçültmek veya büyültebilmek esası ki hatt-ı celide +serbesti-i san’at nazariyesini tatbik etmek demektir. Bu da +Rakım’ın felsefe-i sanayi’ nazariyatına ne derece vukūfu olduğunu +gösterir. +şeklinde yazılmıştır. +atta büyük bir muvaffakiyet göstermiştir. Namı eazım-ı san’atkaran +miyanında bakī kalacaktır. Frenkler için Mikelanj ne +unutulmasına beyan-ı teessüf etmek lazım gelirse de inşaallah +müstakbel-i kadrdan her şeyin takdir-i kıymetinde taallül +göstermeyecektir. +Ta’lik hatt-ı celisinin tekamülünü vücuda getirdikleri +yukarıda bil-münasebe zikrolunan Yesari ile oğlu Acemlerin +dar ve sık yazmalarına mukabil yazılarında şu iki noktaya +hasr-ı ehemmiyet etmişler: “Hurufatta inbisat kelimat ü +eşkalin tertib ü insicamında ferahi” +Bu iki esas hakīkaten ma’kūl ve vakıfanedir. Çünkü birinci +esasa göre eğer dar yazılmış bir celi levha küçültülürse +hal-i tabiiden külliyen inhiraf ettiği görülür. Sonra da hüsn +nokta-i nazarından dar celi ile geniş celi arasında çok fark +var. İkinci esasa göre ta’lik harfleri sülüs harfleri gibi hacmen +birbiriyle mütevazin olmadığından kelimelerin harflerin +pek sıkışık olması tenafürü mucib olur. Bunun için insicamda +ferahiyi vaz’ u te’sis etmek pek münasib ve muvafıktır. +kemal vererek Acemlerden daha ziyade muvaffak olmuşlardır. +Divani yazısının celisi ise Refia Efendi tarafından ibda’ u +makta bulunmuştur. Okunması güç olmakla beraber Osmanlıların +en süslü yazısı budur. +Şimdi bu kadar tedkīkat ile meydan-ı vuzuha çıkar ki +Osmanlılar mi’marlıkla mümtezic olmakla beraber müstakil +bir san’at-ı nefise addine seza olan hatt-ı celinin hakīkī bir +muhterii olduğu gibi hikmet-i bedayi’ nokta-i nazarından +bunu nokta-i tekamüle ve bir şekl-i ebda’ u ahsene isal etmek +şerefi de onlarda istikrar ediyor. Ve yine bununla +anlaşılır ki Osmanlılar asar-ı mi’mariyyelerini hutut-ı celiyye +vasıtasıyla bir kat daha tezyin ile beraber uyun u ezvak-ı +temaşageranı telziz etmeye muvaffak olmuşlar ve bu suretle +alem-i san’ata bir hizmet-i müftehirede bulunmuşlardır. +Artık birinci kısma nakl-i kelam edelim: Yukarıda kendisinden +bahsettiğimiz İbni Mukle’nin te’sis ü icad eylediği +nesih ve sülüs yazıları İbnü’l-Bevvab ve Yakūt Musta’sımi +taraflarından bir kat daha ıslah u tanzim olunmuş ve Osmanlılardan +Şeyhü’l-hutut Hamdullah Efendi ve Hafız Osman +taraflarından zinet-saz-ı alem-i san’at olmuş ve zirve-i +tekamüle yükseltilmiştir. Şeyh Hamdullah Efendi’nin asarı o +kadar çok ve o kadar mütecanisdir ki eğer yazısındaki o vuzuh +o şahsiyet-i mütebarize olmasa insan bu kadar çok ve +mütecanis elvahı müşarun-ileyhe nisbetinde duçar-ı tereddüd +ü hayret olur. Hafız Osman bu elvah-ı kesire ve mütecanisenin +en güzellerini seçip taklid etmek ve maamafih +kendiliğinden de bir takım ibdaat vücuda getirmek suretiyle +o şöhrete o hünerveriye nail olmuştur. Müşarun-ileyhimadan +zamanımıza gelinceye kadar sülüs ve nesih yazıları +kanun-ı tabii icabınca birtakım edvar-ı teali vü tedenni geçirmiş +ve bir çok eazım yetişmiş ise de kendileri daima mevki’-i +bülend ü müstesnalarında muhkem ü sabit kalarak eserleri +hep meşk-ı taklid ittihaz edilmekte bulunmuş ve nazar-ı +veleh ü takdir-i ahlafdan bir an geri kalmamıştır. Bu +eazım içinden Zühdiler Şekerzadeler Celaleddinler Mustafa +Evet o kalemini eslaf-ı hattatanın hareket-i ufkıyye ile +tedvir eylemelerine rağmen amudi kullanarak bir başkalıkla +muvaffak olan Zühdi o döktüğü demir hurufat ve eşkali +mürekkeb mayiiyle yapan Şekerzade mezkur iki üstadın +asarından istihsal-i feyz-ı muvaffakıyyet etmişler kaleminden +direngi-i kasvet-engiz akan Celaleddin asar-ı hattı bi +nadire-i hüsn ü letafet olan; san’at-ı hatta zevk-i selim sahibi +bulunan Mustafa İzzet de yine o iki üstadın ıktitaf-ı niam-ı +asarıyla nail-i muvaffakıyyet olmuşlardır. Maa-haza bunlar +öyle simalardır ki her birinin teşhis u tedkīki bir makaleye +sıkıştırılamaz. +Asıl ta’lik hurde ta’lik yazısı yukarıda söylenildiği vechile +Acemlerde de Türkler kadar tekamüle mazhar olmuştur. +Acemlerde Mir Aliler İmadlar namı tebcil ile anılacak san’atkarlardır. +Osmanlılarda da Yesariler Yesarizadeler bu +mevki’dedirler. Fakat Mir Ali İmad zamanen evvel oldukları +cihetle tabii Yesarilere icra-yı te’sir etmişlerdir –ki asarı da +bunu gösteriyor– Bu hususda onlara izhar-ı faikıyyet edebilirler +dahiliği yine Yesarilerde kalır. +Osmanlıların bizzat ihtira’ ettikleri yazılara gelince: +Bunlar divani celisi ve kırması da rik’a siyakat’tır. Divani +Divan-ı Hümayun Dairesi’ne münhasır olmak üzere icad ü +tur. Bunun muhterii Matrakcı Nasuh isminde biridir. Bu +yazının icadı bir lüzum bir ihtiyaca mübteni olacaktır. Padişahın +şevket ü kudretini efrad-ı ümmette tecelli ettirmek +maksadıyla evamir-i aliyye beratlar hep bununla yazıla gelmiştir. +Sinlerin uzaması kaf kolları ya mim atışları hep bir +şahinin temsiline vesile olmuştur. Yukarıda zikrolunan “divani +celis[i]” de hep yine aynı maksadla ihtira’ u isti’mal +edildiği gibi kuyudat-ı divaniyye için “divaniye kırması” +ta’bir olunan bir yazı daha vücuda getirilmiştir. +Bu yazı divani yazısındaki betaeti nazar-ı i’tibara alarak +sür’at-i tahriri istihsal maksadıyla icad olunmuşsa da bir hususiyet-i +barizeyi muhtevi olamamıştır. Bu husus işte rik’a +yazısında görülür. Rik’anın icadı alem-i ilm ü fünun için bir +hadise-i mühimmedir. Çünkü teshil ü tesri’-i kitabet nokta-i +nazarından düşünülecek olursa hiçbir şekl-i hat rik’anın +bahşettiği fevaid ü muhassenatı cami’ değildir. O rik’a ki +bugün hepimizin yegane vasıta-i tebliğ u ifadesidir. Eğer bu +yazı olmasaydı bugün biz divani kırması ve nesta’lik gibi +şeklinde yazılmıştır. +tahriri müşkilce yazıların piş-i vesatatında uğraşıp bir çok +vakitlerimizi ızaa etmiş olacaktık. +Rik’a yazısına kuyudat-ı resmiyyede sene tarihlerine +doğru tesadüf olunuyor. Bu yazı ibtidaları nesih yazısını +sadeleştirmek suretiyle istihsal olunduğu halde bilahare tekemmül +ede ede büsbütün hususi bir hal kesb etmiş ve +divani yazısından da bir parça müteessir olmuştur. Rik’a yazısı +daima alet-i tahrir olmak üzere telakkī olunmuştur ki bu +hususda şayan-ı takdir muvaffakıyet gösterenler Mümtaz ve +Beylikci-i Divan-ı Hümayun Raif Efendi merhumlarıdır. Son +zamanlarda rik’a yazısını Matbaa-i Osmaniyye Hattatı Osman +Efendi merhum büyük emekler iktidarlar sarfederek +bir mertebe-i fevkaladede ıslah u tanzim etmiş ve hatta bu +yazıyı san’at yazıları miyanına idhal bile etmiştir. +Rik’a yazısına müşabih olup yukarıda ismini zikrettiğimiz +bir de “siyakat yazısı” meydana getirilmiştir ki kuyudat-ı +maliyye ve hakaniyyenin herkes tarafından okunamamasını +te’min için uydurulmuştur. Muhterii Fatih’in Evkaf Katibi +Hüsam-ı Rumi’dir. +Bir de burada zikrinden vazçemeyeceğim bir Osmanlı +Murad Hudavendigar zamanına kadar vardırır. Tabiidir ki +tuğranın ibtidaki zamanlarda şimdiki şeklini arayamayız. Zaten +tuğranın me’hazını düşünecek olursak o zamanlar tuğranın +ne şekl ü mahiyette bulunduğunu anlarız. Sultan Murad +Hudavendigar rivayat-ı tarihiyyeye göre serçe ve baş parmakları +germek suretiyle ellerini makam-ı tahtimde bir muahedename +üzerine basmışlar –ki düşünülecek olursa insanın +en tabii ve fenni imzası budur– işte tuğranın şekli buradan +alınarak tanzim olunmuş el ayası yerine padişahın +lerde tersim ve bir de “el-muzaffer daima” cümle-i senaiyyesi +Tuğranın tanzim ü icadı şübhesiz bir ihtiyac üzerinedir. +Padişahın imzası tabiidir ki o zamanlar efrad-ı nas gibi olamaz. +Bundan dolayı tuğra icad olunmuş olacaktır ki bunu +divani yazısı gibi an’anat-ı saltanattan addetmek lazımdır. +Lakin mehamm-ı umur dururken padişahın tuğrasını bizzat +keşide edemeyeceği bedihidir. İşte “imza-yı padişahi–tuğra” +tuğrakeşler tarafından bil-vekale keşide olunmaya başlamış +ve taraf-ı şahaneden yalnız “mucebince amel oluna” nişan-ı +hümayununun ilavesiyle iktifa olunmuştur. +Tuğranın kendisine mahsus bir yazısı vardır. Hatt-ı tevkī’ +denilen yazı bu olması hatıra gelirse de tevkīin başka bir +yazı olduğu da rivayet olunuyor. Tuğra Sultan Mahmud-ı +Adli zamanına kadar oldukca tekamülata mazhar olmuştur. +Selim-i Salis cennet-mekan tuğraları hemen şimdiki şekline +yakındır. Fakat tuğrayı şimdiki şekl-i ahsene i’la ile ihya +eyleyen yukarıda kendisinden bahsettiğimiz Rakım Efendi’dir. +Rakım tuğrasıyla ondan evvelki tuğralar yan yana +getirilirse biri ahenk ve ihtişamla mali öbürküler sükun u +direngi içinde hali olduğu görülür. +Ma’ruzat-ı salifemle yazı hakkında izahat-ı lazımeyi verebildim +zannederim. Şimdi bu izahata istinaden san’at-ı +hatta Osmanlıların yukarıda mesrud hidemat ü himematı +takdir ve ona müteallık hükümler irad olunabilir. +Acaba eslafın san’at-ı hututta bu derece mesai vü ikdamatı +görülebilir mi? Asla. Çünkü eslafın bu kadar mesaisi yalnız +zevk-ı san’atkarane sevkiyle değil birtakım esbab u müessirat +ve ihtiyac ilcasıyladır. +Şu suretle ki: Evvela tıbaatın icadından evvel asar ve +kütüb el yazısıyla muharrer olduğundan bunların iyice okunabilmesi +lüzum-ı mübrem tahtında idi. Binaberin hutut-ı İslamiyye +ve Osmaniyyenin bu ihtiyacın sevkiyle terakkī etmesi pek +tabii ve bedihi idi. Saniyen: Edebiyatsız hiçbir millet yaşayamayacağı +gibi her milletin sanayi’-i nefiseye aynı derecede +dia tezhib ü teclid mi’marlık ve çinicilik musikī ve bir dereceye +kadar şiir gibi şeylerdi. Sanayi’-i nefise ki bir milletin +ezvakının inbisat ü telezzüzatına hadimdir. Osmanlılarda da +sanayi’-i nefisenin ileri derecesinde bulunan hutut-ı bedia +ayn-ı keyfiyyeti haizdir. Hem de resim Osmanlılarda mu’teber +olmadığından hutut-ı bediada onun te’siratı da mündemic +Güzel yazılmış levhalar bir kamışın siyah boyasıyla çizdiği +latif murakka’lar yahud bir camiin kapısından cemaate +arz-ı ibtisam eden hatt-ı celiler veya bir cami’ bir çeşmenin +muhitini nakş-ı zer-nigarıyla bağlayan nezih kuşaklar hep +temaşageran-ı Osmaniyanı sıhhat ü sükunet içinde velehendaz +eylerdi. Onlar adeta mütecessim bir resim levhası +seyrediyor gibi inbisat ve teessürat-ı amika içinde aferinber-endazane +dalıp giderlerdi. Hatta bunu telmihan: +denilmiştir. Bugün birtakım zevat +tanırım ki onlarda da aynı hal vaki’dir. +Bahsimize hitam vermezden evvel Osmanlı tezhib ve +teclid san’at-ı nefisesinden de biraz bahsetmek lazım ve münasibdir. +Tezhib ü teclid bize İranilerden intikal eylemiştir ki +onların bu san’attaki kudret-i maharet ve derece-i bülendisi +Osmanlıları da o san’atta bi-hakkın nail-i muvaffakıyyet ü +teali eylemiştir. İran sefer-i kebirinden sonra Yavuz Sultan +Selim cennet-mekanın İran’dan getirdiği mühre-i esatize bu +san’atı Osmanlı san’atkaranına pek iyi telkīh etmiştir. Osmanlı +padişahlarının sanayi’-i nefiseye himmet-i büzürgvarileri +ne de nakşa dahildir belki ikisi arasında bir san’attır. San’at-ı +tezhib ve teclidin sebeb ü hikmeti araştırılacak olursa +gerek elvah ve gerek kütübün muhteviyatına celb-i enzar +esasına müstenid olsa gerektır. Yahud İranilerin tabiatlarında +merkuz olan meyl-i tezyinat elvah u asara da ma bihi’ttatbik +olmuş nazarıyla bakılabilir. Maamafih kurun-ı vüstada +boya ve yaldız nakışları Avrupa’da isti’mal olunduğu asarından +müsteban oluyor. Her halde şurası nazar-ı dikkati celb +eder ki bu san’at gitgide tedenni etmiş ve zamanımızda +mahva mahkum olmuştur. Tedenniye başlıca sebeb; evvelce +taksim-i a’mal kaidesine riayet şartıyla asar vücuda getirilirken +–ki bu usul asar-ı mükemmele ve nefisenin yegane +vasıta-i husulüdür– bilahare san’atkaranın azalmasıyla bu +kaideye hakkıyla riayet olunmaması mahvına sebeb de tıbaatın +Osmanlı san’atkaranı İranlılardan ahz ü kabul olunan +bu şekl-i tezhible iktifa etmemişler “pesend” namıyla bir +şekl-i tezhib ihtira’ eylemişlerdir. Bunda altundan gümüşten +ziyade boya isti’mal ve tezyinat hep mehasin-i fıtrat ve +ezhar-ı tabiattan alınmıştır. Bu tarz ahengi sadeliği ile tam +bir Osmanlı nakşı ise de İran tezhibi kadar müsta’mel ve nail-i +şöhret olamamış ve ihtimal ki bugün müzemizde mahfuz-ı +mevzi’-i teşhir olmak şerefinden de mahrum olmuştur. +Osmanlı san’atkarları san’at-ı teclidde de pek ziyade +kesb-i maharet ederek öyle nefis ve musanna’ cildler kablar +vücuda getirmişlerdir ki “şemse” namıyla ma’ruf olan kablar +bugün gayr-ı kabil-i i’mal olduğu gibi el-yevm müzehanemizi +de tezyin etmekte bulunmuştur. +Tedkīkat-ı ilmiyyeye vakt ü zaman müsaid olsaydı daha +ziyade tafsilata ictisar edebilirdim. Zaten tafsilatın tatvilata +tahavvülünden ihtiraz münasib olacağından bu kadarla +Darülfünun Edebiyat Şu’besi me’zunlarından +ve Hutut-ı İslamiyye müntesiblerinden +Benim Belh Vilayeti’ni bırakıp Buhara’ya firarımı müteakıb +Emir Şir Ali Han Taşkurgan’dan Belh’e gelmiş ve evvela +de tekmil seferlerde yanında bulunduruyordu. Biraderi Vezir +Muhammed Ekber Han’ın oğlu Serdar Feth Muhammed +Han’ı Belh Hükumeti’ne ta’yin eyledikten sonra Kabil’e azimet +ve kardeşleri Muhammed Emin Muhammed Şerif hanlara +darikata başladı. Ba’dehu Kabil Hükumeti’ni oğlu Serdar +Muhammed İbrahim Han ile Serdar Nazar Muhammed +Han’a tevdi’ ederek Kandahar’a gitti. Pederimi de esir olarak +beraber götürdü. Bizim çocukları parasız ve adamsız Kabil’de +bıraktı. Pederim bir mektup yazıp “üvey biraderlerine +zalimane muamelede bulunmuştun şimdi de ana baba bir +kardeşlerine aynı muameleyi etmek istiyorsun. Kan dökmekten +vazgeç. Bilahare mutazarrır pişman olursun” dediyse +de Emir Şir Ali Han bu nesayiha ehemmiyet vermedi. +Kandahar’da iki gün harb ederek Serdar Muhammed Han +katline sebeb oldu. +Pederim mahbesde işittiği bu vakıa üzerine emire “Şirret-i +mezaliminiz akıbet size mazarrat iras edecektir. Vay +sizin halinize!” mealinde bir mektup daha gönderdi. +Serdar Muhammed Emin Han’ın na’şını huzuruna getirdikleri +esnada emir: +– Bu köpeğin leşini uzak bir yere atınız. Bu fetihden dolayı +gelip beni tebrik etmesini de oğluma söyleyiniz dedi. +Maiyyeti cevap veremeyerek oğlunun na’şını da getirdiler. +Daha yaklaşmadan emir: +– Bu da hangi köpektır? diye sordu. Tabutu indirip önüne +koydular. Oğlunun cesed-i bi-ruhunu görünce yakasını +yırtmaya başına toprak saçmaya başladı. Bir müddet döğünüp +debelendikten sonra bayıldı. Bir saat kadar baygın yattı. +Aklı başına gelince na’şa hitaben bir takım sözler söyledi. +Tekrar kendinden geçti. İki gün bu halde kaldı. Sonra oğlunun +cesedini Kabil’e gönderdi. Serdar Muhammed Emin +Han’ın na’şını da adamları defnettiler. +Emir Şir Ali Han biraderi ile oğlunun sebeb-i mevti olduktan +sonra Kabil’e döndü. Yolda gah bayılıyor gah hezeyan +ediyordu. Kabil’e vürudunda deliler gibi bağırıp çağırmaya +başladı. +Ben bu fırsatı ganimet bilerek Buhara’dan hareket eylemiş +ve Şirabad’a kadar gelmiştim. Oradan Belh ile muzafatındaki +askere mektuplar da’vetnameler aldım. +Burada Veli Muhammed Han ile Feyz Muhammed +Han’ın ahvalinden muhtasaran bahsedeceğim. Bu iki birader +Emir Dost Muhammed Han’ın evladı olup valideleri cariye +mişti. +Bunlar ceddimin hal-i hayatında Kabil’de bulunurlar ve +her sene iki bin rupiye tahsisat alırlardı. Emir Dost Muhammed +Han vefat edince üvey validem Bibi Mervarid pederime +kağıd yazmış ziyaretinize gelmek istedikleri halde +harçlıkları olmadığı için gelemiyorlar demişti. +Pederim Veli Muhammed Han’a beş bin rupiye gönderip +Belh’e getirttikten sonra bir tabur piyade nizamiye +bin nefer piyade bin nefer süvari redif ve altı top ile Ağça +Vilayeti Hükumeti’ne yolladı. +Feyz Muhammed Han’a da Ehl ü ıyalimi alıp birlikte +geliniz diye yazmıştı. +Bilahare Veli Muhammed Han’ın gaddar bir adam olduğu +anlaşıldı. Çünkü pederimin esaratı hususunda Emir +Şir Ali Han ile ittifak etmiş bu ittifakın mükafatı olarak da +emir tarafından Kabil’e götürülmüş ve umur-ı hükumeti biraderi +Feyz Muhammed Han’a tefviz eylemişti. Bu esnada +Veli Muhammed Han biraderinden vilayetin muhasebesini +sormakta onun da hesab vermekten aciz kalmakta olduğunu +bu sebeble de Veli Muhammed Han’ın rencide-hatır +bulunduğunu haber aldım. +Nazır Haydar ve Cenaral Ali Asker Han vesatatıyla bir +kağıd gönderdim bunun üzerine Veli Muhammed Han’ın +taht-ı hükumetindeki Hecde Nehr-i Belh süvarilerinden iki +bini Şirabad’da bana iltihak etti. Onları mükafatlar va’dinden +sonra vilayetin eşkıya rüesasını çağırdım. Kendilerine +onlardan aldım. +Buhara emiri Belh’e avdetim için bana izin verdiği sırada +üç günden ziyade Şirabad’da kalmama müsaade edilmemesini +memleket hakimine yazmıştı. Hakimin maiyyetinde +ancak yüz nefer süvari olduğu halde ben iki bin beş yüz +asker toplamıştım. Bundan dolayı müddet-i ikametimi ta’yin +etmek benim elimde idi. +Zavallı hakim emirin emriyle benim hareketim arasında +müteha[yyi]r kaldığı cihetle nezdime geldi ve: +– Sizi cebren çıkartmaya kalkışsam ihtimal ki beni öldürürsünüz +emirin hükmüne itaat eylemeyecek olsam +şübhesiz o da beni katleder. İki ölüm arasında kalan hakime +bari siz bir çare bulun dedi. +–Bu işin çaresini söyleyim. Emire bir ariza yazınız ve Abdurrahman’ın +maiyyetinde hayli cem’iyyet var ki mukabelesinden +acizim. Binaenaleyh kendisinin memleketten ihracı +kabil olamayacak ikinci bir emrinize muntazırım deyiniz. +Arizayı göndereceğiniz adama da gayet yavaş gitmesini +ve emirin huzuruna çıkınca yolda hastalandığı geç kaldığını +söylemesini tenbih ediniz cevabını verdim. +Hakim bu tedbiri muvafık bulup mucebince hareket +etti. Ben de müsterihane tedarikat ile meşgūl oldum. +Birkaç gün sonra Serpül’deki askerin isyan ve yeni hakimlerini +katleyleyerek Ağça’ya doğru gittiklerini işittim. +Derhal yola çıkıp Vezirabad’da birkaç saat dinlenerek Ceyhan +sahiline geldim. Bulabildiğim iki kayığa ümera ve asakirden +otuz kadar dilaverle mütevekkilane binip karşı yakaya +geçtim. +Yanımda Kernil Nusayr Han Kernil Veli Han o vakit +sakalsız bir genç olduğu halde kırk süvariye muadil sayılan +ve hala ordumun sipehsaları bulunan Gulam Muharrem ile +şecaat ü besaletiyle iştihar eyleyen Ferhad namındaki gulamım +vardı. +Biz geçtikten sonra kayıklar gidip gelmek suretiyle mütebakī +rüfekayı da getirdi. Gece sür’atle yürüyüp güneş doğarken +Çilek-i Şirabad ismindeki kal’aya –ki Ağça muzafatından +Orada tevakkuf ederek Serpül’e gelen iki nizamiye taburuyla +pederimin Veli Muhammed Han’ın maiyyetine verdiği +toplara mutasarrıf olan rediflere birer kağıd yazdım. +Üç geceden beri uyumadığım için mektupların irsalinden +sonra biraz da yatıp istirahat ettim. +Mektuplarımın vusulünde asker o kadar sevinmiş ki bin +kadarı piyade olarak nezdime koştu ve: +– Azimetinizden beri muztarib ve avdetinize müterakkıb +Birlikte Ağça’ya müteveccihen hareket eyledik. +Feyz Muhammed Han istikbalimize geldi. Fakat divanemeşreb +bir adam olduğu için: +– Sizin gelmenizi ben istemiyordum. Fakat askerim da’vet +etti dedi. Ben de: +– Zarar yok siz akıl bir zatsınız. Ben askeri tatmin ettim. +Yakında Serdar Fetih Muhammed Han’a da galib geleceğimize +yakīn hasıl eyledim cevabını verdim. +Fetih Muhammed Han bizi püskürtmek için iki bin redif +süvarisi ile beş bin Özbek süvarisi göndermişti. Bunlar bivefalıklarından +dolayı tarafımdan te’dib edileceklerinden +korkuyorlar ve kendilerini hizmetimizden ayıran zabitlerine +alenen söğüyorlardı. Çünkü biz onları evlad ve kardeş gibi +tutmuş hepsini de at deve koyun sahibi etmiştik. +Fetih Muhammed Han piyade askerini Nimlik ismindeki +kal’ada bırakıp süvarisini kal’a haricine ta’biye eyledi. +Sergerdesi Şihabüddin namında biri idi ki sabıkan pederimim +hadimi ve lütuf-didesi olan “Vezir Ahmed”in oğlu idi. +Vezir Ahmed Belh biladından birine pederim tarafından +hakim nasb edilmişken iki yüz bin rupiye sirkat eylediği +halde afv olunmuş ve gerek kendisi gerek biraderleri asker +sergerdeliğine ta’yin kılınmıştı. +Şihabüddin ve Fetih Muhammed Han birer ayyaş-ı bedmaaş +olduklarından daima serhoş bulunurlardı. Bu münasebetle +“Ey bi-vefa! Birkaç damla şarab için benden gördüğün +mealinde bir mektup yazıp Şihabüddin’e gönderdim. +Keza “Siz benim askerim olduğunuz halde sizinle harb +etmeyeceğim. Yarın kendi kendime kal’aya geleceğim. İsterseniz +eski kumandanınızı öldürüp düşmanından ihsan alınız” +mazmununda diğer bir mektubu da kal’adaki askere +yolladım. +Bu mektup askerin fikrini değiştirdi. Kal’ada yüz nefer +kalıp mütebakīsi bizim orduya gelmek üzere çıktı. Şihabüddin +bundan haberdar olarak Kandahar ve Özbek süvarilerinden +bir mikdarını sevk ile azimetlerine mani’ olmak istedi. +Askerler mümanaata ehemmiyet vermeyince müsademeye +başlanıldı. Ben de beri tarafdan müheyya bulundurduğum +askeri muavenete yollayınca düşman mağlub olup +dört yüz at iğtinam edildi. +Şihabüddin Tahtapül tarafına firar ettiği için süvarileri +tamamıyla gelip maiyyetime iltihak eyledi. Piyadeleri de +öteye beriye dağıldı. +Fetih Muhammed Han ise bütün emval ü eşyasını bırakıp +üç dört yüz süvari ile Taşkurgan’a kaçtı. +Garib tesadüfdür ki müşarun-ileyhin firarı da benim geçen +sene Buhara’ya azimet eylediğim mevsime tesadüf ediyordu. +hali kalmazlar. +Dünyanın genişlikleri İslam’a dar gelmeye başlıyor!... +Tefrikayı terk ile ittihada da’vet hususunda Bayburd’dan +çekilen telgraf münasebetiyle Rumeli refikımız bervech-i +ati beyan-ı mütalaatta bulunuyor: +Bayburd’un telgrafnamesi adi ve geçici bir teessürü tebliğ +ediyor gibi telakkī edilmemeli bu telgrafnamenin natık +olduğu elim ve feci’ ma’na iyice ihata edilebilmek için içinde +yuvarlandığımız zorluklar üzerinde biraz fazlaca düşünmeli. +Mesela bugün ma’ruzu kaldığımız İtalyan şekaveti +bizim ilk ve son defa uğradığımız bir felaket değildir. Osmanlı +Devleti üç kıt’anın telaki noktalarına hakim olacak +surette şevket ü şan ile esas-gir olduğu tarihden beri ve hatta +ondan daha evvelce bugün Avrupa namı ile karşımızda +bulunan Hıristiyanlık heyulasının buğz u adaveti ile çarpışmaya +namzed oldu o zamandan beri hemen la-yenkatı’ +çarpışa gelip çarpışa gidiyor. Osmanlı Devleti’nin Avrupalılar +yüzünde Avrupa’nın şarkında Osmanlı Devleti’ni çekemeyen +bir Hıristiyanlık ruhu mündemic bulunduğu isbata +muhtac bir madde midir? +Alenen i’tiraf olunmasa da adeta aleni gibi bir hüviyetle +manzur olan bu saiklerin birkaç asırlık tarihcesi şöyle bir göz +önünden geçirilecek olursa insanın tüyleri ürpermemek kabil +midir? +Kırım İslamları bugün ibtidai mekteplerinde bile Rus +Hükumeti’nin gittikce ağırlaşan şartlarını icra etmekle beraber +kolaylıkla iş göremiyorlar. İbtidai derecesinden yukarı olan +Kafkasya’dan Romanya’dan Bulgaristan’dan Şarki +Rumeli’den Mora’dan Teselya’dan vukū’ bulan İslam hicretlerinin +hala arkası alınmamış Cezair ve Tunus gibi İslam +memleketlerindeki ahali bile ecnebi tahattisi altında ezilerek +ret eylemekte bulunmuştur. +Daha dün elimizden çıkan Bosna ve Hersek’in yetim ve +sefaletzede muhacirlerine –kalblerimiz kan ağlayarak– koşuyoruz. +Bu gün akūr bir din ü vatan düşmanının mülevves ve +murdar ayakları altında çiğnenen kahraman kardeşlerimiz +tarafından hakīkaten kahramanane bir surette müdafaa olunan +Garb Trablusu’nda ise o hain ü müfteris düşmanlar +biçare ve avare İslamların binlercesini kadın demeyerek +çocuk demeyerek ihtiyar demeyerek en feci’ surette katl ü +cüda etmiş bulunuyor. +Bu mihnet-zede muhacirler ayak tekmelerinin kahhar +hakaretleri içinde Napoli sokaklarında vapurların hayvan +anbarlarında bin nale vü efgan ile süründürüldükten sonra +Triyesteleri Fiyumları dolaşarak sağ kalanları ana vatana +kadar gelebiliyorlar hasta mecruh bizim şefkat ve elemlerle +dolu sinemize düşüyorlar. +Bu manzara karşısında kalbleri sızlamayan gözleri ağlamayan +Halbuki vatanın ulviyet ü kudsiyeti vatanın –esasen bizim +olan– namus u şanı her endişe fevkınde müdafaa edilmek +lazım idi. Bu feci’ manzaralar ise bizim intibah ü ibret +gözlerimizi dört açmalı idi. Ortada mahv u heder olan Osmanlı +vatanı fakat hatve hatve gerileyen zelil kılınan düşmanlarca +mahv u harabi uçurumlarına sürüklenen İslam +Dini ve İslamiyet’in ta kendisidir. +Bir kısım meb’uslarımıza bir kısım muhteris ve garazkar +vatandaşlarımız yalnız kendi şahıslarını düşünerek vatanı +unutmuş ve ortaya çıkardıkları gürültülerle efkar-ı umumiyyeyi +de bulundırmak ve şaşırtmak cinayetlerini irtikab ettiler. +Mesela geçende gazeteler Trablus muhacirleri içinde +dane de Girid muhacirlerinin felaket ü sefaletler içinde +dü ve bunun üzerine kim düşündü? +Bu görülmeyecek üzerinde uzun boylu düşünülmeyecek +bir fıkra mıdır? +cak derecelerde zulm ü hakarete uğrayan bir kısım kardeşlerimiz +vaktiyle Osmanlı ikliminin diğer selamet noktalarına +hicret ettikleri gibi Trablusgarb’a da geçmişlerdi. Dikkatlere +ve ibretlere şayandır ki Girid’e geçen ilk İslamlar da Afrika’nın +bu şimali kısmından hareket etmişlerdi. Şimdi diğer +bir zalim hükumetin İslam’ı Trablusgarb’da dahi zulm ü +hakarete pa-mal etmesi üzerine oradan da perişan ve muzmahil +bir hey’et ile ve düşman ayakları altında çiğnenerek +makhur ve gurbet-zede vatanın başka bir tarafına intikal etmekte +bulunuyorlar. +Eğer şimdiye kadar görüp geçirdiğimiz ve hala görüp +geçirmekte olduğumuz felaketler de ibret gözlerimizi açamadı +olsun aklımızı başımıza getirmeli değil mi? Morştag[!] ve +Reval mülakatlarını akīm bırakan İttihad Hareketi’nin +ma’nası esasen bu felaketlerin önünü almak gibi ali bir +maksada müstenid değil mi idi? +el-Liva ’ refik-i muhteremimize Şarkıyye muhabir-i mahsusu +yazıyor: +Şu satırları kemal-i hüzn ile yazıyorum: Garb devletleri +memalik-i İslamiyyenin mukasemesine Hilal’in Salib’e terk-i +mevki’ etmesine karar verdiler gizli gizli ittifaklar akd ettiler. +Tasavvurlarını meydana koymak için bahane aramaya fırsat +beklemeye başladılar. Bekledikleri zaman gelince efkar-ı +umumiyye-i beşeriyyeti türlü türlü yaldızlı sözlerle yalancı +da’valarla aldatmaya kalkıştılar: Kimi himaye-i Nasraniyyet +kimi neşr-i medeniyyet bahaneleriyle ortaya atıldı bu vesilelerle +şarkın bir çok memalik ü emsarını yuttular padişahlar +halkı icra-yı hükumete teşrik etmekte muztar kaldılar +ahalinin hakk-ı re’yini teslim ettiler. Fakat bu garbın pek gücüne +gitti. Biran evvel işi bitirmek zavallı şarkın kesb-i hayat +etmesine meydan vermemek için maksada vusulde sür’atle +davranmaya karar verdiler. +Daha dün bir memleket-i Arabiyye-i İslamiyye Fransa’nın +eliyle sukūt etti. Kulub-ı müslimini cerihedar eden bu +müdhiş facianın perdesi kapanmadan İtalya; Trablusgarb’a +atıldı. Osmanlılar da büyük bir yürekle ölümden korkmaz +bir azm-i Huda-pesendane ile bu kıt’a-i İslamiyyeyi müdafaa +ettiler. İtalya’ya acı bir ders vererek Trablusgarb için +besledikleri aç gözlü emellerin ancak bir hulya olabileceğini +anlattılar.. Garb; büsbütün tedehhüş etti. Balkan hükumetleri +harekete başladı Rusya; İran üzerine yürüdü. Öteki +devletler de meydanı boş bulunca diğer yerlere göz diktiler. +Zannediyorlar ki artık müslümanlar ölüme mahkum kaldılar +fakat aldanıyorlar. Müslümanlar yaşıyorlar. Roma’nın +hayatına hatime çeken Afrika ve Asya’ya istila eden İspanya’da +bir devlet-i azime te’sis eden Nemse’yi tepeleyen +Balkan hükumetlerini teshir eden yine bu müslümanlar idi. +Ey müslümanlar; devlete malınızla canınızla zahir olunuz +muhafaza-i şan ü şerefe ikdam ediniz. Maazallah hükumetimiz +bir kere duçar-ı inhilal olursa emin olunuz hüsran +ü helak bizim için muhakkaktır. +Garb bize bir tama’kar düşman nazarıyla +bakıyor. Sufuf-ı cihadınızı cihaz-ı ilm ile takviye ediniz +başbaşa vererek derdinizin çaresini arayınız. +artık uykudan +uyanınız kitap ve sünnete ric’at ü iltica ediniz. +“Şarkiyye”de bir hayat-ı hakīkiyyeye delalet eden asar-ı +vedad u i’tilafa bizzat ıttılaım beni mesrur ediyor. Ümmetin +hayr u salahına müteallık teşebbüsattan birini işte arzediyorum: +Mustafa Paşa Halil hazretleri; halkı Devlet-i Aliyye’ye +müzaheret-i maliyyede bulunmaya tergīb u teşvik ediyorlar. +Azm ü himmetlerindeki hulus u ciddiyeti; ehl-i memleketi +etrafına toplayarak Kitap ve Sünnet’ten irad-ı delail ile +bu emr-i hayrdaki zaruret ü elzemiyeti telkīn etmekle isbat +buyurdular. Bu da’vete pek büyük bir şevk ile icabet olundu. +Gönül hoşluğuyla herkes bir çok teberruatta bulundu. +Meşahir-i tüccardan el-Hac Halil Efendi izhar-ı hamiyyetle +geniş bir ictima’gah ihzar eyleyerek halkı oraya da’vet +etti ve +ünvanlı bir +beyanname neşretti. Cum’a günü öğleden sonra buraya bir +cemm-i gafir toplandı; halk a’yan u vücuhuyla etrafdan akın +akın geliyordu. Hutabadan Muhammed el-Mehdi halkı Hilal-i +Ahmer Cem’iyyeti’ne teberrua teşvik eden bir nutk-ı +beliğ irad etti; bu nutuk bütün kalblerde bir te’sir-i şedid +bıraktı herkes ağlıyordu. Bundan sonra Üstaz-ı muhterem +Muhammed Ebu Halave el-Mursafi irad-ı hutbe ettiler. Hücec-i +münevvire-i şer’iyye ile halkı Hilal-i Ahmer’in müzaheretine +da’vet ediyorlardı. Bundan sonra kürsi-i hitabeti +vaız-ı şehir mürşid-i kebir eş-Şeyh Ebu’n-Nur el-Cerbi hazretleri +ağlattılar. Hatib kürsiyi terk ederken Mesihilerden Yahudilerden +Müslümanlardan iane yağıyordu. +Bu suretle üç yüz lira toplandı. Bundan evvel de müdiriyet +efazıl-ı muhteremesi iki yüz lira teberru’ etmişlerdi ki +bu suretle yekun beş yüze baliğ oluyor. Bu meblağ Şarkiyye +Müdiriyeti’nden Mısır’da Hilal-i Ahmer Cem’iyyeti’ne gönderildi. +Bab-ı iane daima küşadedir. Allah bu himem-i +aliyyeyi daim etsin bu sema ve arz bakī kaldıkca din-i tevhidin +beka bulacağını isbat eden bu muhterem zevat-ı +fazılanın adedlerini de teksir buyursun. +Vakıa münakaşat-ı kalemiyye inkişaf-ı hakīkate tenvir-i +efkara hadim olduğundan bütün memalik-i mütemeddinece +buyurulmalıdır ki bu münakaşalar saf bir vicdanla samimi +tecavüz eylemez. Pek ender edilen şahsiyat hasmı ancak +muhtilikle itham eder. Şeref ü haysiyet değil şöhret-i kalemiyye +bile rahnedar edilmekten masun kalır. Fakat bu hal +bizde böyle mi cereyan ediyor?... Münakaşalarımız hemen +ekseriyetle müşateme mübahaselerimiz umumen münazaa +halini alıyor. Diyebilirim ki birkaç zamandan beri şöhreti +mahvedilmemiş değerli bir muharririmiz haysiyetiyle oynanmamış +ecille-i ricalimiz kalmamıştır. Biraz insaf edelim. +Alemdar ’ın açık mektubu Mehtab’ ın makale-i garb-perestanesi +Sıratülmüstakīm ’deki cevabın isabetine rağmen tarz-ı +tahriri Tanin ’in jurnal makalatı Te’sisat ’ın her tarafı efkar-ı +umumiyyenin matbuatı istihfafına en muhik bir sebeb değil +midir? Yeni Gazete ’nin takvimden bir yaprağı “A’yan yaylı +bir hey’et-i teşriiyyeyi istihza ediyor. Alem-i matbuatın giriftar +olduğu teheyyüc-i sakīme tüy dikiyor. Yeni Gazete sütunlarında +her gördüğünü sırf hakīkat addeden ve adedi +mühim bir yekun teşkil eyleyen ahalimiz mekamat-ı ‘aliyyeyi +ne nazarla telakkī edeceği teemmül buyurulsun. İ’lan-ı +Meşrutiyet’den beri re’s-i kara gelen ricalimizden hiç mi +erbab-ı fazilet yok idi? Hangisine hangi sürülmedik leke +kaldı? Ba’dema mevki’-i iktidara gelecek zevat mücerred +endişe-i atiden müberra olmalıdır ki bir mevki’ işgaline +müsaid bulunsun. Kıblegah-ı İslamiyyet şerefini haiz olan +mülkümüze nasb-ı nigah-ı ümid eden hey’et-i muazzama-i +olacakları ye’s-i mütehayyirane şayan-ı dikkattir. Bir hasm-ı +harici velev bir dane olsun sizde mükemmel adam yoktur +kavline gazetelerimizi işhad eylese ona verilecek mukni’ ne +cevabımız olabilir? Artık yeter o garazkar kalemleri kıralım +o müstekreh hissiyat-ı menafi’-cuyaneden sarf-ı nazar edelim. +Serbesti-i tahrir umumu terzilden münezzehdir. İstihza +temeshur harf-endazlık bizce dinen memnu’ ahlakan ma’yubdur. +Niçin terk etmiyoruz? Kitab Sünnet İcma’ bizlere +emrediyor. Neden ona tevfik-ı hareket etmeyelim. Emin olmalıyız +ki bize karşı tarih nefret sahifelerini açmıştır. Ahlaf +la’net kelime-i merdudesini bile isti’malden çekinmeyecektir. +hikmet-i celilesini +unutmayalım. +şeklinde yazılmıştır. +şeklinde yazılmıştır. +Cumartesi günü saat ikide selamhane-i amma gelmek +üzere herkese haber verilmişti. Vakt-i mezkurda erbab-ı +mansıbdan başka şehrin Müslüman ve Hindu tüccar taifesi +de mevcud bulunuyordu. Hazırun saf saf ahz-ı mevki’ etmiş +yalnız der-bar-ı hanenin ortasında bir yer bırakılmıştı. İkiyi +on geçerek emir hazretleri teşrif buyurdular ve bugünkü ictima’dan +maksad ellerinde bulunan defteri göstererek bu +defterin muhteviyatını anlatmak ve burada mevcud olmayan +bazı şeyleri ilave eylemektir şimdi okuyunca cümleniz +ne olduğunu anlayacaksınız diyerek kaimen kemal-i belağatla +mezkur defterin baş tarafını tezyin eden nutk-ı hümayunlarını +cehren kıraete başladılar. +Nutkun bazı yerlerini tefsir ediyordu. Hususuyla beni +beşerin bir peder bir valideden olduğunu ve bütün akvam ü +milel esasen kardeş bulunduklarından birinin duçar olduğu +felaketten diğerlerinin müteessir olması lazım geldiğini ve +şayed arada cinsiyet ü mezheb gibi bir rabıta-i kaviyye de +mevcud bulunursa işbu teessürün elbette pek ziyade olacağını +ve bu cins ü mezheb kardeşlerinin birbirlerine muavenet +ve yardım etmeleri şerait-i diniyye ve kavaid-i insaniyyeden +bulunduğunu teşrih u beyan buyurarak nutka devam +ettiler. +Trablusgarb mecruhin ü eytamına gelince: Bugün cümlenizin +ma’lumu olduğu üzere Türk kardeşlerimiz İtalya’nın +taarruz-ı nagehanisine duçar oldu. Biz dinen onlara yardım +etmekle mükellef ü mecbur bulunuyoruz. Fakat maatteessüf +yolun uzak ve hem de mefkūd bulunması bu vazife-i diniyye +ve hamiyyet-i milliyye-i Afganiyyemizi fi’len ibrazdan bizi +men’ ediyorsa da malen muavenet ve yardım her vechile +mümkün bulunuyor. Sizler ilk defadır ki bu gibi fi’liyyat-ı +hasenede bulunacaksınız. Fakat bütün bu şerait-i İslamiyye +ve insaniyyeyi terkedemez iseniz farz ediniz ki hürmet ü +muhabbet ettiğiniz padişahınız mecruh müslüman kardeşler +yetim evladlar dul kalan hemşireler için sizden tasadduk +ediyorlar. Bu müessir ifade-i hamiyyetperverane-i şahane +bütün hazıruna kederli sürurlu gözyaşları döktürdü. Alem-i +Hıristiyan bilmelidir ki müslümanlar dinen birbirine revabıt-ı +kaviyye ile merbuttur. Bu rabıta-i mezhebiyye bu gibi muavenet +ve imdad-ı maddi ve ma’neviyi her müslümana mecbur +kılmıştır. +Herkes bu feraiz-i diniyyeyi tasdik ediyor “Ve beli sahib!” +sadaları der-bar-ı haneyi çınlatıyordu. Nutk-ı hümayunun +kıraetini müteakıb ariza-i şükraniyyemiz Siracü’l-ahbar +Müdiri Tercüman-ı Türki Mahmud Bey vasıtasıyla takdim +olundu. Osmanlılar hepimiz de bulunuyorduk. Emir hazretleri +cümlemizi nezd-i şahanelerine celb ederek umuma hitaben: +Buradaki Türkler ariza-i şükraniyye yazmışlar diye +arizamızı yüksek sesle kıraet buyurdular: +Himaye-i merahim-vaye-i şahanelerinde hizmet etmekle +müftehir bulunan biz Osmanlılar bugün en hakīkī ve en +şeklinde yazılmıştır. +samimi teşekkürat-ı bendeganemizi takdim ü beyan etmekle +mesrur bulunuyoruz.. Afrika’da yegane istiklal ve hürriyet-i +tün kavanin-i mevcude-i beyne’l-milel ve kavaid-i beşeriyye +ve adab-ı insaniyye hilafında bila-sebeb haydudcasına İtalyan +taarruzuna duçar oldu. Sulh mahkemeleri beyne’l-milel +te’min-i asayiş cem’iyyetleri her yerde medeniyet neşretmekle +mükellef bulunduklarını her fırsatta beyandan geri +durmayan düvel-i muazzama bu İtalyan canavarlığına karşı +bir şey demek istemedi!..... Lakin harbin ibtidasından beri +enva’-ı şenaat ve harekat-ı cinayetkarane ve gaddarane ile +rencide olan efkar-ı İslamiyye-i cihan yirminci asırda dindaşlarının +edilen zulme karşı bi-gane kalamayacağını i’lan +etti. Her yerde cem’iyetler mecruhlara yetimlere muavenete +müheyya hey’etler teşekkül etti. İtalyan parasına vicdanını +satmış bazı gazetelerden maada bütün matbuat-ı alem bu +vahşete bu cinayete la’net okuyor… Fakat kemal-i samimiyet +ve kemal-i sevinçle arzederiz ki harekat-ı insaniyyetkarane +ve teşebbüs-i civan-merdane-i şahanenizle öteden +beri Afganlı kardeşlerine karşı bir hiss-i ihtiram u meveddet +besleyen bütün Osmanlıları dindaşlarına edilen taarruzdan +me’yus u mükedder bulunan bütün sekene-i müslimin-i arzı +mesrur u şadan eylediniz. Emin olunuz ki; her kelimesi mucib-i +miyye-i İslamiyyede ilelebed menkūş kalacak ve mucib-i iftihar-ı +Bakī tekrar arz-ı şükran eylemeyi kendine vecibe addeyleyen: +Bu vechile ariza-i şükraniyyenin kıraetini müteakıb teşekkür-i +şahaneyi müş’ir iltifat-ı hümayuna nail olarak bir +kat daha mesrur olduk. Ba’dehu Naibü’s-Saltana Serdar +Nasrullah Han hazretleri umum millet tarafından nutka başladılar. +Umum sureti ber-vech-i ati nutku kaimen dinliyordu: +Bugün de emir-i muazzamımızın bu şerefli teşvikatına +cümlemiz kemal-i iftihar ile iştirak ettiğimizi arzeyleriz. Çünkü +bu hayırlı teşvik-i şahane hamiyyet-i milliyyemizi bütün +cihana i’lan edecek ve bizim de hayat-ı beyne’l-mileldeki +mevkiimizi ta’yin eyleyecektir. Bundan başka dinen cinsiyeten +bu muavenet-i biraderaneye şitaba mecbur ve mükellef +bulunuyoruz. O gaziler ki hukūk u şeref-i İslamiyyeyi +düşmana karşı müdafaada mecruh düşmüşler o evlad-ı şüheda-yı +kalan hemşireler ki hemşirelerimizden farksız bunlara muavenet +ve yardım etmekten daha şerefli bir vazife olamaz!. +Naibü’s-saltana hazretleri o derece müteessir bulunuyorlardı +ki bu elfaz-ı dindarane hem kendilerine ve hem de +hazıruna göz yaşları döktü artık nutka devam edemedi. +Bunun üzerine binlerce kardeş sesiyle yükselen nusret-i İslamiyye +Hindu taifesi reisi ve kertel-i mülki kertel binbaşı rütbesidir +Nerihandas taife-i Hindu namına şu yolda beyanatta +bulundu: Biz Hindular ki zir-i himaye-i Afganiyyede bugüne +kadar asayiş ü aram ile yaşadık ve bu gördüğümüz müsavat +ve lutf-ı tebea-perveriye karşı ibraz-ı sadakatten hiçbir vakit +geri kalmadık. Afganistan’da mutavattın bütün Hindularla +bil-cümle mezhebdaşlarımız namına beyan ederiz ki hükumetimizin +dostunu dost düşmanını düşman tanıyan bilumum +Hindu taifesi Hükumet-i Afganiyye’nin her harekatına +her vechile iştirak etmeyi kendine vazife ve şeref addeyler… +kalem hazırladım herkes bu insaniyet yolunda ne kadar +kudreti varsa onu verilecek kağıda yazıp altını imza etsin +veyahud mühürlesin! Bayramda tıbkı burada olduğu gibi +Celalabad’da nutku okuyacağım ve orada iane toplanacak. +Osmanlı Başkonsolosluğu vasıtasıyla Harbiye Nezareti’ne +ve serdarlar kağıd ve kalem tevziine başlamış hamiyet-i +milliyye-i İslamiyyesi galeyana gelmiş olan hazırun-ı kiram +verecekleri ianeye kayd ü imza etmekle meşgūl bulunmuşlar +ve tahminen yarım saat sonra Maliye nazırı mirzalar kağıdları +kıraet ve mecmu’-ı ianenin neye baliğ olduğunu hesab +etmişlerdi. Yarım saat yalnız selamhanede bulunan erbab-ı +hamiyyetin ianesi bin rupiyeyi bir rupiye tahminen dört +kuruş bulduğu ma’lum oldu. Ba’dehu cemaat ikindi namazını +edadan sonra emir hazretleri yarın erkenden Celalabad’ı +teşrif buyuracaklarından hey’et-i hazıraya veda’ etmişler +bu parlak ve mutantan vatanperverane ictimaa hitam +verilmişti. +Yaşasın Afganistan ve Afganlı kardeşler!... +Tokyo’da Abdürreşid Efendi’nin mahdumu Ahmed Münir +Efendi’nin Tokyo’dan idarehanemize gönderdiği bir +mektupta id-i adhanın birinci günü Muhammed Bereketullah +Efendi hanesinde Baron Heyki ve damadı Hatanu Efendi +ve zevcesi İslamiyet’i kabul ederek baron cenablarına Ali +damadlarına Mürşid ve hanımefendiye Fatıma ismi verildiği +beyan olunmaktadır. Cenab-ı Hak emsalini artırsın. +Lokno Hindistan Kanunievvel – Hindistan müslümanları +Devlet-i Osmaniyye’nin ahval-i dahiliyyesine dair +vürud eden haberlerden ve ihtilafat-ı dahiliyyeden pek +ziyade müteessir olarak devlete pek muzır olabilecek olan +ve bütün alem-i İslam’ı garik-ı hüzn eyleyen bu ahvale nihayet +vermeleri zımnında Osmanlıların vicdanına müracaat +eyler. +Pov Hindistan – Terakkī ve istikbali ihtilafatın terkinde +olan Devlet-i Osmaniyye’ye iras-ı zarar edecek olan +fırka münazaalarına nihayet verilmesi için bütün Hindistan +cem’iyyat-ı İslamiyyeleri katib-i umumisi Osmanlıların hissiyat-ı +dahiliyye ile Türkiye’nin terakkıyatına mani’ olanlar yalnız +kendi memleketlerine karşı değil belki bütün dünyadaki +dindaşlarına karşı müdhiş mes’uliyetler altına girmektedirler. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Ocak +Yedinci Cild - Aded: +Köprü’den çok geçerim; hem ne kadar geçtimse +Beni sevk etmedi bir kerrecik olsun ye’se +Ne Halic’in o yosun çehreli miskin suları; +Ne onun hilkate küsmüş gibi durgun kenarı! +Herkesin hissi bir olmaz. Mesela karşıdaki +Sahilin başbaşa vermiş düşünen pis eski +Ağlamış yüzlü hırbıt evleri durdukça sizin +Bak benim öyle değil... Siz de biraz şair olun: +Mesela geçtiğiniz yalpa yapan tahta yolun +Cedd-i merhumu aceb sal mı demekten ne çıkar? +Geliniz farz edelim biz bunu: Sabih bulvar! +Köprüler asma imiş Avrupa afakında... +Varsın olsun o da bir şey mi? Bizim Şark’ın da +Böyle daldırma olur... Hem açınız asarı +Köprünün nerde görülmüş hani tahte’l-bahrı? +Anladım: Ben ne kadar şi’re özensem de demek +Seni ey sevgili kari’ bu telakkī pek pek +Azıcık güldürecek... Yoksa öbür yanda hazin +Bin hakīkat sırıtırken kıyısından denizin +Diyeceksin ki: “Hayalin yeri yoktur... Boşuna!” +Ya şu timsal-i İlahi de mi gitmez hoşuna? +Öyle ta’zib-i nigah eyleme bedbin olarak +Bırak etrafı da karşında duran ma’bede bak: +Başka bir sahile gehvare-i emvacından +Böyle şeh-dane çıkarmış mı yakınlarda zaman? +Ne seher-pare-i san’at ki ezelden mahmur. +Leb-i deryadan uçan bir ebedi hande-i nur! +Sanki umman-ı bekanın ezeli bir mevci +Yükselirken göğe donmuş da kesilmiş inci! +Bu güher-parenin eb’ad-ı semavisinde +Yorulan didelerin hake neden insin de +Levse dalsın yeniden? Etme yazıktır olmaz; +Garba tevcih ediver gel onu sen şimdi biraz: +Duş-i senginine ilmin basarak yükselmiş +Ufku bir dağ gibi seddeyleyivermiş müdhiş +Ebediyyetlere hakim şu mehib abidenin +Yalınız şehri değil dehri tutan şanı senin +Sanırım zevk-i bedi’ini yeter tatmine... +Durma öyleyse uruc et o ziya alemine. +O ziya alemi bilmez ki karanlık ne demek; +O Huda lanesi kirlenmedi kirlenmeyecek. +Levsin emvacı muhitatı bütün istila +Ederek kalmasa azade şevahik hatta +Bu semalarda yüzen şahikanın damanı +Yine görmez o kudurmuş denizin dalgasını. +Yerin altında yatan zelzeleler fışkırsın; +Yerin üstünde duran velveleler haykırsın; +Hakkı son sadme-i kahrıyle devirsin butlan; +Yakasından tutarak ismeti çeksin hüsran; +“Fecr-i Ati” denilip millet-i merhume için +Şeb-i rıhlet gibi muzlim görünen bir neslin +Zevk-i süflisine münkad olarak hissiyyat +Ne yüreklerde şehamet ne şehamette hayat +Kalmasın; hasılı isterse bela tufanı +Kaplasın cuşa gelip her tarafından vatanı... +Yine kürsi-i mehibinde Süleymaniyye +Kalacak inmeyecektir o mülevves dereye. +Yıkılır bir gün olur medreseler ma’bedler; +En temiz yerleri en kirli ayaklar çiğner; +Beşeriyyet yeni bir din tanıyıp ilhadı +Beşerin hafızasından silinir Hakk’ın adı; +Gömülür hufre-i tarihe me’ali... Lakin +Yine tek bir taşı düşmez şu Huda lanesinin. +Yine insanlığa na-mahrem olan bigane +Bu harimin ebediyyen giremez sinesine +Yine yadındaki Mevla’yı şu dört tane minar +Kalbe merbut birer dil gibi eyler ikrar; +Yine maziye gömülmez bu muazzam çehre +Leş değildir ki atılsın o umumi kabre! +* * * +Şimdi ey sevgili kari’ azıcık vaktin eğer +Varsa –memnun olacaksın– beni ta’kib ediver. +Gireriz koynuna düşsek bile şayed yorgun +Karşıdan gördüğümüz heykel-i nuranurun. +Göreceksin: O harimin ebedi zıllinde +Ruh-i san’at uçuyor ebr-i seher şeklinde! +“Gördüğüm var ” deme! Gel bir de beraber görelim. +Nereden? Haydi şadırvan kapısından girelim: +Bir musanna’ kemer üstünde kurulmuş Tevhid; +Onun altında bir ayet ki: Huda’dan te’yid +Emr-i mevkūt-i salatın bize kat’iyyetine. +Şöyle bir baktı mı insan kapının hey’etine +Evvela her iki yandan oluyor çehre-nümun: +Mütenazır iki mihrab iki azade sütun. +Sonra göz yükseliyor doğru yarım kubbelere +Ki dayanmış biri sağdan biri soldan kemere. +Okşayıp nur-i nazar geçti mi artık ileri +Geliyor kısmen açılmış iki heybetli kanat +Ki te’arici telafifi ne müdhiş san’at! +Sanki Mevla mütefekkir kocaman bir beyni! +Açıvermiş bize göstermek için her yerini. +Görüyor şimdi nazar girdi mi derhal içeri: +Aynı eb’ad ile tesbit edilen kubbeleri. +Avlunun saha-i üryanına bin saye-i nur +Döşeyen bunca kemerlerle sütunlarda vakūr +Bir tenazur yoracak hadde varırken bakanı; +Yalınız; iç kapının üstüne mevzu’ olanı; +– Kapı hakkıyle görünsün diyerek olmalı ki – +Bir siyak üzre atılmış sıralanmış öteki +Kubbelerden daha yüksek daha vasi’ duruyor. +Aynı heybetli kanatlar göze tekrar vuruyor. +Aşar aşmaz eşiğinden bu musanna’ babın +Şu yarım kubbe –ki pirayesidir mihrabın– +Çarpıyor çeşm-i temaşaya asıl kubbe değil. +Şimdi bir çift arıyorsun ona: Zira kabil +Olamaz fikr-i tenazur geri kalsın burada. +O yarım kubbenin eb’adı kadar eb’ada +Semt-i re’sinde duran aynını mazhar bularak +“Bu yarım kubbeler elbette açık durmayacak +Mutlaka birleşecektir” diye beş hatve kadar +Atar atmaz görüyor kubbeyi hayretle nazar. +Şu büyük kubbe dayanmış o yarım kubbelere +Sanılır önce... Değil! İşte şu dört yekpare +Gıranittir taşıyan başları üstünde onu. +Kahramanlar ki asırlar bükemez bir kolunu! +Ma’bedin –şimdiki ta’rife olursak kail– +Müstatil olması icab edecek! Öyle değil: +Şu sütunlar ana divarına bağlanmak için +Ara yerlerden atılmış müteaddid kemerin +Duş-i münkadına şahane oturmakta olan +Kubbeler yok mu ya? Onlar buna vermez meydan. +Nerden icab ediyor sonra bu avare zehab? +O kadar ince tutulmuş ki tenazurda hesab: +Haricen kubbenin üstünden inen hatt-ı mümas +Ediyor her iki canibde tamamiyle temas +Tarafeynindeki san’atli yarım kubbelere. +Artık ey sevgili kari’ oturup orta yere +Cebhe divarına bak camlara bak minbere bak; +Sonra mihrab ile mahfillere kürsilere bak. +Lakin esrara bürünmüş gibi mübhem görünüp +Fikri bitab-ı telakkī bırakan ayatın +Kalarak mülhem-i avaresi hissiyyatın +Dalgalansın da denizler gibi kalbinde Huda; +Görmesin didelerin reng-i heves reng-i siva. +Vecde gel; vahdete dal alem-i kesretten uzak... +Yalınız Sani’i gör; san’ati masnu’u bırak! +Ben de bir yer bularak şöylece tenha kalayım; +Varlığımdan geçeyim mahv-ı temaşa olayım. +Ma’bedin cebhe cidarındaki loş pencereler +Güneşin huzme-i üryanına örtüp esmer +Bir bulut yağdırıyor dahile bin zıll-i vakūr. +O inen perde-i seyyal arasından manzur +Koca bir mahşer-i iman ki ezelden medhuş... +Sineler vecd ile pür-cuş dudaklar hamuş! +Diz çöküp mermerin üstünde yalın kat hasıra +Bekliyor hepsi münacatı namazdan sonra. +Esiyor cevv-i mehibinde bu vahdet-zarın +Ebedi nefha-i rahmet ki o binlerce yığın +Gölge şeklindeki eşbaha teayyün veriyor: +Tepeden tırnağa zerrat-ı vücud ürperiyor. +Dar duydukça gelen sayhayı deyyarından. +Ruhlar yanmada bi-tab-ı tecelli kalarak +Dideler na-mütenahi ebedi müstağrak. +Ansızın bir iri ses dalgalanıp mahfilden +Kalb-i ma’bedde uyandırdı ne muhrik şiven! +Bir de baktım ki o her saftan uzanmış kollar +Varacak sanki yarıp boşluğu Mevla’ya kadar! +Şimdi üç bin kişinin sine-i ma’sumundan +Kopan “amin” sadasıyle icabet-lerzan! +Akıbet okşanıp eydi-i tazarru’la cibah +Döndü kürsiye o avare cema’at nagah. +Kimdi kürsideki? Bir pir-i ilahi-sima +Ki cebininde demadem vuruyor kalb-i deha. +Bembeyaz lihye-i pakiyle beyaz destarı +O geniş alnı o hem-reng-i seher didarı +Her taraftan kuşatıp bedri saran hale gibi +Ne sabahat ne mehabet veriyor ya Rabbi! +Hele gözler iki mihrak-ı semavidir ki: +Bir şuaıyla alevlendiriyor idraki. +Ah o gözlerden inen huzme-i nuranurun +Bağlı her tar-ı füsunkarına bin ruh-i zebun! +– Beni kürside görüp va’zedecek sanmayınız +Çünkü alim değilim şeklime aldanmayınız! +Dinin ahkamını zaten fukahanız söyler +Anlatırlar size bir müşkiliniz varsa eğer. +Bana siz alem-i İslam’ı sorun söyleyeyim; +Çünkü hiçbir yeri yok gezmediğim görmediğim. +Şarktan başlayarak Mağrib-i Aksa’ya kadar +Asya’nın Avrupa’nın Afrika’nın nerde ki var +Müslüman sakin olan bir yeri mutlak gittim +Hepsinin halini mazisini tedkīk ettim. +Beni yormuştu bu yıllarca süren yolculuğun +Daha başlangıcı... Lakin gebereydim yorgun +O zaman belki devam eyleyemezdim yoluma; +Yoksa aram edemezdim. Bana zira “Durma +Yürü azminde devam et...” diye vermezdi aman +Bir sada benliğimin fışkırıp a’makından. +O sada işte benim gayret-i diniyyemdir +Ki yanardağ gibi bir coştu mu ateş kesilir +Sinem artık duramam dinlenemem bir yerde. +Can vatan aile hissiyle tekayyüd nerde! +Hiç benim azmime hail mi olurmuş bunlar? +Başka yok istediğim bir emelim var o kadar. +Bir zamanlar yine İstanbul’a gelmiştim ben. +Hale baktıkça fakat milletin atisinden +Pek derin ye’se düşüp Rusya’ya geçtim tekrar. +Geçmeseydim edeceklerdi ya zaten icbar! +Sığmıyor en büyük endazeye işler artık; +Saltanat namına din namına bin maskaralık; +Ne felaket ne rezaletti o devrin hali! +Başta bir kukla bütün milletin istikbali +Bir siyaset ki didiklerdi eminim Karakuş! +Nerde meyhaneci aç gözlü dokuz yüzlü şerir +Varsa; Mabeyn-i Hümayun’da ya bala ya vezir! +Ümmetin haline baktım ki: Yürekler yarası! +Ne bir ekmek yedirir iş; ne de ekmek parası. +Kışla yok daire yok medrese yok mektep yok; +Ne kılıç var ne kalem... Her ne sorarsan hep yok! +Kalmamış terbiye askerde. Nasıl kalsın ki? +Birinin ömrü mülazımlıkta geçerken öteki +Daha mektepte iken tayy-ı meratible ferik! +Bir müşirlik mi var? Allahu veliyyü’t-tevfik! +Hele ilmiyye bayağıdan sekiz on kat aşağı; +Bab-ı Fetva denilen daire ümmi ocağı! +Anne karnından icazetli beşikten molla; +Dolayın bir de sarık: Haydi reisü’l-ulema! +Vükela neydi ya? Casus müzevvir kallaş; +Tanımaz fikr-i diyanet taşımaz akl-i me’aş; +Güç okur hiç yazamaz bir sürü hırsız çetesi... +Hani can sağlığıdır doğrusu bundan ötesi! +Belki üç beş kişi olsun bulur irşad ederim +Diye etrafa bakındımsa da endişelerim +Görünüp suret-i haktan kimi söylettimse. +Ekseriyyet kafasız varsa biraz beyni olan: +“Bu hükumet şu ahaliye biçilmiş kaftan! +Kime dert anlatacaksın? Hadi anlat şimdi... +Ben mi kaldım neme lazım!” diyerek yan çizdi. +Hüsn-i zanneylediğim bir iki fazıl hocanın +Memleket mahvoluyor din de beraber gidiyor; +Size Kur’an bakınız sade uzaktan mı diyor?” +— Memleket mahvolacak olmayacak... Baştakiler +Düşünürler ona mevcud ise bir çare eğer. +Gelelim dine: Ne mümkün çalışıp kurtarmak? +Bede’e’d-dinu gariben... sözü elbet çıkacak.” +Dediler. Yoklayayım şimdi avamın da biraz +Nedir efkarı dedim. Hey gidi vurdum duymaz! +Öyle dalgın ki meğer surunu İsrafil’in +Yürüyor altı çürük toprağa gelmiş seyyar +Bir mezarlık gibi: Her nasiye bir seng-i mezar! +Duymamış kaygı denen duyguyu vicdanında. +Muntabı’ cümlesinin cebhe-i hüsranında +“Ne gelenden haberim var ne gidenden haberim; +Serseri kevne gelelden beri sersem gezerim!” +Şi’ri. Guya ki bu söz baştaki cansız beyinin +Doğmadan rahmet-i Mevla’ya göçüp gittiğinin +Dest-i kudretle yazılmış ezeli hatırası! +“Geliyor ruhun için Fatiha çekmek sırası +Yazık ey millet-i merhume!” dedikten sonra +Atladım Rusya’ya gitmekte olan bir vapura. +O zaman Rusya’da gayet sıkı bir istibdad +Vardı. Her kimde sezerlerse biraz isti’dad +Halkı irşada bakarsın yok ederlerdi onu. +Medeni Avrupa bilmem niye görmezdi bunu! +Süngü kurşun gibi kestirme ölümlerle ölen; +Yahud işkencelerin türlüsü tatbik edilen; +Ne soluk var ne ışık var ne otur var ne durak +Hem de aç işletilip öldürülen mazlumin +Buldu milyonları derlerse yalandır demeyin! +Bilmiyorlar ki bu şiddetlerin olmaz hükmü: +Göz yılar önce fakat sonra kanıksar ölümü. +Sanıyorlar kafa kesmekle beyin ezmekle +Fikr-i hürriyyet ölür. Hey gidi şaşkın hazele! +Daha kuvvetleniyor kanla sulanmış toprak: +Ekilen gövdelerin hepsi yarın fışkıracak! +Hangi ma’sumun olur hunu bu dünyada heder? +Yoksa kanun-i İlahi’yi de yırtar mı beşer! +Evvela gizlice bir matba’a te’sis ettim +Beş on öksüz bularak basmacılık öğrettim. +Kalemim çokça pürüzlüydü fakat çaresi ne? +Şimdilik maksadı az çok yetişir te’mine +Diyerek her ne bilirsem gece gündüz yazdım; +Okuyanlar o kadar çoktu ki hiç ummazdım. +Usta asarını verdikçe çocuklar bastı; +Altı ay sonra bizim matba’anın çıktı adı. +Göğsü imanlı beş on tane fedai gelerek +Dediler: “Sen ne basarsan onu tevzi’ edecek +Vasıtan işte biziz; korkulacak şey yoktur... +Para lazımsa da bildir ki verenler bulunur.” +Bir cerideyle hemen başlayıverdim va’za. +Çünkü en başlıca yol halkı budur ikaza. +Medeniyyetteki insanlar için matbuat +Gibi kürsi-i reşadet olamazken heyhat +Görülen sizde ne hikmetse tamamen aksi! +En fena bir cereyan gösteriyor en iyisi. +Müslüman unsuru zaten uyanıktır orada; +Biz de bir vasıta teşkil ediverdik arada. +Parasızlıktı bidayette işin korkulusu... +Ağniya altını bezletti etekler dolusu. +Açtık oldukça güzel medreseler mektepler; +Okuyup yazmayı ta’mime çalıştık yer yer. +Tatarın yüzde bugün altmışı hakkıyle okur; +Rusların halbuki nisbetleri gayet dundur. +Ağniya zannederim sizde de az çok olacak... +Şu kadar var ki çürük tahtaya basmazlar ayak! +Fukaranız kılıyor aklına geldikçe salat; +Ağniyanız da eda eylese olmaz mı zekat? +Şöyle dursun bu temenniye kulak vermeleri +Sadr-ı a’zam paşanız fitre alır verse biri! +Gelenbevi’nin şu hülasasından biz en ziyade “Mümkinat-ı +mevcude tecelliye mazhariyet şartıyla a’yan-ı sabiteden +zelen ebeden ma’dumdurlar. İşte bundan dolayı a’yan-ı +sabite rayiha-i vücudu şemm etmemiştir.” fıkrası hakkında +aklımız erdiği kadar tafsilata girişeceğiz. Çünkü bahsimizin +ruhu bu noktadır bu nokta halledildikten sonra vahdet-i vücud +hakkında az çok bir fikir hasıl edilebilir ondan ötesi füru’dan +Şu suretle hülasa edilen vahdet-i vücuda mezheb-i tecelli +mezheb-i mazahir mezheb-i hazarat da tesmiye olunur +ki hepsinin ma’nası birdir. +Sırası gelmişken frenklerin bu mezheb hakkındaki fikirlerine +dair de bir iki söz söyleyelim. Frenkler mezheb-i tecelliye +“system de la manasyon” diyorlar. Onlar kendi nokta-i +nazarlarından şu suretle muhakeme ediyorlar: +Kainatı teşkil eden ervah ve eşbahdan kaffesinin cevher-i +cevherin bir cüz’ü olduğunu kabul eden mezheblere +felsefe ıstılahınca mezheb-i tecelli denir. Bu mezhebe göre +ziya-yı şemsin menbaı şems olduğu gibi mükevvenatın +menşe’-i zuhuru da Cenab-ı Hak’dır. Ziya ve hararet neşriyle +nasıl güneşin cevherinden bir şey eksilmez ise zuhur-ı eşya +şe’lerinden tebaudleri nisbetinde kemallerini safvetlerini gaib +ederler. Bu mezheb “Panteizm”in en sade fakat en kaba +bir şeklidir. Ecram-ı semaviyyeye perestişten ibaret olan +“Saibiyye” mezhebinden sonra zuhur etmesine nazaran onun +maddiyyattan daha mütecerrid bir fer’i demektir. +Yahudilerin “Kabbal” denilen meslek-i tasarruflarıyla +Gnostizm mezhebinin şuabat-ı muhtelifesinde İskenderiye +Medresesi’nde bu mezhebin bazı mertebe ta’dilata uğradılarak +daha dakīk bir surete ifrağ edilmiş eşkaline tesadüf olunur. +Mesela onlar akl-ı mahzdan ibaret zatıyla kaim olan +Cenab-ı Hak’dan birtakım silsile-i ukūlün zuhuruna kail oluyorlar. +Bu silsilenin en son halkası da mevcudat-ı maddiyyedir +diyorlar. +“Eon” denilen bu ukūl-ı fikir idrak-ı hakīkat kelime +hayat gibi hakayıkı temsil eder. Eon’ların adedi mahdud +değildir; bazıları üç yüz altmış dört kadar eon kabul ediyorlar. +Mezheb-i tecellinin birçok mehaziri vardır. Mesela kaffe-i +mevcudatın bir iktiza-yı daimi neticesi olarak Cenab-ı Hak’dan +sudurunu kabul eylediği cihetle bu mezheb irade-i mutlaka-i +tecelli bize eşyayı bir mevcudun eseri değil belki inbisatı suretinde +tasavvur ettiriyor. Bu cihet fikr-i illiyyetin nefyini istilzam +eder. Fikr-i illiyyet nefy edilince eşyanın taayyünat-ı +zatiyyeleriyle yekdiğerinden temeyyüz-i hakīkīlerini tasavvura +biri de irade-i cüz’iyye ile onun vücuduna vabeste olan ahlakın +redd ü inkarıdır. Hatta mezheb-i tecelli erbabından bazıları +münkeratta mantıklarına gayet serbest bir cevelan vererek +yüz kızartacak birçok ahvale cür’et etmişlerdir. +Bu mezheb esasen yeryüzünde vücudu meşhud olan +“şerr”in menşeini ta’yin vücud-ı şerri hayr-ı mahz olan +vücud-i İlahi ile te’lif maksadına binaen ihdas edilmiştir. +Halbuki ukūl ve nüfusun Cenab-ı Hak’dan bil-iktiza suduru +takdir edildikten sonra dünyada mevcud olan şerri ukūl-ı +sadıradaki noksana haml etmek ne vechile kabul edilebilir? +Bir mezhebe Cenab-ı Hakk’ın gayri olmayıp onunla +müttahid olması lazım gelen mahlukatın mükemmel olmaması +asla[?] kabul edilemez. +razların hülasatü’l-hülasası vehle-i ulada herkesin aklına gelebilecek +olan bu ve bu gibi birtakım i’tirazlardır. +Mezheb-i tecellinin doğruluğunu yanlışlığını bir tarafa bırakalım +da yalnız ona karşı serdedilen i’tirazları şöylece nazar-ı +tedkīkten geçirelim. Filhakīka bahsi bu vadiye sevketmek +hudud haricindedir. Fakat sırası gelince zabt-ı kalem +mümkün olamıyor. Onun için biz de bu mebhasde bir iki +söz söyleyeceğiz. +kabul eylediği cihetle irade-i mutlaka-i İlahiyye nazariyyesiyle +gayr-i kabil-i te’lif imiş. Bu i’tiraz niçin mezheb-i tecelliye +hasrediliyor da irade-i mutlaka-i İlahiyyeye kail olan +mezahib-i saireye teşmil olunmuyor? Mesela Cenab-ı Hak +bu alemi gördüğümüz hal üzere yaratmış acaba böyle yaratması +hangi bir mezheb için şıkkayndan birini kabul zaruridir. Binaberin +bu i’tirazın mezheb-i tecelliye tahsisi doğru değildir. +Çünkü her mezheb hakkında varid olabilir. Kütüb-i felsefiyyede +bu i’tiraz delail-i katıa ile reddedilmiştir. +Şu halde emr-i hilkatte tahakkuk etmeyen bir mahzur +neden Cenab-ı Hakk’ın tecellisinde tahakkuk etsin! Halk olsun +tecelli olsun ikisi de ef’al-i İlahiyyeden değil midir? Avalimi +bu suretle halk eden halık başka türlü de halkedebilir +başka suretle de tecelli edebilir idi. Halkında bu sureti ihtiyar +eden Halik’ın tecellisinde de bu sureti ihtiyar etmesine +mani’ ne idi? Çünkü halkı ne ise tecellisi de odur. Halkında +Binaenaleyh tecelli-i İlahi ile mutlaka-i İlahiyye gayr-i +kabil-i te’lifdir sözünde mantık yoktur. +sine gelince bence bu i’tiraz da öteki gibi zaifdir bunun mezheb-i +tecelliye tahsisine sebeb yok başka mesalike de teşmil +olunabilir. Çünkü suver-i tecelliyatın nehc-i illiyyet üzerine +vaki’ olmuş tecelliyat-ı mütevaliyenin bu suretle vukūu bizde +fikr-i illiyyeti tevlid etmiş ise o zaman ne denebilir? Şu +halde mevcudat ilel ü ma’lulat suretinde tezahür edebileceğinden +temeyyüzlerine bir mani’ kalmaz. Ukūlün Cenab-ı +Hakk’a müntehi olduğu faraziyyesine göre onlara şerr isnadı +nasıl mümkün olacağı hakkındaki i’tiraz da münhasıran +bu mezhebe karşı serdedilecek bir i’tiraz değildir. +Çünkü alem-i tekvin de Cenab-ı Hakk’a müntehidir yani +onun eseridir. Onda da bir nekayısın vücuduna hükmeden +mesalik-i felsefiyye var. Maamafih hilkatin noksanında +hikmet mülahaza etmeyen feylosoflar da hilkatin o noksanıyla +beraber halikının kemaline karşı tav’an ve kerhen serfüru-bürde-i +teslim olmaya mecburdurlar. Nitekim oluyorlar +da. Şu halde yani eserde mülahaza olunan noksandan dolayı +müessirinin noksanı ne zaman kabul edilirse ukūlde +meşhud olan noksanın ukūlün müntehi oldukları akl-ı küll +bilir. +Şu mütalaatı serdeylemekten maksadımız mezheb-i tecelliyi +müdafaa değildir. Sırası gelirse ona dair de bir +ların yalnız ona hasrı muvafık-ı insaf olmadığını göstermekten +meslek yoktur ki ona karşı birtakım i’tirazat serdi mümkün +olmasın. Alemde herşeye i’tiraz her i’tiraz da bir suretle def’ +edilebilir. Ne hal ise sevk-ı kelam bizi biraz saded haricine +çıkardı. Öyle ise sadede rücu’ edelim. +Ebu Hamid Muhammed bin Muhammed bin Ahmed etTusi +el-Gazzali. – Gazzali mütefekkirin-i İslamiyye arasında +harika-i deha bir barika-i irfan bir nadire-i devrandır. +tarihinde Horasan’da vaki’ Tus şehri civarında “Gazzale” +nam karyede tulu’ eden bu necm-i ma’rifet hayli müddet +ufk-ı alem-i İslam’da şa’şaa-nisar-ı kemal olmuştur. +Gazzali ulum-ı şettada tebahhur ve tarz-ı ifadede teferrüd +etmişti. Keskin zekası mütecessis ruhu müteammik +müfekkiresiyle bir muamma-yı hilkattir. +En derin muhakemeler en müşkil mes’eleler en muğlak +mebhasler Gazzali’nin nur-ı zekası önünde veleh-nüma bir +sade bir üslub-ı metin ile tasvir edilmişlerdir. Gazzali’nin +pederi orta halli bir tacirdi. Tus’da sof bey’ u i’maliyle iştigal +ediyordu. Çocuklarında parıldayan nur-ı zeka ve fart-ı isti’dadı +bi-hakkın takdir ederek ta’lim ü terbiyelerine ikdam-ı +tam göstermişti. +Gazzali mukaddemat-ı ulumu Tus’da Ahmed bin Muhammed +er-Razkani’den teallüm eyledi. Az zamanda göstermiş +olduğu eser-i zeka herkesi hayrette bırakmıştı. +Bir müddet sonra bu büyük ruha Tus ufukları dar gelmeye +başladığından Gazzali Cürcan’a kadar koşmaya mecbur +oldu. +Atş-ı dimağisini teskin edecek bir menba’-ı irfan bir zülal-i +ma’rifet arıyordu. Cürcan’da İmam Ebi Nasr el-İsmaili’nin +derslerine mülazemete başladı. Dimağını yakıp kavuran +müddet sonra Gazzali’nin yine Tus’a avdet etmiş olduğunu +görüyoruz. +Fakat meyyal-i i’tila olan harika-i fıtrat bulunan dimağlara +has olan ihtiyac-ı teali arzu-yı inkişaf yine bu nadire-i +dehayı iz’ac etmeye başlamıştı. +O vakitler İmamü’l-Haremeyn’in şöhret-i ilmiyyesi tanin-endaz-ı +afak olmakta idi. Gazzali bu defa da Tus’dan +Nişabur’a İmamü’l-Haremeyn Ebu’l-Ma’ali el-Cüve[y]ni’nin +südde-i irfanına koştu. Burada Fıkıh Kelam Cedel +Mantık Hikmet-i Tabiiyye ve Fesefe tahsil ü tetebbuuna koyuldu. +Gazzali atş-ı dimağisine sükun-bahş olacak zülal-i ma’rifeti +artık bulmuştu. Üstaz-ı şehirinin tarih-i irtihaline kadar +Nişabur’u terke lüzum görmedi. +Gazzali henüz tahsil sıralarında iken iştihara başlamıştı. +Fart-ı zekası selamet-i beyanı tarz-ı ifadesi cevdet-i karihası +rasanet-i muhakemesi üstazının fevkalade mazhar-ı takdiri +oluyordu. İmamü’l-Haremeyn’in teşvikıyle neşr-i asar +ve icra-yı tedrisata başladı. Şa’şaa-i şöhreti; daha talebelik +zamanında; üstadını bile husufa uğratacak derecelerde nevvar +u rengin halelerle tetevvüc etmekte idi. +Bu esnada İmamü’l-Haremeyn irtihal eyledi. Ka’be-i +me’ali addettiği Nişabur artık Gazzali nazarında karanlık bir +zindan haline gelmişti. Tahammül edemedi. Nişabur’u terketmeye +mecbur kaldı. +Nizamülmülk ötedenberi Gazzali’nin şöhret-i ilmiyyesini +ediyordu. +Nişabur’u terkeden Gazzali’yi da’vet ve kendisiyle Surre-men-rea’da +[Samarra’da] mülakat eyledi. Meclisde asrın +en büyük alimleri de hazır idiler. +Huzur-ı Nizam’da mesail-i şettaya aid pek mühim mübaheseler +cereyan etti. Gazzali’nin vukūf u ihata-i ilmiyyesi +Nizamülmülk’le beraber bütün huzzarın hayret ü takdirini +mucib olmuştu. +Kadir-şinas Nizam İmam’ın fazl ü kemalini bi-hakkın +tebcil ve kendisini Bağdad’daki Medrese-i Nizamiyye riyaset-i +tedrisiyyesine ta’yin etti. +tarihinden tarihine kadar tam dört sene Gazzali +Medrese-i Nizamiye’de tedris ile meşgūl olmuştur. Kendisine +has bir natıka bir selaset-i beyanla işgal ettiği kürsi-i +muazzamın şanını bu müddet zarfında büsbütün i’la eylemiştir. +Meclis-i irfanına müdavemet edenler fazl u kemali fesahat-ı +beyanı esna-yı tedrisde irad ettiği nikat-i dakīkanın +ulviyyeti karşısında mest ü mebhut kalırlardı. Gazzali bu suretle +Medrese-i Nizamiyye’nin tanin-endaz-ı afak olan şöhret-i +Esna-yı tedrisde meclis-i irfanına binlerce samiin toplanırdı. +Gazzali burada tam dört sene suret-i mütemadiyyede +gündüzleri tedris ve geceleri tetebbuatla vakit geçirmiştir. +Tetebbuatı ilerledikce muhakemat ve beyanatında bir +nevi’ hususiyet görülüyordu. Gazzali hayatının ilk devrelerinde +büyük bir iştiyakla agūş-ı felsefeye atılmıştı. Mesalik-i +felsefiyyenin kaffesini yegan yegan tedkīk ederek bu yolda +neşriyatına devam ediyordu. +tarihinde Gazzali birden bire her türlü meşağıl-i +dünyeviyyeye veda’ ederek kuşe-i inzivaya çekildi. Bu hal +Gazzali’nin hayatında pek büyük bir vak’a sayılır. +O vakte kadar sırf akli ve mantıkī bir meslek ta’kīb +eden Gazzali mantıkın yabis muhakematından bıkmış +ruh-ı cezbedarına sükun-bahş olacak ma’ali-i lahutiyye ihtiyaclarını +duymaya başlamıştı. Aşk-ı lahuti ruh-ı Gazzali’yi +taht-ı teshire almış ve temayülat-ı nasutiyyeden tamamıyla +tecrid eylemişti. +Evvelce hazret-i üstaz ihtiyacat-ı dimağisini tatmin ederek +ruh-ı naledarını bir nefha-i sükun-bahşa ile oyalamak ümidine +düşmüştü. +Fakat tetebbuat-ı ilmiyyede ilerledikce ıztırabat-ı ruhiyyesinin +de o nisbette artmakta olduğunu pek acı bir surette +hissetmeye başladı. Bütün bu mütalaat ve tetebbuatın şübhe +ve tereddüdatı artırmaktan başka bir işe yaramadığını +anladı. Felsefe-i reybiyyenin çıkmaz girivelerine düştü. Orada +hayli müddet çırpındı çabaladı. Didine didine bi-tab ü +tüvan kalmış olduğu halde aradığı şu’le-i hakīkati bu mesşeklinde +yazılmıştır. +lekte de bulamadı. Amik bir ye’s ile titredi. Ruhu yükselmek +lahutiyana uruc etmek için çırpındıkca fikir ve dimağı +da zalam-ı şübuhat arasında nur-ı hakīkati arayıp duruyordu. +Gazzali bu halini bizzat şu vechile tasvir ediyor: “Kendi +kendime dedim ki: Madem ki maksadım hakayık-ı eşyaya – +oldukları vechile– vukūfdan ibarettir; o halde evvela “ilim” +ve “vukūf” denilen şeyin ne olduğunu ne suretle iktisab +edildiğini tedkīk etmekliğim icabeder. +Ben pek güzel anlıyorum ki ilm-i yakīni demek hiçbir +vechile şübhe ve tereddüde mahal kalmayacak surette bir +şeye lahık olan vukūf demektir. Şu şartla ki o şeye tealluk +eden ilimde duçar-ı hata olunup olunmadığına dair bilahare +de zihinde asla tereddüd ve şübhe uyanamamalıdır. Yani +bir şey hakkında ilm-i yakīni hasıl ettikten sonra bu ilmin +vüsuk-ı kat’iyyeti hakkında kuvve-i müdrikenin bir defa daha +sarf-ı mesai etmesine lüzum görülmemelidir. +Çünkü ilm-i yakīninin kat’iyyete dair olan kanaatimiz layetezelzel +olmak icabeder. Hatta bu babdaki kanaati aldanmadığımıza +karşı zahiri bir delil suretinde bile telakkī edebiliriz. +cek her dürlü şübhe ve tereddütler kanaat-i fikriyyemizi asla +haleldar edemezler. Mesela on adedinin üç adedinden büyük +olduğunu öğrendikten sonra bir kimse gelip bana: +– Hayır siz yanlış öğrenmişsiniz bilakis üç ondan daha +büyüktür. Ben bu iddiamı nazarınızda isbat ve sizi ikna’ +edebilmek için elimdeki şu bastonu yılana tahvil edeceğim. +Demiş olsa ve iddia ettiği harikayı gösterebilse yine benim +bu babdaki kanaatimi asla sarsamaz. +Bu zat gösterdiği harika ile bende ancak derin bir hayret +uyandırabilir. Fakat on adedinin üçten büyük olduğu hakkındaki +olsun– hiçbir şübhe ve tereddüt tevlid edemez. Çünkü bu +hususdaki ilmim “yakīn” derecesindedir. İşte bu gibi muhakemat +sevkiyle ma’lumatımdan haklarında ber-vech-i tasvir +vüsuk-ı kat’iye malik olamadıklarımın sıhhatlerinde iştibah +etmeye başladım. Çünkü şerait-ı mesrudeyi haiz olamayan +vukūfa ilim namı vermekte bi-hakkın tereddüt ediyordum. +Bu tered[dü]düm üzerine o vakte kadar suver-i muhtelife +Ma’lumat-ı zatiyyemden havass vasıtasıyla istihsal olunanlarla +na-kabil-i i’tiraz bedihiyyat-ı zaruriyyeden ibaret +bulunanlardan maadasının şu evsafdan mahrum olduklarını +anladım. +Bir kere bu uçuruma düşünce kendi kendime dedim ki: +Kanaat-i kat’iyye bahşedebilecek ma’lumat-ı mevsukayı ancak +havass vasıtasıyla istihsal olunacak ilim ile bedihiyyat-ı +aklıyyede aramalıyım. Çünkü fikrim bunların sıhhatinde tereddüt +etmiyor. Bu zamandan sonra yalnız bu iki suretle kazandığım +bütün gayretimle ulum-ı tabiiyye ve riyaziyye tahsiline koyuldum. +Fakat bu fenlerdeki tetebbuat ilerledikce yeniden +yeniye bir sürü şübühatın hücumlarına ma’ruz kaldım. +Havas vasıtasıyla istihsal ettiğim ma’lumatın sıhhati hakkındaki +kanaatimin nereden neş’et ettiğini araştırdım. +Havas arasında en ziyade şayan-ı i’timad olan kuvve-i +basıra değil miydi? İlk evvel bunu tedkīk etmek istedim. Netice-i +tedkīkat me’yusiyetimi mucib oldu. +Filhakīka biz bir [bu] cismin gölgesine bakacak olursak +yek-nazarda gölgeyi sabit ve gayr-i müteharrik olarak görür +ve şu rü’yete istinaden gölgenin hareket edemeyeceğine +hükmederiz. +Halbuki tecrübe bir hükümde duçar-ı hata olduğumuzu +gösteriyor. Çünkü bir saat sonra aynı mahalle gelirsek gölgenin +tebdil-i mevki’ etmiş olduğunu hayretle müşahede +ederiz. Gölgenin tebdil-i mahal etmesi keyfiyeti yani hareketi +birdenbire ve atiyen [ayniyyen] vukūa gelmemiştir. İlk +baktığımız zamanda da gölge tebdil-i mahal ediyordu. Fakat +hareketi gayet bati olduğundan kuvve-i basıramız yek-nazarda +sükunetine hükmetmişti. Demek ki hiss-i basarımız aldanmış +ve bizi aldatmıştı. +Kezalik kevakibe nazar edersek onları ancak birer nokta +cesametinde rü’yet ederiz. Halbuki fezada birer nokta gibi +gördüğümüz nücumun arzımızdan pek büyük birer cirm-i +semavi olduklarını ulum-ı riyaziyye berahin-i kat’iyye ile isbat +etmektedir. +Demek oluyor ki havas ile istihsal ettiğimiz ma’lumatın +bazıları hakīkate mutabık olmaktan pek uzak bulunuyorlar!... +Muhakematım bu raddeye vasıl olunca ma’lumat-ı hissiyyenin +kat’iyyeti hakkındaki kanaatimde duçar-ı tezelzül +olmaya başladı. Artık havass-i hams vasıtasıyla öğrendiğim +şeylerin de sıhhatinde şübhe ediyordum. +Havassin de bizi iğfal edebileceği tahakkuk edince +vüsuk u kat’iyyetine i’timad edilecek bedihiyyat-ı akliyyeden +başka bir şey kalmıyordu. +Filhakīka: On üçten büyüktür. Bir şey hem ezeli ve hem +mahluk olamaz. Bir şeyin aynı zamanda hem vücud ve hem +ademi muhaldir….. Gibi bedihiyyat-ı akliyyenin kat’iyyet ü +sıhhatinde tereddüt edilemeyeceğine hükmediyordum. +Fakat zihnimde yine bir şübhe uyanıyordu. Düşünüyordum +ki: Aklen istihsal olunan ilmin de havass vasıtasıyla kazanılan +bileceğiz?! +Ma’lumat-ı hissiyyeninin sıhhatine i’timad etmiş iken akıl +ve tecrübe aldandığımızı ihtar ederek bizi irşad etmedi +mi? +Tecrübe ve muhakemat-ı akliyyeye müracaat edilmeseydi +havass ile iktisab olunan ilmin sıhhatinde tereddüt +gösterecek miydik!? Şübhesiz ki hayır. +Bilakis ma’lumat-ı hissiyyenin hakayık-ı kat’iyye olduklarına +kemal-i i’timadla kani’ olup gidecektik. +Bu halde akıl; havassin duçar-ı hata olabileceğini nasıl +de bir hakim-i ulvi bulunması acaba imkan dahilinde değil +midir? Bunun taht-ı imkanda olmadığına dair ne gibi bir +delilimiz vardır?!... Bu suale cevap tedariki için hayli uğraştım. +Nevm ve halat-ı nevmi derpiş-i mütalaa ettiğim zaman +bu babdaki şübhe ve endişem büsbütün arttı. Düşündüm ki: +Biz uyku esnasında birtakım hayaletlere bir hakīkat bir +mevcudiyet veriyoruz. Bu halin bir rü’ya olduğunu görülen +şeylerin hayalattan ibaret bulunduklarını ancak uyandığımız +zaman anlayabiliyoruz. +Acaba uyanık iken gördüğümüz hissettiğimiz şeylerin +hakīkaten mevcud olduklarına ne suretle kani’ oluyoruz? Bu +kanaati bize kim ve ne te’min etti??..... Evet bugün bulunduğumuz +ahval ve şeraite nazaran gördüğümüz şeyler hakīkaten +mevcuddur. Bunu kabul edebiliriz. +Fakat birtakım ahval ve şerait zuhuru mümkündür ki +ahval ve şerait-i mezkure ile uyanıklık arasındaki nisbetin +aynı olabilsin! +Bir suretle ki bu yeni ahval ve şerait tahtında; hal-i hazırımız +başka tarzda adeta bir rü’yadan ibaret olsun!?....” +Gazzali’nin balaya naklettiğimiz şu muhakematı felsefe-i +reybiyyenin esasını teşkil eder. +Reybiyyun “Scepticisme” mesleğine dair Avrupa kütüb-i +felsefiyyelerinde dahi bundan açık bir izah bulabilmek imkan +haricindedir. Hatta Hazret-i İmam’ın mütalaat ve berahin-i +anifesini –daha ziyade bir kuvveti haiz olacak surette– +tevsi’ etmek de kabil değildir. +Bu büyük İslam hakiminin kat’iyyet-i beyanı karşısında +Avrupa metafizikçilerinin mübhem ve kapalı ifadeleri pek +sönük kalmaktadır. +* * * +Cüst-ü-cuy-ı hakīkat uğrunda çırpınan bir zeka-yı ateşin +felsefe-i reybiyyenin bu herc ü merci arasında uzun müddet +yuvarlanmaya tahammül edemezdi. Filhakīka böyle oldu. +Nur-ı hakīkat Gazzali’nin basıra-i basiretinde tecelli-nüma +olmaya başladı. Hazret-i imam felsefe-i reybiyyenin çıkmaz +girivelerini bıraktı. Felsefe ile beraber alayiş-i zahiriyyeye de +veda’ ederek bir hayat-ı cihan-neverdiye atılmak lüzumunu +hissetti ve atıldı. +Gazzali’nin Medrese-i Nizamiye’deki tedrisatına nihayet +vererek o parlak mevkiini birden bire terketmesi esbabını bu +gibi te’sirat-ı ruhiyyede aramalıdır. Hazret-i üstad Bağdad’daki +tedrisatına hitam verir vermez Hicaz’a koştu. +Ruh-ı nalanına o mukaddes makamlarda bir nefha-i sükun-bahş +aradı. Ka’be-i Muazzama’yı kabr-i pür-nur-ı Nebeviyyeyi +ziyaret ettikten sonra Şam’a döndü. Müştakan-ı +maarifin ısrarlarına tab-aver-i mukavemet olamayarak Cami’-i +Emevi’de yine tedrisata başladı. +Şam’da ikameti esnasında idi ki İhyau’l-Ulum namındaki +eser-i meşhurunu te’life muvaffak olarak “Hüccetü’lİslam” +ünvan-ı mefharetini ihraz eyledi. Hazret-i imam ıztırabat-ı +ruhiyyesini hayatında birden bire vukūa gelen tebeddül +esbabını bizzat şu suretle anlatıyor: +“Kendi mevki’ ve halimi piş-i tefekküre alınca dünyaya +binlerce rabıtalarla bağlı olduğumu her tarafdan nefs-i emmare +ve hevesat-ı şahsiyyenin mütevali hücumlarına ma’ruz +kalmış bulunduğumu pek acı bir surette anladım. +şeklinde yazılmıştır. +Ef’al ü harekat-ı zatiyyemi nazar-ı tedkīkten geçirdim: +Hayatımın en rengin en tatlı zamanları olarak tedris ü tederrüse +hasrettiğim saat-ı mesaiyi bulabildim. Maamafih hayat-ı +ebediyye ile alakadar olamayan birtakım faidesiz ve +lüzumsuz şeylerle de pek çok kıymetdar vakitler zayi’ etmiş +olduğumu anladım. Bu kadar zaman bir azm-i kat’i ile icra +eylediğim tedrisattan maksadım ne olduğunu düşününce bu +babda sarfettiğim mesainin ind-i İlahide garaz u ivazdan +azade görülemeyeceğini bütün gayretimi şan u şeref-i şahsi +kazanmak uğrunda sarfetmiş olduğumu anladım. +Servetimi fukaraya tevzi’ ederek Bağdad’ı terk ve Suriye’ye +çekildim. Suriye’de iki sene bir hayat-ı münzeviyane +geçirdim. Ruhumla inledim. İhtirasat-ı nefsaniyyemle harb +ettim nefs-i emmaremle didiştim. Kalbimin tasfiyesine çalıştım. +Ahiret hazırlığına başladım……” +Hazret-i imam i’tirafat-ı anifesiyle nefs-i emmarenin +taht-ı hükmünde icra edilen ef’alden; hakīkat-perest bir +mü’minin duyduğu nedamet ü ıztırabat-ı kalbiyyenin pek +parlak bir tablosunu tersim ediyor. +Hırs-ı şöhret ü şanın hakīkī bir mü’minin a’mak-ı ruhunda +bilahare tevlid edebileceği azab-ı vicdani ne kadar +elim oluyormuş!. Bunun derecesini anlamak için Gazzali gibi +metin bir hakimin alayiş-i hayattan ilelebed nefret etmesi +keyfiyyetini derin düşünmelidir!...... +– – +Bu keşakeş ne içindir ne bu fart-ı galeyan? +Buna razi mı olur Hazret-i Rabb-i Mennan? +Vatanın sinesi mecruh mekini hayran +Kalb-i millet kanıyor ağlıyor ehl-i vicdan +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +– – +Çeşm-i ibretle bugün bakmalıyız İran’a +Hun-rizan-ı yetiman ile hem nisvana +Gerçi pazarda yatan zümre-i mazlumana +Bakmalı zulümle galtide olan sıbyana +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +– – +Ben eminim ki olur ruh-ı Resul-i zi-şan +Çünkü feryad ediyor hüznile ehl-i iman +Girye-bar-ı esef olmakta demadem insan +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +– – +Bu mudur meşveretin de’b ü şurutu aya? +Hakk-ı milliyyet ü devlet ola mahv ü ifna +şeklinde yazılmıştır. +Meclisin namı ise dilde azim ü bala +Milletin başına püsküllü beladır hala +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +– – +Dahili gailemiz mühlike-i uzmadır +Sanki namus-ı vatan cümle-i bi-ma’nadır +Fitne-i naime rayetkeş-i istiladır +Kafil-i hall-i umur tabi’-i istiğnadır +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +– – +Gaye-i hizmetiniz tefrika-i millet mi? +Böyle ta’vik-ı himem şime-i ulviyyet mi? +Yoksa bu tarz-ı siyaset sebeb-i hikmet mi? +Milletin şimdi nasibi acaba zillet mi? +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +– – +Hüccet-i katıadır resm-i vifak u tevhid +Yok mudur bünye-i milliyyeti ıslaha ümid +Ruh-ı mahmumi-i devlet buluyor şekl-i cedid +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +– – +Gerçi zahir görünür cümlede bir hüsn-i emel +Milletin fatiha-i şöhreti mahkum-ı halel +Harici mesleğimiz calib-i enduh ü zelel +Geçen eyyamın ise bir günü bir ömre bedel +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +– – +Memleket fetret ile olmada zulmet-abad +Gahi dillerde gezer dahiye-i istibdad +Ne reva olsa vatan böylece lebriz-i fesad +Su-be-su yükseliyor bank-i hazin-i imdad +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +– – +Cism-i zar-ı vatanı çiğnemede a’damız +Kime arz eyleyelim söyleyiniz da’vamız? +Yok mudur guş-ı kabule alacak şekvamız? +Allah Allah bu ne halet? Ne bu istiğnamız? +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +– – +Kalmadı zerre umumun size hüsn-i nazarı +Münselib oldu tefekkürle huzur u hazarı +Ba’deza kalmadı millette refahet eseri +Gelin! Ağlatmayalım ruh-ı Şefiu’l-beşer’i +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +– – +Bakıyor halimize alem-i İslamiyyet +Onların matlabıdır şevket-i Osmaniyyet +Sardı etrafı fakat hale-i me’yusiyyet +Düşman-ı din ise müstağrak-ı mesruriyyet +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +– – +Olmada şimdi vatan matmah-ı enzar-ı adu +Akıbet-bin olana levha-i ibrettir bu +Bu tecahül bu teallül ne bu gaflet yahu! +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +– – +Hıfz-ı namus-ı vatan nerde bu hiss-i ahsen +Bu tehassüsle mükellef beşeriyyet zaten +Bu vekalet sıfat-ı fahiresi sizde iken +El-eman-han oluyor ye’sile ebna-yı vatan +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?? +Aziz ve muhterem kardeşlerim! Başlangıcı ayet ve hadis +ola[n] bir sözün gerek söyleyene gerek dinleyene faidebahş +olacağını geçende arzetmiş idim. Bunun için bir ayetle +sözüme başlıyorum: +Maksadım “Müslümanlık Hıristiyanlık” namıyla mev’iza +kılıklı dini ahlaki bir hakīkat arzetmektir. Din-i mübin-i Muhammedi’nin +‘ali olan sanını meziyetini kudsiyetini ihvanımıza +şerh etmek geniş cadde gibi dinden ayrılıp şimdiki +duçar olduğumuz meskenetin ahval-i müessifenin hastalığın +sebeblerini göstermek; müslümanların ma’ruz kaldıkları +bu felaketten kurtulmak için ticaret saadet yollarını beyan +etmek istiyorum. +Müslümanların terakkī etmeleri dinlerinin ahkamına inkıyad +etmekle olduğu gibi; tedennileri de ahkam-ı dine müraat +etmediklerinden ileri gelir. İslamlar dinlerine ne kadar +kavi sarılırlarsa o nisbette terakkī ederler. Bu hususda ne +kadar za’fiyet ve kayıdsızlık gösterirlerse o nisbette tedenni +ederler. Müslümanlık dünya ve ahiret bahtiyarlığını te’min +eder. +Her şeyin hakīkati zıddı ile ma’lum olduğundan Hıristiyanlık’dan +dahi bahsedeceğim. Fakat Hıristiyanlık’da terakkıyat-ı +fenniyye derece-i kemale vasıl olmuştur. Dinimizi +anlatmak için yapacağım tenkīdat onların din namına kabul +ettikleri şeylere raci’dir yoksa fenlerine değil. +Biz diyoruz ki: Müslümanların terakkī etmeleri dinlerine +ahkamına inkıyad etmekle olur. Hıristiyanlar yani Avrupalılar +da’valarından kazib olduklarını fen tecrübe ile isbat ediyor. +Fennin kabul ettiği şeye sarılmadıkca dinin emrettiği şeyi +bırakmadıkca terakkī mümkün olamaz. Terakkī edemeyen +şeklinde yazılmıştır. +bir millet ise dağılmaya mahvolup gitmeye mahkumdur. +Avrupa’da din dinin kavaid-i ahlakıyye[si] demektir. Kavaid-i +ahlakıyye medeniyyet halinde yaşamak isteyen bir +memleketi idare edemez. Zira: Ahlak dahi insana te[n]ha +yerlerde tek bir hanede oturmayı emreder. Hiç dünya işlerine +karışmamasını tavsiye eder. Halbuki fence insanlar +maişetlerini birbirinin yardımıyla te’min edeceğinden birarada +dine ahlak demek istiyor. Medeniyet dini bozar diyor. Ama +ef’ali da’va ettikleri medeniyete muhalif. Hatta insaniyyete +mugayir derecelere kadar medeniyeti vardırsalar yine[!] iyi +dinlemelidir. Onlar diyorlar ki: Ahval-i ictimaiyyenin gayetle +sadeliği bir zamanda insan kanaatkar olup sade bir halde +yaşamaya katlanırdı. Yani medeniyet terakkī etmediği zamanda +adi ve cüz’i şeye insan kanaat ederek yaşardı. Medeniyet +yükseldikce ahval-i maişet dahi o nisbetle çoğalmaya +başladı. Yani fantazya çoğaldıkca masraf ve ihtiyac da o +kadar çoğalmaya başladı. Rahat ve serbest kolay kolay +geçinmek için türlü türlü san’atlar ticaretler şirketler hünerler +ziraatler gibi geçinme yollar[ı] çoğaldılmak lazımdır. +Bu ise insanlardan her türlü kabileler anasırlar bir beldede +mecburi ikamet etmekle olur. din ise “Avrupa i’tikadınca” +menfaati celb mazarratı def’ ve asayiş ve hukūk-ı umumiyyeyi +te’min edemez. +Çünkü din taşıyanların kanunları da dini olduğundan o +gibi kanunlar hükumeti milleti idare edemez. Git git o hükumet +o ahali za’if olur. İnkıraza uğrarsa mahvolur gider. +desi bu merkezdedir. Hıristiyanlık’da din ile dünyanın ayrılması +arzettiğim gibidir. +Şimdi de ma’ruz kaldığımız tedenninin sebeblerini ve +çaresini ve onlara karşı dinimizin cevabını arzedeyim: Din-i +mübinimiz yüzlerce seneler şan u şevketini cihana göstermiş +yat-ı maddiyye ve ma’neviyyeleriyle bütün Avrupa’ya parmak +acaba nedendir? Bu inkırazımızın esbab[ı] ikiye müncer +olur. Gerçi başka sebebler varsa da onlar bu iki sebebin teferruatındandır. +Birincisi dini hakkıyla tamamıya bütün efrad-ı müslimine +anlatmak ve dinini kemaliyle bilen müslümanın bu +dünyada mes’ud yaşayacağını kendisine öğretmek ulemanın +borcu iken birçok sebebe binaen evvela mensubin-i ilmiyyenin +azalması saniyen meydanda kalanları da bu ümmeti +bah yoktur bunları vazifelerine da’vet hususunda ihtaratta +bulunmak ümmete düşen bir vazifedir. Vehle-i ulada bu söz +tuhaf görünür fakat böyledir. Zira şer’-i şerif böyle emrediyor. +Gerçi ulema tarik-ı irşadda tekasül gösterdikleri için +mes’ul olacaklar lakin onlardan bu tekasülü kaldırıp irşada +tergīb etmeyenler de mes’uldürler. +şeklinde yazılmıştır. +Çünkü hükumetten ulemadan haklarını istemeye şer’-i +şerif efrad-ı ümmete bir salahiyet vermiştir. Haklarını taleb +etmeyenler de mes’uldürler. Zira: Millete ulema ulemaya +millet lazımdır. Bu derdin dermanı irşad yahud taleb-i irşaddır. +emeliyle ve intişar-ı maarif fikriyle her şeyleri ve hep işleri +Avrupa kitablarında arayan birtakım kimseler dinini de Avrupa +kitablarında arıyorlar. Avrupa kitablarında ise din medeniyete +muhalifdir ve terakkīye mani’dir gibi batıl sözleri +de görüyorlar. Yazık kör körüne bu sözü hakīkat bildiklerinden +dinsiz oluyorlar. Henüz i’tikadını tashih etmeyen gençlerimiz +de –çünkü mekatib-i ibtidaiyyemizde mufassal ilm-i +hal ta’lim olunmuyor– zu’mlarınca o hezeyanları; o herzeleri +doğru söz belliyorlar. Namaz oruç ve sair evamir-i dine inkıyad +eden bazı zevata nazar-ı hakaretle bakıyorlar. Avrupa’nın +her şeylerine ayn-ı hakīkat diyorlar. Hatta her kemalat-ı +da bulunurlar. +Sözümü bir misal ile isbat edeyim. Görüştüğüm ve +hüsn-i zan ettiğim bir efendi ile hasbihal esnasında bil-münasebe +bana dedi ki:.. Demek isterim ki Avrupa kitablarının +umum mündericatını doğrudur i’tikadı ile tercüme eden +bazı dinsizler maarifin neşrine milletin uyanmasına memleketin +terakkīsine hizmet edeyim derken Müslümanlığa büyük +bir hıyanet etmiş olurlar. Kaş yaparken göz çıkarıyorlar. +Hem helak oluyorlar hem başkalarını da helak ediyorlar. +Hem dall hem de mudil oluyorlar. +Bu gibi neşriyat-ı faside ve semmiyat-ı katilenin tab’ u +neşrini hükumet men’ etmekle bu derd kabil-i tedavi olabilir. +Biz Avrupa’nın sanayiine muhtacız yoksa Avrupa’yı +her sözde tasdika her şeyde taklide mecbur değiliz. Onların +bazı sözlerini kabul ediyoruz. Mesela: İnsan ormanda dağda +tek bir hanede yaşayamaz. Biraraya gelmek ictima’ etmek +şirketler yapmak maksad bir olmak şartıyla hakīkati +bulmak için müsademe-i efkar etmek maişet için behemehal +lazımdır diyorlar. Onlarca buna din mani’dir. Yani onların +dinince mezhebince bu yasaktır. Çünkü din insanı uzlete +moda hükmüne giriyor. Zira: din onlarca hukūk-ı umumiyyeyi +te’min edemez. +Biz diyoruz ki evet insanlar müctemi’ bir halde hatta ittifak +diyor. +Yani habl-i metin-i +olmak üzere ittihad ediniz. İttihad Cenab-ı Hakk’ın bizden +güneş gibi ayandır ki kuvvet haksız olsa bile haklı ve doğru +olanlara galebe eder çok muahedeleri aksine bozar zevale +yakīn olanları vikaye ve idame edebilir. Kuvvet daima yükselir +handan mes’ud yaşar. +Kuvvet bahtiyardır hakkını kimseye kaptırmaz. Kuvvet +sayesindedir ki Avrupalılar on paralık bir ziyan için bin lira +sarfederek ziyankarlarına bir ders-i ibret verirler. Kuvvet +ekseriyetle tahsil edilir. Ekseriyeti kazanmak ise ikisi maddi +birisi ma’nevi olmak üzere ancak üç sebeble mümkündür. +Nerede olursa olsun ekseriyeti kazanmak ve idame etmek +Milletin terakkīsi için kendisine rehber olacak zevatın diyanetiyle +beraber adil olmaları elzemdir. Adaletli bir hükümdar +bir cem’iyyet paydardır kal’a gibidir zevali yoktur. +Zulmü adaletine galib olanlar muvakkattir. Tarihlerde çirkin +sahifeleri işgal eder. Matem günleri andırmakla halkın la’netine +boğulur. +Sonra rüesanın yekdiğerine karşı sadık emin samimi +ciddiyetli kardeş olmaları lazımdır. +Zira Cenab-ı Hak +buyuruyor. Mü’minler +dünyada kardeş oldukları gibi bir maksad-ı ‘ali üzere dahi +cudunun her bir a’zasını korur hey’et dahi ihvanını kavlen +fi’len mümkün olduğu derece malen vicdanen muhafaza +etmek lazımdır. +Kezalik rüesanın müdebbir ve fa’al ve ehil olmaları da +pek mühim derecede elzemdir. Çünkü deruhde edilen maksad +bir vazifedir. +Cenab-ı Hak +buyurur. Emanet olan +hizmet-i vazifeyi o vazifeye na-ehil olduğu halde taahhüd +edenlerin vay haline! +Rüesanın şecaatle beraber hüsn-i niyyeti dahi pek lazımdır. +Çünkü kayıdsız ve cebin ve hulusu olmayan me’yuslar +tıbkı münferid ve müteferrik yaşamayı isteyene cahil millet +gibi muhakkak ölmeye mahkumdur. +yet ve kuvvetini muhafaza ederek be-kam olur. Güzel güzel +esaslara muvaffak olur. Namını tebcil eder. +Kuvveti gaib etmemek için maddi olan ikinci sebeb: Bir +fikir bir maksad etrafında toplananların sebatı azm-i kavisi +lazımdır. +Her ne kadar dört sene bir icraat bir fa’aliyyet görülmedi +denilir ve bir cihetten haklı ise de kuvve-i teşriiyye ve icraiyye +ve hey’et-i ictimaiyyeler dahi ma’zurdur. Çünkü bunlar +harici ve dahili kaç defalar nice türlü ihtilaflara irtica’lara +yiz. Hücum eden kaygulardan vakit bulunmuyor. Bu gibi +ahval her inkılabın evvelinde olmuş şeylerdir. Daha biz inkılabdan +kurtulamadık. Bir binayı kemaliyle yapmak uzun +zamana muhtacdır. Yıkmak kolaydır. Bu bedihidir. Tecrübe +yapmak istiyoruz. Bu kolay bir şey değildir. Bu gibi sade +düşünceler bizi azmimizden me’yus etmesin. Bir fidan yerinde +bırakılsa kök salar yemiş verir. Birkaç defa yeri değişilse +kurur. Kurumasa bile büyümez kendisinden kimse istifade +edemez. +Cenab-ı Hak +buyuruyor. +Yani Cenab-ı Hakk’a ve Resulüne itaat ediniz. +Münazaa etmeyiniz ki perişan olup her biriniz bir köşede kalırsanız +sonra yalnız hak edemem diye hayra teşebbüs edemezsiniz. +Korkak olursunuz. İttifak ittihad ediniz. Zira: İttihad +bir kuvvettir ki ruzgara benzer ruzgar pek ufak deliklerden +girer. Dilediği gibi hareket eder. İstediği şeye muvaffak +olur. İttihaddaki kuvvet de ruzgar gibidir. Her maksada nail +olabilir. Tefrikanın mahviyyetten başka hiçbir eseri olmadığı +herkesçe müsellemdir. Isa as İncil’i Kudüs-i Şerif’de neşrettiği +demek istiyorlar ve bunu İslamlardan almak istiyorlar. +Tarihlerde görülür ki bu maksad-ı fasidlerine nail olmak +lar bil-ittihad hücum ettiler. Muvaffak olamadıkları için ye’s +getirmediler. Sekiz yüz seneden beri uğraşıyorlar. +Ekseriyet ve kuvveti muhafaza için sebeb-i ma’nevi: Dini +bilmek ve ahkamını icra etmek elzemdir. Çünkü her insanın +şahsına aid vazifesini ve insanların vezaif-i ictimaiyyesine +aid kanunları gösterir. Umum hakaıkı cami’ olan Kur’an +bize ta’lim ettiği dinin şevketini ve herşeyde sühulet gösterdiğini +anlatalım. Herkesi müsavat üzere servet sahibi etmek +ve herkesi mes’udane müsavat üzere yaşatmak emeliyle Avrupalılar +çare-i tarik ararken ne kadar suubete uğradıklarını +ve dinimizin bu hususda gösterdiği sühuleti anlayalım ona +göre bazı şeylerde onları taklid edelim ve bazı şeylerde +taklidi terkedelim. +Avrupa’da halli müşkil olan bir “amele mes’elesi” vardır +ki her bir müsavat üzere ma’mur olmanın ve herkes ale’sseviyye +zengin olmanın esbabını arıyorlar. Eğer herkesde +kavinin zaifi ezmesi gibi haller zuhur eder. Bu ise hem adaleti +hem de medeniyeti paymal eder. Herkesin servetini müsavi +kılmak için birbirine muhalif pekçok siyasi fırkalar zuhur +etmiştir. Bunlardan birisi İştirakiyyun Sosyalist mezhebidir. +Bunların re’yine göre fukaranın zarureti zenginler ellerindeki +sermayeye müstakil mutasarrıf olmalarındandır. +Halbuki bu sermaye amelenin sa’yinden toplanmıştır. Binaenaleyh +sermayenin bir kişiye tahsisi caiz olamayıp umuma +taksimi lazımdır. Onlar bu da’vayı muvafık-ı hak görerek +kendilerine mezheb edinmişler. Bu mezhebi bütün ameleye +kabul ettirmeye çalışıyolar. Arzuları bu suretle ekseriyet-i +ahaliyi kazanıp a’zası kaffeten bu mezhebe mensub efraddan +mürekkeb yeniden bir hükumet te’sis etmektir. Sonra +umum efrad-ı beşeri bahtiyar etmek ağniyanın servetini alıp +efrad-ı halk beyninde müsavat üzere taksim ettikten sonra +hükumet vasıtasıyla hem işleri hem de işlerden hasıl olan +kazancı ale’s-seviyye umuma taksim eylemektir. Sosyalist +fırkası ekseriyeti teşkil etmek için efraddan icab edenlere +para verirler. Şayed birisi hasta olursa bir hey’etle istifsar-ı +hatır ederler. Ailesini idare edebilecek kadar tahsisat verirler. +Vefat ederse bilumum efrad-ı cem’iyyet cenazesini teşyi’ +ederler. Gelmeyenlerden ceza-yı nakdi alırlar. Fırkaya dahil +olmayan kimseler de cenazeye olan i’tibarı görünce bu ne +büyük şerefdir diyerek mecburi fırkaya dehalet ederler. Sosyalistlere +göre herkesin mes’ud olması için çare-i hasene +budur. +Fırak-ı muhtelifeden birisi de Anarşist fırkasıdır. Bu fırka +da Sosyalist fırkası gibi ağniyanın kazancını herkese seyyanen +taksim etmektir. Fakat maksadlarına Sosyalistler gibi +mezheblerini neşr u ta’mim ile değil belki fesad u ihtilal ile +yakarak yıkarak vasıl olmak istiyorlar. Şimdiki hükumetleri +bombalarla zir ü zeber etmek istiyorlar. +Bu iki fırkayı misal olmak üzere söyledim. Avrupa’da en +büyük fırka Sosyalist fırkasıdır ki arzettiğim gibi maksadı hükumat-ı +hazırayı yıkıp yerine kendi mezhebleri dairesinde +bir hükumet te’sis etmektir. +Hülasa: Avrupa fırkalarından herbiri diğeriyle müsademe +ediyor tarik-ı saadeti kolaylaştıralım derken daha zorlatıyorlar. +Din-i İslam fırak-ı muhtelifenin düşündüklerini daha evvel +düşünüp her bir akl-ı selimin kabul edebileceği bir sureti +meydana koymuştur. Hükema-yı asrın maksadları arasındaki +tenakuzu kaldırmıştır. Beşerin her matlabına güzel bir +netice beyan etmekle meziyyetini kudsiyyetini kazanmıştır. +te’sis ettiği yol saadet-i beşeriyyeye daha kolay ve +kestirme olduğu anlaşılsın ona göre uyanalım. +Sosyalist fırkası halkın umumu zengin ve zenginlerin umumunu +amele yapmak istiyor. Halbuki bu bir nar-ı fitnedir. +Çünkü alim ile cahilin çalışkan ile tenbelin müsavi olması +lazım gelir. Bu da ahaliye gevşeklik uyuşukluk getirir. +buna razi değildir. Bunlara karşı Din-i İslam’ın gösterdiği yol +yor. +Çalışkan ile tenbel müsavi +olamaz. +– +Mühürcüler mengenede törpüleyip çelik kalemle oymadıkça +o mühür nam veremez. +muhterem ve ashab-ı hüner muazzez ü mükerremdir. Ma’rifetsiz +hünersizler bedbahttır hordur. Birbirine muhalif iki +güruh saadette müsavi olamaz. +Gerek ticaretten gerek ziraatten gerek iraddan ağniyanın +kazandığı servet ağniyanın hakkıdır. Başka kimse ortak olamaz. +Fakat dinimiz düşkün aceze güruhunu dahi iaşe etmek +yolunu düşünmüştür. +Ağniya-i müsliminin seneden seneye ticaret mallarının +kırkta birini alıp zuafa-yı müslimine ver ki +bununla hem servet-i ağniya bereketlenir hem de ağniya +sehavetini ibraz etmekle azabdan necat bulup saadete vasıl +olur. Çünkü şefkatini ibraz etti kulub-ı zuafayı mesrur etti. +Hakīkī bir insan en mesrur bir dakīkasında bile başkalarına +elemlerine de iştirak eder. Huzur-ı Resul’e as bir Arab gelip +Hakkullah’dan istedi. Resulullah as +ayetini okudu. Bu sınıflara dahil olan aceze ağniyanın +servetindeki Hakkullah ile iaşe edilir. +Cihada dahi zekat sarfolunur. Cihaddan +maksad i’la-i kelimetullahdır. Yani nur-ı İslamiyyet’in intişarı +maksud-ı İlahidir. Bu ise dalalet-i adüvvi hidayet-i İslamiyyete +sevk etmekle olur. Hidayeti kabulde taannüdle ısrar +eden a’danın zulmeti imha edilir. Mümkün değilse şevket-i +farzdır ki efrad-ı İslam azalmasın neşv ü nema bulsun. Bunun +buyurulmuştur. +Yani a’da ile muharebe için kuvvet verecek silah ve +harb aleti hazırlayınız zamana göre muharebe levazımatını +tedarik ediniz. Ahırlarda besli atlar hazırlayınız ki bunlarla +düşmanı korkutup şerlerinden emin olasınız. +Ya Resulüm cihadın fezailini mü’minine +beyan et. Onları cihada tergīb et. Cihadın fezaili hakkında +birçok ehadis ve ayat vardır. Allah rızası için düşman +karşısında durmak Ka’be-i Mükerreme’de Hacer-i Esved +huzurunda bin aydan hayırlı olan Leyle-i Kadr’i ihya etmeden +hayırlıdır hadisi kafidir. +Malen +ve bedenen muharebe ediniz. +Sakının +şeytan-ı lainin tesvilatına aldanmayınız. Türlü türlü evham +ortalık kesad bir zamanda idi. Beytülmal zaruret halinde idi. +Resulullah Efendimiz ashabı ianeye da’vet buyurdular. Hazret-i +Osman radiye dokuz yüz elli deve ve elli beygir iane +verdiler. Abdurrahman bin Avf hazretleri huzur-ı Peygambere +geldi. Yirmi bin mevcud nakdim var yarısını aileme +bıraktım yarısını iane ettim dedi. Ebu Ukayl hazretleri bu +gece sabaha kadar su çektim dört okka hurma ücret aldım. +Yarısını aileme bırakıp yarısını iane ettim dedi. Her tarafdan +dan kūt-ı la-yemut mikdarı alıp üst tarafını verdi. Madem ki +ağniyamızın kese-i hamiyyeti kasırdır bari cihada sarfolunmak +niyetiyle zekatlarını donanma ianesine verseler hem +farzı ifa hem de vatana büyük bir hizmet etmiş olacaklar. +Sözümü hülasa edeyim. Müslümanlık üç şeyden ibarettir: +hasıl olabilir. +* * * +Belh’e vürudumda oradaki asker bana itaat etti. Ahalisini +te’min ve tatmin için Naib Gulam Ahmed’i Tahtapul’a +gönderdim iki gün sonra da kendim gidip oradaki askere +– Hepinizden hoşnud ve raziyım dedim. +Bazı tanzimat-ı askeriyyeyi müteakıb Ali Asker Han’ı +Tophane Ceneralliği’ne Nusayr Han’ı da Piyade Kumandanlığı’na +ta’yin ettim. Esna-yı seferde refakatimde bulunan +sair zevata de rütbeler mansıblar vermek suretiyle kadirşinaslık +gösterdim. +Ondan sonra kalkıp Taşkurgan’a kadar gittim. Serdar +Muhammed Fetih Han altı tabur nizamiye piyadesiyle orada +dan kurtarmak istiyordum. Kimsenin muhalefetine uğramaksızın +Taşkurgan’a geldim iki gün tevakkuf ederek Heybek’e[!] +gittim. Kal’a-i Guri’de[!] bulunan Fetih Muhammed +Han ile Şihabüddin benim gelişim üzerine Kuh-ı Hindikuş +tarikıyla Kabil’e kaçtı. Fakat yolda Hızare taifesinden Şeyh +Ali’ye soyuldu. +Bu esnada Mir Atalık vefat ederek oğlu Sultan Murad +Katagan hakimi ve emiri olmuştu. Müşarun-ileyh benim +çuval zahire rupiye ve eşya-yı saire ile hediyeler +yolladı. Ben de pederinin vefatından dolayı ızhar-ı teessür +ederek “Pederim Katagan vilayetini verdiği sırada Tacik +Arab Afagine-i kadime Hızare taifelerini bit-tefrik yalnız +Katagan ahalisini size tevdi’ eylemişti. Elan o tarzın muhafazasını +arzu eylerim” diye cevap yazdım. Sultan Murad buna +karşı “Emir Şir Ali Han” da evvela böyle olmasını arzu etmiş +muahharan rupiyeden ibaret olan salyaneyi +rupiyeye çıkarmış fakat buna da kanaat eylemeyerek +daha fazla mutalebata kalkışmıştı mealinde bir mektup +gönderdi. +§ +Bugünlerde amcam Muhammed A���zam Han’ın Bedahşan’dan +yolladığı bir mektubu aldım. “Feyzabad’dayım. Mir +Atalığın kızını almak ve ba’dez-zifaf tarafınıza gelmek istiyordum” +diyordu. +Kış mevsimi yaklaşıyor benim de Bamyan’a gitmem +lazım geliyordu. Yol levazımı mükemmel olduğu gibi Emir +Şir Ali Han da Kabil’de bulunmadığı için hemen Karaketel +ve Badkek’den geçip Bacgah’a vasıl oradan da bila-mezahim +Bamyan’a dahil oldum. +Hızare umerasına hil’atler giydirip asker için yük +buğday ve arpa ile yük yağ ve koyun hazırlamalarını +tenbih ettim. Bu erzakın vüruduna kadar Bacgah’a +gidip amcamı bekledim. Bir ay sonra amcam geldi. +Tekmil askerle istikbaline çıktım. Yolda çektiği zahmetleri ve +Emir Dost Muhammed Han ile İngilizler arasındaki muhadenetin +husulüne kendi sebeb olduğu halde bu defa müşahede +ettiği kayıtsızlık fena halde canını sıkmıştı. Hakīkaten +Hind ihtilalinin sonlarına doğru bütün Hindistan ahalisi İngilizlerle +müttefik olmaması için ceddime rica eylemişlerdi. +Eğer o vakit ahalinin dediği tutulsa idi Pençab’ın tekrar Afganistan +eline geçmesi muhtemeldi. Lakin pederime nakz-ı +ahd olunmaması hakkında rica etmiş ve: Hulf-i va’de bizi +bed-nam-ı enam eyler demiştim. +hürmet ve riayet göreceğini umarak Hind’e gitmiş fakat +me’mulü gibi çıkmayınca kalkıp Bacgah’a gelmişti. Ben +kendisinin salimen vüruduna ızhar-ı meserretle +– Maza ma maza şimdiki halde buradasınız ve pederim +makamındasınız diyerek teskin ve tesliyesine çalıştım. +Ba’dehu Kabil’deki rüesa ile müzakere ederek on gün +sonra Gurbend tarikıyla Kuhistan’a vasıl olduk. +Evvelce de yazılmıştı ki Serdar Muhammed Emin Han’ı +Kandehar’da katl ve biraderi Serdar Muhammed Şerif +Han’ı esir etmişlerdi. Şimdi de yine Serdar Muhammed Şerif +Han’ı benimle harb eylemek üzere Tutemdere mevkiine +göndermişlerdi. Amcam bir mektup yazıp göndermesi üzerine +Serdar Muhammed Şerif Han gelip biraderiyle görüştü +ve maiyyetindeki askeri terhis ile Kabil’e i’zam eyledi. Bundan +bil-istifade Tutemdere’ye girip Çaryekar yolundan Saydabad’a +gittim. +Bu sıralarda kış da fena halde bastırmış ve bir de bir +arşın kadar kar yığılmıştı. Süvarilerin muavenetiyle kar üzerinden +bir yol açtırıp develeri geçirttim ve karları çiğnettim. +Bu suretle piyadenin geçmesi için yol peyda oldu. Bu yoldan +topları son derece zahmetle imrar ettik ve nihayet Turhal’a +vasıl olabildik. Yürüyüşümüz o kadar zahmetli oluyordu +ki günde iki fersahdan ziyade yol alamıyorduk. +Emir Şir Ali Han Hace’de ikamet ediyordu. Ben Turhal +dağlarını muvafık bulup askerimi tepelerine ta’biye eyledim. +Bir müddet oralarda muntazır kaldılar. Lakin düşman tarafından +bir hareket görülmüyordu. +Birgün durbinle etrafı gözden geçi[ri]yordum. Kabil tarafından +vuku’ bulacak bir hücuma karşı tahaffuzda bulunulduğuna +dair bir emmare göremeyince o geceyi müsterihane +geçirdim. Ertesi günü Emir Şir Ali Han’ın Kabil’de bulunan +mahdumundan bir mektup geldi. Emirzade “Kırk gün kadar +Kabil’e taarruz etmediğiniz surette pederinizi mahbesden +kurtaracağıma ve Türkistan vilayetini uhdenize iade ettireceğime +dair söz veririm” diyordu. +Ben bunu iki fikre binaen kabul ettim. Evvela: Bu kadar +fazla kar üzerinde harb eylemek fevkalade müşkil olacaktı. +Saniyen: Emirzade va’dine vefa ederse baharda Belh’e müracaat +eylerdik. +Bu esnada Serdar İbrahim Han’ın maiyyeti erkanından +Serdar Muhammed Refik Han ile Ceneral Şeyh Mir arasında +olup Emir Şir Ali Han’ın vüzerasından bulunuyordu. Ceneral +Şeyh Mir’in ise kafadarları ise pek çok idi. Bu münasebetle +Refik Han mağlub olarak havf-ı can ile gece vakti Kabil’e +kaçmış orada da Tekaver’e gitmiş idi. Ben Çaryekar’a +vasıl olunca gelip maiyyetime iltihak eyledi ve Emir Şir Ali +Han’ın hükumetindeki adem-i intizamı söyledi. +Kırk günlük mütarekeye karar verilmesi üzerine Kuhistan +taraflarına çekildik. Amcam Kabil’e yedi fersah mesafede +bulunan Çaryekar’da kaldı. +§ +Nevruz gelip Emir Şir Ali Hanzadenin miadı munkazi +oldu. Ifa-yı va’de müteallık bir hareket göremeyince Kabil’e +müteveccihen hareket ettik. Ve “Dudest” Kal’ası’nın önüne +geldik. Azimüddin Han namında bir serdar bin nefer redif +ateşinden sonra mevki’-i müdafaayı bırakıp Kabil’e kaçtı. +Ben senesi baharında Kabil’e girip Serdar Şirin Han’ın +hanesine misafir oldum. Vüzera ve rüesa amcamın itaatini +kabul etti. Serdar İbrahim Han Kabil’in iç kal’asında mahsur +kalmıştı. Dokuz gün sonra Ceneral Şeyh Mir vesair ümera +kal’anın kapısını açıp harem sarayında muhtefi bulunan +Serdar İbrahim Han’ı çıkardılar. Emir Şir Ali Han’ın oğlu da +Kandehar cihetine doğru firar eyledi. +Şu suretle Kabil’i kabza-i teshire aldık. Altı hafta sonra +Emir Şir Ali Han’ın Kabil’e gelmekte olduğunu işittik. Mukabele +üçe ayırıp sülüsünü Kabil’de bıraktım. Sülüsanı ile “Kuh-ı +Sürh”e müteveccihen hareket ettim. +Meclis-i Meb’usan’ın şayan-ı teessüf nifak u şikakını +meb’usların post kavgalarını yurdsuz sokak çocukları gibi +boğuşmalarını ta’yib etmeyen –dost düşman– artık hiç kimse +kalmadı. Bu didişmenin cezası yalnız kendi nefislerine +münhasır kalsa vasınlar boğaz boğaza gelsinler birbirini yemekle +hırslarını teskin etsinler demekle iktifa ederiz. +Fakat bu fitnenin acısını biçare ma’sum millet çekiyor. Beş +on kişinin hırsı uğrunda koca bir millet-i İslamiyye hatta İslamiyet +duçar-ı itab oluyor. +Yazık değil mi? “Deli arlanmaz soyu arlanır” derler. Artık +bu kadar nifak u şikak elverir. Bütün müslümanlar aleme +rezil olduk. Sarıklı meb’uslar kınalar vursunlar bir hıristiyan +meb’usuna Daru’l-hilafe’de millet kürsüsünde müslümanları +tahkīr ettirdiler. İslamiyet’i Halife’yi alaya aldırttılar sonra +da bunu alkışladılar… Yazıklar olsun ulemalık şanına! Biz +fırkadan ihtirasat-ı siyasiyyeden anlamayız fakat İslamiyet’le +Halife ile alay eden hıristiyanı alkışlayan müslüman kıyafetli +bir meb’usu ba-husus sarıklı ulemadan bir zatı fevkalade +şayan-ı ta’yib müstahakk-ı takbih görürüz. Eğer o +dilleriyle İslamiyet’i müdafaa etmek isteyen sarıklı meb’uslarda +zerre kadar İslam vicdanı varsa emin olmalıyız ki o +onları ilelebed yakar haybet ü hüsran içinde mahv u kemnam +eder. +Azıcık gurur u nahveti bırakarak “Neue Freie Presse”nin +şu acı ihtarlarını okumalı ve biraz utanmalı: +“Bir memleketin ordusu düşmana karşı durduğu hayatını +devletin muhafaza ve bekası uğruna acı mahrumiyetler +ve mütemadi kahırlar içinde feda ettiği sırada siyasi fırkalarının +kör körüne hırs u gayzla yekdiğerine saldırması ve +bir sadrazamı: Polonya’nın mukadderatını hatırlayınız! diye +bağırmaya mecbur edecek kadar karışıklıklar husule getirmesi +gibi hadisata ihtimal ki bir misal daha bulmak gayr-i +kabildir. Acaba bütün İslam devletlerinin münazaat ü ihtilafat-ı +dahiliyye ile duçar-ı izmihlal olması için zamanımızda +bir kanun-ı bi-eman icra-yı hüküm mü ediyor? Burasını +bilahare gelecek müverrihler bileceklerdir. İran’da neler +oldu? Evvela bir ihtilal çıktı. Neticede tac ve taht mücadeleleri +ve nihayet şimalden cenubdan düşmanın hücumu ve +bu kadim devlet-i İslamiyye istiklalinin mahvı. Fas’de nasıl +geçti? Atik devlet-i şerifiyyenin mahv u indirası mukaddematı +dahili kıyamlar ihtilaller taht-ı saltanat için iki birader +arasında mücadelat. Acaba bunlar Osmanlı rical-i hükumeti +aynı mukadderatın tevellüd edeceğinden havf etmiyorlar +mı? Biz [silik] Trablusgarb’da bütün Avrupalılar için parlak +bir numune-i imtisal olarak bir muhabbet-i vataniyye +görüyoruz. Orada Osmanlı askerlerinin gece gündüz düşmanlarını +huzurdan mahrum ettiklerini vatan uğruna kanlarını +akıttıklarını müşahede eyliyoruz. Sonra İstanbul’da devlet +ve hükumet hissiyatı damarlarının daha kuvvetle atması +lazım gelen bir yerde hıyel ve desais-i daimeden mansıb +makam ve nüfuz mücadelat-ı bi-nihayesineden başka bir +şey yok. Bu pek garib bir tezaddır.” +Trablus’da mücahidin-i İslamiyyeden bir mülazim tarafından +münderic bulunan acıklı bir mektubun şu parçalarına da bir +göz gezdirmeli de “Biz ne yapıyoruz?” diye ihtirasat-ı siyasiyye +“Biz burada din ve vatanın aşk-ı safıyla mahrur u mahmul +çarpışırken ne kadar tatlı bir i’tikad-ı dindaranenin +zevk-i tesliyet-bahşıyla taltif edilirken Meclis-i Meb’usan’ımızın +hal ü harekatındaki adilik bizi pek me’yus ve muazzeb +ediyor. Her türlü ağraz-ı sefileden muarra bir kanaat-ı selime +feda-yı can ederek düşmanın harekatına savlet ve hücum +göstererek muhabbet-i diniyye ve vataniyyeyi hakkıyla ifaya +azmettik. Bu milletin güzel ve mübarek ülkesinde düşman +askerleri gezerken bir kısım kesanın hala münafesat ve +münazaat-ı bihude ile sükunet-i memleketi ihlal etmesi insanı +divane ediyor. Onun nam u şan-ı mübareki için –bilamenfaat– +ekabir ü a’yanının hiç müteessir olmayarak icra-yı şahsiyyat +etmeleri bize de ye’s veriyor. Biz bu kum çöllerinde düşmanla +yine bu millet namına Trablus’u müdafaa ve muhafazaya +gayret ederken bu zevat-ı kiram! Acaba vatanın diğer +aksamını düşmanlara mı vermek istiyorlar?” +Yeni Fikir fazl [u] meziyeti kari’lerimizce ma’lum olan +Edhem Nejad Bey’in himmetiyle Manastır’da intişara başladı. +Memleketimizin terakkīsi.. Tabii iyi bir terbiye ile iktisadiyatımızın +ba-husus ziraatimizin yeni bir tarzda ilerlemesine +mütevakkıfdır. Yeni Fikir hayatta bütün yeniliklere nail olmak +sahib” bir terbiye-i umumiyye vermek ve onları dünyada +esaret olmayan mesleklere sevketmek istiyor. +Yeni Fikir ibtidai rüşdi bütün muallimlerin de bir mecmuasıdır. +Muallimlerin çocuklarına verecekleri hakīkī terbiye +ve ders için de kendilerine bir rehberdir. Aile terbiyesi mektep +terbiyesi bunlardan; ve bizim sevmemiz lazım gelen fünundan +ba-husus hürriyet-i hakīkıyye mesleği olan ziraat +ve ticaretten bahsedecektir. Gazete her nüshasına mükafatlı +müsabakalar da koyuyor. +Otuz altı sahife resimli temiz matbu’ para. Senelik +abonesi kuruş. Babıali’de meziyet-i iktisadiyye tevzi’ ediyor. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Ocak +Yedinci Cild - Aded: +Sadaka-i fıtr: +Udhiye yani kurban: +Tercümesi: Kurbanın şerait-i vücubu aynıyla sadaka-i +fıtrın vücubudur. Biz bunu zikrettik. Tekrarına hacet yok. +aniyye mü’minin –ailesi efradıyla beraber– saadet-i hayatı +namına birtakım kuyud ve şeraite tabi’. Bu şartları tamamıyla +run-ileyhanın ifasıyla me’mur ve mükellef olmaz. İnsanın +hayatı –kendine– her şeyden aziz ve kıymetdardır. Kendi ihtiyacat-ı +hayatiyyesi sırtına yüklenmiş belini bükmüş iki +katlı kanbura çevirmiş dururken kudret-i müyessere ve ta’bir-i +diğerle istitaatle mukayyed ve meşrut olan evamir-i diniyye +ona nasıl teveccüh edebilir? Nasıl tevcih olunabilir? +cubu balada harfiyyen mezkur. +Bu şerait –biri vücubi diğeri ihtiyari olmak üzere– iki kısımdır. +Esliha-i harbiyye ve ribat-ı haylden maadası şerait-i +yic-i asliyyesinden olmak i’tibariyle ibadat-ı maliyyenin vücubu +bir şart. Sevbin cem’-i kesret sigası üzerine cem’i olan “siyab-ı” +beden üçüncüsü hizmetci dördüncüsü. +Bunların hepsi bir aile hayatına aid ihtiyacat-ı asliyyedendir. +Fakat esliha-i harbiyye ma’na-yı şümulüyle bir ailenin +değil o ailenin içinde ağūş-ı himayesinde yaşamakta +olduğu hey’et-i ictimaiyyenin hayat-ı milliyye ve siyasiyyesine +alluk ettiği vatan denilen hane-i millinin kaşane-i şevket ü +bu ibadat-ı maliyyenin bütün şerait-i vücubu fevkınde +emr-i vücubu ve fevri olan nass-ı celil-i i’daddan i’dad-ı +kuvvetten alınmış olmakla mümtaz bir şarttır. Şart-ı vücubidir. +Bu şart mü’mini yalnız malını alarak i’dad-ı kuvvete +sarfetmekle iktifa etmez. Kendisini hatta –lede’z-zarure– zevcesini +bile teslih ederek vatan üzerine seyl-i münhadir gibi +akıp gelen a’daya karşı gönderir. Münsifane teemmül olunsun! +Teemmül olunsun ki evamir-i celile-i Kur’aniyye’den +bahsediyoruz. Sokrat’ın mantıkından Eflatun’un felsefesinden +değil. İ’dad-ı kuvvet ibadat-ı maliyyenin umumu miyanında +değil mi? Cenab-ı Hak celle şanuhu +buyuruyor. Görü[lü]yor ki emr-i i’dad istitaatla mukayyed. +Zekat ve hac sadaka-i fıtr ve kurban da istitaatla mukayyed. +veya nakid makamında olan malından ibaret olan istitaat +tecezzi edebilir mi? +Bir mü’min istitaat-ı maliyyesi olan mesela: Yüz lirasını +tamamen i’dad-ı kuvvet emr-i celiline inkıyaden verirse artık +onda –zekat ve hac sadaka-i fıtr ve kurban için– vasf-ı istitaat +kalır mı? +Denilebilir mi ki: Yüz liranın ellisini versin de bakıyyesiyle +hacca gitsin! Tutalım ki ma’na-yı istitaat mütecezzi olsun +fakat emr-i i’dadın vasf-ı fevri ve ta’cilisini ne yapalım? +Ta’cil; emr-i i’dadı vasfeden bir kayddır. Mukayyedin tamamı +kaydın tamamıyladır. Yüz lira tamamen verilirse me’murun-bih +derhal i’dad ü ihzar olunacak yarısı verildiği takdirde +teehhur edilecek. Düşman ise kemal-i tehalükle hazırlanmakta +ortada bulunmakta olan seyf-i fırsatı kapmaya ta’cilin +bütün ma’na-yı şümulüyle çalışmakta. +Zaten emr-i celil-i i’dadın fevri ve ta’cili olması bu hikmete +mebni değil mi? Neden İmam Muhammed emr-i hacda +diyor. Çünkü kabiliyeti var. Halbuki emr-i +den millet zencir-i mahkumiyyete gerden-dade-i zillet-i teslimiyyet +olduktan sonra kaza imkanı kalır mı? +Şimdi i’dad-ı kuvvet emr-i celilinin ifasıyla meşgūl iken +kışmak caiz midir? +Bu; aynıyla salat-ı zuhra başlamış bir musallinin mesela: +zaman isteyen ikindi namazına durmasına benzemez mi? +Tekrar ediyorum: İ’dad-ı kuvvet nass-ı celil-i Kur’anisi +bir emr-i vücubi ve fevri ise bunun itmamı matlub-ı İlahidir. +Yok.. Bu; vücubi ve ta’cili değil belki bir emr-i nedbi veya +mez! İnadiyyun ise benim onlarla sözüm yok! +Emr-i celil-i i’dad vücubi ve fevridir. Ifa ve itmamı ta’cilidir. +Zekat ve hac sadaka-i fıtr ve udhiyenin şerait-i vücubu +miyanında vücub ile mümtaz bir şarttır. +Yani: Bir şart ki meşruttan mukaddem ityanı farz-ı acil +terki haram olduğu gibi te’hiri de noksan bırakılması da caiz +değil. Emr a’da-yı hal ü istikbali terhib ile mukayyed olduğundan +adem-i terhib de haram. Namazın vücubunu kemal-i +ehemmiyetle söyler ve tarike: +Tehdid-i Kur’anisini okuruz. Ne garibdir ki emr-i celil-i +terk ü te’hirinin dünyevi uhrevi bais olacağı hızlan u hüsrandan +asla bahsetmiyoruz!? +Hürriyet –yani hürriyet-i diniyye ve milliye– Allah’ın bize +en büyük bir ihsanıdır. Diyanet ve milliyetin hakimiyet +ve saltanatın ruhu odur! +Hürriyet-i diniyye ve milliyyemizi muhafaza etmek elimizde +kendi öz ellerimizle a’damıza verir hür iken esir hakim iken +mahkum olursak emiru’l-mü’minine halife-i Resulullah’a +bedel bir salib-perest hükümdar-ı nasraniye “metbu’-ı müfahhamımız!” +diye hitab edersek yarın Mahkeme-i Kübra’da +Cenab-ı Hak’dan iltifat mı görürüz? +Dünyada zelil olan tahta biti gibi a’da-yı din ve Kur’an +’ın ayakları altında çiğnen bir kavim ahirette aziz mi olur? +Medeniyet-i salibiyyenin zir-i pa-yı kahrına düşen mil yonlarca +müslümanların hal-i felaket-meallerinden ibret al mak +bizim için değil mi? +Vatan-ı İslam’a kanlı gözlerini diken cellad pençelerini +uzatan düşmanlarımızın aksa-yı amali Kur’an-ı Hakim ’i par çalayıp +çiğnemekten serir-i hakimiyyet ü istiklalini temelin den +yıkıp mahvetmekten başka nedir? +“ Kur’an yeryüzünden kaldırılmayınca fesad-ı alem izale +edilemez” diyen Avrupa lisan-ı medeniyeti ??? İngiltere’nin +Gladstone’u değil mi? +– O a’da-yı din size galebe çalarlar; sizi +der-zencir-i esaret ü mahkumiyet ederlerse aleyhinizde besledikleri +gayz-ı muzmerleri derhal izhar ederler. Size dest-i +adavet ü ihaneti uzatırlar. Sizi öldürürler. Size sebb ü düşnam +ederler. Ve bütün kalb-i salib-perestaneleriyle küfr ü +m. ” +Muhit-i vatanımızın herhangi cihetinden bir adım öteye +geçelim de zavallı dindaşlarımızın hal-i pür-melal-i esaretlerini +görelim! İnsaniyetin İslamiyet’in ezeli düşmanı olan +şeytanı bile ağlatır!! +Biz burada ne biliyoruz? O bedbahtların İslamiyet nam-ı +mazlumuna ebediyen mahkum oldukları ukūbetlerden işkencelerden; +her dakīka ırz u namuslarının heder edilmesinden +ne haberimiz var? +Biz: Osmanlı müslümanları biraz kuvvetli; şevket ü satvetli +olsak medeniyet-i teslisiyye o yürekler acısı ihvan-ı dinimize +bu hatıra gelmez hakaretleri; bu havsalaya hayale +sığmaz azabları ukūbetleri yapamazlar. Bizden bizim kuvvetimizden +çekinirler! Kızlarını hanelerinden alenen suret-i +cebriyyede kapıp tanassur ettiremezler. Bizim satvet ü +şevketimizden korkarlar! +Biz bu bol kilise ve mektep imtiyazlarıyla başımızda +taşımakta olduğumuz ??? gayr-ı müslim vatandaşlarımızdan +Ortodokslar Rusların Katolikler Fransa’nın Avusturya’nın +himayelerinde. Birine kazara yan gözle bakılsa Petersburg’dan +Paris’den Viyana’dan Babıali’ye notalar yağdırılır! +Kıyametler koparılır! Bizim o biçare o mazlum o +makhur dindaşlarımız [ca]navar pençesinde hamisiz! Biz ise +zevk u safamıza müstağrak! +Onların bu dağlar dayanmaz felaketlerine karşı la-kayd! +Yalnız onlara karşı değil vatanımıza dört tarafa hücuma +hazırlanmakta olan mehalik-i istilaya karşı da ebkem +ü asam! +Cenab-ı Hak; “Bütün ibadat-ı nakdiyyeye tercihen acilen +yenizi kuvvet i’dadına hasrederek a’da-yı hal ü istikbali terhib +ü tenkil edecek bir derece-i kemale isal etmeye çalışınız!” +buyuruyor da yine biz müteami! Mütesami! +Müctehidin-i izam rahimehumullahü teala i’dad-ı kuvvet +fariza-i acilesini ibadat-ı maliyyeden her birinin şerait-i +vücubu miyanına idhal etmişler. Biz yine la-nebsur ve lanesma’! +Hazret-i Kur’an-ı Hakim ülü’l-elbaba hitab eder; +yoksa mezar taşlarına değil.. +Biz; kendimizi insan iken ve hususuyla –insaniyetin medeniyetin +ruh-ı ma’nası olan– müslüman iken cemad derekesine +tenzil edersek o hitab-ı ezeli de bizden yüz çevirmez +mi? +Ben tenvir-i delil maksadıyla fıkıhdan bir hayli mesail +de irad ettim. Muarızların nazarında müctehid? oldum! Fesübhanallah! +Kur’an-ı Hakim ’den bir emr-i mansusun ityanı +fıkıhdan mesail dermiyanı bilmem nasıl ictihad oluyor? +Düşman bütün memleketi istila etsin; şu illa şu hükm-i +Kur’an ifa olunmasın! +Sanki Din-i İslam yalnız üç dört emir ve nehiyden ibaret! +Kur’an-ı Hakim ’de bunlardan başka ne emir var ne de +nehiy! +Kimi kurbana “Bin üç yüz senelik adet-i müstahsene-i +tefsir eder!! +Kimi “Erkan-ı dinimizdendir” diye bağırır durur bir tufan-ı +Kurban ne adettir; ne de dinimizin erkanındandır. İmam-ı +A’zam’ın bir kavline göre farz kavl-i diğerine –ki +müfta-bih olan da budur– vacibdir. İmam Muhammed +“sünnet”dir diyor. İmam Şafii bir kavlinde “sünnet” diğerinde +“müstehab” olduğuna hükmediyor. +Biz: Hanefilerce vacibdir. Şerait-i vücubunu isticma’ +eden her mü’min keser. Ya o şeraiti isticma’ etmemiş yani +Eğer makbul olsa aldığı kurbanı kesmeden evvel ölen bir +diğerini almakla niçin mahkum oluyor? Gani ise bilakis neden +mahkum oluyor? Fakīrin tekrar kurban almaya mahkumiyeti +–vacib olmamış bir şeyi kendine fuzulen icab ettiği +Kurbanın hikmet-i teşrii nedir? Biz de böyle suallerin iradı +adeta dinsizlikle müsavi addolunur. Kur’an ; hakimdir. +Her emir ve nehiy ayn-ı hikmettir. +Müslümanlar: Ahkam-ı evamir ve nevahideki hikmetleri +bilseler Hazret-i Kur’an ’a dört el ile sarılırlar. Ulema kıyafetli +bazı cehl-i mürekkebler ümmi bir köylüyü tarlasını sattırıp +hacca gönderir. Ve büyük bir dinperverlik yapmış gibi ma’rifetini +kemal-i fahr u gururla bin tahdis-i ni’met bin tahmid-i +diyanetle söyler de. Şerait-i vücub şöyle dursun zavallı +amcanın ruh-ı maişeti olan çiftini de bozar berbad eder. +Hele biri tahtie etsin kara belalar mübareki! “Be herif! Sen +hadisini inkar mı ediyorsun? Ben +neden hata etmiş olayım? Ben me’curum.” diye kıyametler +koparır? Din; bunların esiri! Şeriat; bunların keyfi! Baziçesi! +Lazımü’l-hacr israfat bahsine gelince bundan hükumet +hiç de mes’ul değil. Zira hükumet hakim değil hadimdir. +Kavanin tanzim eden Meclis-i Meb’usan’dır. Hükumet o kavaninin +vasıta-i icraiyyesi olmaktan başka bir şey değildir. +Milletin Mahkeme-i Kübra hakimiyeti olan Meclis-i Şura +nun duşundadır. Maamafih millet de bundan hisse-menddir. +Mesela bütçe tevzin ü tanzim olunuyor maaşlara zamaim +Ashab-ı maaş bu zamayimi “İstemiyoruz. Siz son derece +tasarrufa iktisada riayet ediniz. Evvela kuva-yı berriyye ve +bahriyye tahsisatlarını bi-hakkın tefrik ve i’ta ediniz! Vatanın +esbab-ı selametini acilen ihzara çalışınız! Abdülhamid’in +bize –kan kusdurarak canımızdan usandırarak dilendirerek– +dört ayda bir verdiği maaşımızı şimdi her ay nihayetinde +muntazaman almak ni’meti bize kafi! Bize istikraz ile +verilecek zam lazım değil!” diye reddetmiş olaydı Avrupa’ya +karşı tam İslamiyet’le mütenasib bir ulüvv-i istiğna gösterilir +ve hane-i vatanın ta’mir u ihyasına ne kadar hararetli bir +azm ile karar verilmiş olduğu isbat olunurdu. Heyhat…..! +Maaşlar. Şan-ı Meşrutiyet’le mütenasib olmalı imiş!? Sanki +Meşrutiyet hazine-i İlahiyyeyi eline almış altın gümüş saçıyor!!? +Guya ashab-ı maaş bu milletin efradından bu vatanın +evladından değilmiş de kontratla Avrupa’dan celb olunmuş! +Fakat efsus ki en doğru sözlerden biri! +Ben de o maaş ashabından biriyim. Lakin aldığım paradan +vicdanen imanen insafen hiçte memnun değilim. +Biz bu zamayimi bütçemiz hiç olmazsa istikrazla kapanmak +musibetinden kurtulduktan otuz beş kırk milyon liralık bir +feyz-i tezayüd gösterdikten sonra almak meyli gösterse idik! +Hususiyle İslamiyet nokta-i nazarından düşünürsek o bin üç +yüz sene evvel beytülmalden maaş istemek şöyle dursun +din ve vatan uğrunda mallarıyla beraber canlarını güle güle +feda eden hakīkī müslümanlara karşı yüzümüz kızarmak +lazım gelir! İslamiyet yalnız ağızda! Sözde! +Bu vatan yalnız İslamiyet’in zararına parçalanmakta +her parça kişver cesametinde olarak hakimiyet-i +Kur’an ’dan çekilip alınmakta. Düne kadar Osmanlı sancağı +altında yaşamış olan koca Tuna vilayeti bugün Bulgaristan +Krallığı namıyla salibin taht-ı hakimiyyetinde! +yalarında boğuluyor! +Yarın Balkan hükumat-ı sağiresi belki Ruslar iki taraflı +hücum ederler. +Bizim vazifelerimiz de mi? Hele düşman kılıcı tepemizde +parıldasın! Bir gün beğlik beğlik! +Ebedi felaketi üç günlük saadete tercih eden bilmem ne +kadar akıldir?! +Zahirde bakıp bizleri sanma ukalayız! +Biz bir sürü akıl sıfatında budalayız +Akıl denilir mi bize kim hali bilirken +Dil-dade-i alayiş-i nireng-i hevayız. +Gayr-ı müslim vatandaşlarımız milli ictimai iktisadi siyasi +bir saadet-i hayat içinde çalışıyorlar. Biz ise kimimiz +kurun-ı ulaya arkasını dayamış istikbale bir hatve atmak +Fransızı olmak ister! Din şeriat maziye aid –haşa!– hurafat +ve esatirden ibaret i’tikad-ı frenganesinde. Nihayet saye-i İslamiyet’de +cihangir olmuş o şanlı ve şevketli o azametli Osmanlı[lı]k +teverrüm etmiş firaş-ı mevte uzanmış; biz de kadid +sinesi üzerinde tepiniyor boğaz boğaza gırtlak gırtlağa +gelmiş bir an evvel mevtini ta’cile çalışıyoruz! +Nifak u şikaka aşık! Ma’rufdan nehye münkeri emre +meftun! Ellerimiz makbuz! Vicdanlarımız mahmum ruhlarımız +sekran! +Berat-ı hüsranımız; +Ferman-ı hızlanımız! +Cenab-ı Hak; bize hablullahi’l-metine dört el ile sarılarak +edecek kuvvet ü satvetin acilen i’dad ü ihzarı[n]ı emreder +mevt-i izmihlalimiz kanlı pençeleri uzatmış tırnaklarını vatanımızın +ciğerlerine takmış parçalamakta. Biz halikımıza – +haşa– ta’lim-i hikmet ve şeriate cür’et ederek ma’nasız tedbirler +“Sefahet ve israfı men’ edelim; tütünümüzü bırakalım +donanmaya verelim!” diyoruz! +gi kanun! Herkes hür; mutlakü’l-inan hayvaniyetinin azad +kabul etmez kölesi esiri ferman-beri değil mi? +Hür odur ki nefsine –mahkum değil– hakim olur +Ma’ni-i ulvi-i insaniyyeti alim olur. +Hür müdür o nefsi ma’bud etmiş tapmada +Kendi vicdanı bile ef’aline laim olur +Ey seni a’dana teslim eyleyen hayvanlığın +Nerede kaldı cevher-i aklın senin insanlığın +Biz de donanmamızın ihya satvet ü şevketimizin i’lası +esmanını feda edecek kadar hubb-ı din hubb-ı vatan +hubb-ı istiklal hubb-ı saadet olsa Allah’ın emir buyurduğu +vechile ağniyamız istitaat-i maliyyelerini def’aten meydan-ı +hamiyyete yığar Allah’ın tek bir gününde güneşin ziyası +koca bir altun dağını yaldızla[ya]rak tebcil ederdi. Hülasa: +Her mü’min kendi maişetinde haline göre bir ma’na-yı +miyyet ve muavenet eder a’da-yı din u vatanı lerzelere +hiraslara düşürürdü! Girid o sine-i vatanın teneffüsgahı kurtulur; +Trablusgarb da şu hail-i felaket-i istilaya duçar olmazdı! +Yüz yirmi milyon liralık müzmin gayr-ı kabil-i tesviye bir +deyne müstağrak olan hazineye dört senede otuz milyon +liralık istikraz yükleterek borcu milyon altuna iblağ ettik. +Hazine bu dağlar eriten sıklet-i duyun altında nefes alamazken +biz ondan –zamm-ı maaştan tevsi’-i sefahetten başka!!?– +ne bekleyebiliriz? Allah celle şanühu serian ve acilen +edecek bir mü’minler değilsek melekler midir? +Ta’ziyet sana ey mazlum İslamiyet! +Tesliyet sana ey ezeli diyanet! +Tehlikede bulunan vatanın hayat-ı dinin istiklal-i Hilafet +ve İslamiyet’in selametine çağıran emr-i celil-i i’dad acilen +ve tamamen ifa olunmadıkça ne hac ve zekat ne de sadaka-i +fıtr ve kurbanın kat’iyyen caiz olmadığını ben değil +Kur’an-ı Hakim söylüyor! +Bad-seyre cuy-i muannid koşup koşup +Gelmekte bir hücum-i tehammül-şikaf ile. +Lerzende camları döğüyor an be-an coşup +Ateşli taziyane-i hışm-ittisaf ile. +§ +Baziçe-i tegallüb olan berf-pareler +Mağlub u muztarib dönüyorlar fırıl fırıl.. +Manzur-ı çeşm olup duruyor kargalar birer +Tair siyeh paçavra gibi gökte muttasıl. +§ +Ta kuşeye çekildim oturdum da seyr için +Ya Rab ne meyveler döküyor asüman dedim? +Kim hepsi bağzar-ı şitanın simarıdır. +§ +Lakin soğuk çoğaldı büzüldükçe büsbütün +Baktım fena bu! Mangala koştum hemen dedim +“Ateş kenarı kış gününün lalezarıdır” +Güzel Türkçe doğarken de sade yaşarken de sade.. Bu +hakīkati anlasak bunun üstüne topraklar atmasak her şey +kolay… Kavaid hocalarının başımıza yığdıkları bizi içinde +boğdukları o yılan dişi incelikler o yılan yürüyüşü çapraşıklıklar +hiç de yok. Delil mi istersiniz? Pek çok... İşte onlardan +biri cemi’leme işi… +Ma’lumdur ki kelime bir şey gösterir. Bazen de bir ek alarak +birden ziyade şey gösterir. Bir şey gösteren eksiz kelimeye +“müfred” derler. Bir ekle birden ziyade şey gösteren +şeklinde yazılmıştır. +kelimeye –”mecmu ‛ ” ma’nasına– “cem ‛ ” derler. Türkçe’de +bir şeyin birden ziyadesini mi söyleyeceksin? Kelimeye bir +“ler” eklersin olur biter.. “El-eller” “ayak-ayaklar” gibi. +Burada sorulacak bir şey var… Kelimeye “ler” şeklinde +eklenen bu kırıntı kelime niçin böyle “ler” şeklinde yazılır +da söylendiği vech ile “ler” ve “lar” şeklinde yazılmaz? +Bunun cevabı gayet basittir.. Çünkü bu bir edattır yani +kırıntı ve uyuntu bir kelimedir başlı başına kullanılır bir +kelime değildir. Böyle edatların olabildiği kadar ve olabilen +yerlerde yalnız bir şekilde yazılıp uyuntu olduğu kelimenin +ahengine ve akıntısına uyarak okunuvermesi daha uygun +ve daha kestirme bir yoldur. +Bu pürüzsüz işi ne olmuş da o kadar çapraştırmışlar? +Dallara çatallara alacalara allara boğdurmuşlar? Hikmeti +bilinmez bilinse de söylenmez. Bilinmez ki şair: +“Bir kucak silsile-i şiftegandır giysu” +Derken bunu mu düşünmüş? Bana kalsa Arabi’den ve +Farisi’den aldığımız kelimeleri “Evceğizim evceğizim sen +bilirsin halceğizim” deyip kendi dilimin töresiyle işe +koşacağım mesela söyleyip durduğum vech ile “kitaplar +mektepler üstadlar hocalar” diyeceğim.. “Kütüb mekatib +üstadan hacegan” demeyeceğim. Mesela “cem’ cemaat +cem’iyet ictima’ cami’ mecmu’ mecmua” desem de +bunların birden ziyadesini anlatacağım vakit bir “ler” +cevami’ mecami’ mecmuat” gibi sıkıntılara girmeyeceğim. +Ah bizi bize bıraksalar böyle.. Lakin bırakmazlar. Bari +öğreniniz dedikleri şeyleri kendimizi gaib etmeden öğrenebilsek.. +Çareler yok.. Öğrenmek için çalışacağız zorlanacağız. +Peki söylesinler. Arabi usulüyle Türkçe’de yürütülen +cem’ “cem’-i salim” olur “cem’-i mükesser” olur. Cem’-i +salim “cem’-i müzekker-i salim” olur “cem’-i müennes-i salim” +olur. Cem’-i müzekker-i salimde müfredin sonuna elif +ve nun veyahud ya ve nun gelir. “Hazır-hazırun muallimmuallimin” +gibi. Cem’-i müennes-i salimde müfredin sonuna +elif ve ta gelir. “Talibe-talibat mu’cize-mu’cizat” gibi. +Cem’-i mükesserde –müzekker olsun müennes olsun– müfredin +şekli değişir kelime bazen tanılmaz hale gelir. Bunun +“talib-tullab talebe kamil-kümmel alim-ulema zeki-ezkiya +tabib-etıbba meriz-merza kadi-kudat raiyye- reaya racülrical +gulam-gılman kitab-kütüb rütbe-rüteb ni’met-niam +seyf-esyaf süyuf zaman-ezmine aziz-eizze necm-encüm +masraf-masarıfat lazıme-levazımat”gibi kalıbları i’tibariyle +bile sayılamaz ve yola yatmaz yüzlerce misalleri bulunur. +Açık açık haber vermeli ki iş bundan ibaret değildir. Mesela +cem’-i müzekker-i salim sahibi akıl olan sıfatlardadır. +Fakat bunun “sene-sinin” ve “alem-alemin” gibi kaideden +kaçanları var. Kezalik bu nevi’ cem’ler hem “hazırun” gibi +elif ve nunla hem “muallimin” gibi ya ve nunla kullanılıp +bu kullanışın Arabca’da yeri belli ise de Türkçe’de ıttıradı ve +vat vefat-vefeyat ümm-ümmehat bint-benat uht-ahavat” +gibi az buz kaide kaçkınları eksik değil. Cem’-i mükesserde +“talib”in cem’i “tullab” ve “talebe”.. “esabi’ resail cevanib +defatir medaris esalib kavanin mecanin tasavir” gibi +kelimeler görünüşte bir çırpıda halbuki bunların tartıları +“efa’il fe’a’il feva’il fe’alil mefa’il efa’il feva’il fe’alil +tefa’il” vezinlerine göre. +Bunların yanında “cem’-i kıllet” “cem’-i kesret” +“cem’u’l-cem’“ “cem’-i aksa”; “cem’-i müntehe’l-cümu’“ +gibi Arabca’ya bakan i’tibarları geçsek bile daha daha +geçilemeyecek şeyler vardır. Bu incelikleri bu farkları bu +ayrılıkları nereden öğreneceğiz? Bazen kitablardan; bazen +kullananların kullanışından.. Bazen de bir yerden öğrenmeyerek +Bu kadar değil.. Dahası da var. Arabca’da bir de “tesniye” +denilen ikileme yani birden ziyade ve üçten eksik şey +gösterme suretiyle –ancak Arabca’da bulunan– hususi cem’ +var.. Bu da gah “sülüs-sülüsan” gibi sonda elif ve nunla +gah “eb-ebeveyn” gibi sonda elif ve ya ile oluyorsa da +Türkçe’de bunların yeri belli değil. Müzekker ve müennes +olmak hali yine başka.. “İmam-imameyn harem-haremeyn +şık-şıkkayn kutb-kutbeyn medar-medareyn merkūm-merkūman +uht-uhteyn sene-seneteyn devlet-devleteyn mezbure-mezburetan +zaviye-i mütecavire-zaviyetan-ı mütecaviretan” +gibi. +Bitti mi? Hayır bitmedi.. Arabi usulüyle cemi’leme yanında +bir de Farisi usulüyle cemi’leme var. Bu Arabi usulüne +bakınca sadece.. Cem’lenecek kelimenin sonuna “an” ilavesiyle +olur. “Merd-merdan zen-zenan müşir-müşiran +meb’us-meb’usan” gibi. Bununla beraber burada biraz daha +söz var.. Cemi’lenecek şey canlı ise böyle… Canlı değil +de büyüyüp yenilenen veya çift şeylerden ise bazen böyle.. +Cansız ise Türkçe usulüyle “esb-esban dıraht-dırahtan +ruz-ruzan çeşm-çeşman hane-haneler” gibi. Bundan sonra +da “an”ın takılacağı kelimenin sonu kolaylaştırılacak.. Edat +kolayca yapışamazsa “bende-bendegan aşina-aşinayan +mehru-mehruyan” kelimelerinde olduğu vech ile yakıştığına +göre bir şeyler yapılıp mesela ha-i resmiye kaf-i Farisiye +çevrilecek veyahud araya bir ya sokuşturulacak. Farisi’de +çokluk cansız şey gösteren kelimeleri cem’lemeye yarayan +“ha” edatı için Türkçe’de yer yok ise de “kaza” kelimesinin +salim ve mükesser bir türlü cem’ine çare bulamayan tumturakcı +katiblerden birisi “kazaha-i mülhaka” deyip bundan +da hevesini almıştır. +Cemi[’]leme işi için öğrenilecek şeylerin hepsini gördük +anladık mı? Hayır daha haylice döküntü söküntü var. Ya +bu kadar emek bu kadar yorgunluk neye yaradı? Biz bu +himmetle Arabi’nin Farisi’nin belki de yarıya yakın bir parçasını +öğrenirdik. +Bu noktada yaramaz çocuklarına koca sesle bağıran hırçın +babalar gibi bize haksız haksız çıkışan keskin bilgiçler +var ki onlara göre hassaten bu cemi[’]leme işiyle.. Yine onların +ta’birlerince “letaifü’l-hıyel”den olan bu “acaib tasarrufat” +bir bolluk hasıl olmuştur.. Bu suretle bir lügat yerinde hazır +gücümüz yetiyor. Artık sağımızda defain solumuzda hazain… +Anbarımız erzakla dolu.. Pirinç istesek önümüze dürer +ü leali dökülüyor. Bu hal ile neler yapamayız! Suyunu gümüşten +yağını altından koyarak inci çorbası pişirebiliriz.. +Ah hazım da edebilsek… +Cemi[’]leme kaideleri diye öne sürülen bu içinden çıkılamaz +dolaşık yollarda pek çok kimseler kendilerini gaib +etmişler.. Ma’rifet gösteriyoruz zu’muyla “kolcuyan tüfenkciyan +tüccaran Ahmed ve Hasan naman kimseler Ahmed +ve Hasan ve Hüseyin namun kimseler muma-ileyhimun +müşarun-ileyhimun mütecavezün-aleyhimun tabekan-ı +muallimhane-i nüvvab” gibi apık sapık saçmalıyorlar. +Aramızda “sebzevat ağavat bağat hurdevat revişat nümayişat +peşniyat gidişat gelişat” gibi te’vil götürmez zırvalar +meydan almış. Bugün “evlad eşraf erbab kibar +a’yan ahali esnaf elbise amele hademe havadis a’za +ecza tahrirat yaran” gibi cem’ halinde lügatler var ki +müfredleri kullanılamaz veya başka ma’nalarda kullanılır.. +Ne sıkıntıdır ki “Terziye libas ısmarladık” diyemeyiz. Oğullarımıza +“veledimiz” diyemeyiz. Desek gülünç oluruz. +bize elverişli iyiliklerinden faidelendirilecek yerde bunların +ne bize ve ne onlara hayrı olan ağırlıkları altına düşürülmüş. +Bu bir kere olmuş diye çabalanıp gitmek uygun bir iş değildir. +Vakıa bunlar bize sarmaşık gibi sarılmış.. Bunlardan +kurtulmak çok güç. Fakat himmete dağlar dayanmaz. Ne +olur? Arabi’den Farisi’den alınan lügatleri zorluk ve zaruret +olmadığı yerlerde olsun Türkçe cemi’lesek.. “Tüccar” yerinde +“tacirler” dediğimiz gibi “zürra’“ı “mezari’“i bırakıp hiç +olmazsa “zari’“ler “mezraalar” desek.. Ne olur? Ne olacak +dilimiz kendi toprağını kendi koluyla işlemiş olur da biz de +bir [e]kip bin kaldıran çifçiler kadar kazanırız hayırlar +görürüz. +Şeyh Mir Han’ı amcamla beraber Kabil’e bırakmış ve +kendim piyade ve süvari ile otuz top alarak yola +çıkmıştım. Muhammed Refik Han da yanımda olduğu halde +Gazneyn’e geldik. Nazar Han kal’a kapısını kapamış ve metin +kin küçük katır topları kal’adaki istihkamlara karşı iş göremiyordu. +Ben de faidesiz yere barut ve gülle sarfıyla beyhude +masraf ihtiyarını muvafık görmedim. Zira cebehanem +pek çok değildi. Binaenaleyh ateşi kestirdim. +Bundan maada kal’adaki mahsurin her gün Emir Şir +Ali Han’ın “Yakında kırk bin askerle imdadınıza geliyorum” +diye vaki’ olan ihbaratından kuvvet-i kalb iktisab ediyordu. +Şu hal ile on bir gün geçti. Emir Ali Han’ın Gazneyn’e bir +menzil kadar yaklaştığı da haber alındı. Bu asker; muallem +ve muntazam olup kırk bin mikdarında idi. +Bu haberi alınca Muhammed Refik Han ile bil-müzakere +askerimizin bu kadar mühim bir kuvvetle başa çıkamayacağına +karar verdik. Ben: +– Dar boğazda pusuya girip oradan mukabele edelim +dedim. Refik Han evvela buna: +– Askeri geriye çekecek olursak belki firar edenler bulunur +diye itiraz etti. Fakat ben itirazı müdellelen reddettim +ve: +– Benim askerim o suretle terbiye edilmiştir ki ben +nerde bulunursam onlar da orada durur dedim. +Bunun üzerine Seyyidabad Deresi’ne gittik ve gece vakti +vasıl olduk. Burası dar bir boğaz olup etrafında küçük küçük +tepeler vardı. +Bizim hareketimizi müteakıb Emir Şir Ali Han Herat ve +Kandehar süvarilerinden on bini üzerimize saldırdı. Bu süvariler +bizim askerin ileri karakolunu teşkil eyleyen altı yüz +nefere bil-hücum müsademeye başladılar. Bizimkiler dilirane +cenk etmekle beraber yavaş yavaş geri çekildiler. İçlerinden +biri gelip vak’ayı bana haber verdi. Derhal nizamiyeden +toplu bir halde bulunan düşman süvarilerine ateş açınca +berikiler dayanamayıp kaçtılar. Bizim piyadeler de muzaffer +ve muğtenim olarak avdet ettiler. Hep birlikte Seyyidabad’a +vasıl olduk. +Emir Şir Ali Han askerinin hezimetini işitince evvelki +kadar bir kuvvet daha yolladı. İkinci fırka gelip de meydanda +kimseyi bulamayınca döndüler ve benim askerin kesretinden +çekinip muharebeden sarf-ı nazar eylemiş olduğumu +emire söylediler. +Emir bu müjde üzerine tüfenkler atılması ve şenlik yapılması +süvari askerini ta’kībe çıkardı. +Öğleye üç saat Tekaver civarında idik ki bu süvariler +bize yürüyüş ettiler. Ben dört tabur piyade on iki katır topu +med Refik Han bir tabur askerle sağ tarafdan ilerliyor. +Ceneral Nusayr ile Abdurrahim de ordunun ilerisinde bulunuyordu. +Düşman süvarileri yaklaşınca ben bir tabur piyade +askerini yolun kenarında vaki’ büyük bir mağaraya gizledim +ve: +– Top sesini işitince tüfenk ateşine başlayın kumandasını +verdim. Süvarilere de; yavaş yürüyün dedim. +Vakta ki düşman mağaranın ağzına takarrub etti. Topları +karşılarına ta’biye eyleyerek ateş ettirdim. Mağaradaki piyadeler +de tüfenk endahtına başladılar. Neticede düşmandan +bin danesi yere serildi. Bakiyesi de haifane savuştu. Lakin +biraz sonra iade-i cesaretle bizi ta’kībe başladılar ve bir +müddet arkamızdan geldiler. Ben süvarilerimden bin kişiye +emir verip bunların üzerine hamle ettirdim. düşmanı esir +almakla te’min-i galebe eylediler. Üserayı nezdime çağırıp: +– Hadi gidin benim muntazam askerimle başa çıkamayacağını +emirinize ihbar edin diyerek salıverdim. Müteşekkiren +gittiler. Fakat yolda birtakım acezeyi öldürüp başlarını +Afgan askerinin! diye Emir Şir Ali Han’ın huzuruna götürdüler. +Emirin ızhar-ı menn ü mesar eylediği sırada maktulinin +velileri gelip süvarilerin mezaliminden şikayet ettiler. +Emir askeri kumandanını celb ile hakīkat-i hali sordu. Kumandan +da: +– Ne yapalım? Abdurrahman’ın askeriyle harb etmek +müşkil. Eğer meydan muharebesi yapmış olsaydık etraflarını +alır ve sahne-i mukatelede muzaffer kalırdık dedi. +Emir Şir Ali Han bunun üzerine Gazneyn’e gidip dört +gün oturduktan ve pederimi kal’a dahilinde esir olarak bıraktıktan +sonra Seyyidabad’a geldi. Ben ise Seyyidabad’da +muhkem bir mahalde ordu kurmuş ve toplarımı hakim +tepelere vaz’ ve bakıyye ile bana zahire füruhtundan istinkaf +eyleyen “Ançi Kal’ası”nı yağma ve yirmi günlük erzak +tedarik ettirmiştim. +Emir Şir Ali Han yirmi beş bin asker ve elli topla bizim +siperler karşısında mevki’ tutmuştu. Maiyetimdeki kuvvet ise +yedi bin neferi geçmiyordu. Biraz sonra muharebe başladı. +Topların dumanı adeta ortalığı kararttı. Sabahdan öğleye +dört saat geçesiye kadar süren bu harb bizim tarafın galebesiyle +neticelendi. Vakıa askerimden iki bin kişi maktul ve +mecruh olmuştu. Lakin karşı tarafın zayiatı bunun üç misli +Muzafferiyetimizin tahakkuku üzerine bir süvari müfrezesi +tertib ile Kabil’e göndermek ve orada mahbus bulunan +pederimi tahlis eylemek istedim. Fakat Kabil’deki asker bizim +galebemizi haber alınca süvarilerimden evvel davranmış +ve pederimi kemal-i i’zaz ile mahbesden çıkarmıştı hatta +onunla beraber Serdar Muhammed Server Han bin Serdar +Muhammed A’zam Han Serdar Şan Navaz Han Serdar +muştu. +Emir Şir Ali Han Gazneyn Kal’ası’nın bizim elimize geçtiğini +görünce Kandehar’a doğru kaçtı süvari askeri de –ki +evvelce pederimin maiyetinde idi– emirin inhizamı üzerine +bize müracaat eyledi. +Bu harbe ibtida etmezden evvel muavenetimize gelmesi +geldi lakin muharebeye karışmadı. Uzakta durup temaşa ile +bir genç olduğu halde yanıbaşımda cenk ediyordu. Akib-i +fethde pederimden tehniyet-i zaferi havi bir mektup aldım. +derhal cevap tahririyle ziyaretine gelmek için izin istedim. +Pederim tekrar bir mektup gönderip “Siz askerin başından +ayrılmayın ben oraya geleceğim” dedi. Bizim asker dört +gün kadar Emir Şir Ali Han’ın hazine ve emvalini yağma ile +meşgūl oldu. Beşinci günü pederim vürud etmekle tekmil +askerle beraber istikbaline çıktım ve attan inip hak-i payine +yüz sürdüm. Cenab-ı Vahibü’l-amale tekrar tekrar arz-ı şükran +eyledim. +Ertesi günü Emir Şir Ali Han’ı ta’kīb etmek için Herat +tarafına azimetim kararlaştı. Pederim de benim gaybubetimde +umur-ı idareye bakmasını kabul eyledi. Lakin amcam +buna mu’teriz bulundu. Benim canım sıkıldığından kendisine: +– Muhatarat-ı harbiyyeden çekiniyorsanız Emir Şir Ali +Han’ın esaretinden sonra bana iltihak buyurun dedim. Fakat +amcamın sözleri pederimi de kandırdığı için hep birlikte +Kabil’e girdik. +Ahali istikbalimize çıkıp arz-ı ihtiram eyledi. Daire-i hükumete +girip pederim namına hutbe okuttuk. Rüesa-yı belde +gelip ber-vech-i ati pederime tebrik ü tehniye etti: +– Emir Dost Muhammed Han’ın bil-istihkak varisi bulunan +sizin gibi bir zatı kemal-i iştiyak ile hükümdarlığımıza +kabul eyledik. Zaten Emir Şir Ali Han’ın saltanatına mail +değildik. Çünkü bir kardeşini öldürmüş diğer birini yani +zat-ı şehametinizi de –kendisinden büyük olduğunuz halde– +habs etmişti. +§ +Yaz günleri intizam ve asayişle geçti. Pederim umur-ı +hükumetle uğraşıyordu. Amcamla ben de askerin ta’lim ü +tanzimine çalışıyorduk. +Sonbahar ibtidasında pederim: +– Şir Ali Han hazırlanmış Kabil’e doğru yürüyecekmiş +dedi. +– Geçenki muzafferiyetten sonra onu ta’kībime müsaade +buyurmuş olsaydınız şimdi böyle bir harekete kudret +bulamazdı cevabını verdim. Pederim: +– Kaç güne kadar harekete müheyya bulunabilirsin? diye +sordu. +– Bu işi öteden beri düşündüğüm ve askeri ona göre +hazır bulundurduğum için emrederseniz bugün yola çıkabilirim +dedim. Pederim teaccüb ederek: +– Afgan askerinin şu suretle hazır bulunması ilk defa +vaki’ olacaktır takdirinde bulundu. +Daha huzurdan çıkmazdan evvel askerin hazırlanması +hakkında emir verdim. Dört saat zarfında on bin neferden +Dihburi’ye müteveccihen yola çıktı. +Pederim bizim ordunun intizam-ı istihzarını görünce +amcama tevcih-i hitab ile: +– Oğlumla beraber gitmek için sizin asker de hazır mıdır? +diye sordu. +– Çadırdan başka hazır bir şeyimiz yok. Askerin bu sefere +çıkması için bir ay lazımdır cevabını verdi. Ben buna +da razi oldum ve: +– Sizi Gazneyn’de bekleyim dedim. Ba’dehu pederimin +elini öperek Gazneyn’e müteveccihen hareket ettim. Orada +yirmi gün bekledikten sonra Emir Şir Ali Han’ın Kelat +Galicayi’ye geldiğini haber aldım. Pederime bir ariza takdimiyle +“Amcamın maiyetinde üç bin nefer süvari vardır. +Bu kadar az bir kuvvet benim askerimi muattal bıraktıktan +maada kifayet de etmeyecektir. Çünkü benim de refakatimde +dört bin süvari bulunuyor. Amcam daha ziyade ağır +davranacaksa başka bir süvari kuvveti tertib ederek yollayınız” +dedim ve Makar’a azimet için yola çıktım. +Emir Şir Ali Han hareketimden haberdar olarak Kelat’ı +tahkim ve orada tevakkuf etti. Ben on iki günde Makar’da +bekledikten ve amcamın vürudundan ümid kesdikten sonra +Kelat’a doğru hareket eyledim. Muvasalatımızın ertesi günü +Emir Şir Ali Han Şah Pesend Han ve Feth Muhammed +Han’ın kumandasında olmak ve bizim ordunun etrafına hücum +ve yağmagerlik etmek üzere on bin süvari sevkeyledi. +Bu süvarilerin ordudan bir buçuk fersah uzakta pusuya +girmiş olduklarını haber aldım. Punkek Çeşmesi’ne gelmezden +evvel de bunların eski bir kal’a dahilinde geceyi geçireceklerini +öğrendim. Aldığım haberler üzerine bin nefer +nizamiye piyadesi bin nefer derani süvarisi iki tabur piyade +ve altı top ile Ceneral Nusayr ve Abdurrahim hanları “şebhun” +yapmak üzere gönderdim. Şebhun yapıldı: Üç yüzü +maktul bini esir olduktan sonra düşman bozuldu. Bizim +tarafdan yalnız bir maktul vardı. Çünkü düşman birdenbire +basdırıldığı için muharebeye vakit bulamamıştı. Esirleri +Gazneyn’e yolladım. Emir Şir Ali Han bu hezimetten fena +halde sıkılıp on bir gün kadar harbe başlayamadı. Bu müddet +zarfında da piyade ve süvarileriyle amcam vürud etti. +Müslüman kardeşler! +Bu makaleye daha doğrusu bu mev’izaya her bir kelimesi +dünya ve ahirette saadet ve selametimizi mucib +olan bir hadis-i şerif ile başlıyorum. İhvan-ı dinimden bu +mev’izayı can kulağı ile dinleyip vaki’ olan hatamı hüsn-i +niyyetime bağışlamalarını halisane rica ederim. +Ey ihvan-ı din! +Bakınız hazret-i Peygamber ne diyor: +“ Vatanı sevmek vatana muhabbet etmek imandandır +dilden vatanımı seviyorum demekle olmaz. Kuru kuruya +vatanıma muhabbetim var demekle hubb-i vatan olduğu +tasdik olunmaz. Çünkü ma’lum olduğu üzere iman “ikrar +bil-lisan tasdik bil-kalb”den ibarettir. Binaenaleyh kalbinde +ehemmiyet yoktur. Madem ki Resul-i Ekrem efendimiz +vatana muhabbeti de imandan cüz’ kılıyor. Şu halde vatanı +sevmek yalnız lisanen vatanıma memleketime muhabbetim +var demekle olmaz. Belki kalben vatana karşı muhabbet +beslemek vatan hissini kalbinin en derin köşesinde muhafaza +etmek ve bu suretle vatanı her türlü taarruzdan vikaye +etmek her ne suretle olursa olsun düşmanın tecavüzüne +meydan vermemek ve bunun için her türlü esbab-ı müdafaayı +hazırlamak ile olur. +Din kardeşleri! Cenab-ı Peygamber vatanı o kadar +takdis etmişler ki ona muhabbet imandan cüz’dür demişler. +Sevgili Peygamberimizin vatana muhabbet imandandır +buyurmalarında ne kadar büyük hikmetler vardır. Zira bizim +yoktur. İndimizde iman her şeyden mukaddes her şeyden +makbuldür. Biz her şeyden vazgeçeriz. Fakat imandan vazgeçmeyiz. +Çünkü hakīkaten mü’min olan bir kimse dünyada +ancak dini ırzı namusu için yaşar. Onun uğrunda her +türlü fedakarlığı hatta ölümü gözüne alır. Dinine ırzına namusuna +kıl kadar leke gelmemek için canını malını kıymetli +evladlarını feda eder de yine kalbi mesrur olur. Çünkü +onun indinde “din”den başka her şey değersizdir. “Din” +yolunda feda edilen şeyler hiçtir. İşte vatana muhabbet de +dinin en a’zam rüknü olan imandan cüz’ olduğunu sevgili +Peygamberimiz bize haber verirse artık hakīkaten mü’min +müslüman olan kalbinde iman kuvveti bulunan bir kimse +vatanı uğrunda neler feda etmez? +Zira pek kıymetli olan dinini ırzını namusunu muhafaza +edecek olan ancak vatandır. Vatan selamette olursa; +vatana düşman tecavüz edemezse; vatanı kara yüzlü düşmanlar +pis mülevves ayaklarıyla kirletmezlerse sevgili her +şeyden kıymetli olan “din”imiz de selamet bulur dinimizin +bütün ahkamını da istediğimiz gibi icra ederiz. +Sevgili kardeşlerim! +Hiss-i vatan hakkında başka bir şey mülahaza etmeye +hacet yoktur. Yalnız şu hadis-i şerifin ma’na-yı münifini tamamıyla +anlamaya çalışmak kafidir. Çünkü en aziz; dünya +ve ahirette bizi saadete erdirecek yegane i’timad ve i’tikad +ettiğimiz bir şey var ise o da imandır. Hubb-i vatan da şu +aziz imanımızdan bir cüz’dür. Şu halde vatanı himaye ve +muhafaza uğrunda çalışacak olursak imanımızdan bir cüz’ünü +himayeye imanımızı kuvvetleştirmeye çalışıyoruz demektir. +Bu ise saadet-i dünyeviyye ve uhreviyyemizi himaye +demek olacağında asla ve kat’a şübhe yoktur. Binaenaleyh +dinini imanını ırzını namusunu seven her kimse vatanını +da sever. Vatanı muhafaza etmek için değil mal ü emlakini +hatta canını bile feda eder. Zaten vatan olmazsa maazallah +vatan bir kere elden giderse “din” ne ile muhafaza olunur. +Vatan parça parça olup düşmanların kucağına düşerse işte +o zaman ne “din” kalır ne “iman” ne ırz kalır ne namus. +Belki hepsi düşmanın çizmesi altında mahvolur gider. Çünkü +düşmanın vatanımıza hücum etmekten başlıca maksadı +aziz sevgili dinimizi mahvetmek ortadan kaldırmaktır. Bu +bir hakīkattir ki inkarı kabil değildir; bunu ecnebi boyunduruğu +altında ah ü enin eden din kardeşlerimizin hali bize +gösteriyor. O biçare mağdur müslüman kardeşlerimize o zalimler +neler yapmıyorlar? Medeniyet kavgası eden vahşiler +müslümanların her şeyden aziz olan “din”lerine ırz ve namuslarına +varıncaya kadar tecavüz etmiyorlar mı? O zavallı +müslüman kardeşlerimiz serbest olarak ibadet edemiyorlar; +hatta senede iki defa gelen bayram namazlarını bile korka +korka kılıyorlar. İşte Avrupalıların fikri hep İslam memleketlerini +ellerine alıp din-i İslam’ı ortadan kaldırmaktır. Bu hakīkati +tenvir için Avrupa müsteşriklerinden birinin İslamiyet +aleyhinde söylemiş olduğu hezeyanları –ki Novoye Vremya +gazetesinin Eylül sene tarihli nüshasından naklen +muhterem Sıratımüstakīm mecellesi nazar-ı ibretimize koymuştur– +okumak kafidir zannederim. Evet! Petersburg’da +çıkan nim resmi gazetelerden Novoye Vremya gazetesinin +Eylül sene tarihli nüshasında Budapeşte’den çekilen +bir telgrafda: “Bundan sonra İslamiyet’i müdafaa etmek pek +fazladır. O “İslamiyet” ortalıktan kalkmalı. Medeniyet noktai +nazarından İslamiyet’in bekası değersizdir. Zira İslamiyet +medeniyetin düşmanıdır. Müslüman padişahlığı artık sukut +etmeli mahvolmalı zira bunlardan hiç birinde dahilen +padişahlık denilecek bir şeyler yoktur….!” deniyordu. +Müslüman kardeşler! +Müsteşrik-i ma’hudun şu birkaç satır hezeyanı bize karşı +Avrupalılarda nasıl bir fikir olduğunu aşikar bir surette gösterdiği +hakīkatler kendisince ma’lum olan sevgili Peygamberimiz +vatanın kadr u kıymetini takdir etsinler de onu muhafaza edecek +vesaiti istihzara çalışsınlar vatanı düşmana kaptırmasınlar +diye hiss-i vatan hubb-i vatan hakkında pek çok tebşirat +bü’l-vücud hazretleri de Kur’an-ı Kerim ’inde +emr-i celil-i Sübhanisiyle bizleri ikaz ve vatanı muhafaza +etmek ne suretle olacağını bizlere izah ediyor. Bakınız bu +ayet-i kerimede Cenab-ı [Hak] ne gibi hakīkatler gösteriyor: +“Müslümanlar! Sizler canlarınızı mallarınızı ırzınızı +dininizi vatanınızı düşmanlarınızdan muhafaza ve onları +müdafaa için kudret ve kuvvetinizin yetiştiği kadar kuvvet +top tüfenk mavzer zırhlı …..! ve harb için beslenip terbiye +edilmiş atlar hülasa harbi kazanmak ne gibi esbaba +mütevakkıf ise behemehal onları elde edip hazırlamaya çalışınız +ki böyle harbe hazır u amade olup kuvvet hazırlamanız +lah’ın bildiği diğer –İtalya gibi zahiren sulh u müsalemet +gösterip kalbinde husumet düşmanlık besleyen– hafi düşmanlarınızı +terhib eder korkutursunuz; siz bu uğurda her ne +tamamen ifa olunur bu hususda ameliniz zayi’ ve sevabınız +noksan olarak asla zulüm görmezsiniz” bundan hemen +harb edecek gibi hazır bulunmaktan sizin için pek çok menafi’ +u fevaid husule gelir: Biladınıza sahib olursunız biladınız +ma’mur u abadan olur. Eğer düşmanı korkutacak surette +bir hazırlıkta bulunmazsanız düşman vatanınıza tama’ eder +sizi içinden sürüp çıkarır. Canınız malınız dininiz ırzınız +namusunuz ayaklar altında kalır. +Ah kardeşler! +Dikkat ediyor musunuz! Bizim dinimiz bizim kitabımız +biz müslümanlara neler tebliğ ediyor? Görüyor musunuz! +Kur’an-ı Kerim ’in bu ayet-i celilesi bize neler söylüyor? +Evet! Bu nazm-ı celil her asırda kuva-yı harbiyyenin o +asrın terakkıyat-ı harbiyyesine göre tensik u tanzim edilmesi +lüzumuna bizleri irşad eder ta’lim-i İlahidir. Artık fenn-i +harb nokta-i nazarından şu ayet-i kerimenin haiz olduğu +ehemmiyet düşünülmelidir. +Bu ayet-i kerimedeki i’caz erbab-ı ukūlü akl-ı selim ashabını +valih ü hayran bırakıyor. Evet! Bu nass-ı celilde +mündemic olan hüküm ve esrar akıllara dehşet ilka ediyor: +Cenab-ı Hak bir tarafdan kullarına kuvvet hazırlayın diye +emir ediyor. Diğer tarafdan o hazırlanacak kuvvetin derecesini +mikdarını nelerden yapılması lazım geleceğini takatin +müsaadesine zamanın iktizasına hücumundan korkulan +düşmanların haline bırakıyor. Bu nass-ı celil-i İlahideki izah +ve ibhamın hükm ü esrarını tedkīk bize gösteriyor ki düşman +ne gibi kuvvete alat-ı harbiyyeye malik olursa biz de +ondan fazla yahud hiç olmazsa ona müsavi bir kuvvete +malik olmak için kudretimizin yettiği kadar çalışmak lazımdır. +Zira terakkıyat-ı asriyyeye muvafık olmayan techizat-ı +harbiyye ile düşmanın korkutulama[ya]cağı aşikardır. Çünkü +düşmanı daima karşısında bulunan devletin kuvvetini +hemen harbe hazır u müheyya gibi tedarikatını görür ve +kendisinden fazla bir kuvveti haiz olduğunu hissederse o +devlete karşı daima dost olmaya çalışır. Eğer karşısında bulunan +devletin zaif olduğunu anlarsa daima onun hukūkunu +ayaklar altına almaya kıyam eder. İşte bunun içindir ki İtalya +gibi vahşi hunhar zalim terbiye-i medeniyyeden mahrum +bir hükumet Osmanlıların şu sıradaki za’fiyetinden istifade +ederek milyonlarca müslümana sahib olan bir kıt’ayı – +Trablusgarb’ı– zabtetmek yed-i kahharanesine geçirmek ve +bu suretle Hilafet-i İslamiyye’ye bir darbe vurmak istiyor!!! +Eğer biz bugün Barbaroslar Turgudlar gibi on beş yirmi +zırhlıya malik olsa idik; hukūk-ı düveli ayaklar altına alan +vahşi vicdansız İtalya kancıklıkla kahbecesine İslam memleketlerine +hücum ederek vahşilere barbarlara hunharlara +yakışan bir tavır hareketle sevahilimizi kıymetli memleketimizi +bombardıman edemez; yüzlerce ma’sum çocukları yetim +binlerce İslam kadınlarını dul meskensiz bırakamaz; +nice ibadethanelerimizi her vechile merhamete şayan hastahanelerimizi +tahrib edemezdi. Belki köpekler gibi yaltaklanmaya +mecbur olurdu. Fakat vahşi İtalya kuvve-i bahriyyemiz +olmadığını bildiği için suret-i vahşiyanede kasabalarımızı +topa tutarak nice ma’sumları yetim bıraktı. +Müslüman kardeşler! +Biz hala puyan olduğumuz gafletten uyanmaz ve bizim +mamız için bütün varımızı sarfederek kuvvetli bir donanma +sahibi olmaya çalışmazsak millet-i İslamiyyenin atisinden +korkulur! Bugün Trablusgarb’a edilen bu haksız tecavüzün +yarın başka vilayetlere olmayacağını bize kim te’min eder? +Bugünlerde Girid barbarlarının kudurmuş köpekler gibi +“Yunanistan’a ilhak” diye bağırdıkları orada bulunan İslamlardan +günde birkaç danesini kurbanlık koyun gibi boğazladıkları +herkesin ma’lumudur. +Bugün üç yüz altmış milyon nüfus-ı İslamiyye ancak +bizden imdad bekliyorlar. Bu mağdur kardeşlerimizin bütün +ümidleri düşmanlarının girdab-ı esaretinden kurtulmaları +Osmanlı donanmasının Osmanlı bayrağının kuvvet ü bekasıyla +olacaktır. İşte bunun içindir ki bu donanmayı bu şanlı +bayrağı kuvvetleştirmeye çalışan kahramanların namları kıyamete +kadar tarihin en parlak sahifelerinde bakī kalacaktır. +Artık biz Osmanlılar nazar-ı intibahımızı açmalıyız! Hiç +olmazsa mazimizden tarihimizden ibret alarak ruh-ı pak-ı +eslafdan mahcub olmalı ve eski muzafferiyetimizi göz önüne +getirmeliyiz! Biliriz ki bu vatan-ı Osmaninin her avuç toprağı +binlerce şüheda kanıyla yoğrulmuştur. Hep fethettiğimiz +yerler can bahasınadır. Şimdi haifane miskinane eydi-i +a’daya teslim mi edeceğiz?.. Ölümden ölüme fark yok mudur? +Vatanı müdafaa uğrunda şanlı bir ölüm ile ölmek pek +çok hayata gıbta-ferma olduğunu bilmiyor muyuz? Binaenaleyh +bu kadar mukaddes bu derece muazzez olan memleketimizi +muhafaza uğrunda bütün malımızı canımızı feda +etmek bizim için servet sahibi olup da miskinane yaşamaktan +daha hayırlıdır. Zaten i’la-yı kelimetullah için +Müslümanlığı muhafaza için malımızı canımızı feda edeceğimize +dair Cenab-ı Hak bizden ezelde va’d almadı mı? +ayet-i kerimesi bu yolda vermiş +olduğumuz va’di göstermiyor mu? Elimizde evimizde bulunan +kitab-ı mukaddesde bu gibi ayet-i kerimeyi her gün +görüp işitirken; o kitab-ı mukaddes bizlere hitaben: Müslümanlığı +muhafazaya çalışmadıkca onu düşmanları nazarında +edip çağırırken nasıl olur da biz hala puyan olduğumuz gafletten +uyanmıyoruz?... +Kardeşler! +Gözümüzü dört açacak zaman gelmiştir. Belki de geçmek +üzere bulunuyor. Eğer biz gözümüzü açıp i’la-yı kelimetullah +on para kalıncaya kadar sarfedip kanımızın son damlasına +kadar çalışacağımızı küre-i arzda bulunun bütün müslümanların +nass-ı celili mucebince bir +kardeş; ve belki +hadis-i şerifi muktezasınca +bir cesed gibi olduğunu ve binaenaleyh birbirimizin yolunda +cümlemizin feda-yı cana hazır u amade olduğumuzu Avrupalılara +karşı bil-fi’l gösterecek olursak belki o zaman onlar +da biraz insafa gelir de hakkımızı teslim ederler. Eğer onlara +karşı bir azm ü celadet göstermezsek hukūk-ı meşruamızı +ayaklar altına alacakları şübhesizdir. +Görüyor musunuz! +Emr-i celil-i Sübhanisine +karşı boyun eğmediğimiz bu emr-i ilahiden gafil bulunduğumuz +bilakis bu emr-i İlahi ile düşmanlarımız amil oldukları +altmış belki dört yüz milyona karib olan müslümanın başındaki +felaketi düşünelim! Ve bu emr-i celil-i İlahinin muktezeyatı +olan kuvveti bir gün evel gayret edip elde etmeye çalışalım.! +Elimize bir durbin-i hakīkat alarak bütün alem-i İslamın +çektiği sefaleti başlarındaki felaketi görmeye çalışalım. +O kadar uzağa gitmek istemezsek yanıbaşımızda feryad +ü figan eden Girid mazlumlarına Trablusgarb ma’sumlarının +haline olsun atf-ı nazar edelim!. Girid’deki hukūk-ı meşruamızı +teslim edin diye Avrupalılara senelerden beri bağırıp +çağırdığımız halde bizde bir kuvvet ve bir azm ü celadet +görmedikleri için “leyte ve le’alle” ile vakit geçirmelerinden +dolayı şu son zamanlarda Girid’in almış olduğu vaziyeti +evet! Bütün mütefekkirini bile düşündüren vaziyet-i sakīmenin +ele-i mühimmeyi hiçe indirecek– bir de Trablusgarb mes’elesi +çıktı.!!! +Aman kardeşler! +Gözlerimiz görüp dururken memalik-i İslamiyyeyi tarumar +ettirirsek huzur-ı İlahiye hangi yüz ile varacağız? Hakim-i +mutlak olan Cenab-ı Vacibü’l-vücud hazretlerinin +emr-i Samedanim ile bütün bilad-ı İslamiyyeyi +muhafaza etmenizi emretmedim mi?” Sual-i ceberutuna +karşı ne cevap vereceğiz?... Gözlerimizi kapadığımız +yeter biraz da açıp aleyhimizde çevirilen –dolabları görmeye +çalışalım!. Bugün İtalya gibi bir vahşi Trablusgarb vilayeti +gibi bir vilayetimize canavarcasına hücum ederek binlerce +hanümanları mahv u harab ediyor binlerce ma’sum +çocukları öksüz bırakıyor da Avrupalılar hiç ses çıkarmıyorlar! +Artık bu haller; Avrupalıların hakkımıza imha-yı tedrici +usulünü tatbika karar verdiklerine şehadet etmez mi? Hani +Trablusgarb ve Girid’deki hukūk-ı hükümraniyi himaye? +Nerede kaldı Avrupa medeniyeti? ! Nerede kaldı adalet? +! Güneş gibi meydanda olan hukūk-ı meşruamızı zayi’ +etmeye çalışıyorlar! İslamların aleyhine olarak icra edilen +haksızlıklar zulümler vahşetler… Ayn-ı hakīkat ayn-ı adalet +sırf medeniyet olarak gösteriliyor!!!... Fakat bir kere de +Osmanlılar İslamlar hukūk-ı meşrualarını müdafaaya kıyam +ederlerse o zaman da İslamlara barbar namını veriyorlar. İşte +Avrupalıların ta’kīb etmekte olduğu tarik-ı sakīm Osmanlılar +ediyor.” +Eğer biz bunların bu hallerinden hala ibret almayacak +olursak; şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da gözümüzü +açmazsak “maazallah” elimizdeki İslam memleketleri +de yakın zamanda birer birer gidecektir. Ve buna da hiç +şübhe etmemeliyiz. +Kardeşler! +Bugün Girid ceziresinde bu kadar nüfus-ı İslamiyye layüadd +ü la-yuhsa işkenceler içinde çırpınırken Trablusgarb’da +binlerce dul kadınlar yetim çocuklar aç bi-ilaç çarşılarda +feryad ü figan ederken gözlerine Makam-ı Hilafet’e +doğru dikerek halet-i nez’de bulunan insanlar gibi kardeşlerimize +nım iddiasında bulunan kimseler nasıl olur da rahat uykuda +yatabilir? Nasıl olur da elinde bulunan paraları ianeye sarfetmez? +Nasıl olur da bu kadar mazlumun imdadına yetişmek +lerimiz düşünmüyorlar mı ki vatan elden giderse kazanmış +oldukları paralar ne iş görür?!! Bugün Trablusgarb’da bulunan +kardeşlerimizin başındaki felaket-i uzmayı def’ etmekte +hiç olmazsa onlara yiyecek erzak giyecek elbise göndermek +üzerimize farzdır. Dinimiz o yolda emrediyor. Bunu bildiğimiz +halde şimdiye kadar kaç kuruş iane topladık? Zenginlerimizden +me’mul ettiğimiz nisbette kaç kişi iane verdi. +Yazıklar olsun o kimselere ki ebna-yı cinsinin çekmiş olduğu +mihen ü meşakkat görmüş olduğu felaket ona hiç de te’sir +etmez!!! +Acaba! +hadis-i şerifi Nebi-i zişan +sallallahu teala aleyhi vesellem efendimizin fem-i +saadetlerinden sudur etmemiş mi? +Müslümanların ta’kīb edeceği hatt-ı hareketi gösteren bu +hadis-i şerifde hiç de şübhemiz olmadığı halde niçin medeniyet +figan eden binlerce kardeşlerimizin ah ü eninine iştirak edip +de bir cesed gibi olduğumuzu fi’len isbat etmiyoruz? Ebnayı +cinsinden cüz’i bir müzayakayı def’ etmek için dest-i muavenetini +uzatanlar hakkındaki tebşirat-ı İlahiyye ve teşvikat-ı +Nebeviyyeyi mutazammın olan +nass-ı celil-i İlahisini; ve +hadis-i şerif-i Nebevisini +acaba hiç duymadık mı? Yoksa –haşa– bu kadar va’d-i İlahiye +Veyahud birkaç günlük lezaiz-i dünyeviyyeyi hadd-i bipayan +olan niam-ı uhreviyyeye tercih mi ediyoruz? Gerek +burada bil-münasebe zikrettiğim ve gerek bunların emsali +pek çok ayat-ı Kur’aniyye ve ehadis-i Nebeviyyeden müsteban +olduğu vechile nazar-ı şeriatte insanların hayırlısı ebnayı +cinsinin elem-i cismani ve ruhanisi ile müteellim; ve daima +ebna-yı cinsine elinden gelen muavenetini diriğ etmeyenlerdir. +Halbuki bizler şer’-i şerifin +ta’rifi vech üzere hakīkī bir müslüman olduğumuzu müftehirane +bir lisan ile söylediğimiz halde Kur’an -ı azimü’ş-şanın +emirlerine yanaşmıyoruz!!! +Çünkü: Kur’an i’la-yı kelimetullah için memleketi müslümanlığı +muhafaza için elinizden gelen kuvveti sarfedin diye +bizlere şiddetli emirlerde bulunuyor. Bizler ise maa’t-teessüf +dinimizi memleketimizi muhafaza için kırk parayı vermekten +çekiniyoruz!!! Halbuki öbür tarafdan bir Yunanlı çıkıyor +–kendi dini ver diye emretmediği halde– değil kırk +para yedi yüz bin lirayı birden veriyor da beri tarafdan bizim +asla yüzümüz kızarmıyor!! Yazıklar olsun böyle hamiyyete!! +Nerede kaldı da’va-yı İslamiyyet? +Cem’iyet-i İslamiyye içinde mevcud olan bu gibi hamiyetsiz +zenginlerimize karşı: +ayet-i kerimesini +de zikretmeden geçemeyeceğim. Me’mul ki insafa +gelirler! Hülasa: Eğer biz müslümanlar dinimizi vatanımızı +muhafaza etmek şan-ı celil-i İslamiyet’i i’la ederek ecanibin +tahakkümü altında ah ü enin ile mahvolup giden bunca +şekliyle Suyuti +nüfus-ı İslamiyyeyi kurtarmak –ki dinen üzerimize borcdur– +emr-i celil-i İlahisiyle me’mur olduğumuz +kuvveti hazırlamak için varımızı bu uğurda sarfederek +kanımızın son damlasına kadar çalışmak lazımdır. +Hatta diyebilirim ki Fransa kadınlarının yaptığı gibi kadınlarımız +bütün ziynetlerini hatta kulaklarındaki küpeleri +bile donanma ianesine terkederek Osmanlı kadınlarının alemce +müsellem olan hamiyetini bir kat daha göstermelilerdir. +“Ya Rab! Müslümanları dalmış oldukları gaflet uykusundan +uyandır etraflarını ihata eden bu felaketlerden haberdar +et!” duasıyla hatm-i kelam edelim. Ve mina’llahi’t-tevfiku +ve’l-hidayetü ve’n-nusretü ve’l-ianetü +* * * +DERSAADET MEDARİSİNİN SURET-İ İDARESİ +Hakkında kanun layihasıdır: +Madde - Dersaadet’de bulunan imarattan bir kısmının +lağvından dolayı talebe-i uluma tahsis olunan bir milyon iki +yüz bin kuruş ile Dersaadet’deki talebe-i ulum için Evkaf +bütçesine mevzu’ mebaliğ işbu kanun ahkamına tevfikan +sarfolunacaktır. +Madde - Medarisde müddet-i tahsil on iki senedir. Dört +evvelki sene tahsil-i ibtidai ve bunu vely eden dört sene tahsil-i +tali ve son dört sene tahsil-i ‘aliye mahsusdur. Her sene +bil-imtihan terfi’-i sınıfa muvaffak olarak birinci dört seneyi +mal edenlere medrese-i ‘aliyye icazetnamesi i’ta edilecektir. +Madde - Medaris-i ibtidaiyye talebesine şehri altmış ve +medaris-i taliyye talebesine şehri seksen ve medaris-i ‘aliyye +talebesine şehri yüz kuruş maaş verilecektir. +Madde - Dersaadet’de makam-ı Meşihatce tensib olunacak +mahallerde sekiz medrese-i ibtidaiyye yedi medrese-i +taliye beş medrese-i ‘aliyye teşkil olunacak ve her medrese +dört sınıfa taksim olunacak ve her sınıfın mevcudu elli talebeden +Madde - Medarisde mevcud ve mukayyed olan talebei +ulumdan dördüncü maddedeki medaris talebesi idadına +dahil ve üçüncü maddedeki maaşa nail olacaklar müsabaka +Madde - Her sene medarise ale’l-usul yeniden talebe +kaydolunacak ise de bunlardan maaş i’ta olunacaklar müsabaka +tali ve ibtidai talebesinden terfi’-i sınıf ve terkīn-i kayd ve +vefat gibi vukūat sebebiyle tenakus edenlerin mikdarını tecavüz +etmeyecektir. +Madde - Tahsilin üç derecesinde dahi her sene-i tedrisiyye +nihayetinde imtihan-ı umumi icra kılınacak ve terfi’-i +sınıfa muvaffak olmayan talebe sınıfda ibka edilecek ve aynı +sınıfda iki sene terfia muvaffak olamayanların kayıdları terkīn +olunacaktır. +Madde - Tahsil-i ‘alide bulunacak bin talebeyi her sene +o mikdara iblağ için tahsil-i taliyi ikmal etmiş olanlar ve tahsil-i +talide bulunacak bin dört yüz talebeyi itmam için tahsil-i +hanı icra kılınacaktır. +ulum u fünun edip medarise kaydolunmak üzere müracaat +edenler dahi kabul ve bil-imtihan kazanacakları sınıfa +kaydedilir. +Madde - Medarisdeki talebenin Mekteb-i Kuzat’a ve diğer +mekatib-i ‘aliyyeye dahil olmaları caiz ise de ba’de’d-duhul +maaşları kat’ edileceği gibi medarisde ikmal-i +tahsil ile şehadetname ahzına muvaffak olanların da kayıdları +terkīn olunup maaşları kesilecektir. +Madde - Tahsil-i ibtidaiyi ikmal ettikleri halde tahsil-i +tali için müsabaka imtihanında muvaffak olamayanlar ile +tahsil-i taliyi ikmal ettikleri halde tahsil-i ‘ali müsabakasında +kazanamayanlar sinin-i atiyyede icra kılınacak müsabaka +kabul edilmedikce maaş ahz edemeyeceklerdir. +Madde - Medaris-i ibtidaiyye me’zunlarının cevami’-i +şerife ve müessesat-ı saire-i hayriyyede inhilal edecek cihat-ı +diniyye ve tevcihatında hakk-ı rüchanı olacaktır. +Madde - Medaris-i taliyye me’zunları tabur imametlerine +ve cevami’-i şerife ve müessesat-ı sairede inhilal edecek +cihat-ı ilmiyyeden medaris-i ‘aliyye me’zunlarının talib oldukları +cihetlere ta’yin edilmek hakkını haiz olacaklardır. +Madde - Medaris-i ‘aliyye me’zunları alay müftiliklerine +ve cevami’-i şerife ve müessesat-ı sairede cihat-ı ilmiyye +ve medaris muallimliklerine ve mekatib-i ulum-ı Arabiyye +ve diniyye muallimliklerine ta’yin olunmak imtiyazına maliktir. +Madde - İkişer yüz mevcudlu dört sınıfı havi her medresenin +bir müdir ve iki müfettişi ve lüzumu kadar müderris +ve muallimi ve dört bevvabı olacaktır. +Madde - Müdir ve müfettiş ve müderrisler el-yevm +mevcud olan ders-i am miyanında kıdem ve ehliyetleri nazar-ı +dikkate alınarak ve lede’l-iktiza imtihanları icra olunarak +Madde - El-yevm mevcud olan ders-i am efendilerin +maaşları hiçbir suretle tenkīs edilmeyip ancak maaşat-ı mezkure +mahlulatından medaris-i ‘aliyye müdirlerinin maaşları +müderrislerinin maaşları her saat-i tedris için otuz kuruş hesabıyla +hadd-i layıka ve medaris-i taliyye müdirlerinin maaşları +bin beşer yüz ve müfettişlerinin maaşları biner kuruşa +ve müderrislerinin maaşları her saat-i tedris için yirmi beş +kuruş hesabıyla hadd-i layıka ve medaris-i ibtidaiyye müdirlerinin +maaşları biner ve müfettişlerinin maaşları sekizer yüz +kuruşa ve müderrislerin maaşları her saat için yirmişer kuruş +hesabıyla hadd-i münasibine iblağ ve bevvab efendilere +Madde - Müciz ve gayr-ı müciz bilumum ders-i am +efendiler iki bin kuruş veya daha ziyade maaşlı me’murinden +bulunanların maaşları kat’ olunarak mahlulat miyanına +olanlar dahi medarisde müdirlik müfettişlik ve müderrislik +ve fünun-ı cedide muallimliği gibi hidematı kabul ve hüsn-i +Madde - Müderrisin miyanında muallimleri tedarik +olunamayan fünun-ı cedide için muvakkaten haricden muallim +tedarik edilecek ve ileride işbu fenlerin cümlesinin tedrisi +medrese-i ‘aliyye me’zunlarına hasr olunacaktır. +Madde - Ders Vekalet-i Aliyyesi’nce kendisine irae +edilecek vezaifi ifadan imtina’ veya vazifesinde tekasül eden +müderrisine birinci defa ba-varaka-i mahsusa ihtarda ikinci +defa meclis-i mesalih-i talebeye celb ile tevbihde bulunulacak +ve yine imtina’ ve tekasülleri görülürse maaşları kat’ +olunarak silk-i müderrisinden ihrac edilecektir. +Madde - Talebe-i ulum muhassasatı evkaf bütçesinden +ve müderrisin maaşıyla medreseler müdir müfettiş ve +bevvabları maaşat-ı ilmiyye bütçesinin tertib-i mahsusundan +tesviye kılınacaktır. +Madde - Atiyen yapılacak medaris la-ekall bir sınıfının +mevcudunu istiaba kafi olacak surette hıfzu’s-sıhha kavaidine +muvafık bir tarzda inşa edilecek ve bu yolda medaris +vücuda getirildikce buralarda ikamet edecek talebenin maaşatı +kat’ ile tahsisatları it’am ve iksalarına karşılık tutulabilecektir. +Madde - İşbu kanunun cihet-i idariyyesinin icrası Makam-ı +Meşihat-i İslamiyye’ye ve Evkaf’a tealluk eden cihetlerinin +“Dünya beş gündür beşi de kara” beş günlük ömür için +bu fani dünyada sa’y ü telaş etmek mal ve devlet şevkine +kapılmak kesb ve hayat kaydına düşmek ömrü beyhude +çürütmek lüzumu var mı? Her ne etsek ahirimiz fenadır! Kişi +gerek ahireti için çalışsın onun için sermaye kazansın ölümünü +hatırından çıkarmasın gözünü ahiret kuşesine diksin. +Ey azizan! Bir bakın dünyaya ibrethanedir ahirin fikretmeyen +akıl değil divanedir…” +Muhterem ulema ve vaizlerimizin mescidlerde meclislerde +cemaate hitaben söyledikleri sözler irad ettikleri nutuklar +ale’l-ekser bu kabil va’z u nasihatlerden ibaret olduğu +cümleye ma’lumdur. Bu mazmundaki va’zlar ile ruhani babalarımız +“salikan-ı rah-ı hakīkat” halkın i’tikadına bir durgunluk +getirip hayat-ı dünyadan müslümanları soğuturlar. +Umur-ı maişette lazım olan sa’y ü cihaddan beri ederler. Bu +kabil va’z u nasihatlerden müslüman kardeşlerin var kuvvetleri +zaifleşir fikirce hünerleri durgunlaşır cesaret ve teşebbüsleri +kırılır; zillete esarete her şeye razi olup bütün cefa +ve meşakkatleri kabul ederler; her nevi’ zahmet ve eziyete +katlanırlar maişetin acıklı ve cefalı haline takat +getirirler ve her işte “mi-guzered” deyip zillet ü atalet içinde +hayatlarını sürüklerler. +“Dünya beş günlüktür onun da ahiri ölümdür. Beş günlük +ömür için çalışmak değer mi ve çalışmaktan ne hasıl +olur? Sultan-ı cihan olsa gider cana inanma – Çün bakī değil +mülk-i Süleyman’a inanma . Pes şu halde ölüme hazırlanmak +lazım. Hayatta vefa yoktur bakī değil…!” +Tama’kar vaizler için cemaatin böyle gaflet ve cehalette +yaşaması elbette çok hayırlıdır. Az çok her ne kazansalar +getirip öz ağalarına teslim edecekler. Kendileri ise aza kanaat +edip ancak beş günlük ömür için elde pek cüz’i sermaye +saklayacaklar. Çünkü ruhani babaları onlara vazıh deliller +onu cem’ etmek?... +Ne gerektır sana bu devlet ü mal +Yükünü yüngül eyle ey hammal +metinin semeresini ellerinden alıp yüklerini yüngül etmeye +çalışmışlardır. +Bu sebebdendir ki müslüman alemine atf-ı nazar edildikte +onun hal-i pür-melaliyle Avrupalıların saadet-i hali +karşısında akl-ı insan hayrette kalıyor! Devlet servet ma’rifet +kemal hüner bilgi beceriklik rahat yaşayış Avrupalılarda; +fakr zillet yoksulluk cehalet avamlık hünersizlik +adem-i rahat acz esaret ü kesalet ise alem-i İslamda.. Bunlar +gözlerini kabristana dikmişler beş günlük ömrü çabuk +geçirip oraya vasıl olmaya çalışırlar; onlar ise dünyada hayatlarını +rahat geçirmeye refah u saadet iktisabına kendileri +ü gaflette; onlar refah u saadette.. Bunlar ölü onlar diri! +Avrupalıların bu faaliyet bu ciddiyet ve saadeti onların +müslümanlardan daha ziyade kabiliyetli ve müstaid olmalarından +değil mahza ondan naşidir ki onlar hayatın kadrini +bilip ondan müstefid olurlar; müslümanlar ise hayata meyl +etmeyip mematı fikr ederler. +Bir Rus edibi milletini şu yolda yaşamaya da’vet ediyor: +“Hayatınızı ganimet bilip yaşayınız ve yaşamanın yollarını +öğrenip rahat yaşayınız. Vaktinizi gaflette geçirmeyiniz. Yan +yatıp bir nokta üzerinde kalmayınız. Yaşayınız ve başkalarının +hayatına sebeb olunuz. Ulum u fünuna sanayi’ u ticarete +felsefeye alış-verişe ziraate mektep ve medreselere hareket +veriniz hayat bahş ediniz maişet için yeni usul ve kaideler +tertib ediniz siyasi ve iktisadi işlerinize tağyir u tebdil +verip başkalarıyla münasebat ve alakanızı düzeltiniz hürriyet +ve ulviyet kesb ediniz. +“Cümleye kardeş gözüyle bakınız başkalarının hukūk +ve ihtiyarlarına memleketin ma’muriyet ve asayişine riayet +ediniz. +“Hayatı unutmayınız ona rahmınız gelsin hem kendinizin +hem başkalarının hayatını muhafaza ediniz yaşamayı +seviniz ve aziz tutunuz. Kuvvetli bir milletin bir hücum ve +zulmü altında zaif bir milletin hukūk ve hürriyetinin mahvına +mani’ olunuz…” +El-hak hayatı sevmek ve onun kadrini bilmek lazımdır. +Bizler ise bundan gafil ve uzak düşmüşüz hayatın kadrini +bilmiyoruz ve içimizden her kim biraz hayatın kadr u kıymetini +derk edip ahval-i maişetini ıslah etmeye çalışsa derhal +cenab-ı vaiz ile Ağa Derviş onun kapısını kesip yüce sesiyle +men’ eder: “Ki ey gafil dünya ibrethanedir dünyaya uyma +ahireti elden koyma kervan her yola düşüptür herkes yükünü +tez yüklese merdanedir. Bu dünya-yı duna rağbet etme +ahiret için tedarik gör kuşe-i kabirden gözünü çekme. +Naz ile başını baliş-i naza koyma çünkü nice bin nezaket +ehli hak ile yeksan olmuştur…” +Vaizin ve Ağa Derviş’in böyle nasihatleri müslüman kardeşleri +hareketten alıkoyup bütün mevcudiyetlerine bir durgunluk +ve perişanlık arız olur hayattan çalışmaktan her bir +şeyden şevk ve hevesi kesilip memattan başka fikr ü hayallerine +bir şey gelmez. +Bir cesaret ve hüner sahibi çıkmıyor ki vaiz efendiden +sual etsin: +Ey muhterem hoca! Bizi ölüler alemine da’vet etmekten +maksadın nedir? Kur’an-ı Kerim bize böyle mi diyor? Yoksa +bizi çalışmaya şan ü şevket-i İslamiyyeyi muhafaza için +Ey bizim ruhani babalarımız bize merhametiniz olsun +cümlesi terakkī yoluna düşmüş gece gündüz çalışıyorlar. +Esbab-ı maişetlerini tehiyye kılıyorlar. Bütün alemin aklı +fikri zihni işliyor ahval-i maişetleri iyiliğe ve saadete münkalib +oluyor. Bütün milletlerin efradı arıların sepetlere bal +taşımaları gibi muttasıl işlemektedirler. Ama biz yatıp kalmışız. +Ne aklımız işliyor ne fikrimiz. Gözümüzü ancak ölüler +alemine dikip her ne vakit bir hareket göstersek Ağa Derviş’in +sesi guşumuza yetişir: “Ahirin fikr etmeyen akıl değil +divanedir…” +Milletlerini hayata da’vet eden zevat gibi biz de müslüman +kardeşlere hitaben deriz ki: “Ey kardeşler hayatın +kadrini biliniz hayat Allah tealanın atiyyesidir ayılınız +hareket ediniz. Kapı bacalarınızı açınız ö[nü]nüze ışık gelsin. +Gözünüzün tozunu silip dikkat ile etrafa bakınız herkes +buyuruyor. Ahiret için yarın ölecek +gibi çalışmak lazım geldiği gibi dünya için de ebediyyen +yaşayacak gibi çalışmak lazımdır.” +Bakü – Hakyolu +* * * +Evet Rus bayrağı! +Şanlı mazimizin mezar-ı nisyanına gömülen menakıb-ı +zaferden bugün için ancak sönük ölgün bir hatıra olarak +yaşar. Baltacı ordusunun Prut bataklıkları içine batırıp yine +dünya yüzüne çıkardığı Rus bayrağı!. +Kırım hanlarının saray harabeleri üzerinde baykuşlar gibi +tüneyen Kafkas’ın kanlı zirvelerinde bazen geçit yollarının +dolambaçlı derinliklerinde yükselen Rus bayrağı!. +Tuna vadilerini Balkan boğazlarını Çatalca istihkamlarını +çiğneyerek otuz dört sene evvel Ayastefanos önlerine +kadar sürdüğü ordusunun rehber-i meşy ü hücumu olan o +Rus bayrağı işte bugün zavallı “İran”ın ser-i mukadderatında +dikilmiş duruyor: +“Petersburg Kanunievvel – Tebriz’e Rus bayrağı çekilmiştir” +Şu telgrafname; “Bugün İran’a yarın bize” demek olan +bir acı hakīkati bütün çıplaklığı bütün vahşetiyle i’lan ediyor. +Vatandaşlar bu ne acı bir hakīkattir! Bizden Osmanlı +Hükumeti’nden gayrı dünya yüzünde ber-hayat kalabilen +zavallı İran’ın musibetzede sinesi Kazak atlarının ayakları altında +çiğneniyor. Ale’l-ekser Türklerle meskun olan Azerbaycan +Tebriz Enzeli gibi havalisi de Rus toplarının tarrakası +altında inliyor. +Bu bedbaht memleket baştan başa düşman pa-yi istilasına +ferş edilmiş kimsesiz yetim bir nasiye-i mağdure şeklini +gösteriyor bir bakire-i ma’sume hissini veriyor. Bu pak nasiyeyi +kirleten: “Gul-i ihtiras” o bikr-i ismeti çak eden de: +“Cehl ü nifak”dır. +Bir zamanlar aktar-ı cihanı şa’şaa-i satvet ü irfanıyla +meclub-ı mehasini eyleyen koca bir medeniyet-i İslamiyye +şu dakīkada bütün mevcudiyet-i maddiyye ve ma’neviyyesiyle +serir-i ikbalinden hufre-i zevale doğru yuvarlanıyor. +Bu mebna-yı azim-i hayatın velvele-i indiras ve inkırazı +kulaklarımızda olsun bir eser-i teyakkuz u intibah hasıl etmelidir. +Biçare İran.. Bu haile-i mevt ü sükutun sekran-ı ıztırabını +pek elim ve takat-şiken bir ribka-i zaman ile çekecektir. +Bu zavallı hastayı bir anda öldüremeyecekler. Fakat +hergün hayatından bir uzviyet-i mahsuseyi kat’ u nez’ ederek +ona bu tarihi millete hicranlar hacaletler intikamlar +azab u ıztırablar içinde bir kabus-ı cebr u tahkīr yaşatacaklardır. +Ya Rab! Bu ne mukavemet-suz vicdan-hıraş bir +hayat-ı mevt-engizdir. +ras” denilen iki ifrit-i bi-emanın zalim pençeleri bila-müşkil +kırdı mahveyledi… +Bu iki amil-i gaddarın te’sirat-ı meş’umesi –daha geçen +gün Fransa ile Almanya arasında berat-ı inkırazi imza edilmiş +bı üzerinden bile henüz zail olamadığı görülüyor. Bu iki facire-i +Fransız defter-i istimlakine kaydedilen ve bütün Fransa +kadar cesim olan bu koca İslam diyarında hala intibah husule +gelmemiştir. +Daha düne kadar Fas hakimiyet-i münkarizesinin Berlin +Kruvazörü’nün sırıtkan top ağızlarıyla tezyif edildiği pakize +sahillerine nigeran olan veh-resanları üzerinde şu saatte bile +“kardeş kanı içmek” hırs ve nifak saikasıyla vatana müstevli +olan düşmanları görememek üzere “birbirinin gözünü oymak +hem-dinlerini boğazlamak öldürmek” felaketi hükümrandır. +Fas’da Fransız Trablus’da İtalyan İran’da da Rus bayrağı +dalgalanıyor. +Latin ve Islav milletlerinin alamet-i hücum ve istilası +olan bu bayraklardan İslamiyet aleminin ati-i mukadderini +tesmim edecek bir heva-yı zehrin intişar ediyor. +Gözümüzün önünde olan bu mehalik-i sabiteden gayrı +yarının meşime-i vekayiinden doğacak şeylerden bi-haberiz. +Ey nifak u şikak içinde boğulan müslümanlar! İntibah; intibah +Pek tabii bir şeydi; memleketin milletin mukadderatı ellerine +tevdi’ edilen Meclis-i Meb’usan a’zaları muharebe edip +dururken vatanın bir kuşesindeki İtalya Harbi’ne kim +kulak asar! Harbin en dehşetlisi İstanbul’da Millet Meclisi’nde +başladı ve devam ediyor. +Tehlikenin bu kadar büyüğü karşısında İtalya Harbi gibi +ufak tefeklerine kim ehemmiyet verir! Lakin İtalyanlarla beraber +bizim izmihlalimizi umanlar; şu hallerden ne kadar +memnunlar! +Meclisdeki beş on mansıb harisi bütün İtalya’nın zırhlılarından +ordusundan hem de kat kat fazla millet-i Osmaniyyeyi +duçar-ı ye’s etmektedir. +Acaba bu vatan düşmanlarının İtalyanlardan daha eşna’ +onlardan bin kere daha tehlikeli olduklarını anlamıyor +muyuz? Böyle beş on garazkarın keyfi ihtirası uğrunda bu +memleketin batıp gitmesine göz mü yumacağız? +Niçin bunların kulaklarından tutup da atıvermekte hala +tereddüd gösteriliyor. Memlekette mukaddesat namına ne +kadar esaslar varsa hepsine hücum ettiler; daha ne yapmak +* * * +Cum’adan sonra Sahlebcioğlu Medresesi’nde in’ikad eden +Mu’temer-i İlmi İzmir ve mülhakattan bir çok ulema ve +samiinden bir cemm-i gafir hazır oldukları halde faziletli Hakim +Efendi’nin riyaseti ve Kumandan İsmail Fazıl Paşa hazretlerinin +nezareti tahtında müzakerata başlamıştır. Sahlebcizade +Cami’-i Şerifi Hatibi Hafız Tevfik Efendi teberrüken +Sure-i Feth tilavet etmesini müteakıb Cezayir ulemasından +Geylani Efendi tarafından bir dua-yı beliğ kıraet edilmiş ve +Milas Müftisi Hafız Mehmed Sadık Efendi bir nutk-ı iftitahi +hakayık-ı İslamiyyenin inkişafı için birer mehd-i kemal olduklarını +fezail-i ahlakıyye ile ittisaf ve rezail-i ahlakıyyeden +ris-i ‘aliyyeden neş’et eden binlerce ulema’-i fazılanın cehd +ü himmetleriyle az zaman zarfında aksa-yı şark u garba kadar +ulema sırf [a]hkam-ı celile-i İslamiyyeyi hakkıyla icra ve evamir-i +diniyyeye ittiba’ sayesinde medeniyet-i İslamiyye +pek ziyade terakkī ve teali ettiğini ve şu kadar ki zamanımızda +görülen asar-ı tedenni medaris ve tekayamızın ıslahata +ve bugünkü asr-ı medeniyyete muvafık bir tarzda tensika +muhtac bulunduğunu ve ashab-ı i’tidalden mürşidler vaizler +yetiştirmek için medarisde tedris olunacak ulum u fünunun +kavaid ü mesailini cami’ birer kitabın te’lifi lazım olduğunu +ve bu hususda medarisin ıslahı için taksim-i a’mal kaidesine +tatbikan muntazam bir program dairesinde çalışmakla +beraber işbu mu’temerin maksadı sırf ilmi olduğunu +kendisine mahsus bir uslub-ı nezih ile beyan ü ifade eylemiş +ve ba’dehu hey’et-i idare re’y-i hafi ile intihab olunmuştur. +Ekseriyetle intihab olunanlar Hafız Ali Milas Müftisi Hafız +Mehmed Sadık Sahlebcizade Müderrisi Şeyh Nuri Mısır +Dergahı Şeyhi Bedri Cezayir ulemasından Geylani Maraşlı +Kamil Kırkağaç ulemasından İsmail Hakkı Bozdoğan Müftisi +Hafız Emin ulemadan Yusuf Rıza Çorakkapı Medresesi +Müderrisi Hacı Edhem Soma Müftisi Osman Zeki efendilerdir. +Vazife-i kitabeti Sezai Bey deruhde etmiştir. +Mu’temer-i İlmi’de Vali Nazım Paşa nazır-ı evvel Kumandan +Efendi Reis-i Sani müfti intihab olunmuşlardır. +Müteakıben İsmail Fazıl Paşa hazretleri tarafından vakıfane +alimane bir nutk-ı beliğ irad olunmuştur. Muahharan +Balıkesir ulemasından Mehmed Asım Efendi tarafından +gönderilen mütalaaname kıraet edilmiş ise de müzakeresi +vakt-i ahara terkedilmiştir. Peyderpey Mu’temer-i İlmi’ye +varid olacak mütalaanameler hey’et-i umumiyyede kıraet edilecek +ve not tutulacaktır. +* * * +ŞEYH SENUSI HAZRETLERİ +Osmanlı Ajansı’na Trablusgarb muhabiri tarafından atideki +telgraf keşide edilmiştir: +rif hazretleri bütün Afrika müslümanlarına hitaben neşreyledikleri +bir beyannamede alem-i İslam arasındaki revabıt-ı +uhuvvet ü ittihadı nazar-ı dikkate alarak bütün müslümanların +Hilafet-i Muazzama-i İslamiyyenin düşmanlarına karşı +cihad-ı mukaddese hazır bulunmalarını emir buyurmuşlardır. +Şeyh hazretleri bütün tavaif ve şüyuhunu cihada iştirake +da’vet etmektedir. +Bu beyanname Afrika müslümanları arasında büyük bir +te’sir icra etmiş ve herkes kemal-i şiddetle harbe hazırlanmaya +başlamıştır. +Senusi Şeyhi Ahmed eş-Şerif hazretleriyle mülakat etmek +ve muharebe-i hazıra hakkında tertibat-ı lazımede bulunmak +üzere Afrika’ya azimet eden Seyyah-ı şehir Abdürreşid +tını muhtevi Mısır’dan gönderilen mektuptan sonra hiçbir +haber ve ma’lumat alınamaması hasebiyle bir çok kari’lerimiz +sabırsızlanıyorlar. +Fi’l-hakīka biz de merak etmiştik. Fakat bir hafta mukaddem +Cağbub’dan aldığımız hususi bir mektupta sıhhatte +olduğundan ve işlerin pek yolunda gittiğinden bahisle yolların +meşakkati ve fevkalade mühim mes’elelerle iştigali +hasebiyle mektup gönderemediği cihetle beyan-ı ma’zeret +ediyor ve yakında uzun mektuplar göndereceğini va’d ediyor. +Osmanlı Ajansı’nın balada münderic telgraf ile bildirdiği +cihad-ı mukaddes i’lanında Abdürreşid Efendi hazretlerinin +de bir hisse-i gayret ü tergībi olsa gerektir. Çünkü hazretin +gaye-i emeli Senusi Şeyhi hazretleriyle mülakat ederek büyük +teşebbüslerde bulunmak idi. Veda’ ederken “Menzil-i +maksuda muvasalatımdan bir hafta on gün sonra Afrika’dan +mühim haberler alırsınız” demişti. Rusya müslümanlarının +nutuk ile Buhara halkını bir gecede harekete getiren Japonya’da +şarkta pek büyük hürmet ve şöhrete mazhar olan hazretin +Şeyh Senusi hazretleriyle mülakatından pek mühim muvaffakiyetlere +gibi derc edeceğimiz tabiidir. +ba’di gelecek nüshaya derc edilecektir. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Ocak +Yedinci Cild - Aded: +Sonra zenginlerimiz: “Haydi gidin fen getirin.” +Diye her isteyenin şahsına bilmem kaç bin +Ruble tahsis ile sevkeylediler Avrupa’ya; +Pek fedakar idi hemşehrilerim doğrusu ya. +Bu giden kafileden birçoğu cidden tahsil +Ederek döndü. Fakat geldi ki üç beş de sefil +Hepsinin namını telvise bihakkın yetti... +Gönderenler ne peşiman oluyorlar şimdi! +Hiç unutmam güvenip girdiğim yanına +En cömert zengin iken şöyle cevap verdi bana: +“Günde on kerre gelip istediniz hep verdim. +Yine vermezsem eğer millet için na-merdim. +Yalınız ehline gitsin bu emekler... Olur a +Hali ıslah edecekler diyerek kaç senedir +Bekleyip durduğumuz zübbelerin hali nedir? +Geldi bir tanesi akşam hezeyanlar kustu! +Dövüyordum bereket versin edebsiz sustu. +Bir selamet yolu varmış... O da neymiş: Mutlak +Dini milliyyeti kökten kazıyıp Ruslaşmak. +O zaman iş bitecekmiş... O zaman kızlarımız +Şu tutundukları gayet kaba pek ma’nasız +Örtüden sıyrılacak... Sonra da erkeklerden +Analık ilmini tahsil edecekmiş... Zaten +Müslümanlar o sebepten bu sefalette imiş: +Ki kadın “sosyete” bilmezmiş esarette imiş! +Din için millet için iş görecek alçağa bak: +Dini pamal edecek milleti Ruslaştıracak! +Bunu Moskof da yapar şimdi rıza gösterelim; +Başka bir ma’rifetin varsa haber ver görelim! +Al okut Avrupa tahsili desinler gönder; +Servetinden bölerek na-mütenahi para ver; +Sonra bir bak ki: Meğer karga imiş beslediğin! +Hem nasıl karga? Değil öyle senin bellediğin! +Sade bir fuhşumuz eksikti evet Ruslardan... +Onu ikmal ediverdik mi bizimdir meydan! +Kızımın iffeti batmakta rezilin gözüne... +Acırım tükrü��e billahi tükürsem yüzüne! +Demiş olsaydı eğer: “Kızlara mektep lazım... +Şu kadar vermelisin.” Kahrolayım kaçmazdım. +Elverir sardığımız bunları halkın başına... +Ben mezarımda huzur istiyorum baksanıza! +Siz de insaf ediniz: Öyle ya artık ne demek +Zengin olduk diye la’net satın almak mı gerek?” +Bir seher vakti gelip üç kişi bildiklerden +Dediler: “Şimdi hükumet basacak matba’anı... +Durmanın vakti değildir. Hadi kaldır tabanı!” +Bir işaretle çocuklar dağılıp dört köşeye +Girdiler hepsi de gayetle emin bir deliğe. +Onların nevbeti geçmiş sıra gelmişti bana: +Yolu tuttum yalınız doğruca Türkistan’a. +Gece gündüz yürüdüm bulmak için Taşkend’i; +Geçtiğim yerleri ta’dada mahal yok şimdi. +Uzanıp sonra Buhara’ya Semerkand’e kadar +Eski dünyada bakındım ki ne alemler var? +Sormayın gördüğüm alemleri hiç söylemeyim: +Yadı temkinimi sarsar da kan ağlar yüreğim. +O Buhara o mübarek o muazzam toprak; +Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak! +Bir çocuk vermiyor aguşuna ilmin ne akim! +O rasad-hane-i dünya o Semerkand bile; +Öyle dalmış ki hurafata o mazisiyle: +Ay tutulsun “Kovalım şeytanı kalkın!” diyerek +Dümbelek çalmada binlerce kadın kız erkek! +Bu havalide cehalet ne kadar çoksa nifak +Daha salgın daha dehşetli... Umumen ahlak +–”Pek bozuk” az gelecek– namütenahi düşkün! +Öyle murdarını görmekte ki insan fuhşün +Bırakın söylenemez: Mevki’imiz cami’dir; +Başka yer olsa da tafsile haya mani’dir. +Ya ta’assub! Ya ta’assub! O kadar maskaraca +Bir yol almış ki bakarsın başı misvaklı hoca +Mütehassısken edepsizliğin eşkalinde +En ufak şeyden olur dini hemen rencide! +Milletin hayrı için her ne düşünsen: Bid’at +Şer’i tağyir ile terzil ise -haşa- sünnet! +Artık Allah’tan utanmaz hele Peygamber’den +Hiç sıkılmaz görünen böyle beyinsizlerden +Çekecek memleketin hali ne olmaz düşünün! +Sayısız medrese var gerçi Buhara’da bugün... +Okunandan ne haber? On para etmez fenler +Ki ne dünyada soran var ne de ukbada geçer! +Üdeba doğrusu pek çok kimi görsen: Şair! +Yalınız şi’rine mevzu’ iki şeyden biridir. +Koca millet! Edebiyyatı livatayla zina; +Rayic üslubu da mestane zelilane eda! +Sonra tenkīde giriş: Hepsi tasavvufla dolu! +Var mı sôfiyyede bilmem ki ibahiyye kolu? +Hafız’ın ortada divanı kitabü’l-fetva! +“Gönül incitme de keyfin neyi isterse becer!” +Urefa mesleği; a’la hem ucuz hem de şeker! +Şu kadar var ki şebabında hamaset gayret +Başlamış... Bir gün olup parlayacaktır elbet. +O zaman işte şu toprak yeniden işlenerek +Bu filizler gibi binlerle fidan besleyecek. +Çin’de Mançurya’da din bir görenek başka değil. +Müslüman unsuru gayet geri gayet cahil. +Acaba meyl-i teali ne demek onlarca? +“Böyle gördük dedemizden” sesi milyonlarca +Kafadan aynı tehevvürle bakarsın çıkıyor! +Arş-ı amali bu ses ta temelinden yıkıyor. +Görenek hem yalınız Çin’de mi salgın? Nerde! +Hep musab alem-i İslam o devasız derde: +Getirin Mağrib-i Aksa’daki bir müslümanı; +Bir de Çin surunun altında uzanmış yatanı; +Dinleyin her birinin ruhunu: Mutlak gelecek +“Böyle gördük dedemizden!” sesi titrek titrek! +“Böyle gördük dedemizden!” sözü dinen merdud +Acaba saha-i tatbiki neden na-mahdud? +Çünkü biz bilmiyoruz dini. Evet bilseydik +Çare yok gösteremezdik bu kadar sersemlik. +“Böyle gördük dedemizden!” diye izmihlali +Boylayan bir sürü milletlerin olsun hali +Yoksa bir maksad aranmaz mı bu ayetlerde? +[Kimseyi incitme de ne istersen yap çünkü bizim kanunumuzda +Lafzı muhkem yalınız anlaşılan Kur’an’ın: +Çünkü kaydında değil hiçbirimiz ma’nanın! +Ya açar Nazm-ı Celil’in bakarız yaprağına; +Yahud üfler geçeriz bir ölünün toprağına. +Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için! +Bu havalidekiler pek yaya kalmış dince; +Öyle Kur’an okuyorlar ki: Sanırsın Çince! +Bütün adetleri ayin-i mecusiye karib; +Bir şehadet getirirler... O da oldukça garib! +Yalınız hepsi de hürmetle anar namınızı. +Hiç unutmam sarılıp hırkama bir Çinli kızı +Ne diyor anlamadım söyledi birçok şeyler; +Sonra me’yus olarak ağladı... Biçare meğer +Bana Sultan’ı sorarmış da nasıldır? dermiş. +Yol yakın olsa imiş gelmeyi isterlermiş. +Sufiye-i kiram hazeratı a’yan-ı sabiteyi: Mümkünatın +bu hakayık rayiha-i vücudu şemmetmemiştir diyorlar. İlm-i +şemmetmemiş olur? diye serd edilen i’tiraza da: Vücud sübuttan +eammdır her sabit olan şeyin mevcud olması lazım +gelmez diye cevap veriyorlar. +Mesela nefy-i vücud ma’nasını tazammun eden ademden +bahsedildiği sırada adem mevcuddur denilebilir. Fakat +bu sözden maksad zaten nefy-i vücud ma’nasını tazammun +eden ademin vücud ile ittisafını kabul etmek olmayıp belki +ademiyet üzere sübutunu anlatmaktır. +Sufiye: A’yan-ı sabitenin ilm-i İlahide sübutu “feyz-i akdes” +a’yanın suveri olan mümkünatın haricde zuhuru da +feyz-i mukaddes neticesidir diyorlar. +Bazı kimseler a’yan-ı sabite ile eşya-yı hariciyyeye şey’-i +vahid nazarıyla bakıyorlar; halbuki öyle değildir. Gelenbevi +merhum Celal Haşiyesi ’nde +madığını göstermiş ve a’yan-ı sabite ile eşya-yı hariciyye +beynindeki farkı “bi-şarti’l-mazhariyye” kaydıyla ta’yin eylemiştir. +Şu kayda göre bizim mevcudat-ı hariciyye namını +verdiğimiz suver-i mümkinat a’yanın yine meraya-yı a’yanda +“feyz-i mukaddes” ile zahir olan suretleri demek olur. +“Feyz-i akdes” ve “feyz-i mukaddes” ta’birlerine gelince +bu ta’birler ıstılahat-ı sufiyyedendir. Feyz-i akdes demek eşya +ha-i taayyünde vücudunu daha doğrusu sübutunu mucib +olan tecelli-i hissi-i zati demektir. Feyz-i mukaddes de a’yandaki +zam ederse onların zuhurunu mucib olan tecelliyat-ı esma’ +demektir. +Şu halde feyz-i akdes a’yan-ı sabite ile onlardaki isti’dadat-ı +asliyyenin ilm-i İlahide sübutunu feyz-i mukaddes de +a’yan-ı sabitenin levazım ü tevabiiyle haricde zuhurunu istilzam +etmiş demek olur. +Diğer bir i’tibara göre a’yan-ı sabite esma’ ve sıfat-ı İlahiyyenin +suveri olmak haysiyyetiyle hakayık-ı İlahiyyedir. +A’yan-ı sabite münasebetiyle “hazarat-ı hams” hakkında +da bir iki söz söylemek lazım geliyor. +Erbab-ı tasavvuf hazarat-ı İlahiyyeyi hadd ü hasrdan +tenzih eyledikten sonra avalime nazaran beş hazret ta’bir-i +diğerle beş suret kabul ediyorlar. +Bunlardan birincisine hazret-i gayb-ı mutlak alem-i latuayyen +alem-i lahut alem-i ıtlak ama-yı mutlak vücud-ı +mahz ümmü’l-kitab-ı gaybü’l-guyub ve saire gibi isimler veriyorlar +ve bu makam Cenab-ı Hak henüz esma ve sıfat +mertebesine tenezzül etmediği cihetle kaffe-i esma ve sıfatın +zat-ı uluhiyyette mahv u müstehlek olduğu makamdır diyorlar. +Bunun mukabili olan hazrete da alem-i hiss ü şehadet +tesmiye ediyorlar ki bildiğimiz alem-i kevn ü fesad demektir. +Gayb-ı mutlakla alem-i hiss ü şehadet arasında alem-i +misal-ı mutlak misal-i mutlakla gayb-ı mutlak arasında da +alem-i ervah-ı ceberutiyye yani ukūl ve nüfus-ı mücerrede +yine alem-i misal-i mutlakla alem-i hiss ü şehadet arasında +alem-i misal-i mukayyed “alem-i menam” tasavvur ediyorlar +ve bunların hepsi i’tibarat-ı muhtelifeye nazaran mertebe-i +vahideye verilmiş olan muhtelif isimlerdir diyorlar. Tafsilini +anlamak isteyenler kütüb-i sufiyyeye müracaat buyurabilirler. +Maksadımız tasavvufun esası hakkında ma’lumat-ı +mufassala vermek olaydı müdevvenat-ı mevcudeden bir +çok sözler nakledebilir idik. +Bu meratibin tafsilinden sarf-ı nazar sufiye-i kiram hazeratının +kaffesi eşyadan nefy-i vücud ile vücud-ı hakīkīyi Cenab-ı +Hakk’a hasr u tahsis ederek Cenab-ı Hak’dan başka +mevcud yoktur diyorlar. +Fi’l-hakīka hazerat-ı sufiyye: La mevcude illallah +yani Cenab-ı Hak’dan başka mevcud yoktur demişler. Fakat +bununla mevcud olan her şey Cenab-ı Hak’dır ma’nasını +murad etmemişler. Onların vücud Hak’dan ibarettir demeleri +tamamıyla başka bir ma’nayı mutazammındır. Halbuki +kitab-ı kainatta münderic her kelimeden ayrı ayrı ma’na +çıkarıp kelimatın hey’et-i mecmuasından meal-i vahid +müfesser olan ma’na-yı vücudu ehl-i vahdetin ma’na-yı diğer +murad ettikleri vücud ile karıştırarak onların mezheb-i +kındaki tecavüzat-ı ma’lumeleriyle insaf vadisinden hayli +uzak düşmüşlerdir. Ehl-i vahdet Cenab-ı Hakk’ı görmüş +gördüğünü vücuddan başka bir lafz ile ifade edememiş. +Ehl-i kesret onların vücud ta’birinden a’yanda kevn ile müfesser +olan ma’nayı murad ettiklerine zahib olarak onu bir +türlü Cenab-ı Hakk’ın şanına layık görmemiş fakat o müşahede +nerede onu red için iltizam edilen bu mücahede nerede? +Mükevkeb bir gecede milyarlarla nücum-ı zahirenin +nur-ı lerzanı hassas yürekleri ihtizaza getirdiği bir sırada güneş +setre-i erguvanisini üstünden atarak habgahından çıkınca +ketaib-i nücum nasıl vadi-i izmihlale doğru koşarsa bir +zaman evvel var gibi görünen kavafil-i eşyada şems-i hakīkatin +ufk-ı dilden tuluuyla feyfa-yı ademe doğru öylece rube-rah-ı +firar olur! +Fi’l-hakīka biz dimağımıza aks-i kaziyyenin imkanını +müeyyid bir tohum-ı tereddüd atılmadıkca silsile-i hadisatın +vücud-ı hakīkiyle ittisafından şübhe etmeği asla hatırımızdan +geçirmeyiz. +Hatta birisi bize böyle bir şeyden bahsedecek olsa bünyan-ı +tefekküratının şakūlünden inhiraf ettiğine kail olarak +dimağına bir payanda vurmak bu suretle aklının muvazenesini +yerine getirmek için belki biçarenin suretine bir de +Hudayi sille aşk ederiz ve tokadı attıktan sonra: +Alem-i haricinin vücudundan şübhen varsa yediğin tokadı +da o silsileye idhal ederek hiç acısından şikayet etme! +diye biçareye bir de ders-i intibah vermeye kalkışırız. +Acaba bu hareketimiz doğru mudur? Asla değildir. Çünkü +akıl bazı kere insanı değil alem-i haricinin hatta kendi +nefsinin bile mevcudiyetinden şübheye düşecek halata +sevkedebilir. +Aklın o saiki değil midir ki vadi-i tereddüdden ale’l-ıtlak +vücud ile beraber benliğini de gaib etmiş olan Decart’a +“Düşünüyorum binaenaleyh varım” düsturunu ve o düstur +saiki değil midir ki meşhur Fihte’ye cümlesinin +tazammun ettiği ma’nayı bütün mükevvenata teşmil edecek +kadar tevsi’ ettirerek alemde kendisinden başka bir +mevcud göstermemiş! Ehl-i tasavvuf: Taayyünat-ı kevniyye +zavahir u bevatın i’tibariyle esma’-i imkaniyye ve vücubiyyeyi +cami’ olduğundan onların bir ciheti ademe bir ciheti +de vücuda nazırdır. Ademe nazır olan cihet tecelliye mazhariyetlerinden +kat’-ı nazar kendi nefisleri i’tibariyle olan cihettir. +Şu halde taayyünat-ı salife i’tibar-ı evvele göre ma’dum; +dır. Bunlardan biri o şeyin zatına diğeri de halikına nazaran +olan vecihlerdir. Her şey vech-i zatisi i’tibariyle ma’dum; +vechullah i’tibariyle mevcuddur.” Bu takdire göre vechullahdan +başka mevcud yoktur. Ondan başka ne varsa ezelen +ve ebeden ma’dumdur. +nida-yı azametinin aksendaz-ı +saha-i celal olması için kıyamete intizar lazım değildir. +Zira o nida her dakīka kubbe-i nasutu çınlatmaktadır” +Efendim! +Meşhur Alman feylesoflarından Mösyö Ernest Hegel +Vahdet-i Mevcud namıyla meydana koyduğu kitabın bazı +parçalarının geçen sene fazıl-ı muhterem Ubeydullah Efendi +hazretlerinin neşretmekte olduğu Hak Yolu gazetesinde iki +muhterem zat tarafından tercümesini ve müşarun-ileyh +Ubeydullah Efendi tarafından verilen cevabı görmüş ve bunun +nihayetine kadar tercüme olunup lazım gelen noktalara +cevap verilmesini temenni eylemiş isem de bilahare Hak +Yolu ’nun ta’til-i neşriyyat etmesiyle hakīkaten müteessif olmuştum. +Lehü’l-hamd bugün yani ’de yine ayn-ı muhterem +simalar tarafından eser-i mezkurun bi-tamamiha tercüme +olunduğunu görmekle müftehir olduğum cihetle bir +sene evvelki temenni-i halisanemin husule geldiğinden kendimi +bahtiyar addediyorum. Tabiidir ki eserin tercümesi +maksudün bizzat değildir. Belki maksudün bizzat İslamiyet’e +hakīkate sürülmek istenilen lekelere muhterem mütercimlerin +himmetleriyle vakıf olup onlara hakk u hakīkat dairesinde +cevap vermektir. Eserin gerek bidayetinde ve gerek +nihayetinde “Bizim Sözlerimiz” ve “Bir Muahhara” ünvanı +altında yazılan satırlar bu iki simanın pek temiz bir vicdana +gayet ulvi bir akīdeye malik olduklarını gösteriyor. Çünkü +bu mütercimler bazılarının yaptıkları gibi ulema-yı garbın +her söylediklerini bir hakīkat olarak kabul ve ebna-yı cinsine +de o yolda tavsiye etmiyorlar belki Müslümanlığın esasına +muhalif olan noktalarının reddini erbabından şiddetle intizar +ediyorlar. Hatta muhterem bir zatın bu yolda bir risale bile +yazacağını va’d ettikten sonra tercümeye başladıklarını söylüyorlar +ki bundan ziyade insaf ve hamiyyet olamaz. +Bu eseri mütalaa ederek reddiyesinin de hazırlandığını +bu suretle haber aldığım günden beri ez-dil ü can reddiyenin +neşrine intizar ediyor ve bir şevk-i vicdani ile gazete +sütunlarının i’lanat kısmına bakıyordum. Yine bu iştiyak +mına atf-ı nazar ederken –asar-ı münteşire sırasında– “Tenkīd-i +Muhıkk” namındaki reddiyyeniz manzurum oldu. Mösyö +Ernest Hegel’in eserini tercüme edenlere karşı ne kadar +medyun-ı şükran olmuş isem zat-ı fazılanelerine karşı da o +derece müteşekkir ve minnetdarım. Çünkü eseriniz hey’et-i +umumiyyesi i’tibariyle şayan-ı takdirdir; pek çok mesail-i +mühimmeye remz ü işaret olunduğu cihetle cirmi sagīr fevaidi +kesirdir. Fakat şurasını da söylemek mecburiyetindeyim +ki eserin bazı noktaları ezhan-ı mütefekkirinde cidden +şayan-ı ehemmiyet ukdeler bırakıyor ez-cümle en ziyade +nazar-ı dikkatimi celb eden ve kendimce hakīkaten ehemmiyeti +olan bir nokta –ki bu mektubu yazmaya sebeb olmuştur– +hakkında müsaadenizle birkaç söz söylemek istiyorum. +Reddiyyenizde ’ncu sahifesinde ’ncü satırından bed’ +“Şurasını da İslamiyet namına iftiharane arzederiz ki: +Nev’-i beşer bidayet-i zuhurunda maymunlara yakın bir +gitgide tenasülden tenasüle ıstıfadan ıstıfaya “semi’ ve basir” +kabil-i ilm ü ma’rifet olduğunu bu hakīkatte kanun-ı tabiatın +şu suretle vazıı olan Vücud-ı Mutlak Kur’an-ı Kerim +’inde de biz müslümanlara ta’lim buyurmuştur. +takım dehr geçti ki insan o devirlerde şayan-ı zikr bir şey değildi. +Biz insanı ma’-i maderden memzuc nutfeden ibtilaen +halk ettik ettik de semi’ ve basir kıldık.” +Tenkīd-i Muhıkk ’dan buraya nakletmiş olduğum şu satırlar +hur Darwin’in te’sis etmiş olduğu mesleği –ki esas i’tibariyle +totemizmdir– kabul ve bunu İslamiyet’e muhalif görmediğinizi +dikten sonra bilahare bu satırları ilave etmenize başka türlü +ma’na veremedim. +Halbuki “Darwin”in te’sis etmiş olduğu bu meslek-i sakīmi +değil İslamiyet nokta-i nazarından belki fennen bile +kabul etmemekte ma’zur olduğumuz zat-ı fazılanelerince de +hafi değildir. Çünkü “Darwin”in te’sis etmiş olduğu nazariyyeyi +kabul etmek kavaid-i fenniyyeyi tağyir etmek demektir. +Bu cihetle bu nazariyyeyi kabul edecek hakīkī bir mütefennin +tasavvur olunamaz. +Zira Darwin maymunlara nazar ediyor neticede görüyor +ki goriller ayaklarının şekil i’tibariyle orangutanlar dimağ +riyle insana benziyorlar. İşte bunların yekdiğeri arasındaki +şu müşabeheti gören Darwin derhal bu müşabehete aldanarak +diyor! Fakat acaba bu nazariye doğru mu? Şübhe yok ki +doğru değil! Bu mesleğin sakameti yine desatir-i fenniyye ile +meydana çıkıyor. Çünkü beyne’l-enva’ tenasül mes’elesi bize +gösteriyor ki insan ile maymun bir nevi’ olmak şöyle +dursun aralarında karabet-i nev’iyye bile yoktur. Binaenaleyh +bu nazariye fennen merduddur. +dirde ise bu mesleğin butlanı bil-bedahe sabittir. Zira bu +nazariyeyi kabul etmek bir kere insanların nev’-i müstakil +olarak yaradılmayıp kışr-ı arzın tekemmülatıyla zamanın husule +getirdiği isti’dad neticesi olarak ednadan a’laya tahavvül +mektir ki fennen makbul olmadığı gibi dinimizce de merduddur. +Nasıl ki +ayet-i kerimesi bunun butlanını vazıhan gösteriyor. +Eazım-ı müfessirinden Fahruddin-i Razi bu nazm-ı celilin +tefsirinde “İza’-i müfacee” karinesiyle insanın doğrudan +doğruya insan olarak halk olunduğunu söyledikten sonra +tekamül tarikıyla husule geldiği nazariyesini reddediyor. +Bu beyanatınızdan Darwin nazariyesini kabul etmek gibi +bir hata lazım gelmese bile tetebbuat-ı ric’iyye erbabının +serd edegeldikleri vahşet-i ibtidaiyye faraziyesini –nev’-i beşerden +her türlü levazım-ı medeniyyeyi selb ederek beşeriyetin +mebadisini cehl-i mutlak ve vahşet-i mutlakadan ibaret +göstermelerini– kabul etmek lazım gelir ki Müslümanlık +nokta-i nazarından bunu da kabul edemeyiz! Zira Kur’an-ı +Kerim nev’-i beşerin mebadisinin bir vahşet-i mutlaka olmayıp +bilakis ber-kemal olduğunu beşeriyetin ilk babası olan +Hazret-i Adem ile işhad ediyor. Biz müslümanlar Hazret-i +Adem’in Ebu’l-beşer olmasına i’tikad ederiz. Hazret-i +Adem ise ulü’l-azm peygamberan-ı izamdan olup maarif-i +Rabbaniye mazhar olmuştur. Mücerred bu feyz-i İlahi sayesinde +melaike-i kiramın isimlerini haber vermekten aciz oldukları +eşyayı bile birer birer haber vermiştir. Fakat sonraları +evlad-ı adem tarik-ı haktan udul ettikce bu feyzi gaib +ederek vahşete doğru yürümüşlerdir. Binaenaleyh bu nazariyeyi +de kabul etmekten İslamiyet bizi men’ ediyor. +Şu halde reddiyenizdeki “nev’-i beşerin bidayet-i zuhurunda +maymunlara yakın bir isti’dadda olduğunu ve şayanı +zikr bir şey olmadığını..!” gibi akīde-i İslamiyyeye muh[a]lif +sözlerinizden murad ne olduğu anlaşılmıyor! Çünkü Hazreti +Adem’i Ebu’l-beşer olarak kabul edersek beşeriyetin bidayet-i +zuhuru Hazret-i Adem ile başlayıp Adem ve Havva’ +aleyhime’s-selamdan teşe’ub rical ve nisa’-i evvel vasıtasıyla +tekessür eylemiştir. +Maymunlara yakın bir isti’dad ise Adem ve Havva’ ile +bed’ eden bidayet-i beşerde mutasavver değildir. +Bu makamda delil olarak irad ettiğiniz ayet-i kerimeye +gelince: Bundan bu ma’na müstefad değildir. Nasıl ki +ayet-i kerimesinde ve +hadis-i şerifinde bu cihetler mufassalan izah olunmuştur. +Yani +ayet-i kerimesi nev’-i beşerin bidayet-i +zuhurunda maymunlara yakın bir isti’dadda olup da gitgide +tenasülden tenasüle ıstıfadan ıstıfaya semi’ ve basir olduğunu +delalet etmez. Belki gerek Hazret-i Adem ve gerek bütün +ve basir olan insan haline gelinceye kadar geçirmiş olduğu +edvar-ı muhtelifeyi gösteriyor. Binaenaleyh zat-ı ali-i fazılanelerinden +reddiyenin bu noktası hakkında yine Sıratımüs takīm +yetle rica ve bu vesile ile de ihtiramat-ı faikamı takdim eylerim +efendim. +Maarifin Terbiye-i Umumiyye Programı’nda noksanlık +var. Bu noksanı düşünmek ve ince noktalarını meydana çıkarmak +her Osmanlının her vatandaşın vazifesidir. Ben de +bir vatandaşım düşündüğümü söylemekten çekinmiyorum. +Halk ya atalet ya cehalet veya görenek te’siriyledir ki +müdhiş asabi bir hücumla me’murluğa koşuyor. Köyler +köylüler bile öyle bir his ile yaşıyorlar ki bu his heyecanlar +tevlid ediyor me’muriyet lutfuna nail olmak için nice aileleri +müzayakalar altında ezilmeye sevkediyor... +Babalar çocuklarını i’dadi mekteplerine ileride bir me’mur +olmak için veriyor. Müstesnalardan sarf-ı nazar ekser i’dadi +mekteplerimizdeki nizamname-i esasi sanki çocuklara +gençlere me’mur olmak terbiyesi vermek imiş gibi talebelerin +kalblerinde me’mur olmak emelleri yaşatılıyor. +Muallimlerden çocukları ticarete sanayia ziraate sevk +takdir ediliyor. Sanki zannedilir ki i’dadi mektebine girenler +tacir veyahud esnaf san’atkar ve zürra’ olmaya tenezzül etmez +malı imiş! +Ben değil bütün erbab-ı insaf bu fikirlere isyan eder. +Bizde tuhaf bir halet-i ruhiyye ve mantık var: Esnaflar tacirler +san’atkarlar çiftçiler hep okuma yazma bilmeyenlerden +veya okuyamayan ve yazamayanlardan intihab edilsin! +Bu ne felaketli mantık… Tacir esnaf kendini bilmez ise okumaz +letlerin esir-i iktisadisi olmaz mıyız? +Bugünlerde me’muriyet hevesinin çoğaldığını hür meslekleri +adi kimselere bırakmak lazım geldiği fikrinin daha +ziyade taammüm ettiğini görmekle daha müteessir ve me’yusuz. +Bana kalır ise bir cereyan-ı şedid halini alan bu düşüncesizliğin +önünü almak mümkün değildir. Buna imkan hasıl +edecek yalnız hükumetin bazı tedbirleri olacaktır. Öyle tedbirler +ki inceden inceye düşünülmüş tedkīk edilmiş ince +düşünmek demek uzatmak geç bırakmak demek değildir; +böyle anlaşılmasın. +Şu memleket koca bir ziraat ülkesidir. Bunu hepimiz +takdir ediyoruz. Acaba bu memleket aynı zamanda bir ticaret +memleketi değil midir? Şunu bilelim ki ziraatsiz ticaret +olmadığı gibi ticaretsiz ziraat de duçar-ı akamet olur. O ziraatte +Anadolu’nun bir çok yerlerinde vesait-i nakliyyesizlik +yüzünden mahsulatın çürüdüğünü gezenler görenler hikaye +gibi anlatıyorlar. Buna acıyoruz. Ve diyoruz ki vah vah +vesait-i nakliyye olsa ne istifadeler te’min idilirdi neler neler +olurdu. Bunu aynen kabul ve tasdik etmekle beraber denilir +ki acaba vesait-i nakliyye olsa da erbab-ı ticaret noksan olsa +mahsulatının hepsi fi-i hakīkīsi ile satılabilir mi?! +Hayır satılmasının imkanı yoktur. Ticaretin yeniliklerine +vakıf gözü açık tahsil görmüş tetebbu’ eylemiş yerli tacirler +noksan ve hiç bulunmaz ise düşünelim bu işler kimlerin elinde +dönecektir? Çürüyen bu mahsulleri o vakit kimler satacaktır +kimler alacaktır? +hede ediyoruz ki büyük ticaret işleri hep ecnebilerin elinde! +Anadolu’nun limanlarımızın her yerine bir çok ecnebi Yunanlı +Alman İngiliz Avusturyalı tacirler hicret etmiyor mu? +Muamelat-ı ticariyyeyi ellerimizden almıyorlar mı? +Biz cahil ve ticaretin terakkıyat-ı hazırasına vakıf olmayan +biçareler işlerimizi onlara ekseriyetle kaptırmaya mecşeklinde +yazılmıştır. +bur oluyoruz. Buna mümanaat edecek bir kuvvet bizde bulunmuyor. +Ticaret elimizden gidince mahsulatımıza istedikleri gibi +fiat biçmek ve çiftçilere zavallılara oyunlar oynamak onların +elinde kalıyor. Bu gibi şeyler münevver olan İzmir’de bile +olmuyor değil. +Zürraımız çalışsın çalışsın alnının terini döksün hayatını +feda etsin; sonra kazancın çoğunu Osmanlı memleketinde +Osmanlının elinden bir ecnebi alsın. Öteki boğazı tokluğuna +çalışan bir serseri gibi sefalete mahkum olsun. Bu +acınmayacak teessüf edilmeyecek bir şey mi? Bazı ecnebi +tacirlerin menabi’-i iktisadiyyemizi ve mahreçlerimizi kuruttukları +bizi büyük bir felakete doğru sürükledikleri de ender +değil!. +Muhakeme mülahaza şunu anlarız ki demek Osmanlı +çiftçileri behemehal tahsil etmiş vakıf olmuş Osmanlı tacirlerine +muhtacdır. Çiftçilik ne derece terakkī eder ise etsin +mazhar-ı mükafat olmak için karşısında o mertebe terakkī +eylemiş bir Osmanlı ticareti görmelidir. +Eski adamlara kalkıp da yeniden ticaret okutamayız. Ticaretin +yeni usullerine vakıf etmek için onları mekteplere +ecnebi memleket ve müesseselerine yollayamayız. Bizim +yapacağımız şey o tacirlerin çocuklarını veya diğer +gençleri ticarete sevketmek ve onlara bir tacir ve hür bir insan +terbiyesi vermektir. +Ticaret terbiyesi vermek için ticaret mektebi lazım değil +mi? Hani bizim memlekette ticaret mektebi… İstanbul’da +bir ticaret mektebimiz var. Öyle ehemmiyetsiz bir yerde ki +vücud ve adem-i vücudundan çok kimse haberdar değil. Bir +de şükranlara seza ki İttihad ve Terakkī Cem’iyyeti İzmir’de +bir hususi ticaret mektebi açtı! Rica ederim bu koca sahile +bu koca sahaya malik olan ticaret memleketinde başka ticaret +mektebi var mı? +yüz elliyi geçmez. Halbuki İstanbul’da bir Mekteb-i Hukūk +var onun bir sınıfında bin talebe var. Sonra yine Selanik’de +Konya’da Bağdad’da birer hukūk mektebi daha var. +Bu mekteplere talebe hücum ediyor. Çünkü bu mektepler +me’mur yetiştiriyor. Çünkü bu mekteplere girenler maaşlı +mansıblara namzed oluyorlar. +Ticaret Mektebi’nden çıkan ise başlı başına çalışacak. +Kendi başının çaresine kendisi bakacak. Ne müşkil iş? Evet +müşkil; çünkü bize verilen terbiye hür işlere müşkil dedirtir; +Maarif de; sanki memleket ancak me’mur olacak me’mur +yetiştirecek mekteplere arz-ı iftikar ettiğine kat’iyyen kani’ +olmuş gibi ticaret mektepleri te’sis ve ıslahına hiç ehemmiyet +vermiyor. Bu memlekette dört hukūk mektebine mukabil +yirmi ticaret mektebi olmalıdır. Bizde bütün ma’nasıyla +mükemmel bir ticaret mektebi yok. Olan ve çalışmak isteyen +ticaret mektebine de ehemmiyet verilmemiş bir köşeciğe +terkedilmiş. +Mekteplere halk tarafından edilecek rağbet makamat-ı +resmiyyenin o mektebe vereceği rağbetle mebsutan mütenasibdir. +Bir ticaret mektebi büyük bir binaya malik olmaz +en mütehassısları olmazsa dahili ve vesait ve edevat-ı tedrisiyye +ve sınıf ve salonları mükemmel olmazsa mekatib-i +mekatibinin kabul programları her yere dağıtılmaz ise rica +ederim o mektebe kendi kendine rağbet olur mu? +Maarif Nezareti vilayatta ticaret mektepleri açmak mecburiyeti +hissetmelidir. Şimdi her yerde açamasa bile mekatib-i +tepleri te’sis eylemelidir. Ve bu ticaret şu’beleri için mükemmel +ve kafi programlar çizmelidir. +* * * +Mekatib-i ibtidaiyyede çocuklara bir san’at terbiyesi verilemiyor. +Halbuki Avrupa çocukları mekatib-i ibtidaiyyede +fikr-i san’at kazanıyor. Fikr-i san’at vermek için ibtidai muallimlerinin +malı her dersde her bahisde hoca san’at ticaret hakkında +söylemelidir. +Ahiren Avrupa ve memleketimizin bazı iyi mekteplerinde +kabul edilen el işleri dersleri çocuklarda fikir ve isti’dad-ı +san’at yaratmaya pek müsaiddir. Mesela bir ibtidai çocuğu +ufak mikyasda mukavva ve kağıd işleri demir ve tel işleri +doğrama işleri alçı ve kil üzerine hak işleri yapıyor. Bununla +küçükken kendisinde san’ata karşı bir isti’dad ve arzu +hasıl ediyor. Küçükken kazanılan bir isti’dad büyüyünce güç +zail olur. Yeni mekteplerde çocuklar bahçede el işleri ve ta’lim-i +beden için çalışıyorlar. Bu da ziraate karşı muhabbet +hasıl ediyor. +Umum mekteplerimiz böyle olacak ve rüşdi ve i’dadi +mekteplerinde de ziraate sanaate ticarete heves verici bir +propağanda yapılır ise emin olalım istediğimiz iyi fikirler hasıl +olmaya başlar ve terbiye-i umumiyye programı tanzim edilmiş +olur. Çünkü program esas-ı teali olan ziraat ticaret +sanayi’ üzerine ve ona müstenid kurulmalıdır. +Hükumet böyle bir program tanzim edince bütün ihtimamatını +buraya sarfedir. İhtimam edilen yerlerde tabiatıyla +parlaklık hasıl olur. Parlak ve şa’şaadar olan yerlere rağbet +daha artar. Rağbet ise bir mesleğin kıymet bulmasına birinci +derecede hizmet eder. +Milletin şevket ü iclalini mazide düşün! +Bir de bak hale azizim! Bu tenakuz ne içün +Bir fena alemine girmede nekbetle bugün +Münhasif olmadadır encüm-i ikbali bütün +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +Şetm ü tahkīr mezbel-i edeb ü rif’attir +Söz budur şek yeri yok mahi-i haysiyyettir. +Elde Furkan-ı Mübin sözlerime hüccettir +Yoksa söyle bu da mı şime-i hürriyyettir +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +Dediniz etti yemin önce Hamid-i Sani +Azm-i milliyyete rehber ederek irfanı +Bırakın maglatayı safsatayı bühtanı! +Bir Hamid hiç olamaz! Zat-ı Mehemmed Hani +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +Böyle uğlutayı hiç fikrine kim rehber eder? +Var mı bir vech-i şebeh? Fikr-i teşabüh? Ne gezer! +Öyle bir şah-ı muazzam ki ma’ali-perver +Bunu teslim ediyor gökte melek yerde beşer +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +Müslümanlık müteneffir müteessif bi-tab +Çünkü ol ca-yı muallaya saçılmaz çirkab +Buna kail olamaz Hazret-i Rabbü’l-erbab +Böyle olmaz sanırım şekl-i rüsum-ı adab +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +Buldu dillerde bila-şaibe bir ca-yı karar +Milletin ruhu bugün hakk-ı Hilafet’le yaşar +Bunu takdis ediyor aşkla ahrar ebrar +Bir tenakuz göremez şan-ı hükumet artar +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +Hakk-ı te’sis-i hükumet şerefin Osman’a +Vermiş ol Hazret-i Hallak o celilü’ş-şana +Hem Hilafet gibi mağbut-ı cihan ünvana +Arz-ı hürmet edelim zat-ı Mehemmed Han’a +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +La-yezal hürmetimiz vardır o ulvi nesebe +Var mıdır vasıl olan şimdi o ‘ali ka’be? +Yok Hilafet gibi bir paye bi-rabbi’l-ka’be +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +Hem olunmaz denilir hakk-ı Hilafet taksir +Bunun ibkasına nusrette ecell-i tedbir +Olacak aksi ise mazhar-ı su’-i takdir +Belki aciz bunu tefsire zeban-ı takrir +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +Meclis’e “etti tefessüh” sözü pek çesbandır +Siyyema şekl-i idarisi vazi’; uryandır +Dar-ı Şura diyemem mel’abe-i sıbyandır. +Hal-i mer’isi bütün sözlerime bürhandır +Yok mu insafınız Allah için artık yetişir?! +“Tenbih” “Ed-Da’vetü ve’l-İrşad”ın “Darülfünun”da +maksad-ı evvelini; terbiye-i diniyye ile beraber usul-i ta’lim-i +melekenin terbiyesiyle te’min olunur: +fehm melekesi +Ta’limin mazhar-ı suhulet olması hususu; burada icmalen +beyan olunan veche göre ta’lim mütalaaya yarayan kitabları +tasnif ile iştigal edecek bir encümen-i ilmi teşkiliyle +reside-i tamam olur. İşin başlangıcında Darülfünun; bazı kütüb-i +ma’rufeyi intihab ve ihtiyar ile muallimini bu fasl ile +aid dersleri iktibas edebilecekleri kitabları tebliğ eder Darülfünun’un +kütüb-i cedide-i tedrisiyye tedvini hususundaki +emeli hayyiz-ara-yı husul oluncaya kadar maslahat bu suretle +tedvir edilecektir. Muallimin-i muhteremenin bu gaye-i +ma’ruzayı nazar-ı dikkate almaları ve mezkur üç melekenin +terbiyesine bezl-i ihtimam eylemeleri lazımdır. +Sınıf-ı mürşidinde ilm-i tecvide dair bir risale okunur. +Tecvid suret-i ameliyyede ta’lim olunur; şöyle ki her talib +programda ta’yin olunan evkatta tecvid ile ayat-ı kerimeyi +okur hafız da tecvid ile okumak lisanda bir meleke haline +gelinceye kadar lazım gelen cihetleri tashih eder. +Darülfünun’un bütün seneleri talebesine ala tarikı’l-va’z +ve’l-hitabe lügat-i fasiha ile daimi ve umumi tefsir dersi okutulur; +ta ki şakirdan bu dersden kalblere te’siri me’mul olan +keyfiyet-i va’z u irşadı öğrensinler hitabet-i diniyyenin +uslubu kalblerine lisanlarına intıba’ etsin imanları +nin hususundaki makasıd-ı ‘aliyyesine kendilerine tezkir etsin. +Sınıf-ı mürşidin: +Sınıf-ı mürşidine ihtisar ve suhuletle Kur’an-ı Kerim ’in +tefsiri tamamıyla okutulur. Ulum ve fünun-ı Arabiyye ve +şer’iyyenin ıstılahatından ictinab olunur ayat-ı kerimenin +külfetsizce uslub-ı lisanın verdiği bir suhulet dairesinde tefsiri +nazar-ı dikkate alınır tefsir-i ba’z bi-ba’zıhi riayet olunur +me’sura müracaat ve onun sahihlerine i’timad olunur. Esna-yı +tefsirde erbab-ı butlanın i’tiraz ettiği veya cühelanın +duçar-ı iştibah olduğu bazı ayata aid şübühatın –işbu şübhe +şerh edilmeyerek– cevapları hakkında talebe ikaz olunur. +Öyle ki talib kendine böyle bir sual irad edildiği halde cevabını +tefattun edebilsin aksi takdirde ondan gafil bulunsun. +Sınıf-ı duat: +Sınıf-ı duatta üzerlerine şübühat varid olan küffarın veya +ashab-ı makalatın mücadele ettiği ayatın tefsirleri okutulur. +Bununla beraber ulum-ı kevniyyeye felsefe tarih kavanin +ve mücadele-i edyana müteallık şübühat tarik-ı münazara +dairesinde cevaplarıyla birlikte şerh olunur. Bundan +başka İslamiyet’in cemi’-i edyana medar-ı imtiyazı olan hakayıka +delalet eden ayat-ı kerime izah olunur. Zaman-ı tenzilde +beşeriyetce ba-husus Arablarca ma’ruf olmayan –gerek +ulum-ı kevniyye ve ictimaiyye ve gerek şerai’ ve adaba +müteallık olsun– ulumun hakaikı beyan edilir. +Sınıf-ı mürşidin: +Sınıf-ı mürşidinde Muhtasaru’l-Buhari Muhtasaru’z-Zevaci +Münziri’nin Tergīb ve Terhib’ i Şifa gibi kütüb-i ehadis +okunur. Tedrisde bir uslub-ı sehl ta’kīb olunur. Hadisin ma’nası +muhtasaran müteallık bulunduğu ulum ve fünun ve +mebahis-i nadire müstesna– bahsolunmayarak beyan olunur. +Erbab-ı teşkik ü butlanın dillerine dolayıp kitablarında +medar-ı kīl ü kal ittihaz ettikleri ve alelade ammenin duçar-ı +maz. +Sınıf-ı duat: +Sınıf-ı duatta Münteka Şeyh Mecdüddin İbni Teymiye’nin +ve gayrı gibi muhtasarat-ı devavin-i hadis okunur. +Fıkh-ı hadis hükm-i hadis taaruz tercih beyne’l-ehadis mebahisi +tevsi’ ve şübühat-ı varide şerh olunur. Müşkilat esanid +rivayeten ve dirayeten ulema-i hadisden bulunmaları matlubdur. +Ta ki sahih müttefekun-aleyh ümmetce makbul +olup müdafaa ve ihticac olunması vacib olan ehadisi zabt u +tahrir edebilsinler. Böyle olmayan ehadise gelince: Mu’terizin +tarafından varid olacak i’tirazat; bu hadislerin kabulüne +eimme-i müslimince ittifak bulunmadığı beyan edilerek müdafaa +olunur. +Bu ilim bi’n-nefs hadis okunmadan evvel okunur. Usul-i +kıraet: Her bir ıstılah vazıh surette ta’rif ve müteaddid +misallerle izah olunur. Bazı muhaddisinin ıstılahları arasındaki +zi’nin ıstılahı gibi. +“İlm-i Tevhid”den murad Kur’an-ı Hakim’de beyan olunup +dinin da’vet etmekte bulunduğu “İlm-i akaid-i İslamiyye”dir. +Bu ilmin mebahisi üç baba idhal olunur: - İlahiyyat +olan akaid; bunlara “sem’iyyat” da ta’bir olunur. +Sınıf-ı mürşidin: +Bu ilim sınıf-ı mürşidine hasdır. Sınıf-ı duata intikal etmeden +evvel bu ilimde kesb-i mümarese etmelidirler. İlahiyyat; +bil-kainatta olan minhac ve sünneti üzere okunup kalblere +muhabbetullah ta’zim ve murakabe-i Huda taate rağbet +veren reca ile ma’siyetten tenfir eden havf tevhidde istiğrak +sıfat ile ma’rifet kemal ibda’ eden vech üzere tedris olunur. +Bu miyanda halkın tefehhümünde duçar-ı hata oldukları +kaza kader cebr tevekkül kisb gurur ve reca ye’s ü emel +dua tevessül velayet ve beraet gibi mesail şerh u izah +olunur. +Sınıfu’l-mürşidin: +Mesail-i nübüvvatın usul-i tedrisi: Beşeriyetin irsal-i rusüle +olan ihtiyacı Cenab-ı Hakk’ın fıtrat-ı insaniyyeyi karin-i +tekemmül edecek olan bu vesile-i hidayeti insaniyetin ekmeliyeti +efradına tarik-ı vahy ile lutf u tefaddul buyurarak +rusül-i izamın insanların muktedaları üstazları menabi’-i +tefakkuh ve tefeyyüzleri olup bunların irşad ve delaletleriyle +aklen ve ruhen mazhar-ı terakkī oldukları salah-ı hale nail +oldukları bast u temhid olunacaktır. Bu mesailin şerh u +Rüsül-i kiram aleyhimü’s-selam’ın ahlak ve sıfat-ı kerimeleri +kavimleri içinde siret-i münifeleri ümmetlerini +haziz-i putperesti veseniyetden evc-i tevhide terfi’ eyledikleri +kavimlerinin evvelce salik bulundukları veseniyetin mefasid +ve seyyiatı beyan olunmalı. Dinin insanların din ile +kesb-i ihtida edebilmek isti’dadları ile mütenasiben terakkī +edegeldiği ve nihayet İslamiyet kesb-i kemal ü etemmiyyet +ederek nübüvvet ve risaletin Muhammed aleyhissalatü +vesselam ile hitam bulduğu temhid edilmelidir. Din-i İlahi +ve dinin kanun-ı irtika ve tekemmülünün her zamanda bir +olmasının ma’nası da anlatılacaktır. Kur’an ’ın ve Din-i İslam’ın +kütüb ve edyan-ı sairenin üzerine ma-bihi’limtiyazı +beyan olunacaktır. Bu babda nasın fehminde +duçar-ı iştibah oldukları mesail-i atiyyede mevzu’-ı bahs edilecektir: +Kur’an-ı Kerim ’deki şefaat-i müsbete ve menfiyye +enbiyaya nefy ü isbat olunan hidayet ismet-i enbiya +enbiyanın bazıları diğer bazıları üzerine Cenab-ı Hak tarafından +tafdil buyurulduğu halde yine enbiya arasında +“adem-i tefrik”ın ma’nası. +Alem-i gaybden haber veren sem’iyyat-ı sabiteye gelince +bunların vech-i tedrisi şöyledir: Öyle bir üslub ta’kīb olunacaktır +ki bu sayede insan; gayba ve hayat-ı ebediyye-i +uhreviyyeye imanın fevaidini anlayacaktır. Bu fevaid aklın +her zi-hissin iştirak ettiği mahsusatın daire-i dikından kurtulup +kesb-i tevessü’ ve inbisat ile feza-i medarik-i ruhiyye ve +akliyyede serbest bir surette cevelanı nefsin hayat-ı ilmiyyei +uhreviyyeye i’dad edilmek suretiyle makamen kesb-i teali +eyleyerek artık mesaib-i dünyeviyyeye karşı la-kayd bir hale +gelebilmesi bar-ı hayatı yüklenebilecek Allah yolunda bütün +şehevatı terkedebilecek bir seviye-i fazilete irtika edebilmesi +gibi şeylerdir. +Bu akaidin takririnde mezahib ve fırak arasındaki ihtilafın +zikrinden ictinab ve selefden sadr-ı evvelin bulunduğu +mesleğe i’timad olunur. Bu üslubda tedvini la-büd olan resail; +üç mertebeyi cami’ bulunmalıdır: - Ta’lim-i ibtidai avam +lebe; bu suretle insanlardan her bir sınıfın ta’liminde derece-i +fehm ü idraklerine hallerine layık olacak nisbete göre +ta’kīb edecekleri tarikate irşad olunmalıdırlar. +ve müdafaası melahide ve mütebeddianın akaid-i şerife-i +mezkureye irad ettikleri şübühat ve onda icra ettikleri tahrifatın +delail-i hakīkıyye ve ilzamiyye ile reddi” ilmidir. +Bu asırda mütekellimin-i sabıkīn asrında ma’ruf olmayan +şübühat; meydan almış ve o asırda revac bulan ve ulum-ı +Yunaniyye ve saireden müstenbat olan bir çok şübühat +da karin-i butlan olmuştur. Binaenaleyh bu ilim için zamanın +bine üzere sarf-ı inayet ü gayret eylemek derece-i vücubdadır. +Sınıf-ı mürşidin: +Sınıf-ı mürşidinde Senusiyye ve Nesefiyye gibi kütüb-i +mütekelliminden ibarelerini anlayacakları ve ıstılahları tanıyacakları +bir tarzda bir risale-i muhtasara okutulur. Bundan +başka bir risale daha okutulur ki bunda da duat-ı nasraniyye +misyonerler mukallide-i melahide nihal-i batıniyye taraflarından +varid olup şu asırda beyne’l-amme rayic olan +şübühat vech-i butlanlarıyla beraber zikrolunur. +Sınıf-ı duat: +Bu sınıfda felsefe hey’et tarih kavanin ve saire gibi bu +asırda revac bulan ulumdan mütevellid şübühatın reddi hususu +“tefsir” bahsinde beyan olunan üslub “nahv” vechile +şerh ve tevsi’ olunur. +sene-i hicriyyesinin Muharremü’l-haram’ı tarihinde +larında in’ikad ve la-ekall on beş gün devam etmek üzere +senede ikişer defa vilayat-ı şahane ve elviye-i müstakıllede +mu’temer-i ilmiler ve onların mukarreratını tedkīk etmek +üzere İstanbul’da fudala-yı ulemadan mürekkeb bir hey’et-i +nin ta’mim ü neşrine ve ıslah-ı medaris ü tekaya maksad-ı +mühimminin hayyiz-i husule isaline telahuk-ı efkar u mülahazat +neticesinde hasıl olacak kanaat-i vicdaniyye dairesinde +sarf-ı makderet edecek ve ve şu emel-i muazzeze tahriren +veya şifahen veya nakden hizmet arzusunda bulunan +her muvahhid a’za miyanına dahil olacaktır. +takılle kazalarından bil-intihab ikişer livalarından keza dörder +zat da’vet edilecektir. +lat-ı akliyye ve nakliyyeye müsteniden izahatı tazammun +edecek mükemmel bir kitap te’lifine lüzum hisseder. +olmak üzere iki kısım olacaktır. A’za-yı fa’ale dahi iki kısma +ayrılarak bir kısmı hikmet-i İslamiyyeye diğer kısmı da felsefe-i +garbiyyeye aid mütalaatta bulunacaklardır. A’za-yı +hamiyye dahi nakden muavenette bulunacak efrad-ı İslamiyye +olacaktır. +aliyye ile beraber ilm-i hadis tefsir tasavvuf fıkıh kelam +de’a’im-i münife-i şeriat olan ulum-ı ‘aliyyeden de bi-hakkın +müstefid olabilecek bir şekle ifrağı lüzumu öteden beri her +yerde mahsus ü müsellem bulunduğundan bu maksadın +te’min-i husulü emeliyle programlarda pek ciddi ıslahat vücuda +getirilmesi ve medarisin yalnız saadet-i uhreviyye değil +onunla beraber saadet-i dünyeviyyeyi de te’min edebilecek +bir mekteb-i feyz halinde bulundurulması hususunun İzmir +Mü’temer-i İlmisi’nce bugün zamanın en mübrem ihtiyacatı +sırasında olduğuna kanaat hasıl olduğundan programlara +ulum-ı ictimaiyye ile fünun-ı şettanın da lüzum-ı mahsusu +derecesinde idhaline sarf-ı makderet edilmesi Makam-ı Meşihat’den +şerife progra mlarına da idhaliyle salikin-i turuk-ı ‘aliyyenin +te’min-i istifadelerine suret-i mahsusada i’tina edilmesi +Makam-ı Meşihat’den istirham olunacaktır. +leri daima mahfuz kalabilmek için bu kisve erbabına münhasır +kalması zımnında tedabir-i salime ittihazı Makam-ı Ali-i +Meşihat-i Celile’den istirham olunacaktır. +lunmaları ve a’za-yı hamiyye taraflarından vaki’ olacak muavenat-ı +nakdiyyenin hüsn-i isti’malleri ve zübde-i mesaiyi +gösterecek Türkçe Arabca mev’izalar ve ilmihaller ve zamana +muvafık beyannameler tab’ıyla her tarafda bulunan +a’za-yı muhteremeye istifade ettirilmesi ve her bir mu’temer-i +zim olunacak ta’limat dairesinde sarfedilmesi tekarrür etmiştir. +Bu hususda emr-i Meşihat-penahi istihsalinden sonra +mübaşeret olunacaktır. +saitin istikmali hususu Makam-ı Meşihat’den istirham olunacaktır. +cek kudret-i ilmiyyeye malik bulunmaları ve hal ü zamana +mutabık Türkçe ve Arabca bir hutbe mecmuası tanzim olunması +liyye medaris-i ‘aliyye olmak üzere üç kısma münkasem +olabilmesi; medaris-i ibtidaiyye nahiye ve kaza ve livalarda +medaris-i taliyye ehemmiyet ü cesamet-i mevkiiyyesi müsaid +olan livalarda ve vilayet merkezlerinde medaris-i ‘aliyye +payitaht-ı Saltanat-ı Seniyye’de bulunması ve her birinin +dahili ta’limat ve muntazam programlar dairesinde devam +etmesi hakkında keza Makam-ı Celil-i Fetva-penahi’den istirham +olunacaktır. +mua ve üç kısım üzerine ilmihal ve mevaız namında Türkçe +büyük bir mecmuaya milletin eşedd-i ihtiyacı bulunduğu +mu’temerimizce kanaat hasıl olduğundan bunların vücuda +getirilmesi için Makam-ı Meşihat’den rica olunacaktır. +deki makasıd-ı kudsiyyenin bi-hakkın ta’kīb edilebilmesi +gerek müderris ve gerek mürşid olacak zevatın evvel-emirde +bil-imtihan isbat-ı ehliyyet etmeleri ve el-an devam eylemekte +olan usul-i sakīmenin lağvı hususu Makam-ı Meşihat’e +arzolunacaktır. +her halde tahsil-i ibtidaisini ikmal etmiş bulunacak ve talebe-i +ulumun birinci ikinci üçüncü senelerde lisan-ı Arab +üzere tekellüm ü tahrir edebilmesi vesaiti istikmal edilecektir. +miyyenin sunuf-ı selasesinde tedrisat –Arabi Farisi Osmanlı +lisanlarıyla– üç kısma ayrılacaktır. Arabinin mükemmelen +kitabet ü tekellümü asar-ı edebiyye-i Arabiyye anlaşılacak +derecede meleke istihsali hususuna ehemmiyetle gayret olunarak +fıkıh tefsir hadis ebediyat-ı Arabiyye tedris olunacaktır. +Farisi’nin derece-i mutavassatıda ta’lim ü teallümü +mecburi ve daha ziyadesi ihtisasa aid ve ihtiyari olacaktır. +Farisi’nin mükemmelen ve Mesnevi-i Şerif’in tedrisi medaris-i +‘aliyyeye mahsusdur Lisan-ı Osmani mükemmel tahsil +edilecek ve ilm-i kelam ilm-i ahval-i ruh ilm-i tekvin ve mafevka’t-tabia +tarih-i felsefe tarih-i edyan ve akvam siyer-i +nebi ve tarih-i İslam ulum-ı tabiiyyenin mukaddematıyla +fevaid ve ulum-ı riyaziyye ve tarih ve coğrafya ve sair fünun-ı +mevcude Türkçe olarak okutulacaktır. +ve lahnını tamamıyla tahsil edebilmeleri için kitabet ve edebiyat-ı +Arabiyye muallimlerinin bit-tercih Arab ulemasından +ta’yini iltizam olunacaktır. +usul-i va’z ü hitabete ameli olarak alıştırılacaktır. +meşayih-i izam usul-i maişet ve muaşeretlerinde adab-ı İslamiyye +dairesinde hareket etmeye mecbur olacaklardır. Zira +hidemat-ı diniyyede bulunacak zevatın her hareketi ya istihsanen +taklid veyahud da rekabeten tenkīd suretiyle umum +tarafından nazar-ı dikkate alınır. Binaberin her müntesib-i +gibi muamelatta hedef-i tenkīd olmayacak ve mensub bulunduğu +meslek-i sebilin şan ü şerefine yakışacak surette yaşamanın +yolunu bilecektir. İlm-i şerifin şanıyla gayr-ı mütenasib +karışık ve pejmürde kıyafetler ve hürmet-i ammeyi +salib etvar u mişvar hadimin-i dinin kadr u kıymetini hiçe +melat-ı reviş-i bi-vakar sokaklarda kahvelerde oyun ve saire +gibi gayr-ı meşru’ ve gayr-ı ma’kūl ahvalden suret-i kat’iyyede +mücazat ta’yin olunmak üzere Makam-ı Ulya-yı Meşihat’in +nazar-ı dikkati celb olunacaktır. +ahval-i siyasiyye-i İslamiyye ve muamelat-ı umumiyye ve +hususiyyeyi ibadat ve i’tikadatı cami’ mükemmel bir ilmihal +tedris edilmekle beraber ayin-i tarikat-i aliyye telkīn ve edebiyat +ve ahlak felsefe ve tasavvuf ta’lim ve tefhim edildikten +sonra yedlerine şehadetname verilecek ve inhilal edecek +tekaya post-nişinliklerine şehadetname eden zevat bey[ni]nde +müsabaka-i ilmiyye icrasıyla ihraz-ı liyakat edenler ta’yin +olunacaktır. +katib medaris ve tekayanın da her birinde tedrisi mecburi +olacaktır. +kam-ı siyasiyye ve ahval-i ictimaiyye-i İslamiyye ahlak ibadat +olacaktır. Bilumum vaizlerin şu mevaiz mecmuası +mündericatı ahaliye şerh ü izah u tefhim etmeye mecbur tutulması +Makam-ı Meşihat’ten taleb olunacaktır. +sene sınıf imtihanına mecbur tutularak birbirini müteakıb iki +sene imtihan veremeyenler medarisden ihrac olunacağından +sınıf imtihanlarında matlub derecede terfi’ edenler hakkında +kur’a imtihanlarının ref’i hususuna delalet buyurulması +Makam-ı Meşihat’ten istirham olunacaktır. +rüşdiyye medaris-i taliyede dahi mekatib-i i’dadiyye dersleri +tedris edileceğinden onlardan şehadetname ahzine muvaffak +olan talebe-i ulum için mekatib-i ‘aliyyeye girmek arzusunda +bulunanlar bila-imtihan dahil olabilmeleri imtiyazı +ve talebeden arzu edenler mütehassıs oldukları fenlerden +muallimliğe ve sair me’muriyete ta’yin olunmaları esbabının +Maarif Nezareti’nce kabul olunmasına tavassut buyurulması +Makam-ı Meşihat’ten rica olunacaktır. +dan maada elsine-i garbiyyeden Fransızca ve İngiliz lisanlarını +da tekellüm ve kitabete kadir olacak derecede öğrenmeleri +mecburi olacağından esbabının istikmali hususu Makam-ı +Meşihat’ten istirham olunacaktır. +eden talebe-i ulum ulum-ı diniyyeden maada hey’et-i +deniyyeyi tahsil etmiş olacaklarından efkar-ı umumiyye üzerinde +ettirebilmelerine en ziyade medar olan ahlak-ı Muhammediyye +eimme hutaba ve muallimin efrad-ı İslamiyyenin müracaatgah-ı +medenisi olmakla beraber aynı zamanda rehber-i +ve bunlara verilecek ilaçlara dair haiz-i ma’lumat olmaları +hülasa efrad-ı İslamiyyenin meaden ve meaşen birer mercii +bulunmaları lazımdır. +lerde hidemat-ı diniyye ile muvazzaf olanlar din-i celil-i +leten neşr-i asar ile redd ü cerh edecekleri gibi mütefennin +ve vakıf-ı esrar-ı din bulunan mütefekkirin-i İslamiyyenin +dahi neşr-i asar ile i’la-yı dine hizmetleri hususunu te’min +Medaris Cem’iyeti’nin vezaif-i mühimme ve esasiyyesinden +bulunacaktır. +den en mühimmini teşkil eden ciheti bil-cümle medarisin +ale’d-derecat ıslah u tensikı olduğundan her vilayetin intihab +olunacak münasib bir mahallinde mekatib-i saire-i +mevcude misillü bir ta’limat ve program tahtında sınıflara +münkasem bir nümune medresesi te’sis ü teşkil edilinceye +kadar mevcud medarisin mümkün mertebe ıslah ve o program +seviyesine ihzar ü i’la edilmesi için müteaddid medarisi +bulunan kura nevahi ve kasabatta müderrisin –tevhid-i dürus +ve taksim-i a’mal üzere hareketle– talebe-i ulumu derece-i +mesailini cami’ birer kitap te’lif edilinceye kadar fünundan +tedris şerh u haşiyelerden lazım olan mesail takrir edilmek +suretiyle ulum-ı Arabiyye ve fünun-ı hazıradan da intihab +olunacak kitablar kıraet ettirilecektir. +be-i ulum; mekatib-i ibtidaiyye muallimlikleri kura ve kasabatta +vezaifi edebilecek iktidarı haiz olacaklarından talebe-i mezbureden +o vezaifde bulunmak arzu edenlerin oralara ta’yiniyle +beraber maişetlerini te’min için Evkaf Nezareti’ne +müracaatla eslaf-ı kiramın evkaf varidatını hüsn-i cibayet ve +şerait-i vakfiyye dairesinde sarf u isti’mal ettirilmesi esbabının +sun muntazam program ve ta’limat dairesinde icra-yı vazife +eden müderrisin ve talebe-i ulumun te’min-i maişetleri esbabına +tevessül olunmakla beraber esna-yı tedris ü tederrüsde +“cer” usulünden tahlis edilmeleri hususu Makam-ı +Meşihat ile Evkaf Nezareti Meclis-i Meb’usan ve A’yan riyasetlerinden +den talebe-i ulum için derece-i iktidarlarına göre muallimlik +ve sair me’muriyetlerde istihdam olunabilmesi esbabının +te’mini hususu da Makam-ı Meşihat’ten istirham olunacaktır. +taht-ı nezaretinde umur-ı idare-i dahiliyyesi –dahili ta’limatname +dairesinde– müderrisinin yed-i faziletlerinde bulunmak +ve müddet-i tahsil senede dokuz ay olmak ve zaman-ı +ta’til ihtiyacat-ı mahalliyyeye [göre] ta’yin edilmek üzere üç +aydan ibaret olması Makam-ı Meşihat’e arzolunacaktır. +mak vacibeden olduğundan İmam Ali kv efendimizin +kelam-ı hikmet-iştimalleri muktezası +üzere tedrisata aid programlarımız daima ıslah ve +noksanı ikmal edilmek üzere hareket ve bu ümniye-i mühimme-i +diniyyenin izdiyadi-i tealisine gayret olunarak tarikı +terakkīde devam-ı mesai ve ictihadımızın te’min-i imkanı +amal ü makasıd-ı hassadan addolunacaktır. Ve minallahi’ttevfik. +Kelat–Galicai tarikı diğeri Hevetki taifesi arazisinden geçip +Ragistan ve Mendihisar yolu idi. Bu iki yol arasında +yüksek bir dağ bulunuyordu. Emir Şir Ali Han’ın zahmet +çekerek Kelat Kal’ası’nı tahkīm etmesine mukabil Ragistan +yolundan giderek emirin zahmetini boşa çıkarmak istedim. +Amcam da bu tedbiri tasvib edince hemen o yoldan hareket +ettik. +Ağırlıkları ileri yolladım ve ben gelmeyince yüklerin indirilmemesi +hakkında muhafızlara emr-i kat’i verdim. Ceneral +Nusayr ve Abdurrahim hanları diğer bazı ümera ile dümdara +ta’yin ettim. Kendim de askerin gah sağına gah soluna +dahi nezaret eylemek şartıyla ilerledim. +Divarek mevkiin[d]e ilerideki askerin tevakkufunu emrettim. +Çünkü bir fersah kadar geride idim. Yanımda da iki +topla iki yüz süvari var idi. +Bu sırada birkaç süvari: Uzaktan bir sürü koyun geliyor +diye haber getirdi. Durbinle bakınca koyun dediklerinin +düşman askeri olduğunu anladım. Hemen iki yüz süvariyi +beşer beşer dağın tepesine çıkıp düşmanın mikdarını keşfe +ta’yin eyledim. Bir tarafdan da bir an [evvel] vasıl olması +Şir Ali Han’ın askeri tertib-i ati mucebince göründü. +Peştrud süvarisi +Herat süvarisi +Kandahar süvarisi +Kabil süvarisi +Bu askerin hepsi bize doğru geliyordu. Maiyyetimdeki +ümera ileri gidip öndeki kuvvete iltihak etmemizi tavsiye +eyledi. Lakin ben bu teklife i’tiraz ettim ve: +– Düşman bizi ta’dada başlayacak ihtimal ki süvarileri +bizimle ordumuz arasına girecektir. Eğer hareket edecek ve +toz toprak kaldıracak olursak düşman mikdarımızı anlayamaz +dedim. +Ümera re’yimi tasvib etti fakat hiç [birisi] ne müşkil +mevki’de kaldığımı bilmiyordu. Çünkü asıl ordu uzakta olduğu +gibi göndermek de mümkün değildi. +Şu esnada Abdurrahim Han’ı uzaktan gördüm lakin o +gelmezden evvel düş[ma]n askeri toplarımıza hücum etti. +Topçulardan ikisi maktul birini mecruh etti düşürdü. Diğerleri +ric’ate mecbur olması üzerine iki topu götürmeye başladılar. +O sırada vürud eden Abdurrahim Han fırkasından +dört taburu bunların üzerine saldırdım. Düşmandan beş yüz +neferiyle bir çok at maktul oldu ve alınan toplar istirdad +edildi. +Bozgun askeri Kelat’ın cenub taraflarına doğru ta’kīb +eyledim. İkindi üstü Tabakser Dağı’nın zirvesindeki Telle +Kal’ası’na sığındılar. Biz de kal’anın yakınlarında ordu kurduk. +Bulunduğumuz yerden Emir Ali Şir Han’ın Kelat Kal’ası’ndaki +askerini dürbünsüz görebili[y]or ve süvarilerinin +hezimetinden müteessir olarak siperler arkalarında me’yusane +gezindiklerini müşahede ediyordum. +Tahkimi lazım gelen tepelere icab eden topları ta’biye +eyledikten sonra akşama kadar orada durduk. Maiyyetimde +beheri altı yüz neferden ibaret on iki nizamiye taburu ve iki +bin nizamiye süvarisi ile bin Derrani süvarisi vardı. Bakiyyei +asker de geride kalan orduda bulunu[y]ordu. +Ortalık kararınca düşmanın haberi olmadan hareket +ettik ki veche-i azimetimiz arkadaki ordu idi birleştiğimizin +ertesi günü ziyadece yağmur yağdı çadırlar ıslandı. Yoldan +geçilmez derecede çamur oldu. İki günlük tevakkuf-ı mecburiyi +müteakıb Kandahar’a teveccüh ettik. +Ali Şir Han da o tarafa azimet etmişti. Bir tarafdan onun +askeri bir tarafdan bizim asker gidiyor arada silsile-i cibal +hail bulunuyordu. Biz ondan evvel Kandahar’a varacağımızı +ümid eyliyorduk. O da önümüze çıkarak yolumuzu keseceğini +me’mul ediyordu. +Evvelce de yazılmıştı ki Belh’in fethi üzerine Serdar Feyz +Muhammed Han Nazır Haydar ve Ceneral Ali Asker hanlar +olduğumuzda Feyz Muhammed Han’ın nazır ve ceneral ile +araları açıldığını haber alarak “Düşmanla uğraştığımız ve +Kabil’e hücuma çalıştığımız bir sırada muhalefet ve mugayeretten +sakınınız” mealinde bir mektup yazmıştık. +Kış içerisinde lüzumuna mebni Serdar Feyz Muhammed +Han’dan bin re’s mekari istedim. Bu kafir-i ni’met benim +harb ile meşgūl olduğumu bildiği için mekarileri gönder[me]di. +Seyyidabad fethini müteakıb pederimin yazdığı +da’vetnameye de icabet etmedi. +Bu sıralarda amcazadem Serdar Muhammed Server +Han’ı Gulam Ali Han ve süvari ile Hezare Hükumeti’ne +bit-ta’yin Bamyan’a gönderdiler. Server Han Bamyan’a +gittiği esnada Şir Ali Han Kandahar’dan Gazneyn’e +geliyor. Ben de Kelat Alicai’de onunla karşılaşıyordum +Şu hallerden bil-istifade Serdar Feyz Muhammed Han +dar Muhammed Server Han’ı me’mur etti. +Serve[r] Han Belh’e müteveccihen yola çıktı ve Hibek’e +beş konak uzak bulunan Ab-ı Kali Kal’a[sı] önünde Server +Han bozulup ric’at ve cem’-i kuvvetle tekrar savlet eylediyse +de yeniden bozuldu. Kendisi kaçtığı gibi ümera ve zabitanından +bir çoğu esir oldu. Feyz Muhammed Han ümeradan +Naib Gulam ve Gulam Ali Han’ı diğer bir iki zabitle +rında gidip oralarını Mir Cihandar Şah’ın elinden +şeklinde yazılmıştır. +aldı. Mir Cihandar Kabil’e pederimin nezdine gelerek şikayet +etti. Pederimin yanında asker yoktu. Bir tarafdan da +Serdar Feyz Muhammed Han’ın Kabil’e gelmekte olduğu +bana bir emirname gönderdi. Vakıa hasta ve zaif idim. +Lakin at yerine tahtırevana binerek ve her gün ancak iki +menzil kat’ ederek beş günde Gazneyn’e vasıl oldum. Orada +pederimden diğer bir mektup aldım. Feyz Muhammed +Belh ve Katagan cihetlerine gitmiş taaccül-i harekete lüzum +yoktur diyordu. +Bu haberi alınca sevindim. Çünkü ben mümkün mertebe +zaif düşmüştü. Beş gün Gazneyn’de oturup dinlendikten +sonra Kabil’e teveccüh ettik. Bir çok karşıcıların tebrik ü tehiyyesiyle +şehre girip peder ü maderimin ellerini öpmekle +müşerref oldum. Mülakatı müteakıb avdetle Kabil Nehri kenarında +ordu kurdum. Gündüzleri pederimin validemin +nezdine geceleri de ordugaha azimet ü avdetle yaza kadar +vakit geçirdim. +Yazın vüruduyla beraber memlekette veba illeti zuhur +etti. Pederim Kabil’in “Balahisar” semtinden oturmamı tavsiye +eyledi. Çünkü çadırların ne kadar olsa temiz tutulamadığı +terhis ettim– kendim de Balahisar’da bir konağa çekildim. +Şu suretle beş gün tayy-i mesafe ettik. İki asker arasında +ancak kadem bulunduğu halde birbiriyle çarpışmak +mevkie vasıl olunca durup dağın cebhesinde birkaç topla +bir mikdar asker ikame eyledim. Topların bakiyyesiyle mühimce +bir kuvveti dağın arka tarafına gizlettim. Ağırlıkları +Şir Han’ın geçeceği yoldaki mağaralarda saklanmalarını +Ceneral Nusayr ve Abdurrahim hanlara tenbih ettim. +Ali Şir Han ilerisinin bizim tarafımızdan tutulduğunu +anlayınca tevakkuf eyleyerek harbe girişmeye mecbur oldu. +Göz önünde kalan az mikdardaki askeri görünce: Hazır düşman +azken hücum ederek temizleyiverelim diyerek birden +yürüdüler. +Dağın arkasında saklanan askerimiz de meydana çıkıp +harbe iştirak edince işin rengi değişti. Muharebenin tam +kızgın zamanında Abdurrahim ve Ceneral Nusayr hanlara +düşmanın arkadan sarılmasını emreyledim. Bunun icrasını +müteakıb Ali Şir Han bozuldu. Bakiyye-i askeriyle Kandahar’a +doğru kaçmaya başladı. Bizim süvarilere yağma için +otuz beş top zabteyledim. Ondan sonra takriben üç buçuk +fersah uzakta bulunan ordugaha gidip uykuya yattım. Çünkü +on beş günden beri yirmi dört saat zarfında ancak bir iki +saat istirahat edebiliyordum. Ertesi günü akşam üstü uyandım. +Bir parça yemek yedikten sonra yine yattım. Böyle kırk +sekiz saatlik deliksiz bir uyku ile za’f ü kesaletim zail oldu. +şeklinde yazılmıştır. +şeklinde yazılmıştır. +Feth-i vaki’ üzerine Cenab-ı Hakk’a şükrederek ertesi günü +amcamla birlikte Kandahar’a müteveccihen yola çıktık ve +beşinci günü vasıl ve dahil olduk ki Ali Şir Han oradan da +Herat’a kaçmıştı. +Kandahar’a gelince amcam beni bırakıp Kabil’e gitmek +– Kabil’e ben gideyim. Siz Kandahar Hükumeti’nde kalıp +tanzim-i umura çalışın dedim. +Gerek emval ü eşya gerek mekari ve top hayvanatı karda +kışta yolda bulunduğundan istifade edilmez bir hale gelmişti. +Binaenaleyh yenilerini tedarike mecbur oldum. +Şurada bir nebzecik Sultan Han-ı Kandahari’nın oğlu +olan Feth Muhammed Han’ın ahvalinden bahsedeceğim. +Bu şahıs Herat cenginde Şir Ali Han tarafından esir edilmişken +pederim kendisini kurtarmış ve Hezarecat Hükumeti’ne +ta’yin eyleyerek göndermişti. Oradan firar ve Şir Ali +Han’a dehalet eyleyerek onun süvari kumandanlığı yakalamış +bu defa da bana karşı harb etmeye kalkışmıştı. Kendini +mahbesden kurtaran bir zatın me’muriyetinden kaçıp evvelce +esiri olduğu kimsenin nezdine koşan ve ona hoş görünmek +meden sıkılmayan böyle bir şahsın meziyyet-i ahlakıyyesini +düşünmeli. +Namıyla İsviçre’de Biel şehrinde bulunan Protestan misyonerleri +müfettişlerinden Mösyö Dipper namında bir zat +Stuttgart’da yüzlerce bir cem’iyet karşısında bir nutuk irad +eyledi. Bu zat nutkunda böyle bir cihadın elzemiyetini birtakım +esbab tahtında olduğunu beyan ile tarih-i İslam’ı ve +sonra beyanat-ı atiyyede bulundu: +“İslamlar İslamiyet’in Din-i Muhammedi’nin dünyada +yalnızca bir din olmasını arzu ediyorlar ki bunu meydana +getirmek üzere dünyayı fethetmeye kıyam ediyorlar. +Böyle iki büyük mezhebin büyük büyük arzularıyla yan yana +reftar olması kabil-i tasavvur bile değildir. +“Bugünkü günde Din-i İslam hıristiyanların en tehlikeli +ve en müdhiş rakībi. Flemenk Hükumeti’nin Hindiye +müstemlekatında olan Misyoner Simon da bunu isbat +etmek üzere mezkur müstemlekatta misyonerlerle hatt-ı +hareketini İslamların ta’yin etmekte olduklarını söylüyor. +Zira Hıristiyan misyonerlerin oraya gitmeleri yirmi otuz sene +geç kaldığı için teşebbüsleri neticesiz kalıyor. Afrika’da dahi +Biel misyonerleri aynı tecrübelerde bulunduklarını hatta +Togo’da yerli hıristiyan vaizlerinden biri kendi muavinleri ile +daire-i nüfuzunda bulunan mahallerin yüzlerce nüfuslarıyla +birlikte Din-i İslamı kabul ettikleri bu ise bir tarafdan Din-i +de sahib-i dinin dininde olan metanetini gösterir. İslamlar +kendi mezhebleriyle iftihar ediyorlar. Hatta satıcılık etmekte +olan İslamlar yollarda kendi mezhebleri için adam kazanmaya +sa’y ü gayret ediyorlar. İslamiyet’in terakkīsi hususuyla +da’vet ediyor. Lakin bu cihad nasıl olacaktır ve olmalıdır? +En evvel İslamiyet’in daha ziyade tevsi’-i daire etmemesine +bir çare olmak üzere bugün henüz İslamlar tarafından işgal +olunmamış mahalleri mümkün olduğu mertebe bir sür’atle +taht-ı nezarete almalı bununla beraber şimdiye kadar gaib +edilen mahalleri tekrar elde etmek üzere olanca kuvvetimizle +çalışmalıdır; bu babda muvaffakiyyet de ancak bütün +dünyadaki misyonerler ittihad ve ittifak ederek Mecusiler ile +ve misyonerlerin vatandaki dostları tarafından şiddetle himaye +olunması ile olur!” +Bu suretle misyonerler buralarda fevkalade çalışıyorlar +artık müslüman kardeşlerimiz de hab-ı gafletten uyansınlar. +Başbaşa vererek İslamiyet’in müdafaasına şitaban olsunlar. +Butlanı ezerek hakkı yükseltsinler. +Konya’da vukūa gelen ceraimin yüzde doksanı işret +darb ve cerh ile adiyen hırsızlıklardır ki saikı sefahet ve ırza +tasalluttur. Hatta öteden beri Konya muhitinde hadis olan +ceraim ve bugün mahkum ve maznun olarak mevkūf bulunan +mücrimin kısmen fahişe karı yüzünden mahbus bulunuyorlar. +Bunlar yüzde doksan beş nisbetinde ni’met-i maarifden +mahrumdurlar. Kendileri senenin cüz’i bir müddetini +de dolaşmakla geçiriyorlar. İçlerinde elli elli beş yaşlarında +kanlılar da vardır. Bu halk kazandıkları mebaliğin cüz’i bir +kısmını ailesinin kūt-ı la-yemut derecede infak u iaşesine +terk ve mütebakīsini beheri elli altmış lira kıymetinde fahişe +kadınlar ahz u i’tasına ve bunların muhafazası için martin +ve gra tüfenkleri mübayaasına feda ediyorlar. Bugün Konya +kurasında böyle esliha-i memnuaya malik olmadık delikanlı +görülmediği gibi içinde üç beş fahişe bulunmayan köy de +yoktur. Mülhakat ile beraber kasaba ve şehir halkı bu yüzden +frengi verem gibi pek çok emraz-ı mühlike ve sariyyeye +mübteladırlar. Bunun saikı görenek ve müstevli cehalettir. +Bu babda ilk vazife zabıta ve me’murin-i idareye teveccüh +eder ki vaktin kısm-ı mühimmini bunun izalesine hasr eylemesi +umum milletce matlub u mültezemdir. Zabıta buna +karşı la-kayd kalmıyor. Vazifesini mümkün olabildiği mertebe +teslimine muvaffak oluyor. Fakat müsmir olmuyor. Vukūat +şeklinde yazılmıştır. +ve cinayat tevali ediyor. Burada adet olduğu vechile bir +fahişe karı bir veya birkaç şahıs tarafından elli altmış hatta +yüz liraya kadar satın alınır. Bu karılar birisinin nezaret ve +Akşamları karının sahibleriyle rüfeka ve ehibbası kapalı bir +oda derununda toplanırlar saz ve cura gibi edevat-ı ibtidaiyye-i +musikī ile ta-be-sabah karıyı raks ettirirler ve en adi +bir müskiratı isti[‘]mal ederler. Sonra bunlar dağılır nazır +olarak bırakılan şahıs da bununla ictima’ eder. Mühlik bir +maraza tutulur. Ailesine sirayet eder bir hane bazen de bir +köy halkı mübtela-yı illet olarak sefil ü perişan olurlar. Tahatturu +leketce musaddaktır. Zabıtaca derdest olunarak adliyeye +verilen karılar men’-i muhakeme ve beraet kararları üzerine +lütfen yine zabıtaya iade olunuyor. Zabıta şaşırıyor. Serseridir +diyor hüküm veriliyor. Bir mahalle teb’id olunuyor. +Mütecavir vilayet ve liva kendilerinde de bu emraz mevcud +olduğundan kabul etmiyor yine iade olunuyor. İ’zam ve +geliyor. Bu defa ebeveyni aranıyor Halbuki bu fahişeler +kısmen bi-keslik kısmen denaet-i tab’ ve bazen de zevcleriyle +adem-i imtizac yüzünden tarik-ı fuhşu irtikab etmiş +takımdan olduğundan mensub olduğu aile bunu kabul etmiyor. +Etse bile vürudu gecesi müsellah bir takım eşirra vürud +ve hücum ile cebren karıyı alıyorlar. Ebeveynine teslim +edilmezse birtakım deniyyü’t-tab’ hovardaların vasıta-i mel’aneti +olan vicdan ve namusunu ve hatta dinini birkaç kuruşa +satmış bir rezil çıkıyor “Şer’an nikahla alacağım ıslah +edeceğim” teranesiyle hükumete müracaat ediyor. Tahkīk +ve tedkīk olunuyor. Bazen red ve bazen akd-i nikaha razi +olunuyor. Daha hükumet kapısından çıkmaksızın tatlik ederek +hovardalara teslim ediyor. Eğer namussuz zevc mutallakasını +diğer bir fırkada görürse derhal bir istid’a ile “Zevcemi +kaçırdılar” feryadıyla yine zabıtaya müracaat +ediyor. Sonra bir ta’kībdir bir tarassuddur gidiyor. Zabıta +yine burada birtakım kurşunlara sebb ü tahkīrlere muhatarat-ı +guna-guna giriftar oluyor ve nihayet derdest ediyor. +Karı alçak zevcine failler de hapishaneye atılıyor. +Bugün Konya’da Kadınlar Hapishanesi’nde bir hayli fahişe +kadınlar vardır. Hükumet bunlara ta’yin vermiyor. +Mensub oldukları aileler bakmıyor. Fahişeler; hovardalar +veya efeleri tarafından zabıtanın gözü önünde besleniyor! +Bütün milleti ahlaksızlığa sevkeden sıhhat-ı umumiyyeyi +tehdid eyleyen bu hale hükumet bir çare bulmalıdır. +Menafi’-i milleti unutacak derecede ihtirasat-ı nefsaniyyeye +mağlub olan ma’nasız gürültüleriyle Osmanlıları ve +bütün alem-i İslamı ye’s ü nevmidiye düşüren meb’us efendilerimiz +hakkında şeref-sadır olan irade-i seniyye-i hazret-i +Hilafet-penahi suretidir: +“Kanun-ı Esasi’nin yedinci maddesi ve Meclis-i A’yan’ın +re’y-i muvafakati mucebince hey’et-i hazıra-i meb’usanın +feshini ve tarih-i feshinden i’tibaren üç ay zarfında hey’et-i +cedide-i meb’usanın bil-intihab ictimaını irade ettim. +Fi Muharrem sene ve fi Kanunısani sene +Sadrazam Said Şeyhülislam Abdurrahman Nesib Hariciye +Nazırı Asım Adliye Nazırı [ve] Dahiliye Nazırı Vekili +Memduh Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Bahriye Nazırı +Hurşid Maliye Nazırı Nail Nafia Nazırı Kirkor Sinabyan +Maarif Nazırı Emrullah Ticaret ve Ziraat Nazırı Aristidi Posta +ve Telgraf Nazırı İbrahim Susa. +* * * +Mısır’da münteşir el-Liva ceride-i muhteremesine Şeyh +Senusi hazretlerinin merkez-i siyadeti olan Kufra Vahası’ndan +yazıldığına göre müşarun-ileyhin balası +diyyesini alan kabail-i İslamiyyenin fevc fevc İtalyanlara karşı +namus-ı Osmaniyi müdafaa azmiyle koşmaya başladıkları +hatta mücahidin-i muhteremenin ihraz edecekleri ecr u +mesubata iştirak daiyesiyle bir çok nisvan-ı iffet-simatın da +mücahidlerin arkasından gitmekte bulundukları maa’l-iftihar +anlaşılmıştır. +Şeyh Senusi hazretlerinin kabail ü aşaire tevzi’ u neşr +ettikleri i’lanname-i cihad bin otuz sekiz kıt’a ayat-ı kerime +ve ehadis-i şerife ile müzeyyendir. +* * * +lerinde İtalyan maktullerinin evrakı miyanında zuhur eden +yetmiş beş ve altı yüz on beş franklık evrak-ı nakdiyyenin +ailelerine verilmek üzere ba-rapor İtalya Harbiye Nezareti’ne +posta ile gönderildiği Enver Bey’den alınan telgrafnamede +mizi tevkīf ve hastegan ve mecruhine şifa ve tesliyet yetiştirecek +vesaite sarfedilmek üzere mezkur hey’ete aid bulunan +mebaliği müsadere ile tefahur etmelerine mukabil Bingazi’deki +kuvve-i müdafianın gayet medeniyetkarane ve +tayiş görülmüş olmakla İtalya Hükumeti’yle Osmanlı askerinin +mukayese-i ahlakıyyesine hadim olmak üzere efkar-ı +umumiyye-i cihana karşı keyfiyyetin i’lanına lüzum görülmüştür. +* * * +Hindistan’da kain Lahor ahali-i İslamiyyesi tarafından +Osmanlı Hilal-i Ahmer Cem’iyeti hesabına nam-ı şevketittisam-ı +hazret-i Hilafet-penahi’ye üç yüz liralık bir çek irsal +ve mezkur çekin zahrı taraf-ı eşref-i hazret-i padişahiden +lütfen imza buyurularak bedeli bit-tahsil Hilal-i Ahmer +Cem’iyeti’ne gönderilmek üzere Maliye Nezareti’ne isal +olunmuştur. +Yine Hindistan’ın Rangon şehrinde Osmanlı Hilal-i Ahmer +Cem’iyeti hesabına “ ” İngiliz lirası iane cem’ edilerek +Babıalice de Hilal-i Ahmer Cem’iyeti haberdar edilmiştir. +* * * +Bosna-Hersek’de mütemekkin ahali-i İslamiyyenin mahalli +bankalarına devr u terhin etmekte oldukları arazinin +elden çıkarılmamasını te’min için birkaç banka te’sis edilmiş +maksadıyla Avusturyalılar tarafından te’sis edilmiş olan +müteaddid ve ba-husus vasi’ mikyasda muamele yapmakta +olan Ağrar Bankası’yla rekabet edememekte olduğundan +ahali-i İslamiyyece buna bir çare taharri olunmakta idi. +Muahharan alınan ma’lumata göre Bosna ve Hersek +müslümanları bu babda son derece ibraz-ı fedakari ile sermayesi +altı milyon kron olmak üzere “Müslüman Central +Bank” namıyla bir banka te’sisine muvaffak olmuşlardır. +Yakın zamanda işe başlayacak olan bu banka müslümanların +arazisini elden çıkarmamalarına ve kendilerini ziraat +sınaat ve ticarete teşvik ile beraber fahiş faiz ile diğer +bankalara terhin edilmiş olan arazinin istirdadına aid esbab +ve vesaiti istihzar ile iştigal edecektir. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Şubat +Yedinci Cild - Aded: +Sorunuz şimdi Japonlar da nasıl millettir? +Onu tasvire zafer-yab olamam hayrettir! +Şu kadar söyleyeyim: Din-i mübinin orada +Ruh-i feyyazı yayılmış yalınız şekli Buda. +Siz gidin safvet-i İslam’ı Japonlarda görün! +O küçük boylu büyük milletin efradı bugün +Müslümanlık’taki erkanı siyanette ferid; +Müslüman denmek için eksiği ancak tevhid. +Doğruluk ahde vefa va’de sadakat şefkat; +Acizin hakkını i’laya samimi gayret; +En ufak şeyle kana’at çoğa kudret varken; +Yine ifrat ile vermek veren eller darken; +Kimsenin ırzına namusuna yan bakmayarak +Yedi kat ellerin evladını kardeş tanımak; +“Öleceksin!” denilen noktada merdane sebat; +Yeri gelsin gülerek oynayarak terk-i hayat; +Nef’-i şahsiyi umumunkine her yerde feda +Edivermek gibi çok nadire gördüm orada: +Ademin en temiz ahfadına malik bir ada. +Medeniyyet girebilmiş yalınız fenniyle... +O da sahiplerinin lahik olan izniyle. +Dikilip sahile binlerce basiret im’an; +Ne kadar maskaralık varsa kovulmuş kapıdan! +Bakılan emtia bir kıymeti haizse yürür; +Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür! +Gece gündüz açık evler kapılar mandalsız; +Herkesin sandığı meydanda bilinmez hırsız. +Ya o mahviyyeti insan göremez bir yerde... +Togo’nun umduğunuz tavrı mı vardır? Nerde! +“Gidelim!” der götürür; sonra gelip ta yanıma; +Çay boşaltırdı ben içtikçe hemen fincanıma. +Müslümanlık sanırım parlayacaktır orada; +Sade Osmanlıların gayreti lazım arada. +Misyonerler gece gündüz çalışırken acaba +Oturup vahy-i İlahi’yi mi bekler ulema? +Hind’i baştan başa gezmekti muradım lakin +Nerde olsam beni ta’kībi yüzünden polisin +Takatim bitti de vazgeçmede muztar kaldım; +Kaldım amma yine her mahfile az çok daldım! +Besliyormuş bereket versin o iklim-i kadim +Rahmetullah’a muadil daha yüzlerce hakim. +Ruh-i edyanı görür hikmet-i Kur’an’ı bilir +Ulema var ki: Huzurunda bugün Garp eğilir. +Hele hayran kalır insan yetişen gençlere de: +Bunların birçoğu tahsilini İngiltere’de +Bitirir; sonra gelip milletinin ruhu olur; +Çünkü azminden ölüm çıksa da dönmez sokulur. +Öyle maymun gibi taklid-i zevahir tanımaz; +Dini irfanı yeter başka mefahir tanımaz. +Garb’ın almışsa herif ilmini almış yalnız +Beyni var şapkası yok; san’ati var tırnağı yok; +Fuhşu yok içkisi yok himmeti yüksek gözü tok; +Şer’-i ma’suma olan hürmeti benden bile çok! +Böyle evlad okutan milletin istikbali +Haklıdır almaya aguşuna istiklali. +Yarın olmazsa öbür gün alacaktır mutlak... +Uzak olmuş ne çıkar? Var ya bir ati ona bak! +Haydarabad’a giderken beni teşyie gelen +Mizebanın ne hazin çıktı şu ses kalbinden: +“Ah biz hayra yarar unsur-i iman değiliz... +Hind’in İslam’ını Türklerle kıyas etmeyiniz! +Onların ruh-i şehametle coşan kanları var +Bizde yok öyle samimi asabiyyet o damar! +Bu ağır zillete ukbaya kadar mahkumuz... +Duymuyor çektiği hüsranları zira çoğumuz! +Varsa ümmidimiz Osmanlıların şevketidir. +Onu bir kerre işitsek... Bu sa’adet yetişir.” +Beni ağlattı herif. Lakin onun genç oğlu +Dedi: “Yok öyle değil! Sine-i millette dolu +Galeyan emrine amade hamiyyetli yürek; +Şu kadar var ki henüz kendini göstermeyecek. +Geçiyor şimdi esaretle deyip eyyamı +Müslümanlar gibi mazisi büyük bir kavmi +Ebedi zillete mahkum edemem doğrusu ben. +Daha biçare miyiz yoksa Mecusilerden? +Diyeceksin ki: Asırlarca sefilane hayat +Söndürür meyl-i me’aliyi nihayet... Heyhat! +Göz yumulmakla kör olmaz; külün altında ateş +Ne kadar kalsa bunalmaz: Hele bir aç hele eş! +Şunu öğretti ki İngiltere tahsili bana: +Milletin memleketin böyle sefil olmasına +Bir sebep varsa havassın geriden bakmasıdır... +Yoksa Şark’ın bu zeki unsuru her feyzi alır. +Müslümanlık gibi vicdanlara gayet yüksek +Fikri en sade bir üslub ile telkīn edecek +Din-i fıtrisi olan milleti irşada ne var? +Daha yüksek mi aceb Şark’ı ezen fıtratlar +Kabiliyyetçe? Hayır ben buna asla kanmam. +Adam ister yalınız etmeye bir kavmi adam! +Doğru yol işte budur gel diye sen bir yürü de +O zaman bak ne koşanlar göreceksin sürüde! +Evvela beynine bir fikr-i nezih aşlayarak +Hangi bir müslümanın göğsüne tuttumsa kulak; +Şunu duydum ki: Onun hiç sesi çıkmaz kalbi +En temiz hissile vurmakta çocuk kalbi gibi. +Sineler gayzını faş etmeye dursun varsın; +Sıra gelsin o zaman var mı yürek anlarsın!” +Haydarabad’a yetiştim ki bütün Hindistan +“Verdi Kanun-i Esasi’yi nihayet Sultan!” +Diye birdenbire çalkandı. İnan kabil mi? +Hiç o binlerle havatır kemirirken içimi +Bir cılız “belki!” nasıl hepsini tenkil etsin? +Ansızın başladı beynimde ümidin ye’sin +Doğduğumdan beri hiç görmediğim bir harbi... +O ne müdhiş helecanlardı aman ya Rabbi! +Verdi Kanun-i Esasi... Bu çıkar rü’ya mı? +Yok canım öyle değil: Milletin istirhamı +Şekl-i tehdid alıvermiş o da muztar kalmış... +Hangi millet acaba? Her ne işitsen yanlış. +Cuşa geldikçe fakat aynı teraneyle cihan +Gördüm artık dönen işlerde yedu’llahı nihan. +Bu ne şahın işi ya Rab ne sipahın karı... +Bu senin kudretinin havsala-çak esrarı! +Milletin tali’-i giryanını artık güldür... +Ağladım sonra çocuklar gibi hüngür hüngür. +Azıcık kendime a’sabıma geldikte sükun +Döndü vaz’iyyeti birdenbire baktım yolumun: +Bir gün evvel yetişip dalmak için sinenize +Boyladım sahili sahilden açıldım denize. +Sen de gittin mi Celal ey ali +Saf vicdanlı muazzez şair! +Sen de gittin mi bu zillet-gehden! +Sen de her hiss-i vefadan hali +Şu yüreksiz mütelevvin facir +Nerde bir fikr-i velud u ruşen +Nerde bir şu’le-i cevval-i kemal +Görse bel’ etmeye her lahza haris +Şu yılan huylu mülevves şu deni +Koca fertutu bıraktın mı Celal? +Düşman-ı nur u fazilet o habis +Tuttu mahv etti mi en sonra seni?! +Bir büyük genc-i giran-kıymet-i his +Bir derin menba’-ı cuşan-ı zeka +Şimdi senden de kalan pek munis +Pek gülenç yüzlü fakat girye-feza +Bir hayal öyle mi ey dader-i can! +Duruyor şimdi değil mi? Daha dün +Aşk-ı tahrir ile –pür-zevk ü melal– +Çırpınan kalb-i rakīkın sakin?! +Çeşm giryan-ı tehassürde bugün +Ne kadar olsa muvanis o hayal. +Ah çirkin bu hakīkat lakin! +Yok hayır… Sönmedin ey nur-ı nazar +Cism-i a’sarda kalbin vuracak. +Senin elbette bekadır şanın +Senin elbette dem-i haşre kadar +Sahn-ı tarihe dikilmiş duracak +Muhteşem abide-i irfanın. +Tevakkuf etmeyiniz başucumda kardeşler… +Gidin gidin ki vatan cümlenizden iş bekler +Gidin o düşman-ı bi-dine karşı nam alınız +Gidin o hain-i milletten intikam alınız. +Bu yolda terk-i hayat eylemiş pederlerimiz! +Biz işte onların evladıyız ki her birimiz +Kefen-be-duş olarak ref’ için şu gaileyi +Beşikte yavrumuzu hanelerde aileyi +Emanet eyledik Allah-ı zü’l-celalimize. +Huda bilir ki cihan titremişti halimize +Bütün cerihalardan akan şu al kanlar +Feda feda size ey anlı şanlı arslanlar! +* * * +Muvaffak olmadı ikmale gayrı sözlerini +Döküldü eşk-i tahassür kapattı gözlerini +Dudaklarında belirdi tebessüm eyledi: Ah… +Şu son kelamı idi: La ilahe illallah. +– Gazzali yaşadığı asrın muhit-i irfanına nisbeten +vasi’ bir ma’lumata müfrit ve taşkın bir zekaya mazhar +O zamanın dar olan hudud-ı fennisi nazar-ı i’tibara alınırsa +Hazret-i İmam’ın düşündüğü mevzu’ların uğraştığı +mebhaslerin ancak bir zeka-yı harika-nüma mahsulü olacaklarını +Gazzali’nin ne gibi te’sirat-ı menviyye tahtında inziva lüzumunu +hissettiğini iyice anlamak için kendisinden hayat-ı +uhreviyyede badi-i selamet olacak esasları istifsar eden bir +şakirde yazdığı mektubun bazı fıkralarını okuyalım. Hazret-i +üstad bu mektubunda diyor ki: +“Muhibb-i azizim pend ü nesayihi müştemil bir eser +yazmamı iltimas ediyorsun. Menşur-ı nasihat ma’den-i Risaletin +ehadis-i aliyyesinden istihrac olunur. Kütüb-i ehadis +basıra-pira-yı mütalaan olmuş ise benim nasihatime +hacetin olmamalıdır. Yok henüz bu gibi asarı tedkīke vakit +bulamamış isen şu geçen bu kadar sene içinde ne öğrendin? +Nur-ı aynım Fahr-ı Rusül efendimizin ümmetine nesayih-i +aliyesi cümlesinden biri de: +kavl-i şerifidir. +Oğlum nasihat kolaydır müşkil olan nasihatle amil olabilmektir. +Heva ve heves mübtelalarına nasihat kadar acı +bir şey var mıdır? +Menhiyat onlara hoş görünüyor. Ba-husus ulum-ı aliyye +nım bir çok geceler hab u rahatı terk ederek mütalaa ile +meşgūl oldun. Öyle değil mi?! Lakin bu hususda niyetin ne +olduğunu bilemiyorum. İhya-i din tehzib-i ahlak fikriyle +çalıştın ise şayeste-i takdirsin. Seni tebrik ederim. Şu beyti +unutma: +– +Oğlum dünyada ne suretle edersen et akıbet mevt mukarrerdir. +Muhabbet ettiğin şeylerin kaffesinden ayrılırsın. Sana +refik yalnız a’malin olacaktır. Ona göre tedarikatta bulun! +Eyyam-ı maziyyeyi ehval-i atiyyeyi der-piş-i nazar et de +a’mal-i salihaya müdavemet eyle! Ruz-ı cezada edilecek telehhüf +ü teessüf bi-faidedir. +Kuva-yı ruhaniyyeni takviye ef’al-i nefsaniyyeni tezkiye +et. Mevtin vürudundan akdem ol! Çünkü ric’atgah-ı ebediyyen +mezardır. Mes’ud o kimselerdir ki “ircii” emri tanin-endaz-ı +samiaları olunca mürg-i ruhları buruc-ı cinanda nüzhetgah-ı +ebedileri olan lanelere çekilirler şu kıt’ayı düşünerek +okumanı tavsiye ederim: +Bilmelisin ki taat ü ibadat Şari’-i A’zam’ın evamir ü nevahisine +kavlen ve fi’len metanet etmektir. Yani söylediğin +şer’-i şerif olmalıdır. Hiçbir hususda minhac-ı şeriatten ser-i +mu inhiraf etmemelisin! +Şathiyyat-ı ilmiyye tamat ü bideat-ı sufiyye ile mağrur +olma! Tarikate süluk mücahede ve şehevat-ı nefsaniyyeyi +terk heva ve hevesi seyf-i riyazatle kat’ etmek sayesinde +müyesser olur. Yoksa bideat ü turrehat ile değil!.. +Bilmelisin ki lisan mutlak kalb ise şehvet ü gafletle mutbıktır. +Bu ise alamet-i şakavettir. +Bu halde nefsini sıdk-ı mücahede ile öldürmeli kalbini +envar-ı ma’rifetle ihya etmelisin! +Benden birtakım mesailin izahını taleb ediyorsun. Bunların +bazılarına kalen ve kalemen cevap vermekten acizim. +Çünkü bunlar öyle mes’eledir ki anlaşılmaları o halete vusule +tevakkuf eder. Yani sorduğun şeyler mesail-i zevkıyyedendir. +O mertebeye vasıl olmadıkca anlaşılamazlar. Balın +tatlılığı acı bir şeyin merareti müddet-i hayatında hulviyyat +ve mürriyattan bir şey tatmamış olan bir kimseye ta’rif edilebilir +mi? Innin lezzet-i cima’dan ne anlar. +Bu hususda sana ma’lumat vermeye kalkışsam yazacaklarım +muhayyelattan başka bir şey olmaz. Sen yine bir şeyi +anlayamazsın ben de beyhude yorulmuş olurum. Binaenaleyh +bu suallere cevap i’tasından sarf-ı nazar ediyorum.” +Kısmen naklettiğimiz şu satırlar Gazzali’nin Medrese-i +Nizamiyye kürsi-i tedrisini ne için ve ne gibi te’sirat-ı ruhiyye +sevkıyle terke mecbur kalmış olduğunu ifham edebilir: +Gazzali mertebe-i ma’rifetten paye-i bülend-i hakīkate +cede Hazret-i İmam hevesat ü ihtirasat-ı nasutiyyeye ebediyyen +veda’ ederek ezvak-ı ma’neviyye içine dalıyor. Bir +zamanlar felsefiyyatın cedelkar bir mübarizi olan bu dimağın +harekat-ı vapesini ma’neviyatın nuşin-i sanihaları arasında +ve bir zevk-i cavidani içinde sükunet-pezir olup gidiyor. +Bu zeka-yı ateşin kuvvetli bir projektör ziyası gibi her +tarafı tenvir ettikten sonra birden bire sönüyor gayr-ı mer’i +şu’a’at haline inkılab ediyor! +* * * +Şam’ın hüzn-engiz menazırı Cebel-i Lübnan’ın ihtişamnümun +şevahikı Gazzali’nin ruh-ı naledarına sükunet-bahş +olacak yerde bilakis teheyyüc ediyordu. Burada da duramadı. +Mısır’a koştu. Mağrib Hükümdarı Yusuf Taşfin bu +dahi-i irfanın Mısır’a vürudunu istihbar eder etmez bir me’mur-ı +mahsus i’zamıyla Mağrib’e da’vet eyledi. Gazzali icabet +etti. Fakat esna-yı azimette; daha vapurda iken emirin +haber-i irtihal-i ye’s-averini duydu. Mağrib’e gitmekten sarfı +nazarla vatanına Tus’a avdete karar verdi. +Gazzali’nin avdetini istibşar eden müştakan-ı maarif atebe-i +faziletine şitab eylediler. Hazret-i üstad –vukū’ bulan ısrarlara +binaen– yine saha-i tedrisata atıldı. +Bir müddet sonra kendisini Nişabur’a da’vet ettiler. +Nizamülmülk’ün orada te’sis etmiş olduğu bir medresede +tedrisat-ı ilmiyyede bulunması rica olunuyordu. Israra mukavemet +edemedi. Nişabur’a gitti. Atşan-ı zülal-i irfanı olan +binlerce talibin-i ma’rifet hazret-i üstadı; şan-ı kemalat-pirasına +layık olacak surette müdebdeb bir istikbal ile kürsi-i +mualla-yı tedrise ıs’ad eylediler. +Fakat Gazzali’de hırs-ı iştihar kamilen sönmüştü. Evvelki +çarpışmalar münakaşalar mübahaseler mücadeleler şimdi +Gazzali’ye pek yabancı pek bi-lüzum geliyordu. Ruhı +üstad tamamıyla değişmişti. +O şimdi yalnız inzivadan nevehat-ı kalbiyyesini dinlemeden +zevk-yab oluyor şan u şöhret debdebe ve ihtişama +karşı derin bir nefret duyuyordu. Hakkında ibzal olunan +alayiş ü ihtiramat kendisini bi-zar ediyordu. O ruh artık +fuhul-i ulemadan meşhur Gazzali tarzında değil mechul ve +münzevi bir adam gibi yaşamak istiyordu. +Tedris zamanlarından ihtilas ettiği vakitleri mücahedat-ı +nefsiyyeye hasr etmişti. +Gazzali evvelce ümera mecalisinde mübahasat-ı ilmiyyede +bulunmaktan fazl ü irfanı karşısında herkesi zanu bezemin-i +yordu. Halbuki şimdi Bağdad’dan Endülüs’e kadar mümtedd +bir kıt’a-i vesiaya yayılmış olan şöhret-i ilmiyyesini +söndürmek unutturmak istiyormuş gibi her şeye karşı lakayd +bulunmaya çalışıyor muhtefi bir sakf-ı zalam-engiz +altında ve bir nisyani-i mutlak içinde saklanmak çarelerini +arıyor. +Gizli yerlere çekilmek istiyor. Her şeye karşı istiğna gösteriyor. +Nuhbe-i amali bir gayede toplanıyor: O da herkesin +kendisini büsbütün unutması! +Büyük şehirlerden kaçıyor ıssız mahallere saklanıyor. +aver saat-i şegaf-amizinin hiçbir kimse tarafından ihlal edilmemesini +arzu ediyor. +Bütün mesai-i ilmiyye ve şöhret-i kemaliyyesine karşı insanlardan +ancak bu mükafatı kendisinin yalnız bırakılmasını +taleb ediyor. +Bir vakitler alem-i felsefenin bi-hudud ufuklarında uçan +bu ruh; pişgah-ı celalet-nümun-ı hakīkatte tabakat-ı nesimiyyenin +mütehalhil kıtaatına kadar çıkarak orada fıkdani-i +hevadan ihtinaka uğramış bir kuş gibi; bi-tab ü tüvan zemin-i +acze sukūt ediyor. +şeklinde yazılmıştır. +Şehekat-ı vapesinini birer zemzeme-i tazallüm olan nağamat-ı +kalbiyyesini gizli köşelerde izbe hücrelerde yalnız +kendi ruhuna dinletmek emelinde bulunuyor. Çünkü ruhu +beşeriyetin bu acz ü tazallümünden ma’nevi zevkler cavidani +neş’eler hissediyor. +Hırs-ı iştiharın tazyikat-ı takat-şikenanesine rağmen Gazzali +nihayet temayülat-ı ruhiyyesine mağlub oluyor: +Şöhret ü şanı servet ü samanı her şeyi ayakları altına +alıyor bir künc-i ihtifaya çekilerek tezkiye-i nefs ile uğraşmaya +karar veriyor. Neticede her türlü ısrarları reddederek +Tus’a her köşesinde unfuvan-ı hayatına aid birer hatıra-i +nezihe gizlenmiş olan mehd-i sabavetine rihlet ediyor. +* * * +Halife-i sani cenab-ı Faruk-ı a’zam radıyallahu teala +anh hazretleri “İran”ın feth ü teshiri için gönderdikleri ordu-yı +hümayunun hududu tahatti ederek gelmekte olduğunu +Şah-ı İran “Üçüncü Yezdcürd” haber alınca derhal bir +hey’et i’zam etti hey’et bu la-yenhezim ceyş-i tevhide kavuştu. +Ordu-yı hümayun kumandanıyla hey’et reisi arasında +şu muhavere cereyan etti: +– Buraya niçin geldiniz? +– Görüyorsun ki harb için… +– Harbe sebeb ne? +– Sultan-ı serir-i insaniyet veliyy-i ni’met-i a’zam ve +efhamımız Peygamberimiz hazretlerinin vahy-i Hak olan – +olan– emr-i muta’larıyla biz; bu pek mukaddes emrin ifa ve +zalam-ı şirk içinde kalmış olan ihvan-ı beşeriyyetimizi ihda +etmek için hayatımızı nezr ettik. İşte ancak şu maksadla +buraya geldik. Sizi din-i hakka da’vet ediyoruz. Geliniz; din +namına taşımakta olduğunuz o batıl o şeytani i’tikadlardan +vazgeçiniz! Allah’ın birliğini Resulullahın hatemü’l-enbiya +olduğunu tasdik ediniz! Uhuvvet-i insaniyyemizi vicdanen +tashih edelim. Cismen olduğumuz gibi ruhen de kardeş olalım. +Şayed bu teklifimizi kabulden suret-i kat’iyyede imtina’ +ettiğiniz takdirde size bir ikinci teklifimiz var: Bize itaat edeceksiniz +ve delil-i sıhhati olarak münasib mikdar “vergi” vereceksiniz! +Eğer bunu redde kalkışacak olursanız da’vamızı +kılıç fasl edecek! +tü’l-Arab’ın ateşin kum sahralarında haşerat gibi yerlerde +sürünür sefil aç çıplak iken bugün ne cür’etle İran gibi +muazzam muhteşem bir mülkün şahenşah-ı efhamına karşı +böyle bir teklifde böyle had-na-şinasane bir küstahlıkta bulunuyorsunuz? +– Evet düne kadar bu sözünüz doğru idi. Biz sefil biz +vahşi başsız yularsız kanunsuz birer anarşist idik. Cehaletin +en kesif karanlıkları içinde boğuluyor idik. Evet biz o +kadar sefil o kadar fakīr idik ki aramızda açlıktan yılan çıyanla +tagaddi ve hıfz-ı hayatına çalışan görülürdü. Hatta +bazımız yoksulluğun o can-güdaz şiddetinden kız evladını +diri diri defnederdi. Evet evet! Biz; insanlığımızı büsbütün +gayb etmiş; hayvandan cemaddan bile daha aşağıya düşmüştük. +Çünkü o zalam ü cehalet içinde taşları ağaçları +cansız idraksiz şeylere –haşa!– halik süsü veriyor onlara +tapınıyorduk! Önlerinde secde ediyor yerlere yuvarlanıyor +onlardan meded himayet merhamet umuyorduk! +Daima birbirimize düşman yekdiğerimizi siba’-ı müfterise +gibi yaralamak öldürmek kanını içmek saç yolan yaka +yırtan sine döğen dullara; maktullerin üzerine kapanan +kanlarına bulanan yerlerde yuvarlanan validelere; yağmur +gibi kanlı gözyaşları akıtan ciğerler paralar eninler feryadlar +eden yetimlere karşı yamyam gibi sırıtmak… İşte bizim +düne kadar halimiz! Mahiyetimiz! +Fakat bugün öyle değil. Biz bugün o barbarlar o vahşiler +değiliz biz; bugün başka bir millet yeni bir ümmet hakīkī +bir cihan-ı medeniyyet ulvi bir alem-i insaniyyetiz. +Cenab-ı Hak bize içimizden bir hadi-i a’zam bir mürşid-i +efham bir mürebbi-i muhterem ihsan buyurdu. Arablığın +ma-bihi’l-iftiharı! +Ma’den-i +müessis-i +bünyan-ı medeniyyet! Hazine-i şefkat ü merhamet! +Gencine-i ihsan ü adalet! Piş-i kudsiyyetinde akl-ı beşer serbe-zemin-i +secde-i ta’zim. Lisan-ı ezel şan-ı nübüvvetinde +sena-han: +Levlak’in aleyhissalatü vesselam saye-i rahmet-penahında +dünkü kisve-i vahşeti attık. Bugünkü –görmekte olduğun– +libas-ı zerrin-i medeniyyeti iktisa ettik. +Haydi şahına gördüğün işittiğin gibi söyle: Ya ihtida ya +dalali lerze-nak-ı dehşet eden şemşir-i bevarık-efşanı! +Şurada bir dakīka tevakkuf edelim de medeniyet lafzının +mahiyet ü hakīkati namına i’tirafat-ı hak-guyanede bulunan +bir Garb fazılının sözlerine dinleyelim: Veliyyü’n-ni’met-i +cihan-ı insaniyyet ü medeniyyet aleyhi efdalü’s-salat ve ekmelü’t-tahiyye +efendimiz hazretleri bu fena alemine veda’ +buyurmazdan birkaç gün evvel Suriye cihetine bir ordu-yı +hümayun i’zamını ve bunun kumandasının şübban-ı ashabdan +Hazret-i Üsame bin Zeyd radıyallahu anh hazretlerine +tevdiini irade ve ferman buyurmuşlardı. İrtihalleri felaket-i +uzması Medine-i Münevvere’yi ve bütün muhit-i İslamiyeti – +kıyamet günü dehşetiyle– sarsdı. Tedfin merasim-i mukaddesesi +seyller gibi dökülen gözyaşlarıyla ifa kılındı. Güneş-i +cemalinden mahrum kalan yaran-ı kiramın o hevl-engiz dakīkaları +nasıl geçirdiklerini o dağlar eriten sadme-i felakete +nasıl tahammül edebildiklerini tarih-i İslam ifade ve tasvirden +şeklinde yazılmıştır. +Zat-ı kudsi-sıfat-ı cenab-ı Risalet-penah-ı a’zaminin ammizade-i +muhteremeleri Hazret-i Mugire bin el-Haris bin +Abdülmuttalib radıyallahu anh hazretlerinin o hengame-i +musibette söyledikleri mersiyenin şu birkaç beytini buraya +nakletmeden geçemedim : +Sevgili yar-ı garı cenab-ı Sıddik-ı a’zam radıyallahu +teala anh efendimiz hazretleri calis-i serir-i Hilafet-i Muhammedi +olduktan ve bey’at-i amme takarrur eyledikten +sonra ordu-yı hümayunun veche-i me’muriyyetine tahrik ü +re haricinde nasb-ı hıyam-ı satvet ü mehabet etmiş; harekete +amade bulunuyor ve emr-i ‘ali-i Hilafet-penahiyi bekliyordu. +Hazret-i Ömer el-Faruk radıyallahu teala anh efendimiz +hazretleri de ordu-yı hümayuna refakat ve ifa-yı hizmet +etmek üzere zat-ı hazret-i Risalet-penah-ı a’zamiden – +kable’l-irtihal– bizzat emr ü ferman-ı hümayun ahz ü telakkī +etmişlerdi. +Şevketli birinci halife-i Resulullah hazretleri ordugahı +teşrif ve kendilerince gördükleri lüzum ve ihtiyac üzerine +Hazret-i Faruk’un kalmasına müsaade olunmasını genç kumandan +hazretlerinden iltimas buyurdular. Şayan-ı dikkat +değil midir ki emretmek hakk-ı hilafetini hatırlarına bile getirmediler. +Çünkü ona; kendilerinin değil cenab-ı Resulullahın +kumandanı nazarıyla bakıyorlardı. Hazret-i Üsame’den +“Neam ve isabeten!” cevab-ı muvafakatını aldıktan +sonra mücahidin-i ashabı bir daire şeklinde topladılar ve içlerine +girip şu mantık-ı meşhuru irad buyurdular: “Ey mücahidin-i +mine dair size söylemek lüzumunu hissettiğim sözlerimi güzelce +dinleyiniz! A’da-yı din ile merdane kahramanane harb +ediniz! Hile vü hıyanete sakın tenezzül etmeyiniz! Mağlubunuza +–burunlarını kulaklarını dudaklarını kesmek veya +kollarını bacaklarını kırmak koparmak gibi– işkenceden sakınınız! +Sakınınız ki vahşettir barbarlıktır. Bunu İslamiyet +kat’iyyen kabul etmez. İhtiyarları çocukları kadınları zinhar +şeklinde yazılmıştır. +öldürmeyiniz! Eşcar-ı müsmireyi kat’ u tahrib mahsulat-ı +arzıyyeyi ihrak u imha etmeyiniz. Hayvanatı ihtiyacınızdan +fazla beyhude ve bi-gayrı hak boğazlamayınız! Yolunuz üzerinde +birtakım erbab-ı uzlet ü vahdete abidin ve mütefekkirine +tesadüf edeceksiniz; sakın bunlara fenalık zulüm +ve hakaret etmeyiniz!” +Fazıl-ı müşarun-ileyh diyor ki: Büyük Peyamberin birinci +halifesi mahfuziyet-i hayattan masuniyet-i hukūktan aceze-i +eşhası; ruhaniyyun namına hiçbir ferdi istisna etmedi. +Yalnız halkı vahdaniyet-i İlahiyye aleyhine tehy[i]c ü ifsada +çalışan mutaassıbları… +Şimdi munsifane bi-tarafane düşünelim: Bin üç yüz sene +evvel Ceziretü’l-Arab’ın bir köşesinde barbarlıkla mevsuf +kabail-i Arabdan birinin reisi addolunan şu zatın; askerine +verdiği emre bakınız! Bakınız ki asr-ı medeniyyetin yetiştirdiği +en terbiyeli en insaniyet-perver geçinen kumandanların +emirleriyle ef’al ü hareketleriyle nasıl taban tabana zıd! +O büdela vahşiler şeyhi dediğimiz zat harbe gönderdiği +askerine ne tenbihatta ne vesayada bulunuyor. Bu medeniyetle +ler söylüyor neler yaptırıyor? La Martin; Osmanlı Tarihi +cild s. “Trablusgarb’daki İtalya kumandanlarının kulakları +patlasın!?? Koca medeni kumandanlar!” Artık La +Martin’in ne demek istediğini izaha hacet var mı? On dört +asır evvel Hicaz üzerinde tulu’ eden mihr-i münir-i İslamiyet’in +neşrettiği envar-ı füyuzat-nisar-ı medeniyyetten nazar-ı +nin sahte yaldızlı bir nikabdan başka bir şey olmadığını ruhundan +kopan bir enin-i teessürle anlatıyor. Hakīkat değil +on dört; milyonlar milyarlarca asırlar geçse yine hakīkattir +tebeddül ü tegayyür şanından münezzeh ve mütealidir. İşte +bu ezeli hakīkat bu hakīkatü’l-hakayık-ı ebediyyet cenab-ı +Kur’an-ı Hakim ’dir. +Tevhid: Nam-ı celal-i kibriyasına ahd-i ali-cenab-ı Zi’nnureyn’de +radıyallahu anh Şübeytıla civarında tarih-i İslamın +“Harbü’l-abadile” ünvan-ı celilini verdiği o melhame-i +kübra ne idi? Şübeytıla’yı bilirsiniz değil mi? Evet: Şübeytıla +Medinetü’s-selam’dan merkez-i ali-i İslamiyyeden iki aylık +uzak bir mahal. Trablusgarbla Tunus arasında bir mevki’. +Meşahir-i cengaveran-ı Arabdan Abdullah bin Sa’d hazretleri +bir fırka mücahidin-i İslam ile buraya kadar ilerlemiş ve +Berberilerle kanlı bir harbe tutuşmuştu. +Berberiler; üç yüz binden ziyade; insan deryası ıtlakına +şayan oldukları gibi zayiatını –ne kadar çok olsa– yine derhal +telafiye muktedir idiler. +Bu müdhiş kesret telafideki bu suhulet Berberileri layenhezim +zannettiriyor. Binaenaleyh ceyş-i tevhidi muhakkak +bir felaket-i mağlubiyyet belki bir istisal karşısında gösteriyordu. +Çünkü bunlar bir avuç şir-i nerler; ümid-i istimdada +bedel Allah’ın nusretine istinad ediyorlardı. +Cenab-ı halife[ye] ilham olundu. Abdullah bin Zübeyr +hazretlerini bir fırka-i imdadiyye ile yola çıkardı. Harbin tam +en şiddetli bir safha-i hunini[n]de ihtiyacın en mübrem bir +anında yardıma yetişti. Allah’ın +seyf-i İslam önünde ser-be-zemin-i makhuriyet oldu. +Kumandanları Çerçiz Abdullah bin Zübeyr hazretlerinin +samsam-ı hun-aşamına can verdi. Düşmana nisbet kabul +etmez bir ekalliyette olan bu mücahidin-i ashabın merkez-i +oklar mızraklar kargılar arasında bu derece şanlı bir +muzafferiyeti der-ağuş etmesi tevhid-i İlahinin ruhlarını ne +derece teshir eylediğine en parlak bir delildir. +Ondan sonra Ukbe bin Nafi’ değil miydi ki Kartajya Hükumeti’ni +bir darbe-i kahharanesiyle zir ü zeber ediyor; akıllara +durgunluk verecek bir cesaretle ateş deryaları kan tufanları +atlayarak Bahr-i Muhit hail olmadıkca bir lahza tevakkuf etmiyordu. +Vakta ki o bahr-i bi-keran pişgah-ı azm-i şiranesine çıktı; +bir ona bir asmana bakarak “Ya Rab! Şahidim ol! Eğer şu +umman-ı bi-payan azm-i la-yetezelzele sedd-i rah-ı mümanaat +olmasaydı nam-ı akdes ü a’lanı daha ileriye götürürdüm!” +diye beyan-ı teessür ü teessüf etti. +Bu ne ulvi tevhid..! Bu ne kudsi temcid…! +Asrımızın eazım-ı üdebasından bir hame-i sehhar bir +kilk-i füsunkar; cenab-ı Ukbe’nin bu azametli hitabını “Aşağıdan +yukarıya edilen bu hitab yukarıdan aşağı edilen hitablar +kadar ulvi idi!” mediha-i ruhiyyesiyle tebcil ediyor ve +daldığı derya-yı vecd ü istiğrak içinde “Bu sözü gökte melekler +layık olduğu vechile telakkī edebilmek için gerdune-i +arzın birkaç saniye tevakkuf etmiş olduğuna kailim!” gibi +gerçekten sehl-i mümteni’ bir şi’r-i garranın mülhemi oluyor. +Ne ulvi bir hayal değil mi? Buna bin hakīkat kurban +olsun! +Hicret-i seniyyenin ’inci senesinde Emir Musa bin +Nusayr ile Tarık bin Ziyad İspanya şibh-i ceziresine geçmek +üzere Tanca’da hazırlıklar görüyorlardı. Tarık asrının bu +Arab kahramanı İslamiyet’in bu seyf-i me[s]lul-i celadeti +ordunun piştar kısmıyla karşı yakaya geçer geçmez gemileri +askerinin gözü önünde yakıyor ve onlara “İşte ümid-i avdet +kalmadı. Düşmandan firar beyhude. Çünkü karşıya geçmek +muhal! Allah yolunda tevhid şerefine bünyan-ı mersus-ı +Haydi ileri Arab arslanları!” diyordu. +Bu vasi’ kişverin fethini –iki ma’nasıyla– meydan-ı şehadet +olan Vadi’l-Hicare’ye sorunuz! Sorunuz ki o asrın fenn-i +harbini hayretler içinde bırakan bir azm-i şirane bir celadeti +kahharane ile Kral Rodrik’e nasıl saldırdı. Ve hemen bütün +ordusuyla nasıl Malik-i Cahim’e teslim ederek Got Hükumeti’ne +hitam verdi? +Tarık’ın hatf-i ebsar edecek bir sür’at-i berkıyye ile biperva +nasıl cevelan ettiğini nasıl Tuleytula’nın arz-ı +teslimiyyet eylediğini maide-i Süleymani’den sorunuz! +Mazinin İslamiyet nam-ı celiline bu emsalsiz mefahir-i +fütuhatı hurşidlere gark olmuş birer levha-i cihangiri gibi +şeklinde yazılmıştır. +piş-i hayalimden geçerken kendimi bir tarih-i İslam yazmakla +meşgūlüm sanıyorum. Daha doğrusu: Müteverrim ruhum +cazibe-i tahayyül ile kendisini o şanlı gazavat o şevketli fütuhat-ı +bia yaradılmış– mücahidinin o hakīkī muvahhidinin hak-i +payına yüz sürmeye çalışıyor! +Perestiş ettiği dininin tarihini bilen hassas bir vicdan için +milletinin idbar ü inhitatından mütevellid öldürücü alamını +ta’dil edebilecek bir lisan-ı tesliyet varsa işte o da ancak +tarihidir! Onun sirişk-i teellümünü ancak tarih-i dini silebilir. +Onun enis-i ruhu tarihidir! +bir zevki bir kıymeti varsa o da milletinin saadeti şevket ü +azamet-i cihangiraneye malikiyetidir. +Kötürüm bir İngilize a’ma bir Almana sorunuz “Tabiatın +mahkumu olduğun bu ebedi felakete karşı ne ile müteselli +olur hayatın zevkini ne vasıta ile duymaya çalışırsın?” meğer +onlar da bizim kötürümlerimiz bizim a’malarımız gibi +hatta bizim kadar hissiz ruhsuz iseler! +Hayır hayır! İnsan öyle müebbed bir felaketin zebun-ı +kahrı olur da hiç o canistan-ı kabus-ı ma’luliyyete karşı bir +tesliyet aramaz olur mu? +Bak ey dindar kari’! On üç asırlık bir mazi-i baidin a’mak-ı +ademine gömülmüş ve şimdi muhal ender-muhal +olan bir ümidin kuvve-i muhayyilesiyle neler düşünüyorum? +Ah….! Ne olurdu: Pirene Dağları’nın o sema-paye şahikalarına +tırmanarak Gal memleketine Fransa’ya dalan Abdurrahman +Puvatya sahrasında Şarl Martel ile karşılaşarak +harbe tutuştuğu zaman hedef-i sehm-i şehadet olmasaydı! +Olmasaydı da Avrupa kıt’ası yekpare bir kişver-i tevhid +olaydı! +Puvatya topraklarına serilerek Allah’ına güle güle kavuşan +“Abdurrahman”ın o Fransa ve belki bütün Avrupa tarihlerinin +hala titreye titreye meşhed-i mübarekini selamlamakta +oldukları o şehid-i muazzamın sine-i hamasetinden +taşan dimağını sarsan emel-i muazzez bundan başka ne +olabilirdi? +Eğer şehadet: Onu tevkīf etmemiş olaydı Gal ikliminin +fethiyle kanaat mi edecekti? Tarihlerin Şarl Martel’e Avrupa’nın +“müncisi!” namını vermeleri Abdurrahman’ın yevm-i +şehadetini –kendi selametleri namına– takdis eylemeleri tevhidi +kabul etmek mahkumiyetinden ! kurtulduklarından +dolayı bahtiyarlıklarını ? i’lan etmek değil mi? İşte tevhid-i +mukaddesenin ziya-yı hurşid gibi tecezzi kabul etmez ittihadı! +Bir kere düşünelim! Medine-i Münevvere nerede Puvatya +nerede?... +Bir kılıçla bir kucak okla birkaç mızrak ve kargı ile Afrika’nın +bütün şimalini koca İspanya şibh ceziresini Fransa’nın +kısm-ı cenubisini fethetmek bir tarafdan ta Çin surlarına +kadar dayanmak adeta küre-i arzı şark ve garbdan +kucaklayarak sultan-ı tevhide takdim etmeye çalışmak bir +kudret-i ma-fevka’t-tabianın vücuduna mütevakkıfdır demekte +akıl muztar kalıyor! +Bunlar da bayağı bildiğimiz –bizim gibi?– insan idiler. +Fakat yalnız cismen değil; ruhen de insan; hakīkatü’l-hakayık-ı +tevhidi bütün insaniyetleriyle bütün idrak ü vicdanlarıyla +kabul ederek der-ağuş etmişler insaniyeti bi-hakkın +tamamen anlamışlar; sırr-ı hilkati Allahu Ekber’e karşı mükellef +ve medyun oldukları vazife-i abdiyyeti ruhen takdir +etmişler. Artık bunların nazarlarında vazifeden ubudiyetten +Allah yolunda ölmekten başka ne şeref ne saadet kalır? +Kudret-i fatıra insanları öyle bir surette yaratmıştır ki +bütün mahlukat insanın her emrine ram oluyor. Çünkü her +şeyi gaye-i hilkat olan insanların menafiine olarak halk +ettiğini Zat-ı Ecell ü A’la Kur’an ’da haber veriyor. Binaenaleyh +ez-her-cihet mahlukat-ı saire üzerine şeref ü rüchanı +olan insan için elbette bir gaye-i kemal vardır; ve bunu ihraza +çalışmak da üzerine farzdır. Aynı zamanda insan noksana +da ma’ruz olduğu cihetle sa’y ü gayretle o noksana galebe +etmek lazımdır. Acaba gaye-i kemal-i insan nedir? Noksan +hangi şeylerdir? +sab-ı fezail eylemektir. Noksanı ise rezail-i ef’alden birini irtikab +eylemektir. Evet; gerek efrad-ı insaniyye ve gerek hey’et-i +mesi mutlaka fezail-i ahlakıyyeyi kendisine rehber ittihaz +ederek rezailden ictinab etmesi ile olur. +Fezail-i ahlak bir milleti nasıl evc-i bala-yı terakkīye isal +ederse rezail de bir milleti dereke-i inhitata doğru sürükleyip +götürür. Bir milleti teşkil eden efrad u sunuf her ne zaman +harikalar göstermişler; hangi vakit irtikab-ı rezaile münhemik +olmuşlar ise bütün mütefekkirini hayretlere ilka eden bir +tedenni ile hufre-i inhitata doğru gitmişlerdir. İşte bu tarihin +bizlere gösterdiği bir hakīkattir ki inkarı kabil değildir. +Fezail: Öyle bir sıfat-ı aliyyedir ki kendisiyle muttasıf +olan iki vücud arasında bir aheng-i vifak husule getirir. +Hey’et-i ictimaiyye-i beşeriyye arasında medar-ı vahdet efrad +arasında metin bir devre-i ittihad teşkil edecek yegane +esas-ı fezaildir. Binaenaleyh fezail bir cazibe-i umumiyyedir. +Cazibe-i umumiyye kevakib ü seyyaratın arasında meşhud +olan nizam u intizamı nasıl muhafaza ediyorsa ta’bir-i aharla +bu nizam ü intizam nasıl cazibe-i umumiyye sayesinde +payidar olur ve bütün kevakib tevazün-i kuva sebebiyle kendi +merkezlerinde sabit kalıyorlarsa; gerek hey’et-i ictimaiyyeyi +teşkil eden efrad-ı insaniyyeden her ferdin mevcudiyeti +şahsiyyesinin yaşadığı bir zaman-ı mahdudda muhafazası +ve gerek hey’et-i ictimaiyye-i insaniyyenin muhat-ı ilm-i İlahi +olan bir atiye kadar kemal-i intizam ile güzeran etmesi +ancak fezail iledir. Şu mesrudat ile anlaşıldığı üzere fazilet +bir millet hey’et-i ictimaiyyesinin ruhu mesabesindedir ki +bit-tabi’ ruhsuz insan yaşayamaz. +Rezaile gelince: Bunlar nüfus-ı beşeriyyeye arız bir takım +keyfiyyat-ı habisedir ki bunlar ile muttasıf eşhas arasında +daima tefrika niza’ u cidal buğz ü adavet eksik olmaz. +Bu rezail her hangi millette zahir olursa o millet mutlaka +le beraber koca bir devlet-i muazzama-i İslamiyye olan İran +devletinin ahval-i hazıra-i müessifesini nazar-ı dikkate almalarını +kariin-i kiramdan temenni ederim. +Şimdi bir kere de kendi halimizi tedkīk edecek olursak +görürüz ki hey’et-i ictimaiyyemizi tehdid eden pek çok emraz-ı +bir surette ki bunları teşrih u tedavi etmek pek çok fedakarlığa +vabestedir. +Bugün millet-i İslamiyyeyi teşkil eden efrad arasına öyle +muzır mikroplar serpilmiş ki bunlar ile millet-i muazzama-i +keşf olunarak tedavisi çarelerine gidilmiyor! Bu maraz-ı +müzmini keşf edip muzır mikropları izale ederek milletin +ahlakını tasfiyeye çalışmak ise ulemanın duş-ı hamiyyetine +düşen bir vazife-i diniyyedir. +Eğer sınıf-ı ulema-yı İslamiyye sahib-i şeriata varis olmaları +hususunda bezl-i mechud ederlerse evet +nass-ı celili muktezasınca halka va’z u nasihat ederek Nebiyy-i +zi-şan efendimizin evsaf-ı celileleriyle hulefa-yı güzinin +sıfat-ı aliyyelerini ta’lim ederek halkı ef’al-i rezileden ictinab +den asla korkmazlar ise millet-i İslamiyye için bulunduğu +mezellet ü meskenetten sıyrılıp çıkmak hiçtir. Fakat va esefa +ki maraz birimize değil hepimize sirayet etmiştir tabibe de +sirayet etmese idi belki hastanın derdine pek çabuk bir surette +deva bulmak mümkün olurdu! Lakin hastalık –etıbba +da dahil olduğu halde– umuma sirayet ederse bu marazın +tedavisi güçleşir. Hatta –mes’elede alakadar bulunmaları +dolayısıyla– diğer memalik-i baidede bulunan etıbbanın tedaviye +şitab edecekleri bir emr-i tabii hükmünü alır! +Bir milleti irşad edecek milleti rah-ı selamete çıkaracak +olan ancak o milletin uleması üdebasıdır. Çünkü onlar milletin +etıbbası olduklarından bu maraz-ı ahlakīyi güzel bir surette +teşrih u tedavi ederek onları bir hayat-ı ebediyyeye +saadet-i sermediyyeye isal edecek olan ancak ulemadır. +Halbuki mevcudiyet-i milliyyemizi tehdid eden marazlar yavaş +yavaş o sınıfa da sirayet etmekte olduğu görülür ve bunun +önü alınmaya çalışılmazsa sonra ne olacak?.… Mevt-i +ebedi! +Biz bu makale ile emraz-ı ictimaiyyemizi birer birer ta’dad +edecek değiliz. Belki bir danesini söylemekle iktifa edeceğiz +ki o da her fenalığı millete sebeb-i yegane olan müskirat +en fenası Kur’an-ı Kerim ’de hurmeti haber verilen kumar +değil mi? Şübhesiz! Bunun fenalığını millete bir lisan-ı azbü’l-beyan +müzminden kurtaracak olan kimdir? Şübhesiz ki ulema-yı +kiram hazeratıdır. Fakat ulema-yı kiram hazeratı bu illet-i +müdhişeye mübtela olan halka sözünü isma’ ettirebilmek ve +onları bu suretle tedavi etmek için halkın hüsn-i zannını +büyük bir emniyetini almış olmalıdır ki bu da şeref-i ilmiyyeyi +muhafaza ederek bu müdhiş ve sari illete kendisini +kaptırmamak ile olur. Halbuki gece gündüz bir çok kahvelerde +mutlaka –talebelikle münasebeti olmayan– üç beş +başı sarıklının birtakım menhiyyat ü lu’biyyat ile meşgūl +olduklarını maatteessüf herkes görüyor ve bütün ilmiyeye +karşı kendisinde bir hiss-i nefret uyanıyor. Acaba talebelikle +münasebeti olmayan birtakım kesanın kisve-i mukaddese-i +ruada bulunmaları bütün ilmiyeye bir leke değil midir? Evet +bir lekedir hem de öyle bir leke ki herkesde ilmiyeye karşı – +bir hürmet beslemek lazım iken– bir hiss-i nefret uyandırmaya +sebeb oluyor. Fenaların yanında iyiler de gidiyor. +Sırası gelmiş iken merci’-i aidinin nazar-ı dikkatini celb +etmek için ber-vech-i ati bir vak’ayı zikretmek istiyorum: +Birkaç gündür civarımızda bulunan bir kahveye çıkıp arkadaşlarımdan +birisiyle mesail-i ilmiyyeden bir mes’ele-i mühimme +hakkında mübahase ediyorduk. Bu kahveye devam +ettiğimiz müddetce gece gündüz on beş yirmi başı sarıklının +–kahvecinin rivayetine nazaran– ta gecenin saat dokuzuna +bazı on on birine kadar pek kıymetli olan vakitlerini lu’biyyat +Çünkü yalnız ta’til geceleri değil tahsil geceleri bile bu hal +devam ediyor. +Birkaç gün mukaddem yine arkadaşım ile mübahase +ediyorduk bir de baktık ki hemen birden bire iskemle masa +gürültüsü patladı. Bir de ne bakarsın iki sarıklı! Birisinin +kafası yarılmış kan fışkırıyor diğeri ise fes sarık +kundura gibi şeyleri bırakmış dışarı fırlıyor. Evet darib [ü] +carih kaçtı madrub u mecruh orada sızdı. Bunun üzerine +hazırundan her birisinin ağzından ilmiyenin hey’et-i mecmuasına +karşı bin türlü söz fırlatıldı ki tahammül etmek için +mutlaka insanlıktan tecerrüd etmek lazımdır. Artık o zaman +beni bir ye’s kapladı Kendi kendime dedim ki: “Aman ya +Rab! Bu hal-i esef-iştimal nedir.? Biz ki milletin mürşidleri +olacak iken din vatan millet bizden büyük büyük hizmetler +beklerken millet bütün müşkilatını bize müracaat ile halletmek +lazım gelirken böyle bir sınıf[ın] tahkīr olunmasına +sebeb nedir? Bu sualin cevabını vicdanım veriyor ve diyordu +ki: “Siz verese-i enbiya ve hadim-i din olduğunuz halde +yar u ağyara karşı muhterem kisve-i ilmiyyeyi labis olarak +kumar üzerinde yekdiğerinizin kafasını yarar gözünü çıkarırsanız +her zaman ahalinin hedef-i tahkīri olursunuz. Gerçi +şeklinde yazılmıştır. +şeklinde yazılmıştır. +bulunmasından cümlesinin bunlar gibi olması lazım gelmez +bunu herkes bilir fakat va esefa ki söylenen sözler hepsine +birden söyleniyor. Talebeler böyledir deniyor. Bir fenanın +yanında bin ehl-i namus lekelenir!” +Şimdi münsifane düşünelim bu suretle milletin nuhbe-i +amali ve matmah-ı enzarı olan hakīkī talebe-i ulum halk +nazarında düşecek olursa bit-tabi’ bunların cevami’-i şerife +ve mahall-i sairede edecekleri telkīnat-ı diniyye sem’-i i’tibara +alınır mı? +Artık yetişir bu gaflet! Elverir bu intizamsızlık! Talebe-i +uluma bakılacaksa bunların hali ıslah olunacaksa olunmalı; +olunmayacaksa biz de başımızın çaresine bakmalıyız. Yoksa +bu gidişle Haki el-Mevlevi’nin: +Sahib-i imame olmuş da elif-ba bilmeyen +Ben ne e…kler de gördüm meslek-i ilmiyyeden +Kutb-ı aktab-ı cihan olsa kişi terbiyesiz +Mekteb-i irfanı bilmez çıksa da Mülkiyye’den +Kıt’ası gibi mahalline masruf levhalar her zaman enzar-ı +millette tecelli eder. Hakīkī talebe-i ulumu rencide eden birtakım +kesanın rezaletini görüp izalesine tevessül etmedikleri +Şeref ü haysiyyetini muhafaza etmeyen birtakım kimseler +yar u ağyara karşı ilmiyenin umumuna birden büyük +lekeler iras ve gayr-ı kabil-i tedavi yaralar tevlid edecek +ef’al-i na-layıkada bulunuyorlar da müfettişlerin hiç haberi +yok! Yazıklar olsun! +Bizim bu sözlerden maksadımız talebeyi kahveye çıkmaktan +men’ etmeli demek değildir. Sakın Ders Vekaleti +böyle telakkī etmesin! Zira bu rutubetli medreseler talebe-i +ulum kardeşlerimize mesken ü me’va oldukca talebe kahveye +çıkmaktan kat’iyyen men’ olunamaz! Şu kadar var ki yar +u ağyara karşı haysiyet-i ilmiyye muhafaza olunmalıdır. +Çünkü yukarıda da söylediğim vechile millete mürşidlik vazifesini +bizleriz. Binaenaleyh vakar u haysiyyetimizi muhafaza etmeli +nasın hüsn-i zannını ve emniyet-i tammesini kazanmalı +ve nasa telkīn edeceğimiz mealim-i diniyye ile evvela +kendimiz amil olmalıdır ve illa: +* * * +Mefhumuna ma-sadak oluruz. +Hem zaten şeref ü haysiyetlerini tanımayarak bu gibi +mevaki’-i töhmette bulunmalarıyla nasın su’-i zannını kazanan +gafillerin –üzerinden aybı kaldırmadıkça– nasa edeb +din ta’limine kalkışmaları nas üzerinde hüsn-i te’sir bırakabilir +mi? +Bu halimiz ile çıkıp da halka karşı va’z u nasihat eder +ötekine dinsiz berikine kafir diğerine ahlaksız diyecek +olursak korkarım ki bizim hakkımızda şairin şu ebyatını +okumakta güçlük çekmezler: +Ey aşiyan-ı pederi terk ile tahsil-i ilme şitab eden müştakan-ı +Din vatan millet bizden pek büyük gayet ciddi hizmetler +bekliyor. Bizim üzerimize terettüb eden vazife silk-i celil-i ilmiyyenin +şeref ü haysiyyetini muhafaza millet-i muazzama-i +derek din-i celil-i Muhammedi’yi a’danın hücumundan muhafaza +edecek olan ulum u fünun-ı hazırayı tahsil etmek için +sa’y ü gayret etmektir. Me’mul ki Ders Vekaleti de bizim +terakkī ve tealimizin daha ileri gitmesi için çareler düşünür. +Dilimizde bizim gibi göçebe yaşayışından çıkmış şehir +hayatına girmiş.. Bunun için bedevi iken medeni olana olan +ona da olmuştur. Bir vakitler konardık göçerdik.. Oturduğumuz +oba idi giydiğimiz kepe idi. Sebük-bar idik. Durağımız +konak değil idi ki divarı damı çerçevesi camı olsun. +Gün geldi; oturduk.. Medeniyet evine yerleşmeye başladık. +Keçe yanına çul kilim halı hasır döşedik.. Bunlar üstüne +minder şilte yaydık. Yasdık yatak yorgan yapındık.. +Çanak çömlek derken tepsi sini kase tabak sahan desti +şişe sürahi kupa bardak gibi kap kaçak edinip debdebeyi +düzdük. Giyindik kuşandık. Böylece elimize ve evimize giren +şeylerin adları da dilimize girdi. +Gün geldi; Tanrı’nın hidayetiyle din yoluna yöneldik. +Göğsümüz iman ile gönlümüz nur ile doldu. Abdest aldık +namaz kıldık oruç tuttuk. Zekat verdik hacca gittik. Cami’ler +yaptık minareler yükselttik. Böylece “şehadet kelimesi +de selam imsak iftar Ka’be Kur’an şeriat” gibi mübarek +ta’birler de dilimize girdi. +Gün geldi; iller görüp ellerle görüştük. Aşlar işler yaptık. +Yedik içtik aldık sattık zadımızı zahiremizi çoğaltıp taamımızı +şarabımızı libasımızı yoluna koyduk. Muaşeret ve ihtilat +arttıkca görüştüklerimizin görgüleri bize de görenek oldukca +maişet derken işe nuşa döküldük. Şarablar şürublar +şerbetler meyler badeler sahbalar sabuhlar gabuklar kadehler +sagarlar piyaleler meyhaneler ayağlar tefağlar şişeler +sebular humlar rıtıllar birbirine karıştı. Böylece yine +bir takım sözler dilimize girdi. +Kim bilir daha neler oldu… +Medeniyet yoluyla diyanet yoluyla ihtilat ve muaşeret +yoluyla gelen bu sayısız şeylerle ellerimiz illerimiz doldu. +Bunların bazılarına Türkçe ad verdik. Ad veremediklerimizi +kendi adlarıyla kabul ettik. Bunda Türkçe için ayıb sayılacak +bir şey de yok idi. Darlık oldukca başka dillerden lügat +almak bütün dillerin yaptığı bir iştir. Elde adet olan şey +bizde bid’at olacak değil ya!.. +Aldığımız lügatleri ta’birleri edinmek kendimize mal +etmek hakkımız idi. Bilinmez ki niçin sade “istimlak” sözünü +bilmekle kaldık da bunları istimlak edemedik? Her gün +dilimize vird olan aramızda dönüp duran bu sözleri boyuna +eğreti tanıyıp geldik? Bilinmez ki niçin bunları kablarımız +almayacak kadar kablarımızı yırtacak kadar çok aldık? Bilinmez +ki niçin? +Vaktiyle bilinmemiş. Fakat bugün bilinmiş ve bilinecek +bir şeydir ki aldığımız lügatler bizimdir. Bunları ağzımıza +uyduğu gibi telaffuz etmek istediğimiz gibi yontmak onarmak +seler karışamaz. Kimselerin karıştığı da yoktur. +Fakat çok gevşeklik etmişiz.. Çok da gecikmişiz.. Köle +kendi efendisini esir etmiş. Zaman geçerek arada hak gibi +bir şey hasıl olmuş. Adeta iş için çağırılan ırgad ele alınan +alet bize asi olmuş. Biz onlara emredemiyoruz.. Onlar bize +emrediyor. Hem de emirlerine itaat etmemek elimizden gelemez. +Bunları itaat altına almak hatırımızdan geçemez. Mesela +bunlardan “abdest” kelimesini çokluk “abdes” ve “abdas” +suretinde kullanırız. Fakat bunu bu hale koymak kimsenin +haddi değildir. Bir çok kimseler hala “zekat” ’ ı +“zekat” ve hatta “zekat” yapacak kadar bu +noktada gayret-keşlik ederler. Bugün işin bu derecesine gidilmese +bile yazıda temelden bir şey yapılmadıkça bunda +dört başı ma’mur bir tedbir yapmak güç değil muhaldir. +Ne yapacağız? Yapılacak şey bellidir. Fakat bizde yapacak +hal yok. Ne olacak? Bizim bütün bilip de çaresine bakamadığımız +şeyleri zaman ile dil zora koşup başlarına vura +ura yola yatıracak. Nasıl ki “ebdal estar esami attar ariyeti +pişin destgah teneşuy tak töhm turşu cadu canver +ceyb cüvan-merd cevz cameşuy çarçube culah çerağ +çüft hardel haşari hammur haviye horos devat arak +rehvar zenane sürna sakka sevad zukak istiska istiftah +sabun sanduk suhte süm-tıraş tabl fincan hatun haftan +halife kalıb kavvas kaht gılaf kelbetin kargef kethüda +lafzen nerdüban nöhud muşamma’ mukavva nim-ten +na’l na’lçe na’lin horon yad-daşt” gibi birkaç yüz lügati +zoru ile kırıp “abdal astar esame aktar eğreti üstübeç +gah teneşir tek tohum turşu cadı canavar ceb cömerd +ceviz çamaşır çerçeve çulha çırak çift hardal haşarı hamır +havya horoz divit rakı rahvan zenne zurna saka +savat sokak sıska siftah sabın sandık softa sunturac davul +filcan kadın kaftan kalfa kalıp kavas kıt kılıf kerpeten +gergef kehya lafazan merdiven nohud muşamba +mukavva mintan nal nalça nalın harin yades” +şekline koymuş derece derece Türkçeleştirmiş Türk töresine +yatıştırmış. Elbette bu böyle olacak.. Elbette tabiat zora +gelmez zorlayanları zora koşar. +Lügat alma işinde en büyük hata buradadır. Bu olmasa +Bu böyle diye işi kendi akıntısına bırakalım mı? Bırakırsak +himmetle beş yılda olacak şey belki de elli yıl sonralara +kalıp körü körüne birtakım yeni biçimsizlikler de meydana +gelecek. Yazık ki o zaman Türkün “Beş yüz kuruşum olmadığı +hakīkaten zararımız sermayemizi boğacak. +Tekrar ederiz.. Yazımızda temelden ve gereği gibi ta’diller +Bir şey yapamayacağız; bari kendi işini kendi yapıp Türkçe’ye +doğru bir adım gelen bir adım değilse bir ayak gelen +bir parmak gelen “çamaşır” gibi “merdiven” gibi “papuç” +gibi “nal” gibi lügatleri istikbal edelim. “Ceviz”i “cevz”e çevirmeye +çalışmayalım. Dilimizin kendi malı olan “araba”yı +“alav”ı “entari”yi “imbat”ı “bacanak”ı “damak”ı “yara”yı +“tebeşir”i “peynir”i “ineğim sağma”yı “balyemez”i +anaları göğsünden çatır çatır koparıp “uruba” “alev” “anteri” +“nimbad” “bacenah” “dimağ” “yare” “tebaşir” +“penair” “alaim-i sema” “asel nemi-hored” şekline koyarak +maskara etmeyelim. +Mektubunuzun ifadatından eser-i zühul vaki’ olduğu anlaşılıyor +demekle iktifa edeceğim. +Takdirinizden eserimiz mazhar-ı kabul-i amme olduğunu +“Tenkīd-i Muhıkk”in ifade-i meramında “esna-yı tenkīdde +bazı yeniliklere…”den aşağısını tekrar okuyunuz! +Bir de “son sözlerim” diye muahharasını bir gözden geçiriniz! +Dedikten sonra; mektubunuzun iki noktası vardır. +Biri “reddiyyenizde ’uncu” satırdan “eazım-ı müfessirinden +Fahrüddin-i Razi” fıkrasının nihayetine kadar olan isnadınızı +şiddetle ve tamamıyla reddederim. Çünkü Darwin’in +mesleğini kabul değil “Tenkīd-i Muhıkk”in ’ncı sahifesinin +evasıtından ’uncu sahifesinin ikinci satırına kadarki +satırlarıyla bu mesleğin reddedildiği ma’lum-ı ehl-i irfan ve +kariin-i kiramdır. +Darwin “tezerrür” yani “tenasül ve tekamül bi-gayrı nefsihi” +mesleğini kabul etmiş biz ise teşebbuh yani “tenasül +ve tekamül bi-nefsihi” usulünü kabul ederek hatta +hadis-i şerifiyle istişhad ettiğimiz meydandadır. +Mektubunuzun diğer noktası ki: “Bu beyanatınızdan Darwin +nazariyyesini” satırlarından aşağısı hususunda hakīkate +doğru tenvir u ta’mik-i fikr etmek icab ediyor. +Bakınız efendim! Kanun-ı tekamül ü ıstıfa mümkinatın +kaffe-i safahatında şart olarak bir düstur-ı la-yeteğayyer olduğu +gayr-i münker bir hakīkattir. +Enbiya-yı izamın suret-i zuhuru ve kütüb-i semaviyyenin +an-ı Kerim ’e dahi gelince bir birini vely ederek tekamülden +tekamüle ve ıstıfadan ıstıfaya kanun-ı tekamülün neticesi olduğu +en birinci şahiddir. Enbiya-yı izama mahsus olan kemal +kemal-i izafi ve nisbidir. Nasıl ki: Suhufa nisbetle kütüb-i +şerife ve Tevrat -ı şerife nisbetle İncil -i şerif İncil -i şerife +nisbetle Kur’an-ı Kerim daha ziyade kemal göstermiştir. +Binaenaleyh terbiyeye kesb-i isti’dad eden nev’-i beşer +artık hal-i ibtidaisine nisbetle daima az çok tekamül göstererek +tekrar hal-i ibtidaisine ric’at etmeyeceği pek tabiidir. +Bunu inkar etmek enbiya’-i izam ve kütüb-i semaviyyenin +ba’s ü nüzulünde tereddüde düşmek demektir. +Vahşet ile cehalet arasındaki farkı bu babda nazar-ı basirete +almak derece-i vücubdadır. Bugün yalnız Afrika kıt’asını +ele almak kafidir. +Afrika’nın bazı mahallerindeki kabail-i bedeviyyeden +birincisinde henüz üçü beşi fark edemeyecek derecede +maymunlar kadar gayet mahdud bir bilgiye nisbetle usul-i +temeddüne karşı la-kayd kalan anasır-ı beşeriyye bir midir? +Vahşiler henüz terbiye-i beşeriyye ile gayr-i mükellef oldukları +halde bedevilerin mükellef oldukları meydanda. İşte birincileri +hal-i vahşette ikincileri ise cehalettedir. +Kur’an -ı azimü’ş-şanın hakk-ı sümüvvilerine gelince biz +o furkan-ı hakīkat-beyana Hazret-i Muhammed Mustafa +sav’nın kemal-i hatemiyyetle bir mu’cize-i bahire-i Nebeviyyesi +olduğuna kat’iyyen iman ü i’tikadımız ber-kemal olduğu +ve tekamül ü ıstıfadan olarak ezmanın tagayyürüyle +ahkamın tağayyürüne vicdanen kail olduğumuz içindir ki: +Seviye-i isti’dad-ı beşer yükseldikçe ayat-ı kerimeyi tefsire +olan ihtiyacdan asla hali kalamayız. +Suret-i tefsire gelince her zamanın müfessiri o asrın ulum +u fünununa kesb-i ıttıla’ etmedikçe tefsire el uzatamayacağı +da hakīkattir. +Bugün ulum u fünun ve tetebbuat-ı fenniyye gözümüzün +önünde. O Furkan-ı kerimin de şu zamanımıza göre bazı +ayat-ı kerimesi enzar-ı basiret ü dikkatimizde. Falan müfessir +şöyle tefsir etmiştir bunun üzerine söz olmaz mı diyeceğiz? +Zannedersem birbirini vely eden bunca müfessirin-i +kiram bu akīdeyi kat’iyyen kabul etmez ve edemezler. Etmedikleri +sa’y-i beliğ göstermişlerdir. Aşık-ı hakīkat ve nübüvvet ve +Kur’an olanlar mezaya-yı şerife-i Kur’aniyyeyi kendilerine +uydurmazlar belki kemal-i ihlas ü imanla o derya-yı +bi-payandan bazı ahkam-ı şerifesine kemal-i itkanla tebeiyyete +sa’y-i beliğ gösterirler. +’ya dair kütüb-i tefasiri +tetebbu’ ediniz! Birtakım akvale tesadüf edeceğiniz +şübhesizdir. Bunlardan bir kaçını şuracıkta söyleyelim. İbni +şeklinde yazılmıştır. +Abbas Tefsir-i Kebir ’de kırk sene tin kırk sene salsal kırk +sene hame’-i mesnun halinde Adem’in +olduğunu ityan ediyor. +Necmüddin-i Kübra da +diye tefsir ediyor. +Te’vilat-ı Necmiyye de netice i’tibariyle +diye tefsir ediyor. +müktesebe-i hazıralarına göre tefsire çalışmışlardır. Hiç birisi +diğerine benzemiyor. Halbuki: Cümlesinde bulundukları asrın +seviye-i irfanına göre kendilerince bir kanaat de vardır. +Binaenaleyh bilmiş olalım ki: Hazret-i Kur’an öyle bir kişinin +beş kişinin hatta bir asrın beş asrın tefsiriyle kudret-i +mu’cize-i bahiresini tecelli ettirmekten hali kalmayacaktır. +Şimdi “Tenkīd-i Muhıkk”ın ’uncu sahifesindeki tefsirinin +ma’nasınadır. fi’l-i lazım olarak +ma’nasınadır. ve ma’nasını mutazammındır. +Birinci ayetteki insan +hükm-i celiline +nazaran yalnız bir suretten ibaret ve sahib-i hayat ma’nasınadır. +“Hin” vakt-i mübhem ma’nasınadır. “Dehr” zaman +şamil olarak ihraz-ı kemal ü tekamül eden insan ma’nasınadır. +“İbtila’” “belv”den müştak olarak ihtiyar tarikiyle +eskitmek ma’nasınadır. Semiiyyet basiriyyet hakk u hakīkati +görmek ma’nasınadır. +Şu tafsilata göre ma’na-yı şerifi şudur: +“Yalnız suretten ibaret fakat sahib-i hayat olan insanın +üzerinden bir çok devirler geçti ki: O halinde şayan-ı zikr yani +kabil-i teklif ü terbiye değildi. Biz mükellef olan insanı +suretten ibaret olan nesl-i insandan ibtilaen halk ederek semi’ +ve basir kıldık” demektir ki: Gerek fünun-ı hazıraya gerek +mevcud olan ensal-i beşeriyyeye tamamı tamamına mutabıktır. +Hatta +ayet-i kerimesindeki +“tesviye” kelimesini de müfessirinin te’vilatına +uğramayarak doğrudan doğru kendi ma’nasıyla tenvir-i hakīkat +ederim. Nefh-i ruh ruh-ı insanidir. Yani ruh kemal-i +mektir. +hadis-i şerifin ma’nalarına da kat’iyyen mugayir ve münafi +değildir. Çünkü “iza” müfacee ma’nasına da olsa “hin ve +dehr” ma’nalarına nisbetle insanın üzerinden geçen edvarın +ekall-i kalil kalacağından şübhe yoktur. İnsanların türabdan +ve sülale-i tiniyyeden halk olunmak ma’nasına da münafi +değildir. Çünkü fennen ve tahlilen henüz cümlemiz türab ve +sülale-i tiniyyeden başka bir şey değiliz. +Muhterem! İşte Kur’an-ı azimü’ş-şan bugünkü fünun-ı +hazıraya göre i’cazını gösteriyor. Yüz sene bin sene sonra +da yine bu suretle mu’cize-i bahiresini göstereceğinde şübhe +etmemeliyiz. Bakī feyz ü ihtiram! +Çok geçmedi ki pederim vebaya tutuldu. Memleketin +cahil attarları bildikleri ilaçların hepsini isti’mal ettikleri +halde hastalık günden gune arttı. Şir Ali Han’ın Belh’a gelip +Feyz Muhammed Han’dan imdad aldıktan sonra Kabil’e +doğru yürümekte olduğu da işitildi. +Hemen amcama bir mektup yazıp pederimin hastalığını +ve Şir Ali ile Feyz Muhammed hanların müttefikan hareketini +bildirdim. Bunlara karşı çıkmaya istiyorsam da pederimi +yalnız bırakıyorum. Bari siz Kabil’i teşrif ediniz de hastanın +yanında bulununuz dedim. Mektubumun cevabı gecikti. Bir +tarafdan da casuslarım Şir Ali Han’ın Kabil’e iki menzil kalasıya +kadar yaklaştığını haber veriyordu. Karşı çıkmak için +hazırlandığım sırada düşmanın Pençşir’e vasıl olduğunu +oradan da kuhistan-ı Kabil’i tutmak niyetinde bulunduğunu +duyunca pederimden müsaade ve dua alarak Çarikar’a azimet +ettim. Amcam da Gazneyn’e gelmiş lakin benim harbi +bitirmemi beklemekte bulunmuştu. +Çarikar’a vusulümde Feyz Muhammed Han’ın Pençşir +Deresi’nden geleceğini istihbar ettim. Hemen hareket eyleyerek +bütün gün yürümek suretiyle ale’s-seher Gülbahar ve +Allahdad Kal’ası pişgahına geldim ki bunlar Pençşir Deresi’nin +medhalinde idi. +Feyz Muhammed Han geldi. Fakat dağın üzerinden bakıp +da bizim askeri görünce şaşırdı. Çünkü kuhistan +hanları kendisini da’vet etmişler ve müruruna müsaade eyleyeceklerine +dair söz vermişlerdi. Şu va’deye binaen kimse +karşısına çıkacağını ümid etmiyordu. +O esnada Şir Ali Han’dan aldığı bir mektupta da iki güne +kadar geleceğini ve kendisi gelmeyince yerinden kımıldanmaması +tavsiye olunmuştu. +Feyz Muhammed Han’ın bu mektup dolayısıyla canı sıkıldı. +Serzeniş-amiz bir cevap yazdı ve: Abdurrahman bizden +evvel gelmiş yolu kesmiş burada duracak olursak +hepimizi öldürecektir dedi. Sabaha kadar da dağın üzerinde +siperler metrisler inşasına çalıştı. Ertesi günü sabahleyin +hücum ettik. Şiddetli bir muharebe oldu. Feyz Muhammed +Han takımı yüksekte bulunduğu için biz ibtida sıkıntı çektik. +Fakat birkaç saat sonra siperlerini metrislerini işgal eyledik. +Feyz Muhammed Han siperlerinin işgal edildiğini işitince +dağın arkasından göründü. Ben hemen o tarafa doğru +bir top attım. Danelerden biri müşarun-ileyhin karnına isabet +ederek yediği nan u ni’metimizi burnundan getirdi ve +gaddarlığına münasib bir surette hayatına hatime çekildi. +Askerini tamamıyla esir ettim. Na’şını da Kabil’de bulunan +validesi ve büyük biraderi Veli Muhammed Han’ın nezdine +gönderdim. Dört gün sonra da Kabil’e avdet eyledim. +Kabil’e gelir gelmez pederimin yanına girdim son derece +bi-tab bir halde idi. Kadınlar Abdurrahman geldi sizinle +görüşmek istiyor diye seslendiler. Fakat biçare tekellüme +muktedir olamadı. Yalnız elini kımıldatabildi. Bir parça yanında +oturduktan sonra kalktım. Ordugaha gidip tanzim-i +umur ile iştigal ettim. İki gün bu suretle geçti. Üçüncü Cum’a +günü pederim irtihal eyleyerek firakıyla yüreğimi yaktı. +Lakin kaza-i İlahiye rıza gösterip techiz ü tekfininden sonra +kendi mülkü olan Haşmet Han Kal’ası’nda kendi ta’yin eylemiş +olduğu mahalle defnettik. Melul mahzun dönüp Kabil’e +geldik. Fukara ve zuafaya sadakalar dağıttık. +Üç gün sonra amcam Muhammed A’zam Han Gazneyn’den +Kabil’e geldi. +– Pederim hayatta bulundukça siz onun küçük biraderi +bam vefat etti. Mahdumunuz da benim yerime geçmek üzere +bir silsile yürütürüz dedim. +– Siz emir-i merhumun bil-istihkak varisisiniz. Binaenaleyh +pederinizin ca-nişini olursunuz. Ben de kema fi’s-sabık +hizmetinizde bulunurum cevabını verdi. Tekrar: +– Amcacığım! Sizin bu sinn-i şeyhuhetinizde başkalarının +maiyyetinde bulunması layık değildir. Ben henüz gencim +pederime nasıl hizmet ettimse size öyle hizmet ederim +dedim. +Bu mes’ele dört gün kadar müzakere edildi. En-nihaye +Cum’a gecesi hanedan-ı saltanatı ve ümera-yı vilayatı topladım. +Hepsinin huzurunda hutbenin amcam namına okunmasını +tenbih ettim. İlk defa gidip amcama ben bey’at eyledim. +Ümera-yı saire de bana iktidaen bey’at ettikten sonra +emirin huzurundan çıkıp ordugaha gittim. +Kırk gün geceli gündüzlü Kur’an okudup pederimin ruhuna +hediye ettirdim ve bir çok hayrat ü hasenat ile tezkar-ı +namına çalıştım. +Pederimin vefatından birkaç ay sonra Serfiraz Han-ı +Galicai Sahibzade Gulam Han-ı Kuhistani Nüvvab Han-ı +Kuhistan Sufi Han-ı Babayani Muhammed Ekber Han-ı +Galicai Mir Ekber Han-ı Kuhistani Ahmed Keşmirizade Mir +Can Abdülhalık Melik Cebbar Han gibi bazı müfsidler: +– Abdurrahman burada bulundukça sizin nüfuzunuz pek +mahdud kalıyor. Onu Belh’a gönderseniz mahdumunuzu +da yerine ta’yin buyursanız diyerek ilkaata kalkıştılar ve +amcamın hakkımdaki teveccühünü izale eylediler. Bir gün +der-bar-ı emarete gittim. Amcamın huzuruna gireceğim sırada +kapıcı: +– Emir hazretleri uyuyor diye yolumu kesdi. Öğleyi bir +saat geçinceye kadar kapı dışarısında oturdum. Sair me’murin +ve bendegan huzura girip çıkıyordu. Biraz sonra amcama +yemek getirdiler bana da içeri girmek için müsaade +ettiler. +Odaya girince baktım ki tekmil ümera amcamın yanına +oturmuş ben de bir tarafa oturdum. “Yemeğe buyurun” dediler. +mükalemeye başladı. Daha ziyade oturmaya lüzum görmedim. +Kalktım çıktım. +Üç gün sonra amcam beni çağırdı ve Belh’a gitmemi +teklif eyledi. +– Mahdumunuz Abdullah Han’ın Abdurrahim ve Ceneral +Nusayr hanları alarak top ile Belh’a gitmesi daha +muvafıktır beni bırakınız Kabil’de sizin yanınızda kalayım ki +Şir Ali Han’ın Herat’dan hareketinde sedd-i rahı olayım dedim. +– Yok yok siz gitmeyince Belh’in ahvali intizam-pezir +olmayacak cevabını verdi. Baktım ki beni Kabil’den uzaklaştırmak +müteveccihen yola çıktım. +Mevsim kış ve kar ziyade olduğu için esna-yı tarikte bir +çok sıkıntı çektik. Hatta askerimden üç yüz kadarının eli +ayağı dondu. +§ +Merhum Muhammed Emin Han’ın oğlu “Muhammed +dört yüz nizamiye süva[r]isi ve dört top ile Bacgah Deresi’nin +ağzına gelerek benimle görüşmesi amcam tarafından +emrolunmuştu. +Bunlar mülakatıma gelince Belh’deki iğtişaşı teskin +harda terhis edeceğimi va’d eyledim. Bunlar teklifimi kabul +Kernil Sohrab’a amcamdan bir emirname geldi. +Bu ilim sınıf-ı mürşidine hasdır. Bu ünvan altında müslimin +arasında nümayan olan bid’atler şüyu’ bulan hurafat +hakkında dersler tertib olunacak ve bu derslerde işbu bida’ +ve hurafatın mesarat esbab ve tarihi din ve dünyada te’sir-i +muzırrı daire-i İslam’a dahil olan ümem ü şuubdan +yahud müsliminin mücavir bulunduğu akvamdan ehl-i İslam’a +sirayet eden tekalid ve adat ile bunlardan zarr u nafi’ +olanlarının ve din ile hiçbir münasebeti olmadığı halde +levn-i din ile boyananların temyiz ü tefrikı bast u takrir olunacaktır. +Müderris; derslerin mukaddimesinde bu derse olan ihtiyacın +vech ü sebebini izah ederek işbu umurdan ümmetin +mülazım bulunacaklarının kendi için gayrdan ma-bihi’limtiyazı +olan “mukavvemat” ve “müşahhasat”dan ma’dud +olacağını halbuki ma-bihi’l-imtiyazü ve’t-teşhis olan hususatın +hasen ü nafi’ olması layık u münasib bulunacağını +çünkü etıbba-yı ruhiyyin ve ictimaiyyinin ümmetlerin musab +bulundukları emrazın müdavatına veya onların hıfz-ı +sıhhatine ancak ümem-i mezkurenin bütün müşahhasat-ı +marziyye ve sıhhiyesi hakkında vukūf-ı tam hasıl ettikleri +halde muvaffak olabileceklerini güzelce tebyin etmelidirler. +Ulemamız bu umuru; kelam mevaız rakaık ahlak adab +ve tarih kitablarında beyan ederlerdi. Binaenaleyh müderris +derslerinde bu kitablardan istimdad eder. Kütüb-i +mezkureden bazıları şunlardır: Kitabü’l-İ’tisam Şatibi’nin +Kitabü’l-Medhal İbnü’l-Hacc’ın Kitabü Telbisi İblis İbni +Cevzi’nin Kitabü Isaru’l-Hakkı ale’l-Halk İbnü’l-Murtaza +el-Yemani’nin ve Kitabü’t-Tarikati’l-Muhammediyye Birgivi’nin. +Bundan başka müderris bize kitabları vasıl olan +müellifinin asrından sonra hudus eden bida’ ve tekalidden +bahsederek bunlardan bütün bildiklerini zikreyler. +lum havalisi kumandanlığını deruhde etmiş olan Kolağası +mektuptan: +Pek çok çalışmaya fedakarlığa lüzum var. Manzume-i +siyasetimize icab eden aheng ve kuvveti verebilinceye kadar +bu gibi acılara elemlere katlanmaya mahkumuz. Bu i’lam-ı +mahkumiyyeti yırtabilmek için sırf ihlas ile çabalamalı alem-i +siyaseti şaşıracak harikalar göstermeliyiz. Alelade gayretler +ca’li fedakarlıklar bizi içinde bulunduğumuz tehlikeden +kurtaracak kadar mazhariyetler doğuramaz yirminci asırda +mu’cizeler kerametler gösterircesine canlılık göstermeliyiz. +Bütün bu zaruretler bugünkü bu haller karşısında oldukca +harekete başlayan alem-i İslam’ın intibahına hassaten +Mısırlıların hamiyyet ü gayretine Trablus Arablarının – +Afrika’nın bu pek ibtidai insanlarının– mehabet-i fedakarisine +bakıp da müteessir olmayan la-kayd kalan İstanbul muhitine +acımamak elden gelmez. Bugün hayat-ı atiyyemizle +tamamen alakadar öyle saatler geçiriyoruz ki bütün millet +bil-cümle İslamiyet bir re’s-i mütefekkir halinde bu ehemmiyetli +dakīkaları selamet ve muhafaza-i mevcudiyyetimizi te’mine +sarfetmekle mükellefiz. Zira bugün Arab İslam mücahidleriyle +medeniyet-i salibiyyenin muazzam mücehhez bir +ordusu çarpışıyor. Bugün sade kuvve-i imanla mücehhez +olan muvahhidin sahib-i şeriatın Uhud Bedir gazalarına nazireler +gösteriyor. Düşmanın sufuf-ı selase ve muavineden +müteşekkil en son vesait-i tahribiyye-i medeniyye ile mücehhez +kuvvetli kolları müfrezeleri ellerinde sopa nev’inden +birer tüfengi ve adeden de on misli dun olan İslam muharibleri +önünde hak-i helake seriliyor. İtalya fabrikalarının +yetiştirdiği bütün vesait-i harb ü cidal Afrika-yı Şimali’de +ekilmiş gibi toplanıyor ve kudret-i imanın azamet-i kahharanesi +önünde toplar tüfenkler mitralyözler istihkamlar +hep faidesiz kalıyor. Fünun-ı askeriyyenin bi-nihaye olan +nazariyyat ve kavaidi hep ma’nasız sözler gibi sırıtıyor. +Yenice-i Vardarlı Ca’fer Tayyar Bey’e arkadaşından varid +olan mektuptur: +“Birader İtalyanların Trablusgarb’a ilk tecavüzlerinde +hastahanede bulunduğumdan ilk günü esir oldum. Biz hasteganı +esir-i harb telakkī ederek enva’-ı mezalim ile hapsettiler. +Hastalardan bir çok arkadaşlarımız vefat etti. Birkaç +gün sonra bizi yüz kırk kişi olarak ve bir vapura bindirerek +Napoli şehrine yolladılar. Napoli’de kırk gün kaldık. Yediğimiz +yemek sabah akşam domuz etidir. Bir gün domuz eti +yememek üzere ittifak ettik karavana borusu çaldı yemek +almaya çıkmadık. Bunun üzerine İtalyan zabitleri ellerinde +kırbaç ile gelerek dayak ile çıkarıp yemek aldırdılar. Yemekten +ra Napoli’den Kazerte şehrine yolladılar. Burada domuz eti +yedirmez iseler de çok zahmet çektirdiler. Ekmek günde üç +yüz gram açlıktan öleceğiz. Çamaşır vermezler bitler gözlerimizi +yemeye başladı hemen Cenab-ı Hak bizi bu zalimler +elinden kurtarsın başka yazamam zira gözlerim yaşla doldu +kardeşim.” +* * * +Yavaş yavaş… Bu asırlardan beri damarlarımızda biriken +rehavetin kuruyan fikr-i teşebbüsün bize verdiği bir +düstur-ı atalettir ki her şeyimize düşüncemize icraatımıza +her şeyimize hakimdir. Yavaş yavaş… Ötede Garb’da +humma-alud bir faaliyet içinde koca bir medeniyet alemi +koşar çırpınır ve çalışırken biz burada bütün kavanin-i +tabiiyye ve medeniyyeyi cezasını çekmeden istihfaf kabil +Diye çekiniyoruz ve zannediyoruz ki bir yıldırım sür’atiyle +akan cereyan-ı şuun tevakkuf eder ve çalışmak kımıldamak +ve bir karar ittihaz etmek için bizim gönlümüzün olmasını +bekler. Dakīkanın saatin kıymeti değil; günlerin haftaların +hatta ay ve senelerin kıymeti bizim zihnimize hala girmemiştir +yavaş yavaş! +Sevgili imamımız Hazret-i Hüseyin uğrunda Şialar çoktan +beri matem tutmayı i’tiyad etmişlerdir. Sünniler de +edeb ü insaniyet dairesinde bu mateme bütün kalbleriyle +tarz-ı hareketlerimizi teşdid ederek nihayet işi öyle bir şekle +halini unutur bizim halimize ağlamaya başlardı. Çünkü bu +suretle icra edilen mateme matem denilmez. Bu matem +hadd-i zatında büyük ma’na-yı ahlakī ictimai hatta siyasiyi +havidir. Onun hakīkatini anlayıp vakıfane hareket etse idik +ne kadar müfid bir i’tiyad olabilirdi. Lakin maatteessüf biz +mam’a mukaddes dinimize söz getirmekte olduğumuz gibi +bütün cihanı da kendimize güldürtmeye azmetmişiz: Küçelerde +vagonlar gezdirip onlara Kasım Odası ünvanını vermek +Hüseyin’in aziz balalarını meydana çıkarıp bunlara +gülünç kıyafetler vererek müsamereler kurmak daha fenası +hançerlerle baş çanaklarımızı dağıtmak gibi tuhaf hareketler!!. +din ve millet yolunda Hazret-i Hüseyin’i memnun edecek +teali-i İslam uğrunda terakkī ve temeddün yolunda bir +paradan bir katre kandan geçmeyen müslümanlar bakınız +ne şevk ile mersiye-hanların daha bilmem nelerin ceblerini +altunla dolduruyorlar güzel ve cesur civanlarımız din ve vatan +sıl günah kazanarak akıtıyorlar! Hangi din hangi şeriat bunu +emretmiştir acaba? Gelip insan gibi geceleri mescidde +oturmak vaiz efendinin mukaddes dinimize ali şeriatimize +ahlak-ı celile-i İslamiyyeye dair söylemesi lazım gelen sözlere +kulak vermek vacibat-ı diniyyemizi öğrenmek Hazret-i +Hasan’ın[Hüseyin’in] ne için şehid olduğunu anlayıp kalben +müteessir olmak lazım iken yan tarafında kervankelik +bir tapça asıp kimi öldüreceğini veyahud daha fena şeyler +düşünüyor bizim rüesamız da böyle hallere müsamaha gösterdikleri +şöyle dursun teşvikatta bulunuyorlar. İşte ecanib +nazarında Müslümanlığı küçülten bu gibi bid’atleri terk için +çareler bulmak lazımdır ey ağalar ey reisler! +Din ile hükumet birbirinden ayrılırsa neler olur? Evvelen +makam-ı hilafet İtalya’daki Papalık mevkiine iner sonra da +Türkiye’de ayrıca bir saltanat teessüs eder. Yani bir memlekette +aralarında nüfuz ve salahiyeti kardeş payı üleşip de hoşça +geçinemezler çünkü mümkün olmaz. Her ikisinin de memlekette +bir çok tarafdarları bulunur; artık dinle hükumet kavgaya +başlar! +Hem bu kavga o kadar kanlı olur ki maazallah tahayyülü +bile tüyleri ürpertiyor! Bir müddet böyle bir birimizle +boğuşuruz; tamamen tefrikaya düştük ve kuvvetten kaldık +parçalandık mı haricdeki seyircilere her birimiz birer lokma +oluruz! Harici bir kuvvetin başka bir hükumetin gelip de bizi +zabtetmesini adeta canımıza minnet bilecek derecede canımızdan +bıkarız. +Çepne kazasında Rakito karyesi Balkan Rakitovalı İstoniminken +Dimitre veled-i Angel Ortaköy toprağında ve arazisinde +bulunurken balkandan boş araba ile avdet eden Ortaköy +ahalisinden Ahmed Ağa isminde bir fakīr müslümanı +bila-sebeb bila-kabahat tüfenkle kafasına vurarak ağır surette +cerh eylemiştir. Mecruh müslümancık Tatarpazarcık +hastahanesine getirilmiş orada iki gün kadar evca’ u alam +rahmeten vasiah . +Kolcu Angel fi’l-hakīka tevkīf edilmiş fakat beş gün sonra +yine tahliye edilmiştir. +Şimdi şu müslümancık bir Bulgar olaydı veya bunun +yerine bir Bulgar Makedonya’da aynı felakete duçar olaydı +acaba Sofya gazeteleri ne kadar matem gürültüleri kaldırmayacaklardı. +Günde üç kuruş dağda balkanda keseceği odunla evlad +ü iyaline ekmek getiren o müslümanın evine ağlayan muhaddere-i +götürecek? Müslümanı kim arar kim sorar? +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Şubat +Yedinci Cild - Aded: +la havarık-ı bi-nazir-i muzafferiyatlarıyla cihan-girlik ünvan-ı +mümtaz ve müstesnasına bi-hakkın liyakat gösteren +bu ulüvv-i fıtratlar bu sümüvv-i hilkatler süyuf-ı hamiyyet ü +celadetlerinin iltimaatıyla İspanya şibh-i ceziresinde azamet +ü iclali çeşm-i cihanı kamaştıran bütün alem-i insaniyyeti +hayretlere dehşetlere düşüren bir devlet-i Arabiyye bir saltanat-ı +Nam-ı nami-i hak-perestanelerini o ef’al-i azimeleriyle +tarih-i celil-i İslamın evvelin-i sahayifine altın kalemler ile +yazdırdılar. +“ Sakın Allah yolunda tevhid-i ezelisi uğrunda güle +güle feda-yı can eden ibad-ı muhlisinimi ölü zannetme! Onlar +hayat-ı ebediyyeye mazhariyetle bahtiyardırlar. Onlar +nezd-i uluhiyyetimde merzukdurlar.” +Sitayiş-i ezeliyesine nail olan zümre-i süadaya kafile-i +şühedaya katıldılar. Bu fena alemine gelmekteki hikmet: +Hakk’a ibadet insaniyete hürmet medeniyete hizmet ihraz-ı +berat-ı saadet ise işte bu büyük insanlar bu insan kıyafetli +arslanlar o fariza-i hilkati tamamıyla ifaya medeniyeti +çalıştılar ve bu uğurda feda-yı can ettiler! +Verdiler; fakat o muvakkat meta’ o meta’-ı kalile bedel +kalb-i İslamiyet’te ebedi bir mevki’-i tekrim kazandılar. Tarih-i +den Arabistan sahralarından ta Puvatya sırtlarına Paris +ufuklarının civarına kadar gelen bu şir-dil kahramanların +bu cihangir müslümanların ervah-ı kudsiyyelerine gözlerden +ateşin yaşlar dökülerek Fatihalar rahmetler ta’zimler tekrimler +takdim ü ihda olunur. +“Bakī kalan bu kubbede bir hoş sada imiş!” mısra’-ı +bercestesinin ifade etmek istediği nükte de ancak budur. Firaş-ı +mevtte çene atılıp son nefes verildikten gözler ebediyyen +yumulduktan sonra rahmetle yaddır. +ölendir. Dünyaya gelmek senelerle yaşamak sonra da bir +eser-i mevcudiyyet göstermeksizin bir yad-ı nam bırakmaksızın +çekilip gitmek…! +Bir meclis farz ediniz! Biri geliyor oturuyor kalkıp gidiyor; +meclisin haberi yok! Gelen insan mıdır? Hayal midir? +Daha doğrusu öyle bir insan geldi mi?... +Vücud ve ademine ehemmi[ye]t verilmeyen meclisden +hiçbir ferdin zerre kadar iltifatına nim bir lutf-ı ibtisamına +olsun nail olmadan geldiği gibi giden o bedbaht sen olsan – +ey kari’!– ne derin bir hüzn-i kalbi ne ciğer-şikaf bir teellüm-i +vicdani içinde kalırsın değil mi? +Kendini bilen akıllı hisli bir insan için bundan büyük bir +hakaret mi olur? +ne-i şefkatinde yaşamakta olduğun milletindir. Sen milletinin +vücudunda tırnak kiri kadar faidesiz nasır kadar muzır +olarak yaşar bulunduğun mevki’-i ictimainde bir uzv-ı mefluc +gibi yapışık kalırsan artık milletinden ne hürmet ne iltifat +ne sena umabilirsin? +Nasır kesilip atılır; tırnak kiri de öyle değil mi? +Sen milletinden hürmet istersen o da senden hizmet +bekler. Bir serçe parmak kadar vücud-ı millette bir yerin bir +vazife-i mevcudiyyetin bir hizmetin olsun! Olsun ki milletin +de seni sevsin; gaybubet-i ebediyyenden sonra seni mekarim-i +ahlak ve mehasin-i ef’alinle sena etsin sana Fatihalar +rahmetler göndersin! +Meşahir-i eimme-i muhaddisinden Celalüddin-i Süyuti +merhum Camiu’s-Sağir ’inde Hazret-i Ebu Hureyre’nin rivayetiyle +naklettiği şu hadis-i şerife bakınız: +“ Akvalen ve ef’alen şer’-i İlahinin mazhar-ı kabulü +olan şeyleri işle! +Redd ü zecr ettiği akval ü ef’al-i kabihadan ictinab et! +Bak; bulunduğun meclisden kalkıp gittikten sonra ardından +samianı okşayacak ne gibi sözler işitmesini istersen onları +ların memduh ve makbulü olmaya sa’y et! Dikkat et ehl-i +meclisin ne gaybubetinde –Ne kadar zalim! Ne de pinti! +Gerçekten fena huylu! Alemin gıyabından söz söylüyor! Lakırdı +taşıyor! Dinine milletine vatanına karşı la-kayd!... gibi– +hoşuna gitmeyecek samianı tırmalayacak sözleri işitmeyi +mucib seyyiat-ı akval ve maddi ef’alden sakın!” Üçüncü +asr-ı hicriden sonra tevhidin ittihad ile revabıt-ı ruhiyyesi +artık çözülmeye başlıyor Arabların o cihan titreten bünyan-ı +mersus ittihadları tedricen gevşiyor kesb-i za’f ediyordu. +Hissolunur derecede bir maraz-ı ahlakī baş gösteriyor +şikak u nifak kalbleri bulandırıyor başları döndürüyordu! +aman düşmanı bile yapamaz. +Görülmez mi intihar eden bir adamın düşmanı sürurundan +nasıl sıçrar! Bunun da ona yapabileceği en büyük fenalık +öldürmekten başka ne olabilirdi? Öldürmek için bir de +ölmek ihtimali vardı. Hele i’dam olunmak korkusu idi ki +hasmını yaşatıyordu. İşte bu hasım bu iki tehlikeden hiç birine +ma’ruz kalmaksızın pek muazzez bildiği maksadı kendiliğinden +hasıl oldu. +Bu müntehir-i bedbaht Endülüs Devlet-i İslamiyyesi’dir. +Üçüncü Abdurrahman-ı Emevi’nin oğlu El-Hakem-i Sani’den +sonra Kurtuba Daru’l-hilafe-i Arabiyyesi’nin şa’şa’a-i +şevket ü iclali sönüyor; valiler oradan fekk-i rabıta-i tabiiyyet +ederek her biri birer emiru’l-mü’minin oluyor; Şark da +yavaş yavaş bir hab-ı atalete dalıyordu. +Seyf-i İslam’ın dehşetinden şeytanın koynunda saklanacak +yer arayan Garb bu halden cesaretlendi; hal-i tedafüiden +mukabil taarruzi vaz’iyetine girmeye başladı. +Roma’da Vatikan Sarayı’nda alem-i İslamiyet aleyhine +büyük bir faaliyet görülüyor Papa İkinci Urban’ın riyaseti +altında hararetli meclisler akdolunuyor alevli nutuklar kıvılcımlar +saçar re’yler veriliyordu. +şeklinde yazılmıştır. +kaldırıyor bütün mesacid-i tevhid –Ka’be-i ulyasıyla Mescid-i +Aksa’sıyla– ma’abid-i teslise kalb ü tahvil olunuyordu. +Üç asır evvel de düşman bu düşman idi. Niçin böyle +hail bir teşebbüsde bulunamıyordu? +Hatta bulunmak hatırına bile gelmiyordu! O zaman Roma +Arab ordularının şimal-i garbi sath-ı maillerinden birer +seyl-i huruşan gibi akıp geleceği tasavvuruyla ödü kopuyor; +Sen Piyer Kilisesi’nin camie tahavvülü ihtimalini düşündükçe +çeneleri kilitleniyor çıldırıyordu. Çünkü Arablar livaü’lhamd-i +tevhid altında bünyan-ı mersus gibi müttehid! Yekvücud! +Kaştale Kralı Alfons günün birinde ansızın “Tuleytula” +Kal’ası önünde göründü ve derhal muhasara etti. +O sırada yanar dağlar gibi yerlerinden oynayıp Suriye +sahilleri üzerine yığılan Ehl-i Salib orduları önlerine gelen +ma’mureleri zir u zeber ediyor; binlerce müslümanların kanlarından +denizde nazireler yaparak Kudüs-i Şerif’i sarıyordu. +Ehl-i Salib’in Başkumandanı “Godafroy” miladın senesi +Temmuz’unun on beşinci günü Kudüs’ü istila ve krallığını +Bu Temmuz İslam için emsalsiz bir felaket oldu. Bir +felaket ki Avrupa müverrihlerinin bile tüylerini ürpertiyor +dehşetler içinde bırakıyor! Hatta bazı necib vicdanlıları bilaihtiyar +Kral Godafroy ve ordusuna nefretler la’netler yağdırıyor! +Min vechin tarih okumamak da bir saadettir! +ce sibaane bu mertebe müfterisane vahşetlerin hayali karşısında +adeta insanlığından istikrah ediyor. +La Martin diyor ki: “Müslümanlar bunca fütuhat-ı azimeleri +etmediler. Nerede Halife-i Sani Hazret-i Ömer’in Kudüs’ü +fethi nerede Godafroy’un istilası! +Hazret-i Ömer bir hıristiyanının burnunu kanatmadı. +Ma’bedlerine dokunmadı. Patrikleri Sofrunyus[u] +mevkiinde ibka ile büyüklüğünü gösterdi. +Godafroy ise Kudüs müslümanlarını bütün etfal ü nisvanıyla +bütün ulema ve fudalasıyla katl-i am etmek suretiyle +Hıristiyanlığa silinmez bir kanlı leke sürdü.” O satırlar mümkün +değil okunmaz Salibiyyun ordusu dört tarafdan yırtıcı +hayvan sürüleri gibi Kudüs-i Şerif’e girerken aceze-i ahali +bi-günah kadınlar ciğerparelerini kaparak muhterem ve taarruzdan +masun bildikleri Harem-i Şerif’e can atıyorlardı. +Sokaklar birer insan nehri kesilmiş o nehirler kan rengine +tahavvül ediyor. Kılıçlar kafaları kesiyor kargılar mızraklar +sineler deliyordu. Bin bir ayak bir ayak üzerine ta’birinin +ma-sadakı denilebilecek olan Harem-i Şerif sahası da Salib’in +seyf-i medeniyyetinden kurtulamadı. Direklere sarılmış +“Allah Allah!” feryadlarıyla insaniyeti girye-nak-ı teessür eden +binlerce ulemanın fudalanın erkeklerin kadınların +başları uçuyor gövdeleri yığınlar teşkil ediyor kanları içinde +yüzüyor o şir-har çocuklar başsız analarının memelerine +şeklinde yazılmıştır. +yapışmış süd yerine kan emiyorken birer kılıçla ikiye bölünüyor! +Bunlar bu bedbahtlar meşhedlerinden başlarını kaldırmalı +da o günün zulmünü o saatlerin kanlı tufanını o dakīkaların +ateş deryalarını kendi lisanlarıyla anlatmalı! +Ne garibdir! Bunlar mağlub düşünce “Siz müslümansınız! +Sizde şefkat ve merhamet vardır. Bize acıyınız! Kıymayınız!” +diye zemin-i tezellüle kapanırlar yalvarırlar. +Galebe edince her biri bir canavar kesilir! Ne rica dinler! +Ne kadın bakar! Ne çocuk bilir! Bu hıred-suz haile-i istiladan +sene sonra seyf-i meslul-i tevhid: Cenab-ı Selahüddin-i +Eyyubi aleyhi sehaibü’r-rahmeti ve’l-gufran hazretleri +Kudüs-i Şerif’i istirdad ettiği gün istiman için gelen sefirleri +“Siz; Kudüs’ü istila ettiğiniz zaman ehl-i İslam’a ne yaptınızsa +ben de size o muameleyi yapacağım” cevabıyla iade etti. +Fakat Salibiyyun şefkat ve merhamet-i İslamiyye namına +yüzlerini yerlere sürerek yalvardılar ve umduklarından ziyade +nail-i afv ü safh oldular. +Biz; onlar gibi yapamayız ve bununla da iftihar ederiz. +Teslisin yaptığını Cenab-ı Tevhid yapmaktan münezzeh ve +mütealidir. +Kudüs’ün felaket-i istila ve katl-i ammından bi-haber olan +Endülüs Arabları günden güne şikak u nifaklarına germi +veriyorlar; o tak-ı mualla-yı saltanatın temellerini kazarak +üzerlerine yıkmaya altında ezilip mahvolmaya çalışıyorlardı. +Ecille-i ulemadan ulüvv-i vicdanı fazl u irfanıyla rekabet +eden Beca Kadısı Ebü’l-Velid Süleyman bin Halef el-Maliki +hazretleri meydan-ı hamiyyete atıldı. Şehirden şehire memleketten +memlekete dolaşarak cevami’-i şerifede menabir-i +mukaddesede ateşin va’z u nasihatler verdi. Habl-i metin-i +yı şikak u nifak ile bu mülkün istiklallerle parçalanmasıyla +neticenin inkıraz u izmihlal olduğunu İslamiyet’in Endülüs +kıt’asından hicrete yüz binlerce cevami’ u mesacidin kiliseye +tebeddülüne sebeb olacaklarını anlatmaya çalıştı. +Ne hayrettir ne hikmettir ki o pir-i muhteremin her harfi +bir cihan-ı hayat olan o güzelim sözleri kimsenin kulağına +girmiyor hırs-ı cah ile akl ü idraklerini gayb etmiş olan tavaif-i +müluk yine bildiklerinden vazgeçmiyorlardı. +Endülüs müverrihlerinden Fransalı Floriyan Tarihçesi’nde +sika-i ittifak u ittihadı olmak üzere ? kerimesi Meryem’i – +namını Maria’ya– tahvil ve tezvic ettiğini yani hırs-ı cah uğruna +sahife-i imanını lekelediğini yazıyor. Ziya Paşa merhum +ğunu söylüyorsa da kim bilir?... Ah..! O Endülüs tarihinin +devr-i inkırazını okuyup şiddet-i teellümünden parçalanmayacak +bir mü’min kalbi kan ağlamayacak bir müslüman yüzü +tasavvur olunamaz! +Cenab-ı Mesih aleyhissalatü vesselam efendimiz hazretlerinin +nam-ı ma’sumanelerine irtikab olunan o engizisyon +mel’anetleri o bedbaht müslümanların şişlere sokup orman +kebabı gibi ateşler alevler içinde pişirilmeleri! +şeklinde yazılmıştır. +O bi-günah Arab çocuklarının kuzu sürüleri gibi hayvanat-ı +müfterisenin önlerine atılarak paralattırılmaları! +O çak çak edilen nikab-ı ismetler! +O ulemanın eimme-i hutabanın başları kesilerek Arabların +sürü sürü Pirene eteklerine nefy ve iclaları! O binlerce +ehl-i tevhidin başları üzerinde kılıçlar sallanarak cebren ve +kahren salibe secde ettirilmeleri! +O şeytanları bile kahr u hicabından ağlatacak yerlere +geçirecek hatır u hayale gelmedik işkenceler! Ukūbetler! +Barbarlıklar! Yamyamlıklar! Vahşetler! İftiraslar Kur’an-ı Kerim +’e ve kütüb-i diniyye-i İslamiyyeye edilen o vicdan-suz +hakaretler! Parçalamak! Ayaklar altında çiğnemek! Kademhanelere +atmak! Neler..! Ne denaetler! Ne mel’anetler! +Hani ya Endülüs’deki üç yüz bin . cami’! O her +hafta üzerinde ferman-ı adl u ihsan ayet-i celilesi okunan o +minberler! +Nerede kaldı o yüz binlerce sufuf-ı muvahhidin! İşte +onlar mücerred hablü’l-metin-i ittihadı terketmeleri yüzünden +tevhidden ayrıldılar. Katl ü ifna edilenleri milyonlara +baliğ oldu! Bir mikdarı Afrika’ya çırıl çıplak can atabildi! +Bakiyyesi de tanassura icbar ve ikrah olundu. Bir gün +evvel namaz kıldıkları camie bir gün sonra hıristiyan sıfatıyla +götürüldü. Kilise şekli verilen o mazlum ma’bedde Salib’e +secde etmeye başladılar! Bunlar masal değil! Bunlar hayal +değil! Bunlar rü’ya değil! Bunlar birer hail-i vahşet! +Bunlar birer faci’-i hakīkat! Bunlar dağlar dayanmaz birer +musibet! Bunlar canlar eriten birer felaket! Bakınız tevhid +nasıl tevhid [ittihad] ile kaim imiş! Bakınız; ittihad nasıl tevhid +dın da tevhid ile daim olması lazım gelir. İttihadın za’fı tevhidin +za’fından başka nedir. İttihadın büsbütün fıkdanı da +tevhidin fıkdanıdır. İşte Endülüs gözümüzün önünde! Tevhidleri +kuvvetli olaydı ittihadlarını istiklallerini hükumetlerini +saltanatlarını muhafaza ederlerdi. +Şikak u nifakın tavaif-i müluke inkısamın bu feci’ akıbetini +düşünürler tevhidin ruh-ı beka ve devamı olan ittihaddan +ayrılmazlardı. +Tevhidi canından ziyade sevdiğini onun uğruna feda-yı +hayatı kendine dareynin fevkınde bir şeref bir saadet bildiğini +vap şüphesizdir ki “Tevhidin İslamiyet’in kemal-i şan ü şevketle +yaşaması için…!”den ibarettir değil mi? +Senin tevhidini senin İslamiyet’ini arzu ettiğin şan u +şevketiyle yaşatacak ancak ve ancak ittihadındır. Evet: Onun +ruh-ı bekası ancak ittihad olduğuna en vazıh ve en faci’ +delil işte Endülüs’dür. +Arablar; İspanya’ya ittihad kuvvetiyle gittiler. İttihad +kuvvetiyle fethettiler ittihad üzerine sabit-kadem oldukca +yaşadılar ve tevhidi de yaşattılar. Bak şimdi Endülüs’de tevhid +var mı? Niçin? Çünkü muvahhid namına bir ferd bile +yok! Sebebi ittihadsızlık! Sebebi şikak u nifak! Sebebi mesavi-i +ahlak! Şimdi düşün! O İspanya’nın medeni ? hıristiyanlarına +kemal-i zillet ve fart-ı meskenetle memleketini +hürriyetini hakimiyetini istiklalini ırz u namusunu cami’lerini +minberlerini mihrablarını teslim eden İbni Nusayr’ın +Tarık’ın İbni Musa’nın Abdurrahman’ın nesl-i ahiri kaç paralık +muvahhid idiler. +Ni’me’l-ecdad! Bi’se’l-ahfad! +Bunlar tevhidi İspanya’nın şanlı fatihleri kadar sevmiş +uğrunda feda-yı can bir şeref-i ebedi bir saadet-i sermedi +bilmiş olaydılar tevhidin Endülüs’den hicretine sebeb olurlar +mıydı? +Neticesinin muhakkak bir izmihlal olduğunu bile bile +şikak u nifaka düşmeleri tevhide ehemmiyet verme[me]lerinden +başka ne suretle tefsir olunabilir? +Bu satırlar o kadar ehemmiyetlidir ki üzerinde saatlerce +günlerce düşünülse yine azdır. +Sevda-yı ittihad aynıyla aşk-ı tevhiddir. +Binaenaleyh ittihadsızlık da tevhidsizlik demektir. Denilebilir +ki: Teslisde de ittihad var. Bu da aşk-ı tevhid mi? +Onlar da teslisin ruh-ı hakīkati tevhid olduğuna kail! +Fakat…….? +“Allahu Ekber”in birliğini kimse inkar edemez. +Eğer onlara gökleri yerleri kim yarattı? diye sormuş olsan +şüphesizdir ki bila-tereddüd: Allah yarattı cevabını verirler. +Ya bu hakk u hakīkati ikrar u i’tirafdan sonra o insıraf +ne oluyor? +Tevhide bedel olur mu teslis? +Hiç nur edilir mi söyle ….? +Üçtür ne demek hakīkati yek? +Akıl bunu söylemez bila-şek +Birdir ezelen vücud-ı Bari +Yoktur veledi onun nigarı +o neşide okuyanın kendi malı olsun ister başkasının. Bazıları +nasını çıkarıyorlar ki bu tür tefsire lügatin müsaadesi yoktur. +Hatta Kemal Bey merhumun: +Ben tuttuğunuz yola gideydim +Bir müntehabat cem’ edeydim; +Şehnameler etmiş olsam inşad +Bir beytimi eylemezdim irad. +tarzındaki i’tirazı inşad kelimesinin yanlış kullanılmış olmasından +dolayı haklı bir muahezeye hedef olabilir. +se buna hiç ehemmiyet vermemişiz hatta vermiyoruz! Bir +cemaat-i kübra huzurunda yüksek sesle irad-ı nutk eden bir +hatib tasavvur ediniz ki sözleri serapa ma’na serapa ruh. +Lakin bu adam esna-yı tebliğde eda ile müedda arasındaki +münasebete ahenge dikkat etmiyor; hutbesini hafızaya istif +edilmiş tekerlemeler gibi dümdüz okuyor. Şimdi böyle bir +nutkun cumhur-ı samiin üzerinde ne te’siri olur? Tabii hiç! +şiirler de dinleyenler üzerinde aynı te’siri husule getirir. +da başlıcalarını sayacağız: +birbirine karıştırmak. +mek icab eden kelimatı kısa geçmek; kısaltılacak heceleri de +uzun okumak. Hele pek tabii yani söylendiği gibi okunmak +lazım gelen kelimata imale vermek yani uzatmak +bir hastalıktır ki nazm ile muarefesi olmayan yahud bu aşinalık +pek yeni başlayan ağızlara müstevlidir! Böyleleri mısraın +hiç olmazsa iki üç kelimesinin kuyruğu kulağı çekilmedikçe +manzum olmaz vehminde bulunurlar. Bu illetin çaresi +çokça şiir okumaktır. +hud beyitlerden herbirinin sonunda sözün bittiğini zannettirecek +surette vakfederek samiin zihnini karıştırmak. +kalık bir fevkaladelik ifade eden cümleleri de diğerleri gibi +kasını almak beş on mısraı bitirmeye mütevakkıf olan yeni +şiirleri de eski şiirler gibi müstakil ma’nalı mısra’lardan müteşekkil +farz ederek öylece inşada kalkışmak. +zumundan ziyade hissettirmek. +pek belli etmek. +beraber şiirin müeddasına göre eda ihtiyarı cihetini düşünmeyerek +rakīk şedid yüksek derin ne kadar hisler hayaller +fikirler varsa hepsini birden aynı ahenge münkad eylemek. +Tabii bunlardan başka sebepler de vardır; ancak inşadı +berbad eden en başlı nakīsalar herhalde saydıklarımız olacaktır. +Hele aruz mutaassıblığından ileri gelen takti’cilik en +selis nazımları bile en müstekreh kılığa sokar. Ma’lumdur ki +sakin harfden evvel gelen huruf-ı med biraz fazlaca çekilir. +Bu çekiliş nazma bir aheng de te’min eder. Bazıları vezni şaşırmamak +sıl olan sekalete değme kulak tahammül edemez. +Evet. “Bahardır bahardır bahardır bahardır” mısraındaki +“bahardır” kelimelerinin birinci “ra”larına birer kesre vererek +“baharıdır” tarzında okuyanları çok gördük. +Vakıa bu mısra’ takti’ edilmek lazım gelse her “bahardır” +kelimesi mefailin cüz’üne terfik için “ra”yı harekeli farz +etmek icab ederse de inşad ederken bunu düşünmek pek +garib olur. +melidir. Hele mısra’ sonundaki kelimelerin ahir hecelerine +rast gelen imaleler hiç hissedilmemelidir. Söylediklerimizi bir +misal üzerinde tatbik için Kemal’in şu matlaını alalım: +Ermemişken kimsenin nur-ı nigahı koynuna +Gizli girmiş dün gece zülf-i siyahı koynuna! +Görüyoruz ki bu beyitde nur nigahı koynuna gece +zülf siyahı kelimeleri hep imalelidir. İki satırda altı imale +dinleyeni sıkar. Lakin biz oldukça güzel bir inşad sayesinde +sıkıntıyı yarı yarıya indirebiliriz. Evet nurun “ra”sını ince +uzun okuyacağımıza biraz tefhim yani kabaca telaffuz ederiz. +O vakit imalenin sıkleti gereği gibi azalır. Nigahı kelimesindeki +“hı” hecasına da ince uzun bir kesre vereceğimize +kaba lakin kısa bir kesre veririz. Bundaki imale de hafifler. +Koynuna redifindeki son hecayı ise imalesizce okuruz. +aynı suretle hareket ederiz. +Demek istiyoruz ki: İnşadda asıl olan ecza-yı beytin bütün +hecelerini mukabilindeki tef’ilelere uyduracağım diye +gayr-ı tabii bir şey olduğunu bilerek onu mümkün mertebe +az hissettirmekdir. +Bununla beraber uzatılması icabeden öyle kelimeler de +vardır ki kısa geçilmesi aruzcuların zihaf dedikleri kusuru vücuda +getirdikten başka esasen o gibi hecelerin mahdud okunması +ma’na üzerinde pek güzel te’sir hasıl eder. Onun +lıdır. +Döner vadide dur-a-dur bir ses rudlar çağlar. +Hey ne sengin dilsin ey zalim ki te’sir etmiyor +Ahlar feryadlar çak-i giribanlar sana! +Feryad bu gülşendeki aheng-i siyehden! +Eyvah bu baziçede bizler yine yandık! +Ey vefasız dostum senden vefalıymış gamın! +Neşidelerinde dur-a-dur rud ahlar feryadlar feryad +eyvah dostum kelimeleri mutlaka memdud okunmalıdır. +Hele ah eyvah heyhat oh gibi teessüre tehassüre tercüman +olan kelimeler kısa geçilmemeli dörder elif mikdarı çekilmelidir! +Letaifdendir ki: Naci merhum Tercüman-ı Hakīkat ’de +gazeller yazarak heveslileri tanzire da’vet eder sonra da o +nazireleri birer birer didiklerken talebe-i ulumdan biri +Dün gice ateş-i sevda düşüp ah medreseme +Battı mantıkla maani vü beyan-ı maksud! +tarzında veyahud bundan daha hallice bir yave +göndermiş. Naci bu zavallı mollanın gazeline aid sözlerini şu +mütalaa ile bitirmiş: “Biz ahların memdud olmasına tarafdarız. +Hususiyle ateş-i sevda ile bütün ma-meleki yanıp kül +olan senin gibi bir molla böyle kısacık ah demez... Yürekden +olmak şartıyla gayet uzun bir ah çeker!” +Kemal’in Cezmi’sinden: +Benzetse beni hata değildi +Bir kimse görüp de arifane: +Zencirde inleyen esirin +Koynundaki tıfl-ı na-tüvane. +kıt’asını ele alalım da nasıl okuyacağımızı söyleyelim. Görüyoruz +ki şu dört mısraın dördü de birbirine merhun yani +bağlı. Şimdi bu şiiri nasıl inşad edeceğiz? Eğer her mısraın +sonunda sözün bittiğini anlatır bir tavır ile vakfedecek olursak +ma’na askıda kalır. O halde ta son mısraın nihayetine +gelinceye kadar geçecek evvelki karar asma karar olmalı; +yani sözün tamam olmayıp aşağıda tamam olacağını anlatacak +tarzda verilmelidir. +“ni”si hissolunmayacak gibi çekilecek; zencir alabildiğine +uzadılacak; zira kaide bunu icab ettiği gibi aheng de öyle +olmasını ister. Na-tüvane arifane gibi imalesiz okunulacak. +Bir farkı varsa bundaki karar tamdır; arifane gibi gayet hafif +vakıfdan ibaret değildir. +edilemez; şiiri okuyan adamın zevkine kalmış şeylerdir. Mesela +şiddetli fikirlere ateşli hislere tercüman olan şiirler yüksek +sesle müheyyic tavır ile okunmalı; rakīk nazik meani +de kendisine münasib bir lahn ile tebliğ edilmelidir. Sesi +kaldırmak icab eden yerde indirmek; alçaltmak lazım gelen +yerde yükseltmek pek münasebetsiz olur. Bununla beraber +birtakım züppelerin yaptığı gibi şiire ruh vereceğim diye +acemi oyuncu tavrı takınarak soğuk soğuk ca’liyetler göstermenin +yine lüzumu yoktur. Bu bir tasannu’dur tasannu’ ise +her zaman merduddur. +Eslafımızın inşada verdikleri ehemmiyetin derecesini bilemiyoruz. +Bakiyyetü’s-selef olmak üzere yetişebildiğimiz şairler +arasında Hersekli Arif Hikmet merhumu azametli bir +dar bir inşad göremedik. +bulmayacaksınız. Lakin en rakīk en hissi bir neşideyi alınız; +bir mahfil-i edebde evvela ehline okutunuz; saniyen na-ehline +üzerindeki te’sirini birbiriyle mukayese ediniz. O zaman işin +ehemmiyetini iyice anlarsınız. +Ne hacet! Şiiri berbad bir surette inşad etmek tıpkı bir +beste-i musikīyi usule bigane çirkin sesli bir herifin gevelemesine +benzer. +Şi’r-i kadimimiz hakkında mühim olan inşad şi’r-i hazırımıza +gelince büsbütün müdhiş bir ehemmiyet alır. Zira +şi’r-i kadimde her mısra’ her beyit müstakil bir ma’nayı +beyitin sonunda vakfedilince maksadın ne olduğu anlaşılırdı. +Halbuki şimdiki şiirler eski nesirler gibi zencirleme gidiyor; +hatta bazen birinci mısra’ ile başlayan cümlenin arkası +tam sekiz on mısra’ sonra alınabiliyor. Onun için inşadın +şeklinde yazılmıştır. +hakkı verilmezse ahengden vazgeçtik ma’na anlaşılmaz. +Bereket versin ki son zamanlarda teammüm eden tenkīt işi +hayliden hayliye kolaylaştırmıştır. Yoksa yeni şiirleri inşad +pek müşkil olurdu. +Beşerin bi-ümid ü pejmürde +Bu mukassi haziz-i mihnette +Daima neş’esiz ve dermansız +Geçen ömr-i mükedderi yalnız +Bir büyük hisle lerzedar olur +Bir büyük hisle tab-ı neş’e bulur. +Bu büyük his vatan muhabbeti bir +Muhterem tuhfe-i mukaddesdir. +Bir ilahi cenahdır titrer +Vatanı daima sıyanet eder. +Ve onun saf sayesinde vatan +Bir müebbed penah-ı nur-efşan. +Saf ve ali-mes’adet haki +Bir büyük melce’-i mukaddes ki +Yaşatır besler iştiyakla bizi; +Bi-mecal ü şikeste kalbimizi +Nazlı bir anne şefkatiyle sever +Giryeyi hüznü tesliyet eyler. +Mahv eder ıztırabı.. Oh zaten +Bir samimi ve ıztırab-şiken +Anne ağūşudur o har nermin.. +Çırpınır kalbi pür-emel ve hazin. +Bu büyük şefkatiyle biz de onu +Severiz.. Kalb-i zar u mahzunu +Böyle bir saf sevgiye muhtac.. +Ve sen ey bunca yıl kudurmuş aç +Zalim ellerle ra’şedar olarak +Üzülen inleyen aziz toprak! +Şimdi artık çocukların zinde +Onların handekar kalbinde +Sana aid büyük nezih nevvar +Sevgiler duygular emeller var. +Onlar artık senin hayatınla +Müşterek bir hayat-ı şevk-efza +Yaşıyorlar.. Ve şimdi canlan sen +Ebedi müsterih ve bi-şiven +Bir hayat eyle –pür-safa– imrar. +Nam-ı pakinle saf ve şa’şa’adar +Şanlı bir ufka daima pür-emel +Bu büyük i’tila-yı namınla +Şimdi herkes fahur u şad olacak. +Şimdi herkes bu ihtişamınla +Bir saadet bir i’tila bulacak +Bu saadet için fakat pür-fer +Bir muhabbet bir iştiyak ister.. +Bu fahur iştiyakı da ta’ziz +Edecek sensin ey vatan ve bizim +Kalbimiz.. Sevgimiz.. Muhabbetimiz… +Haydi öyle ise gül bırak bu elim +Samtı artık.. Çocuklarınla konuş.. +Durma öyle mükedder hamuş.. +Ver bir azm-i kavi emellerine.. +“Ey vatan ey büyük vakūr anne!” +Hazret-i İmam Tus’a çekildikten sonra peder-mande hanesi +civarında bir medrese bir de hankah yaptırarak orada +dağdağa-i ihtirasattan azade sükun-amiz bir hayat içinde; +hitam-ı ömrüne kadar terbiye-i ma’neviyye ve tedrisat-ı +Nihayet tarihinde; elli beş yaşında olduğu halde; +ruh-ı pür-fütuhu alaka-i nasutiyyeden büsbütün tecerrüd +ederek perestişgahı olan avalim-i lahutiyyeye uruc eyledi. +Gazzali Şafiiyyü’l-mezheb idi. Müellefatından en meşhurları +ber-vech-i atidir: +Tehafütü’l-Felasife ’de iktidar-ı felsefisini göstermiş olan +Gazzali tetebbuat-ı ilmiyyede netice-i atiyyeye vasıl oluyor. +Bunu kendisinden dinleyelim. Hazret-i İmam hayat-ı beşeri +devr-i sabavet devr-i rüşd devr-i taakkul olmak üzere üçe +ayırarak diyor ki: +“Devr-i tufuliyyet ihtisasat-ı ma’sumane avanıdır. Bu +devirde havass-i zahire uyanır. +rüşd namını alır. Zeka-yı beşer bu devirde inkişaf eder. +Üçüncü devir ise devre-i taakkuldür. Bu zamandadır ki +akl-ı beşer ikinci devirde idrak edemediği mümkün vacib +ve mutlak gibi yüksek mefhumları idrak edebilir.” +Gazzali şu taksimi serd ettikten sonra mütalaatına devamla +diyor ki: +“Bu üç devirden sonra dördüncü bir devir daha vardır +ki buna da devr-i tefekkür diyebiliriz. Bu zamanda basar-ı +basiret inkişaf eder. Edvar-ı evveliyyede insana mechul ve +gayr-ı mekşuf kalmış olan birtakım hakayık ancak bu devirde +Bu mertebe-i bülende vasıl olan insanın kalbi mehbit-ı +taakkulatı ikinci devirde gayr-ı mekşuf kaldığı gibi mertebe-i +tefekkürde idrak olunacak şeyler de mertebe-i taakkulün +saha-i müdrekatına giremezler.” +Görülüyor ki Hazret-i İmam hayat-ı beşeri tanzim için +pek güzel bir esas vaz’ ederek hakayık-ı diniyye ile felsefiyyeyi +mezce muvaffak oluyor. Gazzali Bağda[d]daki +tedrisatına hatime vererek arz-ı Hicaz’a koştuğu zaman hayatının +–tasavvur ettiği– şu dördüncü devresine girmeye +başlamış olduğu anlaşılıyor. +Tus’daki inzivası zamanları ise ‘‘mertebe-i tefekkür’’ün +vücud-ı istiğrak anlarını teşkil eder. +sine bi-hakkın kesb-i vukūf etmiş eazımdan ve mütefekkirini +hükemadandır. Hazret-i İmam diyor ki: +“Ruh-ı beşer envar-ı İlahiyyeden muktebesdir. Sonra yine +aslına rücu’ edecek. Ruhun cesedle beraber fena-pezir +olacağı hakkındaki faraziyat büsbütün ma’nasızdır. +Eşkal-i zahiriyyemiz her an tebeddüle ma’ruz değil midir? +Doğduğumuz zamandaki şeklimizle şimdiki şeklimiz +birbirinin aynı mıdır? +Biz bu aleme bir yabancı gibi geliriz. Buradaki ikametimiz +bir müsaferetten başka bir şey değildir. Iztırabat ve +alam-ı hayatiyyeye karşı en son penahımız bargah-ı rububiyyettir. +Rahat-ı ebediyyeyi sürur-ı sermediyi şübühat ü tereddü[d]den +ari ilm-i kat’iyi ve’l-hasıl hayatın zevkini nurunu +ancak tezkiye-i nefsde fena fillah sırrına mazhar olmakta +bulabiliriz.” +ma’ iştihar eder asarın birincileri sırasında ta’dad olunabilir. +namı altında dört cildden mürekkeb olup her rub’ on kitabı +muhtevidir. +detten dekaik ve sünen-i taatten bahsedilmiş olup muhtevi +olduğu kitablar ber-vech-i atidir: +Kitabü’l-İlm +Kitabü Kavaidi’l-Akaid +Kitabü Esrarı’t-Tahare +Kitabü Esrarı’s-Salat +Kitabü Esrarı’z-Zekat +Kitabü Esrarı’s-Siyam +Kitabü Esrarı’l-Hac +Kitabü Adabi Tilaveti’l-Kur’an +Kitabü’l-Ezkari ve’d-Daavat +Kitabü Tertibi’l-Evradi fi’l-Evkat +riyye içinde yaşayan medeni bir insanın bilmesi icab eden +muamele ve muaşeret-i medeniyyenin dekayıkından suver-i +ber-vech-i atidir: +Kitabü Adabi’l-Ekl +Kitabü Adabi’n-Nikah +Kitabü Ahkami’l-Kesb +Kitabü’l-Helali ve’l-Haram +Kitabü Adabi’l-Suhbeti ve’l-Muaşereti maa Esnafi’lHalk +Kitabü’l-Uzlet +Kitabü Adabi’s-Sefer +Kitabü’s-Sema’ ve’l-Vecd +Kitabü’l-Emri bi’l-Ma’ruf ve’n-Nehyi ani’l-Münker +Kitabü Adabi’l-Maişeti ve Ahlakı’n-Nübüvvet +Üçüncü rub’ mühlikattan bahisdir. Gazzali bu cildi teşkil +eden kitablarda ahlak-ı mezmume tezkiye-i nefs tathir-i +kalb hakkında tafsilatta bulunduğu gibi ahlak-ı zemimeden +miştir. Bu kitablar ber-vech-i ati ünvanları haizdir: +Kitabü Şerhi Acaibi’l-Kalb +Kitabü Riyazeti’n-Nefs +Kitabü Afati’ş-Şehveteyn Şehveti’l-Batn ve Şehveti’lFerc +Kitabü Afati’l-Lisan +Kitabü Afati’l-gadab ve’l-Hıkd ve’l-Hased +Kitabü Zemmi’d-Dünya +Kitabü Zemmi’l-Mali ve’l-Buhl +Kitabü Zemmi’l-Cahi ve’r-Riya’ +Kitabü Zemmi’l-Kibr ve’l-Ucb +Kitabü Zemmi’l-Gurur +Münciyattan bahis olan dördüncü rub’da ahlak-ı mahmude +hasail-i mergūbe hakkında amik mütalaat serd edilmiş +ve hikmet-i ahlakıyyeye dair tenkīdat-ı mühimmede bulunulmuştur. +kiyyete i’la edecek hasail-i ber-güzide bir ifade-i nezihane ile +tasvir edilmiştir. Dördüncü rub’ da kütüb-i atiyyeden mürekkebdir: +Kitabü’t-Tevbe +Kitabü’s-Sabr +Kitabü’l-Havfi ve’r-Reca’ +Kitabü’l-Fakri ve’z-Zühd +Kitabü’t-Tevhidi ve’t-Tevekkül +Kitabü’l-Muhabbeti ve’ş-Şevki ve’l-Ünsi ve’r-Rıza +Kitabü’n-Niyyeti ve’s-Sıdki ve’l-İhlas +Kitabü’l-Murakabeti ve’l-Muhasebe +Kitabü’t-Tefekkür +Kitabü Zikri’l-Mevt +Hazret-i İmam Kitabü’t-Tefekkür ’de keyfiyet-i tefekkürü +beyan ü izah ederken pek mühim tedkīkat-ı fenniyyeye girişmiştir: +Evvela insandan insanın rahm-i maderden i’tibaren +geçirdiği safahat-ı hayatiyyeden a’za-i bedeniyyenin +teşrihinden her uzvun vazife-i fizyolojiyyesinden muhtasaran +bahseylemiş ve iskelet-i beden hakkında dahi hayli ma’lumat +vermiştir. +Ba’dehu arza küre-i arzı teşkil eden suhur u maadine +dair serd-i mütalaat eyledikten sonra hayvanat hakkında +dahi bir mütalaa-i umumiyye yürütmüştür. Bilahare miyaha +heva-yı nesimiye hadisat-ı cevviyyeye ve ecram-ı semaviyyeye +dair de mücmelen beyanat-ı mühimmede bulunmuştur. +larından bu babda fazla tafsilat i’tasını zaid ü bi-lüzum görüyorum. +Hülasa Hazret-i İmam eazım-ı ulema arasında necib bir +sima-yı irfan-bülend bir nasiye-i deha müdekkık bir hakim-i +mütefekkir dindar bir feylesof nezih bir ahlak-şinas cezbedar +bir mutasavvıfdır. +Gazzali kadar muhabbet-i umumiyyeyi celbe muvaffak +olmuş bir alim daha görülmemiştir. Tehafüt ’de felasife-i kadime +hakkında hayli tenkīdatta bulunmuş ise de İbn Rüşd +bilahare Gazzali’nin bu tenkīdlerini hırpalamış ve bir çok nikatını +nakz eylemiştir. İbn Rüşd’den bahsederken bu cihetlere +dair tafsilata girişebiliriz. +Tevhid: Cenab-ı Hakk’ın vücudundan ve ona sübutu +vacib caiz mümteni’ olan sıfatlardan; keza –risaletlerini isbat +etmek için– peygamberlerden ve onlara sübutu lazım +caiz ve mümteni’ olan sıfatlardan bahseden ilimdir. Bu ilme +“İlm-i Tevhid” denildiği gibi “İlm-i Kelam” da denir. +Bu ilim ümem-i salife nezdinde de ma’ruf idi. Her kavim +ve milletin rüesası din ü i’tikadı muhafaza ve te’yid eylemek +kendilerinin kelam-ı İlahi diyerek nakl ettikleri menkūlata +tasdik eylemeye icbar ederler. Ve bu babda kat’iyyen çun ü +çera kabul etmezler idi. Daha ileri giderek akıl ile dinin +yekdiğerine düşman olduğunu yine din namına olarak söylemişlerdi. +Binaenaleyh ulum-ı kelamiyyedeki netayic ve +mukaddematın çoğu birtakım asılsız te’vil ve tefsirler mu’cizelerle +korkutmak hayalatla aldatmak gibi pek vahi şeylerden +Kur’an -ı azimü’ş-şan din için yeni bir yol küşad etti. O +da burhan ve istidlal yolu idi. Mesela Nübüvvet-i Muhammediyye +zaya da’vet olunarak iskat edildi. Kur’an ’da hikaye olunan +sıfat-ı İlahiyyeye yalnız Kur’an ’da mezkur oldukları cihetle +onları herkesin tasdik eylemesini taleb etmedi. Belki her birine +ayrı ayrı burhan ikame ederek isbat etti. Muhaliflerin +mezheblerini nakledip onları hüccet ve burhan ile ibtal etti. +Kur’an fikri uyandırdı ve akla hitab etti. Erbab-ı ukūlün enzar-ı +dikkatlerine şu gördüğümüz alemdeki nizam ü intizamı +ve onun her bir cüz’ündeki ihkam u itkanı arzetti. Bunlara +bakıp istidlal ederek kendi vücud ve vahdaniyyetini tasdik +eylemeye da’vet etti. +Maziye aid olan birtakım ahval-i sabıka ve vekayi’-i salifeyi +hikaye ederken bunların her biri hakkında mevzu’ +kavaid-i sabite bulunduğunu +ve emsali kavl-i şerifleriyle beyan buyurdu. Asırlardan beri +yekdiğerine hasım olan akıl ile dini barıştırdı. Belki de ikisini +kardeş ve lazım-ı gayr-ı müfarık yaptı. Bu muahat hiçbir +türlü te’vil kabul etmeyecek bir suret-i sarihada vukūa geldi: +Mesail-i diniyyeden vücud vacib +nübüvvet gibi bazı mes’elelerin ancak akıl ile isbat olunabileceği +aksi takdirde devr-i batıl lazım geleceği bil-cümle +müslümanlarca –tabii cühela’ ve humeka müstesna– takarrur +etti. +Kur’an Cenab-ı Hakk’ı a’sar-ı salifede tavsif olunmayan +bir çok evsaf ile tavsif etti. Bu sıfatlar miyanında ihtiyar +sem’ basar gibi ismen evsaf-ı beşeriyyeye müşarik; vech +yed gibi yine ismen a’za’-i insaniyyeye müşabih olanları da +var. Kaza-i İlahi ile ihtiyar-ı beşeri hakkında serd-i makal +etti bu babda gulüvv eden iki fırka ile mücadele etti. Hasenata +mukabil mükafat ile va’d seyyiata mukabil de mücazat +yeye tefviz etti. Hülasa Kur’an beşeriyeti tefekküre da’vet +etti ve bu tefekkürü de hiçbir had ile mahdud ve hiçbir şart +Cenab-ı Hakk’ı i’tikada mecbur kalacağı sahibince zahir idi. +Asr-ı saadet böyle bir safvet-i i’tikadiyye ile geçti. Zira +peygamber izale-i şübhe için bir sirac ve merci’ idi. Ebubekir +ve Ömer zamanları da i’tirazat-ı i’tikadiyyeden vareste +racaat olunur o da kibar-ı ashab ile istişareden sonra ihtilafı +fasl u hasm ederdi. Bu safvet-i ahlakıyye ve i’tikadiyye – +maatteessüf– pek az bir müddet devam edebildi. Hazret-i +Osman’ın cülusuyla başlayan fitne gittikce tezayüd ediyordu. +Hazret-i Osman ziyadesiyle halim olduğundan Emeviyye +ahali-i İslamiyyenin başına bela kesilmiş musallat olmuşlar +nibe sirayet edip etrafı sarmakta idi. Tabii bu esnada şayan-ı +teessüf bazı vukūat da meydana geldi. Zira bu aralık +kendine bir külah kapmak maksadıyla çalışanlar da yok +değil idi. Yahudiden müslüman olup Hazret-i Ali’yi sevmekte +pek ileri giden ve –haşa– Hazret-i Ali’ye “Allah” +diyen Abdullah bin Sebe’ de onların miyanında idi. Osman +mevki’-i hilafete geçtikten sonra ahaliyi onun aleyhinde +teşvik u tergīb eylemeye başladığından Medine’den evvela +Basra’ya oradan Kufe’ye oradan da Şam’a bilahare Mısır’a +nefy olunmuş idi. Tabii her uğradığı yerde ahali miyanına +nifak u şikak tohumlarını ekerek geçmişti. Mısır’da +Hazret-i Osman’ın katlinde de en büyük rolü ifa eden bu +herif idi. Hazret-i Ali halife olduktan sonra kendisini oradan +Medayin’e nefy ettirdi ise de o zamana kadar birtakım efkar-ı +batıla ile pek çok zevatın ezhanını zehirlemişti. +Bu fitneler Hazret-i Osman’ın katl olunup Hazret-i Ali’nin +mevki’-i hilafete geçmesiyle neticelenmedi. Belki gittikçe +kesb-i iştidad ediyordu. Beyne’l-müslimin pek çok hunin +vekayi’ tehaddüs etti. Nihayetü’l-emr hilafetin Beni Ümeyye’de +tekarrur etmesiyle vekayi’ bir dereceye kadar tehaffüf +etti. Lakin o zamana kadar ahali-i İslamiyye –maatteessüf– +üç büyük fırkaya ayrılmış ve aralarındaki asa-yı vahdet kırılmış +Üç fırka: Şia Havaric ve Mu’tedilin fırkalarıdır. +Şia : Hazret-i Ali tarafdarları olup onu sevmekte ifrata +varmışlardı ve o ifrat neticesinde Hazret-i Ali’yi mertebe-i +uluhiyyete kadar is’ad edip diğerleri hakkında büyük bir +adavet besliyorlardı. Havaric : Hazret-i Ali ile tarafdaranını +tekfir edercesine –hakem mes’elesinden dolayı– Hazret-i +Ali’ye izhar-ı adavet etmişlerdi. Mu’tedilin ise: Hiçbir tarafa +muhabbet de göstermeyen ashab-ı akl ü erbab-ı i’tidal idiler. +Bir tarafdan ahali-i İslamiyye böyle çirkin manzara irae +etmekte iken diğer tarafdan hak olan Din-i İslam kemal-i +sür’atle etrafa intişar etmekte Suriye Mısır ve Acemistan +kıt’alarını şa’şa’a-i ziyasıyla tenvir eylemekte idi. +Bu aralık fırka-i mu’tedileden bazıları usul-i akaid ile +da ihmal etmezlerdi yani her iki tarik ile müddealarını isbat +ederlerdi. Ve bunlar miyanında Hasan-ı Basri gibi ashab-ı +hamiyyet cami’lerde ahaliye hakayık-ı İslamiyyeyi ta’lim ü +tedris ile iştigal ederler ve her bir şübhelinin şübhesini hallederlerdi. +Dersleri gayet serbest olduğundan herkes her mes’ele +hakkında fikrini beyan eder ve onların miyanından ma’kūl +olanları intihab olunurdu. Bazı mesail hakkında bir türlü +mezhebler görülmeye başladı. En evvel badi-i ihtilaf olan +mesail şunlardır: +netli mi cehennemli mi? +addolunanlar birtakım mezheblere ayrılmakta iken diğer tarafdan +birtakım ulema daha doğrusu “duhala” asar-ı Yunaniyye’yi +Arabi’ye tercüme edip selimini sakīminden tefrik +etmeksizin felsefe-i Yunaniyye’yi maarif-i diniyye ile mezc +etmekte idiler. Halbuki bunlardan bir kısmı –ki mevhumattır– +usul-i İslamiyye ile kat’iyyen tevafuk etmiyordu. Maa +haza a’van u ensarı vüzera’ ve vükelası tamamıyla Şiiyyü’lmezheb +olan hulefa-i Abbasiyye sevk-ı cehaletle bu sınıfa +muavenet etmekte idiler. +Padişahların himayesi altında bunların işleri ilerilemekte +ve gittikce mülhid ve zındık çoğalmakta idi. Selef mezhebine +temessük edenler ise yalnız ilim ve iman kuvvetiyle onları +reddetmekte idiler. Lakin bunlar redd ü ibtallerinde akıldan +ziyade nakle ehemmiyet verdiklerinden ehl-i İslam mütekabil +olarak iki tarika inkısam etti: Tarik-ı nakl Vehm +Müevvilun Müevvilundan bir fırka İsmailiyye’dir ki onlar +te’vilde pek ziyade ifrata giderek Kur’an ’da olan salat ve +savm gibi her bir amel-i zahiriyi bir sırr-ı batıniye haml etmişlerdir. +den din siyasete alet ittihaz edilmiş oldu. Bunun için bu ihtilaf-ı +efkardan dolayı pek çok İslam kanı döküldü hem de +fudalasından. Dördüncü asr-ı hicri bidayetlerinde idi ki müceddid-i +şehir Ebü’l-Hasan el-Eş’ari hazretleri İslam’ın emrettiği +tarzda akl ile nakl beynini cem’ ederek ashab-ı zavahir +ti. Ukala-yı ümmet cümleten o zata peyrev olup fikrini takviye +ve tervic ettiler. Ve onun re’yini ehlü’s-sünnet ve’lcemaat +mezhebi diye tevsim ettiler. Bu mezheb hatta böylece +ehl-i İslam beyninde kemal-i sür’atle intişara başlayınca +evvelki ikisi tabiatıyla gevşemeye yüz tuttu iki asır kadar bir +müddet zarfında o iki mezhebin saliklerinden pek az kimse +kaldı. Lakin Eş’ari’nin halefleri kendisinden sonra garib bir +nazariye ortaya sürerek müslümanları tekrar ihtilafa sevketmeye +başladılar. +Nazariye de şundan ibaret idi: Bir mes’elenin sıhhatine +etmesi lazımdır. Bereket versin ki: Bu aralık Gazzali ve Razi +gibi ekabir yetişerek bu ihtilafın önünü aldılar. Bunlar da +pek doğru olan “bir delil veyahud bir çok edillenin butlanı +müddeanın butlanını müstelzim olmayıp aynı müddeayı +daha başka bir delil ile isbat etmek caiz olması” nazariyesini +ortaya koyarak pek kuvvetli delillerle bu nazariyelerini isbat +ettiler. Deliller o derece kuvvetli idi ki muhalifler de teslim-i +da halledilmiş oldu. +Bu iki asırlık bir zaman zarfında felsefe işi de gayet yolunda +gitti. Hakīkī feylesoflar yetişerek felsefeyi akaid-i diniyye +mak üzere ta’kīb ettiler. Müslümanların ancak terakkıyat-ı +maddiyye ve fikriyyelerine hizmet etmeye sa’y ettiler. Sonraları +–bidayetinde olduğu gibi– maarif-i diniyye ile mezc +ederek ahaliyi iğva ve ıdlale kalkıştılar. Yukarıda isimleri +geçen Gazzali ve Fahr-i Razi gibi hükema-i İslamiyye bu +esnada yetişerek ilm-i kelamda mesalik ve mesail-i felsefiyyeyi +tahkīk u tedkīk ederek muvafık-ı akl olanlarını kabul +netayic-i vehm ü hayal olanlarını reddettiler. İşte felsefenin +Binaenaleyh Beyzavi Adudü’l-Mille gibi müteahhırinin +yazdıkları kütüb-i kelamiyyeyi mesail-i felsefiyye ile memzuc +u mahlut görüyoruz. +Bunlardan sonra –bundan dört asır mukaddem– iş cühelanın +eline geçti bunlar ulema’ kıyafetine girerek onların +mahallerini işgal ettiler. +lara mahsus olan– tahkīk u tenkīd yolu terk olunarak tağlit u +taklid mesleğine gidildi. Lübler bırakılarak kuşurla iştigale +başlandı. Eskiden efkar ve mesalik tenkīd olunurken bu defa +elfaz ve kavalib tenkīd olunmaya başladı. Belki tedris ve +tederrüs denilen şey yalnız bir münakaşat-ı lafziyyeden ve +hiçbir semeresi olmayan ihtilafattan ibaret kaldı. +Bu cühela takımı –ki dört asırdan beri maatteessüf onları +rüesa-yı din ittihaz etmiş– her ne söylerlerse din namına +vetinden istifade ederlerdi. Ahali-i İslamiyye de hacesine +lardı. +Bu cühela’ o kadar ileri gittiler ki ortadan sahib-i hamiyyet +bir mütefekkir çıkıp da hakaik-ı İslamiyyeyi ahaliye +anlatmaya kıyam ederse bunlar hemen onu tekfir eder ve +bu suretle onu ahali gözünden düşürüp sözünü te’sirsiz bırakırlardı. +Ümem-i salifeye takliden ilim ile din beyninde –haşa– +adavet bulunduğunu iddia ve i’lan etmeye kadar ictisar ettiler. +Bu suretle ahaliyi tamamen cahil ve her şeyden bi-haber +bırakarak kendi mevki’lerini tarsin ve menafi’-i hasiselerini +te’min eylediler. +Halbuki Din-i İslam onların tevehhüm +ettiklerinden bambaşka ve Cenab-ı Hak da onların +zann u tavsif ettiklerinin fevkınde idi. +dolayıdır ki biz bu hal-i sefalete bu zillet ü esarete ve acz u +meskenete bu fakr u cehalete bu zulm ü hakarete bu gadr +u hıyanete hepsine bil-istihkak duçar olduk ve hala da böylece +devam edip gidiyoruz. +* * * +Birkaç gün sonra Bamyan hakiminden –ki oraya ben +ta’yin etmiştim– bir mektup aldım. Kabil’e giderek hesab +vermesine dair emir aldığını yazıyordu. “Hükm-i emire itaat +ediniz” demekten başka cevap bulamadım +Bir çok zahmet ve meşakkat içinde Heybek’e vasıl +olunca Katagan beyi mülakatıma geldi. Hediye olarak dört +yüz deve ile bin re’s at getirdi. Oradan Taşkurgan’a geldim. +Şir Ali Han’ın münasebetsizliğinden memleketi pek fena bir +halde buldum. Şir Ali Han Buhara ve Kalab’a kaçan beylerini +da’vet ederek Belh’i mevcud toplarla beraber kendilerine +satmış paraları aldıktan sonra oradan çekilip gitmişti. +O budalalar da paraları verince Şir Ali Han sizi bize sattı +diyerek Belh’deki Afganlıların mal ü metaını yağma etme- + +ye kalkışmışlar Afganlılar bizim padişahımız Abdurrahman’dır +Şir Ali Han’ın emaretini tanımayız demişlerse de +dinletememişler nihayet müdafaa-i nefs ü mal için kan +dökmeye mecbur olmuşlar. +Benim vürudum üzerine beyler etrafa savuştular ve +Nimlik Kal’ası’nı tahkim ederek benimle harb eylemek azmine +düştüler. +Birkaç gün sonra Taşkurgan’dan Mezar-ı Şerif’e oradan +da Tahtapul’a gittim. Tophane ve nizamiye zabitanından +bazıları gelip kumandanları Muhammed İsmail Han’ın bana +pek de sadık olmadığını ve arzu ettiğim takdirde benim +askerim miyanına gireceklerini haber verdiler. Amcamdan +Ve ber-muceb-i va’d yazdım. Gelen cevapta “Nur-ı çeşm +Muhammed İsmail Han’a muhalefete kalkışanlar müfsid ve +kezzabdır” denilmişti. Bu mektubu zabitana gösterdim kumandanlarının +maiyyetinde kalmalarını tavsiye ettim. +Nimlik’de bana muhalefet için toplanmışlardı oraya gittim +evvela müzakerat-ı dostanede bulundum ve Kur’an-ı +Kerim ’e kasem ederek kan dökülmemesine çalıştım. Dinlemediler +ve kal’alarının metanet ü istihkamına mağrur olarak +cenge kalkıştılar. Çünkü kal’anın arşın tulunde ve arşın +arzında bir hendeği vardı ki geçmek muhal görünüyordu. +Ertesi günü güneş doğarken topları ta’biye ederek hücum +emrini verdim. Öğleye üç saat kala kal’anın iki burcu +hendeğe atıp bir köprü vücuda getirdikten sonra duvarlara +tırmandı. İçerdekiler bağlı kamışları tutuşturup askerin başına +ve yüzüne atıyor onlar da mızrak uçlarıyla mukabele +ediyordu. Yedi yüz telefatı müteakıb kal’anın içine girildi. +Fakat mahsurinden iki bin beş yüzü de kılıçtan geçirildi. +Yalnız sergerdelerden biri kuru bir kuyu içine saklandığı cihetle +ölümden kurtulmuştu. Bunu çağırtıp kendisinden vukū’ +bulan sualatıma cevaben: +– Belh beyleri sizin gelmekte olduğunuzu işidince +dilaver ayırıp hayatta bulundukça Nimlik Kal’ası’nı muhafaza +eyleyeceklerine dair yemin ettirdiler. Sonra bu dilaverane +hil’atler giydirip tüfenkler kılıçlar verdiler. Neticesi de +bildiğiniz gibi oldu dedi. İsmi “Karahan” olan bu zat tekrar: +– Size Kur’an-ı Kerim gönderdiğim vakit niçin kabul +etmediniz? Diye sordum. +– Siz de bilirsiniz ki bu kal’a kimsenin zabtına geçmeyecek +surette müstahkemdi cevabını verdi. +Fil-vaki’ Karahan’ın sözü doğru idi. Hatta amcam bu +kal’ayı on sekiz ay muhasara etmiş ve erzakının bitmesi +üzerine avdete mecbur olarak mahsurin ile musalaha yapmıştı. +Cenab-ı Hakk’ın fazl u keremi böyle metin ü müstahkem +kal’anın altı saatte zabt u teshirine beni muvaffak +etti ve ahalisinin zavallı Afganlılara eylediği eza ve cefanın +salıverdim ve kal’anın suret-i zabtını Belh beylerine anlatması +düm. Oranın ahalisi istikbale çıkıp beylerinin harekat-ı vakıasından +özür dilediler. Özürlerini kabul ettim. Çünkü asıl +müsebbib Şir Ali Han idi ki vilayeti nakid mukabilinde +satmıştı. +Bana muti’ olan Mir Hakim Han’dan maada beyler +Meymene taraflarına kaçtılar. Serpul Hakimi Muhammed +Han birtakım hediyeler gönderdi. Fakat Buhara’da ikamet +faslında ahvalini yazdığım bu şahsın hedayasını red ile yerine +başka bir hakim yolladım. Muhammed Han da Meymene +tarafına firar etti. +Şirgan’a gelince Hakim-i sabık Hakim Han’ı yine oranın +hükumetine ta’yin eyledim. Müşarun-ileyh hakkındaki muamelemden +memnun olarak kızını bana vermek teklifinde +bulundu. Evvela reddettimse de muahharan kabul ve nikah +eyledim. +Bu esnada Muhammed İsmail Han’ın adamlarından +müşarun-ileyhin hain-i devlet olduğuna ve benim kendisinden +çekinmem lazım geldiğine dair ma’lumat aldım. Zabitanın +bir mahzar yapıp müttefikan mühürledikten sonra +amcama göndermelerini tavsiye ettim. Kendim de bu hususda +bir ariza yazıp gönderdim. Fakat amcam hiç birine +ehemmiyet vermedi. Hatta hepimize söğdü saydı derhal +Meymene’ye gitmem hakkında bana da emir verdi. +* * * +Her talibinin mensub bulunduğu mezhebin fıkhını fıkhın +üslubunu tanıyacak muhtac bulunduğu hususatta kitablarına +müracaat kendine kolay gelecek derece ve mikdarda +tahsil etmiş olması meşruttur. +Sınıf-ı mürşidin: +Sınıf-ı mürşidinde bütün mezahibin fıkhından suret-i +mucezede birer parça okutulur ancak ibadat ile ahkam-ı +şahsiyye –ki iman nüzur zebaih eşribe udhiye ondandır– +bazı mertebe tafsil olunur. Ta ki mürşidin bu mezahibin +galib bulunduğu bir cihette vazife-i irşadı deruhde ettikleri +ve o mezhebde tevsi’-i müktesebat etmek ihtiyacını hissettikleri +zaman –duçar-ı işkal olmamak üzere– mezahib-i mezkureden +her hangi birinde bast u tevsi’-i ma’lumat kolay +gelsin. Bu tarz-ı teallümün fevaidinden biri de her talibin; +bu mezheblerin mütekarib olduğunu görüp bir mezhebde +diğerine karşı mutaassıb bulunmaması mezahibin hiçbir +müslimin cahil kalamayacağı mesail-i kat’iyyede müttefik +olup bunlardan maada vukū’ bulan ictihad ve ihtilaflarının +ehl-i İslam arasında tefrika-i diniyyeye sebeb olması layık +olmadığını ve belki –selef-i salihin radıyallahu anhümün bulunduğu +tarik üzere– bu gibi bazı mesail-i fer’iyyede aralarında +meleri lazım geleceğini anlamasıdır. +Fıkıhda şevaz ve faraziyattan sarf-ı nazarla amelde ihtiyac +hissolunan mesailin beyanıyla iktifa olunur. Bunun için +Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye ’nin üslubu üzere mesailin mufassalan +ve ma’duden madde be-madde mezkur bulunduğu +resail vaz’ u tedris olunur. Bu risalenin ibaresi gayet suhuletli +ve insicam üzere bulunmalıdır. Çünkü ta’lim-i avamda +süluk olunacak tarik budur. +Feraizden de bir risale okutulur ve talebeye amel-i münasahatta +temerrün mümarese kesb ettirilir. +Müslim bu ilim sayesinde dininde basiret üzere bulunur +onunla amil olmaya nefsinde meyl ve inbias-ı şedid +hisseder dinin hakī[ka]tine istidlalde temessük ettiği hüccetleri +kesb bil-gayb eder. Mu’terizinin müntesib bulunduğu +şeriata karşı irad ettiği şübühatın def’ine aid hüccetleri de +kesb-i takviyyet eder. Yine bu ilmin feyziyledir ki şeriat-i İslamiyyenin +beşeriyetin te’min-i saadet ü felahına her zaman +ve mekanda salih bir şeriat-i münife-i hanifiyye olduğunu +ehl-i sezacet sadegi-i maişet ehli ve bedavete muvafık +gelen ve onları medeniyetin en yüksek tabakat ve envaına +maddi reziletlerden ve insaniyet için şübhe-aver afetlerden +salim kalmayacağını anlar. İşte bu faidelerin beyanı içindir +ki bu ilim tedvin olunur ve yine bunun içindir ki okunur. +Sınıf-ı mürşidin: +Hükem ve esrar-ı şeriat hakkında füru’-ı fıkıh kitablarının +tarikati üzere bir kitap vaz’ olunur. Bunun her babında +kitap ve sünnetteki sabit olan ahkamın hikmetleri tafsilen +zikrolunur ulemanın işbu ahkamdan istinbat veya kıyas ettiklerinin +hikmetleri de öğretilir. Bu kitap sınıf-ı mürşidinde +okunur. +Sınıf-ı duat: +Diğer bir kitap daha vaz’ olunur bunda da makasıd ve +hikem-i şer’; “kavaid” haline konulur füru’ da ala sebili’ttemsil +zikrolunur. Bu kitap da “sınıf-ı duat”da okunur. Birkaç +misal: +Dinde yüsr ve ref’-i harec kaidesi “muharrem li-zatihi” +ve “muharrem li-seddi’z-zeria” kaidesi ez-zaruratü tübihu’lmahzurat +kaidesi. Fer’leri kesir ve ma’rufdur. +Bu iki kitabın te’lifinde İhyaü’l-Ulum Gazzali’nin İ’lamü’l-Muvakkıin +ve Zadü’l-Me’ad İbnü’l-Kayyım’ın Muvafakat +Şatibi’nin Furuk Karafi’nin Hüccetullahi’l-Baliğa +Dihlevi’nin ve Mecelletü’l-Menar gibi bu hikmetlerin mez kur +olduğu musannefattan istiane olunur. +Sınıf-ı mürşidin: +Sınıf-ı mürşidinde usule dair bazı muhtasar risaleler tarikat-i +cumhur üzere –ve Şatibi’nin Kitabü’l-Muvafakat ’ından +mesail-i mühimmeye dair dersler okutulur misaller teksir +ü tenvi’ olunur. +Sınıf-ı duat: +Sınıf-ı duatta Muhtasar-ı Muvafakat ile tarikat-ı cumhur +üzere diğer bir kitap okunur ki bunun dersleri Menhul +Gazzali’nin Müsvedde Al-i Teymiye’nin İrşadü’l-Fühul +Şevkani’nin gibi mebsut ve vazıhu’l-ibare kitablar okunur +bunda da misaller teksir olunur. +“Sınıf-ı mürşidin”de tedrise layık muhtasarattan bazıları: +Kitabü’l-Ahlak ve’s-Siyer İbni Hazm’ın Zeria Ragıb-ı Isfahani’nin +Muhtasaru’l-İhya . Muvafık bir ihtisarı bulunduğu +halde bulunamazsa arza göre ihtisar olunur. Zemm-i dünya +fakr u zühd bahislerinde zamanımızla kurun-ı ulayı +müslimin arasında sia-i servet olan ihtiyac nokta-i nazarından +olan fark bugün hayat-ı ümmet buna yani sia-i +servete mütevakkıf olduğu halde ezmine-i sabıkada hal +böyle olmadığı ve zühd-i sahih ile kanaat-i hakīkiyyenin +tahsil-i servet ve ma’muriyet-i dünyeviyyeye münafi bulunmadığı +çünkü bunların sıfat-ı kalbiyyeden olup faideleri ise +let için daha nafi’ bir amel melhuz olduğu halde feragat eylemek +layık olabilece��ini de ilave eylemek lazımdır. +Bu sınıf için ahlak-ı terbiye-i ilmiyye ve ameliyye bu asrın +kitap vaz’ olunur. Bunda hükema-yı asrın usul-i ictimaiyyenin +muktezeyatına göre kavaid-i mütekaddimine ilavesi +lazım gelen fevaid ü hakaikı iktibas etmek lazımdır. Terbiye +ve ta’lime dair olan kitabda Gazzali’nin Kitab-ı İhya ’sında +beyanat ve mütalaatı ile Ebi Bekr bin el-Arabi ve Şeyh Zekeriyya +el-Ensari gibi diğer efazıldan intihab olunacak mebahis +telhis olunur; bundan başka ulema-yı garbın bu babda +nazar ve ihtiyar tarikiyle elde ettiği usul ve kavaidden +hir olur ve ehl-i İslam için bu asırda ta’kīb olunması layık +olan “tarikat meseli” anlaşılır. +Sıratımüstakīm ’in evvelki haftaki nüshasında Mehmed +Fahreddin Bey’in feveran-ı hamiyyetle yazdığı makaleyi bir +hayli rüfeka başbaşa verip ağlayarak okuduk. +Evet pek doğru. Bundan dört sene mukaddem senede +ancak birkaç maaş o da kopartmak! Kabilinden ancak kurtarabilirdik. +Bugün ise hatta yeni ay girmezden evvel maaşımız +elimizde. Mazi ile hal arasındaki şu koskoca fark +meydanda değil mi? Bu ni’met değil de nedir? Bu ni’metin +tevalisini elbet hepimiz temenni ederiz. Bu ni’metin devamı +tevalisi ise şübhesiz ki vatanı selamette emniyette görmekle +düşman tecavüzünden masun bulundurmakla olur. Bu +emniyeti selameti te’min edecek ise ordudur donanmadır. +Vatanın selamet-i tayeranını te’min edecek bu iki kanad ne +vakit ki aynı kuvveti haiz ise ancak o vakit selametteyiz. Ve +Ben zannetmem ki mülkümüzde bunu bilmeyen kalmış +olsun. Tekmil vatandaşlarıma sual ediyorum. Allah rızası +ma ekmek lezzetini alıyor muyuz? Yürüdüğümüz yerlerde +adımlarımızı müsterih atabiliyor muyuz. Bugün başımızı +soktuğumuz kulübemizde acaba yarın ırz u namusumuzun +çoluk çocuğumuzun hain bir düşmanın ayaklarıyla çiğnenmeyeceğinden +emin miyiz? Kabil-i inkar mıdır ki sürdüğümüz +hayat daimi bir halecan-ı tam dahilinde güzeran etmektedir. +Acaba kalbimizin yarası sızlamadık bir anımız var +mı? İzzet-i nefsimizin rencide edilmediği bir günümüz geçiyor +mu? Bir de İstanbul’umuzun muhitinden çıkınız. Anadolu +Rumeli her nereye giderseniz gidiniz. Mehmed Dayı kuru +ekmek tedariki peşinde hem çifti sürer hem kulağı kiriştedir. +Acaba hangi düşman için çağırılacağız?! Bunlar hep +böyle değil midir? Acaba inkara mecal var mıdır? Nedir bu +hal? Nedir bu mezellete tahammül? Artık biz de insanlar gibi +yaşamayalım mı? Attığımız adımları miskinane değil fakat +pür-vakar atmayalım mı? Müdhiş bir donanmaya malikiyetle +göğsümüz kabarmış olduğu halde akşam kulübemize +geldiğimiz zaman çoluk çocuğumuzu soframıza toplayıp iki +lokma ekmeği kemal-i lezzetle yemeyelim mi? Fakat hayır +artık mezelletle yaşamayacağız artık pek iyi anladık ki Avrupa +bi-gayrı hakkın kurşuna diziyor demek bugün fırsat ellerine +geçse biz de aynı akibete uğrayacağız. Muhterem Fahreddin +Bey me’yus olmayınız ben bilumum vatandaşlarım namına +bil-vekale tebşir ederim ki bu son tecrübeler bize ders-i kafi +oldu. Vereceğiz donanmamızı ihya edeceğiz. Artık mezelletle +yaşamayacağız. Ölmeyeceğiz de. Acz içinde ölüm İslamlık +şanından değildir. Artık gözümüzü dört açmak için şu İtalya +harbinden de büyük ma’nidar acı tecrübe bekliyorsak… +Fevt edecek vaktimiz yoktur. Tereddüd edecek halde de +değiliz. Adam yavaş yavaş hepsi olur dersek aldanırız. Hem +çok aldanırız. Bahr-i Sefid’de sulh olduk farz edelim. Acaba +beş altı sene sonra başımıza Moskof’un çullanmayacağını +bize kim te’min edecek? Bunu bilmeli ve iman getirmeli ki +Ruslar intibahımızdan gereği gibi kuşkulanmışlardır. Onlar +bundan sonra durmaz kuvvetlenmeye bakar. Nitekim başladı. +Karadeniz’de Rus drednotları vaz’-ı destgah edildi. Gözümüzü +dört değil on dört defa açmalıdır. Donanmamızın +Rumeli’den gelen telgraflar ah… İstanbul’umuzun o ma’hud +gürültüleri arasında söner gibi oldu. Guya bu telgraflar birkaç +kişinin tertib-kerdesi imiş. Haşa inanmayınız. Bugün +bütün millet donanma diye çırpınmaktadır. Üç beş kişinin +gürültüsü tekmil milletin muhassala-i vicdanı olamaz. Nitekim +kurban mes’elesinde de böyle olmuştu. O vakit bir kazada +herkes muvafık buldu. Hepimiz kurban bedelini teslim edecek +bir mahal iraesi için dört gözle emir bekliyorduk. Sadhezar +teessüf ki yine bir iki kişinin gürültüsüyle akīm kaldı. +Şuna kat’iyyen emin olmalı ki böyle boş gürültüye pabuc +bırakacak kadar sebatsızlık edersek hiç bir iş yapmak +kabil olmaz. O muarız bulunan vatandaşlarımız kim ise sual +ederim. Endülüs’de bugün bir tek olsun kurban kesiliyor +mu? Cevap vermeli cevap. Ben hükumetten rica ediyorum. +Siz de sükut etmeyiniz. Mütefekkirinimiz şuaramız üdebamız +her an bıkmayıp söylemelidirler. O Anadolu’dan Rumeli’den +gelen telgrafların medlulü hakkında bir karar verilmelidir. +Muhterem askerlerimiz zaten şimdiye kadar hangi fedakarlıktan +çekindiler. Bunu inkar etmek alçaklıktır. Me’murinimiz +de böyledir. Bugün hepimiz maaşımızdan yüzde +beşini muntazaman terk etmeli bu bela istisna olursa sevine +sevine kabul edilir. İşte biz de ancak o zaman haysiyet-i +milliyyemizle mütenasib bir donanmaya nail oluruz. Gerçi +gayr-ı mümkin. Artık bu sabit oldu. Onun için o usulü artık +terk etmeli. Benim altı yüz kuruş kadar bir maaşım var. +Efrad-ı ailem beştir. Ben kendi bütçemde bazı ta’dilat icrasıyla +yüzde beşten mahiyye yirmi beş kuruş verirsem aç kalmam. +Bu mes’eleyi bir an evvel bir neticeye rabt etmelidir. +Yeni meb’uslarımız gelince birinci vazifeleri bu işi fi’le rabt +etmek olmalıdır. Su uyur düşman uyumaz. Fevt edecek bir +saniyemiz bile yoktur. Bir donanma tedariki akşam pazarı +bir okka elma almaya benzemez bugün elimizde on milyon +liramız olsa yine beş seneye mütevakkıfdır. Bunları bilmek +Sıratımüstakīm ’de olsun bilumum gazetelerde olsun makaleler +eksik olmamalıdır. +Şark Mes’elesi’nin en mühim saha ve safhasını Osmanlıların +Avrupa kıt’asındaki alaka ve irtibatları teşkil eylemiş +olduğuna bir asırdan beri değil de hemen asırlardan beri +cereyan edegelen hadiseler en beliğ lisan ve en kat’i beyan +hedesine cevelangah olan bu yerlerin Osmanlılar elinde +yanlık bir Avrupalılık ruhu var ki onun asır-dide ve sükun +na-pezir tezahürleri Şark Mes’elesi’nin ya amil ve saikı ya +vesile ve aleti olmuştur. Ta Kosova Niğbolu Varna muharebeleri +zamanında başgösteren bu taassubkar ruh zamanın +müruru ile mahiyetini değil sadece şekil ve kıyafetini +değiştirmiş türlü türlü kalıblara girmiş muhtelif mecralardan +akmıştır. Fakat dikkat edilince fark olunmuştur ki o daima +aynı hüviyetle yine taassub ve adavetten ibaret kalmış +Türkçesi Salib’in Hilal’e karşı ceng ü cidali renk ve şekli +etrafında dönüp dolaşıp durmuştur. +Cenab-ı şari’ aleyhi’s-selam bu mübarezegah-ı fenada +tesadüf edilecek kaffe-i müşkilat ve mu’dalatı bize karşı +mağlub bırakacak bi-hesab hikmetler çareler tedbirler ihsan +buyurmuştur. İşte efkara fütur u teşevvüş araya şaibe-i +şikakı dahiyesine ma’ruz kalmak gibi bir tehlike baş gösterirse +Fahr-i Risalet bizi böyle müdhiş bir musibetten “aleyküm +bi-sevadi’l-a’zam” hikmet-i kudsiyyesiyle tahlis buyurdular; +Resulün tebliğini kabul emrini infaz etmek esas-ı İslamiyyet +olduğu için her mü’min bu emr-i azim ve mübarekin medlul-i +mufahhamıyla amel etmeye mecburdur. Yani ey mü’minler! +Harim-i İslamiyet’e şeytan-ı iftirak dahil olarak sizi +habl-i metinden uzaklaştırmaya çalıştığını gördünüz mü ekseriyeti +seye tabi’ olmaya mecbur değilim diyerek tahkimine mecbur +olduğu kütle-i Muhammediyyeyi vücudunu re’yini oradan +ayırmak suretiyle ızrar etmek vebal-i azimdir. Allah’ın +emr-i şerifine muhalifdir. Esas-ı +dine mugayirdir bu hikmet-i celile ile amil olmayan milletler +hükumetler mahvolmuştur. İşte Fas’da ki on milyonluk +bir kütle-i İslamiyye parçalandığı yekdiğeriyle barışarak musibet-i +hariciyyeye müttehiden olsun ağlamayı beceremiyorlar +Avrupalılar onları taksim ederken onlar bir takım muhalif +ve muhtelif ictihadlarla birbirlerini boğuyorlar. +Bir muharebede herkes kendi kendine hareket ederek +yekdiğeriyle bünyan-ı mersus halinde bulunmazsa orada +muvaffakiyet ve galibiyet mutasavver midir? +Hüsn-i niyyet istihkar-ı menfaat kemal-i iman olan bir +vücudda asa-yı beyza-yı İslam’ın inşikakına badi olacak bir +fikr-i anud ve müstekreh bulunamaz. +On milyon Fas müslümanını tasavvur edelim ki adem-i +avuç mü’mini düşünelim ki ittihad yüzünden ne derece +nusret-i İlahiyyeye mazhar oluyorlar. +Seyyid Ahmed eş-Şerif es-Senusi hazretleri tarafından +miyyeye hitaben neşrolunduğu ’ıncı nüshada haber verdiğimiz +cihad beyannamesi suretidir: + +! +– +– +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Şubat +Yedinci Cild - Aded: +Gemi enginde iken bende de engindi hayal; +Kevser içmiş sofunun haline benzer bir hal! +Ömrü haybetle cehennemde geçen hane-harab +Verseler cenneti şaşkın gibi çekmez ya azab; +Ben de ruhumdaki zulmetleri artık koğdum; +En büyük hasmım olan ye’si nihayet boğdum. +Bahr-i Umman’da henüz çalkanıyormuş tekne... +Attı hülya beni ta Marmara sahillerine! +Görüyordum iki üç bin mil açıktan bakarak +Şu sizin kapkara İstanbul’u kardan daha ak. +Parlıyor alnı uzaktan ayın on dördü gibi; +Gülüyor: İşvesinin cazibeler müncezibi. +Ne gezer şehre “mezarlık” dediren eski subat! +Derelerden tepelerden akıyor nur-i hayat. +Sayısız mektep açılmış: Kadın erkek okuyor; +Gece gündüz basıyor millete nafi’ asar; +Adeta matba’alar bir uyumaz hizmetkar. +Mülkü baştan başa i’mar edecek şirketler; +Halkın irşadına hadim yeni cem’iyyetler +Durmayıp iş buluyor gösteriyor uğraşıyor; +Gemiler sahile boydan boya servet taşıyor... +Hasır üstünde bu rü’yaları görmekte iken +Müslüman düşmanı bir Rus tanırım çoktandır... +Nerde görsem kaçarım; çiftelidir çünkü katır! +Hele Osmanlıların namı anıldıkça biter; +Ne eyer kabil olur sırtına vurmak ne semer! +Rusya’dayken beni gördükçe gelir derdi: “İmam +Oku sen yoksa işin... Öldü sizin hasta adam! +Çıkmıyor varis-i meşru’u da bizden başka...” +Beni kaç kerreler ağlattı bu hınzırca şaka! +Yine lahavle deyip geçmede kaldım muztar; +Çünkü altüst olacak bunca tasavvurlar var... +Nüksedip karşıma çıkmaz mı o illet Moskof! +Gözlerim çoktan açık olmasa derdim: Kabus... +Ayak üstünde dikilmiş gözümün ta içine +Bakıyor hem de o şimşek gibi gözlerle yine! +– Çelebim gel bakalım gel... Dikilip durma çay iç... +Hasta canlandı ne dersin? Bunu ummazdın a hiç... +Kahraman milleti gördün ya: Biraz silkindi +Leş yiyen kargaların sesleri birden dindi! +Eski sevdaları kabilse unutsun Ruslar... +– Ne dedin? Anlamadım! Hey gidi hülyacı Tatar! +Kahraman milleti gördün... dediğin Türkler mi? +Sana söylersem eğer şimdi düşündüklerimi +Ebediyyen bu hayalata veda eylersin. +– Ya senin votkacılardan mı hayır beklersin? +– Hasta canlandı o iş bitti diyorsun; heyhat! +Olamaz böyle sefil ümmet için hakk-ı hayat. +Duyulan nağme-i hürriyyet onun son nefesi! +Yaşamaz yoksa emin ol ki bu barbar çetesi +Medeni Avrupa’nın damen-i irfanında; +Asya’nın belki o kumluk Arabistan’ında +Laşe halindeki bir devlete vardır medfen... +Anlıyordum ki: Herif çatlayacak ye’sinden. +Diye nerdeyse bulup hasmımın artık yarası +Başladım deşmeye. Lakin bu cedel başlayalı +Dinliyormuş bizi şahin gibi bir Afganlı. +Vakıa Rusça tekellüm ediyorduk amma +Görüyormuş: Herifin çehresi gayetle fena... +Çay semaverlerinin hepsini birden yıkarak +Rusu gırtlaklayıvermez mi? Aman etme bırak! +Demeden şaşkını yağmur gibi ıslattı hacı! +Ne tuhaftır ki: Zuhur etmedi bir da’vacı. +Etse zaten ne çıkar? Hak zıpırındır yalınız; +Dövülen mahkemelerden kovulur çünkü cılız! +* * * +Hazret-i Ali kerremallahu vecheh Nebiyy-i Ekrem efendimiz +hazretlerinden +“ Cenab-ı Hak +var idi onunla beraber bir şey yok idi” hadis-i şerifini istima’ +eylediklerinde “ hala da öyledir” buyurmuşlar. +Sufiye-i kiram Cenab-ı Haydar’ın istima’-ı hadisi müteakıb +mütemmimi gibi olmuştur diyorlar ve zevat-ı mümkinattan +nefy-i vücudu mutazammın olan fikirlerini Cenab-ı İmam’ın +bu sözüyle te’yid ediyorlar. +Zevat-ı mümkinattan ne suretle vücud müntekī olur? diye +vücud-ı izafileri kendilerine nisbeten ma’dum Cenab-ı +Hakk’a nisbeten mevcuddur cevabını veriyorlar. Acaba bu +cevap saili iskat edebilir mi? +Burası sailin derece-i idrakine tarz-ı telakkīsine kalmış +bir şeydir. Sufiye-i kiram bu hakīkate bi-tarikı’l-mükaşefe +vakıf olduklarını söylüyorlar. Mes’eleyi onların anladığı gibi +anlayabilmek için onlar gibi olmak lazım gelir ki kolay bir +şey değildir. +Hal böyle olmakla beraber onların bu sözden maksadları +ne olduğunu bir dereceye kadar fikr ü nazar tarikıyla da +anlamak mümkün olabilir. Fil-hakīka insan mümkinatın tahakkuk-ı +zatilerini düşünecek olursa onlardan hiç birinin kıyam +u taayyünü kendi zatına nazaran olmayıp behemehal +bir idrake karşı olduğunu teslimde muztar kalıyor. Mesela şu +lamba şu iskemle şu soba şu hokka şu kalem eğer kıyamı +zatileriyle mütehakkık a’yan-ı müstakılleden iseler onların +bu tahakkukları zatlarına nazaran değil belki tahakkuklarını +müdrik olan bir kuvvete yani nefs-i natıkaya karşı olmak iktiza +ediyor. Eğer onların tahakkuk-ı haricilerini idrak edecek +nüfus-ı müdrike olmasa tahakkuk ve kıyam-ı zatileri mümkün +olamaz. +Demek ki onlara şekl-i taayyün veren tahakkuk-ı zatileri +onların mahiyetinden haric bir hakīkat yani idraktır. +Fi’l-hakīka burada şöyle bir i’tiraz varid olabilir: Madem +ki eşya-yı ha[ri]ciyyenin tahakkuk-ı haricileri onları idrak +eden bir kuvvete karşıdır diyorsun şu halde onların kıyam-ı +şeklinde Buhari +zatileri varlık denebilecek bir hakīkatleri olmamış olsa nefs-i +natıka onları ne suretle idrak eder ve onlara bir şekl-i ta’yin +verebilir idi? Mutlaka nefs-i natıkadan haric olan havas +üzerine icra-yı te’sir eden bir madde olmalı ki nefs-i natıka +ondan müteessir olsun da eşya-yı hariciyi idrak etsin +o eşyaya bir şekl-i taayyün versin. +Bahsin bu noktadan tedkīkine girişilecek olursa fikriyyun +mezhebine aid mebahis-i muhtelifeyi buraya nakletmek +lazım gelir. Çünkü eşyanın evsaf ve a’razından hangilerinin +zevat-ı eşya ile hangilerinin nüfus-ı müdrike ile kaim olduklarını +birtakım delaile istinaden isbat bundan sonra da eşya-yı +hariciyyeden büsbütün nefy-i vücud eden o meslektir. +Hatta frenk münekkıdler “panteizm”i daima iki münteha-yı +muhtelifden birinde yani ya maddiyyun yahud fikriyyun +mesleklerinde karar vermekle itham ediyorlar. +Fakat sufiyyenin eşya kendi zatına nazaran ma’dum zatullaha +nazaran mevcuddur demeleri onları asla böyle bir +kattir. Fakat iş onu kolayca anlamakta! Hatta şu sözlerinden +anlaşılıyor ki onlar eşya-yı hariciyyeden büsbütün nefy-i +vücud da etmiyorlar çünkü enfüsü tasdik edip afakı inkar +etmek hiçbir zaman onların i’tikadıyla kabil-i te’lif değildir. +Onların eşyadan nefy etmek istedikleri vücud tahakkuk-ı +zatilerini Hak’dan müstağni kılacak vücuddur. Biz bu vücudu +eşyanın a’yanında görürüz ve onun eşyadan infikaki +gayr-ı mümkin olduğuna hükmederiz. Halbuki mutasavvıfa +bizim eşyaya nazaran hasıl edebildiğimiz fikr-i vücudun esasını +zevat-ı eşyadan nez’ ile asıl sahibine atfediyorlar. Mes’ele +gayet dakīk olduğundan çokca düşünmek ister. Mes’elenin +bizim nokta-i nazarımızdan muhakemesine gelince biz +münteha-yı matlaba ancak yukarıda söylediğimiz yoldan +yani eşya-yı hariciyyenin tahakkuk-ı zatileri için onları müdrik +olan bir kuvvetin sübutu tarikından gidebiliriz fakat bu +o kuvvetin muktebesün-minhi olan ve +hadis-i şerifiyle beyan buyurulan hakīkattir. +Belki bu söz için de fikriyyun mesleği nazariyyatından +bir nazariyedir diyenler olur. Bir mes’elenin her hangi bir +nokta-i nazara göre izahı ona aid mukaddemat ve netayicinden +bazılarını bazı mesalike mahsus nazariyelere temas +ettirebilir. Ancak bizim maksadımız zevat-ı eşyadan intifa-yı +vücudun bi-tarikı’n-nazar anlaşılması bir dereceye kadar +mümkün olduğunu tefhimden ibaret bulunduğundan tenvir-i +mebhas için fikriyyun mesleğine aid nazariyelerin serdinde +bir mahzur görmeyiz. Zira madem ki zevat-ı mümkinatın +kendilerine nazaran vücudları muhtac-ı bahs ü nazar +oluyor; madem ki eşyanın a’raz ve evsafından bazılarının +şeklinde yazılmıştır. +zevat-ı eşya ile kaim olmayıp teayyünlerine mir’at olan hakīkatle +yani müdrik-i hissi ve akliyle kaim oldukları lede’ttahlil +sübut buluyor şu halde bu nazariyatın bahse tealluku +var demektir. +Binaenaleyh biz de fikrimizi şu “idrak” nazariyesiyle +anlatabileceğimizden bahsi o noktadan yürüterek avalim-i +gayr-ı mütenahiyyenin sübutu için gayr-ı mütenahi bir +ayet-i kerimesiyle kendi +zatını tavsif buyuran Vacib teala ve tekaddes hazretlerinin +hakīkat-i İlahiyyesi olduğunu teslimde tereddüd etmeyiz. Zira +madem ki kainatın bir vücud-ı müdrike karşı tahakkuku +aklen zaruri oluyor kainatı bizim bildiğimiz bilmediğimiz cevahir +ve a’razıyla muhit ve müdrik olan ancak onun zat-ı +uluhiyyetidir. Şu halde kainatın cevher-i ferdinde cüz’-i layetecezzasında +maddesinde kuvvetinde enerjisindeki tahakkuk +ve teayyün onun ihata ve idrakine karşı olmak lazım +gelir. +Bunların biri zatıyla kaim ve Hak’dan müstağni değildir. +Ma’kūl olsun mahsus olsun tahakkuk eden bir mevcuda +fikr-i vücudu izafe eden Allah’dır. Fakat maddiyyun mesleğine +süluk edilecek olursa bu mülahazatın birine lüzum +kalmaz. O zaman mes’ele gayet kolaylaşır. Zira bir çok kimseler +görülüyor ki vücud maddeden ibarettir diyerek kendilerinin +maddiyyundan olduklarını söylüyorlar. Bu adamlara +“madde” dediğiniz şey nedir? Tahakkuk-ı haricisi ne +suretledir? Diye sual edilecek olursa hiç biri sadra şifa verecek +bir cevab ile saili iskat edemiyor. Maddenin mahiyeti +hakkında onlar tarafından serdedilen mülahazat ya bir şeyi +kendi nefsiyle ta’rifinden ibaret kalıyor yahud birtakım safsata-perdazane +yavelere yol açıyor ki lede’l-muhakeme bu +yavelerin kaffesinin butlanı tahakkuk ediyor. +Anlaşılan ekseriyet bu mesleğin ünvanındaki besatate +aldanıyor. Mesela vehle-i ulada gayet basit gibi görünen birtakım +hakayık vardır ki tedkīk edilecek olursa onların zatında +tahayyül olunan besatatin gayet aldatıcı bir şey olduğu +görülür. Bu besatate karşı insanın hal ve mevkii aynadaki +aks-i mevhuma aldanıp elini uzatınca hemen onları elde +edeceği fikrine zahib olan sabiyy-i gayr-ı mümeyyizin hal +ve mevkii gibidir. +Çocuk ayinedeki aks-i mevhumu elde etmek için elini +uzadır. Fakat eline bir şey geçiremez teşebbüsünü tekrar +ede ede usanır yorulur nihayet sıfru’l-yed olarak aynanın +karşısından çekilmeye mecbur olur. Evet! Maddiyyun mesleği +bu mesleğin esası kabza-i tasarrufumuza alıp istediğimiz +şekle koyabildiğimiz madde demek olacak. Bundan daha +vazıh daha sahih bir meslek olabilir mi? Mavera-yı tabiattaki +birtakım hakayık-ı mevhume ile uğraşmaya onları +anlayacağım diye it’ab-ı zihn etmeye ne hacet? Madde gibi +ratımız delil-i rahımız oldukca belde-i hakīkatin kapısı her +zaman bizim için açıktır. +Şu halde asla tereddüde mahal yoktur. Hemen onun +delaletine ıktida ile yolumuza devam etmeliyiz. İşte maddiyyun +mesleğine salik olanların zihinlerini ziyaret eden +muğfil fikirler bu ve bu gibi şeylerdir. +Halbuki onların mebde’-i tefekküratı olan “madde” taharri-i +hakīkat vadisine doğru attıkları ilk hatvede önlerine +çıkan ayaklarına dolaşan engellerin en kuvvetlisi en +dehşetlisidir. +Guya madde bizi ma-fevka’t-tabiiyyat sahasından uzaklaştıracak +savb-ı hakīkate daha kesdirme daha kolay bir +yoldan götürecek öyle değil mi? Çok aldanıyoruz. Çünkü +delilimiz o sahanın mahsulü olan hakayık-ı muğlakanın en +muğlaklarından biridir. Hatta vadi-i hakīkate gitmek üzere +yola çıkıldığı sırada tevakkuf edilecek yol tedariki görülecek +Maddiyyun maddenin yani bir asl-ı kadimin vücuduna +kaildirler. Onların fikrince bu asl-ı kadim bizdeki havassin +mecmuu yahud bazısı ile mahsus olan evsaf ve a’raz-ı muhtelifeyi +kabul eden bir cevherdir. Cevher bu vahid ise ondan +tabiatleri muhtelif diğer birtakım cevahirin suduru +gayr-ı mümkin cevher vahid değil de cevahir-i adide ise o +cevahirin ecsam-ı basitanın kendileri olması zaruridir. Binaberin +maddiyyun yalnız bir madde değil müteaddid maddeler +kabul ediyorlar demektir. Bu müteaddid maddeleri +yani anasırı kabul ettikten sonra hiçbir gayet ta’kīb etmeksizin +sevk-i tesadüfle beynlerinde vukūa gelen imtizacattan +sunuf-ı mevalidin tekevvününe kail oluyorlar. Yani üzerlerinden +adem ve hilkat geçmeyen bu cevahir-i basita tabiat +tarafından daha doğrusu kendiliklerinden na-mütenahi bir +zarfın bu’d-ı mücerredin içine la-ale’t-ta’yin dökülmüşler ve +kendilerinin lazım-ı gayr-ı müfarıkı olan hareketleriyle muttasıl +hareket etmişler hareket ettikleri sırada beynlerinde tabii +kimyevi birtakım imtizacat vukūa gelmiş bu imtizacat +neticesinde ecsam-ı muhtelife hasıl olmuş. Bunun küremize +aid kısmını ele alalım. Mesela arzın teberrüdünden sonra cemaddan +başka bir şey olmaması lazım gelen cisimlerin imtizacından +nebatatın en aşağı tabakası hasıl olmuş; o da +nev’ine mahsus olan merahil-i tekamülü kat’ ile min ciheti’ttekamül +en bala mertebede karar vermiş; bu mertebe-i bala +onun fevkındeki diğer bir mevlidin yani mevlid-i hayvaninin +en aşağı derekesini vücuda getirmiş. Mevlid-i hayvani de +tekamülünde devam ede ede kendisine has olan tekemmülün +gayetinde yani insanda karar vermiş. +Sunuf-ı mevalidin akıllara hayret veren terkiblerindeki +dekayık-ı san’atın hiç biri bir kuvve-i müdrike-i müdebbirenin +eser-i tertibi olmayıp sırf maddenin tesadüfü netayici +silsile-i mevcudat beynindeki telazümden ilel-i gaiyyenin vücuduna +kail olmak da sırf insanın kendi kuruntusu imiş! +Yoksa madde hareket anasır birbiriyle imtizac ettiği esnada +rak bu suretle zuhuru bizde ilel-i gaiyye fikrini bu fikir de alemde +bir intizam ile o intizamın halikı olan bir kuvve-i +müdrike-i müdebbire i’tikadını tevlid etmiş. Mevcudat beynindeki +telazüm sırf sevk-i tesadüfle olmuş. Bu tekamül böylece +devam edecek manzume-i kainatta mechul bir gayete +doğru çekilip gidecek imiş! +Bokras’ın eş’arının mevzuunu teşkil eden Buhner’in Kuvvet +ve Madde ünvanlı eseriyle müstaid olduğu şekl-i tekemmülü +alan meslek-i maddiyyunun heyulası ruhu bundan ibarettir. +Cevabınızı dikkatle okudum. +Evvela reviş-i ifadenizden anlaşılan teveccühata karşı azim +teşekkürler ederim. Maksadımız izhar-ı hakīkattir binaenaleyh +sözlerimiz o suretle telakkī olunmak lazımdır. +Tenkīd-i Muhıkk dolayısıyla yazmış olduğum açık mektubun +binaenaleyh Tenkīd-i Muhıkk ’ın ifade-i meram ve son sözlerim +diye olan muahharasını tekrar gözden geçirmekliğimi +tavsiye ediyorsunuz. +Bendeniz o mektubu; alimane olarak yazmış olduğunuz +risaleyi dikkatle okuduktan sonra yazdığım cihetle eser-i zuhul +vaki’ olarak yazmadım. Risalenizde ihkak-ı hak hususunda +cevaplar ile iktifa ederek ibtal-i batıla gidilmediğini +dini haksızlıklar tenkid ve red; fenni hatalar müsamahaten +terk ve verilen cevapların lisan-ı felsefi ile olduğunu da +görmüş idim. Fakat hangi cihetten düşünülse –aşağıda izah +edeceğimiz vechile– reddiyenizin o fıkrasında bizim iddia +ettiğimiz mahzur vardır. Gerek ifade-i meramını gerek son +sözlerini okuduğumuz halde yine o mahzurun orada bakī +olduğunu gördüğümüz için o mektubu yazmaya mecburiyet +hissetmiş idik. +Sonra mektubumuzu ikiye ayırıp birini red diğerini +tedkīk u ta’mik ediyorsunuz. Maa haza asıl sual ettiğimiz +ruh-ı mes’ele hakkında sadra şifa verecek bir cevap verilmediğinden +hakīkati izah maksadıyla birkaç söz daha söylemeyi +münasib gördüm. Cevabınızı üç noktada hülasa ediyorum: +Birinci: “…. ma’lum-ı ehl-i irfan ve kariin-i kiramdır” +rınızdan öyle anlıyorum ki mektubumuzu dikkatle okumak +zahmetine katlanmamışsınız. Çünkü size karşı doğrudan +doğruya Darwin nazariyesini kabul ediyorsunuz diye isnadatta +bulunmadım ki bunu reddedesiniz! Bu babda delil +olarak mektubumdaki “çünkü evvela diğer bir suretle – +teşebbuh usulünü kabul etmek tarikıyla– cevap verdikten +sonra bilahare bu satırları ilave etmenize başka ma’na +veremedim” sözlerim kafidir. +Biz diyoruz ki sizin bu sözleriniz Darwin nazariyesini kabul +ve İslamiyet’e mugayir görmediğinizi iş’ar ediyor. Çünkü +Tenkīd-i Muhıkk ’ın ’ıncı sahifesinde başka bir suretle +cevap vererek Darwin’i reddettikten sonra bilahare bu satırları +merduddur. Merdud olmasa bile İslamiyet’e mugayir değildir.” +başka bir şey anlaşılmaz. Çünkü Darwin bir nevi’ maymunlar +tekamül ede ede insan olmuştur diyor. Binaenaleyh +Darwin’e göre insanlar bidayet-i zuhurunda asılları olan +maymunlara yakın bir isti’dadda olmak zaruridir. Nasıl ki +Vahdet-i Mevcud ’un ’nci sahifesindeki “Tarihin yetişemediği +bir fark ibraz edemeyen ve adeta hayvan namına istihkak +kesb eden insanlar üçüncü devre nihayetinde biraz tekemmül +ederek cedleri olan “pitekoid” –bir nevi’ maymun– namındaki +mahlukları geçtiler.” Sözleri bunu vazıhan gösterir. +bidayet-i zuhurundaki maymunlara yakın bir isti’dadda…!” +sözlerinizden anifen zikrolunan nazariyeden başka bir şey +anlaşılmıyor. Biz bu cihetin izahını taleb ettiğimiz halde +buradan bahsetmeyerek “Darwin tezerrür yani tenasül ve +tekamül bi-gayrı nefsihi mesleğini kabul etmiş. Biz ise +teşebbuh yani tenasül ve tekamül bi-nefsihi usulünü kabul +ederek bu suretle Darwin nazariyesini reddettik..” kelamlarınızla +cevap olmakdıktan başka nefsü’l-emre de mutabık değildir. +Çünkü biz bidayet-i beşerde geziyoruz. Darwin’e göre; +bidayet-i tenasül-i hayvan tezerrür usulüyle başlasa bile insan +hakkında tenasül-i tezerrüriyi değil tenasül-i tevellüdiyi +kabul edeceği vareste-i izahdır. Sonra Darwin’e mukabil +kabul ettiğiniz teşebbuhdan murad tenasül ve tekamül binefsihi +olduğunu söylüyorsunuz. Tenasül bi-nefsihi ise ıstılahat-ı +fenniyyeden olduğu cihetle bunun ihtiyar olunması +doğru olup olmadığı anlaşılmak ve bu suretle esas-ı mes’ele +bir kat daha tavazzuh etmek için ehl-i fennin kabul ettiği aksam-ı +tenasülü bir kere gözden geçirmek lazım geliyor şöyle +ki: +Silsile-i hayvanatta teselsül ve tenasül mecburiyet-i tabiiyyyesi +yedi tarzda cari olmaktadır. +bir tarz-ı tenasüldür. Mesela hayvanat-ı ibtidaiyyeden bir +“Moner” vasatına doğru bir ihtinak arzeder bu boğum terakkī +ederek hayvan bir iken iki olur. +hayvanın bir tarafında bir tomurcuk peyda olup bu tomurcuk +büyüdükten sonra aslından münfekk olup aslı gibi bir +hayvan olur. +Ber-vech-i bala ta’dad ettiğimiz suver-i seb’a-i tenasülden +maada eslaf-ı tabiiyyunun kail oldukları bir tarz-ı tenasül +daha vardır ki ona da –sizin kabul ettiğiniz– “Tenasül binefsihi” +ta’bir olunur. Milad-ı Hazret-i İsa’dan sene evvel +etmiş olan meşhur Aristo birtakım meyveleri ve taaffün +eden bir su veya etin içerisinde zuhur eden kurtları görerek +tenasül bi-nefsihi fikr-i sakīmine zahib olmuş ve hatta ahlafından +Poşet ve Epikür ve sair zevat dahi aynı fikr u meslek-i +sakīmi kabul etmişler idi. +Maa-haza Redi ve Pastör tarafından icra olunan tecarib +ve taharriyat-ı fenniyye ile bugün tenasül bi-nefsihi mesleği +külliyen i’tibardan sakıt olmuştur. Binaenaleyh Darwin’in +kabul ettiği mesleğe mukabil olarak “Tenasül bi-nefsihi” +usulünü kabul etmeniz ca-yı teemmüldür. +Cevabınızın ikinci şıkkına gelince: “Bakınız efendim…” +dan Kur’an -ı azimü’ş-şan ibaresine kadar olan satırlar ile de +mektubumuzdaki ikinci şıkkı teslim ve fakat bizim serdettiğimiz +şeylerde bir mahzur görmüyorsunuz. Yani beşeriyetin +bidayetini Hazret-i Adem olarak kabul ve maymunlara yakın +bir isti’dadda olduklarında bir mahzur görmüyor ve hatta +bunu inkar etmeği kanun-ı tekamüle mugayir görüyor ve +peygamberlerdeki kemale izafidir diyorsunuz evet kanun-ı +tekamül mümkinatın kaffe-i safahatında caridir. Hiçbir şey +yoktur ki kanun-ı tekamüle tabi’ olmasın. Hatta kütüb-i +semaviyyenin ibtida suhufdan başlayarak tekamül ede ede +Kur’an-ı Kerim ’e kadar gelmesi bir tekamüldür. Çünkü +nev’-i beşer gittikce tekamül ediyor. Tekamül ettikce o nisbette +göre ona bir kitap gönderiliyor; bu suretle pek çok peygamberler +gelerek en son Hazret-i Muhammed sav’de hitam +buluyor. Ve bu cihetle de Kur’an-ı Kerim ; muhat-ı ilm-i +beşeriyyenin kaffe-i ihtiyacatını te’mine kafi bir kitab-ı +mukaddes olduğu anlaşılıyor. Bu hakīkati inkar etmek kabil +değildir. Ancak bizim maksadımız beşeriyetin bidayetini +Hazret-i Adem’dir diye i’tikad edersek ulü’l-azm peygamberan-ı +bed’ eden bidayet-i beşeriyete maymunlara yakın bir isti’dad +atf etmek nasıl tecviz olunur? Enbiya-yı izama mahsus +olan kemali izafi ve nisbiye hamletmek kat’iyyen doğru +olamaz! Çünkü Cenab-ı Hak Hazret-i Adem’i cemi’-i eşyayı +bilmeye müstaid bir surette yarattı. Tahdid ü ta’yin etmeyerek +cemi’-i eşyanın ilmini onun derununa ilka eyledi. +Ma’kūlat ve mahsusata mütehayyelat ve mevhumata dair +enva’-ı müdrekatı idrake müstaid olarak onu halk edip +eşyanın zevat ve havassını esamisini usul-i ulumu kavanin-i +sınaati bunların alat ve keyfiyat-ı isti’malatını +bilmeyi kendisine ilham etti bunlar Kur’an-ı Kerim ’de haber +verildiği halde bunlardaki kemali izafi ve nisbiye haml +etmek elbette doğru değildir. +Binaenaleyh bu gibi mesail-i mühimmeyi tedkīk ederken +bir tarafa riayet edelim derken diğer bir tarafını ve ale’lhusus +hakkında nas varid olan tarafı zaifletmeye değil kuvvetleştirmeye +çalışmalıyız. İşte bunun için bendeniz kanun-ı +tekamüle riayet edelim derken peygamberan-ı izama verilen +kemalin nisbi olmasına razi olamadığımdan hakīkati şu suretle +Beşeriyetin bidayetini ya Hazret-i Adem olarak kabul +ederiz veyahud Hazret-i Adem’den evvel de bir nevi’ insanlar +olup Cenab-ı Hak onları münkarız kılarak Hazret-i +Adem’i onların yerine halife olmak üzere göndermiştir diye +kabul ederiz –nasıl ki size yazmış olduğum açık mektupta +“çünkü Hazret-i Adem’i ebü’l-beşer olarak kabul edersek…..!” +diyerek bu cihete işaret etmiştik– beşeriyetin bidayetini +Hazret-i Adem ile başlıyor dediğimiz takdirde medeniyet-i +beşeriyyenin mebadisini –tetebbuat-ı ric’iyye erbabı +gibi– vahşet halinde maymunlara yakın bir isti’dadda olduğunu +yukarıda ber-tafsil söylediğimiz vechile insanlar bidayeten +bir tekrim-i Rabbaniye mazhar olarak her şeye o sayede +kesb-i isti’dad eylemişler ve bu tekrim-i Rabbaniye mazhariyetlerinden +sonra eb’ad-ı aleme doğru intişar ve tebaüdleri +üzerine o ilk ders-i medeniyyeti unuta unuta o ilk tekrimin +feyzini gaib ede ede nihayet vahşete kadar inmişlerdir. +ların iddiası bunların “otohton” yani görüldükleri yerlerde +peyda olmuş bulundukları akīdesinden neş’et etmiş bir şey +olup işbu otohton ve aborjin iddiaları bit-tabi’ merduddur. +Cezayir-i Bahr-i Okyanus ve Afrika-yı Vüsta halkı gibi +el-yevm bize vahşi görülen milletlerin asılları Malezyalı yani +Hindli oldukları tedkīkat-ı fenniyye ile mertebe-i sübuta varmıştır. +Şu halde bunlar Hindistan’dan ne zaman geldi? +Vahşet hüküm-ferma olduğu zamanlarda Hindistan’dan +tebaüd etmiş olmalarını akıl tecviz etmez zannederim çünkü +ahval-i ibtidaiyyelerindeki adamlar Bahr-i Muhit aşırı +yerlere gidemeyeceği tabiidir. Binaenaleyh diyebiliriz ki ilk +medeniyetlerinin kendilerinden tamamıyla zail olamamış +bulunan hatıraları ile bu intişarları ika’ eylemişlerdir. Maahaza +o hal-i vahşete duçar olduktan sonra yavaş yavaş tekamül +başlamış olmaları da münker değildir. Nasıl ki Keldan +gibi hal-i medeniyetlerini asarından gördüğümüz milletler +bilahare bu medeniyeti gaib ederek yeniden bir vahşete +duçar olmuşlardır. +daisine rücu’ ettiğine tarihi bir misal! Ama tetebbuat-ı ric’iyye +erbabı beşeriyetin ibtida-yı zuhurunda böyle ilm ü irfan +deniyete vasıl olmak için yüz binlerce seneler geçmek lazım +geleceğini söylüyorlar. Fakat biz bidayet-i beşeriyyeti bir +peygamber olarak kabul ettikten sonra mahza lutf-i İlahi ve +mu’cize olmak üzere bu kadar terakkıyatı da birden ihsan +edeceğine i’tikadımız ber-kemaldir. Zaten mu’cize demek ne +demektir? +Bugün hiç mektep medrese görmeyen bir cahil çıksa da +ben ulum-ı evvelin ü ahirini cami’ bir adamım dese buna +karşı kahkahalar ile gülmekten kendimizi alamayız! Çünkü +muhaldir. Fakat bin üç yüz sene mukaddem ümmi olduğu +bütün alemce müsellem olan Hazret-i Muhammed sav’in +meydana koyduğu maddi ma’nevi terakkıyata ne diyelim? +Binaenaleyh beşeriyetin mebdei olan Hazret-i Adem’e atf +edilen kemal medeniyet ne için muhal olsun? +Aksekili Ahmed Hamdi +Ah …! İnsan denilen şu mecmua-i garaib-i hilkat! İnsan +denilen şu mecma’-ı ezdad-ı ulviyyet ü süfliyyet! İnsaniyeti +bütün arayiş-i kemalatıyla bütün ihtişam-ı irfanıyla göklere +arş-ı İlahinin fevkıne çıkaran insan değil mi? +Yine insan değil mi ki “Ükfür! Hakkı inkar et!” diye +kendisini iğva ve idlal eden şeytana denaette mel’anette taş +çıkartır o derecede ki o sermedi düşman-ı insaniyet kemal-i +hayretle +“ Ben senden +beriyim senin mel’anetinden bi-zarım. Çünkü ben avalimin +mürebbi-i ezelisi olan Allahu ekberden onun satvet-i kahr u +celalinden korkarım.” Sure-i Celile-i Haşr dedirtir! Şımarık +Bir deniz +seferinde fırtınaya tutulunca boğulmak korkusuyla tiril tiril +titrersiniz! Çehreleriniz ölü rengini bağlar! O dem-i hevl-engizde +uluhiyeti inkar teslis tabiat madde ve kuvvet namına +ne kadar akaid-i batıla ve mecnune varsa hepsi hatırınızdan +silinir gider. Dağlar gibi üzerinize hücum eden o dalgalar +karşısında zerre kadar bile eseri kalmaz. Dört el ile Allah’a +sarılır Allah’ın bab-ı merhametine iltica edersiniz! Aman ya +Rabbi! Bizi bu tufan-ı helakten kurtar! Niyaz ü istirham-ı +mütezellilanesinin bini bir paraya! Değil mi? +Vakta ki Allah’ın merhameti +tarır; ayağınız karaya basar; boğulmak korkusu gider; +derhal tevhidden meded-res-i yeganeniz olan Allah’ınızdan +yüz çevirir yine şımarıklığı azgınlığı çılgınlığı ele alırsınız! +Yine birkaç saat evvel samim-i kalbinizden ? teberri etmiş +gibi göründüğünüz i’tikadat ve müddeayat-ı batılanıza rücu’ +edersiniz! +Evet! Çünkü insan beliğ bir +vasf-ı küfran ile muttasıfdır. +Sanki siz o emvac-ı tufan-hizden yakayı kurtarmakla ölümden +emin mi oldunuz sanırsınız? Ya o kudret ve azameti +tenahi şanından münezzeh ve müteali olan Allah-ı zü’l-celal +üzerinde bulunduğunuz toprakları yerin dibine çöktürür +yahud fevkınizden bir sarsar-ı dehhaş gönderip +de kaldıracağı taşları toprakları üzerinize yığmak içine +gömmek suretiyle sizi –Kavm-i Lut ve Ashab-ı Fil gibi– +kahr u helak eder de +sonra siz canınızı +kurtaracak bir münci bulamazsınız! +Yoksa Allah +sizi tekrar bir deniz seferine sevk ederek ezici kırıcı parçalayıcı +bir kasırga ile o irtikab ettiğiniz küfr-i muzaafın ceza-yı +ma-yelikı olarak sizi batırır da +sonra siz kahr u gazabullaha karşı size yardım edecek bir +kuvvet bir kudret bulamazsınız! Siz bundan da emin misiniz? +Yoksa sizi denizde zemin-i istiman ü imana kapatan +Allah’ın satvet ü celali sizi karada da bulamaz mı? Sure-i +Celile-i İsra.” +Bir barika bir saika bir zelzele anı +Bak çehresine sapsarı “eyvah…” diyor işte +Yok… Tevbeler olsun yaradan var bu cihanı +Dinsizliği attı bakın “Allah..!” diyor işte. +Cenab-ı tevhidin feyz-i bi-payan-ittihadıyla zade-i teslis +olan ittihad beynindeki fark-ı azim biraz aşağıda daha ziyade +tenvir ve izah olunacak. +* * * +Bir insanı bizzat öldürmekle bil-vasıta esbab-ı cinayeti +Katil-i müteammid i’dam olunur da asıl müsebbibi müşevvikı +afv mı edilir? +Bu; bir fitnedir. Bir fitne-i cinaiyye ki her harfinde mazlum +kanı fışkırır. Fitne ise katilden eşedd ü akta’dır. +Kur’an-ı Hakim . Hem de Kur’an-ı Hakim ’de – +mel’anet-i şanına tenbihen– mükerreren şeref-varid olmuştur. +Fitne uykudadır. Onu uyandırana +Allah la’net etsin! Cami’-i Sagīr ” +Hakīkat! Cinayetlerin öyle nevi’leri görülür ki katilinden +ziyade müsebbibine la’net okunur! +Cinayat-ı şahsiyyede hal böyle olunca ya efradı milyonlar +teşkil eden koca bir milleti menfur bir tama’-ı menfaat +mel’un bir hırs-ı ikbal uğruna –netice-i felaketi bile bile– +diniyle Kur’an’ ıyla ırz u namusuyla evlad u ıyaliyle vatanıyla +a’daya peşkeş çeken bir katil-i millete bir hadim-i +bünyan-ı saltanata bir cani-i İslamiyyet’e bir düşman-ı vatana +vicdan-ı hakimin hükm-i adilanesi ne olmak lazım gelir? +Düşman kuvvetiyle yıktığı bir kulübe bir tek hane değil +koca bir kaşane-i vatan! A’da muavenetiyle boğup öldürdüğü +mezara gömdüğü bir şahıs değil bir millet! +Kumandası altındaki kal’a veya mevki’-i müstahkemi +veyahud bir şehri vesait-ı müdafaa ve muhafazası henüz +bitmemiş mevcud iken düşmana teslim eden bir amirin kanunen +cezası nedir? Bila-şek kurşuna dizilmek! İ’dam olunmak! +Böyle bir müttehemin divan-ı harbini teşkil eden hey’et +ve hin-i muhakemesinde –samiin sıfatıyla– mevcud bulunan +cemaat arasında kendisine zerre kadar bile meyl-i rikkat +ü merhamet hissedecek bir kalb bir vicdan tasavvur +olunabilir mi? Meğer o kalb; zaif o vicdan sahif olsun! +O ki insan ve ne kadar ilm ü hikmetle tekemmül etmiş +olsa yine mahkum-ı acz ü noksan iken birkaç bin ihvan-ı +milliyetini vatanının bir cüz’iyle a’daya teslim eden bir cani +hakkında bütün asabiyet-i milliyyesiyle bütün hamiyyet-i +vataniyyesiyle +“İ’dam…! İ’dam…!” +Diye feryad ederse ya o mazlumların halikı olan “Allahu +ekber”in adalet-i İlahiyyesi….! Düşün! +“Allah bir karıncasından vazgeçmez!” +Meseli ne hikmet-amizdir! Bir tek karıncasından vazgeçmek +şanından olmayan Allah; libas-ı ahsen-i takvim ile +mazhar-ı tekrim buyurduğu o arayiş-i kainat o sultan-ı +mevcudat insanın nezd-i uluhiyyetteki kıymeti rütbe-i şan ü +şerefi ne kadar ali; hayatı hukūku ne kadar muhterem ne +kadar mukaddesdir! +Karıncasız dünya yaşayabilir; fakat insansız neye yarar! +Hiç…! +Evet! “Bir millet; kendi mezar-ı inkırazını kendi öz elleriyle +kazar!” Hikmet-i hailesi pek doğrudur. Fakat o ellerin +hangi eller olduğunu düşünelim! +Ah…! O eller; o bedbaht milletin hayatını avuçları içine +alarak top oyuncağına çeviren ve eze eze hırpalaya hırpalaya +nihayet patlatan ve o na’ş-ı bi-ruhun nasiye-i felaketine +fırlatıp atan cani katil ellerdir! +Hangi millet gösterilebilir ki bir zalimi bir cebbar-ı anidi +bir Neron’u “Gel! Bizim beynimizi kemir! Kalbimizi +zehirle! Ciğerlerimizi dala! Vücudumuzu parçala da her parçasını +bir düşmanın ağzına sok! Mi’desine indirmek hazmetmek +dirsin? Yılan gibi vücuduna sarsın! Cellad gibi –kendi arzusuyla +kendi ihtiyarıyla– önüne diz çöküp şemşir-i kahrına +boynunu uzatsın? Bedbaht milletler! Zavallı insan sürüleri! +Hürriyet ve hakimlerine malik ? olurlar da yine felaketten +lü kurtulamazlar! İçlerinden şeytan kadar dessas tilki kadar +hilekar kaplan kadar yırtıcı birkaç kişi çıkar! Mebna-yı celil-i +emaret Belensiye’yi [Valancia!] bir payitaht-ı saltanat! İşbiliye’yi +bir dar-ı hilafet yapmak hırs u tamaıyla aklını gayb +eder! Gözleri kan çanağına döner! din kardeşi aleyhine +a’da-yı dine dest-i vifak u i’tilafı uzatır! Hatta –belki de?– +Alfons’a tezvic eder! +Tevhid ve ittihadı cebren birbirinden ayıran koca bir +mülkü o canım Arab saltanatını teslise takdim ü ihda eden +tarih-i İslamiyyet ve insaniyyette kıyamete kadar kemal-i +nefret ve la’netle yada kendilerini bi-hakkın mahkum eden +bunlar da muvahhid ve mü’min öyle mi? +Vay o zavallı millete ki böyle insan kıyafetli celladlara +aldanır da bilmeyerek kendi kanını heder eder! Mahvolur +gider! +Milletlerin kabahati işte bu: Şeytanete desiseye aldanmak! +Hayatlarını mezar kazıcılara cadılara tevdi’ etmek! +Muhiblerimden pek yakın bir mazide Fas’a İspanya’ya +seyahat eden hakīkī bir fazıl-ı muhterem o engizisyon hey’et-i +ruhaniyye ???sinin işkencelerle ukūbetlerle cebren ve +kahren tanassur ettirmiş oldukları ru-siyah Arabların şimdiki +bedbaht evladlarına dair ma’lumat verirken gözlerine hücum +eden seyl-i eşkini zabtedemiyor şiddet-i teessüründen +titriyordu! Zavallılar! Diyorlarmış ki “Ah…! Mümkün olsa da +derhal zünnarları kesip atar yedi yüz sene ? evvel gayb ettiğimiz +dinimizi tevhidimizi i’lan ederdik! +Acaba dünya yüzünde bizim kadar bedbaht bizim kadar +acınmaya layık insanlar var mı? Bakınız şu Birinci Abdurrahman-ı +Emevi’nin bin üç yüz doksan üç direkli Cami’-i +Kebir’ine! Endülüs’ün Ka’be-i azamet-penahına! +Endülüs’ün fatihleri o şanlı ecdadımızın senelerce çalışıp +da vücuda getirdikleri; asırlarca içinde namaz kıldıkları bu +muhteşem bina şimdi kilise! Hem de yalnız merkez kısmı….! +Biz bu şevketli mazimizi nasıl unuturuz da kendimizi hakīkī +Kadınları ise yedi asırlık bir nesl-i irtidad ta’kīb etmekte +oldukları halde yine carlı? Yine mütesettir! O kadar mütesettir +ki miyanlarında salib olmasa insan İslam kadınları demekte +hiç de tereddüd etmez! İşte –ey din kardeşim– Endülüs’de +met-i İslamiyye vali diye birer menşur ile nasb u ta’yin eylediği +vicdansızlar tarafından tavaif-i müluke inkı[s]am etmemiş +olaydı bu bedbahtlar mürteddin ve mürteddat olarak İslamiyete +gayb ettikleri tevhide hasret yaşları döküp durmayacaklardı +bu kanlı yaşlar yedi yüz seneden beri dökülmekte! +Bunların nesl-i atisi de kıyamete kadar böyle ağlayarak +gelip gidecekler! Bu biçarelerin tevhid-i ilahiden bu kadar +faci’ bir surette neslen ba’de neslin mahrumiyetleri vebal-i +azimi; müsebbiblerine raci’ değil de kime…? +Rıza-yı küfrün hükm-i Kur’an isi: Küfür! Ya müsebbibinin +hükmü nedir? Ba-husus bir değil a’dadın ihatasından +takbeliyle feci’ bir silsile-i irtidad teşkiline bilerek sebeb olmak! +Zehi cinayet-i uzma! +Bu vatan katilleri bu İslamiyet canileri o kadar sefil o +dereke sefih mahluklar ki kendilerini; bütün avalim-i vücudu +muhit olan rahmet-i İlahiyye haricine çıkmaya çalışmışlar!? +Ba’sü ba’de’l-mevte inananlarca muhakkaktır ki ehl-i +şekavet mahkeme-i kübra-yı Hak’ta ceza-yı amelilerini çekecekler. +Mahbes-i İlahi olan duzah-ı intikama atıldıkları andaki +hal-i hevl-engizleri; +Onlar; cehennemde +alevler içinde çevrildikleri gün +ke dünyada Allah’a ve Resulullah’a itaat etmiş olaydık! +o can-hıraş +feryad u vaveylalarında devam ederek yine derler ki ya +Rabbi! Biz tuttuk da kendimize –eyvah…!– efendi ve reis +bildiğimiz o mütekebbirlere o cebbar-ı anidlere itaat ettik! +Keşke itaat etmemiş olaydık! Onlar da bizi iğva ve ıdlal ettiler; +minhac-ı selametten çıkardılar çıkmaz yollara felaket +uçurumlarına götürdüler. +Allahımız hem kendilerini hem de biz bedbahtları +nasıl boyunlarına aldılar böyle müebbed ü muhalled habs-i +cahim cezasına mahkumiyetimize sebeb oldularsa sen de +onları muzaaf bir azab-ı hail ile ta’zib ve üzerlerine la’n-i +gadabını mütemadiyen teşdid buyur! Sure-i Celile-i Ahzab” +Şimdi yürekler acısı silsile-i irtidadın dahi bu mevkıf-ı hızlan +u hüsranda aynı feryad ü vaveylaları var! Bunlar bu muzaaf +azabları bu müşedded ü mütemadi la’n ü gazabları kimlerin +namına isteyecekler? +Efendim! Seninle münazara etmek değil diğer hemderdlerimizle +beraber her ikimiz başbaşa verip de ağlaşalım. +Dümuu’l-aynımız ihtimal ki maü’l-hayat olur da ondan +bir çare-i necat halk olunur. +Kardeşim! Şeriatımızı ondan tenzih ederim ki hanesine +sarık gasıb giren bir musallinin namazını bozup da silaha +sarılmasını tecviz etmesin. +Hane-i İslam umumen mahkum-ı indiras olmuş gasıblar +esas ü enkazını yağma için her tarafdan saldırmış şimalden +cenubdan şarktan garbdan hücumlar garetler! Herifler +her tarafını kanlara ateşlere boyamış iken sükkan-ı hane +umumen ve müttehiden silahlanmak def’-i a’daya itfa-yı +harika koşmak gibi faaliyet-i acileye mübaderet etmeyip de +her biri bir heva vü sefahetlerine mağlub oldukları gibi bir +kısm-ı kalili de hali yekdiğerine –velev ki zekat ve fıtra ve +udhiye gibi meşru’ birer nam ile olsun– hediyeler veya +borçlar takdimiyle uğraşmaları hane-i vatanın bir tarafından +diğer tarafına –velev ki hac namıyla– ziyaretler yapmaları +elbette garib bir temaşadır. +Bu hali o hane-i beyzanın kanun ve kaidesine isnad eylemek +elbette bir hata-yı azim mebna-yı İslam’a bir şeyn-i +elimdir. Bunda zannedersem hiçbir akıl hiçbir müteşerri’-i +hakim tereddüd etmez. +Ne çare ki ey musibetzede! Sükkan-ı hane ale’l-ekser +uyanmaz bir uykuda ayılmaz bir gaflette ise silahı kim alacak +kim kuşanacak kim koşacak? +Ehl-i hane bu halde iken bunların ellerinde bulunan veya +ellerine verilmesi matlub olan kuvvet dahi bir işe yaramamak +ve belki de –el-iyazü billah– düşmana bir alet-i tecavüz +daha olmak melhuz değil midir. +Bunların içinde birkaç biçare de kendilerini aciz diğer +sükkan-ı haneyi bi-huş görür. Tedarik veya isti’mal-i kuvvetine +ve havayic arz hasbihal için ziyaretler ifa ediyorlarsa bu +hizb-i kalilin bu muameleleri garib olmakla beraber karin-i +ma’zeret değil midir. +Halbuki bunlar vacibü’l-icra birer emr-i dini dahi olsun. +Halbuki bu milletin İslam olduklarına bunların şu ef’al-i +nadirelerinden başka bir alamet kalmadığı bir zamanda olsun. +Halbuki bu biçarelerin şu fiilleri bir çok fevaid-i ictimaiyyeyi +dahi mutazammın bulunsun. +Ey hem-derd-i ali-şiarım! Garbda: Fas şarkta: İran suret-i +temeddüne bürünmüş vahşet-i bi-eman önünde teslim-i +can etmekte derya ortasındaki bir uzv-ı muazzezimiz +bize elveda’lar çağırmakta daha öteki bir uzvumuz: Trablusgarb +ki onun küsufu yüz elli milyonluk Afrika alem-i İslam’ından +tamamen inkıta’dır. +Oradaki milyonlarla dindaşlarımız canavarlar ellerinde +dört aydır etleri lime lime koparılmakta iken daha dünkü +gün Bosna-Hersek eyalat-ı İslamiyyemizin Avusturya koca +Tuna eyaletimizin Bulgar olduğunu kendi elleriyle ağlaya +ağlaya imza eden meb’usanımız sahnesinde bu derdler hiç +mevzu’bahs olmayıp da fırkalar ihtiraslar i’tilaflar kavgalarına +muzır olduğunu şimdi ise vilayatımızda her ebcedhan +olan her tekellüm-i tıflanesine mağrur bulunan her birimizin +yeni meb’usluk meydanına atılıp hırıl hırıl uğraştığımızı +görmüyor muyuz. +Düşmanımız ne Rusya ne İngiltere ne İtalya! Büyük +düşmanımız biz kendimiz! Sırr-ı +kudsisi her ferd hakkında sadık olduğu gibi cism-i vahid +hükmünde olan hey’et-i ictimaiyyemiz hakkında da esdaktır. +Yahu biz bizi ıslah etmenin çaresi nedir. +Rica ederim darılmayınız maksadım size ta’riz değildir. +ratımüstakīm’ in nüsah-ı sabıkasında münteşir olan gerek +zat-ı fazılanelerinin ve gerek bu acizin makalatında mebsut +ve müdellel olduğu üzere i’dad-ı kuvvet farizasının feraiz ve +vacibat-ı diniyyenin cümlesine raci’ bir farz-ı ayn-ı acil olduğu +müsellemdir. Tehalüf yalnız nazariyelerimizdedir. +Azizim ne çare ki derd bir türlü değil. +Sinn-i idrakinden beri derd-i vatanla inleye inleye sararmış +solmuş teverrüm etmiş bir ruha henüz tanımak şerefinden +mahrum bulunduğu –aynı derd ile müteellim– bir simayı +ulvinin hitab u iltifatı ne kadar kıymetdardır! +O solgun çehre-i matem-nümunun o dem-i nevazişteki +meyl-i ibtisamı melekleri bile girya-nak-ı teessür eder! Geşeklinde +yazılmıştır. +çen haftaki Sıratımüstakīm ’de “H. N” imzalı ve “ Duracak +zaman değildir! ” ünvanlı makale-i cevher-darı okudum. +Gerçekten kilk-i diyanetle midad-ı hamiyyetle yazılmış bir +şahid-i iman! Bir natıka-i vicdan! +Ah… Ya Rabbi! Ne olurdu bu ateş-i sevda: Sevda-yı vatanla +yanmakta çırpınmakta feryad etmekte bütün Osmanlı +müslümanları yekdiğerine rekabet edeydi! Vatan! Sevgili +mader! Sen o zaman bütün derdlerini unutur da evladlarının +sana gösterecekleri o levha-i garra-yı aşk u garamın temaşasına +dalar giderdin değil mi? +Düşmeseydi hab-ı la-kaydiye evladın senin +Ruhuna te’sir edeydi ah u feryadın senin +Hevl-i canla cümlesi kalkar koşardı girye-nak +Her tarafdan sim ü zer manend-i seyl-i münhadir +Kahr olurdu kahr olur görmekle hussadın senin +Can ü malin var mıdır bir kıymeti bir lezzeti? +Üstüne hançer çekerken hasm-ı bi-dadın senin +Söyle ey kardeş neden aldırmıyorsun böyle sen!? +Böyle hissiz böyle kansız mıydı ecdadın senin? +Bir zaman dünyayı titretmiş iken Osmanlılar +Titremek aya ne hikmet şimdi mu’tadın senin +Söyle fıtrat mı değişti ya değil mi kan o kan? +Sen düşün! –Allah için!– Osmanlısın ey Müslüman! +Ortada bir kılıç duruyor; iki hasm-ı can karşılıklı –gayr-ı +mütesavi ? birer mesafeden koşuyorlar. Hangisi daha evvel +kılıcı kaparsa diğeri bir an sonra bi-ruh olarak yerlere +serilecek! İşte bu kılıç “fırsat!”dır. Bu bir hayat-ı ebedidir. +Kim daha çabuk davranırsa hayat onun! Vay bu fırsatı fevt +edene! +Hangi akıldır o demde fevt-i fırsat eylesin? +Can verirken sonra hasma sebb ü la’net eylesin? +Kendine aid o düşnam ü o la’net cümlesi +Fırsatı kapmak için vardı onun da hamlesi +Gencine-i hikmet ıtlakına gerçekten şayeste olan Mes nevi-i +Şerif ’de tacdar-ı aşıkīn Hazret-i Mevlana Celaleddin: +! +Buyuruyorlar. Bizim bundan –mevzuumuz i’tibariyle– alacağımız +ruh-ı ma’na: Mader-i vatan açtır. “Açlıktan ölüyorum! +yınız! Vakit; seyf-i katı’dır. Bir an; bir hayat-ı ebedidir. O an; +geçti mi iş bitti. Ben öldüm gittim! O an bir daha ebediyen +avdet etmez! Sonra diz döğmek saç yolmak yaka yırtmak +faide vermez; haydi evladlarım çabuk olunuz! Bütün kuvvetinizle +me geldim de yine aldıran yok!” diye feryad ediyor! Hane +tutuşmuş alevler içinde yanıp kül oluyor da yine sakinleri +suları abdestlerine sarfediyorlar evsiz sokaklar ortasında +kalmayı sürüm sürüm sürünmeyi tercih ediyorlar! +A zavallı öyle bir hengam-ı felakette bütün sular hanenindir. +vela hanesini ateşten kurtarır sonra içecek abdest alacak +suyu yine bulur. İşte bizim halimiz! Evini ateşlere terkedip +de mevcud su ile abdest alan şaşkının ma’rifetine ? benziyor. +Bunu ne akıl kabul eder; ne mantık! Ne din ne şeriat! +Suyu ancak içmesine kafi olan bir adamın onunla abdest +alması kat’iyyen caiz değil teyemmüm edecek hatta hayvanı +varsa onun da suyunu abdeste sarfetmesi gayr-ı caiz! +“Teyemmüm”ün hikmet-i teşrii hıfz-ı hayattır. Hayat mahvolur; +müteşerri’ mütedeyyin kalmazsa o din o şeriat nerede +kalır? Trablusgarb’a edilen hücum gibi ani gayr-ı muntazar +bir darbe-i felaket bizi sarsmalı! Canımızı yakmalı hepimizi +hevl-i can ile uyandırmalı değil miydi? +Bütün istitaat-i nakdiyyemizi hatta ağzımızdan lokmamızı +çıkartıp verdirmeli değil miydi? +Vatan kurban olup giderken bizim kurban kesişimize +melekler bile mütehayyir ü müteessir oluyorlar! +Ne olurdu! İki senelik kurban bedelleri –belki de– altı +yedi milyon lira hıfz-ı din hıfz-ı vatan hıfz-ı namus namına +donanmamıza terkolunaydı. Trablus da –emin olunuz ki– +bu yürekler acısı hale gelmezdi. +Kaldı ki maaşlardan yüzde –hiç olmazsa– beşinin donanmaya +tahsisi. Bakınız: Trablus’dan dağlar dayanmaz hakaretlerle +felaketlerle kovulan me’murine! Zavallı aileleri! +Bedbaht ciğerpareleri! Bunlardan ibret almak bizim için +değil mi? Bir aylık maaş-ı umumi dokuz yüz bin lira tutar. +Bunun yüzde beşi kırk beş bin lira tutar. Hele yüzde on olsa +doksan bin….! +Her ay doksan bin lira! Şaka değil! +Halbuki yüzde yirmi de verilse yine azdır. +Bunun ne kadar doğru bir söz olduğunu Trablusgarb +me’murin-i felaketzedesi söylesin! +Düşünelim! Girid’de bu kadar kuzat nüvvab me’murin +var idi. Şimdi onlar artık Girid emvalinden maaş alamıyorlar. +O paraları Yunanlılar der-ceyb ediyorlar. +Otuz beş sene evvel Tuna vilayetinde; Niş Kars Batum +Tırhala sancaklarında binlerce me’murin var iken şimdi bir +teki yok; sanki meflucuz sanki vücudumuza “kloroform” +sürülerek hissimiz ibtal olunmuş; ayaklarımız kesiliyor haberimiz +yok; bıçak göbeğimize dayandı biz; yine duymuyoruz; +ne hayrettir ne hikmettir ya Rabbi! +Bütün ashab-ı maaş el birliğiyle kendiliğimizden ittifak u +sun muntazaman terkedersek kıyamet mi kopar? Aç +mı kalırız? Biz istesek yaparız Yıldız’ın köpeklere atmak +nev’inden dört ayda bir maaşıyla geçinen bir adam şimdi +nasıl oluyor da her ay gün sektirmeksizin aldığı maaşının +yüzde onunu dinine Kur’an ına vatanına ırz u namusuna +Ya o tedahülde kalan sekiz dokuz maaşı sarraflara yüzde +–la-ekall– elli kuruş terkederek kırdırdığı günleri nasıl +unuttu? +Sarrafa yüzde elli terketmek! Vatana yüzde beşi çok görmek! +Bu mu bizdeki şükran-ı ni’met? Daha dün Almanlığı +terk ve ağuş-ı İslamiyyete atılarak huzur-ı Kur’an-ı Ha kim +’de secde ber-iman olan bir yeni Osmanlı müslümanı +donanmaya ölünceye kadar ayda bir lira taahhüd eylediği +gibi ber-mukteza-yı nizam şehri iki buçuk lira vermesi lazım +gelip ihtidası hasebiyle beş sene için afv olunduğu temettu’ +vergisini de donanmaya takdim ediyor! Ah …! Dünkü mühtedideki +ulviyet-i ruha. Hamiyet-i dine muhabbet-i vataniyyeye +bakınız! Bir de soyu sopu müslüman oğlu müslümanın +tavr-ı la-kaydisine bakınız! Bu şanlı mühtedinin şu müfrit +hamiyeti bizi utandırmalı değil mi? +Biz niye duruyoruz? O; dün Alman idi İslamiyet ona +yabancı idi. Bugün müslüman oldu İslamiyet’e İslam vatanına +evladlığı birkaç günlük ne diyeyim! Allah bizi kahr u +celaliyle değil lutf u cemaliyle uyandırsın! Ey Kur’an-ı Ha kim +! Sana gözyaşlarıyla bin ta’ziyet! Bin tesliyet! +Şu emr makrun-ı salah olmadığından i’tiraz ederek +“Benim askerim bütün bir kış seferde bulundu. Ve hayliden +hayliye zahmet çekip düşmana galebe çaldı. Binaenaleyh +biraz müddet oturup dinlenmek hakkı kazandı. Bundan +başka buradaki iğtişaş mühimdir. Bir müddet ikametle ahaliyi +hükumete ısındırmak lazımdır” mealinde cevap yazdım. +Amcam “Kaviyyen biliyorum ki Ali Şir Han Kandahar’da +oğullarım Muhammed Server ve Muhammed Aziz hanlara +karşı asker sevkedecek. Eğer böyle bir şey olursa oğullarım +bozulursa mes’uliyeti size aiddir” mealinde bir mektup gönderdi. +“Meymene’ye mutlaka asker sevki lazım geliyorsa +başka tarafdan gönderiniz. Şir Ali Han Kandahar’da hücum +eyleyecek olursa ben burada sizin yakınınızda bulunmuş +olurum. Bundan maada Meymene muhasarası ihtimal ki +birkaç ay sürer. Ben oraya gittiğim surette Şir Ali Han fırsatı +ganimet bilerek Kabil’e savlet eyler” cevabını verdim. Lakin +amcam hiç birini dinlemeyerek “Bana dost iseniz Meymene’ye +gidiniz değilseniz nasıl isterseniz öyle yapınız” diye +bir mektup yolladı. Şu cevaba son derecede canım sıkıldı. +“Şir Ali Han’ın düşmanlığından korkmadığım gibi sizin adavetinizden +de çekinmem” demek hatırıma geldi. Fakat bilahare +bu cevabı yazmaktan sarf-ı nazar ettim. Taht-ı saltanata +kendi elimle geçirdiğim bir zatın fermanına karşı gelmeyi +muvafık-ı mürüvvet bulamadım. Binaenaleyh her tarafa hakimler +ta’yin ettikten sonra Andehoy yolundan Meymene’ye +hareket eyledim. +şeklinde yazılmıştır. +Amcama bir mektup yazıp hareketimi bildirdim ve “Kariben +sizi bu işe pişman edecek bir gün gelecektir” dedim. +Meymene’ye bir menzil kala amcamdan bir kağıd aldım ki +Şir Ali Hanzadelerin Kandahar’a asker çekmiş ve yolları kapatmış +olduklarını bildiriyor ve askerimi ikiye ayırıp bir kısmıyla +Meymene’yi muhasara etmemi kısm-ı diğerini de +nur-ı çeşm yani Muhammed İsmail Han ile Kabil’e göndermemi +yazıyordu. Bu mektuba “Mukaddema size ihtar ettiğim +halde dinlemediğiniz münasebetsizlikler vukūa geldi. +Artık ne askeri bölmek kabildir ne de imdadınıza göndermek” +mealinde cevap verip Meymene’ye gittim. Orada siperler +ğında vaki’ Tell-i Aşıkan tepesine çadırımı kurdurdum. +Bu sırada amcamdan diğer bir mektup geldi. Oğlu Muhammed +Aziz Han Kandahar’da Muhammed Ya’kūb Han’a +karşı bozulmuş ve esir olmuş. Muhammed Ya’kūb Han +Peştrud taraflarını taht-ı tasarrufuna almış. Askerin nısfını +hemen göndermem lazım geliyormuş. Yine olamaz düşman +karşısında iken askerin bir kısmı gönderilemez diye cevap +verdim. +Bir an evvel muhasara işini bitirmek için de askeri +kal’aya hücum ettirdim. Vakıa son derece şiddetli bir hücum +oldu. Lakin “Muhammed İsmail Han” hücum edileceğini +düşmana haber vermiş olduğundan kal’anın zabtı kabil +olamadı. Maa-mafih ikinci bir hücuma uğrarsa perişan +olacağını anlayan Meymene emiri oğlu ve bazı ümera ve +uleması ile Kur’an-ı Kerim irsal ve bazı kıymetdar hedaya +musalaha teklif etti. Kabil’deki karışıklık saikasıyla kabul +eyledim. “Emir Hüseyin” de bizzat gelip ihtiramatta ve +ümera-yı saire hakkında şefaatte bulundu. Onları da afv ettim +ve kal’ada bulunan altı tane topu aldım. +Biz burada iken amcamdan Muhammed İsmail Han’a +bir kağıd geldi ki beş tane mektup yazdığım halde gelmediniz +ve cevap vermediniz diyordu bunu kendisine verip: +– Vaktiyle askeriniz bana lazım olduğu için mektupları +size ver[me]miştim. Şimdi ise lüzumunuz kalmadığı +cihetle çağırıldığınız yere gidebilirsiniz dedim. Ertesi günü +Belh’a müteveccihen hareket etti. Ve benden evvel Belh’a +varıp orasını yağma eylemek için sür’atli davrandı. +Ben de onun niyetini anladığım için azmine mani’ olmak +aldım. Amcamın emri mucebince Tahtapul’a getirilen Muhammed +Şerif Han’ın tevkīf edildiğini yazıyordu. Düşündüm +ki Muhammed Şerif Han Muhammed İsmail Han’ın +amcası olduğu için gidip onu kurtarması mümkün. Binaenaleyh +o gece iki piyade nizamiye taburuyla bir batarya topu +yola çıkardım ve sür’at-i mümkine ile giderek Tahtapul’u +muhafaza eylemelerini tenbih ettim. Bunlar Kum yolundan +Ağça ile Belh üzerinden geçerek Tahtapul’a vasıl oldular. +Muhammed İsmail Han bir gün sonra geldi ve tasavvur ettiği +üzere şehre hücum ile amcasını kurtarmak istediyse de +gönderdiğim askeri görünce fikrini tebdil eyleyerek “Mezar-ı +şeklinde yazılmıştır. +Şerif”e ve ora hakimini tehdid ile üç bin tenge mikdarında +bir meblağı alıp hazinesini yağmalamak için Taşkurgan’a +azimet etti. +Taşkurganlılar hanın maksadını anlamış olduklarından +kal’aya çekilip müdafaaya karar verdiler. İsmail Han bunu +yup soğana çevirdi. +Bu harekat esnasında amcam kendisine “Sür’at-i mümkine +Gazneyn’e gideceğim. Zira Kandahar’ı zabt etti. Kelat’a geliyor” +diye gafilane mektup yazıyordu. Muhammed İsmail +Han da “Maiyyetimdeki askerin bir senelik maaşı teraküm +etmiş olduğu cihetle aylıklarını almadan beni salıvermiyorlar” +mealinde cevap veriyordu. +Yine bu sıralarda amcam nur-ı çeşmi İsmail Han’ın Tahtapul’dan +hareketini haber almış ve bana “Dediğin doğru +çıktı. Muhammed İsmail Han hakīkaten hilebaz bir adammış” +diye mektup yazmıştı. Bu mektuba cevaben “Nur-ı +çeşminiz daha size epeyce hizmet edecektir. Maa-mafih bir +ay kadar habs eyleyin. Kabil’den hareket etmeyin. Bu müddet +zarfında imdadınıza gelmeyi umarım” diye bir ariza yazdım. +Ve “Gulam Ali Poplezai” kumandasında olarak güzide +süvarilerimden iki bin neferi yolladım. +Ertesi günü sıtmaya tutuldum ve yirmi bir gün mütemadi +muztarib oldum. Kesb-i afiyet ettiğim anda Kabil’e müteveccihen +yola çıktım. +Taşkurgan tarikıyla Heybek’e azimet ettim. Orada iken +Kabil’deki sarayıma mahsus kölelerden ikisi derviş kıyafetinde +huzuruma gelip: +– Emir A’zam Han Gazneyn’e gitti Serdar Muhammed +muhasara etti. İç kal’ada bulunan iki yüz asker altı gün +kadar müdafaada bulunduysa da ahali Muhammed İsmail +Han’a kapıları açtı. Han içeri girince hanedan-ı saltanatı +Daru’l-emare’den çıkardı ve Şir Ali Han’ı Afganistan emiri +olup Emir A’zam Han’dan ayrı düştüğüne ve emirin ne tarafa +gidip ne olduğunu bilmediğine” dair Serdar Server +Han’ın bir mektubu geldi. +Bu haberlerden son derece müteessir oldum. derhal +amcamın taharrisine me’murlar ta’yin etmesi hakkında Belh +Hakimi Nazır Haydar’a bir kağıd yazdım. Müteharriler amcamı +Belhab’da buldular ki Hezarecat yolundan oraya gelmişti. +Bunu işidince “Yüz bin tenge nakid ile at ve levazım-ı +sairenin amcama gönderilmesini Belh hakimine ve “Bacgaha +asker çekmekten sarf-ı nazar etmesini” de Ceneral +Nusayr Han’a iş’ar eyledim. Kendim de Kabil’i muhasaradan +vazgeçerek Gavri’ye geldim. Yanımda bulunan Mir Cihandar +Şah biraderi Mir Şah’ın kızını bana nikah etmek istedi. +Bu talebi red ile: +– Amcamın hanedanınıza olan sıhriyeti benim için kafidir +dedimse de müşarun-ileyhin ısrarı üzerine kabule mecbur +oldum. +şeklinde yazılmıştır. +Feyz Muhammed Han tarafından Mir Cihandar Şah’ın +vilayeti kendisine verilmiş olan Mir Muhammed Şah bazı +hedaya gönderdi. Hediyeleri iade ile +– Ya vilayeti terkediniz yahud çıkıp istediğiniz yere gidiniz +diye haber gönderdim. Şihabüddin Han’ın kumandasına +tevdian iki yüz süvarilik bir müfrezeyi de Mir Cihandar +Şah’a terfik ederek: +– Gidiniz vilayetinizi zabtediniz dedim. +Kendim Gavri’de oturup Katagan ıslahatıyla meşgūl +oldum. Belh’a bir mektup yollayıp amcamı da’vet ettim. +Amcam ise yazdığı cevapta beni çağırıyordu. Gavri’de tevakkufumun +sebeb-i yeganesi Hindukuş ve Kabil yollarını +tutmak olduğu için mevkiimden ayrılmadığımı ve kendisinin +behemehal nezdime gelmesini tekrar amcama bildirdim. Bu +defa sözüme i’timad ederek kalkıp geldi. İstikbale çıkıp ikram +ve ihtiram eyledim. +Amcam Kabil’in yeniden teshiri ve Şir Ali Han üzerine +asker sevki hususuna merak edip duruyordu. +– Bu mes’ele gayet mühimdir. Kışın harekat-ı askeriyye +kabil olamayacağından bahara kadar beklememiz lazımdır +dedimse de kema fi’s-sabık fikrinde ısrar etti ve: +– Eğer derhal hareket etmeyecek olursan kalkar Buhara’ya +giderim dedi. +– Altı aya kadar mutlaka harbe müheyya bulunuruz diye +azminden çevirmek istedimse de dinlemedi. Na-çar yola +çıkıp Bedfak ve Şelokto tarikıyla Bamyan’a oradan da +Deval’e vasıl olduk. +Burada Şir Ali Han’ın Herat süvarisi vardı. Bunlar +benim geldiğimi haber aldıkları gibi Serçeşme tarafına +doğru kaçtılar. Maiyyetimdeki ümera firarilerin ta’kībini +teklif etti. Doğrusu da bu olacağı için ben de muvafakat +gösterdim. Fakat amcam Nur ve Dere-i Suhte yollarından +Gazneyn’e gitmemizi teklif ile fikrimize muhalefet etti. +Hava gayet soğuktu. Bir çok zahmet meşakkat çektikten +sonra Gazneyn’e geldik. “Huda-yı nazar” kal’ayı tahkim +eylemiş olduğundan karşısında ve açıkta ordu kurduk. +Fudala ve üdeba-yı Osmaniyyeden bir alim-i mütebahhir +ve bir fazıl-ı kesirü’l-measir olup Ayntab’ca dudman-ı ilm +ü edebden ma’dud olan Şair Husuli Efendi ferzendi Mahkeme-i +Şer’iyye Başkatibi Mehmed Cenani Efendi’nin mahdum-ı +fazilet-mendidir. Ulum-ı aliyyeyi vatanı ulemasından +Ömerzade Hafız ve Hacı Hasanzade efendilerden ve ulum-ı +‘aliyyeyi meşahir-i fudaladan sahib-i te’lifat Hace Necib +Efendi’den tahsil ve fünun-ı şi’r ve edebi pederinden tekmil +ederek “Kalmadan hak-i mezellette hemen ey Asım – Azim-i +su-yı sema-sa-yi Stanbul olalım” zemzemesiyle tarihinşeklinde +yazılmıştır. +de Daru’l-Hilafeti’l-İslamiyye’ye gelip bir müddet sonra tercümesine +muvaffak olduğu Burhan-ı Katı’ a mükafaten tarik-ı +sinde terfian Selanik Mevleviyyeti’ne vasıl oldu. Ve bu mevleviyetten +ma’zulen tarihinde Üsküdar’da Nuh Kuyusu’ndaki +hanesinde irtihal eyleyip Harmanlık’dan Miskinler’e +giden yolun sağ tarafındaki sed üzerine defnedildi. +tarihinde vefat eden mahdumu Hace Hamid Efendi +de yanında medfundur. Kitabe-i seng-i mezarı ber-vech-i +atidir: +Lisan-ı mader-zadıyla beraber Arabi ve Farisi gibi iki +esaslı lisana vukūf-ı tammı ve bu lisanlar edebiyatındaki +beyti mısdakınca gün gibi aşikardır. Sadr-ı hazır Said +Paşa hazretlerinin Gazeteci Lisanı ismindeki risale-i matbualarında +Fransızca’ya da vakıf olduğu muharrerdir. Fakat +müsellem-i enam olan bu kadar faziletiyle beraber min ciheti’d-dünya +nail-i refah u saadet-i uzma olamadığı “Rakīb-i +baridden şekvası yoktur Asım-ı zarın; Anın feryadı ancak +baht-ı na-hemvardandır hep” “Nice bir hizmet-i mahluk ile +mahzul olalım; Sail-i Hak olalım nail-i mes’ul olalım.” Teranelerinden +de anlaşılmaktadır ki bil-vücuh şayan-ı nazar bulunan +bu nokta talii ser-nigun olan bazı erbab-ı fazileti hasbe’l-beşeriyye +duçar-ı teemmül etmektedir. Ayıntab a’yanından +Nuri Paşa Vak’ası’nda kitabları eşyasıyla beraber tebah +olduğu ve İstanbul’daki hanesi de yanarak bu vechile +feleğin sillesine uğradığı da yazılan beyitlerindeki telehhüfatına +sebeb olan vekayi’dendir. Vak’anüvislik me’muriyetine +ta’yini senesi isti’fa eden Amir Bey’den sonradır. Asarı +matbua-i fazılanelerine dair izahat-ı müfide: +Mecdüddin-i Firuzabadi’nin asar-ı muhalledesinden olup +altmış bin maddeyi cami’dir. Müellifin hatt-ı destiyle muharrer +nüsha-i asliyyenin hıtta-i Yemaniyye’nin Zebid Kasabası +kütübhanesinde mahfuz olduğu mervidir. Bu eser ’de +vefat eden Merkez Efendizade Şeyh Ahmed Efendi tarafından +Babus ismiyle ve bir cild-i kebir üzerine tercüme edilmiştir +ki Daire-i Enderun’da Sultan Ahmed-i Salis ve Edirne’de +Selim-i Sani kütübhanelerindeki nüshaları manzur-ı +acizi oldu. Ulema’-i Osmaniyyeden ’da vefat eden Davu[d]zade +Mehmed Efendi tarafından da ed-Dürrü’l-Lakīt fi +Ağlati’l-Kamusi’l-Muhit ismiyle tenkīh edilmiştir ki bunun da +nüshaları İstanbul kütübhanelerinin bazılarında vardır. Asr-ı +ahir fudalasından Lübnani Faris Efendi’nin el-Camus ale’lKamus +beyyin olmak dolayısıyla dekayık-ı ilm-i lügatle müteveğğil +zevat için bais-i istifade asardandır. +Asım Efendi’nin tercümeleri bir kere Mısır’da iki defa +sonra beş senede ikmaline muvaffak olduğu bu eser-i kıymetdarını +Sultan Mahmud-ı Adli’ye takdim ederek mazhar-ı +takdir u mükafat-ı şehriyari olmuştu. ’de vefat eden +Mehmed Salih Çelebi’nin Kamusü’l-Ervam fi Nizami’l-Kelam +olup bir nüshası Aşir Efendi Kütübhanesi’nde mevcuddur. +Kalküta şehrinde tab’ olunmuştur. Asım Efendi bir tercümesini +şehid-i said Sultan Selim-i Salis’e takdim ederek nail-i +takdir-i tacdari olmuş ve bu takdir cümlesinden olmak üzere +Matbaa-i Amire’de tab’ olunarak nüsah-ı matbuasının kendisine +gamberiden bais olan metn-i eser Ragıb Paşa hacesi şöhretiyle +be-nam Halebiyyü’l-asl İbrahim Efendi tarafından te’lif +ve Asım Efendi tarafından tercüme olunmuştur. +side meşahir-i ulemadan Siracüddin Ali bin Osman-ı Uşi’nin +mesail-i i’tikadiyyeyi mübeyyin Kaside-i Emali şöhretiyle +be-nam olan manzumesi olup sahib-i tercüme Asım Efendi +tarafından Türkçe ve mufassal bir surette şerh olunmuştur +ki mütedavil şerhlerin cümlesine faiktir. +lügat-ı Arabiyye teallümünü teshil maksadıyla yazılmış +bir eserdir. +eserdir ki tarz-ı tahririne dair Cevdet Tarihi ’nde biraz ma’lumat +vardır. +sis : Fransızların Mısır’a duhullerinden huruclarına kadar +yevmiyye zuhura gelen vekayi’-i Mısriyye hakkında ulema’-i +müverrihinden Şeyh Abdurrahman-ı Ceberti’nin kaleme +aldığı eser-i tarihisidir ki tarihinde vefat ederek Üsküdar’da +Hazret-i Nasuhi Dergahı’na defnedilen Hekimbaşı +Mustafa Behcet Efendi tarafından da tercüme edilmiştir. +Netice: Hazret-i mütercim Osmanlıların evliya-yı irfanından +ma’dud ba-husus Kamus ve Burhan tercümeleriyle ettiği +hizmet-i ilmiyyesi unutulmaz bir himmettir. Rahimehullahü +aleyhi rahmeten vasiaten. +Turuk-ı sufiyye ihtilaf-ı sufiyye ümmet-i İslamiyyede tasavvufun +te’siri ve bir kuturda turuk-ı muhtelife-i sufiyyeden +birinin diğerlerine mukabil mazhar-ı intişar olmasının esbabı +bunlardan sünnete muvafık ve muhalif olanlar turuk-ı +şeklinde yazılmıştır. +sufiyyeden duçar-ı fesad olanların vesail-i ıslahı mebahisi +bab-ı tasavvufda dahildir. +biye-i mükellefin gibi dine tealluk eden nev’i teşkil eder; +bazı mütekaddiminin anladığına göre tasavvuf ma’nasınadır. +Burada “irşad”dan muradımız ilmin vasıl olduğu derece-i +terakkīye göre kavanin-i sıhhiyyeye riayet asrın hal u +mizacına layık olacak vechile maişetinde iltizam-ı iktisad +turuk-ı cedide dairesinde ihtiyacat-ı zamane ile mütenasib +kazanç işlerine ticarete i’tina gibi ehl-i İslam’ı mesalih-i +dünyeviyyeye irşad ma’nasını şamildir ki bütün bunlar; +va’z terbiye-i ahlak u adaba zammolunur. Mürşidler irşad +amilindir. “Dine da’vet” ile bunu deruhde edecek olan “duat”a +gelince: Bununla murad ne olduğu zahirdir. +Sınıf-ı mürşidin: +Müteaddid ilimlerden müstemidd ü müstain olan “ilm-i +mezkure onun için ta’lim olunur. Kendilerine irşadın turuk-ı +ladın siyaset ahkam zirai yahud sınai olması gibi tabai’ gibi +nikat-ı nazardan ihtilaf ile mütenasiben değişmeleri ve yine +memleketler halkının mezheb ahlak adat hususlarında olan +tehalüfleriyle muhatabinin sin ve derece-i fehmlerindeki +fırkalara göre ihtilaf etmeleri tedris olunur. Bundan başka +ümmetler arasındaki en meşhur mürşidlerin teracim-i ahvali +esalib-i irşadları derece-i te’sirleri ve onlardan alınacak +hisse-i i’tibar zikrolunur. +Sınıf-ı duat: +Asl-ı dine da’vet; ahkam-ı din ile amele adab-ı dine riayete +da’vet; irşadı istilzam eder. Ulum hikmet ve kiyasetten daha +ziyade şeylere arz-ı ihtiyac eder ve irşad gibi biladın ahval +ve ahalisine edyan ve tarihine göre ihtilaf eder. +Da’vet dersleri; sınıf-ı duata hasdır. Duata “ilm-i irşad” +kıraetinde işaret olunan tarikat üzerine okutulur. Diğer ümmetlerdeki +tarz-ı da’vetten i’tibar duat-ı meşhurenin teracim-i +ahvali de bu derslerde dahildir. Bundan başka da’vet-i +rının esbabı ve İslam’ın ümem ü aktarda keyfiyet-i da’vet ü +te’siri usul ve tealim-i ıslahiyye-i İslamiyyeden diğer ehl-i +milele sirayet ü intikal eden şeyler vasi’ mikyasda bast u +temhid olunur. +Tarih-i İslam’dan murad; Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi +ve sellem hazretlerine Hulefa-yı Raşidin’in siyer-i şerifeleri +ve bunlarda bulunan ahkam hikmetler ve ibretler selef-i +salihinden eimme-i ilm ü dinin siretleri. Buna has olarak +üslub-ı ilmi üzere bir kitap vaz’ olunur ve bunun mukaddemat +ve makasıdında bil-cümle ümem-i diniyye ve ictimaiyyenin +ve hassaten kable’l-İslam ümmet-i Arabiyyenin +ahvali bütün milletlerin kendilerini ihlal-i veseniyyet putperestiden +ettikleri mahlukīne taabbüdden kurtararak hürriyet-i akliyyelerine +ve kudret-i bedeniyyelerine tasarruf hususunda artık +rüesa-yı heyakil ü ma’abidin arş-nişin-i iclal ve tecebbür +olan mülkdaranın müteşebbislerine ittiba’ u inkıyaddan +sarf-ı nazar ettiren bir ıslah-ı ruhi ve ictimaiye olan ihtiyacları +beyan olunacaktır. Bundan sonra siret-i mübareke-i Muhammediyye’nin +akaid ve ibadat adat ve muamelat hurub +ve siyasat umur-ı beşeriyye-i ictimaiyye medeniyye ve +ma’neviyye ve bilhassa rabıta-i ruhiyye ve muamele-i nisa +hususlarında mutazammın bulunduğu ıslahat-ı umumiyye +bast u temhid edilecektir. +Bunu müteakıb de işbu ıslahatın müslimine olan te’sirattan +eslafın vaz’-ı ulum ve medeniyet-i İslamiyyenin esası olan +fünun ile iştigalinden bahsolunacaktır. Bu makasıddan +her birine kitabın birer babı tahsis olunacaktır. +* * * +Lozan Türk Yurdu; Türk talebe kardeşlerini efrenci +senesi Nisan’ının birinci Pazar günü Lozan’da toplanacak +olan Türk Talebesi Derneği’ne da’vet eder. +Derneğin gayesi; siyasiyyattan başka her şeydir. İctimai +Türklüktür. Türklüğün; hayatı hastalığı yarasıdır. +Türklüğün; henüz ihmalden ve tekasülden kurtulamayan +gençliğinde fikri bir rabıta ve ıttırad tevlid etmek müşterek +bir gayeye doğru el birliğiyle çalışabilmesi imkanını +hazırlamaktır. +O gençlik ki; milliyetinin mazisine bi-haber haline gafil +kendisine sormaya lüzum bile görmüyor; gidiyor koşuyor… +Yine o gençlik ki; yarım asra yakın bir zamandan beri garbın +terakkī ve irfan denizinde bocalandığı halde henüz +memleketine bir damla feyz ü ma’rifet götüremedi. +Biraz düşünebilen dimağlara yabancı olmayan bu gibi +feciaları burada saymak istemiyoruz. Yalnız bütün bunlar +hakkında konuşmak derdlerimize ilac aramak için Türk Talebesi +Derneği’ni tertib ve bütün kardeşlerimizin iştiraklerini +rica ediyoruz. Emin olalım ki bu rica hain bir uçuruma doğru +yuvarlanan Türklüğün koca bir milliyetin imdad isteyen +feryadından başka bir şey değildir. +Bizler şimdilik; Türklüğün yirminci asır karşısındaki aciz +mevkiini düşünmeye vakit bulabilen kardeşlerimizin bu naciler +kafilesinin da’vetimize samimiyetle icabet edeceklerini +ümidleniyor ve bununla müteselli oluyoruz. +Derneğe her Türk genci iştirak edebilir. +Dernek; Türk lisanı üzerine cereyan edecektir. +Derneğe; iştirak etmek isteyen kardeşler senesi +Mart’ının otuz birine müsadif Cumartesi günü akşamı saat +on birine kadar Lozan Türk Yurdu’na şifahen yahud tahriren +müracaatla ismini deftere kaydettirmelidir. Bir hey’et +veya cem’iyet murahhası olarak gelenler vekili oldukları +cem’iyet efradının esami ve tevellüd mahalleriyle adreslerini +keza mahsus mahalline yazdırmalıdırlar. +Derneğe; şahsen veya bir murahhas vasıtasıyla iştirak +edemeyen kardeşler gayeye müteallık fikirlerini layiha suretinde +dernek riyasetine bildirirler. +Derneğin; devamı müddeti dernek umumi hey’etinin +kararına bağlıdır. Müz[a]keratın ruznamesi de umumi hey’et +tarafından tertib olunur. +Lozan Türk Yurdu’nun dernek karşısındaki mevkii müteşebbis +bir kuvvet ve derneğe sair kardeşleri gibi iştirak +eden bir hey’et olmaktan başka bir şey değildir. +* * * +Şubat İsviçre: Lozan +Muhterem efendiler; +Bir aded beyanname göndermek suretiyle iştirakinizi +te’min etmek istediğimiz Türk Talebesi Derneği üzerine nazar-ı +dikkatinizi celbe lüzum gördük. Bir cem’iyet-i ilmiyye-i +kongresiyle ne dereceye kadar alakadar olduğu ilk nazarda +anlaşılamaz. Halbuki mes’ele gayet basit ve basit olduğu +kadar da şayan-ı dikkattir. İki ay sonra İsviçre’nin Lozan +şehrinde bir kongre akd edecek olan Türk gençleri ictimai +hayatlarını teşrih ederlerken bir çok şeylerden bahsedecekler +münakaşalar olacak.. Ma’lum-ı alinizdir ki; hayat-ı +akvamda en büyük bir vazife ifa eden amillerden birisi de – +ale’l-ıtlak söylüyoruz– dindir. Dinler; her zaman için ictimai +hayat üzerine pek büyük te’sirler icra edegelmişler. Bu bedihi +bir hakīkattir. Bugün ictimai hayat üzerine söz söylemek +aileyi kabileyi sonra dini bundan sonra ise te’sisat-ı adliyye +menafi’-i maddiyye san’at ve edebiyat fünun-ı maarif +ve en sonra da tekemmülat-ı siyasiyyeyi göz önüne getirmek +mecburiyetindedir. Kongreye iştirak eden Türk gençleri +den; İslamiyet’den bahsedeceklerdir. Hakīkati anlayabilmiş +bütün cihan mütefekkirlerinin teslim ettikleri vechile din-i +mübin-i İslamiyyet; asr-ı hazırda hükümran olan dinlerin en +ma’kūl ve en terakkīperveridir. Fakat memalik-i İslamiyyenin +hal-i hazırı henüz İslamiyet’in layık olduğu derecede anlaşılamadığını +gösteriyor. Fas’dan Çin’e kadar hüküm-ferma +olan din-i mübin-i İslamiyet pek elim buhran dakīkaları +geçiriyor. Bu acı hakīkati sizler de teslim ederek bir cem’iyet-i +hissediyorsunuz. Mevcudiyetlerini büyük himmetlere ali +şeklinde yazılmıştır. +vicdanlara medyun olduğumuz bu cem’iyetlerin teşekküllerine +karşı göğüslerimiz pek büyük bir hiss-i şükranla kabarıyor. +Fakat gönül arzu eder ki; bu gibi müessesat esasdan +ziyade teferruat üzerinde dolaşıp kalmasın bütün mesaisini +küçük bir daire dahiline sıkıştırmasın… Bu; izaa-i vakt demektir. +Halbuki zamanımız; buna kısmen tahammül edemeyecek +kadar naziktir. İnkarı gayr-ı kabildir ki; bugün medreseli +gençlik ile mektepli gençlik arasında vahim bir uçurum +vardır. Bu uçurum; İslamiyet-i celile için bir hufre-i inkıraz +demektir. Esasen bunun misalini pek çok yerlerde görmüyor +muyuz?.. Bu uçurumun hudusü tarihini burada yapmaya +çalışmak bizi maksadımızdan uzaklaştırır. Biz burada; +Türk Talebesi Derneği’ne tarafınızdan gönderilecek +bir meb’usla iştirakinizi rica etmek istiyoruz. Bunun için de +fikrimize hak verecek bir çok nokta-i nazarlarımız var mucib-i +suda’ olmaz ise aşağıdaki satırlarda muhtasaran sayabiliriz: +Birinci; medreseli gençlik ile mektepli gençlik arasında +bir hatt-ı vasl çizmek +na sokmak +Üçüncü; medreseli gençliği mektepli gençlik ile yapacağı +münakaşat-ı ilmiyyede daha az mutaassıb daha çok mantıki +bir hale getirmek; şayan-ı hayrettir ki bugün mektepli +müslim bir genç; küfür ile! itham olunmadan medreseli bir +genç ile münakaşa-i ilmiyyeye kabil değil girişemez. +Dördüncü; uzun senelerden beri efvah-ı nasda bütün +zere bir çok hurafeler dolaşıyor. Bunların biri belki birincisi +“Dünya onların ahiret bizim” sözüdür. Bunlar; İslamiyet’le +ne dereceye kadar alakadardır? Din-i celil-i İslamiyet’e derece-i +mugayereti aşikar olan bu hurafelerin ortadan kaldırılması +receye kadar teşrik-i mesai edebilirler? +Beşinci; “Din ve millet ikisi birdir” deniliyor. Bu ne demektir? +yatımıza ma’kes olan şu istirhamnamemizi göndererek nazar-ı +dikkatinizi –bu vakte kadar ülfet etmediği– pek yeni bir +zemin-i fa’aliyyet üzerine celb ediyoruz. Bu arzularımıza +karşı alacağınız tavr u meslek bize ati-i mukadderatımız hakkında +pek sarih bir fikir verebilecek mahiyettedir. Fikirlerimizin +tarafınızca kabule mazhar olması; İslamiyet-i celile +olacaktır. Aksi takdirde bu vakte kadar devam edegelen inkıraz-ı +olmayacaksınız. Bu halde Avrupalıların hergün muvaffakiyetle +oynadıkları “Hilal yerine Salib” faciasının nezd-i İlahideki +bütün mes’uliyeti –bilmeliyiz– kimlere aid olacaktır. +Bakī; mütalaatımızın kemal-i ehemmiyetle tedkīkı ricasına +terdifen samimi ihtiramlarımızı takdim ederiz. +* * * +Ali-himmet efendiler; Selanik Edirne İstanbul İzmir +cem’iyyat-ı ilmiyye-i İslamiyyelerine gönderdiğimiz mektupların +bir suretini de size takdime karar verdik. Türklü[ğü]n +hayatında ictimai inkılab esasları hazırlamak için çalışan +Yurd’umuz; gayesine vusul için hayat-ı ictimaiyyemizde +mühim bir vazife ifa eden hocalarımızın fikirlerine müracaata +karar vermiş ve bu kararını şu mektubuyla mevki’-i imkana +çıkarmıştır. Mes’elenin –üç seneden beri pek büyük bir +himmetle ifa-yı hizmetten çekinmeyen– muhterem Sıratı müstakīm +tarafından la-kaydi ile telakkī olunamayacağı fikri +bizi sizlere müracaata mecbur etti. Ümid ederiz ki; pek yeni +ve yeni olduğu kadar mühim ve adeta hayat u memat +mes’elesi hükmünde olan fikirlerimiz nezdinizde tasvibe +mazhar olur. Müracaat ettiğimiz yerlerden alacağımız cevaplar +henüz ma’lum değilse de; garib ve elim bir hiss-i +kable’l-vukū’ bizlere pek meş’um tefsiratta bulunduruyor. +küfürler bizim hakkımızda da –maatteessüf– ibzal olunacaktır. +Fakat acaba; böyle bir zamanda en samimi ve saf temennilerimizi +ricalarımızı; pek büyük ve ebediyyen unutulmayacak +bir himmetle müdafaa edebilecek bir Sıratımüs takīm +’i genç müslümanlığa rehber olarak görebilecek miyiz?. +Aman ya Rabbi ümmet-i merhumene sen acı… Bakī +hürmetlerimiz siz muhterem vücudlara…. +* * * +Talebe-i Osmaniyyenin bu teşebbüsleri cidden ve hakīkaten +şayan-ı takdirdir. Muhterem talebe efendilerin asırlardan +beri kütle-i İslamiyyeyi zebun etmekte olan marazın +teşhisiyle izalesine teşmir-i sak-i gayret etmek istedikleri ifadelerinden +anlaşılı[y]or. Ne mübeccel arzu ne ‘ali teşebbüs! +Şimdiye kadar burada –kendilerinin Avrupa’da kurmak +zım gelir bu vazife de mukteza-yı zamanı takdir buyurmuş +olan ulemamızın fudalamızın uhde-i hamiyyetlerine terettüb +eyler idi. Va esefa ki Daru’l-hilafeti’l-aliyye’de böyle bir +şey görülmedi. Talebe-i muhterememizin risalemiz hakkındaki +teveccühlerine teşekkür eder ve bu babda bizce yapılacak +şeyin neden ibaret olabileceğini vakt-i münasibinde +kendilerine bildireceğimizi beyan eyleriz. +Maksad ali teşebbüs mühimdir. Da’vet-i vakıaya ulema +ve fudaladan pek çok zevat-ı kiramın icabete müsaraat buyuracaklarında +ümidimiz ber-kemaldir. Hemen Cenab-ı +Hak bu gibi teşebbüsat-ı aliyyede bulunan ahyar-ı ümmeti +tevfikat-ı Samedaniyyesine mazhar buyursun. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Şubat +Yedinci Cild - Aded: +Bu meslek erbabı saha-i tekvinde meşhud olan şuun-ı +gayr-ı mütenahiyeyi hiçbir illet-i gaiyye ta’kīb etmeksizin hareket +eden maddenin tasarrufatı cümlesinden olmak üzere +kabul ediyorlar ve akl-ı selim ashabını hayretten hayrete +duçar eden bedayi’-i kudrete eser-i tesadüfdür diyorlar. Onların +olmayan bir kör kuvvetin dest-i iradetine mevdu’ imiş. +ecza-yı avalim beyninde meşhud olan bunca havarık-ı san’atı +nefsine şuuru olmayan bir kör kuvvetin –hiçbir gayet +ta’kīb etmeksizin– sırf eser-i tesadüf olarak vücuda getirdiğini +kabul edecek kadar mahrum-ı basiret olursa taliine ağlamalı. +Meşhur Montesquieu Ruhu’l-Kavanin ünvanlı eserinde: +Bir kör kuvvet akıl ve idrak sahibi mahlukat vücuda getiremez +demiştir ki ne doğru bir sözdür. Hele maddiyyunun +mette asla ma’nası olmayan elfaz-ı mühmeledendir. +Avalimi bir tarafa bırakalım. Meşhur Volter Kamus-ı +Felsefi ’sinde havada uçan bir zerrenin uçması bile tesadüf +eseri değildir diyor. Tavla zarının şeş beş veya penc ve dü +gelmesinin de tesadüfe isnadı mümkün değil iken na-mütenahi +bir kudret ve azametin saha-i tecellisi olan kainat nasıl +olur da ihtiva eylediği bunca dekayık-ı hikmetle ef’alinde +bir gayet ta’kīb etmeyen bir kör kuvvetin sırf eser-i tesadüf +olarak vücuda getirdiği bir mecmua-i mühmelat olabilir. +Anasır beynindeki imtizacatın ta bidayet-i emirde nasıl +vukū’ bulması lazım gelmiş ise mutlaka o suretle vukū’ bulduğunu +teslim zaruridir. Çünkü maddenin isti’dadına nazaran +başka türlü olmasına imkan müsaid olaydı o imtizacat +hiç şübhe yok ki öyle olurdu. +Madem ki öyle olmamış da böyle olmuş demek böyle +olmasına kudretullaha nazaran değil fakat “maddeye nazaran” +bir zaruret var imiş. Eğer o zaruretin kendisi tesadüfdür +denecek olursa bu söz kailinin tesadüf veya zaruret ne demek +olduğunu bilmediğine delalet eder. Çünkü zaruretin +girdiği yerden tesadüf tesadüfün girdiği yerden de zaruret +çıkar. Bunun biri diğerinin zıdd-ı kamilidir. +Hal böyle olunca anasırın sevk-i tesadüfle alemi tekvin +ettiği hakkındaki iddia tabiatıyla hükümden sakıt olur. Bu +gayette akılları duçar-ı hayret edecek azim bir hikmet olduğu +da sübut bulur ki bu da bir müdebbir-i hakimin vücudunu +Maddiyyun mesleğinin temel taşı mesabesinde olan +maddeye gelince denilebilir ki bizim en ziyade bildiğimiz +halde hiç bilmediğimiz bir şey varsa o da maddedir. İnsanların +bu yar-ı kadim ile henüz el ele vermeleri nasib olmamıştır. +Asırlardan beri didarına müştak olduğumuz bu +yar-ı vefakar bizimle her zaman ülfet eder; fakat asla yüzünden +hicabını ref’ etmez daima hicab-ı istitar altında görüşüyor. +Nikabını ref’ etmemek şartıyla her emrimize imtisal her +arzumuza mümaşat eder. İnsan “yüzünü göreyim” diye nikabına +doğru dest-i tecavüzü uzadınca görmek istediği çehrenin +berk-ı hatif gibi gözden nihan olduğunu nikabına +doğru tetavül eden dest-i tecessüsün derin bir boşluk içinde +kaldığını görür. Şimdiye kadar bize libas-ı müstearından +başka bir yerini göstermeyen o şahid-i vahşet-güzin galiba +altından görüşecek. Mütekaddimin maddeyi evsaf ve a’raz-ı +mahsuseyi kabul eden bir asl-ı kadim olmak üzere ta’rif ederler +bazı kere de madde ile heyulaya şey’-i vahid nazarıyla +bakarlar idi. +Hatta İbni Sina Hudud ünvanlı risalesinde maddeyi: +Yine o risalede heyula hakkında da şu ibareye tesadüf +olunuyor: +kar: +Bizim heyula dediğimiz şey bir cevherdir. O cevherin +zatında bir çok suretleri kabule müstaid bir kuvvet vardır. +Onun bil-fi’l vücudu yani bizim ona mevcud diyebileceğimiz +bir derekeye tenezzülü de ancak kendisinde bil-kuvve mevcud +olan o isti’dadın ecsama mahsus suretleri kabul etmesiyle +tahakkuk eder. O cevherin kendisine mahsus bir sureti +yoktur. +Ancak o suretleri kabul edecek bir kuvvet bir isti’dad +vardır. Bizim ona cevher demekliğimiz zatına nazaran bil-fi’l +vücudu olması ve bizim vücud diyebileceğimiz sureti ahz +nun kendisine nazaran bil-fi’l mütehakkık olan vücudunda +bize göre tahakkuk-ı vücud için şart-ı la-büd hükmünde bulunan +evsaf ve a’razdan biri bulunmadığından o cevher +kendisine nazaran bil-fi’l bize nazaran bil-kuvve mevcud demek +olur. +Müteahhirinden olan maddiyyunun i’tikadlarına göre +kuvvet fikri gibi madde fikri de bir tecrid-i mahzdan ibarettir; +hakīkatte evsaf ve a’razıyla muhat ve mücehhez ecsamdan +başka bir şey yoktur; ecsamdan mücerred a’raz a’razdan +ari ecsam tasavvuru bir tasavvur-ı batıldır; kuvvetle +madde yekdiğerinin lazım-ı gayr-ı müfarıkıdır. +Kuvvetsiz madde maddesiz kuvvet olmaz. Kuvvet ve +madde ünvanıyla başka başka iki mahiyet tasavvuru ma +fevka’t-tabiiyyata aid iki nazariyenin kabulü demektir. Kuvvet +ve madde denilen şeyler birşeyin iki muhtelif şekilleridir. +Madde beyne’z-zerrat mevcud olan kuvvetin şekl-i sabiti +hararet ziya elektrik ve saire gibi şeyler de aynı kuvvetin +bir şekl-i gayr-ı sabitidir. Zerratı tahlil yani maddeyi maddiyetinden +tecrid demek kuvvetin madde denilen şekl-i sabitini +hararet ziya elektrik ve saire isimleriyle ma’ruf olan eşkal-i +gayr-ı sabitesine kalb ve tahvil demektir. +serd ettikleri mülahazatın hülasatü’l-hülasası yukarıki mülahazalardan +kuvvet ve madde denilen şeyler ayn-ı şeyin iki muhtelif şekilleridir +demekle madde hakkında bir şey söylenmiş maddenin +esası tebyin edilmiş oluyor mu bilemem. Çünkü asıl +aranılan o “ayn-ı şey” olup onun istihalat-ı muhtelifesinden +mütehassıl netayic değildir. Demek ki bizim madde hakkındaki +ma’lumatımız “şey” dairesinden ileri geçemiyor. +Böyle esası şeyden ibaret olan bir emr-i mechulün istihalat-ı +mahsusesine birer isim vermekle maddenin hakīkati +bilinmiş mes’ele halledilmiş olmaz. Maksadımız maddiyyun +mesleğini ta’mik ona dair serd-i mülahazat etmek değildir. +Bizce matlub olan cihet madde olsun kuvvet olsun ne olursa +olsun bir mevcudun tahakkukudur. +sızın bu mevcudun tahakkuk-ı zatisine imkan görm��yor. +Çünkü bir mevcudda hükm-i vücudu kendisine izafe edecek +bir kuvvet olmadıkca o mevcud tahakkuk edemez. Şu halde +mahlukat miyanında bu kuvveti haiz olan yalnız nüfus-ı natıka +olduğundan yalnız onların mevcud olması onlardan +başka bir şeyin mevcud olmaması lazım geliyor. Acaba öyle +midir. Fikriyyun hall-i mes’eleye bu kapıdan girerek alem-i +hariciye nefs-i natıkanın halat-ı muhtelifesinden münbais tevehhümat +nazarıyla bakmışlardır. Hatta bunlardan meşhur +Fichte alemde kendisinden başka mevcud görmeyip kendisi +gibi insanların bile vücudunu inkar etmiştir. Fil-hakīka ecsam +hakkında icra edilen tedkīkat-ı nazariyye insanı böyle +bir fikre saptırabilir. Mesela ecsamın bir çok a’razı nefs-i natıka +Descartes a’raz-ı saireyi ecsamdan nefy ile yalnız imtidadı +kabul ediyor. Berkeley ve saire gibi bazı felasife imtidadın +da nefs-i natıka ile kıyamına kail oluyor. Bu feylesofların i’tikadına +göre ru-yı arzda şu’le-i idrak muntafi olsa dünyadan +eser kalmayacak yani nev’a-ma kıyamet kopacak meselen +basıra olmadığı için nur ve ziya farkı bir cem’-i acibe münkalib +olacak hafıza olmadığı için zaman denilen imtidad-ı +vehmi bilmediğimiz bir mahiyete inkılab edecek belki mekan +denilen imtidad-ı hasisden de eser kalmayacak; hele +levn rayiha melaset ve huşunet gibi a’raz ve evsaf derceng-i +evvel kem-nam olacak; hiss-i sem’in fıkdanı mülabesesiyle +alem-i esvatın kıyameti kopacak; hülasa alem hakīkatini +Binaenaleyh bu hal-i kıyamet değil de nedir? Fikriyyunu +alem-i haricinin vücudu hakkında şübheye sevkeden şey +yukarıda söylenildiği vechile eşya-yı hariciyye denilen +hakayık-ı sabiteye mahsus evsaf ve a’razın zevat-ı eşya ile +kaim olmayıp nüfus-ı natıka ile kıyamlarıdır. Halbuki ma’lumat-ı +hissiyyemizin musahhihi olan akıl onların bu fikirlerindeki +ettiğimiz ma’lumatı aklen tashih etmemiş olsa idik bugün +güneşe bir semavi “gözleme” yıldızlara da birer gözlük camı +der idik güneşi hacm-i hazırıyla hisseden gözümüz ise onun +küre-i arzdan . . kere büyük olduğunu bize bildiren +aklımızdır. Ma’lumatımızın en sahihi aklımızla tahsil +ettiğimiz ma’lumattır. İşimiz hisse kalırsa hiçbir zaman nefsimizi +hatadan azade bulunduramayız. +mayıp ondan mukaddem de nev’-i beşer bulunduğu. Bu +nazariyeyi kabul ettiğimiz halde deriz ki: +mahdud bir bilgi ile saha-ara-yı zuhur olmuştur. Cenab-ı +Hak efrad-ı insaniyyeden her ferdi +ayet-i kerimesinde haber verdiği üzere nasıl zaifü’lkuvvet +mefkūdü’l-ilm her şeyden aciz hiçbir şeye mukavemet +edemeyecek bir surette halk edip sonra ebeveyninin +veyahud diğer kimselerin mesaisiyle bünyesi hadd-i ma’rufa +vasıl olarak ilm ü irfan sahibi oluyorsa cem’iyyat-ı beşeriyye +de bidayet-i zuhurunda gayet sade bir bilgiye malik +olarak neş’et eylemiş gerek i’tikadiyat ve gerek amel hususunda +sırf şerayi’-i akliyyeye temessük ve o yolda hareket +eylemiştir. Bu sadelikle bir çok zamanlar devam ederek havadis-i +kevniyyenin vukūu kendisine mürebbilik vazifesini +yalnız bünye-i cismiyye ve ihtiyacat-ı bedeniyyesinin muhafazasına +ehemmiyet vermiştir. Hatta beşerin bu devirdeki +kaffe-i sanayi’inin taştan olması efradın hal-i sabavetine pek +müşabihdir. Bundan sonra tenasül ve tekamül ederek daha +yüksek bir tabakaya çıkıyor. Beşer bu devrinde sanayi’ini +daha ziyade ileri götürüyor alat ü edevatını kalay ve demirden +yapıyor. Bu devirde ervaha ehemmiyet veriyor hatta +ervaha perestiş ediyor ra’d ve berka atf-ı nazar ediyor. +Hülasa bu devirden de geçerek tecrübe ve kendisinden +evvelkilerin bakiyye-i asarı kendisine pek çok şeyleri keşfe +sebeb oluyor. Bu defa cem’iyyet evvelki düşüncelerinin bir +çok hatalarını buluyor; havadis-i kevniyye bilmediği bir çok +şeyleri ta’lim ediyor usul-i ictimaiyyata müteallık pek çok +şeyler öğreniyor. Bünye-i ma’neviyyesinin anasırından bazı +şeyler keşf ederek teakkul eylediği şeylerin batını bilmediği +şeylerin esrarını fehme; bulunduğu alem-i cismaniden başka +bir alem-i ruhani olduğuna zahib olmaya isti’dad göstermek +derecesine vasıl oluyor. +Demek oluyor ki bu devirde cem’iyet-i beşeriyye sabavet +devrinden sinn-i rüşdün evveline intikale hazırlık gösteriyor +ve binaenaleyh istikbal ettikleri tavr-ı cedide hidayet etmek +üzere kendilerine nebi ba’s olunuyor! +Efrad-ı beşerden her ferd sinn-i rüşde vasıl olmadan +menfaat ve mazarratını o kadar fark edemediği gibi gayra +sonra şehevat-ı nefsaniyyesine tabi’ olarak icra eder. Binaenaleyh +cem’iyyat-ı beşeriyye de zuhur-ı nübüvvet devresine +kadar gerek i’tikadiyat ve gerek ameliyat hususunda +mukteza-yı fıtratları olarak sırf akılları ile hareket etmişler ve +bit-tabi’ gitgide terakkī ettikce sinn-i rüşde vasıl olarak aralarında +ve şeriat-i İlahiyye ile hükm edecek bir peygamber gönderiliyor. +Şu halde nübüvvetin zuhuru ve onu kabule isti’dad +etvar-ı beşeriyyeden bir tavırdır ki nev’-i insan ona; gayeti +kemal-i insaniyyetin şu nev’ine intiha eden uzun bir tarikte +tedrici bir surette yürüyerek vasıl oluyor ve o tavr-ı nurani-i +cedidin zuhuruna kesb-i isti’dad ediyor. Bu suretle peygamber +olarak ba’s olunan Hazret-i Adem insanların değil peygamberlerin +bidayeti olmuş oluyor. Cem’iyet-i beşeriyye kemale +doğru yürüyerek birtakım merhaleler kat’ edip nübüvvetin +zuhuruna intiha ettikten sonra daha bir çok mesafeler +tayy ile diğer bir menzile vasıl oluyor. Fakat maatteessüf +ahd-i nübüvvet uzadıkça insanlar nur-ı nübüvvetten tebaüd +ettikce kalbleri kararıp nefislerini zulm ü taaddi ihata ederek +şehevat-ı nefsaniyyeleri galebe ediyor sırr-ı da’vet hikmet-i +diniyye unutuluyor; binaenaleyh bu cihetle ihtilaflar baş +göstererek evvelki saadet şekavete inkılab ediyor. Bu devir +de temadi ettikce beşer işlemiş olduğu a’mal ve harekatın +fenalığını idrak ve ihtilafatın vehamet-i avakıbini ülfet-i muhabbetin +fevaidi ile mukayese ederek kalbini akaid-i fasideden +nefsini birtakım melekat-ı redieden tathir edince +bundan sonra cem’iyet üzerine yine şems-i evvelin tulu’uyla +hukūkta reis ile mer’us müsavi insanlar tenzil üzerine +dad olunan etvarın her birisini sırasıyla geçerek en sonra o +gayeye varacağı şübhesizdir. Bu nazariye de zaif bir nazariye +değildir. Çünkü tabakatü’l-arz ve ensal-i beşer ulemasının +serd edegeldikleri nazariyat-ı fenniyyeye tamamı tamamına +muvafık olduğu gibi dinen dahi hiçbir mahzuru yoktur. +Zira +nass-ı celilinden bu ma’na kısmen müstefad olmaktadır. +Bekir İmamü’l-eimmeti ve’d-din Mısır Müftisi Şeyh Muhammed +Abduh gibi fuhul-i ulema bu nazariyeye işaret +etmişler. Ve Hazret-i Adem mes’elesini de şu suretle beyan +etmişlerdir: “Cenab-ı Hak insanları şerayi’-i İlahiyyeden hali +olarak sırf akıllarıyla hareket eden bir ümmet-i vahide olarak +halk eyledi. Fakat gitgide tekessür ettikce ihtilaflar da +çoğalıp ıslah-ı a’mal ve hıfz-ı selamet-i kulubda yalnız hidayet-i +akliyye kifayet etmediğinden Cenab-ı Hak luft-ı ilahi +olarak kendi tarafından emir ve nehyi kullarına tebliğ etmek +nerede ve kimler ile ve kimlere olduğu ma’lum değildir. +Binaenaleyh caiz ve belki muhakkaktır ki Adem’in nübüvveti +hud birkaçlarına kadar devam etti. +Sonraları nesl-i Adem üzerine fesad arız olup şeriat-i +gibi– bunlar da yalnız akıllarıyla hareket etmeye başladılar. +Zaten +ayet-i kerimesindeki halife lafzında +müfessirler iki mesleğe süluk ediyorlar: Bunlardan bir kısmı +bu lafzın arzda evvelce bir veya daha ziyade nevi’ hayvan-ı +natık var iken münkariz olduğunu ve Cenab-ı Hakk’ın arzda +halife kılacağına dair melaikeye haber verdiği bu sınıf onun +mahalline hulul ederek ona halef olacağını müş’ir bulunduğuna +zahib oldular. Nitekim Cenab-ı Hak da kurun-ı ulanın +buyurmuştur. Bu takdirce Adem bu arz üzerindeki +hayvanın ilk sınıf-ı akıli olmayıp belki hayvan-ı natıkın helak +olmuş taife veya tavaifine zat ve maddede mümasil ve bazı +ahlak ve şecayada muhalif ilk taife-i cedidesi olmuş olur. +Diyanet-i Brahmaniyye’den alınan ma’lumat dahi bildiğimiz +Hazret-i Adem’in ilk adem olmaması hakkındaki fikirleri +te’yid eyliyor. “Manu” namını verdikleri Hazret-i Adem’in +Yedinci Manu olduğunu söylüyorlar. Gerçi bu nazariyelerin +her birisine karşı i’tiraz varid olmak ihtimali var ise +de küre-i arzda vücud-ı insaninin bidayetine dair bir tarih-i +sahih olmadığı cihetle nass-ı kitaba nakli reyb ü ıztırabdan +hali olan sünnete muhalif olmadıkca bu gibi nazariyelere +karşı varid olan i’tirazın ehemmiyeti olmayacağı derkardır. +Maa-haza biz tevcih-i evveli takdim eyledik. +Burası şu suretle izah olunduktan sonra gelelim istişhaden +Biz demiştik ki +ayet-i kerimesi nev’-i beşerin +bidayet-i zuhurunda maymunlara yakın bir isti’dadda olup +da gitgide tenasülden tenasüle ıstafadan ıstafaya semi’ u +basir olduğuna delalet etmez…! +Buna cevaben diyorsunuz ki: “Birinci ayetteki insan +hükm-i celiline nazaran yalnız bir suretten +san Hazret-i Adem ve evlad-ı Adem’i şamil olarak ihraz-ı +kemal ve tekamül eden insan ma’nasınadır…!” ve ma’na-yı +şerifi şudur: “Yalnız suretten ibaret….!” Haydi teslim edelim +ki ayet-i kerime bu suretle tevcih olunsun. Fakat bu cevap +olabilir mi? +Zira suretten ibaret olan insanda insanlık yok ki maymunlara +yakın bir isti’dad tasavvur olunsun. Ona insan ıtlakı +bilahare kendisine insaniyet ile hükm olunacağı içindir. O +halde maymunlara yakın bir isti’daddalar idi dediğiniz ikinci +ayetteki insan olacaktır ki Tenkīd-i Muhıkk ’da söylediğinizin +aynıdır. Maa-haza diğer ayat-ı kerime ve ehadis-i Nebeviyyenin +delaletinden anlaşıldığına göre ayet-i kerimeden bu +ma’na o kadar zahir değildir. Binaenaleyh bu ayet-i kerimenin +ma’nasını şu suretle izah etmek lazımdır: +Adem’dir. +karinesiyle her iki mevki’deki insan +zikrolunması ziyade takrir içindir… +mevcud olan nefs-i natıkadır. “Hin” mikdarı gayr-ı ma’lum +uzun bir zaman veyahud erbain ile mukadderdir. “İbtila’” +belvden müştak olsa da burada sizin dediğiniz ma’naya +değil belki imtihan ma’nasınadır ve bu ma’naya olduğuna +da +kavl-i şerifi delalet eder. Birinci tevcihe +göre ma’na-yı ayet: “Adem üzerinden birtakım devirler +–türab tin tin-i lazib salsal hame’-i mesnun devirleri– geçtiği +o zamanlarda şayan-ı zikr bir şey olmayıp mensi idi.” +“Beni Adem üzerinden birtakım devirler zamanlar türab +tin tin-i lazib salsal hame’-i mesnun sülale-i tiniyye +nutfe alaka mudga izam… geçti ki o zamanlarda insaniyet +Bundan sonra hilkat-i beni Adem’i ve sebeb-i hilkatlerini +beyan ederek buyuruyor ki: “Biz insanı tekalif ve evamir +ü nevahi ile imtihan etmek için nutfe-i emşacdan halk ve +kendisiyle imtihan sahih olan fehm ü temyiz ve bunların +mevkūfün-aleyhi olan sair şeyleri ihsan eyledik” +Ragıb-ı Isfahani’nin beyanına göre insanların mebde’-i +hilkatleri türabdan başlayarak tin yani su ile türab bundan +sonra tin-i lazib yani mu’tedil bir hal üzere bulunup kabul-i +surete kesb-i isti’dad eden çamur haline geliyor. Bu devirden +sonra yabis ve kendisinden sada işidilecek bir devreye +bundan da geçerek daha yüksek bir devre-i tekamüle geliyor +ve en sonra kendisine nefh-i ruh edilerek şu ta’dad olunan +edvar-ı seb’ayı sırasıyla geçtikten sonra ilm ü +edeb ile tekemmül ediyor. +Mebde’-i beşer bu suretle bir çok devirler geçirdiği gibi +ebna’-i beşer de sülale-i tiniyyeden bed’ ederek edvar-ı +seb’ayı geçirdikten sonra kabil-i ilm ü ma’rifet oluyor. +Bu hakīkate Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim ’de muhtelif +mev’izalarında işaret buyurmuştur. + +şeklinde yazılmıştır. +Binaenaleyh dehrden nasıl ma’na murad olunursa olsun +yine ma’na sahih olur. Yukarıda serd ettiğimiz ikinci nazariyeye +göre de ma’na pek aşikardır. +alilerinizden yukarıdaki mahzurlu gördüğümüz şeyler el-an +bakīdir. Maa-haza evvelce söylediğim vechile Mösyö Ernest +Hegel’in Vahdet-i Vücud risalesine ka[r]şı en evvel reddiyyeyi +siz yazdığınız cihetle fehvasınca şayan-ı +tebriksiniz. Ah! Ne olaydı da bütün ulemamız en aziz olan +ömürlerini kahve köşelerinde laklakiyyat ile geçireceklerine +böyle milletlerine nafi’ eserler vücuda getirseler de bütün +ebna-yı vatan onlardan az ve çok istifade etse idi! Fakat +heyhat ki bu gibi şeyler ile meşgūl olmak şöyle dursun iştigal +edenler de nazarlarında dinsiz oluyorlar her ne ise bakī +Gözümüzle görebildiğimiz mahsusatı bize gösterebilecek +yahud haricde vücudu olmayan ihtisasatı duyurabilecek +melekeye edebiyatta tasvir derler. Bununla beraber +mutlak olarak zikredildiği zaman tasvir yalnız mahsusata +münhasır kalır. +Tasvir üç türlü olur. Birincisinde edib bir müstensih ressam +tavrı takınarak tersim edeceği levhayı aynen alır; kendisinden +hiçbir çizgi ilave etmez. İkincisinde o levhayı olduğu +gibi çizmeyerek gerek ilave gerek tayy suretiyle yer yer +ta’dilat icra eder. Üçüncüsünde ise tasvir edeceği şeyi olduğu +gibi göstermek tarafına hiç yanaşmayarak onu evvelce +kendisi bambaşka bir nazarla bambaşka bir şekilde gördükten +sonra öylece gösterir; yani başkalarının gördüğü gibi değil +kendisinin görmek istediği gibi göstermeye çalışır. +Şu taksime göre birinci tasvir sırf hakīkī üçüncüsü büsbütün +hayali ikincisi ise hakīkatle hayalin mümtezic bir şekli +oluyor. +Birçok levhalar vardır ki şiiri içinde olduğundan şairin +bütün san’atı bütün vazifesi onları aynen nakletmekten ibaret +kalır. Lakin bu o kadar kolay bir iş değildir. +Zira bir kere o levhaları gayet muhit gayet nafiz bir nazarla +görmek; sonra da o suretle gösterebilmek lazım. +Yine birtakım levhalar vardır ki aynen nakledilirse bir +nazar-ı temaşa ondan çokluk mahzuz olamaz. Çünkü hakīkati +üryan görmek her zaman o kadar hoşa gitmez. İşte +böyle yerlerde edib hayale müracaat eyler: Tasvir edeceği o +levha-i hakīkatin birçok yerlerini feda ederek yerine hayal +getirir; bu noksanı hayal ile telafi eder. +Yine birtakım levhalar vardır ki bizde uyandıracakları +hissiyat-ı ulviyyeye nisbetle hey’et-i hakīkıyye ve maddiyyeleri +pek naçiz kalacağı için o gibi elvahı tasvir ederken +nazar-ı temaşamızın önündeki sureti bırakır; muhayyilemizde +çizdiğimiz nukūşu kağıd üzerine nakletmeye çalışırız. +Tasvirde fazla tafsilattan ihtiraz etmelidir diyorlar. Doğrudur. +Ancak ne gibi yerlerde ne gibi tafsilat zaiddir? Mes’ele +burasını kestirip atmaktır. Hele hakīkī tasvirlerde bazen +öyle nevakıs olur ki zevaidden ziyade nazar-ı muahezeyi +celbeder. Bize öyle geliyor ki: Tasvir için tutulacak mikyas +eldeki mevzu’ ile o mevzu’dan çıkarılacak neticeye göre değişmek +lazımdır. Evet mevzuun ne derecelerde tafsile tahammülü +vardır kezalik istenilen neticeye varmak için karşınızdaki +levhanın yahud vak’anın hangi noktaları hangi +çizgileri gösterilmek icab edecektir? Bunu kat’i bir düstur ile +bildirmek kabil olamaz. +Eski şairlerimizin hiç ehemmiyet vermedikleri adeta +şairliğe münafi gördükleri bir meslek varsa o da mahsusata +aid hakīkī tasvirlerdir. Eğer ilk devirlerde gelen şairlerimiz +tevaggul etselerdi; yahud devr-i mutavassıtta yetişen ediblerimiz +garbın asar-ı edebiyyesine bigane kalmasalardı bugün +bizim de elimizde tasvire dair güzel güzel eserler bulunurdu. +Va-esefa ki divanlarımızdaki tasvirler baştan başa hayalidir. +Bahar hazan gurub tulu’ gibi elvah-ı kudret bile etraflı bir +surette tasvir olunmamıştır. Bir Acem şairi baharı nasıl görmek +“bahariyye” ünvan-ı acibi altında gördüğümüz şiirlerde ismi +geçen çiçeklerin çoğu İran toprağında yetişir. Burada bulunmaz! +Memleketimizde mezarlık haricinde servi ağacı pek nadir +görülürken bahar tasvir eden şiirlerimiz her çemenden +bir ırmak geçirir; her ırmağın iki tarafını da servi ağaçlarıyla +doldurur! +Hele birçok şitaiyyelerimiz var ki insan onların +Temmuz ayında yazıldığına hükmeder! Şairlerimiz bahar oldu +mu bütün kainata bir hulle-i hadra giydirirler; kış geldi +mi duş-ı zemine bir sütre-i beyza geçirirler olur biter. Varsın +şu iki renkli libas örttüğü vücudlara göre na-mütenahi tenevvü’ler +göstersin onları ne görürler ne gösterirler. +Edebiyatımızın tasvir hususunda bu kadar geri kalmasına +bizde resmin fıkdanı da sebeb gösterilebilir. Evet eğer +vaktiyle bizde de ressamlık olsaydı belki şairlerimiz musavvirliğin +kıymetini anlayarak biraz da bu türlü yani gördükleri +gibi yazmaya çalışırlardı. +Şimdi yukarıda söylediğimiz şu üç muhtelif tarz-ı tasvirin +hangisi intihab edilmek lazımdır suret-i kat’iyyede ta’yin +olunamaz. Orası mevzuun icabına hususiyle şairin zevkine +daha doğrusu kabiliyetine kalmış bir şeydir. Ancak +şiirdeki tasvirler nesirdekiler kadar tafsilata müsaid değildir +sözünü bir kaide-i külliyye olarak ileri sürebiliriz. +Zamanımızdaki hikaye yazanlar zemin ittihaz ettikleri +vak’anın güzergahında ne varsa sağlı sollu tasvir etmeden +geçmezler; geçmeyi yolsuz bulurlar. Lakin bu usul şiire tatbik +olunamaz olunsa da hoşa gitmez. Mesela şair karşısındaki +binanın tulünü arzını santimetresine kadar göstermeye +kalkışacak olursa şiirin tadını kaçırır. Evet bu öyle bir +göklere kadar çıkarmaktan ibaret olan tefrit ile birleşir. Ne +asümana kadar çıkarmalı; ne de eb’adını şerit çekip ölçmelidir. +Şiirdeki hakīkī tasvirler pek dağınık pek etraflı olmamalıdır +demiştik. Çünkü bu gibi tasvirlerden maksad birçok +hakayıkı eşyaya söyletmektir. Mesela bir fakīrin sefaletini +ta’rif ederek haline acındırmak için şöyle perişandır böyle +sefildir... demektense o zavallının yuvasında nazar-ı merhamete +olanca üryanlığıyla çarpacak ne gibi şeyler varsa onları +gösterivermek çok daha beliğ olur. Zira birinde söylüyorsunuz +birinde ise gösteriyorsunuz. Elbette görmek dinlemekten +müessirdir. +Maksad-ı tasvir hakīkatleri eşyaya söyletmektir hükmünü +kabul edersek mevzua göre mikyas ta’yin eyleyebiliriz. +Hakīkī tasvirlerde tabiiliğin haricine çıkmak hiç olamaz; +zaten bunu ihtara hacet yoktur. Şayet karşımızdaki levhayı +aynen çizmeyeceksek ta’dilatı öyle bir surette icra etmeliyiz +ki kimse farkına varmasın. +Şu beş on sene içinde çıkan romanların birinde bir yat +tasviri vardı ki müfredatına varıncaya kadar gösteriliyordu. +Muharririn ne derecede muvaffak olduğunu tabii ben anlayamazdım. +Bahriyeli arkadaşlarımdan birine gösterdim. O +da bize yat olmak üzere tavsiye edilen yadigarın bir enine +bir boyuna bir de derinliğine baktıktan sonra kahkahayı +salıverdi: “Ayol bunun neresi yat? Bu senin bildiğin salapurya!” +dedi. +Bazen eşya kafi gelmez yahud icab eder de eşhas da +tasvir olunur. Hatta o eşhasa söz de söyledilir. İşte tasvirin +pek mühim bir kısmı olan bu söyletmek mes’elesi gayet ince +bir iştir. Her seviyedeki her san’attaki her memleketteki +halkın tarz-ı ihtisası tarz-ı rü’yeti tarz-ı muhakemesi tarz-ı +tekellümü birbirine benzemeyeceği azıcık benzese bile arada +gayet büyük farklar olacağı için hayale kapılarak bir adama +düşünemeyeceği söyleyemeyeceği yahud büsbütün +başka bir vadide söyleyeceği sözleri söyletmemelidir. Bu +şeritaya lüzumu derecesinde riayet edilmezse ortaya çıkan +eser pek maskara birşey olur. +Nasıl ki kütle-i İslam’ı müslümanları bir +Vücuda benzetiyorsak vatan da öylecedir. +Eğer o unsur-ı İslam’ı bağrına basarak +Kucaklayan şu vatan bir vücud ise mutlak +Onun medaris-i ilmiyye kalbidir; işte +Bugün medaris o kalb-i vatan yazık haste +Sönük ümid-i halası hayatı tehlikede! +O hasta kalbe eğer gelmiş olsa bir sekte +Yaşar mı hiç o vücud-ı vatan bulur mu felah? +Hayır ölür hareketten kalır maazallah. +O za’f-ı kalb ile işte bugün zavallı vatan +Firaş-ı mevte uzanmış alil ü bi-derman. +Eğer o hastayı kurtarmak istiyorsak biz +Hemen medarisi ıslaha gayret etmeliyiz. +Bizim pena-geh-i amalimiz medarisdir; +Yegane bais-i ikbalimiz medarisdir. +Evet o medresedir dini durduran yaşatan; +Yaşar onunla şeriat yaşar onunla vatan. +Onunladır vatanın milletin tealisi; +Bugün düşen bize önce onun tedavisi.. +Fakat o hasta iyi olmaz bu kaygısızlıktan; +Bu duygusuzluk onu bu acıklı hale koyan. +Nedir bu bizdeki gaflet bu hal-i la-kaydi? +Neden o eski eazım yetişemiyor şimdi? +Harabe halini almış olan o medreseler +Birer güneş gibi vaktiyle neşr-i nur eyler +Bugün o nur-ı fazilet neden parıldamıyor?!. +Neden ulum u fünun yegane merci’ iken +Bugün o medreselerde okunmuyor her fen?.. +Reva mıdır talebe sarf u nahve altı sene +Aziz vaktini sarf eylesin de sonra yine +Arabca anlamasın kalsın öyle bi-gane +Ve sonra mantık için la-ekall beş altı sene +Dalıp şüruh u havaşiye sarf-ı ömr etsin +Yazık neden boşa vakti tebah olup gitsin?! +“Musannifin sözüne seyyid i’tiraz ediyor +Gibi münakaşaya vaktimiz müsaid mi? +Neden bırakmıyoruz bu usul-i ta’limi? +Neden bu asr-ı teceddüde biz yine hala +O eski eksik usulün terennümatıyla +–Yetişmiyor gibi– öyle mırıldanıp duralım? +Kulakları o bayat nağmelerle dolduralım. +Bugün o köhne usulü eğer bırakmazsak +Terakkıyat-ı nevin-i zamana bakmazsak; +Bugünkü hal-i felakette kalmayız yalnız +Haziz-ı meskenet ü zillete yuvarlanırız. +Biraz o sahte taassubları –darılmayarak– +Atıp da bir tarafa munsifane bir baksak +Nemiz var ortada?.. Varsa muvaffakıyyetimiz +Şu bilgisizliğimiz şübhesiz şu gafletimiz +Fünun-ı hazıradan yok bıda’ımız zerre +Ulum-ı ‘aliyyyeden bi-nasib ü bi-behre… +Yazık ki bilmiyoruz biz vücud-ı insanın +Teşekkülatını hala kurun-ı vüstanın +O eskimiş nazariyyatı o asır-dide +Kitab-ı hikmeti gezmektedir eyadide +Usul ü fıkh u kelam u hadis ü tefsire +Gelince: Yok yine bir şey öyle bi-behre… +Eğer o Hazret-i Kur’an’a aşinalığımız +Olaydı olmaz idi böyle bi-nevalığımız +Odur bizi +la itab +Eden fünuna bizi sevk eden evet o kitab. +Eğer onun sözüne hükmüne riayetle +Çalışmış olsa idik böyle kahr u zilletle +Yaşar ve böyle hatar-nak hale pek mühlik +Haziz-ı acze felaketlere düşer miydik? +Yeter uyanmalı artık yeter bu gafletler +Uyanmalı vatanı sarmadan felaketler!.. +Efendim! Mektubunuzu okudum. Acizane keşf ü izharına +çalışmakta olduğum bir hakīkat-i Kur’an iyyenin pek tuhaf +lan– hayat-ı diniyyemize mühlik hançerler sokması teessüflerle +teessürlerle telakkīye şayandır. İşte bu gibi hallerimizdir +ki a’damıza ümid ve cesaret kapılarını ardına kadar açıyor! +Azizim! Emr-i celil-i i’dadın bir ekseriyet-i azime tarafından +terki ekalliyet-i mutianın da onlara iktidasını istilzam +edemez. Kur’an-ı Hakim umuma emreder itaat ü inkıyad +edenler fariza-i mükellefe-i diniyyelerini ifa etmiş ve mes’uliyetten +kurtulmuş olurlar. Asiler için ise ceza tabiidir. +Namazı da terk edenler -maatteessüf yüzde seksen nisbetinde +bir– ekseriyet-i azime teşkil ediyorlar. Bunlar namaz +kılmıyorlar diye ekalliyet-i mutia da namazlarını terk etsinler +paydos….! Diye –zaten garib kalan– cami’lerin kapılarını +çekip büsbütün kapasınlar mı? Emir noktasından namazla +ret-i Kur’an-ı Hakim . +Ma’lumdur ki “kelam-ı nefsi” birdir. Taaddüd ve tenevvü’ +şanından münezzeh ve mütealidir. Emre nehye habere +ması ve harice tealluku i’tibariyledır. Binaenaleyh bir emrin +–kasden– adem-i ifası bütün emirlerin terki demektir. Amirin +emrine karşı me’murda hakk-ı ihtiyar yoktur. +Mü’minlerden –erkek kadın– hiç birinin haddine +düşmemiştir ki Resulullah aleyhissalatü vesselam bir +emri hükm ettiği vakit o hükme karşı kendisinde istediği +herhangi bir şeyi ihtiyar etmek kendi arzusunu emr-i celil-i +Muhammedi’ye tercih eylemek hakkı tasavvur etsin. Allah +bu terbiyesizliği bu serkeşliği kat’iyyen men’ u tahrim eder. +Her kim Allah ve +Resul-i zi-şanının emrine –kendi arzu-yı keyfisini ihtiyar ve +tercih etmek suretiyle– isyan ederse muhakkak sırat-ı müstakīmden +çıkmış Allah’ın kahr u celaline avuç açmış olur. +Sure-i Celile-i Ahzab +Allah’ın –yahud Resul-i ulüvv-i şanının– emrine muhalefet +ve ifasından i’raz edenler dünyada düşman kılıcı altına +düşmek zencir-i esaretine giriftar olmak zillet ü meskenetle +ayakları altında sürünmek ve emsali fitne ve musibetlerden +yahud ahirette elem-efruz hevl-engiz azab-ı kahr u gadabından +hazer etsinler! Sure-i Celile-i Nur ” +Görülüyor ya: Allah ve Resulullah’ın emrine muhalefetin +cezası ne kadar ağır! Şimdi siz i’dad-ı kuvvet emr-i +Kur’an isinin bütün emirlere rüchan ve tefevvukunu takdir ü +teslim ile beraber ekseriyet-i azimemizin bunu ifa etmemesi +ekalliyet-i mutia için bir ma’zeret gibi telakkī etmek istiyorsunuz! +Hayır! Ekalliyet-i mutia için bu bir ma’zeret olamaz. Ekseriyet; +tarik-i salat… diye ben de namazımı terk edemem. +Ben; vazifeme maksadın tahsiline koşarım. Gücüm yettiği +kadar dindaşlarımı ikaz ve teşvike çalışırım. Avazım çıktığı +kadar feryad ederim! Aldırmayanlar ve koşmayanlar akibetlerini +düşünsün. İşte a’da-yı din geliyor kuvvetimiz yok! +amelen vacib ve acil. Bu emir; yalnız a’da-yı hali değil +husama-yı istikbali de terhib ü tenkil edecek bir derece-i kemalde +“kuvvet” nazm-ı celilinin bütün medlulatını –istitaatın +son nokta-i imkanına kadar– i’dad ve ihzarı natıktır. +“Kuvvet”; bu nazm-ı İlahinin umum ve şümul ma’nası +düşünülsün! Maddi ma’nevi “kuvvet” namını haiz her şeyin +Sonra bu “kuvvet”in vücudu sair ibadat-ı maliyyenin +şerait-i vücubu miyanında ihtiyari değil vücuben şart çünkü +esasen kendisi bir emr-i ta’cili ile me’murun-bihadır. +Mesken de ibadat-ı maliyyenin şerait-i vücubundandır. Fakat +kuvvet gibi değil. Keza hademe de şerait-i mezkure miyanındadır. +Lakin hizmetçi bulundurulması farz değil. Bu; +saadet-i hayatın te’mini namına Cenab-ı Hakk’ın bir inayeti +mahsusası olarak havayic-i asliyye miyanında bulunuyor. +Yoksa insan hizmetçisiz de yaşayabilir. Bu emir ki şeraite +tabi’dir; şart olmazsa meşrut olur mu? Vakit; namazın şerait-i +mi? Elbette kılınamaz. +ve fi’liyyelerinin acilen sarfını emrediyor. İbadat-ı maliyyenin +–ta sadaka-i fıtrına kadar– hepsi istitaatla mukayyed. Bu +sinden fazla –mesela– iki yüz lirası olan bir mü’minin istitaat-i +şer’iyyesi bunun mecmuundan ibaret değil mi? Amir +yoksa bir kısmını zekata hacca kurbana sadaka-i fıtra ayırmasını +değil. İ’dad-ı kuvvetin bu ibadat-ı maliyyenin şerait-i +vücubundan ma’dud olması da delil-i diğerdir. İ’dad-ı kuvvet +zekatın haccın farz kurbanın sadaka-i fıtrın vacib olması +Şart olmayınca meşrut da olamaz. Demek a’da-yı dini – +halen ve istikbalen terhib ve tenkil edecek derecede–kuvvetimiz +olmazsa bu şart mevcud bulunmazsa zekat da hac +da kurban da sadaka-i fıtır da olamaz. Emrin teveccühü +şartının vücuduna vabeste. İşte ibadat-ı maliyyenin farz +veya vacib olması vakti “kuvvet” nazm-ı celilinin medlulatı +tamamıyla i’dad ve ihzar olunmuş bulunduğu zamandır. +Bu zaman; o ibadat-ı maliyyenin ağniyaya teveccüh +ettiği dakīkadır. Bu dakīkanın hululünden evvel zekat vermek +hacca gitmek kurban kesmek aynıyla mesela namazı +vaktinden evvel kılmak gibidir. +Amir i’dad-ı kuvveti emrediyor; sen bununla meşgūl +birini nasıl ifaya hakkın olabilir? Mesela öğle namazını kılarken +onu ikinci veya üçüncü rik’atte bırakıp vakit daha birkaç +saat olan ikindi namazına nasıl durabilirsin? Amirin +matlub-ı acili emrin tamamı mı? Noksanı mı? Cenab-ı Hak +cümle-i emriyyesiyle iktifa buyurmuyor +da +süvariliği hayvan terbiye ve +ta’limini binaenaleyh hara te’sis ederek süvari topçu nakliye +sınıfları için hayvan yetiştirmeyi de unutmayınız! Onu +da emrediyorum. +Bununla benim +ve sizin düşmanlarımızı terhib edeceksizin; yani: Hal-i taarruziye +geçecek kadar kuvvet i’dadına müstati’ ve muktedir +tedafüi a’daya karşı za’f ü aczdir. Şevket-i İslamiyyenin düşmana +za kat’iyyen razi değilim. A’dayı kahr u tenkil edecek derecede +kuvvetli bulunmanızı ve bu uğurda bütün istitaat-i maliyye +ve fi’liyyenizi acilen sarf etmenizi kemal-i ehemmiyetle +emrediyorum. +Hem de bu kuvvet-i kahirenin yalnız hal-i harbde bulunduğunuz +a’daya da münhasır kalmasını istemem. +Bunlardan –yani: +Hal-i harbde bulunduğunuz a’danızdan– başka husama-yı +onları –nikab-ı sulh u müsalemetle ? mestur oldukları için– +bilmezsiniz! Onların o sahte nikab-ı vidadı atıp üzerinize hücum +edecekleri zamanı Allah bilir. Allah onların bütün esrar-ı +kalbiyyelerine muttali’dir. Aleyhinizde beslemekte oldukları +bütün amal-i şeytanet-karanelerine vakıfdır. Haydi +siz –ey mü’min kullarım!– çabuk olunuz! Fırsatı fevt etmeyiniz! +Emrime muhalefet etmeyiniz ki duçar-ı fiten ü mesaib +olmayasınız! Siz düşmanlarınızdan değil onlar sizden korksunlar! +Sure-i Celile-i Enfal.” buyuruyor. Bu kadar kuyud ile +mukayyed olan emr-i celil bir de zekat ve haccın kurban ve +sadaka-i fıtrın şerait-i vücubu miyanında bir mevki’-i müstesna-yı +vücubda bulunurken bu ifa ve ikmal olunmadan ötekilerin +vacib-i icra addolunmalarına bir türlü akıl erdiremiyorum. +Yukarıda da söyledim: Vaktinden evvel namaz kılınmaz. +Çünkü vakit namazın şerait-i vücubundan vücub-ı +edasındandır. Henüz hitab-ı İlahi teveccüh etmemiş. Zarfsız +mazruf olur mu? +Vücub-ı edası diğer bir emr-i vücubi ve fevrinin bütün +kuyuduyla tamami-i ifasına muallak olan bir emr-i müstakbeli +abdin kendiliğinden icabı nasıl caiz olabilir? Bu bir +nev’-i ihtiyar demek değil mi? +Usul-i fıkıh diyor ki: +Bir şeyle emir zıddının –eğer maksudün-bihin +fevatını mucib oluyorsa– tahrimini istilzam eder. Bu zıd her +ne olursa olsun; madem ki me’murun-bihin ızaasını mucib +oluyor haramdır. namaz farz-ı ayn iken namazda bulunan +bir mü’min hayatı tehlikeye düşen bir adamın imdadına +koşmak için namazı o anda bozması farz oluyor. İcabet +farz-ı acil olunca –o an için– namazda kalması kat’iyyen haram +oluyor. Amir diyor ki: “Derhal namazı boz! Müstağīsin +müstağīs beklemez. Ölür gider. Maksud ise onun hıfz-ı hayatıdır. +Namaz bu maksudun fevatını mucib olduğu için farz +vakkaten– hürmete münkalib oluyor. +tini acilen buna sarf ile mükellef ve meşgūl. Bunun fevatını +mucib her hangi bir şey zıddıdır. O halde istilzamen haramdır. +de iştigale kalkışsak maksudu fevt etmiş olacağız: A’da gelecek +vatanımızı istila edecek. İşte bu hikmete mebnidir ki +rait-i vücubu miyanına giriyor. Ve bunlar ile hitabın mükellefe +teveccühünü kendisinin tamami-i husulüne ta’lik ediyor. +Bizim merci’-i istiftamız fıkıh değil mi? Fıkıh mes’eleyi +bir lisan-ı vuzuhla fasl ediyor. Şart varsa meşrut da var. +Yoksa yok. Fıkıh bunu daha nasıl anlatsın? +Bir tarafdan ilm-i celil-i usul ayet-i kerime-i i’dadı tahlil +ve irae eder. Bir tarafdan fıkıh fetvasını verir. Bir tarafdan +düşman kanlı tırnaklarını ciğerlerimize sokmuş parçalarken +bizim emr-i İlahiye muhalefetimiz fitneye musibete felakete +avuç açmak değil de nedir? +Bilmem anlatabiliyor muyum? İ’dad-ı kuvvetle ibadat-ı +maliyye aynı zamanda ictima’ edemez. Çünkü i’dad-ı kuvvet +şartın vücuduna muallaktır. Henüz vakti girmemiş hitab teveccüh +etmemiş bir emr-i müstakbelin icabına abdin hakk-ı +te sizin nazariyenizin cevabı! +Burada asıl münakaşa edilecek emr-i i’dadın tatbik cihetidir. +Muhaliflerim bu noktadan i’tiraz edebilirler ve cevabını +alırlardı. Kardeşim! +Ben iddia-yı fazilet ü fakahet etmiyorum. Ben bir hakīkat-i +Kur’an iyye söylüyorum. Allah’ımı Peygamber’imi dinimi +Kur’an ımı sevdiğim için vatan-ı İslam’ın alamıyla müteellim +oluyorum. Ben ibadat-ı maliyyeyi kaldırınız bunların – +haşa!– aslı faslı yok demiyorum. Söz anlayan yok ki…! +Ahkam-ı celile-i diniyyeyi savm ü salat hacc u zekattan +sen hac ve zekatı kaldırıyorsun!” diye çılgıncasına hücum +ediyorlar. Bunların bir kısmını İtalya’nın Trablus’a hücum-ı +nagehanisi bir dereceye kadar uyandırdığı halde bir kısmı +el-an inadlarında musırr!? Maazallah a’da-yı din İstanbul’u +zabt etse ve Ayasofya kubbesi üzerine salib-i a’zamı dikse +yine inadlarından vazgeçmeyecekler. Bu hakīkati anlamak +zaid görürken bunların bir türlü anlayamamalarına anlamak +Emr-i celil-i i’dadın tatbiki cihetine gelince bu pek tabiidir +ki Kur’an-ı Hakim ’in bir emr-i siyasisidir. Bedihidir ki +bu emrin icrası emirü’l-mü’minine ve hükumet-i meşrutasına +aiddir. Fakat bak geçenki makale-i cevabiyyemde de +dediğim gibi hazine yüz elli milyon liralık tahammül-suz bir +sıklet-i düyun altında ezilmekte dört tarafdan vatan-ı İslama +hayat-ı diniye ruh-ı mukaddese-i hilafete hücumlar +edilmekte ve gittikce şiddetleri ziyadeleştirilmekte vatan-ı +Mülk-i Kur’an ateşler içinde yanmakta. Hane yanarken esbab-ı +Ne yapılacaksa sonra yapılır. Doksan üçten bin kat faci’ bir +hicret daha istiyor muyuz? Allah göstermesin! Öyle ise fırsat +Felaket hiçbir vakit geleceğini insanlara haber vermemiş yıldırım +gibi ansızın patlar. Hüner: Semada bulutlar toplanıp +kesafet peyda etmeden şimşekler çakmaya başlamadan +siper-i saikayı tedarik etmektir. +Halbuki bütün afak-ı vatanı dairen ma-dar siyah korkunç +bulutlar kaplamış! Trablus ufku kan ve ateş renkleri +gösteriyor. Ra’d ve berkler kulaklarımızı çınlatıyor. Gözlerimizi +kamaştırıyor. Biz ise sağırları bakar körleri ayakta gezer +canlı mevtaları tanzir ediyoruz. +Hükumet boğazına kadar düyuna müstağrak bir hazine +Burada bazı enin ü feryadlar var ki ben onları ruhumun +kalib olarak ateş damlaları gibi kalb üzerine düşer. Gözlere +hücum eder çıkar! Bu mübarek vatanın hücuma istilaya +ma’ruz kalması İslam olduğu için değil mi? +Bakınız eski Tuna vilayetimiz kimlerin zararına Bulgaristan +oldu? Orada millet-i hakime İslam idi ya şimdi de İslam +mı? Bir zaman bizim vatandaş dediğimiz Tuna Bulgarları +şimdi müstakil bir millet! Bir millet-i hakime! Bir hükumet-i +Hıristiyaniyye! Orada terk ettiğimiz zavallı müslümancıklar +Girid’de o yürekler acısı Osmanlı ? Adası’ndaki dindaşlarımız +vahşet pençeleri altında iftiras tırnakları arasında +paralanmakta! +Eh… Bir insanın –velev gayr-i müslim de olsa– hayatını +kurtarmak için derhal namazın terkini tahrir eden Allah; +ağıllara kapatılmış ikişer üçer dörder beşer kesilen koyunları +tanzir eden binlerce ehl-i tevhidin imdadlarına koşmak +hirini emr onları muvakkaten tahrim etmez mi? İnsaf…! +Ba’de’l-iman efdal-i ibadat namazdır. Bir adamın hayatı +olmak lazım gelmez mi? Hele vücubu amel dairesinden +harice çıkamayan kurban ve sadaka-i fıtır nerde kalır? +rer fariza-i ictimaiyye olduklarını takdir etmek lazım. Hazret-i +Allah hakimdir. Her emri her nehyi aynı hikmettir. +Bunların hikmet-i teşri’lerini anlatmak için cildlerle kitablar +yazılsa yine kifayet etmez. +Cevabım ahlarım eninlerim gibi uzadı. Derd maraz o +kadar müzmin ki tedavisi ancak Allah’ın şifa-yı aciline kalmış +a’da-yı istikbalimiz miyanında üç yüz senelik bir hasm-ı +galibimiz ? olmakla hepsinin fevkınde münferid bir mevki’-i +adaveti olan Rus yarın hududumuzu tecavüz ederse ne +yaparız? Rus’un “Kars?”a kadar mükemmel sevkü’l-ceyş +hatt-ı hadidisi var. Yirmi dört saat zarfında ordularını hududumuza +gönderir. Bizim şime[n]düferimiz yok. Düşmandan +evvel silahlanmazsak yine nafile! Cebri yürüyüşle ancak +saatte yedi kilometre gidilebilir. Şimendüfer ise saatte altmış +kilometre kat eder. Askeri oturduğu yerde bir hatve atmaksızın +yorulmaksızın götürür. Asker şimendüferden iner derhal +hasmın istikbaline koşar. Bizim askerimiz ise günlerce – +çanta sırtında tüfenk omuzunda iki yüz fişenk de belinde +boynunda olduğu halde– günlerce yürümeye mahkum. +Düşman –maazallah!– Erzurum’u çiğner Erzincan’a belki +de Bayburd’a gelir hatta belki de Sivas’a yaklaşır. Şehirler +kasabalar binlerce köyler ateşle kan arasında yüzer farz +edilim ki sonra biz kahr etmişiz de Tiflis’e kadar sürmüşüz. +Vatanın bir kısmı hakistere döndükten binlerce ihvan-ı din +aileleriyle ciğerpareleriyle Kazakların mızraklarına kurban +olduktan sonra kaç para eder. Madem ki düşmanı Tiflis’e +kadar sürecek kuvvetimiz var bu kuvveti vaktinde dakīkasında +hududumuzda bulunmak üzere vesait-i seria-i sevkü’lceyşiyyeye +malik olsak da hiçbir din kardeşimizin burnu bile +kanamasa….! +Şimendüfer “kuvvet” nazm-ı celilinin müsemmeyat ve +medlulatı miyanında acilen inşa ve ihzarı farz değil mi? Bunun +acilen inşasını emreden Cenab-ı Kur’an “ecnebi kumpanyalarına:?” +mı yaptırınız diyor? Şimendüferler vatanın +can damarlarıdır. İnsan can damarını düşmana teslim eder +mi? Şimendüferlerini ecnebi kumpanyalarına yaptıran –bizden +başka!?– hangi millet gösterilebilir? +Daha dünkü Bulgaristan; bütün şimendüferleri hükumetinin! +Şimdi Ankara Sivas Erzurum Trabzon hatta Kastamonu +vilayetlerinin zenginleri bir şirket teşkil etseler de Ankara’dan +Sivas Bayburd Erzincan tarikiyle Erzurum’a kadar +hattı götürseler en mühim nikat-ı sevkü’l-ceyşiyyeye +birer kol uzatsalar askerimiz –hin-i hacette– bir damla ter +dökmeksizin hududa kadar şimendüferle gitse…. Sonra o +hayat-ı iktisadımız ki saadet-i milliyye ve vataniyyemizin +ruhudur canlansa bize hazain-i fıtratın milyonlarca altınlarını +saçsa…! Düşmanlarımız da kin ve hasedlerinden çatlasalar! +Ah ….! +Bakınız! Bakınız! İ’dad-ı kuvvet emr-i celil-i Kur’an isindeki +o bi-payan füyuz-ı saadete bakınız! Karadeniz’de Akdeniz’de +Bahr-i Ahmer’de mükemmel filolarımız cevelan +etse biz de nasiye-i şevket ü iclalimizi yükselterek kendi +sefain-i ticariyyemizle hacca gitsek ak yüzle Ravza-i Mutahhara’ya +Ka’be-i Muazzama’ya arz-ı takdisat u ta’zimat etsek! +Bugün bütün Akdeniz Bahr-i Ahmer İtalya’nın! Bütün +sahillerimiz onun şevket-i bahriyyesi karşısında titremekte! +Bahr-i Ahmer yalılarını cayır cayır topa tutuyor. Yakıyor yıkıyor +mahv u harab ediyor. Günün birinde Cidde’yi Yenbu’u +da hedef-i tahribat etmeyeceğini hatta asker çıkarmayacağını +kim te’min edebilir? Trablusgarb’ı ta can evinden +vuruyor. Çeşmeler dereler gibi kan öldürüyor. +Kur’an-ı Hakim de bize “Acilen kuvvet tedarik ediniz! +Vatanınızın velev bir zerre-i hakini a’danıza tahrib ettirmeyiniz!” +diye feryad ediyor. Bizde hayat-ı tayyibe-i diniyye +kalmamış. Hiç umurumuzda bile değil. Bir yığın insan! +Tezyif-i İlahisi sanki –haşa!– bizim şikak u nifakımızı vasf +ediyor! +En ziyade ulemanın yek-avaz bağırması ümmet-i Muhammedi +gırtlak gırtlağa! Bir kısmı uykuda bir kısmı da nefretle +memzuc hayretler içinde! +Ya Rab! Görüyorsun: Karınca kadar değeri olmayan şu +kemter kulun hakk u hakīkat olarak bildiği emr-i celilini tebliğe +çalışıyor! Yarın haktan sükut eden dilsiz şeytanlar miyanında +haşr etme Allahım! +* * * +Yaşayan dil yaşayan insan gibidir. Nasıl ki insan +kendine gerek şeyleri istediği yerden işine geldiği gibi bulur +alırsa dil de muhtac olup da kendinde bulmadığı lügatleri +dilediği dilden beğendiği gibi alır kullanır. Çünkü bu yaşamanın +olduğu için bir haktır bir adettir. +Biz de başlangıçta bu esasa tutunarak başka dillerden +ve ba-husus Arabi’den ve Farisi’den çok lügat alıp dilimizin +eksiğini doldurmuşuz açığını kapamışız. Fakat bu hakkımız +hacete ve zarurete tabi’ olmak ve hacetler ve zaruretler kendi +mikdarlarına göre takdir olunmak icab ederken; bu hakkı +çiğneyip lügat almaya hacet ve zaruret var mı yok mu bakmamışız.. +Gerek değil iken almışız gereğinden artık almışız.. +Aldıklarımızı mal etmeyip kendi hallerine ve yollarına bırakmışız. +Bunların her biri bize nasıl te’sir edip ne faideler ve ne +zararlar yaptığını anlamak için birer birer gözden geçirilmelidir. +Ne diyorduk? Gerek değil iken lügat almışız.. İşte bu bir +hatadır. Bir yanlış iştir. Yoksa bunu böyle gereksiz yapmayıp +da bir haceti kapatmak bir zarureti karşılamak için yapsa +sonralardan gelen şeylere Türkçe’de ad bulamadığımız ve +yakıştıramadığımız vakit; onların adlarını da olduğu gibi alabilirdik. +Nitekim öyle yapmışız da. +Fi’l-hakīka Türk illerinde “cami’“ ve “minare” yok iken +bunların adları da yok idi.. Olduğunda adları da olduğu gibi +alındı. Kezalik “haram” ve “helal” bilinmezken adları da +yok idi. “Zeytin” ve “şeker” yok iken “helva” ve “pilav” +yok iken adları da yok idi. Olduğunda adları da oldu. Ne +denir? Hepsi hacet ve zaruret icabıyladır hepsinde de hayır +ve bereket var.. Hepsi de helal olsun! Hepsine de aferin! +Böylece eskiden bilinmeyen görülmeyen şeyler bilinip +görüldükçe gözler yükselmiş gönüller açılmış. Böyle böyle +öğrenilen şeylerle lügat dağarcığımız dolmuş taşmış. Bugün +“din şeriat iman İslam ezan abdest namaz imam +müezzin cemaat iktida arş kürsi levh kalem kitab kağıd +sahife satır mektep medrese muallim müderris hoca +ders vazife katib mektup talib şakird asıl fer’ tekke +derviş zikir tevhid çile han hamam çarşı pazar çeşme +derd deva bela sabır şükür ecir mükafat” gibi servetlerin +hangisine gereksiz denebilir? +Bunları hatta yanına “cin”ler “peri”ler “şeytan”lar katarak +almak çaresiz idi.. Almamaya çare yok idi. Bu sebeble +hepsi alındı. +Dilimizi hacet ve zaruret boyuna zorlamış durmuş. Bir +tarafdan da kendi köklerimiz kütüklerimiz tohumlarımız +çatlayıp çiçekler yapraklar dallar budaklar yapmış. Kendi +madenlerimiz işletilerek mesela “baş” kökünden “başak +başlık başlangıç başbuğ” gibi yeni filizler yeni lügatlar +çıkarılmış. “At bat yat tut yum” gibi ana kelimelerden +“atak atkı atlambaç atlangıç atmaca atım adım; batak +batkın batık batı; yatak yatsı yatkın yatı yatık yatım; +tutak tutarık tutam tutamak tutsak tutkal tutkun tutmaç +tutu tutuk tutum; yumak yumru yumruk yumurcak yumurta +yumuk” gibi sözler doğmuş. +Hacet ve zaruret icabı olan haklı şeylere ne denir? +Gerek olunca Arabi’den Farisi’den alındığı gibi bize daha +yabancı olan Avrupa dillerinden de lügatler alınmış.. Biraz +bozularak veya bozulmayarak dilimize mal edilmiş. Bu yol +lanço telgraf program adres vapur liman” gibi gerekli +lügatlere de kapılarımız açık bulunmuş. +Ah alınan lügatler hacet gözetilmek ve bizim olmak +şartıyla alınsa idi.. Ne kadar kazanacak idik! Ne kadar karlı +olacak idik! Öyle olsa idi; Arabi’den Farisi’den gelen en +nazlı ve en imtiyazlı lügatler bile yavaş yavaş Türkçe’ye daha +daha sokulup ısınarak erir kaynar kaynaşır Türkçeleşir +gider idi. Nitekim “kılıf çamaşır çarşı beygir” gibi birkaç +yüz kelime böyle olmuş. Fakat ne diyelim burasını düşünen +olmamış. +Vakıa dilimize bu yollarla gelen ve giren lügatler büyük +bir servet ve ni’met olmuştur. Bunları idare etmek tasarruf +etmek gayet ehemmiyetli bir iş idi. Bunlar bize hacet ve +zaruret icabıyla ve dilimize kan ve can vermek için geliyordu. +Bunlar her tarafı düzgün ve emniyetli olan Arabi’den +Farisi’den geliyordu. Bu muhterem konuklara bu aziz yardımcılara +yardaklara “dur yasak!” denebilir miydi? Denemezdi. +Denememiş. +Çok geçmeden hacet ve zaruret unutulmuş. Gerek olsun +olmasın lügat almışlar. Bunda bir zevk bir kibarlık +vehm etmişler. Artık Türkçe lügatler kaba.. Türkçe lügatlerle +söz söylemek kabalık artık “dil” yok; “lisan” var “zeban” +var. “Yer” yok “gök” yok; “arz” ve “sema” var “zemin” ve +“asman” var. Artık Türkçe sözler hor ve müttehem. +Türkçe’de “bülbül gül sünbül fülfül” gibi adı olmayan +şeylere bir şey demeyelim. Fakat “deniz”in “dağ”ın +“güneş”in “ay”ın adları yerli yerinde durup dururken +“bahr ve derya” “cebel ve kuh” “şems ve aftab” “kamer +ve mah” demeye hacet nedir? +Kim dinler ki bir kere her şeyin Türkçesi yerlere atılmış +Arabisi Farisisi üste çıkarılmış. Bugün gözümüz önünde +elimiz altında aklımızda hayalimizde duran belli başlı şeylerin +böylece birer ikişer de Arabi Farisi süslü ve gözde +ayak; ev kapı yol baba ana oğul kız; at eşek katır +deve kedi köpek; ekmek su et yağ bal pekmez; az çok +ak kara aşağı yukarı sağ sol” gibi şeylerin Türkçeleri +yanında belki Türkçelerinden fazla Arabi ve Farisilerini öğrenip +“re’s-ser vech-ruy ayn-çeşm-dide hacib-ebru femdehan +şefeh-leb lisan-zeban sin-dendan yed-dest kadem-pay; +beyt-dar-hane bab-der tarik-sebil-rah-hencar; +eb-peder ümm-mader ibn-ferzend bint-duht-duhter; feresesb +himar-har bağl-ester cemel-üştür hirre-gürbe kelbseg; +hubz-nan ma’-ab lahm-güşt zeyt-şahm-revgan aselşehd +dibs-duşab; kalil-endek kesir-bisyar beyaz-ebyaz-sefid +sevad-esved-siyah taht-zir fevk-bala yemin-rast yesarçep” +diye bilmedikçe Türkçe bilir sayılmıyoruz. Bir hal ki +“Zir u balaya aşağıyla yukarı koymuş ad” +zevzekliğine pek uygun. +Gerek yok iken alınan bu türlü lügatler üç yüz dane üç +bin dane olsa ne ise ne. Bunun hesabı kitabı yok. Şöyle +yüze gelenleri sayılsa dökülse çabucak böyle birkaç yüz sahife +dolar. Şurada sayılıp dökülen şeyler ancak deveden +kulak bile denemeyecek bir avuç örnektir. Yoksa Hoca +Nasreddin’in dediği gibi çömlek hesabına gidilecek olsa +ayın kırk beşi yüz kırk beş olur. +Biz bu tarafda eskilerin bilerek bilmeyerek başımıza +sardıkları sarmaşıklardan kurtulmaya çabalanıp dururken +öte tarafda Alafrangalık düşkünü yenilerden bazıları bunun +yeni ve moda… Belki “arnovu” bir şekli içine sokulmaya ve +bizi sokmaya çalışıyorlar. Haydi “çete düello afaroz pandispanya” +gibi esasen bizde olmayan şeylerin adı yok adlarını +olduğu gibi alıyoruz. Diyecek yok. “Avans paso istatiko +eksplavata” gibi şeyleri yakışacak karşılıklar buluncaya +kadar oldukları gibi kullanacağız. Yine diyecek yok. “Termometre +paratoner profesör direktör şimendüfer tren +alafranga saat” gibi bazı lügatleri de yerine göre böyle +kendi kıyafetleriyle yerine göre “mizanü’l-harare siper-i saika +muallim müderris müdir nazır demiryolu demiryol +katar katar vasati ve zevali” gibi karşılıklar yakıştırarak +Türkçe kılığında kullanıp uysallık ediyoruz. Buna da +şimdilik diyecek yok diyelim. Fakat “nokta ünvan makbuz +para çantası topa tutma gidip gelme azimet ü avdet” +çünkü “destur!” her yerde “Pardon!” yerini tutmuyor yerinde +“puan titr reso portmone bombardaman alleretor +demek bu yolda satışlar yapmak zannımca hem ayıbdır +hem günahdır. +nerlerimizin kısaca hikayesi. Bunun darasını çıkarıp şöyle +bir düşünelim… Karı ne? Zararı ne? +Karı var ise şunlar: Bir dane şeyin birbirinden farksız +üç beş adını bilip bunlarla çene kavaflığı etmek… “bal” yanında +“asel” ve “şehd” deyip kuru kuru ağzı tatlandırmak.. +“Zeheb” ve “fızza”nın sözüyle “sim” ve “zer”in lafıyla +zengin olmak.. “almak” ve “vermek” gibi kaba Türkçe sözleri +yon ahz etmek” “selam i’ta etmek” “kumanda i’ta etmek” +“konferans i’ta etmek” “ibareye ma’na i’ta etmek” tarzında +sakızlar çiğnemek ve saire… +Zararına gelince bunun hesabı o kadar sade değildir +yalnız şu kadar denilebilir ki Türkçeyi altından kalkılamaz +ağırlıklara ve içinden çıkılamaz engellere kaptırıp bunun altında +Türkü ve Türklüğü ezip bitirmişler.. İnkar edilebilir mi +ki mesela ben “su”yun “at”ın bir çok isimlerini bilirim de +bunların ne olduğu neye yarayıp neye yaramadığı hakkında +hemen de bir şeyler bilmem. +Görülüyor ki karlı bir iş yapıyoruz kuruntusuyla çok ileri +gitmişiz. İleri gitmişiz diyoruz. Unutmamalı ki bu söz yaptığımız +gındır.. Hem de “harik-ı hanma[n]-suz” dedikleri dehşette +bir yangındır. +Birinci hatanın hesabı bu.. Ötekilerin hesabını da birer +birer görürüz. Gerisi gelecek. +Amcam oğlu Serdar Muhammed Server Han’ı –bulunduğumuz +yerden bir menzil mesafede vaki’– Tazan +tarafına ve Serfiraz Han-ı Gilcai nezdine göndermişti. Çünkü +onun vefadar olabileceğini me’mul ediyordu. Fi’l-vaki’ +Tazan ümerası da’vet-i vakıa üzerine kalkıp geldilerse de +giydireceğimiz hil’atleri kabul eylemediler ve bize imdad edemeyeceklerini +söylediler. +Bizim Gazneyn’de bulunduğumuzu haber alan Şir Ali +Han üzerimize asker sevkine kalkıştı. Şu hareketi bizim için +gayet müsaid idi. Çünkü: Biz Kabil’e doğru yürüyorduk. Şir +Ali Han arkamızdan geliyordu. Şeşgav mevkiine gelince +yerde bir arşın kadar kar olduğunu gördü. Bununla beraber +kafi derecede erzakı yoktu. Biz ise şemsabad bir cihette bulunduğumuz +erzakımız da vardı. +Bir gün develeri altı topu hamil iki nizamiye taburunun +muhafazası tahtında olarak erzak getirmek üzere yollamıştım. +Bu taburlar Şir Ali Han’ın on bin kadar süvarisiyle +karşılaştılar. Ve onların hücumuna ma’ruz kaldılar. Tesadüfen +ben de bu sırada durbinle etrafı gözden geçiriyordum. +Düşman süvarisinin savlet ü kesretini müşahede edince hemen +bin nefer süvariyi bizimkilere imdada gönderdim. Süvarilerim +yalın kılıç oldukları halde düşmanın arka tarafından +saldırdılar. Evvelki taburlar imdad almaları üzerine tecdid-i +kuvvet ederek topları isti’male başladılar. Düşman önden +ve arkadan kuşadılınca bir çok telefat verip kaçmaya +mecbur oldu. Fakat ta’lim görmemiş olduklarından ric’at +ederken birbirinin üzerine düştü. Bu sebeble dört top bin +attan başka epeyce esir alındı. +O gece Şir Ali Han on bin süvari tertib ederek Nani ve +Şandib’de Feth Muhammed Han’ın taht-ı riyaset ü harasetinde +bulunan eşya ve emvalimizi yağmaya sevk eyledi. +Ben bunu istihbar ederek düşman süvarilerinin geceleyecekleri +mevkii öğrendim. Abdurrahim ve Ceneral Nusayr +hanların kumandasında olarak iki bin süvari iki tabur nizamiye +piyadesiyle beş yüz nefer redif askerini oraya i’zam +ettim. +Bunlar gece yürüyüp güneşin tuluundan evvel düşman +karargahına vasıl oldular üç bin maktul ve mecruh verdirmek +suretiyle kaçırdılar. +Düşman o kadar intizamsız bir surette kaçtı ki Herat +süvarileri Herat’a Kandahar süvarileri Kandahar’a firar etti. +Bu muzafferiyet üzerine Şir Ali Han’ın maiyetindeki ümera +ve zabitana bir mektup yazdım ve “Benim hepinize +vidd ü muhabbetim olduğu halde siz niçin bana muhalefette +bulunuyorsunuz?” dedim. “Amcanızın harekat-ı zalimanesinden +bi-zar olarak Şir Ali Han’a intisab ettik. Size +hürmet ve itaatimiz ber-kemaldir. Fakat amcanız yanınızda +bulundukça maiyetinize gelmekte ma’zuruz” diye cevap +verdiler. Bu kağıdı amcama gösterip: +– Ben Kabil’de bulunduğum esnada bu adamların hoşnud +aleyhimizde kıyama mecbur eylemiş dedim. Amcam verecek +cevap bulamadı. +§ +Şir Ali Han Şeşgav mevkiinde erzak hususunda zahmet +çektiği için oradan kalkıp civarındaki Zenahan mevziine geldi +ki orada beş altı kal’a vardı. Bunun üzerine amcam Şir +Ali Han’ı erzaksız bırakmak fikriyle Zenahan’ı zabt etmek +ladım. Çünkü: Böyle soğuk bir havada bir arşın karı çiğneyerek +yürümek ve gittiğimiz yerde siperler inşa eylemek hemen +da imkansızdı. Bundan maada süvarilerimizin şiddet-i +burudete karşı açıkta gecelemeleri gayr-ı kabildi. Fakat +amcam mu’tadı vechile sözlerimi dinlemedi ve fikrinde ısrar +ve taannüd gösterdi. Na-çar güneş batarken hareket ettim. +Kal’aların karşısına varınca beş tabur nizamiye iki bin redif +piyadesi ve dört bin nizamiye süvarisi ile yirmi dört topu +Ceneral Nusayr Han’a tevdi’ ederek yarınki muharebe için +topları dağların tepesine ta’biye ve lazım gelen yerlere metrisler +Hava karardı. Soğuk da son derekeye vardı. Bu geceyi +kar üzerinde fevkalade meşakkatle geçirdik. Ortalık ağarmaya +başladığı esnada “Bin nizamiye beş yüz Katagan süvarisiyle +üç tabur nizamiye piyadesi ve top atlarını Sultan +Murad’ın maiyetinde gönderiniz” diye amcama haber yolladım. +Gönderdiğim adam amcama “Buradan Zenahan’a +kadar üç saat sürer. Güneş doğarken de muharebe başlayacaktır. +Binaenaleyh isti’cal lazımdır” dediyse de amcam +“Şimdi çok soğuk var. Güneş doğsun hava biraz ısınsın da +hareket ederiz.” Cevabını verdi. +Güneşin tuluu zamanında bu adam gelip Şir Ali Han’ın +tekmil askeriyle vürud etmekte olduğunu bildirdi. Hemen +yanımdaki kırk süvari ile dağa çıktım. Baktım ki geceki soğuğa +mukavemet için Ceneral Nusayr Han içmiş içmiş nihayet +sızmış. Ne toplar tepeye çıkarılmış! Ne de siperler +metrisler yapılmış! Toplar vadinin ortasında duruyor topçular +top beygirleri cephane meydanda yok. Halbuki Şir +Ali Han gelmiş hatta harbe hazırlanmış koştum henüz +hab-ı mestide bulunan Ceneral Nusayr Han’ı uyandırdım. +– Bu nasıl iş? Topcular zabitler atlar nerede? Şu halden +mes’ul olacaksın dedim. +Hava çok soğuk olduğu için geceyi orduda geçirmelerine +– Sen şimdi olanı görürsün Şir Ali Han geldi demem +üzerine hala ser-hoşluğu zail olmadığı cihetle: +– Şir Ali Han kim oluyor? Onun ağzını yırtarım deyince +o hiddet ve me’yusiyet esnasında bile gülmekten men’-i +nefs edemedim. +Mukavemet edecek askerim olmadığı yanımda bulunanlar +da savaşmaya bir tarafdan düşman toplarımızı alıp götürmeye +başladığı cihetle kaçmaktan başka çare kalmadığını +anladım. Lakin etraf çevrilmiş olduğundan kaçacak yer bulamıyordum. +Bir de baktım ki düşman süvarilerinden bir +bölüğü bizim süvarilerden ufak bir müfrezeyi tutun diye +haykırıp ta’kībe çıkıyor. Ben de onlara katıldım Yarım fersah +dört nala at sürdükten sonra münasib bir mevki’ bulunca +aralarından savuştum. O esnada beni aramakta olan süvarilerimden +bir kaçına tesadüf ederek sağ tarafa atf-ı inan +eyledim. Biraz sonra amcama rast gelerek macerayı anlattım: +– Eğer sözümü dinlemiş olsaydınız şimdi bu belaya uğramayacaktık +diyerek: +– Size teslim ettiğim yirmi yük altunluk hazine nerede? +Diye sordum. +– Haberim yok. Ben uyurken hazinedar almış götürmüş! +Cevabını verdi. +– Ben onları hazinedara değil size teslim etmiştim. Şimdi +hem bozulmuş hem parasız kalmış olduğumuz halde ne +yapacağız? Ta’rizinde bulundum. Sükut etti. +Belh yolu kardan kapalı olduğu için oraya gidemedik. +Na-çar Veziri dağlarına azimet edeceğimiz sırada iki üç yüz +nefer düşman süvarisi göründü. Derhal dört süvari ile sağ +tarafdaki nehrin sath-ı müncemidinden karşı yakaya geçtim. +Düşman askeri gelip bizimkilerinden kaçamayanları esir etti. +Ben bunları uzaktan görüyor fakat bir şey yapamadığım +rahim Han ve üç yüz süvari ile bana yetişti. Akşam üstü +perişan bir halde Zermet Kal’ası’na geldik. Orada iki saat +evvel Serravza’ya vasıl olduk. Ahali bizi Şir Ali Han’ın askerinden +zannıyla topa tuttu. Bilahare iş anlaşıldı. Eşraf ve +ulema istikbalimize çıkıp bize yemek ve atlarımıza yiyecek +getirdiler. Zaruretimizi anlayan ahundlardan biri bana bakır +bir tas diğeri de bir ibrik hediye etti. Kendim de bir nargile +miştim. +Hem nargileyi çekiyor hem de düşünüyordum ki bugün +cemi’ ma-melekim şunlardan iba[re]tti. +Bir bakır tas bir ibrik bir nargile hem altıma hem üstüme +serilip örtülmek üzere küçük bir kilim üzerimde bulunan +bir kat elbise ile bir kemer bir kılıç bir revolver bir de +at. +Halbuki birkaç gün evvel hazinemde altı yüz bin Buhara +altunu yirmi bin eşrefi sikkesi yirmi bin miskal gümüş bir +milyon yüz bin Kabil ve beş yüz bin Kunduz rupiyesi on bin +kat hil’at mevcud olduğu gibi iki bin kişinin it’amına kifayet +edecek matbah takımı ve bin re’s devem vardı. Yani o vakit +Afganistan’ın en zengini iken şimdi hemen en fakīri olmuştum. +Maa-mafih bundan müteessir değildim. Yalnız silah arkadaşlarımın +ne olduğunu ve başlarına neler geldiğini düşünüp +muztarib oluyordum. O gün ikindi vakti Serravza’dan +hareket ettik. +Hüsrevti[!] taifesinden Emir Muhammed namında biri +kılavuzumuz olarak Peryal Kal’ası’na gitmek üzere önümüze +düştü. Gece saat üç raddelerinde bir yere geldik ki üzerindeki +kar süpürülmüştü. Oraya inip ateş yaktık. İstirahat edeceğimiz +esnada Peryal ahalisi bizimle görüşmek üzere geldi +ve konuşurken bir münazaa çıktı. Kavga çıkınca amcamla +süvariler beni yalnız bırakıp kaçtılar. Etrafa bakındım. Peryallılardan +birinin ata binmek üzere olduğunu gördüm. +Hemen dizgini elinden alıp atın üzerine sıçradım. Herif beni +men’ etmek istedi. Kılıcımla tehdid eyleyerek elinden kurtuldum +ve atı sürüp amcama yetiştim. Beni gördüğü gibi +şaşırdı. +– Niçin beni bıraktınız da kaçtınız? dedim. Hiçbiri cevap +veremedi. +Hepimiz de gideceğimiz yolu bilmiyorduk. Ba’de’l-müzakere +sabaha kadar oturup ortalık aydınlanınca ta’yin-i tarik +etmesini kararlaştırdık. Ondan sonra dağın üzerine çıkıp +ateş yaktık. Amcam: +– Alevi görenler bizi rahatsız ederler. Ateşi söndürelim +de soğuğa katlanalım dedi. +– Bu kadar cesaretsiz değilim. Zaten ateşi söndürecek +olursak arkadaşlarımızın eli ayağını donduracağız cevabını +verdim. +Çok geçmedi ki Hüsrevti’lerden kırk kişi geldi ve: +– Sizi arıyorduk. Ateşin delaletiyle gelip bulduk deyip +bizi ikametgahlarına götürdüler. Yemek yedirdiler. Atlarımıza +yem verdiler hülasa kendilerine minnetdar bıraktılar. +Sabahleyin onlardan bir kılavuz aldıktan sonra veda’ ederek +yola çıktık. +Pirkuti Kal’ası’na yaklaştığımızda ahali kapıyı kapayıp +bizi içeri koymamak istedi. Fakat ben ne olursa olsun diyerek +atımı sürdüm. Adamlarım da arkamdan geldikleri cihetle +kal’a dahiline girdik. Bunun üzerine ahali bizi kabule +mecbur oldu. Bilahare de orada misafir kalmamızı teklif etti. +Lakin biz çay içip biraz istirahat eyledikten sonra yola devam +ettik. Bu defa da kılavuzumuz olmadığı için gideceğimiz +yolu bilemiyor ca-be-ca önümüze çıkan yalçın kayalar +ve mahuf derelerden doğru yolu kesdiremiyorduk. Nihayet +arkamdan geliniz diyerek atımı ileri sürdüm. +Bir fersah kadar mesafe kat etmiştik ki karşımıza +bir süvari çıktı. Ba’de’s-sual benim Abdurrahman olduğumu +öğrenince gelip ayaklarımı öptü ve : +– Ben pederinizle ceddinizin kadim bendeganındanım +diyerek çocukluğumdaki bazı vekayii hatırlattı. Kendisinin +kılavuzluk etmekte olduğunu istersek bize de reh-nümalık +eyleyeceğini söyledi. Sadakatine i’timad ederek: +– Peki dedim. Kılavuz: +– Buradan Veziri vilayeti iki günlüktür. Fakat sizi dağlar +üzerinden ve patika yollardan bugün ikindi üzeri oraya isal +edebilirim deyince amcam; bunun bir tuzak olması ihtimalini +düşünerek: +– Ziyanı yok. Yol cadde olsun da iki gün sürsün dedi. +Lakin ben kılavuza emin olduğum cihetle gösterdiği dağa +tırmanmaya başladım. Tepeye vasıl olup da arkama bakınca +şaşırdım kaldım. Çünkü beraber gelen askerin kırk kişiden +maadası dağılmıştı. O kırk kişi de şu zevat-i şecia idi: +Abdurrahim Han +Pervane Han şimdi naib-i sipehsalardır +Abdullah Han şimdi Bedehşan ve Katagan hakimidir +Can Muhammed Han şimdi Hazinedardır +Feramurz Han şimdi Herat sipehsalarıdır +Said Muhammed Han şimdi hassa taburu binbaşısıdır +Ahmed Han Semerkand’da vefat etti +Muhammedullah Han +Resaldar Haydar Han bunu Kandahar sipehsaları +ta’yin etmiştim. Lakin mezalim ve taaddiyatından Kager +vilayetine kaçmaya mecbur oldu. +Kemandar Naibullah Han Binbaşı Mansur Ali Ceneral +Nusayr Han’ın biraderi +Mir Alem Han şimdi Belh’de Tophane cenaralidir. +Düvel-i İslamiyye tarihine dair de diğer bir kitap tedvin +olunacaktır. Bu kitabda düvel-i İslamiyyeden her birinin esbab-ı +tekevvünü fütuhat sınaat ve sair şuun-ı umran-güsterane +ve terakkīperverane gibi a’malinden kaza umur-ı adliyye +ve medeniyyet hususlarındaki siretlerinden sonra da +esbab-ı za’flarıyla bunlardan zeval bulanların sebeb-i zevallerinden +bugüne kadar beka bulanların bugünkü haletlerinden +bahsolunacaktır. +Sınıf-ı mürşidin: +Sınıf-ı mürşidinde tarih-i umumi muhtasaran okunur +mukaddime olarak tarih-i umuminin hikmeti fevaidi tenkīdi +ma’ruz olduğu evham ve indiyyat gösterilir ve yine bu +mukaddimede İbni Haldun’un Mukaddime ’si evvelinde bu +hususdaki re’yi zikr ve buna hükema-yı garbın asarından +Sınıf-ı duat: +Sınıf-ı duat da halleriyle mütenasib surette tevsi’ olunur. +Suret-i umumiyyede tarih-i edyan ve kilise tarihi hassaten +cek olan talebe bulundukları kıt’a ve sakinlerinin tarihlerini +mütekaddimin ve müteahhirinin tesanif-i mufassala ve mutavvelesinden +mütalaa etmeye irşad olunurlar. Ta ki işlerinde +basiret üzere bulunsunlar. Şakirdanın her dersde tarihin +nur. Üstaz talebesini kütüb-i Ahd-i Atik ve Cedid’de Doktor +Bust’un Kamusü’l-Kitabi’l-Mukaddesi gibi ve Kitabü Mür şidi’t-Talibin +Kitabü Muğni’t-Tullab Kitabü Zahireti’l-Elbab +gibi kolayca müracaat edebilecekleri kitablara delalet eder. +Hazm ve Şehristani gibi ulemamızın eserlerinden ve kütüb-i +garbiyyeden ahz olunur. Milel ve nihal-i münderise hakkında +muhtasaran ma’lumat verilir milel-i saire hakkında ise +tevsi’ ve temhid-i makal edilir buna tebean cem’iyyat-ı diniyyenin +ahvali beyan olunur. Bu zamanlarda ehl-i İslam +arasında revac-yab olan Bektaşiler Babiye-i Bahaiyye gibi +ve gayr-ı Bahaiyye ehl-i nihalin ahvali hakkında vasi’ surette +tedrisatta bulunulacaktır. +Sınıf-ı mürşidinde aktar-ı İslamiyyenin hartı ve coğrafyası +suret-i mufassalada okunur aktar-ı saire icmalen okutulur. +Lakin sınıf-ı duatta dini siyasi ticari kısımları da mufassalan +tedris olunarak talebe ders esnalarında Cenab-ı +Hakk’ın devletleri varis-i arz kılması hususundaki kavanininden +Sınıfu’l-mürşidin: +Sınıfu’l-mürşidinde hıfzu’s-sıhha ve buna tabi’ olan “is’afat-ı +fenniyye” ilminden tabibin bulunmadığı vakit maraz +cerh hark hadiselerinde isti’mali mümkün olabilecek kadarı +okutulur. Bu ilmin mukaddimesinde tıbbın ve tedavinin +meşruiyyeti ve mes’ele-i advanın tahriri hakkında kitap ve +sünnette varid olan delail zikrolunur. Bu ilmin ma bihi’lkıvamı +şer’-i şerifin taharet iffet ve bütün umurda i’tidal gibi +evamir-i münifesine ittiba’ olduğu beyan olunur. +Bu ilimden verilecek dersler iktisad israf ve tebzirin +zemmi hakkında şeref-varid olan ayat ve ehadisden ve +buna binaen şeriatce malın muzır veya faidesiz şeyler için +gusül ve vudu’da bile suyun israfı menhi olduğu gibi sarf +olunmasının memnu’ olduğundan bahis bir mukaddime tertib +olunur ve yine bu mukaddimede bu hususda İslamiyet +ve Nasraniyet ve bu iki dinin tabi’leri arasındaki te’sirlerinin +larda bu hususda dinlerinin kendilerine gösterdiği yolun zıddına +salik olmuşlardır– beyan edilir. Bundan başka bu zamanda +servetin hayat-ı ümem ü düvelde haiz olduğu mekanet +ve te’sir-i azimden de bahsolunur. +Sınıf-ı mürşidin: +Sınıf-ı mürşidinde: Şirekat nikabat cem’iyyat mehakim-i +şer’iyye mecalis-i hasbiyye ve belediyye nizam-ı idare +ve kaza ehli ve muhtelit mebahisi şakirdanın bulundukları +asırda hükumat-ı kanuniyyenin temessük eylediği +kavaninde basiret üzere bulunmalarına medar olacak mertebede +tedris olunur. +Sınıf-ı duat: +Sınıf-ı duatta münasib derecede hukūk-ı düvel usul-i +kavanin felsefe-i kavanin okunur ve bunların her babında +görülecek mesailin şer’-i şerif ile nisbetleri beyan olunur. Bu +babda Bentan ve Montesquieu gibi hükema-i garbiyye asarından +Şehr-i hal-i ruminin üçüne mütesadif olan geçen Cum’a +günü ba’de’z-zuhr “Ta’dil-i Huruf ve Ta’mim-i Maarif” namına +üstad-ı ekrem Recaizade Ekrem Beyefendi hazretleri +nu’nda mühim ve muhteşem bir ictima’ akd olundu. +Üstad-ı Ekrem Beyefendi hazretleri rahatsızlıklarından +dolayı gelemediklerinden ictimaa Gazi Ahmed Muhtar Paşa +hazretleri riyaset buyurup Islahat-ı Maliyye Komisyonu a’zayı +muhteremesinden ve fudala-yı Osmaniyyeden Ata Beyefendi +hazretleri muavenet eylediler. +med Muhtar Paşa hazretleri bir hitabe-i iftitahiyye ile söze +başlayıp bir saat kadar söylediler. Lisanımızda okuyup yazmanın +müşkilatını ve bu müşkilatın mazarratını derece derece +samilerinden müretteb tahta üzerinde muharrer numuneleri +bizzat teşhir eylediler. Ba’dehu Ata Beyefendi hazretleri kürsiye +gelip yine bu mevzu’ üzerine birtakım hakayık u dekayık +bast ile müşkilat-ı mevcudeyi ve bunun esbab u ilelini +ariz u amik şerh buyurdu. +Sonra üstaz-ı muhterem Defter-i Hakani Nazırı Mahmud +Esad Efendi hazretleri mes’elenin enha ve gayatını efkar ve +müşahedat-ı mahsusa-i mütebahhiraneleriyle izah buyurup +müşarun-ileyhden sonra da asıl ictimaın baisi olan “ Yeni +Yazı ” sahibi müdekkık-ı hamiyyet-perver Doktor Milaslı İsmail +Hakkı Beyefendi kürsüde görünerek kendisini bu fikre +saik olan ahvali izahat-ı amika ve mufassala ile bast ü beyan +eyledi. +Bunlardan sonra dahi Doktor Muallim Necmeddin Arif +arkadaşımız Ispartalı Hakkı mekteb-i meşhur müessisi Bedros +Zeki Fransızca Jöntürk Gazetesi Sahibi Celal Nuri Doktor +Saib Celaleddin beyefendiler ve fudala-yı muharririn ve +mualliminden bazı zevat mufassal veya muhtasar hitabeler +serd ü ityan edip hararetli münakaşalar ve samimi alkışlar +arasında ictima’ akşama kadar devam etti. Neticede yazının +ta’dili esası kabul edilip bir encümen ve hey’et-i idare teşkil +kılınmak üzere tarafdaranın isimleri defter-i mahsusuna +kaydolundu ve kitabeti İstanbul Vilayeti maiyyet me’murlarından +Ali Nusret Beyefendi ifa eyledi. +oradaki hitabesinde tasvir ettiği vechile “Bir tarafda bugünkü +ma’rifet batnını yetiştiren üstadlar bir tarafda halin +ve istikbalin değerli sahibi gençler”den müteşekkil “heybetli +bir hey’et” ictima’ etmişti. Konferans salonu ab-ı zülal-i maarife +teşne ve terakkıyat ü teceddüdat-ı Osmaniyye ve İslamiyyeye +aşık güzide müstemiin ve mekatib-i ‘aliyye ve taliyye +talebesiyle hıncahınç dolu idi. Teceddüdata karşı vaki’ +olan bu tezahürat gösterir ki bi-havlihi teala terakkīye doğru +gidiyoruz. +Arkadaşımız Ispartalı Hakkı Bey sadeliğe de numune +olan samimi ve şirin hitabesinin –bu haftaki nüshası dolmuş +bulunduğu cihetle– on beş gün sonraki Türk Yurdu ’nda +neşr edileceğini meserretle haber aldık. Bu münasebetle şunu +da tashih etmek isteriz ki arkadaşımızın ismini gazetelerden +birinin “Bereketzade İsmail Hakkı Beyefendi” diye yazması +eser-i sehvdir. +“Yeni Yazı” hakkındaki mütalaamızı ileriye ta’lik eyleyerek +memleketi tahlis edecek tezahürat-ı mümasileye iştirakle +bu kabil ictima’ların tekessür ve tevali etmesini Cenab-ı +Hak’dan niyaz ederiz. +TARIH-İ TE’SISİ +Temmuz +Şubat +Yedinci Cild - Aded: +penahiden dolayı bil-cümle ihvan-ı dinimizi tebrik ederiz. +Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin İslamiyet esası üzerine +teessüs etmiş ve bu devlet-i muazzamanın bi-inayetillahi teala +günden güne terakkī ve i’tilası dahi bu esasın ve ondan iktibas +edilmiş olan meşrutiyet-i idarenin hüsn-i muhafazasına +vabeste bulunmuştur. +Cümleye ma’lum olduğu üzere umur-ı dünyeviyyeden +dolayı şerefen insanlar beyninde bir fark u tefavüt olmayıp +her ferdin müsavat ve adalet-i tammeye mazhar olması ve +hürriyet-i şahsiyyenin tecavüzattan masun bulundurulması +müteaddid ayat-ı celile-i Kur’an iyye ve ehadis-i şerife-i Nebeviyye +olduğumuz meşrutiyet-i idarenin illet-i gaiyesi dahi adalet +esasını takviye ve tahkimden ibaret bulunmasına mebni Cenab-ı +Hakk’ın inayetiyle ve cümlenin himmet ü gayretiyle +mıyla mutabık ve umum millet-i Osmaniyye’nin menafi’ ve +mesalihine muvafık olduğunda iştibah edilemez. +Kaldı ki usul-i meşrutiyyetin memleketimizde layıkı vech +üzere teessüs ü terakkīsi ve mahsul-i istibdad olan birtakım +fenalıkların mahv u izalesiyle saadet ü selamet-i memlekete +müteallık amal ü mesainin bir an evvel semere-bahş-ı muvaffakiyet +olabilmesi için ahkam-ı celile-i şeriat ve icabat-ı +meşrutiyyet dairesinde cümlemizin hem-dest-i vifak u ittihad +olarak umran-ı memlekete hadim teşebbüsat ile cebr-i +ma-fata çalışması ve münaferet ü tefrikayı mucib ahval ü +harekattan sakınarak hüsn-i ahlaka en büyük vasıta olan +evamir-i İlahiyyeye imtisal ve nevahiden ictinab eylemesi ve +makam-ı akdes-i Hilafet-i kübraya kemal-i sadakat ü ihlas ile +rabt-ı kalb eyleyerek kavanin ü nizamat-ı mevzua ahkamına +ve evamir-i devlete riayet eylemesi lazımdır. Binaenaleyh +şer’-i şerif ve meşrutiyete mugayir olan münaferet ve nifakın +devamı maazallahu teala cümle ümmet-i Muhammed için +mucib-i hüsran ve izmihlal ve düşmanlarımızca öteden beri +şiddetle arzu ve intizar edilen na-münasib bir hal olmakla +dinen ve siyaseten tecviz edilemez. +Muhabbet-i kalbiyye ve uhuvvet-i vataniyye ile yekdiğerine +merbut olması lazım gelen evlad-ı memleket beynine +tohm-ı fitne vü fesad ekilmesi ve mübarek vatanımızın müstaid +ve layık olduğu saadet ü umranına bu suretle bir sedd-i +sedid çekilmesi diyanet-i İslamiyye ve hamiyet-i vataniyyeden +nasibedar olan her ferdi ağlatacak inletecek şeylerdendir. +Bu cihetle balada mastur olan mütalaat-ı hayr-hahanenin +lisan-ı münasible bütün kasabat ve kura ahalisine tebliğ +u tefhimine i’tina ve imadüddin olan salavata devam ve +mekteplere müdavim talebe-i müslimine dahi namaz kıldırmaya +muallimin-i kiramın sarf-ı himmetle adab-ı İslamiyye +dairesinde tahsil-i ilm ü ma’rifete gayret ederek nail-i ecr u +mesubat olunmaları esbabının istikmaline bezl-i makderet +olunması zımnında Makam-ı Meşihat’den icab edenlere tebligatta +bulunulmuştur. +Ortada bir sual vardır ki: Iradı her İslamın hakkı hatta +vazifesi hatta en mukaddes ve ‘ali bir vazifesidir: İslamiyet +fat ve isnadat-ı batıla ve atıladan kurtarmak için ne yapıyoruz +ve nasıl çalışıyoruz? Bu suale bu mehib istizah-ı mukaddere +hem huzur-ı İlahide hem huzur-ı İslamiyyet’te cevap +verebilmeye muktedir olmalıyız! +Bu sual önünde samit ü aciz tevakkuf etmek kadar büyük +bir zillet-i dünyeviyye bir ma’siyet-i uhreviyye tasavvur +edilebilir mi? Bir hükumeti idare etmeyi deruhde eyleyen rical-i +siyasiyyenin hakkıyla ifa-yı vazife edebilmek eydi-i +himmet ü liyakatlarına tevdi’ olunan millet ü hükumeti sademat +u tertibat-ı siyasiyye-i hariciyyeye karşı hakkıyla müdafaa +eyleyebilmek için siyasiyat-i alemin nasıl hisse-mend-i +yenin harisin-i iman u i’tikadı rehber-i hidayeti olmak lazım +gelen ulema-yı muhtereme-i İslamın da cihandaki harekat ü +sad u hedeflerini suret-i sa’ylerini bilmesi hususuyla bu +sa’yin derece-i azamet ü ehemmiyetinden haberdar olması +saire rüesa ve ricalinin himmetlerinin derece-i azameti” kaydını +tekrar edelim. Çünkü bu azamet ma’lum olmadıkça bizim +tarafda mevcud ataletin bi-haberliğin derecesi hakkında +bir fikr-i mahsus hasıl edilemez. Çünkü: İki veya daha ziyade +şeylerin mevaki’-i hakīkıyyeleri ancak yekdiğeri arasında +yapılacak bir mukayese ile taayyün eyleyebilir. Fil-hakīka +hürriyetin tulu’-ı müşa’şa’ını müteakıb bizde hususiyle +bazı mehafil-i aliyye-i diniyyemizde büyük bir hareket-i irşad-karane +meşhud oldu. Sıratımüstakīm gibi birtakım ceraid-i +darı sıfatıyla pişgah-ı şükranımızda yükseldiler. Lakin acaba +bu derece-i himmette açık duran bütün fecayiiyle kanayan +cerihalarımıza noksanlarımıza karşı bir şekl-i kifayet var mıdır? +ümmet-i merhume-i İslam’ın selamet ü hidayetinden mes’ul +olmak lazım gelenler himmetlerine daha vesi’ daha şümullü +adeta alem-i İslam’ı onun arasındaki boşlukları bir ağūşı +bilmeli idiler. +Fi’l-hakīka: Bunun için başlıca vesait-i ma’neviyyenin +meşail-i ma’neviyyenin değil vesait-i maddiyyenin fıkdan-ı +küllisini hal-i hazırda bir ma’zeret olarak ileri sürebiliriz. Ancak +bu fakr u bi-çaregisiyle donanması için milyonlarca lira +veren bu hamiyyetli Osmanlılık hususiyle İslamlık –ciddi +çalışılmaya başlanırsa– şu arz-ı safilin birer kuşe-i cehl ü sefaletinde +kimsesiz nursuz kalmış yüzlerce milyon dindaşlarını +tenvir edebilecek muavenet-i maddiyye ve ma’neviyyenin +nın korktuğu “ittihad-ı İslam” ki bazı mutaassıb hıristiyan +muharrirlerince bütün ehl-i İslam’ın baltasını mızrağını yakalayıp +cihanın her noktasında ayaklanması gibi gülünç bir +faraziye addolunuyor bit-tabi’ tarafdarı değiliz. Lakin ulum +ve i’tikadat-ı diniyyemizi tevhid etmeye hakkımız olduğunu +Sibirya’nın çöllerinde Arabistan’ın kumlarında Afrika’nın +timsahlı gölleri etrafında Malezya’nın esrarengin köşelerinde +cehl ü zulmetten inleyen dindaşlarımızı İslamiyet-i +hakīkıyyenin şeh-rah-ı şa’şaadarı üzerinden nur-ı hidayete +safiyet ve terakkīye doğru götürmek uhdemize farz bulunduğunu +kim inkar eder? +Şimdi istiyoruz ki: Şu mukaddimeciğimizi daha ziyade +uzatmaktan ise başkalarının mesela Hıristiyaniyet rüesa-yı +ruhaniyyesinin bütün alemi Hıristiyan etmek için nasıl çalıştıklarını +söyleyelim. O zaman nasıl ma’nevi ve maddi bir +ehl-i salib karşısında bulunduğumuzu görecek şübhesiz endişeler +ve elemlerle uykusuz birçok geceler geçireceğiz! Hem +de burada biz alem-i İslam aleyhine daha doğrusu guya +“İslamiyet boyunduruğu altında beşeriyet-i müfideye gaib +demek olan” İslamları “Muhammedilik”den kurtarmak için +yedeki safahat-ı müterakkıye ve müdhişesinden değil sadece +asıl mehd-i İslamiyet olan Arabistan hakkındaki harekat +ve makasıdından bahsedeceğiz; icabında diğer safahat dahi +birer birer bu sahifelerde gösterilecektir. +Şurada beyanatımıza bir hadise-i mühimmeyi idhal edelim: +Afrika-yı Garbi’de “Liberya” Cumhuriyeti’ne –ki: Amerika’da +azad edilen üsera-yı zenciyyeden teşkil olunmuştu– +misyonerlik vazifesiyle Amerika’dan birinci olarak hareket eden +Protestan rahibi yine kendisi gibi rahib olan arkadaşına +esna-yı hareketinde demiş idi ki: +– Gittiğim vazifenin nasıl müşkil ve mühlik olduğunu biliyorum; +yakında Afrika toprağında öldüğüm zaman gel kitabe-i +seng-i mezarımı sen yaz! +Refiki sordu: +– Pekala lakin ne suretle yazayım? +– Mezar taşıma yaz ki: Bizden bin misyoner bu topraklarda +bu uğurda feda-yı hayat etmedikten sonra kardeşlerimiz +Afrika’yı baştan başa Hıristiyanlaştırmak ümid ü teşebbüsünden +feragat etmesinler! +Nasıl; bu azm-i mehib insana dehşet vermez mi? Veya +ellere cehl ü zulmete terk edilen İslam kardeşlerimizi bize +acı acı düşündürmez mi? +Edvar-ı ahirede İslamları Hıristiyaniyet’e sokmak için ilk +teşebbüsde bulunan Misyoner “Hanry-Martin”dir. Amerika +kilisesine mensub meşhur bir zat diyor ki: +“On sekizinci asırda Protestan kilisesine Bahr-i Sefid’in +şark sahili ile Arabistan kıt’asının o kadar cazib görünmediği +anlaşılıyor. Türklerin –alem-i İslam’ın bir unsur-ı mühimmi +olmak i’tibariyle– ta senesinde der-hatır edildiği +ve bir de Türkçe dua kitabı yazıldığı doğru ise de cihanın +çok uzak nikatına vasıl oluncaya kadar İncil Türkiye İmparatorluğu’nun +hiç bir mevkiine idhal olunmamıştı. Hatta +Cary bile büyük programına alem-i İslam’ı idhal etmemiş idi. +Ancak Klavedyos-Bakanin Hindistan avdetinde ’da +Bristol’da va’z ederken İslamların Hıristiyan edilebileceğinden +bahseylemiş ve Bahr-i Sefid sevahil-i şarkiyyesi namına +mükemmel bir plan tertib etmişti. ’da Church Missionary +Cem’iyeti tarafından Suriye’ye birkaç misyoner gönderilmiştir +ki: Buna Amerika Misyoner Cem’iyeti dahi iştirak +ediyordu. Asya-yı Suğra’ya giren işte bu ilk misyoner hey’eti +müstakbelde Arabistan’da İncil’in mevki’-i ta’zize irtikası +saadetinin esasını teşkil etmiştir. +“Elie Simiz ile Whiete’ın seyahatları Amerika Protestan +kilisesini bu mıntıkalar ile karşı karşıya getirmişti. Suriye +Misyoner Hey’eti Malta’daki matbuatı vasıtasıyla ulum +ve akaid-i İslamiyye hisarına hücuma başladı. ’de +neşriyat hey’eti Beyrut şehrine nakledilmiş. O tarihden i’tibaren +Arab lisanıyla mütekellim bütün memaliki neşriyat-ı +hidayetkarıyla tenvir etmekte bulunmuştur. tarihinde +Doktor Van-Dik İncil’in tercüme-i Arabiyyesinin son sahifesini +de itmam ederek matbaaya tevdi’ eylediği zaman +alem-i İslamiyet’e karşı misyonerlik tarihinde muazzam bir +devre küşad olunmuş idi. Ancak bu sayededir ki: Yalnız Asya-yı +Suğra ve Suriye değil bütün kıt’a-i vesia-i Arabiyyede +Hıristiyaniyet için suret-i müfidede çalışmak mümkün oldu. +Bu İncil tercüme-i Arabiyyesi tam on yedi senelik sa’y-i mütemadinin +neticesi idi. Hususiyle bu tercüme o vechile mürettebdir +ki: Beyrut’un Arabca İncili Umman ve Necd kıt’alarında +Yemen ve Hadramut hıttalarında dahi okunup kemal-i +sühuletle anlaşılabilir. +“Arabistan kıt’asına nüfuz etmek üzere ilk teşebbüs-i fedakaranede +bulunan adam Hanry Martin’dir. Bu adamın +birinci defa Arablarla teması onların lisanlarını öğrenmesi +kendi meşiyyesi ve şerik-i mesaisi olan Sebbat namındaki +adamın yüzünden vukūa gelmiştir. Sebbat ile onun refikı +olan Abdullah iki asil Arab olup Mekke-i Mükerreme’yi ziyaretten +sonra alemi anlamak üzere seyahate çıkmışlardı. +Bunlar evvelen Kabil şehrine gidip burada Abdullah meşhur +Zamanşah’ın hizmetine girdi ki: Muahharan Hıristiyaniyeti +kabul ettiğinden Murad Şah tarafından Buhara’da katl olunmuştur. +Ancak muma-ileyhin katlinde refikı Sebbat’ın gammazlığı +medhaldar idi. Sebbat muahharan Hindistan’a gitmiş +orada “Terakkī-i Ulum-ı Hıristiyaniyye” Cem’iyeti tarafından +gönderilen Arabca İncil’i okuyarak kabul-i Hıristiyaniyet +etmiştir...” +Burada Protestan dostumuzun tafsilat-ı tarihiyyesini uzun +uzadıya ve aynen tercümeye hacet yok. Yalnız muahharan +bu Sebbat denilen adamın Hindistan’da neşr-i Hıristiyaniyet’e +bir müddet uğraştıktan sonra Arabistan’a geçtiğini +görüyoruz; yine bu esnada Hanry-Martin Maskat Sultanlığı’na +geçiyor. Aynı maksadla burada tedkīkat ve mesaide +bulunduktan sonra Ebuşihr Buşir’e gidiyor. Fi’l-hakīka +Hanry-Martin bütün ömrünü kütüb-i diniyye-i Hıristiyaniyyenin +Arabcaya tercemesine hasr eylemiş bütün fedakarlığıyla +misyonerlik vazifesini ifa etmiş ise de muvaffakiyeti +Arabları İslam etmekten ziyade Avrupalılar arasında Arabistan’a +bir misyonerlik ehl-i salibi hissi uyundırmak rüfekasına +bir ruh-ı teşvik ve kuvvet telkīh etmek cihetine münhasır +kalmış gibi görünüyor. Çünkü senesinde AntoniGrow +namında biri cihanda nesi varsa satarak Bağdad’da +bir misyoner vazifesi deruhde eylemiştir ki: Bunun saik-ı +aslisi Hanry-Martin’in gösterdiği fedakarane misal idi. Bugünden +karşı misyonerlik teşebbüsatına uzun seneler tesadüf edemiyoruz. +Yalnız ’de Bombay’da sakin John Wilson evvelce +de Aden ve Basra Körfezi vasıtasıyla Arabistan’a birçok +kütüb-i mukaddese-i Hıristiyaniyye idhal ettiğine ilaveten +leri için misyonerler göndermeye da’vet eylemişti. +Bu aralık hamule almak için her sene Maskat Limanı’na +uğramakta olan bir Amerika sefinesi kapudanı da burada +birçok Arabca yazılmış İncil nüshaları dağıtmakta idi. +’de “Memalik-i Ecnebiyye İncil Cem’iyeti” Anton Cebrail +namında birini Bombay’dan Bağdad’a tedkīkatta bulunmak +üzere gönderdiği gibi yine aynı zamanda Cenubi Rusya’daki +cem’iyet müfettiş ve acentesi olan Meymes-Vat İran +hıttasını ve Bağdad ile civarını dolaşıp bu havalinin ihtiyacat-ı +ruhaniyyesine ve Hıristiyanlaştırılması esbabına aid +merciine mufassal bir rapor arzeylemiştir. İşte bu mesai sayesinde +ve raporlar neticesi olarak senesinde Bağdad’a +bir misyonerlik merkezi ve bir kütüb-i mukaddese-i Hıristiyaniyye +deposu te’sis ve küşad olunmuştur. Bir Amerikalı +misyoner diyor ki: +“Hamd olsun böylece Allah’ın emri yerini bulmuş esbab-ı +tenviriyye ve tahlisiyye hazırlanmış tarihinden +beri misyonerlik teşkilatı Ceziretü’l-Arab’ın bütün sevahil-i +şarkiyyesine ta’mim olunarak ale’d-devam ve büyük himmetler +ümid-i muvaffakiyetlerle çalışılmakta bulunmuştur.” +Birinci makalemizi şu yukarıki ibret-amiz sözlerle +bitereceğiz. Gelecek makaleler bize birtakım mühim hakīkatler +öğretecektir. +Cenab-ı Hak enzar-ı ibretimizi açsın ve dest-i himmetimizi +takviye eylesin amin! +Kollarından tutup cehenneme at! Öyle mi? Haydi evladını +hafidini kendi öz ellerinle yüreğin titremeden ruhun +sarsılmadan vicdanın kanamadan tut da şu dünya ateşine +at! Bakayım…! O zavallı alevler içinde dil-hıraş feryadlarla +cayır cayır yanarken sen tütün dumanlarını savurtarak lakaydane +cansız bir heykel gibi karşısında dur! Seyrine bak! +Sen evladının saadetine mader-i şefkat-perveriyle birlikte +hayatının bütün ezvakını bütün aramını feda etmek +hissiyle mütehassis bulunuyorsun değil mi? O hiss-i ulviye +belki daha senin sağlı[ğı]nda nur-ı diden varis olacak! Senin +ağūşuna bir hafid takdim ederken bütün vücudu bir ra’şe-i +sürur içinde gaşy olup gidecek! +nız senin vücudunla değil! Sen; evladını fıtrat-ı aslisi olan +Din-i İslam üzerine terbiyeye me’mursun! Sinn-i temyize +girince ona yavaş yavaş hayat-ı ictimaiyyenin len-yetegayyer +olan kavaid-i esasiyyesini öğretmeye onu cem’iyetin +Evladın; milletini orada görecek; milliyetini orada hissedecek. +O da evladına… O da evladına.... İşte İslamiyet de +bu suretle yaşayacak. Sen de bu müteselsil neslinden rahmetler +fatihalar alacaksın! Defter-i a’malin küşade bulunmuş +olacak. Ne bahtiyarlık! Ne saadet! +nab-ı Ebi Hüreyre hazretlerinin rivayetle naklettiği şu hadis-i +celile bak! +“– İnsan öldüğü vakit ameli de +münkatı’ olur. Yani: işlediği a’mal-i birr u takvanın sevabı +tevakkuf eder. Olduğu gibi kalır. Yalnız üç şey bundan müstesna. +Bunların mükafatı la-yenkatı’dır. Ardı arası kesilmez +ya medaris ve mekatib-i İslamiyyeyi ihya; çeşme köprü +yol cadde gibi nef’i umum insaniyete şamil olan mebani ve +asar-ı medeniyye; ya kendisiyle intifa’ ve istifade olunan +bir ilim ve fenni okutmak hususiyle bunlara dair kitablar +te’lif ve neşretmek; veyahud namını hayır dua ile yad eder +ve ettirir veled-i salih bir hayru’l-halef bırakmak.” Görülüyor +ya; insan için hakīkī hayat ne imiş! Bir de Endülüs’deki +o kara tali’li biçareleri der-hatır edelim! Onlar kendilerini +Salib’e teslim eden büyük cedlerinin mezarlarına gidip Fatiha +mı okuyorlar? Yoksa ayaklarıyla çiğneyerek la’net mi +ediyorlar bedbahtlar! Arkalarına öyle bir nesil bıraktılar ki +kıyamete kadar la’net-han! +Hayatın hayat-ı diyanet hayat-ı milliyyet hayat-ı hürriyyet +hayat-ı hakimiyyet hayat-ı namus ve haysiyyet olduğunu +takdir etmeyerek kemal-i zillet ü meskenetle düşman +kılıcı önünde boyun bükerek köpekler gibi yerlerde yuvarlanarak +hayat-ı behimiyyet ve hayvaniyyete razı olanların +su’-i akıbeti işte böyle lisan-ı nefrin ile yad olunmak! Mezarları +hatta kendi nesilleri tarafından kemal-i hakaretle pa-mal +edilmektir! +hürriyet ve hakimiyetiyle– yaşamak hakkı vardır. Bu hak; +nezd-i uluhiyyette o kadar muazzezdir ki zeka-yı beşer bunu +takdirden kat’iyyen acizdir. +Allah; bize bu ezeli dini bu ebedi kanunu bu mukaddes +şeriati vezaif-i insaniyye ve usul ve kavaid-i ictimaiyyeyi öğrenmek +bütün ihtiyacat-ı hayatiyyemizi te’min edecek vesaşeklinde +yazılmıştır. +şümul-i ma’nasıyla insanca yaşatmak için ihsan ve inayet +buyurdu değil mi? +Güzel ama hayat-ı beşer; daima istikbalden ibaret. Görüyoruz +ki eskiyen kuvvetten düşen yaşamaya kudreti kalmayan +hayatın gözleri yumuluyor. +Mazi onu tabut-ı mateme koyup habgah-ı adem-aluduna +gömüyor. Maziyi istersen kabristana git! Mazi bütün arayiş +ü ihtişam-ı ? sükun-perveranesiyle orada bir şehristan-ı +adem te’sis etmiş; her gün siyeh-puş dide-nemnak birkaç +cem’iyet tarafından ziyaret olunuyor; ve kadid na’şlar ihda +ediliyor! +O ise her gün insan kemiklerinden kaşaneler yapıyor! +Kafalardan ehramlar vücuda getiriyor. +da onu piş-i nazar-ı ibretinde tutmak. +Sahibü’s-sünne imamü’l-muhaddisin ünvan-ı celiliyle +bütün alem-i İslam’a fazl u irfanını tanıttırmış yalnız kendi +asrının değil belki bütün asırların mefhar-ı ulema ve fudalası +Hafız Yusuf bin Abdullah bin Muhammed bin Abdülber +bin Asım el-Kurtubi merhumun ve daha binlerce müfessirin +ve muhaddisinin binlerce urefa ve üdebanın mütenassır +mürted kavafil-i ahfadı da bu miyanda! Bunlar; cedd-i +a’lalarını ehl-i imanın birinci saflarında gördükleri dakīkada +–rica ederim ey o dehşetli son güne inanan din kardeşler!– +hal ne olacak? +Böyle ebedi bir felakete sebeb olanlar bu kara yüzlülere +ne nazarla bakacaklar? +Nasıl yakalarından tutup divan-ı Ahkemü’l-Hakimin’e +çekerek “Ey Hakim-i Mutlak! Biz nesl-i pak-i İslam’dan +gelmiş ve hususuyla “İbni Abdülber” “Ebu Abdurrahman” +“Ebu Abdullah Muhammed bin Abdüsselam” gibi şu +ehl-i tevhid arasında birinci safları içinde gördüğümüz zevat-ı +fiham gibi medar-ı iftihar-ı İslamiyyet büyük cedlere +malik iken işte bu haris cahi[l]ler bu tama’karlar Kurtuba +halifesinin birer valisi iken isyan ederek birer emirü’l-mü’minin +? olmak istemeleri yüzünden ittihad-ı İslamı parçaladılar +ta can evinden hançerlediler nihayet koca bir milleti +rek bizim irtidadımıza sebeb oldular. Biz bugün senin büyük +adaletine sığınırız. Biz; bunlara aldanmak bunlara itaat +bunların husul-i maksadına yardım etmek yüzünden belamızı +bulduk. Her hakīkati anladık; eyvah.… ki iş işten geçti. +Bize bu kadar faci’ bu derece hail bir cinayeti irtikab eden +bu sefillere de bırakma ya Rab; hakkımızı ihkak buyur Allahımız!” +demeyecekler mi? Bunlar; kuru söz değil! Her biri +birer hıred-suz hakīkat! +Bir mülkü yıkıp mahv eden –eyvah…! Temelinden +Divan-ı adalette nasıldır? Hacelinden +Efrad-ı beşer orda bütün ma halakallah! +Kim gelmiş de geçmiş cümle milelinden +Mahşer; o ne dehşetli günü Rabb-i Azim’in +Sen ister inan ister inanma bu; hakīkat +Kim bizce bunun faide yoktur cedelinden +Beyhude yazık eyleme inkar-ı hakīkat! +Çak etmeyesin çak-ı giriban-ı nedamet! +dundan senin hayatından senin imanından mı ibarettir? +Ya senin evladının hafidinin neslinin hakk-ı İslamiyyet’i +hayatı imanı yok mu ? +Aralarında maddi yahud ma’nevi bir münasebet bulunan +ma’rifet değildir; hepimiz en adi en tabii muhaverelerimizde +bile bir çok teşbihler yaparız. Çünkü ta’rif etmek istediğimiz +mahiyetin eğer haricde vücudu varsa teşbih ile büsbütün +göz önüne gelir; yoksa yine teşbih sayesinde mücerredattan +olan o mahiyet maddiyat sahasına girer. Mesela +soğukluk sevimsizlik mücerredattan iken “yılan gibi...” deyince +bürudetin pek ma’ruf bir timsali olan o mahluk derhal +gözümüzün önüne gelir; ta’rif edilmek istenilen şeyin yahud +şahsın halini bize olanca vuzuhuyle gösterir. +Ma’lumdur ki teşbihde müşebbeh müşebbehün-bih +vech-i şebeh bulunur; edat-ı teşbih olsa da olur olmasa da. +Hatta olmazsa teşbih daha beliğ düşer. +Mesela Hamid’in şu: +Duruyorken hareketsiz sessiz; +Yere inmiş göğe benzerdi deniz. +beyitinde deniz durgunluğuyla mailiğiyle gökyüzüne benzediliyor. +Bu teşbihde deniz müşebbeh gök müşebbehünbih; +reng ile rükudet de vech-i şebeh oluyor. Edat-ı teşbih +yoksa da onun yerine benzerdi fiili getirilmiş. +Kemal’in şu: +Geceyi görenler sanırlar: Guya +Kara kan dalgalı bir ulu derya; +Dağları taşları içine almış +Kabarmış kabarmış da dona kalmış! +tasviriyle Nedim’in bu: +Sinede bir lahza aram eyle gel canım gibi +Geçme ey ruh-ı revan ömr-i şitabanım gibi +matlaında “guya gibi” edat-ı teşbihleri var. Yine Hamid’in +Süfeha evliya geda mürted; +Para ma’bud bankalar ma’bed! +beyitinde edat-ı teşbihler takımıyle mahzuf. +Vech-i şebehin şiirde tasrihi icab etmez. Zaten tasrih olunmaz. +Çünkü bu suret daha beliğ olur. Yalnız müşebbeh +şeklinde yazılmıştır. +şeklinde yazılmıştır. +radaki münasebeti idrak herkesçe kolay olmazsa sözü vüzuhsuzluktan +muammalıktan kurtarmak için vech-i şebeh +yalnız şems-i asr deseydi şiir o kadar vazıh olmazdı. +Lakin bakınız vech-i şebehi ne güzel gösteriyor: +Az zaman içre çok iş etmişti +Sayesi olmuş idi alem-gir +Şems-i asr idi: Asırda şemsin +Zıllı memdud olur zamanı kasir. +Kezalik “Leyal senin kainatı muhit olan kemalindir” +cümlesinde gece ile kemal arasında bir teşbih yürüdülmüş +ki garibdir. Zira ister müşebbeh ister müşebbehün-bih suretinde +kederi matemi ifade eden ma’neviyat ile münasebeti anlaşılabilirse +de kemal ile gece arasında ne gibi mülayemet +tasavvur edildiği anlaşılamaz. Onun için vech-i şebehin +“ihata” olduğu tasrih edilmiştir. Edilmeseydi söz muakkad +olurdu. +Müşebbehün-bihin müşebbehden ekmel olması yani +vech-i şebeh dediğimiz sıfatta müşebbehe faik bulunması lazımdır. +Bazen mübalağa kasdıyla teşbihi aks ederler de müşebbehi +müşebbehün-bih müşebbehün-bihi müşebbeh yaparlar. +mali leyale benzetmek idi. +Şurası pek iyi hatırda olmalıdır ki: Müşebbeh müşebbehün-bihin +bütün evsafına iştirak etmek lazım gelmez. Mesela +bir adam şecaatinden dolayı arslana benzedilivermekle yine +o adamın arslandaki vahşet yırtıcılık gibi diğer vasıflara da +Bir de insan teşbihde her zaman serbest değildir. Bir dereceye +kadar adete munkad olmalıdır. Mesela bir Osmanlı +şairi hiçbir vakit memduhunu sadakati i’tibariyle köpeğe; +büyük büyük maniaları ıktiham ettiğinden dolayı dağ keçisine +benzetemez; merdüm-giriz bir adama ayı diyemez. Daha +garibi müteradif elfazdan birini kullanır da diğerini kullanamaz. +“Tosun gibisin” deyince koltukları kabaran bir adama +“öküz gibisin” deyin de bakın ne olur! Halbuki tosun da +öküz de aynı mahlukdur. +Ali bin Cehm isminde bir şair-i bedevi Abbasilerden elMütevekkil’in +huzuruna çıkarak bir şiir okumuş. Şair halifeyi +hukūku sıyanet seciyesinde köpeğe; akabat-ı siyaseti bi-perva +aşmak maharetinde dağ keçisine; icabında halim selim +olmak hassasında eşeğe; halkın kendisinden intifaı hususunda +büyük su kovalarına benzetmiş! El-Mütevekkil bedeviyi +çok takdir etmiş. Lakin yanındakiler bu şiir medih midir +kadih midir anlamamış. Halife onlara demiş ki: “Bu adam +bedevi olduğu için bir şey görmemiştir. Onun için tabiidir ki +teşbihatı hayalatı hep kendi muhitine göre olacaktır. Eğer +siz de alem-i bedaveti bilseydiniz teşbihlerdeki isabeti anlar +şiirin büyüklüğünü teslim ederdiniz.” +Hakīkat Ali bin Cehm bir sene kadar halifenin sarayında +kaldıktan sonra öyle rakīk öyle nezih eserler meydana getirmiş +ki Bağdad şairleri zavallıyı çekemeyerek hapsettirmişler. +Teşbihin güzelliğine çirkinliğine hükmedecek meleke +zevk-i selimdir. +Bazen bir nükte gözedilerek maddiyat ma’neviyata ma’neviyat +maddiyata teşbih edilir ki eslafdan Nedim bu gibi +Cam-ı lebiyle mest edip evvel edaların +Mestane sonra gönderir ağūşunu cana dek! +beyiti gibi sözleri Nedim Divanı ’nda pek mebzul görürüz. +Maksada girmezden mukaddem bu makaleyi yazmaklığıma +sebeb olan bir vak’ayı zikretmek ve bu suretle merci’i +aidinin nazar-ı dikkatini celb etmek istiyorum. +Şöyle ki: Şubat’ın sekizinci Çarşamba gecesi yatsı namazını +müteakıb Sarıgüzel Cami’-i Şerif’inde şeriatı makasıd-ı +şahsiyyesine alet etmek isteyenlerden bir vaiz ahaliye +nasihat etmek için kürsiye çıkar! Bu zavallı kürsi-i mualla-yı +şeriatte her şeyden evvel kendisi hiçbir fırkaya mensub olmayıp +ancak bir tercüman; ve fakat bir fırkanın değil belki +şer’-i şerifin tercümanı olduğunu evet her ne söylerse mütercim +vasıtasıyla şeriatın söylediğini cemaate anlatmaya çalışıyor. +Yalnız bununla da kalmıyor cemaati güzelce ikna’ ve +şeriat namına tefevvüh ettiği hezeyanları kabul ettirmek için +üç defa da yemin ediyor. Çünkü o anda –kendi kavlince– +şeriat mütercem vaiz mütercim samiin-i kiramın vicdanı da +hakim olduğu hakim ise mütercimden yemin taleb edeceği +cihetle vaiz “Vallahi billahi tallahi hiçbir fırkaya intisabım +olmayıp ancak şeriate tercümanlık edeceğim” demeye mecburiyet +hissediyordu. O zaman beni bir ye’s kapladı. Tefekkürat-ı +amikaya vardım. Ben bu saha-i tefekkürde cevelan +ederken ruhumdan gelen bir sada bana diyordu ki: Eyvah! +Bu mukaddes kelime yine birtakım efkar-ı mefsedet-karanenin; +saf pak her türlü levsiyyattan ari olan kalblere yerleşmesine +bütün damarlara kadar nüfuz etmesine alet edilmek +oynamaya çalışmasalar! Milyonlarca müslümanın en aşağı +tabakasından en yüksek tabakasına varıncaya kadar bilcümle +mukaddesatının fevkınde bir mevki’-i mualla-yı ihtiram +tutan bu mukaddes kelime ile bin üç yüz bu kadar zamandan +beri millet-i İslamiyyenin saadet ü selameti te’min +olunduğu gibi bir çok zamanlarda birtakım hainlerin a’mal-i +mel’anetkarane ve hevesat-ı şeytan-pesendanesini tervic +ve bu suretle pek çok ma’sum kanlarının heder olup gitmesine +alet ittihaz edilmiştir; bu sırada Emeviler Abbasiler +zamanlarında şeriat namına irtikab edilen fezayihi daha +sonra da iki sene mukaddemki Mart Vak’a-i faciasını hatırladım +müteyakkızane bir tavır ile vaiz efendinin şeriat namına söyleyeceği +kelamlara intizar ediyordum. Vaiz cemaate bu kadar +te’minat verdikten sonra +ayetini okur ve bit-tabi’ mütercimlik vazifesini ifaya +başlar! Fakat zavallı mütercim bu dakīkadan i’tibaren +maksadı unutuyor. Verdiği te’minattan gaflet ediyor. Binaenaleyh +el-yevm mevcud olan iki fırka-i siyasiyyeden birisini +fırka-i bagiyye olarak gösteriyor ve bit-tabi’ mukteza-yı ayet +o fırka ile mukatele etmeye cemaat-i İslamiyyeyi +zımnen teşvik ediyor şu halde “şeriat”in +diye men’ etmiş olduğu fitne-i azimeyi – Mart’dan mukaddem +yaptığı gibi– yine kendisi neşrediyordu. Daha sonra +vaiz birçok çamlar deviriyor bardaklar kırıyor. Memlekette +on beş fırka daha olsa nafi’ olacağını +hadis-i şerifi ile istidlale kadar varıyor. Bunun üzerine +kendisine i’tiraz edilerek hadisin ma’na-yı hakīkīsi –aşağıda +cevap vermeye kalkar! Fakat ne cevap verse beğenirsiniz? +Bu şeriat ! müterciminin o kürsi-i mualla-yı şeriatte +bir tavr-ı bi-edebane ile utanmadan ağzına sebb ü şetmi +müş’ir öyle bir kelime aldı ki bütün cemaat nazarında bir +külhan beyi olduğunu isbat etti. +tur vaiz-i ma’hud orada gerek cemaatten ve gerek bizden +cevab-ı layıkını aldı. Şimdi de o gece istemiş olduğu kitabın +! cevabını alsın da bir daha şeriat-i mukaddeseyi makasıd-ı +şahsiyyesine alet etme[me]ği öğrensin! Ancak bizim +diyeceğimiz bir şey varsa o da Meşihat bu gibi şeyleri nazar-ı +dikkate alsın! Bu gibi eşhasa vazifesini bildirsin. Şeriat +başka fırka kavgası yine başka bir şey olduğunu anlatsın! +Şeriat her şeyden mukaddesdir. Biz müslümanlar şeriat namına +her ne duysak kabul etmeye kalkarız. Binaenaleyh onunla +oynamak kat’iyyen doğru değildir. Bilahare tevellüd +edeceği mazarrat azimdir.. +Kudret-i fatıra din-i mübin-i İslamı edyan-ı semaviyyenin +nihayeti olmak üzere göndermiştir. Evet Hazret-i Muhammed +sav hatemü’n-nebiyyin olduğu için bit-tabi’ onun +dini kıyamete kadar bakī olacaktır. Çünkü kıyamete kadar +milyonlarca sene geçse yine Din-i İslam o zamanlarda gelecek +olan insanların mesalihini tesviyeye ihtiyacat-ı zaruriyye-i +milliyyelerini te’mine kafidir. Vaz’ etmiş olduğu kavaid-i +esasiyye onların saadet ve selametini te’min eder. İşte +bunun için bu dinin kıyamete kadar bekasını Cenab-ı Hak +Bir dinin bekası ise o dine mensub bil-cümle akvamın +müttehidü’l-efkar olarak ber-mukteza-yı emr-i İlahi ahkam-ı +diniyyeye temessük ve bu cihetle dinin terakkī ve tealisine +Acluni kelimesi olmaks +çalışmak kıyamete kadar muhafazası esbabına tevessül etmekle +olur. İşte bunun için insanların daima müttehid müttefik +bir halde adeta bir bina-yı metin gibi bulunmaları ve +hiçbir vakit ittihad ve ittifaklarını zir ü zeber edecek nifak u +şikak buğz u adavet gibi harekat-ı gayr-ı meşruada bulunmayıp +birbirlerine zahir olarak dini muhafazaya çalışmaları +da evamir-i İlahiyye cümlesinden bulunmuş ve halbuki her +birisinin adat ve lisanı başka olan birçok akvamdan terekküb +eden erbab-ı dinin hem-fikir olarak ittihad etmelerini +dai zaruri bir şey olmadıkça kolaycacık birleşmeyecekleri ve +bu suretle daima ayrı ayrı emeller ta’kīb ederek herkes hak +batıl kendi efkar-ı mahsusasını tervic için lazım gelen esbaba +tevessül edeceği bu ise insanlar beyninde nizaı kavgayı +müeddi olarak neticede revabıt-ı diniyyeye za’f tari olup bütün +müslümanların mahvına sebeb olacağı vareste-i izahdır. +mın kütle-i vahide halinde daima bir kardeş gibi olmalarının +lüzumuna dair pek çok zaruri sebebler gösteriyor: Bilumum +ayet-i kerimesiyle haber veriyor. +– Mü’minler ancak kardeştir– Nass-ı celili ile +müslümanların ancak bir kardeş olduğunu binaenaleyh +yekdiğerine karşı alacakları vaz’iyeti izah ediyor. +Hadis-i şerifi de +mü’minlerin bir bina-yı marsus gibi olup yaşamak için mutlaka +birbirine merbut bulunmaları lazım geldiğini tasrih ediyor. +Bir binanın bekası onu teşkil eden kerpiçlerin daima +birbirine zahir olmasıyladır. Eğer aradan birkaç tanesi çıkacak +olursa bina mahv olur. Milletler de böyledir. Hülasa bir +milletin yaşaması dünyevi uhrevi nail-i saadet olması için +hareket eden milletler daima vadi-i inkıraza yürümüşler ve +bundan sonra da öyle olacaktır. Bu bir kanun-ı İlahidir ki +asla şübhe kabul etmez. Bunda şübhe etmek vahdaniyet-i +ve ihtilafın mazarratı hakkındaki evamir-i şer’iyye ve emsal-i +tarihiyyeyi ta’dad edecek olursak cildler dolusu kitap yazmak +lazım geleceği cihetle biz burada birkaç danesini zikr ile +kelimesi olarak yazılmıştır. +yor ki ittihad ü ittifak bir milletin hayatıdır. İttihad ü ittifaktan +ayrılan milletlerin kuvveti gider düşmanları olan şeytanlar +onları birer birer lokma edip yutarlar. +Yine delalet ediyor ki Din-i İslam’da ihtilaf ve tefrikanın +yeri yoktur. Allah ve Resulü ihtilaf ve tefrika çıkaranlardan +beridir. Bununla beraber insanlarda fıtraten merkuz olan +fehm idrak ve sair umurda edecekleri ihtilaflardan kurtulmak +aralarında zuhuru muhtemel olan fitne ve fesadı niza’ +ve ihtilafları uzamadan def’ etmek için de ne gibi esbaba +tevessül olunmak lazım geleceğini Kur’an sarahaten haber +veriyor: +Hak insanlar arasındaki revabıt-ı ittihadı bozacak millet +arasına nifak u şikak tohumları serpecek ve bu suretle milletin +üzerine bir bela-yı umuminin gelmesine sebeb olacak +olan harekat-ı nifak-cuyanenin kaffesinden de şiddetle nehy +buyurmuştur. +Müfessirin-i izamın beyanına göre bela-yı umuminin vüruduna +sebeb olan fitneden birisi de millet arasına tefrika +düşürecek milletin hissiyat-ı diniyyesini rencide edecek ve +şeklinde yazılmıştır. +bu suretle milleti galeyana getirerek maazallah bir ihtilale +badi olacak birtakım kelimat-ı mefsedet-karanedir. Zamanımızda +da milleti yekdiğerinden ayırmak maksadıyla müfsidler +tarafından icad edilen ve hiç de aslı olmayan o kadar +eracif var ki biz onları ağzımıza bile almak istemeyiz! +nımıza gelinceye kadar– bütün hükumetleri inkısama uğratan +vahdetini bozan şevketini gaib eden amillerden en birincisi +o milletin arasında tahaddüs eden tefrika belasıdır. +Onun için Cenab-ı Hak gerek tefrika ve gerek tefrikaya sebeb +olacak şeylerden şiddetle nehy buyurmuş müslümanlar +eyledikleri için dünyanın her tarafını tutmuşlar koca bir +alemi saye-i himayelerine almışlar iken bugün acınacak bir +haldeki durgunluk acaba neden ileri gelmiştir? +Bila-perva diyebilirim ki evvelce aralarında hükümferma +olan ittihad ü ittifakın pek çok devam edemeyerek +nifak u şikaka tebeddül etmesinden ileri gelmiştir! +Evet! Müslümanlar üzerinde hakim olan her birisinin +maksadı her birinin gaye-i hareketi başka başka olan birtakım +haris-ı cah reislerin sultanların ihtirasat-ı şahsiyyelerini +te’min etmek için meydana çıkardıkları mezhebler meşrebler +yüzünden bu hale gelmişlerdir. +Müslümanlar ile kitab sünnet icma’ arasında perde-i +hicab çeken bu sefihlerin ihtirasatı müslümanları fırka fırka +ayırmaya sebeb oldu. Kimi şia kimi harici birisi bilmem +ne… Hasılı her birisi bir sultana tabi’ olarak öbür tarafda +binlerce cemaat-i müslimin ile muharebe ederek her birisi +kendini haklı diğerini haksız göstermek için şeriat namına irtikab +etmedik mezalim bırakmıyordu. İşin en ziyade teessüf +edilecek ciheti ise “din” namına açılan bu muharebeler +“din”den ziyade perde-i şeriat ile gizlenmek istenilen ve her +birisinin kendi nokta-i nazarı olan makasıd-ı siyasiyye için +oluyordu. Fakat ne çare ki din alet ediliyordu. Bu nifak u +şikak o kadar devam etti o derecelere geldi ki sanki millet-i +Hazret-i Ali ve Muaviye zamanından i’tibaren zuhur eden +bu muharebat bu münazaat-ı dahiliyye gittikce tevessü’ +ediyor tevessü’ ettikce alevleniyor alevlendikçe şiddetini +artırıyor. Bu suretle Emeviyye Abbasiyye muharebeleri +meydan alıyor. Binaenaleyh alem-i İslamın kuvvetine za’f +oluyor. Bir tarafdan ahad diğer tarafdan ümera birbirleriyle +kavga ederken ecanibin dest-i taarruzunu uzatmasından +kimsenin haberi bile olmuyor memleket elden gidiyor.?!! +Endülüs tarih-i feciini okuyanlara Endülüs ne gibi muharebat-ı +dahiliyyenin kurbanı olduğu elbette hafi değildir. +Buradaki milyonlarca müslümanı mahv eden nihayet o +büyük hükumat-ı İslamiyyenin yerine İspanyol vahşilerini +yerleştiren hangi esbabdır? Hind’deki saltanat-ı İslamiyyeyi +kökünden yıkan o enkaz üzerine İngilizlere bina-yı hükumet +kurduran nedir? Daha sonra Buhara Semerkand Fas +şeklinde yazılmıştır. +Cezayir Tunus Kırım Kazan Taşkend Rumeli-i Şarki +Bosna ve Hersek…! gibi ecza-yı memalik-i İslamiyye ne gibi +sebeblerin uğrunda lokma lokma edilerek her birisi bir devletin +taht-ı tahakkümüne girmiştir? Bu suallerin cevabı herkesce +ma’lum değil midir? Evet bunun cevabı millet-i İslamiyye +arasına saçılan ve bin-netice kütle-i muazzama-i İslamiyyeyi +birbirinden ayıran tefrika ve nifak tohumlarıdır! +Bugün ecanibin dest-i tazallümü ile ezilen memalik-i +hevesat-ı şeytaniyyelerine baziçe oldu. Nazarlarında menafi’-i +hasiselerinden başka hiçbir şey makbul olmayan o sefihlerin +bir sürü batıl emelleri koca bir alem-i İslamı parça +parça edip za’f u meskenet uçurumlarına doğru sürüklemeye +sebeb oldu. Biz ise bu ihtilaflardan hala bıkıp usanmamış +gibi ittihad ve ittifakı bırakıyoruz da ihtilafa teşvik +ediyoruz. Zehi cesaret! Gerek din ve gerek dünya hususunda +millet-i İslamiyyenin hem-dest-i vifak olarak çalışmaları +lüzumunu tavsiye edecek yerde kürsi-i şeriate çıkıp da ihtilaf! +Memlekette on beş fırka olsun hayat ü memat mes’elesinde +bile –mahza bizim dediğimiz olacak diye– boğaz boğaza gelsinler +sonra bunların ihtilafı yüzünden memleket +mahv olsun öyle mi? +Acaba bu kadar ayat-ı Kur’an iyye ve ehadis-i Nebeviyye +ve emsal-i tarihiyye meydanda iken +hadis-i şerifinin mevkii ne derece kalır? Ve bu ma’naya +delalet eder mi? Şimdi burasını tedkīk edelim: Evvela +birçok eimme tarafından bu hadisin aslı olmadığı dermiyan +edilmiştir. Hadis-i şerifin aslı olduğuna kail olanlar arasında +da bir ittifak-ı tam yoktur: Kimisi bila-sened tahric olunmuştur +der kimisi senedi var der kimisi ümmetten murad +sahabedir der. Ancak bir şeyde ittifak olunuyor ki o da buradaki +dir. Belki hiref ve sanayi’de ulum ve maarifde ihtilaf etmek +yani bir milleti teşkil eden efradın her birisi şuabat-ı ulum u +sınayi’den bir şu’beye süluk etmek ve bu suretle yekdiğerinin +müctedihin-i kiramın ihtilaf etmesi ayn-ı rahmettir. İşte hadisin +sıhhati senedinin reyb-i ıztırabdan hali olduğu teslim +edildiği takdirde ma’nası budur. Nasıl ki Mevakıf ’da Kadi +Adud hazretleri bu ma’nayı pek açık bir surette beyan etmiştir. +Bu hadisin ma’nası böyle olduğunu kitap ile isbat etmemizi +taleb eden vaize karşı işte kitab! +Hakīkat-i hal bu suretle izah edilerek bu hadisin de ma’nası +anlaşıldıktan sonra hatime-i kelam olmak üzere tekrar +ederiz ki vaiz olacak kimseler çok; ve doğru düşünsünler! +Bilir bilmez bu gibi şeyleri ortaya atarak milleti hufre-i inkıraza +sürükleyeceklerine milletler üzerinde cari olan kavanin-i +milletin ma bihi’l-hayatı ittihad ü ittifak sayesinde olduğunu +bildirsinler! Yoksa milleti irşad edeceğiz derken bilmeyerek +mersiye-i inkırazını okumasınlar! +Acluni kelimesi olmaks +laşılıyor ki bir millet arasına tefrika düşürmek o milleti mahv +etmek demektir. Biz her ne zaman ittihad ü ittifak ederek +çalışmış isek bütün dünyayı hayretlere düşüren u’cubeler +göstermişiz. Fakat her ne zaman ki aramıza tefrika düşmüş +o zamandan i’tibaren ecanibin ağzına atılmışız. Onun için +daima ittihad her vakit ittifak esbab-ı tefrikadan şiddetle +mücanebet etmeliyiz. El-Hadi hüvallah. +Muhterem! Biz Tenkīd-i Muhikk’da Mösyö Ernest Hegel +gibi maddiyyundan olan bir zata ve peyrevlerine karşı cevap +tahririnde bulunmuş idik. Bu adamların tetebbuat-ı fenniyyeleri +bütün bütüne doğru değilse de bütün bütüne eğri +de değildir. Hatta diyebiliriz ki fikir ve i’tikadımızı ma’neviyetten +tecrid ederek sırf maddiyetle meşgūl edersek hiç de +eğrilik yoktur. Şu kadar var ki: Bu asrın zekasına karşı tevhide +yahud ta’bir-i aharla vahdet-i vücuda yol bulmak ihtimali +yoktur. Mutlaka ma’neviyeti kabul etmek mecburiyetindeyiz. +Çünkü silsile-i vücudu şu meşhudumuz yani mahsusümüz +olan alemden ibaret olarak kabul edersek asıl ma’neviyette +ferdiyeti tecavüz etmeyen hakīkatin alem-i mahsusümüzdeki +safahatını tevhid için tabii Darwin’in mesleğini +kail olanların yani ma’neviyete yol bulanların nazarında bu +meslek her ne kadar zahir i’tibariyle doğruluğunu teslim +etseler bile batın i’tibariyle doğru olmadığı meydandadır. +Hakīkati inkar etmek güneşi inkar etmek gibidir. Tenkīd-i +Muhikk’ın maksadı evvela bu adamlara ma’neviyeti kabul +ettirmek için yine fen dairesinde tenvirdir. Bir kere hüner +bunlara ma’neviyeti kabulde fikir ve i’tikadlarını muztar etmektir. +Tabiidir ki: Fikir ve i’tikadları ma’neviyeti kabulde +terir. O vakit vahdet-i vücuda tevhide yol bulmuş olurlar. +Şimdi şu makalemizde biz bize pek muhtasar olarak bir +nebzecik hasbihal edelim! +Evvela hakīkate doğru yol bulabilmek için ehl-i tasavvufun +“vahdet-i vücud” mesleğini kabul etmek mecburiyetindeyiz. +kelimesinden müsta’rebdir. Felsefe demekle tasavvuf ve +hikmet demek bu hususda müteradif gibidir. +Felsefe yahud hikmet ve tasavvufun üç mertebesi vardır. +Bir mertebesi maddiyatın ma’neviyata yani mahsusatin +akliyyata münkalib olduğu hadd-i fasıla kadar olan kısm-ı +maddisidir. Zamanımızda buna hikmet-i tabiiyye ve kimya +deniyor. Bir mertebesi de “ma fevka’t-tabiiyyat” da denilen +ma’neviyattır ki: Havsala-i aklın kifayet edebildiği makam-ı +rububiyyete kadar olan kısmıdır. Diğer bir mertebesi de makam-ı +rububiyyetten yukarı kalbin huzurundadır ki: Kalb +şems-i hakīkate karşı burada müstehlek ve fanidir. +Asrımızın zeka-yı mutlakı karşısında felsefeyi iki kısım +demekten başka çare yoktur. +Kısm-ı evvel; hikmet-i tabiiyye kısm-ı sani hikmet-i hakīkiyyedir. +Hikmet-i tabiiyye maddiyatı hikmet-i hakīkiyye +makam-ı rububiyyete kadar ma’neviyatı cami’dir. Tasavvuf +mazmun-ı münifi tasavvufa +mazmun-ı münifi de hikmet-i hakīkiyyeye işaret eder. +akliyatımızdaki ma’neviyatın kaffe-i safahatı +ayet-i kerimesindeki “emr”in tezahüratından +başka bir şey değildir. “Emr” ise ister halk ma’nasına +fiil olsun isterse cevher-i eltaf-ı basit ma’nasına olsun +makam-ı zattan makam-ı rububiyyete tenezzül eden bir +sıfattır. +Akīde-i İslamiyyenin tenzih ve takdisi makam-ı +zata aiddir ki: +mazmun-ı +münifi bu mertebedir. +Şu halde Tenkīd-i Muhikk’ın maksadı maddiyyunu hikmet-i +tabiiyyeden yukarı hikmet-i hakīkiyyeye doğru irtikaya +müteveccihdir. +Ruh bir cevher-i basit-i eltafdır. Temessül ve nihayet teşebbuh +etmek kabiliyetindedir. “Temessül” hikmet-i hakīkiyyeye +“teşebbuh” hikmet-i tabiiyyeye aid ruhun tenezzülüdür. +Ruh makam-ı temessülde cins-i melaik ve hissiyata meratibini +da da cins-i hayvan ve nebat ve ma’deniyatı seyr ede ede +kaffe-i mümkinatı ihtiva etmiş olarak insan suretinde tekamül +ve ıstıfa etmiştir. İlim ve ma’lumat denilmek şanından +olan ruhun vücud-ı esnafı suretindeki kaffe-i safahat ve tezahüratı +nefsinde cem’ eden insan elbette seyr ederek iktisa +ve iktisab ettiği meratibin kaffesi meşhudu olduğu içindir ki +nass-ı celili ile tekrim makamına kaim +olmuştur. Olmuştur da +nassıyla +da ehl-i semavata hakkın secdegahı +nassıyla da ehl-i arza hakkın hilafetpenahı +olmuştur. Binaenaleyh insanın hakīkati şahs-ı müteayyini +gibidir. mazmun-ı münifi budur. +Ruh isti’dad-ı kamili olan mahiyet-i insana göre mezkur +makam-ı temessüldeki heyulasına nefs-i natıka ve makamı +teşebbuhdaki şahsına insan ıtlak olunur. +Şu kadarcık tafsilatımızdan anlaşıldı ki: Maddiyatta kürei +arzımızla kaffe-i ecram-ı feza ve ma’neviyatta tabakat-ı +ervah kaffesi o eltaf-ı basit olan emr-i Rabbani ki ruhdur o +ruhun tekamül ve ıstıfa tarikıyla meşime-i ma’neviyyette +zaman u mekana mülabis olmayarak ve saha-i maddiyyette +şeklinde yazılmıştır. +ahyan ve duhura ve mekana mülabis olarak birtakım safahat-ı +ma’neviyye ve maddiyyesinden başka bir şey değildir. +Tekrar anlaşıldı ki: Silsile-i mevcudatın menbaı ruh olduğu +halde istihalat-ı erbaaya tebean teselsül-i inkıtai suretinde +ma’deniyat nebatat hayvanat ve bunların cinsleri +tahtında enva’ ve efradda seyr ederek akıbet son isti’dad ve +kabiliyeti olan insan sıfatını haiz olmuştur. Teselsül-i inkıtai +–ma’neviyette ruh müteselsil safahatını maddiyette münferid +göstermesi demektir. +Tekrar anlaşıldı ki: +mantuk-ı celili üzere kudret-i Feyyaz-ı mutlak müstemirran +kemalatını tekamül ve ıstıfaya ma’ruz olan safahatı +ruhda tecelli ettiriyor. +Azizim! İşte şu suretle yani tefekkür-i tekevvüni suretiyle +tertib-i kainat Cenab-ı Mürettib-i hakīkatin inayet-i İlahiyyesi +olan şu suret-i tabiiyyede imkan-pezir olmuştur. Kafidir +sanırım. Tenkīd-i Muhikk’ımızda bildirildiği üzere yakında +neşrine muvaffak olacağımız Tahallakū… nam kitabımızla +tahrir ve neşrine muvaffak olacağımız Vahdet-i Vücud kitabında +tafsilatı görülecektir. +Hakimiyet-i milliyye i’tibariyle bilumum efrad-ı zükur-ı +Osmaniyye ya meb’us ya müntehib-i sani ya müntehib-i +evvel olabilirler. +Bu üç sınıfın her birinin evsafı vardır. Vezaifi vardır. +Meb’usların yalnız evsafından bahsedeceğiz. Çünkü vezaifi +Kanun-ı Esasi’de musarrahdır. +Müntehib-i sanilerin hem evsafından hem vezaifinden +bahseyleyeceğiz. Çünkü bunların evsaf ve vezaifi hakkında +sarahat-i kafiyye-i kanuniyye yoktur. +Müntehib-i evvellerin ise yalnız vezaifini beyan edeceğiz. +Çünkü pek cüz’i birkaç nevi’ müstesnalarından maada zükur +ve reşid Osmanlıların kaffesi müntehib-i evveldir. O +müstesnalar dahi kanunda muharrerdir. +Meb’usluğa aid evsaf üç nevi’dir: Evsaf-ı kanuniyye evsaf-ı +Evsaf-ı kanuniyye Kanun-ı Esasi’de ve İntihab Kanunnamesi’nde +musarrah olduğu cihetle o evsafdan bahsetmeyeceğiz. +Evsaf-ı ilmiyye şunlardır: +olmalıdır. Çünkü başlıca vazifeleri tanzim veya ıslah-ı kavanindir. +Bunlara başlıca me’haz ise ilm-i celil-i fıkh olmalıdır. +Bu kavaid-i fıkhiyyenin me’haz-ı kavanin olması Kanun-ı +Esasi’mizde dahi kabul edilmiş bir haktır. +olmalıdır. Ta ki bunlardan muhtac-ı tebdil ü ta’dil olanlarını +ve mukaddema tebdil ü ta’dil olunanlarından ne gibi faide +veya zarar tevellüd etmiş olduğunu muhakeme ve tedkīk +edebilsin +bilir olmalıdır. Ta ki bunlardan zaid veya noksan olanlarını +datın menabi’-i tabiiyye ve vaz’iyyelerini ve tekalif-i mevcudenin +hin-i vaz’larında usul-i şer’-i İslam’dan ve düvel-i mütemeddinenin +bu babda istiane ettikleri kavanin ve kavaid-i +vakit ve ne gibi bir mecburiyet-i fevkalade ile vaz’ ve tarh +edildiklerini kanuni ve tarihi bir ilim ile bilmeli. +veya tercümelerini görüp anlamış olmak suretiyle vakıf +olmalıdır. Çünkü onların idare-i mülkte daha ziyade +tecrübe ve maharetleri olduğu müsellem olduğundan onları +bir kere görerek tanzim-ı kavanin ve teşkil-i şuabat-ı devair +hakkında tevsi’-i fikr etmek lazım ve maa-mafih tanzim-ı kavaninde +bizim kavanin-i ecnebiyyeden istinbatımız olsa olsa +ancak teşkilat ve tanzimat-ı mülkiyye ve askeriyyede olabilip +kavanin-i medeniyye ve adliyyede bizim kavaid ve zavabıt-ı +fıkhiyyemizin kaffe-i hadisat ve mümkinat-ı alemi ihtiva edecek +derecede vasi’ ve metin olduğu müsellemdir. +mutlakıyet cumhuriyet ve saire gibi her tarz-ı idarenin ve +bunların her birindeki tefasil-i nazariyyenin her devletteki +an’anatını ve Sadr-ı İslam’daki suret-i idare ile cihet-i mutabakat +ve muhalefetini ve her tarz-ı idarenin her yerdeki tecrübeleriyle +netayic ü fevaidini alim olmalıdır. +ecanibi mücmelen olsun bilmeli. Çünkü vaktiyle tecrübeten +faide ve mazarratı tahakkuk etmiş olan umurun tekrar tatbik +ve icrası gibi re’yinde kör körüne ısrar edip durmasın. +rakkıyat-ı veleh-fersasını icmalen olsun bilmeli ve bizim ne +kadar geri kalmış olduğumuzu ne kadar gayret ve ciddiyet +mükemmelen haiz olmalıdır. Harita-i memalik zihninde o +derece tafsilatıyla menkūş bulunmalı ki sahraları vadileri +dağları nehirleri ormanları ma’denleri gibi teşekkülat-ı tabiiyyesini +ve vilayat ve elviyesi ve kaza ve kasabatı gibi teşekkülat-ı +mülkiyyesini ve mekatib ve medaris me’abid telgraf +ve telefonlar şimendüferler tramvaylar şoseler fabrikalar +daru’s-sınaalar ve saireleri gibi el-yevm mevcud müessesat-ı +sahra ve çöllerin irva ve iskası ormanların teksir ü tevsii ve +ma’denlerin küşadı gibi esbab-ı servet ü ma’muriyyetin vesailine +maniyyede sakin bilumum akvam ü milel ve anasırın an’anat-ı +tarihiyyelerini ve edyan ve ahlak ve adetlerini pek +güzel bilmiş ve binaenaleyh vaz’ edeceği kavanin-i idare ve +levazım-ı i’mariyyeyi ve tarh edeceği tekalif ve saireyi ve +bunların ne suretle kabil-i icra olup olmadığını iyi takdir etmiş +olsun. +lik-i Osmaniyyenin Anadolu ve Arabistan içerilerinde bulunmuş +ve gezmiş ve bilhassa köylülerimiz ve urbanımızın hal-i +sefalet-i pür-melaline re’ye’l-ayn dahi vakıf olmuş olmak +lazımdır ki kezalik tanzim-i kavanin ve tarh-ı tekalifde ekseriyeti +teşkil eden o biçarelerin halini dahi medar-ı tatbik tuta +ve hangi kıt’a ahalisinin ne gibi asar-ı terakkīyi kabule isti’dadı +olduğunu bile. +maniyyeye berren ve bahren mücavir bulunan devletler +memalikinin tabii siyasi mülki iktisadi coğrafyasına da vakıf +olmalı ki onlarla bizimkileri mukayeseye muktedir olsun. +Avrupa bilad-ı mütemeddinesini de görmüş ve onların +terakkıyat-ı maddiyye ve fenniyyelerini re’ye’l-ayn anlamış +olmalıdır ki memalik-i Osmaniyyenin onlara nisbetle nasıl +bir harabe-zar kaldığını bir kat daha takdir ve ona göre tedbir-i +varih-i sabıka ve ahval-i hazıralarına ve memleketlerinin münasebat-ı +coğrafi ve tabiisine vakıf olmalıdır. Ta ki makam-ı +celil-i Hilafet’e olan merbutiyet-i ma’neviyyelerinin derece-i +kuvvet ve ehemmiyetini ta’yin ve ona göre makam-ı Hilafet’in +siyaset-i hariciyyesi i’tibariyle da azm ü şanını takdir +etsin. +yana bahşedilmiş imtiyazatın mahiyet-i tarihiyye ve hukūkiyyesini +ve Devlet-i Osmaniyye’nin Din-i İslam ile olan münasebat +ve revabıt-ı tarihiyye ve haliyyesini bilmeli. +rinde ne dereceye kadar ve düvel-i mezkure ile Devlet-i Osmaniyye +ve hükumat-ı şarkıyye aralarında ne mertebe icra +ve tatbik edilmekte olduğuna şevahid-i tarihiyyesiyle beraber +vakıf edilmeli. +dıkları kapitülasyonların mahiyat-ı tarihiyye ve hukūkiyyesini +ve vesail-i ilgaiyyesini bilmeli. +nasebat-ı mevcudesini ve o münasebatın halen ve atiyen bize +olan teallukunu takriben olsun takdir edebilmeli. +şimdiden me’mul bulunmuş olan bilumum siyasi cem’iyetlerin +fırkaların komitelerin hakīkī programlarını ve gaye-i +emellerini bilir olmalı ki onların faaliyat-ı daime ile ve her +vesile ve her kisve ile tatbik edecekleri rolleri teferrüs ede ve +meşrutiyet ve cihet-i vahdet-i Osmaniyyeye musıl olacak fiil +ve hareketlerini teshil ve muhill-i vahdet gayelere götürecek +olan planlara birer hail-i kanuni ittihaz eyleye. +niyyede zeka ve deha’-i siyasi ile teşehhür etmiş olan ricalin +tercüme-i hal ve sergüzeşt-i hayatlarını ve nazariyat-ı fikriyyelerini +ala-kadri’l-imkan tahkīk ile kesb-i ıttıla’ etmiş olmalı +ki hey’et-i vükelaya beyan-ı i’timad edip etmemekte tereddüd +etmesin. Beyan-ı i’timad edilmediği halde onlardan daha +nafi’ yedlere verilip verilmeyeceğini takdir ile ne zevat-ı +ma’dudeye ale’l-amya i’timad ve ne de kabineyi dama taşı +gibi kaldırıp indirmek suretiyle sine-i vatana yaralar küşad +etmemiş olsun. +beraber fıkıh ve kavanin ve siyasiyat gibi ulum-ı hukūkiyyeden +maada hiçbir ilim ve fenne ihtisas-ı tammı da olmamalıdır. +Çünkü meb’us olacak zat vatan içinde ilmi ictimai zirai +sınai harbi mülki askeri siyasi binlerce nev’ ilel ve +fünundan biriyle tahassus eden zatın o ilim ve fennin +kavaid ve nazariyatında temerküz etmiş olan kuva-yı fikriyyesi +vatanın o muhtelifü’l-mahiyat ilel ve ihtiyacatı üzerine +dağılarak onları hakkıyla idrak edebilmesi müşkil ve nadirü’l-vücud +dühata mahsus bir mazhariyet-i fevkaladedir. +Mesela: İlm-i hey’et mütehassıslarından bir zatın senelerce +ecram-ı bi-nihaye-i semaviyye fezasında tayeran edip +duran kuva-yı fikriyyesini vatanın muhtac-ı vaz’ u ta’dil olan +bir kanun-ı mahsus sahaifi üzerinde toplamak ve kezalik tabakatü’l-arz +mütehassıslarından bir zatın ka’r-ı na-yab-ı +arzine kalmış olan melekat-ı fikriyyesine yeryüzündeki ufacık +bir kütle-i kavmiyyenin ihtiyacat-ı hayatiyye ve ictimaiyyesini +düşündürmek müşkildir. +hassısları da böyle olmak gerektır. Hem de bu gibi mütehassısini +vatan otuz kırk senede o ilim ve fen için yetiştirmiş olduğu +halde onları o [i]htisaslarından meb’usluk alemine irca’ +ya hizmet-i ameliyyesinden alıkoymak vatana bir hizmet olmamak +gerektır. +hassa samiasında za’f lisanında rekaket olursa ne cereyan +eden müzakeratı tamamen tefehhüm ve ne de meramını +hakkıyla ifade ve tefhim edemez. +rübesi tekemmül etmiş ve fevkalade müsinn olsa da kuva-yı +fikriyye ve bedeniyyesine za’f tari olmamış ve bir illet dolayısıyla +kuvvet-i cismiyyesi faaliyet-i fikriyyeye mukavemet +edemeyecek derecede duçar-ı nehafet bulunmamış olmalıdır. +Ta ki bu za’fların hiç biri fikren ve bedenen mesai-i +mütemadiyyeye mani’ olmasın. +tiyanlığının ne derecelerde matmah-ı nazarı olduğunu ve +Devlet-i Osmaniyye’nin hal-i za’fına karşı düvel-i mütecavirenin +derece-i kuvvet ü haşmetlerini ve fünun u sanayi’de +ahlak-ı ictimaide milletimizin ne derekelere tenezzül ettiğini +ve bu ahval Osmanlılığın ve dolayısıyla İslamiyet’in ne mühlik +bir adüvv-i hayat ve mevcudiyeti olduğunu iyi takdir etmiş +ve bu yüzden her gün yüreğine hun-ı teessür akıtmış +olmalıdır ki deruhde ettiği vazifenin cihan kadar kıymet ve +ehemmiyeti olduğunu bilsin. +sonra bil-fi’l kitabet ve hitabette de iktidar ve rüsuh-ı kamil +sahibi olmalıdır. +şeklinde yazılmıştır. +Ne kadar ihata-i ilmiyyesi olur ise olsun ma’lumat ve +müstahzarat-ı fikriyyesini tasvir edecek kaleme takrir edecek +lisana malik değil ise onun o fezail-i ilmiyyesinden ne +Halbuki meb’us olacak zat en dakīk felsefe-i hukūkiyyeyi +en vazıh bir ibare ile tahrir ve en amik mes’ele-i siyasiyyeyi +en ruşen bir talakat ile takrir etmek gerektir. +Halbuki meb’us olacak zatın safha-i levayih üzerindeki +sünuhat-ı kalemiyyesi otuz milyonluk bir millet-i muazzamaya +kürsisindeki hutabat ve beyanat-ı şifahiyyesi yine o millet +Açık söyleyelim meb’us olacak kimse ya doğrudan doğruya +kanun yazacak veya vükeladan biri tarafından takdim +olunan kanun layihasını tashih edecektir. Meclis-i Meb’usan’da +serbest sözler söyleyecek ve o söyledikleri sözlerden +kanunlar yapılacaktır. +* * * +Meb’us olacak zatın evsaf-ı ameliyye ve ahlakıyyesi şunlardır: +her insan vicdan tarih namus efkar-ı umumiyye muvacehelerinde +mes’ul ve bu mes’uliyetlerde müsavi olduğu gibi +bir din-i semavi ile mu’tekid ve amil olan zat bu mes’uliyetlerden +fazla olarak bir de azab-ı kabr sual ve hesab ve +mizan ve nihayet nar-ı cehennem gibi terhibat-ı uhreviyyeye +de mu’tekıd olduğu cihetle kendisini tarik-ı istikametten +Mes’uliyet tezauf ve ilelebed temadi ediyor. Saniyen böyle +bir i’tikad ile ma’neviyata merbut olmayan kimse menfaat-i +şahsiyyesini mucib ve menafi’-i ammeyi muhrib olabilecek +bir kasd ve azmini ketm ü ihfa ile lede’l-hace bir kisve-i hak +olan zat bu gibi bir kasdını kalbinde bile tutmaktan ve neşv +ü nema buldurmaktan ve hele her ne suretle olur ise olsun +mü’ş-şanın serair-i kuluba da vakıf olacağını cezmen ve +Salisen; mütedeyyin olan zatın vatana olan muhabbet +ve merbutiyeti mütedeyyin olmayandan kat kat ziyadedir. +Mütedeyyin olmayan bir zatta vatanın ecnebi bir devlet +eline geçmesinden dolayı din ziyaı korkusu olmaz. O ecnebi +bir millet ile de hüsn-amiziş edebilir. Ale’l-husus o millet-i +ecnebiyyenin lisanını da bilirse hiç mahzur görmez. Ama +mütedeyyin olan mesela bir müslüman vatan-ı Osmaninin +el-iyazü billah ecnebi bir devlet eline geçmesiyle canından +daha aziz bildiği dini de rahne-dar olacağını ve bilahare bu +yüzden terk-i dar u diyar ile hicret gibi en müşkil bir meşakkate +de mecbur kalacağını düşünür. Ve vatan-ı Osmaninin +tamamiyet ve i’lasına bu sebebden dolayı daha ziyade çalışır. +Mesela bir Ermeni de vatan-ı Osmaninin parçalanması +ve Rusya gibi bir devlet eline geçmesi halinde Ermeniliğin +az zaman içinde Ortadoksluğa tahavvül edeceğini düşünür +ve binaenaleyh Ermeni dahi Osmanlılık sıfatının adem-i +zevali yolunda fedakarlık eder. Ama hiçbir din ile mütedeyyin +olmayan bir Osmanlıda Osmanlılığıyla kuvvet-i merbutiyyetinin +vechini pek takdir edemem. +unsur taassub ve gayretlerine mağlub olmamalıdır. Memalik-i +Osmaniyyede ancak mensub olduğu din ile Osmanlılığı +tanımalıdır. Din-i İslam ile mütedeyyin olan her kavmi +mezc ile kavm-i vahid bildiği gibi memalik-i Osmaniyyede +sakin her ırk ve unsuru mezc ile cümlesini Osmanlı bilmelidir. +Yoksa cinsiyet ve kavmiyet –nasyonalist– taassub ve +gayretine mağlub olan zat cism-i Osmaninin inhilal ve infisahına +sebeb olabilir. +memalik-i Osmaniyyede intişar etmemiş olan mesalik ve efkar-ı +mahsusaya müntesib ve malik olmamalıdır. Çünkü +bunlar pest ü bala her mevki’de her meselede ancak kendi +mesleklerini tervic ve bu suretle mütemadiyen neşr-i efkar +etmekten geçmezler ve ihtimal ki millet-i Osmaniyyenin ve +bilhassa kendi daire-i intihabiyyeleri efradının arzu etmedikleri +bir gayeye kadar götürmüş olurlar. Bu kabil adamları +nadiren vücudları muhtemel olan mesalik-i mezkure saliklerinin.. +ancak meslekdaşları intihab etmek ve diğer sunuf-ı ahali +namzedliklerini mesleklerini i’lanen vaz’ etmelidirler. +berri ve bilhassa işret kumar fuhşiyyat ve yalancılık gibi rezailden +kat’iyyen müctenib olduğu mücerreb ü müsellem olmalıdır. +Çünkü bu rezaletler kendisini fikr-i vatani ve ictimaiden +teb’id eder. +tahakküm olmamalıdır. Çünkü bu muhabbetler kendisini +meb’usluk sevdasına düşürmüş olmak ve bu sevda kendisine +meb’usluktaki maksad-ı vataniyi düşündürmemek melhuzdur. +bed-binlik olmamalı. Çünkü bu tabiatta bulunan adam fikir +ve mütalaasında hak ve isabet bile olsa celb-i kuluba ve tefhim-i +hakīkate muvaffak olamaz. +Kezalik tab’ında müdahene ve ifrat derecede hatır-nüvazlık +ve nik-binlik de olmamalı. Çünkü böyle bir adam da +kimsenin fikrine muhalefet ve bir işe i’tiraz edemez. Bu +suretle tervic ve tenkīd-i hak emrinde bir faidesi görülemez. +ve azmi olmalı. Fikren ilişiksiz ve tenbel olmamalı ve fi’len +pek müteenni ve dur-endiş olmalıdır. Çünkü aşk u azm sahibi +olmayan hiçbir iş göremeyeceği gibi acele ve adem-i +teenni ile de mülk ve vatanı bir tehlikeye koymak muhtemeldir. +müstağrak olmamalıdır. Müstağrak-ı düyun olması kendisinin +efkar ve muamelatında intizam ve istikameti olmadığına +delalet eder. Şu kadar ki bir afet-i semaviyye ve felaket-i +fevkaladeden münbais ise müstesnadır. +mensubiyet azminde ise mensub olduğu veya olacağı fırkayı +ve hiçbir fırkaya mensubiyeti veya o babda bir azm ü niyeti +olmayıp münferid ve müstakil olmak istiyorsa ta’kīb edeceği +hatt-ı hareketi namzedliğini vaz’ıyla beraber ilan etmeli ki +ne meslekte bir meb’us olacağı şimdiden bilinerek intihabatta +aldatmak veya aldatılmak vaki’ olmasın ve ileride +nakz-ı ahd ve tahvil-i fikr u meslek etmekten efkar-ı umumiyyeye +karşı bir dereceye kadar ihtiraz edilsin. +Erbab-ı ilm ü kalemden zamanına göre hikmet-i idareye +vakıf siyasi bir zat-ı fazilet-simat olup Tosya’lıdır. Mukaddemat-ı +ulumu vatanı ulemasından ba’de’t-teallüm daru’lilm +ve’l-irfan olan “İstanbul”a gelip muasırı bulunan meşahir-i +fudaladan ikmal-i nüsah ederek hizmet-i devlete girdi. +Haiz olduğu fazileti ve hatt-ı divanideki mahareti saikasıyla +nail-i terakkī olarak devr-i Selim-i Evvel’de ketebe-i Divan-ı +Hümayun idadına dehalet eyledi. Zaman-ı Kanuni’de Mısır’a +me’mur olan Vezir-i a’zam İbrahim Paşa’nın takdir ve +himayesine mazhar olarak vezir-i müşarun-ileyhin tezkireciliği +vazifesiyle Mısır’a gitti. Buradan tarih-i avdeti olan +’de “Reisü’l-küttab” -Hariciye nazırı- oldu. ’deki Bağdad +fethinde bulunup Nişancı Seydi Bey’in vefatı üzerine +nişancılık tevcih olunarak bu vazife ile sene iştigal eyleyip +mehamm-ı umur-ı devletin hall ü akdi hususunda ibraz-ı +measir-i kar-agahi etti. [ de] ihtiyar-ı tekaüd ederek on +sene “müteferrikabaşılık”la imrar-ı hayat eyledi ve Sultan +Süleyman-ı Kanuni’nin Sigetvar seferinde mükerreren tuğra-keşlik +vazife-i mühimmesinde bulundu. Avdetinde “Mustafa +bin Celal-i Tevkii” ve “İlahi rahmet eyle Mustafa’ya” +mısra’larının delaleti olan tarihinde azim-i dar-ı ukba +olup Eyyub civarında el-yevm Nişancı namıyla ma’ruf olan +mahalde binasına muvaffak olduğu cami’-i şerif haziresine +defnedildi. Fazilet ü iktidar cihetiyle kendine yaklaşan biraderi +sahib-i te’lifat Salih Efendi de yanında medfundur. +Asarı: +Otuz tabaka ve müteaddid derecata münkasem mühim +bir eser-i tarihi ve ahlakīdir. Yirmi dokuzuncu tabaka Devlet-i +Osmaniyye’nin o zamanki usul-i idare ve kavanin-i +mülkiyye ve askeriyyesiyle şuabat-ı idariyyesini otuzuncu +tabaka da Kanuni vekayiini mübeyyindir. Tarz-ı tahriri zamanı +revacına tebean münşiyane ve ıstılah-perdazane olduğundan +bazı ahbar ve nakliyatın hakayıkı reviş-i ifadeye +feda edilerek mestur kalmıştır. Be-tahsis Kanuni devrine aid +manzum parçaları mensur aksamından daha ruh-nüvazdır. +Bu eserin asıl ismi Mevahibü’l-Hallak fi Meratibi’l-Ahlak +olduğu için muahharan “Enisü’s-selatin” tesmiye etmiştir. +Mukaddimesi esma’-i hüsna şerhiyle müveşşah hatimesi salavat-ı +Resul-i kibriya ile müzeyyendir. Aralarındaki elli altı +bab da dahi ahlak-ı hasene ve redienin fevaid ü mazarratından +bahis olup Sultan Süleyman-ı Kanuni namına yazılmıştır. +Nüshaları İstanbul kütübhanelerinin bazılarında vardır. +Bir nüshası da kütübhane-i aciziyi tezyin etmektedir. +Bir cild-i kebir üzere müretteb olan bu eser Yavuz Sultan +Selim hazretlerinin gazavatını mübeyyin olup oğlu hattıyla +muharrer bir nüshası Müze-i Osmani Kütübhanesi’nde +vardır. +Tarz-ı eş’arı aşikane ve hakimanedir. Ebyatından: +Fenn-i aşka başladım dikkatle gördüm nice bab +Metni derd ü faslı hicran ile dolmuş bir kitab +Asl-ı eser efazıl-ı ümmetten Monla Miskin şöhretiyle benam +Muin el-Hac Muhammed el-Fevahi’nin tevarih-i enbiya +ve siyer-i habib-i kibriyadan bahis Farisiyyü’l-ibare eser-i +meşhuru olup sahib-i tercüme Mustafa Bey tarafından Dela ilü’n-Nübüvveti’l-Muhammedi +ve Şemailü’l-Fütüvveti’l-Ahmedi +maniyyeden Üskübi Altıparmak Muhammed Efendi tarafından +da ism-i aslisiyle tercüme olunmuştur ki ikinci tercüme +matbu’ olduğu için meşhur ve mütedavildir. +Birdenbire karşımıza bir güruh çıkıp bize taarruza kalkıştı. +Lakin tüfenklerimizi elimize alıp mukabeleye tasaddi +ettiğimiz gibi dayanamayıp savuştu. Bu tehlikeyi atladıktan +sonra birkaç fersah yol kat etmiştik ki bizim süvariler ile +amcama rast geldik. Birlikte yürüyüp diğer bir dağı aşmaya +çalışırken biraz evvelki mu’terizlerden iki yüz süvari sedd-i +rahımız olmak istedi biz şimdilik üç yüz kişilik bir kuvvet +bulunduğumuz için piyade olarak harbe hazırlandık. Fakat +kable’l-müsademe bila-sebeb kan dökülmemesini teklif ettim. +– Siz bizden beş kişiyi yaraladınız onların intikamını +alacağız dediler. +Bunun üzerine maiyetimi üç kısma ayırdım. İkisini sağ +ve soldaki mürtefi’ mevki’lere gönderdim. Üçüncü kısım ile +de düşmana karşı durdum. Üç ateş arasında kalan süvariler +kaçmaya mecbur oldular. +Tekrar yola çıktık. Çok geçmedi Veziri Vilayeti’nin Meraga +dığı için bir mektup yazıp kılavuzumuzla yolladı. Biraz sonra +yüz süvari ile bin kadar piyade davul zurna çalarak istikbalimize +çıktı. +Meraga’da iki gün misafir olduk. Bize yemek hayvanlarımıza +ot verdiler. Israr ettiğimiz halde para da almadılar. +Abdurrahim Han’ın oğlu Abdullah Han yanındaki iki yüz altunu +bana vermişti ki fişenklikte saklandığı için simsiyah olmuştu. +Olanca nakdimiz de bunlardan ibaret idi. +Oradan hareketle diğer bir meclise nazil olduk. Aldığımız +levazımın bedelini Abdullah Han’ın altunlarından vermek +rupiyesi olduğunu öğrendim. +– Altunları rupiye ile değiştirelim dedim. +– O altunları sizden almazlarsa benden nasıl kabul ederler +diye teklifi kabul eylemedi. Rupiyeleri zorla almaya mecbur +oldum. Mukabilinde de yüz altun verdim. Bu rupiyelerle +lazım gelen şeyleri iştira ettim. +duk. Müşarun-ileyh bizi hüsn-i suretle kabul eyledi. Geceyi +onun kal’asında geçirdik. Ertesi günü başka bir kal’aya uğradık. +Oranın ahalisi de bizi misafir etti. Sonra Afgan kıt’asının +nihayetinde ve Hindistan hıttasının hududuna yakın +bulunan “Dave” Kal’ası’na geldik. Bozgunluğumuzdan Veziri +arazisine gelinceye kadar yemek yemediğim cihetle arkadaşlarımdan +birinin malik olduğu bir rupiye ile et soğan +yağ alıp pişirmek istenildi. Bizim tenceremiz olmadığı gibi +misafir olduğumuz kal’a ahalisi de çanak çömlek kullanıyordu. +Uzun uzun taharriden sonra bir demir tencere bulup +etin bir parçasını içinde pişirmeye bir parçasını da kebab +yapmaya başladılar. Üç değneği birbirine bağlayıp tencereyi +de bir iple ortalarına asmak suretiyle ateşin üzerine koymuşlardı. +Tamam et pişip de indirdiğimiz ve içinden matbuhu +çıkaracağımız sırada bir köpek geldi. Tencereye bağlı olup +ucu yerde yatan ipi bağırsak zannıyla yakalayıp kaçtı. Tencereyi +de beraber sürükledi. Arkasından koştularsa da tencere +de devrilmiş etler de dökülüp gitmişti. Fe Sübhanallah! +Üç gün evveli matbah takımlarımı bin deve taşıdığı halde +bugünlük gıdamı havi olan tencereyi bir köpek sürüklüyordu. +Na-çar kuru ekmekle iktifa ederek yattım. +§ +Amcamın Caci ve Host’a göndermiş olduğu Serdar Muhammed +Han kırk süvari Ceneral Ali Asker Han ile Dave +Kal’ası’nda bize kavuştular. Birkaç gün sonra Kurban Bayramı +oldu. Dave ahalisi namazdan sonra bizimle bayramlaşmaya +geldi. Hüsn-i kabul gösterip kendilerine şeker +tatlı ikram ettim. +Adedimiz altı yüzü bulduğu ve masrafımız ziyade olduğu +cihetle hayli sıkıntı çekiyordum. Bereket versin ki Abdurrahim +Han’ın hadimi Kabil’den piyade olarak geldi ve iki bin +eşrefi altunu getirdi ki bundan ne kadar memnun olduğumu +ve hadim-i vefakara ne derece minnetdar kaldığımı ta’rif +edemem. +Bu adam eskiden Abdurrahim Han’ın hazinedarı olup +efendisinin mu’avenetine koşmuş ve ayakkabısı olmadığı +detle Abdurrahim Han’ın ailesine hizmet eylemek üzere izin +olacağı mütalaasıyla kabul eylemedi. Yayan olarak yola +çıktı. Eşrefileri rupiye ile tebdil ederek yiyecek giyecek +şeylerle bazı edviye satın aldım. Bu sırada Benu ve Peşaver’de +bulunan İngiliz me’murlarından amcama bir mektup +geldi ki Dave’de niçin durduğumuz ve niye İngiliz memalikine +geçmediğimiz soruluyordu. +Amcam “Hindistan valisi bir da’vetname gönderir ve +bizi “Sind” Suyu’ndan öte tarafa geçemeyeceğini taahhüd +ederse o vakit geliriz” mealinde bir cevap yazıp tahtim eyledikten +sonra benim de mühürlememi söyledi. İ’tiraz ederek: +– Ben hiçbir vakit İngilizlerden dostluk görmedim. Evvelce +gördüğünüz la-kaydiye mukabil yine onlara i’timad +gösterebilecekseniz yalnızca teşrif buyurunuz. Geçenki Hind +seferinden avdetinizde İngilizlerden birçok şikayette bulunuyordunuz. +Şimdi fikriniz neden değişti? Dedim. Amcam: +– Benim fikrim değişmedi. Hindistan’a gitmek emelinde +de değilim. Fakat müraselat ile kendime meşgūliyet bulmak +telakkī ediyorsunuz. Bu iyi bir şey değildir. Onların taht-ı +tabiiyyetine giremeyeceklerini açıktan açığa söyleyiniz +dedim. Nihayet benim tasvib ettiğim tarzda bir cevap yazıldı. +Sıfat-ı resmiyyem olmadığı için kağıdı mühürlemek bana +düşmez dedim. Amcamın canı sıkıldı. Ben de hiddetlenip +mührümü kırdım. +Mantıkların ta’liminde emsilenin harf ile iradından ictinab +olunur ekser emsilenin vücudiyattan ve ekallin nazariyattan +olması aranır. İstikra’-ı temsil ve sair mevadd-ı +kıyas mebahisinde iltizam tafsil olunur. Babu’l-Burhan ’da +hata’-i his beyan edilir ve yine tevatür ve şürutu ve nasın +tevatür olmadığı halde tevatür addettikleri şeyler tahrir olunur. +Hitabet ve şiir bahislerinde bunlarla icra-yı te’sirin yolları +cedel mugalata safsata bahislerinde bunlarla icra edilen +enva’-ı telbis şerh olunur ve bunlara dair birçok misaller +lur. +Bizim ulema-yı ma’kūlümüz; fenn-i adabü’l-bahs ıstılahatını +münazaralarında –mütenazırinin onun üzerine ittifaklarına +mebni– mantık ıstılahlarını kullandıkları gibi kullanırlar +gün bunları kimse kullanmıyor gibidir. Lakin erbabına kuvvet +ve basiretce faide-mend olduğu için emsile ile izah olunarak +okunur. +Sınıf-ı duat: +Sınıf-ı duat bil-fi’l münazaraya alıştırılır temrin ettirilir. +Şöyle ki: +Talebeden bazıları melahide yahud nasaranın İslam +aleyhine irad ettiği bazı şübühatı cem’ ile arkadaşlarıyla bu +babda münazara ederler ve her birerleri bazen sail ve bazen +muallil mevkiinde bulunurlar. Mevrud şübühat iddihar olunmaz; +ta ki erbabının ibarede edeb ve nezaheti muhafaza +etmek üzere tuttukları nahv üzere takriri nail-i vüs’at olsun: +bat-ı tevhidi temhiden kevkebe kamere şemse ıtlak etmiştir. +Esna-yı münazarada İslam’ın müdafaasını veya İslam’a +da’veti deruhde eden diğerinin şübhelerini birden veya +kendi müddeasını isbattan izhar-ı acz ederse hakem mes’elede +hak olan ciheti beyan ile hükmünü söyler. +Bu iki ilim mesail-i hükema-yı müteahhirinin kitablarından +nur. Üslub ve tarikat-ı sufiyyeden murad; nefsini kemal üzere; +aklı istiklal üzere terbiyeye muin olan üslubdur. Öyle +ki: Mesail talibe onun emraz-ı nefs ve akıldan salim onların +sıhhati ile mütemetti’ onları ma-hulika-lehinde isti’mal +ni’metine mazhar eden Cenab-ı Hakk’a arz-ı şükran ederekten +takat ve imkana göre bunlarla sema’-i kemale aric olmayı +mütalebe eder surette teveccüh olunurlar. Yoksa levhi +dimağda hayaline sahaif-i matbuatta enzar-ı nasa yahud +mecalisde istima’-ı halka arzettiği zaman sahibini mütemetti’ +edecek suretler tersimini dileyenlerin tevcihi üzere değil… +Bunların her ikisinin mukaddimesinde mütekaddiminin +bu hususda vasıl olduğu derece-i ıttılaın hülasası zikrolunur: +Havass-i batıne hakkındaki sözleri hiss-i müşterek hafıza +ve vahime hakkında zikrettikleri şeyler gibi. +Kırım ve Kafkasya müstesna olmak şartıyla Rusya’daki +umum İslamların müftisi bulunan Orenburg müftisi beraberinde +mu’teberan-ı İslamdan bir hey’et-i mahsusa olduğu +halde Petersburg’a gelip birkaç seneden beri köy imamları +hakkında me’murin-i mahalliyye tarafından icra olunmakta +olan tazyikattan dolayı Dahiliye Nezareti’ne şikayatta bulunmuştur. +Rus me’murları imamların ahaliye telkīnat-ı siyasiyyede +bulundukları zannedilen Kazak Orenburg Ona [Ufa?] +vilayetlerinde birçok imamın ellerindeki beratları alarak kendilerini +açıkta bırakmışlar idi. İmamlara icra olunan bu mücazat +tahkīkat-ı mahsusaya veyahud mehakim-i aidesinin +hükmüne müstenid olmayıp münhasıran me’murin-i zabıtanın +kayıkı Dahiliye nazırı müsteşarına şifahen beyan eylemiş ve +müsteşar dahi imamlara icra-yı zulm eden me’murin hakkında +tahkīkat icra olunacağını va’d eylemiştir. +Rusya Meclis-i Meb’usan’ında müftilik makamlarının ta’dilatı +hakkında müzakerat cereyan eylediği sırada İslam fırkası +erkanından Sadri Maksudi Efendi tarafından irad olunan +uzun bir nutukta şimdiki teşkilatın İmparatoriçe İkinci +“Katerin” zamanından kalma olup hal-i hazırda İslamların +asla ihtiyacatına kifayet etmemekte olduğunu ve Orenburg +Müftiliği’nin ıslahatı hususunda Rusya’daki millet-i İslamiyyenin +metalibi atideki on maddeden ibaret olduğunu beyan +eylemiştir. +vezaif-i diniyyeye me’mur olanların kaffesinin intihab ile ta’yin +edilmesidir. - Müftiler kadiler imamlar mezahib-i saire +ruhanilerinin nail olduğu muafiyet ve imtiyazattan müstefid +olsunlar ve ba-husus hizmet-i askeriyyeden muaf tutulmasıdır. +nezaretinde bulunmasıdır. - Cami’ ve mescid inşası için lazım +gelen ruhsatın doğrudan doğruya hükumet tarafından +bahş olunmasıdır. Hal-i hazırda maabid-i İslamiyye inşası +camiin inşa olunacağı mahallin rahibinden ruhsat almaya +mütevakkıf olduğundan bu nizamnamenin feshi matlubdur. +aid akaratın müstefid olduğu imtiyazattan müstefid olmasıdır. +müftilik teşkilatı olmadığından oralarda dahi teşkilat-ı lazımenin +cem’iyetler teşkili için bir nizamname tertib edilmesi +Orenburg Mahkeme-i Şer’iyyesi tarafından vilayet merkezlerinde +şu’be te’sisine müsaade olunması Müftilik dairesinde +mektep ve medrese umuruna nezarete mahsus bir +şu’be küşadına müsaade kılınması Mahkeme-i Şer’iyye’nin +mesarifi için Hazine-i Maliyye’den i’ta olunan tahsisat +gayet cüz’i olduğundan tahsisat-ı mezkurenin tezyidi. +* * * +Excelsior gazetesinin muhabir-i mahsusu Hudeyde’den +gazetesine yazıyor: +MEL’ANET VE TELBISATI +… Şimdi yalnız Seyyid İdris Hilafet’e karşı geliyor. Yemen’in +şimalinde Asir’de daha birkaç zaman evvel başında +hissiyat-ı taassubları tahrik edilmiş yirmi bin Arab olduğu +halde ve İtalyanların yardımıyla Türklerle muharebe ediyordu. +Kendisi pek garib bir adamdır ma’lumatlıdır. Terakkıyat-ı +fenniyyeye ecnebi değildir. Kahire’de tahsil-i ulum +eylemiştir. İhtilalci istibdad ve istiklal tarafdarıdır. Cenab-ı +Hak tarafından mehdi olarak gönderildiğini ve keramet sahibi +olduğunu söyler. Bütün müridlerine bunları kabul ettirmek +Tarafdarları arasında muhafaza-i nüfuz için isti’mal eylediği +vasıtalar hemen fennidir. İşte bir misali: Muzlim bir odada +oturarak çehresini fosfor vasıtasıyla parlak gösterir ve +elinde bir elektrik piline merbut bir baston bulundurur. Her +zair bu alamet-i uluhiyyete dokunmaya mecburdur. Dokunur +dokunmaz bir sadme-i elektrikıyyeye ma’ruz kalarak +çekilir ve huzur-ı mehdide secdeye kapanır. +Bazı kere bir hokkabazlık icrasıyla başını kesilmiş göstererek +söz söylemeye başlar. Biraz sonra elektrik düğmelerini +havi bir kostüm giyerek nutkunun en mühim kısmında +kendisini nur içinde bırakır. Bazı kere de gece bir “Lanteren +majik” vasıtasıyla resmini bir yere aks ettirerek kerametfüruşluk +eder. +Maamafih Seyyid İdris’in azamet ve şa’şaası soluyor. +ya–Türkiye muharebesinin ilanından evvel de Musavva’dan +kendisine birkaç sembuk mühimmat-ı harbiyye ve tüfenk +gönderildi. +Muharebe başlar başlamaz Arablar kendi cins ve dindaşlarıyla +muharebe eden düşmanın ma-fevka’t-tabia farz +ettikleri adama muavenet etmesi caiz olmadığını anladılar. +Hiç şübhesiz ki yakında Hudeyde’de tahaşşüd eden +Osmanlı kuvvet-i müdhişesi Seyyid İdris’i eline geçirecek ve +cezasını verecektir. +Elhamdülillah bu ’inci nüshamızla Sıratımüstakīm ’in +yedinci cildi hitam bulmuştur; sekizinci cildden i’tibaren aynı +mesleği daha etraflı bir surette ta’kīb etmek üzere Sebilürreşad +ünvanı altında intişar edecektir. Muhterem kari’lerimizin +ma’lumu olmak üzere beyana lüzum gördük. + +|/\| \ No newline at end of file